23 Ekim 2019 Çarşamba

Elektropnömatik Devrelerde Kullanılan Selenoid Valflerler Nelerdir? Sembolleri

Elektropnömatik Devrelerde Kullanılan Selenoid Valflerler

Selenoid kumandalı valfler, hem pnomatik hem de elektrik enerjisinin avantajlarından faydalanırlar. Bunlar elektropnomatik çeviriciler olarak adlandırılır. İşaret çıkışı için bir pnomatik valften ve bir elektrikli anahtarlama elemanından (selenoid bobin) meydana gelir.

Selenoid bobine elektrik akımı uygulanırsa elektromanyetik bir kuvvet oluşur. Bu kuvvet, valf çubuğu ile bağlanmış bobin çekirdeğini hareket ettirir. Selenoid bobine akım gitmez ise manyetik kuvvet ortadan kalkar. Valf kurucu yayı kuvveti sayesinde başlangıç konumuna gelir. Bu çalışma prensibi çerçevesinde çeşitleri şunlardır.

1-) 2/2 Selenoid Kumandalı Valfler :



2/2 selenoid yönlendirme valfinin 2 bağlantısı vardır:
1- Besleme bağlantısı,
2- Atık hava bağlantısı.

Açma kapama işlemlerinde kullanılır. Bobine elektrik akımı verildiğinde oluşan mıknatıslanma sonucu valf sürgüsü yukarı çekilir. Valf konum değiştirerek hava geçişini sağlar. Akım kesildiğinde yay sürgüyü aşağı iterek geçişi kapatır.

2-) 2/2 Elle Kumandalı Valfler :
2/2 selenoid yönlendirme valfinin 2 bağlantısı vardır:
1- Elle kumandası,
2- Atık hava bağlantısı.

Açma kapama işlemlerinde kullanılır. 2/2 selenoid valfin kullanılmasından tek farkı, elle kumanda edilmesidir. Yani mekaniki olarak uygulanan kuvvetle sistem çalışır. Valf, konum değiştirerek hava geçişini sağlar.

3-) 3/2 Normalde Kapalı Selenoid Valfler :

Selenoid uyartımlı 3/2 yön denetim valfi, sakin konumda P kapalı, 3/2 yön denetim valfi normal sakin konumda basınçlı havanın geçişine izin vermez, yani P kapalıdır. Silindir içi A’dan R’ye boşaltım vardır. Selenoid uyarı elektrik hattı ile pnomatik hat arasında bağlayıcı eleman görevi yapar.

Kullanım yerleri :
1- Bir elektrik sinyalinin pnomatik sinyale çevrilmesi (EP-çevirici)
2- Tek etkili bir silindirin kumandası. Selenoid uyarı, pnomatik bir fonksiyonu (örneğin bir parçanın sıkıştırılması) elektrik sinyali ile gerçekleştirilmesini mümkün hâle getirir.
3- Pnomatik bir motorun tek çevrim yönüne kumandası.
4- Yön denetim valflerinin kumandası (indirekt kumandası)

4-) 3/2 Normal Konumda Açık Valfler :


Bu valfin tasarımı, başlangıç konumunda kapalı valfinki ile aynıdır. Bağlantılar, valfin başlangıç konumunda açık olacağı şekilde bağlanmıştır. Bu anahtarlama konumunda valfe 1 nu.lu bağlantıda anker sayesinde basınçlı hava uygulanır. Selenoid bobindeki elektrik işareti ankeri hareket ettirir. Atık havası 2 nolu bağlantıdan 3 nolu bağlantıya boşaltılır. Valf bağlantıları, normalde iki anahtarlama konumu içinde belirtilmiştir.

5-) 4/2 Selenoid Valler :

Çift etkili silindirlerin kumandası gibi uygulamalar için, iki çıkış bağlantılı valfler kullanılır. 4/2 oturmalı yönlendirme valfi 2 tane 3/2 yönlendirme valfinin kombinasyonuna eş değerdir. Bu iki valften biri başlangıç konumunda açık diğeri ise başlangıç konumuna kapalıdır. 4/2 yönlendirme valfinin 1(P) bağlantısına basınçlı hava uygulanır. 3(R) çıkışından ise hava tahliye edilir. Başlangıç konumunda 1 deki besleme basıncı soldaki valf pistonunun 3’e geçidi ve sağdaki valf pistonunun 4’e geçidi kapamasını sağlar. Besleme havası 1’den 2‘ye doğru gider. 3 ve 4 nolu bağlantılar birarada bağlanmıştır. Selenoid bobindeki bir elektrikli işaret ankerin hareketini tetikler.

Bu valfin kullanıldığı yerler aşağıdaki gibidir.
1- Çift etkili silindiri kumanda etmek
2- Hidrolik uygulamaları
3- Yüksek basıncın kullanıldığı yerlerde

6-) 5/2 Selenoid Valler :
Bu valfin 4/2‘lik valflerden farkı iki tane egzoz hattının olmasıdır. Başlangıç konumunda kurucu yayın kuvveti sayesinde 2’den 3’e olan geçit kapanır. Bu geçitteki keçenin büyük bir çapı vardır. Kurucu yay ayrıca asılı diske de etki eder. Bu disk 1’den 4’e olan geçidi kapatır ve 1’den 2’ye olan geçidi ise serbest bırakır. Karşıki sızdırmazlık elemanı (bobin sonunda) oturma yüzeyinden kaldırılır. Bu keçe, 4’ten 5 ‘e olan atık hava kanalını açar. Selenoid bobininin kumandası ankeri hareket ettirir ve ön kontrol kanalını açar. Ön kontrol işareti, büyük çaplı diyaframı basınç altına alır. Asılı disk karşıki sızdırmaz tabana doğru preslenir. Böylece 2’den 3’e boşaltım olur. Bu arada 5 nolu atık havası kapısının kapanması ve 1’den 4’e besleme havası oluşması gözlenir.

Bu valfi kumanda etmek için küçük bir selenoid bobin gerekir. Çünkü bu valfin kısa anahtarlama aralığı, az bir sürtünme kuvveti ve ön kontrolü vardır. Bu valfin iyi anahtalama özellikleri vardır.

4/2 valflerin kullanımına rastlanmamaktadır. Bu yüzden de piyasada 4/2 valf bulmanız biraz zordur.4/2 valfler yerine daha çok 5/2 valfler kullanılmaktadır ve 4/2 valflerin yapacağı işi rahatlıkla 5/2 valflerle de yapabilirsiniz. 

7-) Çift Selenoidli 5/2 Yönlendirme İtme Valfleri :
Çift selenoidli valfde yay geri getirmesi ikinci bir selenoid bobin ile değiştirilir. İlk olarak işaret Y2 selenoid bobinine uygulanırsa besleme havası 1’den 2’ye ve atık havası ise 4’ten 5’e gider. Y1 de hiç işaret yoksa asılı disk son alınan konumda kalır. Valfi tersine çalıştırmak için ise bu sefer de Y1 bobinine enerji uygulamak gerekir.

8-) Çift Sinyal Uyarılı 5/3 Selenoid Valfler :
5/3 valflerin çalışma şekli, 5/2 çift selenoidli impuls valfler gibidir. Yukarıda 5/3 bir valfin resmi ve sembolü verilmiştir.

9-) 4/2 Çift Sinyal Uyartımlı Selenoid Valler :
İlk anda Y2 bobini enerji olduğunu varsayar isek besleme havası 1’den 22’ye doğru ve atık havasıda 4’ten 3’e doğru hareket eder. Y1’de hiçbir işaret yoksa asılı disk son alınan konumda kalır. Bu demektir ki; valf anahtarlama konumunu muhafaza eder. Daha sonra Y1 selenoid bobinindeki bir işaret, valfi tersine hareket etirir. Besleme havasışimdi 1’den 4’e doğru hareket ediyor iken atık havası 2’den 3 ‘ e doğru hareket eder.

21 Ekim 2019 Pazartesi

Büyülenmiş Genç Adam ile Balıkların Öyküsü 2 - Binbir Gece Masalları


Masalın Adı : Büyülenmiş Genç Adam ile Balıkların Öyküsü

Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları

8. Gece
Şehrazâd, söze başlamış: İşittim ki, ey bahtı güzel şahım, büyülenmiş genç, Sultan'a şöyle demiş:

Kafasını kesmek üzere zenciye vurunca, aslında boğazını deri ve et olarak kesmişim. Korkunç bir sesle haykırınca onu öldürdüm sandım. Karım, bu sırada derin uykulardaydı. Benim oradan ayrılmamdan sonra, uyanmış ve kılıcını alıp kınına sokmuş, kente dönmüş. Sabaha kadar benim yanımda yatmıştı. Ertesi gün karımın saçlarını kestiğini ve matem giysilerine büründüğünü gördüm. Sonra bana, "Ey amcamın oğlu, bu halime bakıp beni suçlama! Annemin öldüğünü, babamın da kutsal savaşta şehit düştüğünü yeni öğrendim. Kardeşlerimden birini akrep sokarak öldürmüş, diğeri de yıkılan bir binanın altında kalarak canlı canlı toprağa gömülmüş, bunları duyunca, ağlayıp sızlamaktan kendimi alamadım." dedi. Onun bu sözlerini duyunca, bir şey görmemiş gibi davranarak "Ne yaparsan yap, seni durduracak değilim." dedim. O da matemine bürünüp, bir yıl boyunca, derdini boyna yenileyip gözyaşlarıyla ve çılgın bir kederle kahrolarak ömrünü sürdürdü. 1 yıl dolunca, bana "Sarayının bahçesinde, türbe şeklinde bir mezar yaptırmak istiyorum. Orada yalnız başıma kalarak ağlayacağım ve bu yere Matem Evi adım vereceğim." dedi. Ben de "Gerekli gördüğün neyse, yap?" dedim. Bu Matem Evi'ni yaptırdı: üstü kubbe, altı çukur olarak... Sonra da aslında ölmemiş olan, fakat iyice hasta düşüp halsiz kalan ve artık karıma hiçbir yararı dokunmayacak durumdaki zenciyi taşıtıp buraya yerleştirdi. Fakat bu durumu, onun sürekli şarap ve boza içmesine engel değildi. Fakat yaralandığı günden sonra hiç konuşamadı ve vadesi dolmadığı için yaşamını sürdürdü.

Ve karım, her gün sabah ve akşamlan, türbede onun yanına gidip çılgınca gözyaşları dökerek dövünmesini sürdürdü, ona, içsin diye içki ve et suyu verdi. 1 yıl daha sabah akşam, bu tutumunu terk etmedi ve ben sürekli olarak ona katlandım. Ancak birgün ansızın yanına girince, karımı ağlayıp ellerini yüzüne çarparken buldum ve üzgün bir sesle şu dizeleri okuduğunu duydum:

"Sen gittin gideli ey sevgili, insanlardan soğudum, yapayalnız yaşadım. Çünkü sen gittin gideli kalbim sevmeyi unuttu. Fakat birgün döner de sevgilini ararsan, yalvarırım bedenimi kollarına al ve mezarının yanı başında bana da bir yer ayır! Eğer birgün dönersen ey sevgili! Sesin, eskisi gibi adımı sevgiyle ansın! Mezarımda bana seslen! Fakat sen yanıt olarak kemiklerimin birbirine çarpmasından doğan hazin sesten başkasını duyamazsın!"

