20 Ekim 2019 Pazar

Eşek, Öküz ve Çiftçinin Öyküsü - Binbir Gece Masalları


Masalın Adı : Eşek, Öküz ve Çiftçinin Öyküsü

Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları

Bil ki kızım, bir zamanlar büyük zenginlikleri ve sürü hayvanları olan bir tacir varmış. Bu tacir evliymiş, çocuk sahibiymiş. Yüce Tanrı ona kuşların ve hayvanların dilinden anlama yeteneği de vermiş. Bu tacirin ev yeri, nehir kıyısında verimli bir toprakmış ve çiftliğinde bir eşek ile bir öküz varmış.

Bir gün öküz, eşeğin bulunduğu ahıra gelmiş; burasını süpürülmüş, sulanmış bulmuş. Yemlikte iyice harman edilmiş arpa ve elekten geçirilmiş saman varmış, eşek de yan gelip yatmaktaymış. Çünkü, çiftçi arada bir, gerektikçe küçük bîr gezinti için onu kullanır, bundan sonra eşek hemen ahıra dönüp rahatına bakarmış. İşte o gün çiftçi, öküzün eşeğe, "Keyfince yemini yemeye bak, sağlık olsun, yarasın ve de hazmın kolay olsun! Bense, sen dinlenirken, yorgunluktan ölüyorum. Sen harmanlanmış arpa yiyorsun, önüne getiriyorlar ve bazen efendi üzerine binse de, çabucak seni geri getiriyor. Bana gelince, sadece çift sürmeye ve dolap çevirmeye yarıyorum!" dediğini duymuş.

Eşek de ona diyormuş ki, "Seni tarlaya çıkarıp boyunduruğu boynuna takarlarken, kendini yere at, hiç ayağa kalkma! Alıp ahıra götürdüklerinde, yemek için verdikleri baklaya, sanki hastaymışsın gibi dokunma! Bir, iki, hatta üç gün yiyip içmekten kendini alıkoy! Böylece yorgunluktan ve de çalışmaktan kurtulursun!" Oysa sahipleri, oracıkta, onların konuşmalarını dinliyormuş. Ahırdan sorumlu yanaşma gelip de yem vermek için öküze yaklaşınca, onun çok az yediğini görmüş. Ertesi sabah çifte koş­mak isteyince, onu keyifsiz bulmuş.

Bunun üzerine çiftçi yanaşmaya, "Eşeği al ve bütün gün öküz yerine onu çifte koş!" demiş. Yanaş­ma da öküz yerine eşeği işe koşup bütün gün çalıştırmış. Günün sonunda eşek ahıra dönünce, öküz ona, yaptığı iyilik ve bütün gün sayesinde dinlendiği için teşekkür etmiş. Eşek hiç yanıt vermemiş ve yaptığından büyük pişmanlık duymuş. Ertesi gün saban-sürücü gelmiş ve eşeği götürüp gün batıncaya kadar yeniden çalıştırmış. Eşek, boynu soyulmuş, yorgunluktan bitkin bir halde gelmiş. Öküz, onu bu durumda görünce, coşkuyla ona şükranlarını sunmaya ve övgüyle onurlandırmaya başlamış.

Eşek, o zaman, ona demiş ki: "Bundan önceki günler ne rahattım, rahatlıktan nasibimi alıp duruyordum." Sonra da eklemiş: "Bununla birlikte, sana iyi bir nasihatte bulunmakta yarar görmekteyim. Efendimizi yanaşmalara şöyle derken duydum: 'Öküz yarın da yerinden kalkmazsa, onu kasaba verin! Kesin, derisinden masaya örtü yapın!' Senin adına korktum, sağlığından endişe ettim." Öküz, eşeğin bu sözlerini işitince, ona teşekkür etmiş ve demiş ki, "Yarın onlarla gider, canla başla çalışırım"; ve hemen yeminin tü­münü yemiş, hatta yem kabının dibini diliyle yalamış. Bütün bunlar olup bitmiş ve sahipleri de bu sözleri duymuş.

Ertesi gün, gün doğunca tacir, eşiyle birlikte öküz ve ineklerin bulunduğu ahıra gitmiş; oturup izlemişler. Biraz sonra yanaşma gelip öküzü dışarı çıkarmış. Öküz efendisini görünce kuyruğunu sallamaya, gürültüyle yellenmeye ve her yöne çılgınca koşmaya başlamış bunu gören çiftçi öylesine bir gülme nöbetine tutulmuş ki, sırtüstü düşmüş. Karısı sormuş "Ne gülüyorsun, sen?" diyerek... O da, "Gö­rüp işittiğim bir şeyden ötürü. Bunu ölümü göze almadan sana açıklayamam!" demiş. Kadın, "Bunu bana kesinlikle açıklaman gerek! Gülüşünün nedeni nedir? Ölsen bile söylemelisin!" diyence, kocası, "Ölümden korktuğum için bunu sana açıklayamam!" demiş. Kadınsa, "Öyleyse sen bana gülüyorsun" diye tutturmuş; ve de onunla çekişmekten ve inatla sözünü sürdürerek canını sıkmaktan vazgeçmemiş. Sonunda adam büyük bir şaşkınlığa düşmüş. Çocuklarını yanı­na çağırtmış, kadıya ve tanıdıklara da haber salmış. Karısına sırrını açıp ölmeden önce, vasiyetnamesini hazırlatmak istemiş. Çünkü karısını, amcasının kızı ve çocuklarının anası olduğundan büyük bir aşkla severmiş, bir de onunla yirmi yıldır birlikte yaşamış imiş.

Dahası, karısının yakınlarını, mahalledeki komşuları da çağırtmış. Onlara tüm öyküyü ve sırrını açıklar açıklamaz öleceğini söylemiş. Orada bulunan herkes kadına, "Allah aşkına! Israrından vazgeç, yoksa kocan, çocuklarının babası ölecek!" demiş. Ama kadın onlara, "Bana sırrını açıklamadan yakasını bırakmam, ölürse ölsün!" demiş. Bunun üzerine konuşmaktan vazgeçmişler. Çiftçi de yanlarından ayrılmış, ahırdan yana yönelmiş; bahçede ilkin abdest alıp sonra dönerek iki rekât namaz kılıp sırrını söyleyecek ve ölecekmiş. Çiftçinin elli tavuğu doyuracak güçte yiğit bir horozu ve bir kö­peği varmış. Çiftçi, köpeğin, tavuklara çullanan horoza seslenip onu azarlayarak, "Efendimiz ölüme giderken böylesine keyiflenmekten utanmıyor musun?" dediğini duymuş.

Bunun üzerine horoz köpeğe sormuş: "Nasıl oluyor bu?" diye... O zaman köpek, öyküyü tekrarlamış; horoz da ona, "Allah, Allah! Efendimizde hiç akıl yok mu? Benim elli karım var. Birini hoş tutar, öbürünü azarlar, idare eder giderim; onun bir tek karısı var, onu bile nasıl yöneteceğim bilmiyor. Oysa çözüm çok basit: Dut ağacından birkaç dal kessin, birden yatak odasına dalsın ve ölünceye ya da pişman olup özür dileyinceye kadar karısını dövsün! Bundan sonra hiç can sıkacak sorular sormaz!" demiş. Çiftçi, köpekle konuşan horozun söylediklerini işitince kafasında şimşek çakmış ve karısını dövmeye karar vermiş.

Vezir burada öyküsünü kesip kızı Şehrazat'a, "Ben de sana çift­çinin karısına yaptığını yapsam yeridir!" demiş. Kızı, "Ne yapmış?" diye sorunca, vezir sözünü şöyle sürdürmüş: Çiftçi karısının yatak odasına girmiş; kestiği birkaç dut dalını orada bir yerlere sakladıktan sonra, ona seslenerek, "Sırrımı söyleyebilmem için yatak odasına gel! Hiç kimse beni görmesin! Sonra da öleyim!" demiş

Karısı onunla odaya girmiş; çiftçi ikisine özgü odanın kapısını kapayıp karısına, gittikçe şiddetini artırarak bayıltıncaya kadar sopa çekmiş; sonunda kadın, "Pişman oldum! Pişman oldum!" demiş. Sonra da kocasının iki elini, iki ayağını öpmeye baş­lamış ve gerçekten pişman olmuş ve de onunla birlikte dışarı çıkmış. İki tarafın yakınları da dahil, tüm orada bulunanlar, aralannın düzeldiğini görerek sevinmişler ve herkes ölünceye kadar mutlu ve bahtlarından memnun yaşamışlar.

Babasının anlattıklarını dinledikten sonra Şehrazat demiş ki: "Babacığım, her şeye karşın, dilediğimi yerine getirmeni istiyorum!" O zaman vezir, daha fazla ısrar etmeden, kızı Şehrazat'ın çeyizini hazırlamış, sonra meseleyi Şah Şehriyar'a açmaya gitmiş. Bu sırada, Şehrazat, küçük kardeşine yapacaklarını öğretip ona "Şahın yanında olduğum sırada, seni çağırtacağım; geldiğin ve şahın benimle işinin bittiğini anladığın zaman, bana: 'Ablacığım, bana o harika öykülerinden birini anlat da geceyi hoşça geçirelim!' de! Bunun üzerine, sana anlatmaya başlayacağım öyküler, eğer Allah isterse, müslimin kızlarının kurtuluşunun nedeni olacaktır" demiş. Bunu izleyerek vezir kızını almaya gelmiş ve onunla birlikte şahın huzuruna çıkmış. Şah memnun olmuş ve vezire, "Gereken her şey hazır mı?" diye sormuş. Vezir saygıyla, "Evet" demiş. Fakat, şah, genç kıza sahip olmak isteyince kız ağlamaya başlamış. Şah ona, "Neyin var?" diye sorunca; kız da "Şahım! Bir kızkardeşim var. Ona veda etmek isterdim" demiş. Şahın arattığı kızkardeşi gelince, Şehrazat'ın boynuna sarılmış; ve yatağın ayak ucuna sokulup kalmış. Sonra konuşmalar başlamış.

Kardeşi Dünyazat, Şehrazat'a demiş ki: "Tanrı seninle olsun! Ablacığım, geceyi hoşça geçirmemiz için bize bir masal anlatsana!" Şehrazat, "Bütün kalbimle ve yerine getirilmesini görev bilerek! Ancak yüce ve soylu şahımız izin verirlerse" diye yanıt vermiş. Şah bu sözleri duyunca, zaten uykusu da kaçtığından, Şehrazat'ın masalını dinlemekten tedirginlik duymamış. Ve Şehrazat, bu ilk gecede, aşağıdaki masalı anlatmış: Tacir ile İfrit Masalı

Hükümdar Şehriyar İle Kardeşi Hükümdar Şahzaman'ın Öyküsü - Binbir Gece Masalları


Masalın Adı : Hükümdar Şehriyar İle Kardeşi Hükümdar Şahzaman'ın Öyküsü

Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları

Anlatırlar ki -ancak Allah bilgedir, her şeyi bilir, kesin kudret sahibi ve hayırseverdir- eski çağlarda, ömrün ve ânın akışı içinde, Sâsânî hükümdarları içinde, Hint ve Çin adalarında hükmeden, orduların ve kavimlerin, hizmetinde olanlarla kalabalık maiyetinin efendisi olan bir hükümdar, bu hükümdarın da iki oğlu varmış: biri bü­yük, biri küçük. İkisi de yiğit savaşçılarmış; fakat büyük, küçükten daha yiğitmiş. Bu oğul, ülkelere hükmeder ve adalet sağlayarak insanları yönetirmiş. Bundan dolayı ülkelerinin halkları onu çok severmiş. Bu hükümdarın adı Şehriyar imiş. Küçük kardeşi ise Şahzaman adını taşıyor ve Semerkant-ül Acem'de hüküm sürüyormuş.

İkisi de kendi ülkelerinde yaşıyor ve yirmi yıldır halklarını yonetiyorlarmış. Bu sürenin sonunda her biri servet ve saltanatlarının doruğuna yükselmişler. Durumları böyleyken büyük kardeş, küçüğünü görmek için şiddetli bir özlemin pençesine düşmüş; ve vezirine gidip kardeşiyle birlikte geri dönmesini emretmiş. Vezir, "Duyduk ve itaat ettik!" yanı­tını vermiş. Sonra da yola koyulmuş; Tanrı'nın izniyle güvenlikle küçük kardeşin ülkesine ulaşıp huzuruna çıkmış; ona, "barış içinde yaşam"; diledikten sonra Şah Şehriyar'ın kendisini özlediğini ve gezisinin amacının onu ağabeyini görmeye davet etmek olduğunu bildirmiş.

Şahzaman onu, "Duyduk ve itaat ettik!" diye yanıtlamış. Sonra gezi hazırlıklarına başlayarak çadırlarını, develerini, katırlarını, hizmetçi ve yardımcılarını toparlamış. Sonra da kendi vezirini çağırarak yönetimi ona bırakmış ve ağabeyinin ülkesine ulaşmak üzere yola çıkmış. Ancak, dinlenmek üzere konakladıkları yerde, geceyarısına doğru, sarayda bir şey unuttuğunu anımsamış ve dönüp sarayına girmiş. Eşini yataklarında, kölelerinden bir zencinin boynuna sarılmış uyurken bulmuş. Bunu görünce, gözünde dünya kararmış; içinden "Böyle bir olay kentten ayrılır ayrılmaz ortaya çıkıyorsa, bu al­çak kadın, ben kardeşimin yanında, bir süre uzakta bulunduğum sı­rada acaba neler yapmaz?" demiş ve kılıcını çekerek ikisini de yata­ğın örtüsü üzerinde öldürmüş; ve hemen o anda, o saatte geri dönmüş ve konak yerinden hareket emri vermiş.

Gece gündüz kardeşinin kentine ulaşıncaya kadar yol almış. Ağabeyi, kardeşi için süslettiği kentte gelişinden sevinç duyarak onu bağrına basıp selamlamış; ve coşkuyla konuşmaya koyulmuşlar. Ancak eşiyle geçirdiği serüveni anımsayarak Şahzaman'in yüzünü bir keder bulutu kaplamış; yüzü sararmış, bedeninde bitkinlik duymuş, yemeden içmeden kesilmiş. Şah Şehriyar, onu bu durumda görünce, içinden, bunu Şahzaman'ın ülkesinden ve saltanatından ayrılmasına vermiş. Ve bu konuda ona hiçbir şey sormadan kardeşini kendi haline bırakmış. Ama, sonraki günlerde, ona: "Kardeşim, nedenim bilmiyorum ama, vücudunu bitkin ve yüzünü sararmış görüyorum" demiş. Kardeşi, "Kardeşim, içimde işleyen bir yara var" diye yanıt vermiş; ancak başına geleni ve karısına ne yaptığını açıklamamış.