Sızlanmalarını bitirince, elimde kınından sıyrılmış kılıçla, ona "Ey Haine! Geçmiş ilişkileri inkâr eden ve dostluğu çiğneyen nankörce sözlerini duydum." deyip kolumu kaldırarak ona vurmaya hazırlanınca, birden ayağa fırladı ve zenciyi benim yaraladığımı anlayarak anlamını kavrayamadığım sözler sarf ettikten sonra, "Büyünün faziletiyle, yarı taş, yarı insan ol!" diye beni lanetledi. Ve hemen o anda, efendim, bu gördüğün hale geldim! Ne kıpırdayabiliyorum, ne bir harekette bulunabiliyorum. Böylece ne ölü ne de canlı sayılırım artık. Beni bu hale koyduktan sonra, hükmettiğim 4 adayı da büyüledi ve onları ortasında göl bulunan 4 dağa dönüştürdü, tebaamı da balığa çevirdi. Hepsi bu kadar değil! Her gün bana işkence ediyor, deriden bir kemerle beni kamçılıyor, kanım sızıncaya kadar yüz kere vuruyor. Sonra da, giysilerimin altına, çıplak bedenimin tüm üst bölümünü kapsayan kıllı bir giysi koyuyor.

Öyküsünün burasına gelince genç adam ağlamaya başladı ve şu dizeleri söyledi:

"Adaletini beklerken Yüce Rabbim ve de vereceğin hükmü; sabırla susuyorum, iradenin böyle olduğuna inanarak... Fakat felaketimin içinde boğuluyorum; senden başka sığınacak limanım yok Rabbim! Ey Kutsal Hz. Muhammed'in tapındığı Allah'ım!"

Bunu duyan Sultan, genç adama dönerek, "Sen benim dertlerime dert kattın! Söyle bana bu kadın nerededir?" diye sordu. Genç adam, "Kubbenin altında yatan zencinin yanında! Her gün buraya geliyor. Bana yaklaşıyor, beni soyuyor, beni kamçılıyor. Bense ağlıyor, haykırıyorum, fakat ona karşı kendi mi savunmak için bir hareket yapamıyorum. Beni böylece cezalandırdıktan sonra, yeniden zencinin yanına dönüyor. Ona sabah akşam şaraplar, et suları götürüyor." diye yanıt verdi. Sultan, "Aman yarabbi! Benim sana unutulmayacak, benden sonra da tarihe geçecek bir hizmette bulunmam kaçınılmaz oldu artık!" demiş ve akşam saatinin yaklaşmasına kadar genç adamla konuşmasını sürdürmüş. Sonra hükümdar ayağa kalkmış ve büyücülerin gece ayinlerinin vakti olan geceyarısı gelinceye kadar beklemiş, tam o saatte soyunmuş ve kılıcını kuşanarak zencinin bulunduğu yara doğru yollanmış; orada mumları ve asılı lambaları görmüş. Ödağacı, koku ve merhemlerin yayıldığı havayı koklamış; sonra doğruca zencinin yanına ulaşmış ve kılıcını çarpıp onu öldürmüş. Sonra onu sırtına alıp sarayda bulunan bir kuyunun dibine atmış. Sonra da geri dönmüş, zencinin giysilerini giymiş; bir süre uzun ve yalın kılıcını savurarak türbede gezinmiş.

Bir saat sonra sefil büyücü kadın, genç adamın yanına gelmiş. İçeri girer girmez, kocası olan yeğenini soymuş ve kamçısını alıp onu dövmüş. Delikanlı, "Ay, ay! Yeter! Zaten felaketim yeterince çekilmez! Ah! Acı bana!" diye haykırmış. Kadın, "Peki, sen bana acıdın mı?" diye yanıt vermiş; "Bana sevdiğimi bağışladın mı? Hayır, değil mi? Öyleyse katlan!" Sonra da keçi kılından yapılmış giysiyi çıplak bedenine giydirmiş; sonra onu bırakıp yanında şarap ve kaynamış bitki suyuyla zencinin yanına seğirtmiş. Türbeye girince ağlamış; "Uh, uh!" diye haykırarak sızlanmaya başlamış ve de "Ey efendim, ne olur konuş benimle! Sesini duyur bana ey efendim!" deyip acı dolu bir sesle şu dizeleri okumuş:

"Ey kalbimin sahibi! Bu katı uzaklaşma böyle sürüp gidecek mi? İçime soktuğun sevgi dayanılmayacak kadar ağır bir işkence! Ah, daha ne zamana kadar benden kaçıp duracaksın? Eğer üzüntümden, acı sefaletimden başka bir şey istemiyorsan öyle olsun! Git! Mutlu ol! Dileğin yerine getirilecektir."

Sonra hıçkırıklarla boğulmuş ve tekrarlamış, "Ey efendim, konuş benimle, sesini duyayım!" diye. Bunun üzerine zenci kılığındaki Sultan, dilini ağzında dolaştırarak, zenci taklidiyle, "Ha! Ha! Allah'ın inayetinden gayrı kuvvet ve kudret yoktur." demiş. Kadın, sevgilisinin bu sözlerini duyunca, neşeden haykırmış ve bayılmış. Sonra kendine gelerek, "Oh, efendim artık iyileştin mi?" diye sormuş; hükümdar sesini değiştirerek zayıf bir tınıyla, "Ah alçak. Sana seslenmeye hiç de layık değilsin!" demiş; kadın, "Neden ama?" diye sorunca, "Çünkü gün boyunca kocanı cezalandırmaktan başka bir şey yapmıyorsun. O da bağırıp yardım istiyor ve bütün bunlar sabahlara kadar geceleri uykumu dağıtıyor. Kocansa durmadan yalvarmaktan ve bağışlanma dilemekten kendini alamıyor. Öylesine ki, sesi, tüm uykumu alıp götürüyor. Bunlar olmasaydı çoktan gücümü toplardım. İşte sırf bu neden, seni yanıtlamaktan beni alıkoydu." demiş. Kadın, "Madem ki sen emrediyorsun, onu bulunduğu durumdan kurtarırım." demiş. Sultan da, "Evet, onu kurtar! Bana da huzur ver!" diye yanıt vermiş. Kadın, "Emrin başım üstüne!" deyip ayağa kalkarak türbeden çıkmış. Saraya gelince, su dolu bakır bir kabı alıp onun üzerine sihirli sözcükler okumuş. Ve su, tencerede kaynayan su gibi kaynamaya başlamış. Bunu üzerine suyu genç adamın üstüne serpmiş ve "Söylenen sözlerin yüzü suyu hürmetine ilk halini alman için seni bu durumdan kurtarıyorum." demiş, Genç adam silkinip ayaklarının üzerine durmuş, kurtuluşuna sevinerek Allah'tan başka tanrı olmadığına ve Muhammet'in Allah'ın Peygamberi olduğuna tanıklık ederim!" demiş; "Allah'ın inayeti ve selameti senin üzerine olsun!" diye eklemiş; kadın da ona, "Defol! Ve bir daha da buraya gelme! Yoksa seni öldürürüm." diyerek yüzüne haykırmış. O zaman genç adam 2 elini havaya kaldırarak kaçıp gitmiş.

Kadın türbeye dönmüş, çukura inerek, "Ey efendim, ayağa kalk, seni göreyim!" demiş. Ötekiyse çok zayıf bir sesle, "Daha bir şey yapmış değilsin! Huzurumun ancak bir parçasını sağladın. Fakat derdimin asıl nedenim ortadan kaldırmadın!" demiş. Kadın, "Ey sevdiceğim, bu esas neden nedir?" diye sormuş; sahte zenci de, "Önceleri eski kentin ve 4 adanın halkından başkası olmayan göldeki balıklar, bütün gece, sudan başlarını çıkarıp bana ve sana lanetler yağdırıyorlar. İşte yeniden kuvvetlenmemi engelleyen neden budur. Onları kurtarmak sana düşer! Sonra da gel elimden tut, ayağa kalkmama yardım et! Çünkü o zaman mutlaka sağlığıma kavuşmuş olacağım!" demiş. Kadın, zenci olduğunu sandığı hükümdarın bu sözlerini duyunca, neşeyle ona, "Ey efendim, senin emrin başım üstünedir" demiş; ve de "Bismillah" diyerek mutlulukla ayağa kalkmış ve koşmaya başlamış; göle gelince, eline bir parça su almış ve.......

O anda Şehrazâd, şafağın söktüğünü görmüş ve yavaşça sesini kesmiş. ....devamı Hamal ile Genç Kızların Öyküsü

Büyülenmiş Genç Adam ile Balıkların Öyküsü - Binbir Gece Masalları


Masalın Adı : Büyülenmiş Genç Adam ile Balıkların Öyküsü

Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları

7. Gece
Şehrazâd, Söze başlayarak:

Ey bahtı güzel şahım, işittiğime göre, balıklar konuşmaya başlayınca genç kız, değneğiyle tavayı devirmiş ve girdiği yerden çıkıp gitmiş, duvar da kapanmış. Bunu gören vezir, ayağa kalkmış ve "Bu işi Sultan'dan saklamam imkansız!" demiş. Sonra Sultan'ın huzuruna çıkarak gördüklerini anlatmış. Sultan da, "Bunu kendi gözlerimle görmem gerek!" demiş ve adam gönderip balıkçıyı aratmış ve öncekilere benzer dört balıkla gelip kendisini görmesini buyurmuş. Bu maksatla da kendisine 3 gün süre tanımış. Fakat balıkçı hemen göle gitmiş ve dört balık alıp getirmiş. Bunun üzerine Sultan kendisine 4 yüz dinar verilmesini emretmiş ve vezire dönerek, "Bu balıkları benim önümde sen kendin hazırla!" demiş. Vezir, "Duyduk ve itaat ettik." demiş ve balıkları iyice temizledikten sonra, tavayı Sultan'ın huzuruna getirmiş ve kızarmak üzere balıkları içine koymuş. Bunu izleyerek, bir yanlarını kızarttıktan sonra, öbür yanlarını çevirmiş ve birdenbire mutfağın duvarı yıkılmış ve buradan mandalardan bir mandaya ya da Had Kabilesindeki devlerden birine benzer bir zenci çıkmış, elinde yeşil bir ağaç dalı tutuyormuş; açık-seçik ve müthiş bir sesle, "Balıklar, hey balıklar! Eski vaadinizi her zaman tutuyor musunuz?" demiş. Balıklar da tavanın içinden başlarını çıkararak, "Evet, evet, kuşkusuz!" demişler ve hep bir ağızdan şu dizeleri okumuşlar:

"Sen geriye dönersen, biz de döneriz; sen vaadini tutarsan, biz de bizimkini tutarız. Fakat sen yan çizersen, vaadini yerine getirinceye kadar haykırırız."

Sonra zenci, ocağa yaklaşmış, elindeki dalla tavayı devirmiş, balıklar yanmışlar; kömüre dönmüşler. Bunun üzerine zenci içeri girdiği yerden çekip gitmiş.

Zenci herkesin gözü önünde kaybolunca, Sultan etrafındakilere, "Gerçekten görüp de suskun kalmamız mümkün olmayan bir durum karşısındayız" demiş; "Ve de hiç kuşkusuz bu balıkların garip bir öyküsü olmalıdır." diye eklemiş. Bunun üzerine balıkçıyı getirtmiş; balıkçı gelince de, "Bu balıkları nereden tuttun?" diye sormuş; o da, "Kente egemen olan dağın ardındaki 4 tepe arasında bulunan bir gölden!" yanıtını vermiş. Sultan, balıkçıya dönüp, "Oraya gitmek için kaç gün gerek?" diye sormuş. Balıkçı, "Sultanımız efendimiz! Sadece yarım saat yeter!" demiş. Sultan çok şaşırmış ve askerlerine hemen balıkçıya yoldaşlık etmelerini emretmiş. Balıkçı da, çok kızarak, içinden ifrite küfretmeye başlamış ve Sultanla herkes yola koyulmuş.

Dağa çıkmışlar, sonra da daha önce hiç görmedikleri geniş bir boşluğa inmişler. Sultan ve askerleri 4 tepe arasında bulunan bu uçsuz bucaksız çölü ve 4 ayrı renkten, kırmızı, beyaz, sarı ve mavi balıkların oynaştığı golü görünce şaşırıp kalmışlar. Sultan durup askerlerine ve orada bulunan herkese, "İçinizde, daha önce burada bir göl olduğunu bilen var mı?" diye sormuş. Hepsi birden, "Yo, hayır" diyerek yanıt vermişler. Sultan da, "Vallahi! Bu göl ve içindeki balıklar hakkında gerçeği öğrenmeden kente dönmem ve tahtıma oturmam!" demiş ve askerlerine çevredeki tepeleri çember içine almalarını emretmiş. Onlar da bu emri yerine getirmişler.

Bunun üzerine Sultan, vezirini çağırmış, Bu vezir, ağzı iyi laf yapan, tüm bilimleri öğrenmiş, bilgili bir adam, bir bilge imiş. Sultan'ın huzurunda eğilip 2 eli arasından yeri öpünce, Sultan ona "Bir şey yapmak, ancak ilkin seni haberli kılmak istiyorum. Bu gece kendi başıma yola çıkıp bu göl ve içindeki balıkların sırrını kendi başıma aramak niyetindeyim. Sen benim otağımın kapısını tutacak ve emirlere, vezirlere ve mabeyincilere, 'Sultan rahatsız, yanına hiç kimsenin girmemesi için emir verdi!' diyeceksin ve benim niyetimi kimseye açıklamayacaksın!" demiş. Sultan, bunu izleyerek kılık değiştirmiş; kılıcını kuşanmış ve görünmeden, çevresinde bulunanlardan uzaklaşmış. Sonra yola koyulup sıcaktan bunalıp dinlenmek zorunda kalasıya kadar durmaksızın, bütün gece, sabaha kadar yürümüş. Bundan sonra, yeniden yola koyulup günün geri kalan bölümünü ve ertesi geceyi yürüyerek geçirmiş.

İşte o sırada ufuklarda siyah bir şey görmüş; buna sevinerek kendi kendine, "Orada beni bu göl ve içindeki balıklar hakkında aydınlatacak birini bulmam mümkün!" demiş. Bu siyah şeye yaklaşırken, bunun çelik levhalarla pekiştirilmiş ve tamamıyla siyah taşlarla inşâ edilmiş bir saray olduğunu ve de kapısının bir kanadının açık, ötekinin kapalı olduğunu görmüş. Buna sevinmiş; kapının önünde durarak yavaşça çalmış. Yanıt alamadığından 2. ve 3. kez çalmış, yine yanıt alamamış. Bu kez 4. kez ve daha kuvvetli çalmış fakat ona kimse yanıt vermemiş. O zaman kendi kendine, "Bu sarayın boş bulunduğuna kuşku yok!" demiş. Bunun üzerine cesaretini toplayarak sarayın kapısından içeri sızmış. Orada, yüksek sesle, "Ey sarayın sahipleri, ben bir yabancıyım, yoldan geçen biri ve sizden yolculuk için biraz yiyecek istiyorum." demiş. Sonra dediklerini 2. ve 3. kez tekrarlamış fakat yanıt alamamış. Yüreğini pekiştirmiş ve cesaretini toplamış ve koridordan geçerek sarayın ortasına kadar gelmiş, orada da hiç kimseyi bulamamış. Fakat sarayın her yanının değerli halılar ve perdelerle süslenmiş olduğunu ve sarayın iç avlusunun ortasında, göz kamaştıran inciler ve değerli taşlarla işlenmiş, ağızlarından suların boşaldığı, kırmızı altından 4 aslanın çevrelediği bir havuz bulunduğunu görmüş. Havuzun yöresinde, sarayın üstüne gerilmiş geniş bir ağın engellemesiyle dışarıya uçamayan birçok kuş varmış. Sultan, bütün bunlara şaşıp kalmış. Fakat gölün ve balıkların, dağların ve sarayın sırrını kendisine açıklayabilecek hiç kimse görmediğine de üzülmüş. Sonra 2 kapı arasına oturup derin derin düşünmeye başlamış. Fakat birdenbire kederli bir yürekten kopar gibi hafif bir şikâyet ve de kısık bir sesin şu dizeleri okunduğunu duymuş:

"Çektiğim acılar! Ah onları gizleyemiyorum ve de aşktan yana derdim ortada. Ve şimdi gözlerimdeki uyku gecenin karanlığında uykusuzluğa döndü. Ah, aşk! Beni görmeye geldi! Fakat düşüncelerime de ne işkenceler getirdi. Acıyın, bana! Bırakın huzuru tadayım! Ve, ona acı çektirmek için tüm ruhum olan o sevgiliyi ziyaret etmeyin! Çünkü acılar ve belalar içinde, benim tesellimdir o!"

Sultan, mırıltı halindeki bu şikâyetleri işitince, ayağa kalkıp sesin geldiği yana yönelmiş. Orada, üzerine perde gerilmiş bir kapı bulmuş. Bu perdeyi kaldırmış ve büyük bir salonda bir karış yükseklikteki bir yatakta oturan genç bir adam görmüş. Bu genç adam, ince yapılı ve yakışıklıymış, tatlı ve akıcı bir konuşması varmış, alnı çiçek, yanakları gül yaprağı gibiymiş, yanaklarından birisinin ortasında, bir siyah amber damlası gibi bir ben varmış. Hani şair ne demiş:

"Çocuk ki, tatlı ve narin karanlıklardan süzülür. Saçları öylesine siyahtır ki geceyi oluşturur. Aydınlık alnı öylesine beyaz ki geceyi ışığa boğar. Zarafetinin temaşası, insan gözünün hiç görmediği bir şenliktir. Gözünün birinin hemen altında pembe yanağının üstünde tüm gençler arasından onu hemen fark ettiren eşsiz bir beni vardır."

Onu görünce Sultan sevinmiş ve "Barış seninle olsun!" demiş; Genç adam yatağının üstünde oturmayı sürdürmüş. Ama tüm kişiliğine yayılmış kederli bir sesle Sultan'ın selamını yanıtlamış ve ona, "Efendim, yerimden kalkamadığım için beni bağışla!" demiş. Şah da ona, "Ey delikanlı, bana bu gölün ve renkli balıklarının ve de bu saray ile yapayalnızlığının ve gözyaşlarının sırrını açıkla!" demiş. Bu sözleri duyunca, genç adam, yüzünden süzülen bol gözyaşlarıyla ağlamış. Sultan şaşırıp kalmış ve, "Ey delikanlı! Seni böyle ağlatan nedir?" diye sormuş. Genç de, "Bu durumda olup da nasıl ağlamam?" demiş ve de ellerini uzatarak giysisinin uzun eteklerini tutup kaldırmış. Şâh bakmış ki, gencin gövdesinin altı tümüyle mermer kesilmiş; öteki yarısıysa, göbek deliğinden saçlarına kadar canlı bir insanınki gibiymiş. Genç adam Sultan'a, "Bil ki, efendim balıkların öyküsü öylesine gariptir ki herkes öğrensin diye, iğneyle gözün iç köşesine yazılsa, uyanık gözlemci için bir ders olurdu." demiş. Ve delikanlı bu öyküyü şöyle anlatmış:

BÜYÜLENMİŞ GENÇ ADAM İLE BALIKLARIN ÖYKÜSÜ

Efendim, bilesiniz, benim babam bu diyarın hükümdarıydı. Adı Mahmut'tu ve Kara Adalar'ın ve bu 4 dağın efendisiydi. Babam yetmiş yıl saltanat sürdü, sonra da Tanrı'nın rahmetine kavuştu. Ölümünden sonra, saltanata ben sahip oldum ve amcamın kızıyla evlendim. Karım beni öylesine bir aşkla seviyordu ki, yanından ayrılsam, beni yeniden görünceye kadar ne yer ne de içerdi. 5 yıl benim korumam altında kaldı. Sonra birgün, aşçıya, akşam yemeği için hazırlık yapması talimatını verdikten sonra hamama gitmiş. Ben saraya geldim, her zaman uyumayı âdet ettiğim yerde uzandım. 2 esireden de bir yelpazeyle beni serinletmelerini istedim. Biri baş ucumda, ötekiyse ayak ucumda duruyordu. Karımın yokluğunu düşünerek uykum kaçmıştı, ruhum uyanıktı ama, gözlerim kapalıydı.

O sırada başucumdaki esirenin, beni uyur sanarak ayak ucumdakine şöyle seslendiğini duydum: "Mesude, efendimiz ne kadar talihsiz bir genç değil mi? Onun eş olarak hanımımız gibi böylesine hain, böylesine cani birine sahip olması ne kadar yazık!" Öteki de, "Allah zina yapan kadınların belasını versin! Böylesine bir zâniye, efendimiz gibi güzel huylu biriyle evlenmemeliydi. Tüm gecelerini başka başka yataklarda geçiriyor!" diye yanıt verdi. Başucumdaki esire de buna karşı, "Gerçekten bu kadının yaptıklarına aldırmamak için efendimiz epeyce kaygısız olmalı!" dedi. Öteki de, "Bunu nasıl söylersin? Efendimiz onun yaptıklarından kuşku duymuyor ki! Yoksa onu bu denli özgür bırakır mıydı sanıyorsun? Sen bilmiyorsun, bu nankör, her gece yatmadan önce efendimizin içtiği şaraba bir şeyler, sanırım bhank karıştırıyor, o da derin uykulara dalıyor. Bu durumdayken, ne olup bittiğini, onun nereye gittiğini, ne yaptığını bilemiyor. Böylece, efendimize şarap içirdikten sonra giyinip onu yalnız bırakarak gün doğuncaya kadar ortadan yok oluyor. Geri döndüğünde, kocasının burnuna yanık bir şey uzatarak koklatıyor ve onu uyandırıyor" yanıtını verdi.