Şah Şehriyar, ona, "Benimle sürek avına çıkmanı çok istiyorum. Böylece için ferahlar!" demiş. Fakat Şahzaman, bunu hiç kabule yanaşmamış. Şah Şehriyar yalnız başına ava gitmiş. Padişahın sarayında bahçeye bakan pencereler varmış; bakınmak için bunlardan birinin önünde eğilmiş otururken, Sarayın bahçe kapısı açılmış; buradan yirmi kadın, yirmi erkek köle çıkmış; kardeşinin eşi Sultan da tüm göz kamaştırıcı güzelliğiyle bunların arasında duruyormuş.

Bunlar bahçenin ortasındaki havuza yaklaşınca, tamamen soyunup birbirlerine katılmışlar; birdenbire Şah'in eşi, "Ey Mesut, ya Mesut!" diye haykırmış; ve hemen iri kı­yım bir zenci yaklaşıp onu kucaklamış ve yere yatırıp üstüne çullanmış. Bunu bir işaret bilerek tüm öteki erkek köleler, dişi kölelere aynı şeyi yapmışlar; ve böylece uzun süre birlikte kalmışlar; gün batıncaya kadar öpüşmelerini, sarmaşmalarını ve çiftleşmelerini ve de benzeri davranışlarını sürdürmüşler.

Bunu görünce Şah'ın kardeşi, kendi kendine, "Allah için! Benim başıma gelen felaket bunun yanında hiç kalır; gerçekten de bu gördüklerim çok daha beter" demiş ve derdini, kederini unutmuş; o andan başlayarak durup dinlenmeden yiyip içmeye başlamış. O sırada ağabeyi Şah, avdan dönmüş; birbirlerine esenlik dilemişler. Sonra Şah Şehriyar, kardeşi Şahzaman'ın benzine kan geldi­ğini ve yüzünün canlandığını görmüş; bir de uzun süre bir şey yememişken, birden tüm iştahıyla yemek yediğini fark etmiş. Buna şaşarak, "Kardeşim, görüyorum ki yüzünün solgunluğu geçmiş! Nasıl oldu bu, anlat bana!" demiş. Kardeşi onu, "Sana ilk rahatsızlığımın nedenini anlatacağım; ama sağlığımı yeniden kazanmanın nedenini anlatmamı benden isteme!" diye yanıtlamış. Şah ona, "Öyleyse ilkin bana solup sararmanın ve düşkünlüğünün nedenini söyle de bir anlayayım!" demiş.

Şahzaman, "Yanına gelmem için vezirini bana gönderince, yola çıkma hazırlıkları yaptım ve kentten dışarı çıktım. Sonra yolda sana getireceğim ve sarayda sunacağım bir hediyeyi unuttu­ğumu anlayınca geri döndüm ve karımı, yatağımın örtüsü üstünde bir zenciyle yatmış uyurken buldum. İkisini de öldürdüm; sonra da sana ulaşmak için yola koyuldum; bu serüveni düşünerek kahrolup durdum; yüzümün sararmasının ve düşkünlüğümün nedeni buydu. Yeniden sağlığıma kavuşmamın nedenini açıklamamı benden isteme!" diye yanıt vermiş. Ağabeyi bu sözleri işitince, ona, "Allah aşkına, bana sağlığına kavuşmanın nedenini de açıkla!" demiş. Bunun üzerine Şahzaman gördüğü her şeyi ona anlatmış; Şehriyar, "Bunları kendi gözümle görmem gerekir!" deyince; kardeşi, ona "Öyleyse yeniden ava çıkacakmış gibi hazırlan; sonra benimle birlikte sarayda gizlen; her şeyi görecek ve gerçeği anlayacaksın!" demiş. Şah, hemen, tellallarla, ava çıkacağını ilan ettirmiş ve askerlerini çadırlarıyla kentin dışına yollamış, kendisi de yola koyulup çadı­ra yerleşmiş; genç kölelerine, "Yanına kimseyi sokmayın!" buyruğunu vermiş; sonra kılık değiştirip gizlice saraya dönmüş; kardeşinin yanına ulaşmış; ve onunla birlikte bahçeye bakan bir pencerenin kenarına oturmuş.

Aradan bir saat geçmiş geçmemiş; hanımları ortalarında, kadın köleler ve de erkek köleler bahçeye girmişler ve Şahzaman'ın anlattığı gibi davranmışlar ve asr- zamamına kadar eğlenceyi sürdürmüşler. Şah Şehriyar, bu durumu görünce, aklı başından gitmiş ve kardeşi Şahzaman'a, 'Kalkıp yola çıkalım ve Allah'ın çizdiği yolda bahtımızı arayalım!" demiş; "Çünkü haysiyetsiz saltanat olmaz; bizimkinden beter bir durumla karşılaşmadıkça da olmayacaktır. Yoksa, doğrusu yaşamaktansa ölmek yeğdir!" demiş. Buna kardeşi de olumlu yanıt vermiş. Sonra birlikte sarayın gizli bir kapısından çıkıp gitmişler; ve bir deniz kıyısındaki çayırda tek başına duran bir ağaca ulaşıncaya kadar gece gündüz demeden yol almışlar. Bu çayırda, bir tatlı su kaynağı varmış; bu sudan içmişler ve dinlenmek üzere oturmuşlar. Günün bir saati geçmiş geçmemiş ki, deniz kaynamaya başlamış ve birdenbire, siyah bir duman sütunu oradan göğe doğru yükselmiş; ve bulundukları çayıra doğru yönelmiş. Bunu görünce korkmuşlar ve ağacın en yukarısına tırmanmışlar; ve de bundan ne çıkacağını izlemeye başlamışlar. Birdenbire kara duman, uzun boylu, geniş omuzlu, iri göğüslü, başında sandık taşıyan bir ecinniye dönüş­müş. Ecinni karaya çıkmış ve tünedikleri ağacın altına gelip durmuş; sandığın kapağını açmış; oradan büyük bir kutu çıkarmış; onun da kapağını açmış; birden bire oradan güneş gibi parlayan, gü­zelliği göz kamaştıran ve arzu uyandıran bir genç kız çıkmış. Şairin dediği gibi; Elinde meşale gölgelerden çıkagelince karanlıklar aydınlığa dönüşmüş; saçtığı ışık şafağı söndürmüş adeta; güneşler onun ışığını yansıtmış; ay gözlerinin gülüşünü... Sırlarının tülleri yırtılınca; yaratıklar baygın, ayaklarına serilmişler. Tatlı bakışının yoğun ışığı karşısında tutkulu gözyaşları kirpikleri ıslatmış. Günün, güneşin batmaya başladığı zamana düşen Ecinni, güzel genç kıza iyice bakıp ona, "Ey ipeksi şeylerin sultanı! Ey düğün gecesinde yatağından kaçırdığım! Bir parça dizinde uyumak isterim senin!" demiş. Ve ecinni, başını genç kızın dizlerine yaslayarak uykuya dalmış. O anda genç kız, bakışını ağacın tepesine çevirmiş. Ve ağaca gizlenmiş iki hükümdarı görmüş. Hemen ecinninin başını dizlerinden kaldırarak yere bırakmış; ağacın altında yer alarak işaretle onlara, "İnin aşağı, bu ifritten korkmayın!" demek istemiş; onlar da işaretle yanıt vermişler: "Ah! Allah seni korusun! Bu korkulu işten bizi ba­ğışla!" diye. Kız da yine işaretle, "Allah sizi de korusun! Hemen aşa­ğı inin, yoksa ifrite söylerim, ikinizi de en kötü ölümle telef eder" demiş. Bunu anlayınca korkmuşlar ve ağaçtan inmişler. Kız onları kar­şılamak için ayağa kalkmış ve onlara, "Gelin, mızraklarınızla, sert ve zorlu biçimde beni delin! Yoksa ifriti uyandırırım!" demiş. Korku içinde Şehriyar, Şahzaman'a, "Kardeşim, onun istediğini ilkin sen yap!" demiş. Kardeşi de ona, "Ağabeyim olarak sen örnek olmadık­ça hiçbir şey yapmam!" demiş. Böylece ikisi de birbirini göz kırparak kandırmaya çalışmış.