Esîrelerin bu sözlerini duyunca, efendim, gözümün nûru karardı. Amcamın kızı, yani karımla yeniden birlikte olacağım akşamın gelişi âdeta gecikti. Sonunda karım hamamdan döndü. Sofrayı serdik ve âdet edindiğimiz tarzda, karşılıklı içki ikramında bulunarak bir saat kadar yemek yedik. Bunu izleyerek yatmadan önce her gece içtiğim şarabı istedim, bana bardağı verdi. Onu her zamanki gibi dudaklarıma götürür gibi yaptım ve çabucak giysimin üst kısmındaki kıvrıma döktüm ve hemencecik yatağa girerek uyur gibi yaptım. Bunun üzerine karım, "Uyu! bir daha inşallah hiç uyanmazsın! Allah da biliyor ya, senden nefret ediyorum. Seni görür görmez tüylerim diken diken oluyor, sen yakınımdayken ruhum bunalıyor" dedi. Sonra kalktı, en güzel giysilerini giydi, koku süründü, beline bir kılıç taktı. Sarayın kapısını açtı, çıkıp gitti.

Bunun üzerine kalktım ve onu saraydan çıktığı andan başlayarak izlemeye koyuldum. Kentin bütün çarşılarını geçti. Sonunda kentin kapılarına ulaştı. Kapılara doğru hiç anlayamadığım bir dilde seslendi; kilitler düştü ve kapılar açıldı. Ve karım kentin dışına çıktı. Ben de kendimi fark ettirmeden ardına düştüm. Sonunda harabe yığınlarından oluşmuş tepelere ve bunların ortasında bulunan tuğladan örülmüş, kubbesi bulunan yarı yıkık bir kaleye ulaştı. Kapıdan girdi, bense, kubbenin üstüne çıktım ve yukarıdan gözetlemeye koyuldum.

Karım, bir zencinin yanına girdi. Bu zencinin üst dudağı bir tencere kapağı gibi idi; alt dudağı da tencerenin ta kendisiydi; 2 dudağı da o denli aşağı sarkıyordu ki, bunlarla kumlardaki çakılları ayıklayabilirdi. Her yanı hastalıktan çürümüştü ve şeker kamışından yolunmuş kuru yapraklar üstünde yatıyordu. Onu görünce, karım, yere kadar eğilerek, 2 eli arasında toprağı öptü. O da başını kaldırıp ona çevirdi ve "Allah belanı versin! Bu saatlere kadar niye geciktin? Buraya içmeleri ve sevgilileriyle birbirine katılmaları için zencileri çağırdım, Bense, senin yüzünden içmeye hiç heves duymadım" dedi. Karım, "Ey efendim, ey kalbimin sevgilisi! Bilmez misin ki, ben amcamın oğluyla evliyim ve onu görür görmez nefretle doluyorum. Birlikte olmaktan dehşet duyuyorum. Eğer sana zarar vermeyeceğini bilsem, kenti çoktan tepeden tırnağa harabeye çevirir, taş üstünde taş koymazdım. Orada baykuş ve karga sesinden başka ses duyulmazdı; harabelerin taşlarını da Kaf Dağı'nın ötesine fırlatırdım!" dedi. Zenci, "Yalan söylüyorsun, ey alçak kadın! Bak, şerefim, zencilerin erkek olarak üstün niteliği ve insan olarak beyazlardan sonsuz üstünlüğümüz üzerine yemin ediyorum ki, bugünden sonra, bir kez daha geç kalırsan, artık senin dostluğunu reddeder ve vücudunu bir daha vücudumun üstüne çekmem! Ey nankör hain! Sen kadınlık arzularını başka yerlerde doyurduğun için geç kalmadın mı yani? Ey pislik, ey beyaz kadınların en aşağılığı!" diye yanıt verdi.

Şehzade hükümdara yönelerek böyle konuşmuş ve sözünü sürdürmüş:

Bu konuşmayı duyup aralarında geçenleri gözlerimle görünce dünya gözümde karanlığa dönüştü, artık nerede olduğumu bilemedim. Bunu izleyerek karım, ağlamaya ve zencinin önünde alçalarak yalvarmaya başladı: "Ey sevgilim, ey yüreğimin meyvesi! Benim senden başka kimim var? Beni kovarsan, felaketim olursun! Ey sevdiceğim, ey gözümün nûru!" dedi ve ağlamayı, yalvarmayı, bağışlanıncaya kadar sürdürdü ve bağışlanınca da çok mutlu oldu. Ayağa kalktı ve tüm giysilerinden soyundu ve donunu da çıkararak çırılçıplak kaldı. Sonra da, "Ey efendim, esireni besleyecek neyin var?" diye sordu. Zenci de "Tencerenin kapağını kaldır, orada kaynatılmış fare kemiği bulacaksın, şu küpte de boza var, içersin!" dedi. Karım ayağa kalktı, yiyip içti, ellerini yıkadı ve kamış yapraklarından oluşan yatakta zenciyle yattı ve çırılçıplak, iğrenç paçavralar altında zenciye sarıldı.

Karım olan yeğenimin yaptığı her şeyi görünce, artık kendimi tutamadım ve kubbeden aşağı inerek salona saldırdım ve karımın getirdiği kılıcı ele alarak ikisini de öldürmeye karar verdim. İlkin zencinin boynunu vurdum ve öldüğüne inandım.

Bu anda, Şehrazâd, sabahın yaklaştığını görmüş ve yavaşça sesini kesmiş. Sabah olunca şâh Şehriyâr, hükmettiği divana girmiş ve günün sonuna kadar divan toplantısında bulunmuş. Sonra Şah, sarayına dönmüş: ve Dünyazâd, kız kardeşine, "Öyküne devam etmeni rica ediyorum" demiş; o da "Gerekli saygıyla ve bütün kalbimle!" demiş. ....devamı Büyülenmiş Genç Adam ile Balıkların Öyküsü 2

Balıkçı ile Ecinni Öyküsü 2 - Binbir Gece Masalları


Masalın Adı : Balıkçı ile Ecinni Öyküsü

Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları

Altıncı Gece

Şehrazâd söze başlamış:

Ey bahtı güzel şah, işittim ki, balıkçı, ifrite, "Sen beni bağışlamış olsaydın, ben de seni bağışlardım fakat sen ölümümü istediğinden, ben de seni bu küpe hapsedip denize fırlatarak ölüme mahkûm edeceğim." demiş. Bunu duyan ifrit, haykırarak:

Allah aşkına ey balıkçı! Bunu yapma! Büyüklük et beni bağışla! Yaptıklarıma da sakın kızma! Ben suç işlediysem, sen iyilik et! Atasözleri ne demiştir: "Kötülük yapma sen, iyilik yap! Kötünün suçunu tümden bağışla!" Ve sen balıkçı! Sakın Umâne'nin Atîka'ya yaptığım yapma! demiş. Balıkçı, "Neymiş bu olay?" diye sorunca, ifrit, "Şimdi bunu anlatmanın sırası değil, beni küpten çıkarınca, onların başından geçenleri anlatırım!" diye yanıt vermiş. Balıkçı, "Yo! Seni, oradan çıkmaya hiç olanak bulamayacağın şekilde, kesinlikle, denize atmam gerek! Yalvararak sana başvurduğumda, sana karşı hiçbir suçum, alçakça bir davranışım olmadığı halde ölümümden başka şey düşünmedin; oysa ben sana sadece iyilik etmiştim küpten çıkararak... Bana karşı böyle davrandığına göre, senin bozuk bir soydan geldiğin anlaşılıyor. Ve de bil ki, senin durumunu, denizden çıkarıp seni yeniden kurtaracaklara açıklamadan küpü denize fırlatmayacağım. Böylece onu açmadan, tekrar denize fırlatacaklar ve sen sonsuza kadar her türlü işkenceyi tadarak orada kalacaksın!" demiş.

İfrit ona yanıt vermiş: "Beni bırak, sana şimdi öyküyü anlatacağım; bir daha kötülük de etmeyeceğim; bir de seni sonsuza kadar zenginleştirmek için olanak sağlayacak bir yol göstereceğim" Bunun üzerine balıkçı ona inanmış ve onu özgür bırakırsa, yalnız kendisine kötülük etmeyeceğini değil, iyilik de edeceğini düşünmüş. Onun iyi niyetine ve vaadine tümden güvenerek ve ona "kâdir-i mutlak" Tanrı üstüne yemin ettirdikten sonra, balıkçı, küpün kapağını açmış.

Küpten tamamen çıkıncaya kadar duman yükselmeye başlamış. Sonra da bu duman yüzü korkunç çirkinlikte bir ifrite dönüşmüş. İfrit, küpe bir tekme vurarak onu denize yuvarlamış. Balıkçı, küpün denize yuvarlandığını görünce, hiç kuşku duymamacasına mahvolduğuna inanmış. Korkudan çişini kaçırmış ve kendi kendine "Bu hiç de hayra işaret değil!" demiş. Sonra yüreğini bütün tutmaya çalışarak, "Ey ifrit, Yüce Tanrı 'Vaadini tut! Çünkü bunun hesabı sorulur' buyurmuştur. Sen, bana, yeminle, ihanet etmeyeceğini vaat ettin. Yeminine sadık kalmazsan Tanrı seni cezalandırır, gazabından korkulur; sabırlıysa da unutkan değildir. Sana, Hekim Ruyan'ın Kral Yunan'a söylediği, 'Beni bağışla ki, Tanrı da seni bağışlasın!' deyişini anımsatırım" demiş.

Bu sözleri duyan ifrit, gülmeye başlamış; onun önünden yol alarak, "Ey balıkçı, beni izle!" demiş. Balıkçı da, güvenliğinden pek emin olmadan onun ardından yürümeye başlamış. Böylece kentten tüm olarak uzaklaşmışlar ve onu gözden yitirmişler. Sonra da bir dağa tırmanmışlar; oradan da ortasında bir göl bulunan tenha bir vadiye inmişler. Bunun üzerine ifrit durmuş ve balıkçıya ağını suya atmasını ve avlamasını emretmiş. Balıkçı suya bakmış; orada beyaz, kırmızı, mavi ve san balıklar görmüş, şaşırmış kalmış; sonra ağını göle fırlatmış. Çekince dört balığın ağa takıldığını görmüş, her bir balık ayrı bir renkte imiş. Bunu görünce, sevinmiş. İfrit, ona "Bu balıklarla Sultan'ın huzuruna çık ve bunları ona sun! O da sana bir servet verecektir ve şimdi Allah aşkına, özrümü kabul et! Korkarım ki, yeryüzünde yaşayan hiç kimseyi görmeden binsekizyüzyıldır deniz altında kaldığım için nezaket kurallarını unuttum! Sana gelince her gün buraya balık avlamaya gel! Fakat bir kereden fazla ağ atma! Şimdi Tanrı'ya emanet ol!" demiş. Bunu söyleyerek iki ayağını vurunca, yer yarılmış, ifriti yutmuş.

Bunun üzerine balıkçı, ifritle başından geçenlere çok şaşarak, kente dönmüş; sonra da, balıkları alarak, bunları evine götürmüş. Bunu izleyerek, toprak bir kap alarak bunu suyla doldurmuş, içine balıklan koymuş. Balıklar su içinde oynamaya başlamışlar. Sonra, kabı başının üzerine yerleştirerek ifritin önerdiği gibi, Sultan'ın sarayına doğru yol almış.

Balıkçı, Sultan'ın huzuruna çıkınca, balıkları ona sunmuş; Sultan, balıkçının kendisine sunduğu bu balıkları görünce hayranlığın doruğuna ulaşmış. Çünkü, gerek nitelik, gerek tür bakımından ömrünce bunların benzerini görmemiş imiş. Sonra, "Bu balıkları aşçımız zenci kadına verin!" demiş. Bu köle, ona ancak 3 gün önce Rum ülkelerinin kralı tarafından armağan olarak verilmiş ve de aşçılık marifeti daha denenmemiş imiş. Vezir, ona balıkları kızartmasını emretmiş ve "Ey aşçı, hükümdar sana ulaştırmak üzere bana şu emri verdi: 'Ey gözyaşım! Seni bir hazine gibi, dertli günümde dökmek için sakladım' atasözünün dediği gibi, sen de mutfaktaki marifetini, tabaklarındaki tat zenginliğini bugün göstereceksin. Çünkü Sultan bugün kendisine hediyeler getiren bir kimseyi kabul etti!" demiş. Vezir, bunları söyleyip her tür önerilerini de ekleyerek oradan ayrılmış.

Sultan, balıkçıya 4 yüz dinar verilmesini emretmiş. Parayı alan balıkçı, bunu giysisinin cebine yerleştirmiş, mutlu ve sevinçli, karısının yanına, evine dönmüş. Sonra da çocuklarına, ihtiyaçları olan her şeyi satın almış. Bu sırada zenci aşçı, balıkları almış, temizlemiş ve tavaya sıralamış. Bir yanlarını iyice kızarttıktan sonra, öbür yanlarını çevirmiş. Fakat, birdenbire duvar yarılarak endamı güzel, yanakları parlak ve yüz hatları zarif, gözleri sürmelenmiş, vücudu ince ve zarafetle öne eğilmiş; başı mavi bir yazmayla örtülü, kulağında küpeler, kolunda bilezikler, parmağında değerli taşlarla bezenmiş yüzükler bulunan bir genç kız çıkagelmiş. Elinde kamıştan bir değnek tutuyormuş; ocağa yaklaşmış ve elindeki değneği tavaya uzatarak, "Ey balıklar, sözünüzü her zaman tutuyor musunuz?" demiş. Bunu gören köle bayılmış; genç kız sorusunu ikinci, 3. kez tekrarlamış. Bunun üzerine tavanın içindeki tüm balıklar, başlarını kaldırarak, "Evet! Evet!" demişler. Sonra hep bir ağızdan şu dizeleri okumuşlar:

Sen geriye dönersen, biz de döneriz; sen vaadini tutarsan, biz de bizimkini tutarız. Fakat kaçmaya kalkışırsan borcunu ödeyinceye kadar haykırıp dururuz.

Bu sözler üzerine genç kız, tavayı devirmiş, geldiği yerden çıkıp gitmiş ve mutfağın duvarı yeniden kapanmış. Köle kadın, baygınlığı geçince, dört balığın yanmış, siyah kömüre dönmüş olduğunu görmüş; kendi kendine, "Zavallı balıklar" demiş; sonra kendi durumunu düşünerek ve de bir deyişi hatırlayarak, "İlk saldırıda bozguna uğrandı" demiş. Kendi kendine dövünüp dururken, vezir ardından, omuz başında belirivermiş ve ona, "Balıklan Sultan'a götür!" demiş. Köle, ağlamaya koyulmuş ve olup biteni vezire anlatmış, vezir çok şaşırmış ve "Bu, gerçekten garip bir öykü!" demiş. Balıkçıyı aratmış ve huzuruna getirince, ona, "İlk kez getirmiş olduğuna benzer dört balık daha getirmen gerekiyor" demiş.

Balıkçı, göle yollanmış, ağını atmış ve yakaladığı dört balığı vezire getirmiş. Vezir de onları zenci kadına vermiş ve "Al bunları, benim huzurumda kızart ki, bu işin nasıl olduğunu arılayayım!" demiş. Zenci, davranıp balıkları hazırlamış ve ateş üstündeki tavaya yerleştirmiş. Böylece, birkaç dakika geçmiş geçmemiş, duvar yarılıvermiş ve genç kız evvelce görüldüğü giysilere bürünmüş bir biçimde ve elinde aynı değnekle görünmüş. Değneği tavaya doğru uzatmış ve "Ey balıklar, balıklar! Eski sözünüzü hâlâ tutuyor musunuz?" diye sormuş; balıklar hep birden başlarını tavadan kaldırarak ağız birliğiyle şu dizeleri okumuşlar:

Geri dönersen, sana öykünürüz; yeminini tutarsan, biz de tutarız. Fakat verdiğin sözleri inkâr edersen belanı bulasıya kadar beddua ederiz!

Bu anda Şehrazâd, şafağın söktüğünü görmüş ve susmuş. ...devamı Büyülenmiş Genç Adam ile Balıkların Öyküsü

Şehzade ile Gülyabani Öyküsü - Binbir Gece Masalları


Masalın Adı : Şehzade ile Gülyabani Öyküsü

Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları

Söz konusu şahın, ava ve at sürmeye meraklı bir oğlu, bir de veziri varmış. Bu şâh vezirine, nereye giderse oğlundan ayrılmaması için emir vermiş. Bu oğul, günlerden birgün, at sürüp ava gitmiş, onunla birlikte babasının veziri de saraydan ayrılmış. İkisi birlikte yol alırken, önlerine canavar görünüşlü bir hayvan çıkmış. Vezir şehzadeye, "Atını sür, bu garip hayvanı izle!" demiş. Şehzade de hayvanı gözden yitirinceye kadar izlemiş ve birdenbire hayvan çölde yitip gitmiş. Şehzade, çok şaşırmış ve nereye gideceğini bilemediği bir sırada, yolun başında ağlayan genç bir köle kız görmüş. Şehzade, ona "Sen kimsin?" diye sormuş. Kız da, "Hint pâdişâhlarından birinin kızıyım. Ormanda kervanla yol alırken, uyuma arzusu beni sardı. Farkında olmadan atımdan düşmüşüm. Sonra kendimi yapayalnız ve çok şaşırmış olarak burada buldum." demiş.

Şehzade, bu sözleri duyunca acıma duygusuyla sarsılmış ve onu alıp atının terkisine yerleştirdikten sonra yola koyulmuş. Terk edilmiş bir harabeden geçerlerken, köle ona, "Efendim, şuracıkta hacetimi görebilir miyim?" deyince, şehzade onu attan indirmiş. Sonra da geciktiğini görünce, ağırdan alıyor sanarak ardından gidince, bir de ne görsün, genç kız sandığı bir gulyabani değil miymiş! Onu, çocuklarına şöyle söylerken duymuş: "Yavrularım, size bugün iyice besili bir genç adam getirdim." Onlar da kendisine, "Anneciğim, onu bize getir! Yiyip iyice karnımızı doyuralım!" diyorlarmış. Şehzade, bu sözleri duyunca öldürüleceğini anlamış. Her yanı titremiş, yaşamı için dehşete düşmüş ve geri dönmüş.

Gulyabani, ininden çıktığında, onu bir tabansız gibi korkmuş, titremeler içinde görünce ona, "Böyle korkacak ne var?" demiş. Şehzade de, "Korktuğum bir düşmanım var" yanıtını vermiş. Gulyabani, ona "Sen bana bir şehzade olduğunu söylemiştin." deyince; o da, "Evet, doğru!" yanıtını vermiş. Kız da, "Öyleyse, onu engellemek için düşmanına neden biraz para vermiyorsun?" diye sormuş. Şehzade, "Parayla falan gözü doymuyor ki, ancak ölümle yetinir! Bundan dolayı yaşamımdan endişe ediyorum, ben kötü talihimin kurbanıyım" diye yanıt vermiş. O zaman kız da, "Eğer öyleyse, düşmanına karşı Allah'a yalvarmaktan başka çaren yok. O seni tüm korktuğun bela ve kötülüklerden korur." demiş. Bunu duyan şehzade, başını göğe kaldırıp: "Sen ki, başı sıkışıp sana sığınanlara yardım edersin; ben de düşmanlarım üstünde muzaffer olmak için sana sığınıyorum. Kaldır onları Tanrım, yolumun üstünden!" diye yakarmış,

Gulyabani, bu yakarışı işitince gözden kaybolmuş. Şehzade, şâh babasının yanına varınca ona, vezirin kötü nasihatini anlatmış. O da vezirin öldürülmesine hükmetmiş.