Bunu görünce kız, "Niye öyle gözlerinizi kırpıştırıp duruyorsunuz? Hemen gelip istediğimi yapmazsanız, ifriti şimdi uyandırırım!" demiş. Cebinden küçük bir torba, bunun içinden de beş yüz yetmiş mühür yüzük dikili bir gerdanlık çıkararak onlara, "Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sormuş; "Bilmiyoruz!" yanıtını alınca, "Bu yüzüklerin sahiplerinin hepsi, bu ifritin gafil boynuzları üzerinde benimle çiftleşti.

Bundan dolayı siz iki kardeş de bana yüzüklerinizi vereceksiniz" demiş. Bunu duyunca iki kardeş parmaklarından çıkararak yüzüklerini ona vermişler. Kız bunun üzerine onlara: "Bilin ki, bu ifrit beni düğün gecemde kaçırdı. Beni bir kutuya koydu; kutuyu da bir sandığa yerleştirdi. Sandı­ğa yedi kat zincir vurdu ve dalgaların çarpışıp vuruştuğu Ecinni'yi kudurgan bir denizin dibine koydu. Ama, biz kadınların bir şeyi isteyince, hiçbir şeyin bizi engelleyemeyeceğini bilmiyordu.

Zaten şair ne demiş: Dostum, kadınlara inanma! Vaatlerine gül geç! Çünkü onların iyi ya da kötü halleri ferçlerinin heveslerine bağlıdır. Güya aşktan söz ederler, oysa hainlik onları sarıp giysilerinin titreşiminde şekillenir. Yusuf'un dediklerini saygıyla anımsa; Âdem'i cennetten kovdurmak için iblisin kadını kullandığını unutma! Kınamalarından da vazgeç dostum! Bir işe yaramaz! Çünkü yarın kınadıklarının nezdin de temiz sevginin yerini çılgınlık alacaktır. Hele hiç şöyle deme: Aşka düşersem, âşıkların çılgınlığına kapılmayacağım! Sakın bunu söyleme! Çünkü gerçekte kadınların ayartısından yakasını sıyırmış bir erkek, olmayacak şeydir. Bu sözleri duyan iki kardeş, şaşkınlığın son kertesinde şaşırmışlar; ve birbirlerine, "Bu bir ifrit olduğu halde, bütün gücüne kar­şın, bizim başımıza gelenlerden daha müthiş şeyler onun başına gelmiş; bu serüven bize bir teselli olmalıdır" demişler.

O anda genç kızın yanından ayrılmışlar; her biri kendi ülkesine dönmüş. Şah Şehriyar sarayına dönünce, karısının başını ensesinden vurdurmuş; ve aynı biçimde kadın köleler ile erkek kölelerin de baş­larını vurdurmuş. Sonra vezirine, her gece kendisine bakire bir genç kız getirmesi emrini vermiş; ve her gece bir genç kızı koynuna alıp bekâretini gidermiş; sabah olunca da öldürtmüş; ve üç yıl boyunca böyle davranmaktan vazgeçmemiş. Bu yüzden halk, acı haykı­rışlar ve korku kargaşası içinde, kız çocuk olarak ellerinde ne kalmışsa alıp ülkeyi terk etmişler. Kentte hükümdarın saldırısına boyun eğecek tek bir kız bile kalmamış.

Tam bu sırada, şah, vezirine her zamanki gibi, bir genç kız bulmasını emretmiş. Vezir çıkıp aramış fakat hiçbir kız bulamamış. Tüm üzgünlüğü, tüm kırgınlığıyla eve dönmüş. Şah yüzünden yüreği korkuyla doluymuş. Bu vezirin, güzellik, çekicilik, parlaklık ve mükemmellikten yana nasibini almış iki kızı varmış. Büyüğünün adı Şehrazat, küçüğünün adı Dünyazat imiş. Şehrazat kitaplar, yıllıklar, eski hükümdarların efsanelerini ve geçmiş halkların öykülerini okumuş, hatta eski çağlardaki halkların, hükümdarların ve şairlerin yaşam ve yapıtlarından oluşan bin ciltlik bir kitaplığı da varmış. Çok güzel konu­şur, dinlemesine doyum olmazmış. Şehrazat, babasını üzgün görerek, sormuş: "Neden böylesine düşünceli ve üzgün, değişmiş, yıkılmış görüyorum seni?" diyerek; "Bil ki babacığım şairin dediği gibi: Üzgünsün görüyorum, rahatlasana Hiçbir şey sürüp gitmez: Neşeler gibi dertler de erir biter günü gelince!" demiş. Vezir bu sözleri işitince, hükümdarla olup biten her şeyi başından sonuna kadar kızına anlatmış. Bunun üzerine Şehrazat, ona "Allah'ın izniyle babacığım, beni bu hükümdarla evlendir! Ya kurtulur yaşarım; ya da ölümüm ümmet-i müsliminin kızları için bir kurtarmalık oluşturur. Onları şahın pençesinden almış olurum!" demiş. Bunu duyan vezir, "Allah seni esirgesin! Seni asla böylesi bir tehlikeye atmam!" demiş; kızı ise "Bu tehlikeyi göze almak gerek!" yanıtını vermiş. Vezir de, "Dikkat et de, senin de başına çiftlik sahibi ile öküz ve eşek öyküsündeki olanlar gelmesin! Hele bîr dinle!" demiş.

Martin Eden (Jack London) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili

Kitabın Adı : Martin Eden

Kitabın Yazarı : Jack London

Kitap Hakkında Bilgi :

Jack London'ın yarı otobiyografik romanı Martin Eden, 20. yüzyıl başında sosyal ve ideolojik meseleler ağırlıklı içeriğiyle Amerikan edebiyatında büyük ölçüde kabul görmüştür. London farklı sınıflar arasındaki zihniyet ve değer farklarını gözlerimizin önüne sererken, statü ve servetin Amerikan toplumundaki hayati önemine işaret eder. Romanın ana temalarından biri, başarı ve refah yolunun sosyal sınıf farkı gözetilmeksizin herkese açık olduğu şeklinde özetlenebilecek Amerikan Rüyası'dır. Ya da bu idealin yarattığı muazzam hayal kırıklığı…

London, romanı bir sanatçının çıraklıktan olgunluğa geçiş sürecini işleyen Künstlerroman geleneğinde yazmıştır. Martin'in aşkı uğruna eğitimsiz genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesini anlatır. Kahramanı hedefine ulaştığında ise motivasyonunu ve heyecanını çoktan yitirmiş, trajik bir sona doğru sürüklenmektedir artık…

Martin Eden modern bir Külkedisi masalıdır. Oligarşiyi hedef tahtasına oturtarak Jack London şu soruyu sorar: ‘’Bir Külkedisi Prenses olabilir mi? Yoksa Prenses olmak için soylu bir aileye mi sahip olmalıdır?’’