(Bunu izleyerek Kral Yunan'ın veziri, sözünü şöyle sürdürmüş): "Ey şahım, sen bu hekime arka çıkarsan, o seni ölümlerin en kötüsüyle öldürecektir. Sen onu lütuflarınla donatsan da, dost olarak kabul etsen de, yine de ölümünü hazırlayacaktır. Elinde tuttuğun bir şeyle bedeninin dışını saran bir hastalıktan seni kurtarmasının nedenini anlamıyor musun? Bunun sırf tutacağın 2. bir şeyle ölümüne yol açmak için olduğuna inanmıyor musun?" Bunu duyan Kral Yunan, "Doğru söylüyorsun! Senin düşündüğün gibi yapılmış olabilir, ey uz görüşlü vezirim!" demiş "Bu hekimin beni öldürmek için gizlice gelmiş bir ajan olması pek mümkündür. Gerçekten elimde tuttuğum bir şeyle beni kurtarmışsa, örneğin koklatacağı bir şeyle de pekâlâ beni öldürebilir." Sonra Kral Yunan, vezirine "Ey vezir, onu ne yapmalıyız?" diye sormuş. Vezir, "Hemen birini kaldığı yere gönderip onu çağırtmalı! Buraya geldiğinde boynunu vurdurmalı! Böylece kötülüklerini durduracak, sıkıntıdan kurtulup rahatlayacaksın! O sana ihanet etmeden, sen ona yapacağını yap!" demiş. Kral Yunan, "Doğru söylüyorsun, ey vezir!" demiş. Sonra hekimi çağırtmış, hükümdarın kendi hakkında ne düşündüğünü bilmeyen hekim kıvançla huzura girmiş.-Şairin dizelerde anlattığı gibi:

Ey bahtın darbelerinden korkan kişi rahatla! Bilmezsin ki, her şey dünyayı yaratan Tanrı'nın elindedir. Çünkü yazılan yazılmıştır, asla bozulmaz! Yazılmamış olan içinse hiç korkmamalıdır. Ve sen Tanrım, seni övmeden geçen bir günüm olabilir mi? Yoksa, ahenkli üslubumun ve şairce dilimin şahane verisini başka kime harcardım? Ellerinden kabullendiğim her yeni armağan, Tanrım, bir öncekinden daha güzel, hem de istenmeden gelir. Böyleyken nasıl olur da senin görkemini, tüm görkemini, kendi içimde ve halk içre övmem! Fakat itiraf etmeliyim, ağzım yeter güzellikte övgüler düzemiyor; sesim sana ilahiler söyleyecek kadar tatlı, sırtım da verdiğin nimetleri taşıyacak kadar güçlü değil! Ey Allah'ın kulu, şaşkınlık içindeyken, meseleni, tek bilge olan Tanrı'ya bırak ve artık yüreğine insandan yana girecek dertlerden korkma! Ve de bil ki, hiçbir şey senin iradenle oluşmaz; sadece Bilgelerin Bilgesi olan Tanrı'nın iradesiyle oluşur. Asla umutsuzluğa kapılma! Tüm dertlerini, tüm kaygılarını unut! Bilmez misin ki kaygılar, en sağlam, en güçlü yürekleri yıpratır? Öyleyse, bırak her şeyi! Tek düzenleyicinin karşısında kurduğumuz düzenler kudretsiz köle düzenlerinden başka bir şey değildir. Bırak geçip gitsinler! Sürekli mutluluğu tatmaya bak!

Hekim Ruyan huzuruna geldiği zaman kral ona, "Seni niçin huzuruma çağırdığımı biliyor musun?" diye sormuş. Hekim, "Bilinmeyeni kimse bilmez; ancak Yüce Tanrı bilir!" demiş. Kral, ona "Seni öldürmek, ruhunu bedeninden ayırmak için çağırttım." demiş. Bu sözleri işiten Hekim Ruyan, görülmedik bir heyecanla sarsılmış ve "Kralım beni niçin öldüreceksin? Acaba ne gibi bir kusur işledim?" diye sormuş. Kral, ona "Senin bir ajan olduğun ve beni öldürmek için gelmiş bulunduğun söyleniyor. Böyle olunca, sen beni öldürmeden, ben seni öldüreceğim." yanıtını vermiş. Sonra celladı çağırtmış ve ona, "Bu hainin boynunu vur, bizi belasından kurtar!" demiş. Hekim, "Beni bağışla ki Tanrı da seni bağışlasın! Beni öldürtme, yoksa Tanrı da senin canını alır!" diye yakarmış.

Sonra ey ifrit, benim sana yalvardığını, fakat dinlemediğin; aksine ölümümü istemekte ısrar ettiğin gibi, o da yakarışlarını krala tekrarlamış! Sonunda Kral Yunan, hekime, "Seni öldürtmedikçe güven bulamayacağım, rahata kavuşamayacağım. Çünkü senin, elime aldığım bir şeyle beni kurtardığın gibi, koklatacağın bir şeyle ya da bir başka yolla, beni öldüreceğine kuvvetle inanıyorum." Hekim, ona "Efendimiz, benim ödülüm bu mu olacaktı, sen iyiliği, kötülükle mi karşılarsın?" demiş. Fakat kral, ona "Senin gecikmeden ölmen gerekiyor!" demiş. Hekim, kralın kendi ölümünü kesin olarak istediğini iyice anlayınca ağlamış ve layık olmayanlara hizmet etmenin verdiği üzüntüyle kahrolmuş,

Bu konuda şair demiş ki:

Genç ve çılgın Maymûne, tüm ruh yüceliğinden yoksundu gerçekte! Ama, babasının, aksine, göğsü merhamet, yüreği iyilikle doluydu. Ve de bakın ona! Elinde meşale olmadan yola çıkmaz; böylece yürürken sokağın çamurundan, yolların tozundan ve tehlikeli kaymalardan sakınırdı.

Bunu izleyerek cellat ilerlemiş; hekimin gözlerini bağlamış; sonra palasım çekerek krala, "İzninle!" demiş. Fakat hekim sürekli ağlıyor; krala da "Beni koru ki Allah da seni korusun! Beni öldürme ki, Allah da senin canını almasın!" deyip duruyormuş. Ve de şairin şu dizelerini okuyormuş:

Kendi kendime verdiğim öğütler yerini bulmadı; oysa cahillerin öğütleri basan sağladı. Bense sadece hoşgörüden nasibimi aldım. Bu yüzden, eğer yaşayacak olursam, kendime öğüt vermekten sakınacağım! Ölürsem eğer, benim başıma gelen, başkalarının dillerini tutmaları için örnek oluşturacak!

Sonra, krala, "Benim ödülüm bu mu olacaktı? Sen bana vaktiyle bir timsahın davrandığı gibi davranıyorsun" demiş. Bunu duyan kral, "Bu timsah öyküsü de nedir?" diye sorunca; hekim ona, "Bu durumdayken sana bunu anlatmam olanaksız." demiş; "Allah aşkına, beni bağışla, Tanrı da seni bağışlasın." diye eklemiş; ve sonra yeniden gözyaşlarına boğulmuş.

O sırada kralın gözdelerinden birileri ayağa kalkarak, "Efendimiz, bu hekimin kanını bize bağışla! Çünkü biz onun sana karşı kusur işlediğini hiç görmedik; aksine, başka hekimlerin ve bilim insanlarının çare bulamadığı derdinden seni kurtardığım gördük!" Kral onlara, "Siz bu hekimin öldürülmesinin nedenini bilmiyorsunuz" demiş: "Onu bağışlarsam; ben, çaresiz kahrolacağım. Çünkü elime bir şey vererek beni ölümden kurtaran kimse, koklayacak bir şey vererek beni öldürmeye de kadirdir. Böylece, ben onun ölümle elde edeceği bir bedel uğruna beni öldürmesinden korkuyorum. Çünkü, bu kişinin, buraya beni öldürmek için gelmiş olması mümkündür. Onun için ölmesi gerekli. Böylece kendi başıma korkusuz yaşarım." demiş. Bunu duyan hekim, yine "Beni bağışla ki, Tanrı da seni bağışlasın! Beni öldürme, yoksa Allah da senin canını alır!" demiş,

Ve ey ifrit, hekim, kralın, çaresiz, kendisini öldürtmek zorunda bulunduğundan emin olunca; ona, "Efendimiz, eğer ölümüm gerçekten zorunlu ise, bana bir süre tanı ki, evime gideyim! Bütün işlerimi yoluna koyayım! Ana-babama, komşularıma, cenazemi kaldırmaları için talimat vereyim! Ve özellikle tıpla ilgili kitaplarımı birilerine armağan edeyim!" demiş; "Bir de bir kitabım var ki, gerçekten alıntıların alıntısı ve 'Ender-i enderat'tandır, onu size armağan olarak vermek istiyorum; kitaplığınızda itinayla saklayın diye!" Bunu duyan kral, hekime, "Nedir bu kitap?" diye sormuş; o da, "Değer biçilmez şeyler içerir. Açıkladığı sırlardan pek önemli olmayan biri şu: Başımı vurdurursan, kitabı aç ve sayarak 3 sayfa çevir; sonra soldaki sayfadan 3 satır oku! Kestirdiğin baş sana seslenecek ve ona soracağın her soruyu yanıtlayacaktır!" demiş.

Bu sözleri duyan kral, şaşkınlıktan şaşkınlığa düşmüş; sevinçten ve heyecandan titremiş ve "Ey hekim, senin başını vurdursam da konuşacak mısın?" diye sormuş. Hekim de, "Evet, gerçekten öyle, efendim! Kitapta, bu hayret verici şey de yazılı!" demiş. Bunun üzerine kral, ona gitmesi için izin vermiş; ancak adamlarını da yanına katmış.

Hekim, 1-2 gün içinde işlerini görmüş. Sonra yeniden kralın huzuruna çıkmış. Buraya emirler, vezirler, mabeyinciler ve naiplerle krallığın tüm önde gelenleri de gelmiş; divan her renkten ve biçimden giysilerle çiçek dolu bir bahçeye dönmüş. O sırada, hekim, divana girmiş ve kralın önünde ayakta durmuş; elinde eski bir kitap ve içinde bir tür toz bulunan bir sürme kutusu taşıyormuş. Sonra oturmuş ve "Bana birisi bir tabak getirsin!" demiş; sonra da tozu tabağa dökerek tabana yaymış; ve "Ey kral! Bu kitabı alî fakat başımı vurmadan önce kullanma; başım vurulunca, onu, içinde toz bulunan şu tabağa koydur! Kanımı dindirsinler! Sonra kitabı aç!" demiş.

Fakat kral, acelesi yüzünden onun söylediklerini pek dinlememiş. Kitabı almış ve sayfaların birbirine yapışık olduğunu görmüş; parmağını ağzına koyup tükürüğüyle ıslatmış; ve ilk sayfayı açmayı başarmış. 2, üçüncü, sayfalar için de aynı hareketi tekrarlamış ve her seferinde sayfalar büyük bir güçlükle açılmış. Sonra okumaya çalışmış fakat sayfalar üstünde hiçbir yazı yokmuş. Kral, "Ey hekim, burada yazılı bir şey yok!" demiş. Hekim, "Aynı tarzda açmaya devam et!" demiş; kral da yaprakları çevirmeye devam etmiş. Fakat daha birkaç dakika geçmemiş: O anda kralın kanına zehir işlemeye başlamış çünkü kitap zehirli imiş. Kral, müthiş titremeler içinde yere düşmüş ve "Zehirlendim, zehirlendim!" diye haykırmaya başlamış.

Hekim Ruyan, ona seslenerek şu dizeleri okumaya başlamış.

Şu yargıçlar! Yargılar ya, bazen kendi yetkilerini aşarak tüm adaleti bir yana bırakırlar! Bununla birlikte, efendim, adalet vardır! Zamanı gelince, onları da yargılarlar. Eğer dürüst ve iyi iseler yakayı kurtarırlar. Fakat zulmetmişlerse, Kader de onlara zulmeder ve en kötü sıkıntılara uğratır! Gelip geçenlerin alaylarına ve acımalarına alet olurlar. Yasa budur! Bu da ondan ötürüdür! Ve Kader sadece mantıkla işini yürütür!

Hekim Ruyan, bu dizeleri okuyup bitirirken, kral da o anda can vermiş. Böylece, ey ifrit, bil ki, Kral Yunan, Hekim Rûyan'ı bağışlasaydı, Tanrı da sırası gelince onu bağışlayacaktı. Fakat o bunu reddetti ve ölümüne kendi karar vermiş oldu. Sen de, ey ifrit, beni bağışlamak isteseydin, Allah da seni korurdu.

Anlatısının burasında Şehrazâd, sabahın ışığını görmüş ve yavaşça susmuş. Kız kardeşi Dünyazâd, "Ne hoş bir anlatışın var." demiş; o da, "Efendimiz beni bağışlarda sağ kalırsam, bu akşam anlatacaklarımın yanında bunlar hiç kalır." demiş. Sonra o geceyi sabaha değin birlikte tam bir mutluluk ve bahtiyarlık içinde geçirmişler. Sonra şah, divanına çıkmış; ve divan dağılınca, sarayına dönmüş ve de yakınlarıyla buluşmuş. ....devamı Balıkçı ile Ecinni Öyküsü2

Şah Sinbad'ın Şahini Öyküsü - Binbir Gece Masalları


Masalın Adı : Şah Sinbad'ın Şahini Öyküsü

Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları

5. Gece Olunca

Şehrazâd anlatmaya başlamış;

İşittim ki, ey bahtı güzel Şahım, Kral Yunan, vezirine, "Ey vezir, hekime karşı kıskançlık duygularına kapılma! Sen, onu öldürmemi, sonra da şahinini öldürdükten sonra pişmanlık duyan Şâh Sindbad gibi bundan pişman olmamı istiyorsun!" demiş. Vezir; "Bu nasıl olmuş?" diye sorunca, kral ona şu öyküyü anlatmış:

ŞAH SİNDBAD'IN ŞAHİNİ

Bir zamanlar Fars şahlarının içinde eğlenceye, bahçelerde gezmeye ve her türlü ava çok meraklı bir şâh varmış. Onun kendi eliyle yetiştirdiği ve gece gündüz terk etmeyip bileğinde tünettiği bir de şahini varmış. Ava gittiği zaman onu birlikte götürür, boynuna astığı ufak bir altın tastan su içmesini sağlarmış.

Birgün sarayında otururken, kuşların bakımıyla ilgilenen görevli çıkagelmiş ve ona, "Ey yüzyılların şahı, sanırım ava gitmenin tam zamanı!" demiş. Bunun üzerine şah, hazırlıklara başlamış, şahini de eline almış, yola çıkılmış. Av ağlarının gerili bulunduğu küçük bir vadiye gelinmiş. Birdenbire ağa bir ceylan düşmüş. Bunu gören şah, "Kim bu ceylanın kendi yanına yaklaştığını görür ve kaçırırsa, onu öldürürüm!" demiş. Sonra ceylanı saran av ağını çekip şaha doğru yaklaştırmaya başlamışlar. Ceylan, ön ayaklarını göğsüne yaslayarak, yere dayayıp arka ayakları üstünde dikilerek, sanki şahın önündeki yeri öpmek ister gibi durmuş. Bunun üzerine şah, eğilerek, ceylanı ürkütmek için ellerini çırpmış. Ceylan da şahın başı üstünden sıçrayarak uzaklara doğru koşmaya başlamış.

Şâh maiyetine dönüp baktığında birbirlerine göz kırpmakta olduklarını görmüş ve vezirine, "Bu askerlere ne oluyor, böyle göz kırpıp duruyorlar?" diye sormuş. Vezir de, "Sizin ceylanı kaçıranı öldüreceğinize dair ettiğiniz yemini anımsatıyorlar birbirlerine!" yanıtını vermiş. Şâh da, "Doğru! Öyleyse bu ceylanı izleyip yakalamamız gerek!" diyerek ceylanın izi üstünde at sürmüş. Şahin, gaga vurup ceylanın gözlerini oymuş, onu şaşırtmış, şâh da topuzuyla vurarak ceylanı yere devirmiş. Sonra attan inip onu boğazlamış ve derisini yüzüp hayvanın terkisine bağlamış.

O sırada sıcak bastırmış; bulundukları yer çöllük, kurak ve susuzmuş. Şâh da atı da susamışlar. Şâh, dönüp oracıkta gövdesinden yağ gibi koyu bir su akan bir ağaç görmüş. Elleri deri eldivenlerle kaplı olan şah, şahinin boynundan tası alıp onu bu suyla doldurmuş ve kuşun önüne koymuş fakat kuş pençe vurarak tası devirmiş. Şâh tası 2. kez doldurmuş ve kuşun susamış olduğunu düşündüğünden bir kez daha onun önüne koymuş. Ancak şahin 2. kez pençe vurup tası devirmiş. Şah, kuşa içerlemiş ama, yine de tası 3. kez doldurarak, bu kez ata su vermek istemiş, şahin, kanadını çarparak tası tekrar devirmiş. Bunu gören şah, "Allah belanı versin uğursuz kuş!" diye haykırmış, "Benim içmemi engelledin, kendini de mahrum ettin, atı da" demiş. Kılıcıyla şahine vurup 2 kanadını kesmiş. Şahin de başını kaldırmış ve hareketleriyle âdeta, "Bak ağaçta ne var!" demek istemiş. Şâh, başını kaldırınca ağacın üstünde bir yılan görmüş, ağaçtan süzülen de onun zehri imiş. Bunu anlayan şah, şahinin kanatlarını kestiğine pişman olmuş. Sonra kalkıp atına binmiş, birlikte ceylanı alıp götürmüş ve sarayına ulaşmış. Ceylanı aşçının önüne atmış ve "Al şunu pişir." demiş. Sonra da kolunun üstünde şahinle tahtına oturmuş, ancak pek az zaman sonra şahin bir kez hıçkırdıktan sonra ölmüş. Bunu gören şah, hayatını kurtaran şahini öldürmüş bulunduğundan dolayı acı duyarak matem çığlıkları koparmış.

Şah Sindbad'ın öyküsü işte budur.

Vezir, Kral Yunan'ın anlattığı öyküyü işitince, ona, "Ey azametli kralım" demiş; "Kötü sonuçlarını görebileceğin ne gibi fenalık yaptım bugüne kadar? Sana karşı duyduğum saygıdan ve sevgiden dolayı bunu söylüyorum. Söylediklerimin gerçek olduğunu sonra anlarsın. Beni dinlersen kurtulursun. Yoksa şahlardan bir şahın oğlunu aldatan hilekâr vezir gibi ölürsün!" demiş. ..... devamı Şehzade ile Gülyabani Öyküsü

Kral Yunan'ın Veziri İle Hekim Ruyan'ın Öyküsü - Binbin Gece Masalları


Masalın Adı : Kral Yunan'ın Veziri İle Hekim Ruyan'ın Öyküsü


Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları

Ve 4. Gece Olunca

Şehrazâd, sözünü sürdürmüş: Bildiğime göre, ey bahtı güzel şahım, balıkçı ifrite "Sana asla inanmam. Ta ki, küpe girdiğini gözlerimle görmüş olayım!" deyince; ifrit sarsılmış, silkinmîş ve yeniden göğe yükselen bir duman olmuş. Sonra da sıkışmaya ve nihayet yavaş yavaş küpe yerleşmeye başlamış. Bunun üzerine balıkçı, hemen üstünde Süleyman'ın mührü olan kurşun tıpayı almış ve küpün ağzını tıkamış. Sonra da ifrite seslenmiş: "Hey oradaki! Ölmek için, ölüm tarzını seç! Yoksa seni denize fırlatacağım ve de kıyıda bir ev yaptırıp seni avlamak isteyenleri engelleyeceğim. Onlara, 'Burada, kim kendisini kurtarırsa, kurtulur kurtulmaz kendisini kurtarana ölüm çeşitleri sayarak hangi türden ölmek istediğini soran bir ifrit var' diyeceğim" demiş. İfrit, balıkçının sözlerini işitince küpten çıkmaya çalışmış, fakat başaramamış ve de Süleyman'ın mührüyle kurşun tıpa altında hapsedilmiş olduğunu anlamış.

O zaman, balıkçının kendisini, ifritlerin en zayıfından en kuvvetlisine kadar hiçbirinin kurtaramayacağı bir zindana atmış bulunduğunu fark etmiş. Sonra balıkçının kendisini deniz kıyısına doğru götürdüğünü anlayınca, ona "Hayır, hayır!" demiş. Balıkçıysa. "Böyle gerekli, böyle gerekli!" demiş. O zaman ecinnî, şartlarını gevşetmeye başlamış ve alçakgönüllülükle, ona: "Ey balıkçı, bana ne yapacaksın?" diye sormuş. O da, "Seni denize atacağım. Çünkü sen orada 5 yüzyıl kaldıysan ben kıyamet gününe kadar kalman için tertibat alacağım. 'Allah'ın seni korumasını istiyorsan, sen de beni koru! Beni Öldürme ki, Tanrı da seni öldürmesin!' diye sana yalvarmadım mı? Oysa sen, benim yalvarışlarıma kulak asmadın, alçakça davrandın!" demiş ve eklemiş: "İşte şimdi Allah seni benim ellerime terk etti, sana vicdan azabı duymadan istediğimi yapabilirim.’ İfrit, "Bana küpü aç! Seni iyiliklere boğayım!" deyince balıkçı, "Yalan söylüyorsun, sen! Hey lanet olasıca!" demiş ve de; "Zaten senin ile benim aramda Kral Yunan'ın veziri ile Tabip Ruyan arasındaki olay aynen geçiyor" diyerek eklemiş... İfrit, "Bu Kral Yunanın veziri ve Tabip Ruyan kimdi? Nedir Kral Yunan'ın bu öyküsü," deyince;

Kral Yunan'ın Veziri İle Hekim Ruyan'ın Öyküsü

Balıkçı anlatmaya başlamış:

Bilesin ki ey ifrit, akıp giden eski zaman içinde ve birbirini izleyen çağlarda, Rum ellerinde, Fars kentinde, Yunan adlı bir kral varmış. Zenginmiş, güçlüymüş; ordulara, hatırı sayılır güçlere hükmedermiş ve her ülkeden hükümdarlarla dostça geçinirmiş. Fakat bedeni, hekimleri ve bilim insanlarını umutsuzluğa düşürmüş olan bir cüzamla dertliymiş. Ne ilaçlar, ne haplar, ne merhemler onu şifaya kavuşturuyor, hiçbir hekim derdine çare bulamıyormuş. Günün birinde Ruyan adlı ihtiyar bir hekim, Kral Yunan'ın kentine gelmiş. Bu hekim Rumca, Farsça, Latince, Arapça ve Süryanice kitapları okuyup bilgi edinmiş. Tıp ve yıldız bilimi üstünde incelemelerde bulunmuş. Bunlarla ilgili kuramlar ve kaideleri ve yıldızların olumlu ve olumsuz etkilemelerini çok iyi bilirmiş. Bitkiler, yaş ve kuru otlar ve bunların iyi ve kötü etkileri üstünde de bilgi sahibiymiş. Ayrıca felsefe ve her türlü tıp bilimiyle başkaca fenler üstünde de incelemelerde bulunmuş imiş.