Sınıflar arası farkların insanları adeta kıydığı bir dönemde bir alt sınıf gemici olan Martin bir tesadüf eseri tanıştığı Ruth’a vurulur.
Kitabın Özeti :

Martin Eden, çalışmayı sevmeyen, günlük bir programa ayak uyduramayan, kendini ezdirmeyen güçlü maceraperest, yakışıklı ve çapkın bir delikanlıdır.
Günlerini gemiler ve meyhanelerde geçiren denizci Martin Eden, sık sık karıştığı çete kavgalarından birinde Arthur adlı zengin birinin hayatını kurtarır. Arthur Martin Eden’i evlerine çağırmış ve Ruth adındaki sanat tarihi öğrencisi kız kardeşi ile tanıştırır. Martin, Ruht’u görür görmez aradığı kadını bulduğunu hisseder ve Ruth’a âşık olur. Martin Eden’nin hayatı bu tanışma sonrasında değişmeye başlar. Martin, Ruth’un sayesinde ve onun özendirmeleri ile kendini eğitmeye başlar. Çünkü Ruth’u, elde edebilmenin dahası onu elde tutabilmenin yolunun kültürlü ve bilgili bir insan olmak olduğunu anlamıştır. Bu amaçla kendini eğitmeye ve kültürlü bir insan olmaya karar verir. O andan itibaren büyük bir kararlılıkla yazar olmaya ve belki de Ruth ile evlenmeyi kafasına koymuştur. Martin Ruth’la evlenmek istiyordu fakat aralarındaki uçurumu da görüyordu.

Kolej eğitimli sosyetik Ruth Morse’i elde edebilmek hayatının amacı haline gelmişti. Birden bire çetelerin ve denizcilerin arasından koparak içkili, kumarlı serseri hayatından kurtularak filozofların düşünce dünyaları içinde dolaşmaya başlamıştır. İşi ve hayatı ile ilgili düşüncelerini yazarken, Sencer’in düşüncelerinin kendi fikirlerini yansıttığını fark eder. Spencer’i derinden derine incelemeye başlamıştır.

Ruth da Martin’e duygular beslemeye başlar ve nişanlanırlar. Fakat Martin ile Ruth’un aşkı Martin’in istediği yolda gitmemektedir. Üstelik , sosyal olarak yabancı kaldığı Ruth’un çevresinde kendisini fakirliğinden dolayı aşağılayan insanlara kabul ettirmeye çalışmaktan yorgun düşmektedir. Üstelik Ruth, onun azmini ve yeteneklerini bilmesine rağmen, ona inanmamakta sürekli olarak Martin’e düzenli bir iş bulmasını önermektedir. Üstelik Ruth, onu başarısız bulmaktadır. Yazılarının beğenilmemesi ve yayınlanmamasını Martin’in başarısızlığına bağlamaktadır. Martin bunlar karşısında yılmadan yoluna devam eder. Çünkü kendisine inanır ve Ruth’a aşıktır. Parası biter, tefeci mallarına el koyar. Çamaşırhane’de çalışırken Joe ile tanışır. Joe bütün vahşiliği ile yaşama tutunmaya çalışmaktadır. Hiç düşünmeden çok çalışmaktadır. Fakat Martin’den farksızdır.
Ruth ona kendini geliştirmesinde yardım etmekte, ona dersler vermektedir. Martin artık kendisini çok geliştirmiştir. Fakat ne kadar gelişse de geçmişinden kalan edinimleri, çocukluk ve gençlik yıllarından kalıplaşmış olan tavır ve tepkileri kısacası içinde vahşi Martin Eden’i söküp atamamaktadır. Kendini doğru ifade etmeyi, daha doğrusu o insanların anlayabileceği şekilde ifade edebilmeyi öğrenememiştir. Bir tartışma sonrasında bir gazeteci ona sosyalist damgası vurur.

Russ Brissenden –George Sterling üzerine yazan solcu bir şair- Martin’in yazılarında bir ışık görmüştür. Fakat bu bile Ruth için yeterli değildir. Ruth Martin’i terk eder. Çünkü onun için başarısız şeyler ve kişiler değerli değildir. Dergiler ve gazeteler Martin’in yazılarını yayınlamadıkları gibi onun sosyalist olduğuna inanmışlardır.

Martin Eden, Ruth’tan ayrıldıktan sonra Lizzie Connoly’le arkadaşlık etmeye başlar, Lizzie bütün 3. sınıf kızları gibi Martin için ölmeyi bile göze almaktadır. Ama Martin onu sevememektedir ve gözü Ruth’tan başkasını görmemektedir. Bu düşüncelerini ve onu sevmediğini Lizzie Connoly’e de söyler.

Fakat tüm bunlar Martin’i daha da kamçılayan gelişmeler olmuştur. Martin kendini geliştirdikçe ilk zamanlarda zenginlikleri ve bilgileri ile başını döndüren insanların esasında basmakalıp şeyler öğrenen, hayatı özümseyememiş, onca okullarda okumuş, onca kitap okumalarına ve üniversiteleri bitirmelerine rağmen çok cahil kalmış insanlar olduklarını fark etmeye başlamıştır. Bu insanlar olamadıkları insanları oynamakta ve bilmediklerini biliyor gibi görünmektedir. Gerçekte bu insanların parasını ve mevcut konumlarını korumak dışında ideallerinin olmadığını anlamıştır. Önceleri sanatın ve kültürün kaynağı gibi gördüğü bu insanlar gözünde birer asalak ve uyduruk kişiler haline dönüşmüşlerdir.

Çevresi edebiyatı bilmeden diploma almış edebiyatçılarla, geometri bilmeyen mühendislerle, ekonomi bilmeyen siyasetçiler, biyoloji bilmeyen din adamları ile doludur. İşin garibi herkes aslında hiç haberdar olmadığı ve anlamadığı fikirler üzerinde tartışmakta, şuradan buradan duydukları klişeleri kullanmakta ve sürü halinde düşünmektedir.

Martin kendi doğal yetenekleri Spencer ve benzeri filozoflardan edindiği izlenim ve değerlendirmeleri denizci ve serserilik yıllarından edindiği deneyimlerle bu çevreden aldığı bilgileri sentezleyerek ulaştığı kavrama ve algılama yetenekleri sayesinde gerçek bilgiyi ayırt etmeyi ve doğal seleksiyonla evrimleşen evrensel boyutlu düşünce gücünü bu tip insanlara karşı kullanmaya başlayarak onlara üstün gelmeye başlamıştır.

Gemi işçiliğini bırakarak kendisini tamamen yazarlığa vermiştir. Yazdığı ve yeterince güzel olduğunu düşündüğü birçok eseri, yayınevlerine yollamış ama bu eserleri yayımlanmadan geri gelmektedir. Tamamen parasız kalmış aç kalmış ve çok muhtaç hallere düşmüştür.

Bayan Morse ve Bay Morse, Martin ile Lizzie Connoly’in ilişkisine karşı çıkmaktadır. Bu olaylar onlar için de bir fırsat olmuş, Liz ile Martin’in ayrılmalarını sağlamışlardır.

Martin yazı yazmaya devam eder. Gönderdiği yazılar geri çevrilirken hiç beklemediği bir anda yazıları kabul edilmeye başlar. En sonunda Martin’in büyük bir yazar olduğu ortaya çıkmıştır. Brissenden’in yardımları ile Martin’in eserleri tanınmaya, basılmaya ve çok satmaya başlar. Martin artık ünlü bir yazar, zengin bir insan ahline gelir. Artık herkes tarafından tanınan bir insandır. Bu gelişmeler sonrasında Ruth onu geri ister fakat Ruth artık Martin’in midesini bulandırmaktadır.

Tam da bu sırlarda Brissenden’ın intiharı Martin’i çok etkiler. Ünlü olduktan sonra insanların ona karşı tavırları tamamen değişmiştir. Herkesin ikinci yüzü ortaya çıkmaya başlamıştır. Kavgalı olduğu yargıç Blount ve Bay Morse bile onu yemeğe çağırmıştır. Eskiden ona hiç yüz vermeyen ona aşağılık insanmış gibi davranan herkes ona karşı birden bire dalkavukluk yapmaya başlamıştır. Değer verdiği her insanın böylesine adilik ve acizlik içine düşmüş olmaları onda tiksintiler oluşturmaya başlamıştır. Yemeğe ihtiyaç duyduğunda yanlarına çağırmayan insanların şimdilerde bunu yapmaya kalkışmaları onu iğrendirmektedir.

Yazarlığı da bırakmış, yazdığı ve evvelce bastırtamadığı yazılarını sırayla bastırtmaya başlamıştır. Parasının bir kısmını kardeşleri, komşusu, eski arkadaşı Joe ve Lizzie için harcamaya başlar.

Güney Denizi’ne gitmek için son kez gemiye biner. Gemide sıkıldığı için hayran olduğu Swinburne’ün bir kitabını okur. Kitaptaki şiirde okuduğu şu mısralar onu intihar etmeye yöneltir:
...
Hiçbir yaşamın sonsuz olmadığı,
Ölülerin asla dirilmediği,

Ona göre artık zengin ve ünlü olmanın, gerçek sevgiyi bulamadıktan sonra yaşamanın da bir anlamı kalmamıştır ve artık dünyada ona bir yer yoktur. O da yapması gereken şeyi yapar ve denize atlar, ciğerlerini nefes ile doldurur ve gidebileceği kadar derine gider. Derine gittikçe basınçtan kulakları patlamaya başlar, yukarıya çıkmak için çaba harcasa da artık ölmek üzeredir.

Martin Eden (JACK LONDON) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı-1


1) Romanının kahramanı Martin’in arkadaşı ve aynı zamanda Ruth’un abisi olan kimdir?

A) Olney
B) Maria Silva
C) Arthur
D) Joe Dawn
E) Nanderson

2) Martin’in boğazındaki yara izleri nasıl oluşmuştur?

A) Meksikalı bir adamın Martin’e saldırmasıyla
B) Maddi yetersizliklerden dolayı Martin’in intihar girişimi sonucu
C) Gömlek yakasının boynuna temas etmesi yüzünden
D) Mahallede çıkan bir kavgadan kalan bir iz
E) Kaldıkları evde yangın çıkması

3) Morse ailesi Martin’e hangi yazarların iki kitabını hediye etmiştir?

A) Balzac-Tolstoy
B) Dostoyevski-Swinburne
C) Stendhal-Browning
D) Swinburne-Balzac
E) Swinburne- Browning

4) Martin Eden kız kardeşinin evine gittiğinde eniştesi neden çocuklara kötü örnek olduğunu dile getirmiştir?

A) Eniştesi Martin Eden’in alkolik olduğunu düşünmesinden ötürü karısına bundan bahsetmiştir.
B) İşsiz oluşundan utanması gerektiğinden bahsetmiş.
C) Hırsızlık yapmanın kötü olduğunu söylemiştir.
D) Kitaplarının satmamasından onu azarlaması gerektiğini söylemiş.
E) Bakkal’a borcu olduğunu söylemiş.

5) Romanının kahramanlarından Higginbotham’ın pansiyonerleri olan Jim nasıl biridir?

A) Zevke, eğlenceye, alkole ve kadınlara düşkündür.
B) Gayet dürüst biridir.
C) Bencil, açgözlü bir kişiliktir.
D) İçe dönük kişilikli ve şiirleriyle ünlüdür.
E) Yemek yapmayı seven bir aile babasıdır.

6) Ruth’un Martin’e bahsettiği, gençliğince çok çalışıp milyoner olmuş olan Mr. Morse’nin ortağı kimdir?

A) Maria Silva
B) Bernard Higginbotham
C) Angelina
D) Mr. Butler (Charles Butler)
E) Prof. Caldwel

7) ”Ruth, kendi ufku içinde sınırlıydı; ne var ki sınırlı kafalar sadece başkalarının sınırlı olabileceğini kabul eder.” Martin’in bu sözlerinden aşağıdakilerden hangisi ya da hangileri çıkarılabilir?
I. Ruth her zaman kendi bakış açısının doğru olduğunu ve kendi yoluyla Martin’in de ufkunu genişletmek istediği
II. Diğer insanların haksız olduğu
III. Diğer insanların özgün fikirleri olmadığına inandığı


A) Yalnız 2
B) 1, 2, 3
C) Yalnız 1
D) 1, 2
E) 2, 3

8) Ruth’u sevmeyen Arthur ve Norman’ın arkadaşı kimdir?


A) Martin’in kız kardeşi
B) Jim
C) Maria Silva
D) Olney
E) Joe Dawn

9) Martin için makine ve robottan farklı olmayan kimlerdir?

A) Üniversite Profesörleri
B) Mr. Morse ve Misafirleri
C) Olney
D) Editörler
E) Jimmy

10) San Fransisco’da Martin’in daktilo kirasını öderken orada karşılaştığı ve ona iş teklif eden adam kimdir?

A) Jasson
B) Joe Dawson
C) Mr. Morse
D) Jacques
E) Madaleine

11) Martin Eden’in çocukluktan beri kavga ettiği ve en sonunda yendiği çocuğun lakabı nedir?

A) Peynir Surat
B) Demir Kafa
C) Çöp Tenekesi
D) Organik Portakal
E) Kara Kumru

12) Ruth okulda hangi bölümden mezundur?

A) İşletme
B) Gazetecilik
C) Yazarlık
D) Sanat Tarihi
E) Fizik ve Uzay Bilimleri

13) Martin’in yazdığı ilk makalesi aşağıdakilerden hangisidir?

A) Bir Denizcilik Masalı
B) Çömlek
C) İnci Mezarlığı
D) Define Avcıları
E) Deniz Lirikleri

14) Caldwell hangi mesleği yapmaktadır?

A) Doktor
B) Sanat Tarihi Öğretmeni
C) İngilizce profesörü
D) Mühendis
E) Bankacı

15) Martin Eden, Mr. Caldwell’i hangi konuda eleştirmektedir?

A) Matematik bilmemesini
B) Bilim’i inkar etmesini
C) Dine olan inançsızlığını
D) Evren ve Gelişim Teorisine olan bakış açısını
E) Konuşmalarında insan unsuruna yer vermemesini

16) Mr. Caldwell için Martin’in yaptığı eleştirinin aynısını yapan kişi kimdir?


A) Mozart
B) Joseph La Conte
C) Jacques
D) Mr.morse
E) Ruth Morse

17) Martin’in, ablasının pansiyonundan ayrıldıktan sonra kaldığı pansiyonun sahibi kimdir?

A) Bernard
B) Mr.morse
C) İsabelle
D) Jim Dawn
E) Maria Silva

18) Maria Silva’nın istediği en büyük dileği nedir?

A) Zengin olmak
B) Kocasının geri dönmesi
C) Bir mandıraya sahip olup iki çocuğunu okutmak
D) Onu dolandıran adamın parasını geri getirmesi
E) Sağlığına kavuşmak

19) Martin’in kardeşi Marian’ın nişanlısının ismi nedir?

A) Olney
B) Hermann Von Schmidt
C) Joe Dawnson
D) Norman
E) Arthur

20) Martin, hangi siyaset ve toplum felsefesini savunmaktadır?

A) Liberalizm
B) Komünizm
C) Bireycilik
D) Cumhuriyet
E) Sosyalizm

Testin devamı ve cevap anahtarı için tıklayınız...

Martin Eden (JACK LONDON) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı-2


21) Ruth’un Martin’in tütünü bırakması için verdiği ot, aşağıdakilerden hangisinde doğru olarak verilmiştir?

A) Karabaş otu
B) Ballıbaba
C) Muzır otu
D) Karahindiba
E) Beygir Kuyruğu (Kırkkilit otu)

22) Martin yazılarının istediği değeri görmediği için formüle dayanan bir karışım ortaya çıkardı hangi öncülde bu formül verilmiştir?
I. Bir çift aşık birbirinden koparılıp ayrılmıştır.
II. Bir kimsenin veya bir olayın yardımıyla tekrar bir araya gelirler.
III. Düğün çanları


A) Yalnız 1
B) Yalnız 2
C) 1, 2, 3
D) 1, 2
E) 2, 3

23) Editörler, Martin’in gözde eseri Çömlek'i yayınlayıp neden parasını göndermediler?

A) Üstünde fiyat yazmadığından dolayı
B) Derginin dolandırıcılık faaliyetleri yürüttüğü
C) Mektup yanlış adrese gittiği için
D) Editörler, eserin çoğunu düzelttikleri için eserde hak iddia ettiler
E) Yanlışlıkla basıldığı için

24) Martin Eden, aşağıdaki adamlardan hangisinin düşüncelerini doğru bulmaktadır?

A) Spencer
B) Stevens
C) Norton
D) Napolyon
E) Mr. Morse

25) Martin, Joe ile hangi işte çalışmaktadır?

A) Çamaşırhane işi
B) Gazete
C) Çiftçi
D) Fizik laboratuvarındaki araştırmacılar
E) Öğretmenlik

26) Martin Eden’in yazmış olduklarının en iyisi olduğuna inanarak kendi kendine övdüğü öykünün adı nedir?

A) Deniz Lirikleri
B) Hayatın Şarabı
C) Aşk Döngüsü
D) Güneşin Utancı
E) Wiki – Wiki

27) Martin Eden neden intihar etmiştir?

A) Yoksulluğun getirdiği bunalımdan dolayı
B) Ruth’a olan aşkını yitirdiği ve Ruth kendisini terk ettiği için
C) Verdiği emeğin mükafatına ulaşamadığı için
D) İntihar etmedi, beklenmedik bir gemi kazasında öldü.
E) Yaşamın getirdiği bıkkınlık ve yorgunluktan dolayı

28) Ruth, Martini hangi nedenle terk etmiştir?

A) Yoksulluk içinde yaşamaktan bıktığı için
B) Martin’in, yazılarına kendisinden daha çok değer verdiği için
C) Ruth’un ailesinin itiraz ve tehditleri nedeniyle
D) Martin, ünlenip manşetlere çıktığı için
E) Ruth başka bir erkeğe vurulduğu için

29) Brissenden’in Martin’i tanıştırdığı dostları arasında aşağıdakilerden hangisi yoktur?

A) Hilton
B) Norton
C) Kreis
D) Sevens
E) Andy

30) Brissenden’in ülkenin dört bir yanına manşet olan şiirinin adı nedir?


A) Contradiction
B) Egregious
C) Secret
D) Ephemerid
E) Whiskey

31) Martin Eden, ilk defa ne zaman manşet olmuştur?

A) Brissenden’in şiirini paylaştığı zaman
B) Wiki – Wiki’yi piyasaya sürdüğü zaman
C) Sosyalist bir dernekte konuşma yaptığı zaman
D) Aşk Döngüsü’nü The Youth Age’ye yolladığı zaman
E) Prof. Caldwell, basına ondan bahsettiği zaman

32) Jack London’un “Martin Eden” adlı romanıyla ilgili olarak verilen aşağıdaki eşleştirmelerden hangisi yanlıştır?

A) Parry – İstatistikçi
B) Andy – Duvarcı
C) Kreis – Eski bir profesör
D) Norton – Harward adamı, idealist
E) Harry – Cumhuriyetçi

33) Martin Eden’in değer verdiği şair ve yazarlar arasında aşağıdakilerden hangisi yoktur?

A) Nietzsche
B) Spencer
C) Virginia
D) Swinburne
E) Browning

34) Russ Brissenden yazı ve şiirlerini kimin üzerine yazar?

A) Virginia Woolf
B) George Sterling
C) Thomas Aguinas
D) Francis Bacon
E) Rene Descartes

35) Martin Eden, hangi düşünce veya özelliği kendisine benimsemez? Hangisine sahip değildir?

A) Kendini cesurca ifade etmek
B) Sorgulamak
C) Tutkulu ve aşık olmak
D) Nezaket, soğukkanlılık
E) Hırs

Cevap Anahtarı :

1-C      2-A      3-E      4-A       5-A
6-D      7-C      8-D      9-D      10-B
11-A   12-D    13-D     14-C    15-E
16-B   17-E    18-C     19-B     20-C
21-C   22-C    23-A     24-A     25-A
26-B   27-E    28-D     29-A     30-D
31-C   32-E    33-C     34-B     35-E

19 Ekim 2019 Cumartesi

Küçük Yusuf (İsmail Bilgin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı :
Küçük Yusuf

Kitabın Yazarı : İsmail Bilgin

Kitap Hakkında Bilgi :

Yazar, dokuz yaş üstü için kaleme aldığı Kurtuluşun Kahramanları dizisinde, genç okurları Kurtuluş Savaşı sırasında işgallere karşı memleketlerini canla başla savunan gerçek kahramanlarla tanıştırıyor.

İstanbul, İzmir, Antep, Trabzon, Maraş, Aydın, Kütahya, Erzurum, İzmit gibi yurdun dört bir yanında yaşanmış heyecan dolu kahramanlık hikâyelerini gençler ellerinden bırakamayacaklar.

Kurtuluşun Kahramanları dizisi hem sağlayacağı tarihi alt yapı hem de kazandıracağı ahlaki değerler bakımından, yabancı kültürlerin kahramanlarını benimsemek durumunda kalan gençler için muhteşem bir alternatif.

Kurguların birbirinden bağımsız olduğu on kitaptan oluşan Kurtuluşun Kahramanları dizisinde her kitap bir kahramanın tehlike, macera ve cesaret dolu hikâyesini anlatıyor.

İşgal sırasında İstanbul’da bulunan cesur bir çocuk, Küçük Yusuf… Önce arkadaşlarını ikna ederek küçük bir çete kuruyor ve mahallelerindeki işgal kuvvetlerini canlarından bezdiriyor; sonra da bir Milli Mücadele grubu için habercilik yapmaya başlıyor.

Kitabın Özeti :

İstanbul için kara bir gündü. İtilaf Devletlerine ait gemiler toplarını saraya çevirmiş Dolmabahçe açıklarına demirlemişlerdi.

Yusuf okula gitmek için sokağa çıkınca gözlerine inanamadı. Her yerde yabancı askerler vardı. Halk üzgündü. İstanbul işgal edilmişti. Gördükleri karşısında çok üzülen Yusuf ve arkadaşları Orhan, Hasan ve Ahmet ile konuştu. Onlara yabancı askerler birini tutuklayacak olurlarsa onların dikkatini dağıtacak bir şeyler yapmayı önerdi.

O gün sokakta tutuklanan birini gördüler. Hemen yabancı askerlere taş atmaya başladılar. Askerlerin dikkati dağılınca adam ellerinden kaçtı. Yusuf ve arkadaşları önemli bir iş başarmıştı. Çünkü adamın elinde Fransızların eline geçmemesi gereken bir haber vardı. Adam ve Yusuf aynı yöne doğru kaçıyorlardı. Adam bir evi işaret edip orada saklanalım dedi. Bu ev mim grubuna ait bir evdi. Vatanını kurtarmak isteyenler burada gizli toplantılar yapıyorlardı.

Tanıştıkları mim grubundan abiler bir gün onu eve çağırdılar. Parola olarak üç defa kapıyı vurdu ve içeri girdi. Abileri ona bir not verdiler. Karaköy’deki Balıkçı kahvehanesindeki Topal Selim’e not vermesini söylediler. Yakalanacak olursa kağıdı imha etmesini, düşmanın eline geçmemesini tembihlediler.

Yusuf sabah erkenden yola çıktı. Yolda birinin onu takip ettiğini anladı. Kaçmaya çalıştı ama başaramadı. Yusuf’u yakalayıp götürdüler. Yusuf hemen notu ağzına atıp yuttu. Konuşması için baskı yaptılar, dövdüler. Yusuf konuşmadı. Düşman komutanı yanlış kişiyi yakalamışsınız diyerek Yusuf’u serbest bıraktı.

Yusuf koşarak balıkçı kahvehanesini buldu. Topal Selim’i sordu. Notu yuttuğu için haberi kendisi söyledi.

Cuma gecesi silahlar hazırmış. Her zamanki saatte Cankurtaran’ın balıkçı barınağında sizi bekleyeceklermiş.

Yusuf küçüktü ama cesurdu. Vatanın kurtulması için boyundan büyük bir iş başarmıştı.

İki Cami Arasında Aşk (Mürvet Sarıyıldız) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : İki Cami Arasında Aşk

Kitabın Yazarı : Mürvet Sarıyıldız

Kitap Hakkında Bilgi :

Bazen sınırları aşk belirler...Sinan, düşüncelere daldı, eskilere gitti, gecelere şerh düştü gözyaşlarından. Sabah gün doğmadan uyandı, doğan günden once zamana koşmak istedi. Haykırmak istedi sevgilisine zamanın ne kadar yakıcı olduğunu. İçinde ne varsa her şeyi yakıp kül ettiğini.

Ne zaman dinledi onu ne de hayalindeki sevgilisi. Ağladı Sinan, sabaha karşı, gün doğmadan. Zamana yetişemeyeceğini anlayınca yeminler etti, aşkı üstüne. İçindeki ateşi yeryüzüne kazıyacaktı.

Kendi arzusuyla devşirilip payitahta getirilen Sinan'ın hayatı Karaboğdan Seferi sırasında değişecektir. On ü. gün gibi kısa bir sürede sağlam bir k.prü yapıp Osmanlı ordusunu saplandığı Prut bataklığından kurtarması ona mimarbaşı olma yolunu açar. Bu sure zarfında Kanuni ile Hürrem'in dillere destan aşklarının güzeller güzeli meyvesi Mihrimah Sultan'a da g.nlünü kaptırır. Ancak Sinan kırk sekiz yaşındadır ve üstelik de evlidir. Mihrimah Sultan ise Rüstem Paşa ile evlendirilecektir. Güneş de ay da tüm umutlarıyla birlikte batmıştır artık. Sinan'ın bu imkânsız aşkı yaşatmak için sultanını kalbine ve yaptığı eserlere gizlemekten başka çaresi kalmamıştır. Aşkının küllerinden iki cami vücuda getirir Sinan. Öyle ki bu camilerin birinde güneş batarken diğerinde ay doğmaktadır. Bu iki camide asırları aşan zamansız bir aşk her gün sonsuzluğa karışır. İmkânsız bir aşka duyduğu umudun bir ustayı nasıl dünya çapında ünlü bir mimar haline getirdiğini daha önce de yüz binler satan bu kitapta okuyacaksınız.
Kitabın Özeti :

Padişahın gittiği bütün seferlere katılıyordu Sinan. Ordu savaşta iken kendisi yabancısı olduğu ülkelerin sokaklarını, çarşılarını, han ve hamamlarını dolaşıyor, gördüklerini defterine kaydediyordu. Özellikle de kilise ya da havralarda kullanılan sanat tekniklerini inceliyor, ülkede olmayan yönlerini tespit etmeye çalışıyor, sanatçıların nasıl bir yöntem kullandıkları üzerine kafa yoruyordu. Bulduğu farkları defterine çiziyor, islam motifleri içerisinde nasıl kullanacağını düşünüyordu.

Yine padişahla birlikte bir sefere katılmıştı. Sefer başarıyla gerçekleştirilmiş, payitahta dönüş başlamıştı.

Mimar Sinan Prut savaşı esnasında Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultana aşık olur. Ordu Prut Nehri’ni tüm uğraşlarına rağmen geçememektedir. Çünkü nehrin suyu çok hızlı akmaktadır ve bir köprüye ihtiyaç vardır. Ordudaki tüm mimarların uğraşına rağmen yapılan köprüler her defasında yıkılmaktadır. En sonunda Mimar Sinan’ın aklına bir fikir gelir ve ay yüzlü meleğini oradan kurtarıp, onun kahramanı olmak ister. On üç günde köprüyü yapar ve bu yolla Mihrimah Sultan’ın dikkatini çeker.

Payitahta döndüğünde ona olan ilgisini belli eder ve onunla evlenmek istediğini dile getirir. Yalnız önlerinde büyük problemler vardır. Öncelikli olarak Sinan ile Mihrimah arasında otuz yaş fark vardır. Bunun dışında Mihrimah’ın annesi olan Hürrem Sultan iktidar yarışında olduğundan kızının Sinan ile evlenmesine müsaade etmez ve Rüstem paşa ile evlendirmeye karar verir. Bu anlamda Sultan Süleyman’ı da ikna eder ve kızını hiç istemediği biriyle evlendirir.

Mimar Sinan bu aşk için önce Üsküdar’daki Mihrimah sultan camiini yapar, daha sonra yaptığı hesaplamalarla Edirnekapı’da bir cami daha yapar. Mihrimah sultanın doğum günü olan 21 Mart günü Edirnekapı’daki caminin minareleri arasından güneş batarken, Üsküdar’daki caminin minareleri arasından ay’ın doğuşu görülmektedir.

Sinan, Sultan’a duyduğu büyük aşkı büyük bir mimariyle birleştirmiştir. Sinan bu eseleriyle “biz kavuşamadık ama bizden sonrakiler benim ona duyduğum aşkı konuşacak” demiş. Gelişen olaylardan sonra Hürrem Sultan vefat eder. Sultan Süleyman bir savaş sonrasında vefat etmiş ve Mihrimah’ın eşi Rüstem Paşa da vefat etmiştir. Tüm bunlara rağmen Mihrimah ve Sinan buluşamamış ama birbirlerini severek ölmüşlerdir. Onlar ölmüş, fakat onların aşkı 21 Mart’ta Mihr (güneş) ve Mah (ay) aynı anda bir cami üzerinde ay diğer cami üzerinde güneş birleşimiyle iki cami arasında hayat bulmaya devam etmektedir.

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...