Bu hekim kente gelince, daha birkaç gün geçmeden, kralın öyküsünü ve Allah'ın takdiri gereği cüzamdan çektiklerini ve de tüm hekim bilim insanlarının tedavilerinden bir sonuç alınamamış olduğunu öğrenmiş. Bunu öğrenince, o geceyi düşünerek geçirmiş. Ama, ertesi gün, Tanrı'nın değerli mücevheri güneş dünyayı selamlayıp ortalığı aydınlatınca, uyanmış. En iyi giysilerine bürünerek Kral Yunan'ın huzuruna çıkmış. Yere kadar eğilerek kralın karşısında yeri öpmüş. Kralın kudretinin uzun ömürlü olmasını ve Allah'ın yardımıyla iyilikler dilemiş. Sonra sözünü sürdürerek kendisinin kim olduğunu anlatmış. Ve de "Efendim, bedeninde bulunan hastalığı öğrendim ve hekimlerin çoğunun derdine çare bulamadığını duydum. Bundan dolayı seni iyileştirmeye geldim. Sana ilaç içirecek ya da bedenine merhemler sürecek değilim!" demiş.

Bu sözleri duyan Kral Yunan çok şaşırmış ve "Bunu nasıl yapacaksın, bilmiyorum ama, beni iyileştirirsen, Tanrı şahidim olsun, sana ve seni izleyecek sülalene yeterince servet bağışlar, tüm dileklerini yerine getirmeleri için buyruklar veririm. Sen de benim musahibim ve dostum olursun" demiş. Sonra da ona hilat giydirmiş; armağanlar vermiş ve "Gerçekten sen, ilaçsız, merhemsiz benim hastalığımı iyi edebilir misin?" diye sormuş. Hekim de, "Evet, kesinlikle! Bedenine hiçbir ağrı ve zahmet vermeden, seni iyi ederim" demiş. Kral görülmedik bir şaşkınlıkla ona "Ey hekimbaşı, bunu hangi gün ve saatte gerçekleştireceksin? Bir an önce işe giriş çocuğum!" demiş. Hekim de "Duyduk ve itaat ettik!" diye yanıt vermiş.

Bunu izleyerek kralın huzurundan ayrılmış. Kitaplarını, ilaçlarını ve kokulu bitkilerini yerleştireceği bir ev kiralamış. Sonra ilaçlarından, bitkilerinden düzenler yaparak bunları sap kısmım oyduğu bir çomağın içine doldurmuş. Sonra da elinden geldiğince bir de top yapmış, işini bitirince, ertesi gün, kralın huzuruna çıkmış ve karşısında eğilerek yeri öpmüş. Sonra ona, ertesi gün meydana gitmesini ve kendisini orada beklemesini söylemiş.

Ertesi gün oyun meydanına giden krala, emirleri, mabeyinciler, vezirler ve krallığın diğer önemli kişileri eşlik etmiş. Meydana daha yeni ulaşmışlarken, Hekim Ruyan çıkagelmiş ve krala, orada silahşörlerindan seçeceği birkaçıyla at üstünde top oynamasını önererek, "Bu sopayı al ve sıkı sıkı tut ve bununla topa vur! Bu oyunu tüm avucun ve bedenin terleyesiye kadar sürdür. Böylece ilaç avucundan tüm vücuduna geçerek dağılacak. Terleyip ilacın bedenini etkilemesine değin zaman geçince sarayına dön, hemen hamama girip yıkan! Kendini iyileşmiş bulacaksın. Şimdi Tanrı'ya emanet ol!" demiş.

Kral Yunan, hekimin verdiği sopayı alıp seçtiği silahşörlerle top oynamaya başlamış. Silahşörler de atlarının üstünde topu atıp kralın vurmasını sağlayarak onunla birlikte bu oyunu sürdürmüşler. Kral, topun peşine düşerek, ulaşınca ona şiddetle vurmak üzere at koşturmuş, elindeki sopayı da sıkı sıkıya tutuyormuş. Bu biçimde sopa vurmayı, avucu ve tüm bedeni terden sırılsıklam oluncaya kadar sürdürmüş. Böylece, ilaç avucundan sızarak bütün bedenine yayılmış. Hekim Ruyan ilacın etki sağladığını anlayınca, kralın hemen saraya dönmesini ve hemen hamamda yıkanmasını önerdiği için; kral da hemen dönüp kendisine hamamı hazırlamalarını emretmiş. Halı sericiler ve köleler, acele koşuşup, halıları serip giysileri ve havluları yerine koyunca, kral hamama girmiş ve hamamın özel bölmesinde giyinip dışarı çıkınca, atına atlayıp sarayına dönmüş ve orada uyumuş.

Kral Yunan'ın durumu böyleyken, Hekim Ruyan da evine gidip yatmış. Ertesi sabah uyanınca saraya gitmiş. Kralın huzuruna çıkıp kabulünü dilemiş. Kral onun içeri alınmasını buyurmuş, hekim huzura gelince eğilerek yeri öpmüş ve ağır ağır şu kasideyi okumaya başlamış:

Hitabet, baba olarak seni seçse idi; çiçek açar ve bir daha başkasını seçmezdi. Ey ışık saçan yüzü meşalenin alevini körleten! O parlak yüzün sönmeden ışık saçıp dursun! Zamanın çehresinde çizgiler belirleyinceye kadar. Bulutun tepeleri sarıp yağmura dönüştüğü gibi; sen de cömertliğinle kapla benim her yanımı! Yaptıklarınla zaferin tepelerinde yer tut! Bahtın, hiçbir dileğine karşı çıkmadığı sevgilisi ol!

Bu kasideyi duyunca, kral ayağa kalkmış ve sevecenlikle hekimin boynuna sarılmış. Sonra onu yanına oturtmuş ve şahane miatlar armağan etmiş.

Gerçekten kral hamamdan çıkınca, bedenine bakmış ve cüzamdan hiçbir iz kalmadığını görmüş, vücudu sanki saf gümüşe dönmüş. O zaman en müşkun bir sevinçle mutluluk duymuş, göğsünün daralması geçmiş, ferahlamış. Sabahleyin yataktan kalkınca, divana girmiş, tahtına oturmuş. Mabeyinciler ve krallığının ileri gelenleri, sonra da Hekim Ruyan içeri girmişler. İşte bu sırada kral ayağa kalkıp ona yanında yer göstermiş. Bunun üzerine ikisine sofra serip bütün gün yiyecekler, içecekler sunmuşlar. Akşam olunca, kral hekime hilatlar ve diğer armağanlardan gayri 2000 dinar vermiş. Sonra da kendi özel bineğiyle evine dönmesine ruhsat tanımış.

Hekim ayrıldıktan sonra, onun hekimlik mesleğindeki marifetini hayranlıkla hatırlamaktan kendini alıkoyamamış ve de "Beni merhem falan sürmeden, bedenimin dışından iyileştirdi. Allah için bilimin yücesine ulaşmış bir hekim! Bu adamın iyiliğini armağanlarla karşılamam ve onu bir nedim ve sevecen bir dost olarak her zaman yanımda tutmam gerekir" demiş. Ve Kral Yunan, bedeninin sağlıklı ve tüm hastalıktan arınmış görerek, bütün sevinciyle mutlu, yatıp uyumuş.

Ertesi sabah kalkıp tahtına oturduğu zaman ulusun ileri gelenleri yöresini sarmış; emirler ve vezirler sağına soluna oturmuş. Hekim Ruyan'ı sormuş, o da gelip önünde yer öpmüş. Onu gören kral, ayağa kalkıp ona yanında yer göstermiş, onunla oturup yemek yemiş. Uzun bir ömür dileyerek hilatlar ve daha başka şeyler armağan etmiş. Sonra, gün batıncaya kadar konuşmalarını sürdürmüş ve ona ödül olarak 5 hilat ve bin dinar daha vermiş. İşte hekim, krala hayırlar dileyerek evine döndüğü zaman durumu böyleymiş.

Sabah olunca kral, saraydan çıkıp divana gelmiş. Yöresini yine emirler, vezirler, mabeyinciler sarmış. Vezirlerin içinde berbat görünüşlü, uğursuz yüzlü ve kem gözlü, korkunç, iğrenç biçimde hasis, yüreği hırs, kıskançlık ve kinle taşlaşmış biri varmış. Bu vezir, kralın Hekim Ruyan'ı yanına oturttuğunu ve ona her türlü yakınlık ve cömertlik gösterdiğini görünce kıskanmış ve gizlice onun yok edilmesini kararlaştırmış. Atasözünün de belirttiği gibi, "Hırslı önüne gelene saldırır; hırslının yüreğinde zulüm pusu kurar; kuvvetlenince bunu açığa vurur, zayıfken içinde uyutur".

Bu vezir, Kral Yunan’ın yanına yaklaşarak eğilip yeri öpmüş ve "Yüzyılın ve zamanın kralı! Sen ki kullarına cömertliğinle yaşam sağlarsın, yüreğimde korkunç ağırlığı olan bir duygu var, bunu sana açıklamazsam, kendimi gerçekten sadık bir kul değil, bir zina çocuğu gibi hissedeceğim. Bana izin verirsen bunu sana açıklarım" demiş. Vezirin sözlerinden içi kararan kral, ona, "Nedir söyleyeceğin?" diye sormuş; Vezir de, "Ey azametli kralım, eskiler 'Kim ki, bir işin sonunu ve bunun yaratacağı kötülükleri görmezse, talih denen şeyi kendine dost bilmesin!' demişler. Ben de kralım, senin saltanatını söndürmekten başka bir şey düşünmemekte olan düşmanına ödüller yağdırarak, lütuflarla donatarak, taşıyamayacağı kadar cömertlik göstererek yanılmakta olduğunu görüyorum ve bu yüzden, kralım için büyük endişeler duyuyorum" demiş.

Bu sözleri duyan kral, son derece bunalmış, rengi atmış ve "Lütuflarımla donattığım halde bana düşman olduğunu iddia ettiğin bu kişi kimdir?" diye sormuş. Vezir, "Hekim Ruyan'dan söz ediyorum" demiş. Kral ona, "Sözünü ettiğin kimse benim iyi bir dostumdur, benim için insanların en değerlisidir. Çünkü o bana elimde tutarak cüzamdan kurtulmamı sağlayan bir şey verdi. Başka hekimler benden umutlarını kesmişlerdi. Bu zamanda Batı'da olduğu gibi Doğu'da da onun gibisi yoktur. Böyleyken nasıl oluyor da sen, onun hakkında bu gibi şeyler söylemeye cüret ediyorsun? Bense, bugünden başlayarak ona güvenceler vermek ve aylık bin dinar tutarında maaş bağlamak istiyorum. Aslında krallığımın yansını ona bağışlasam, onun için pek fazla bir şey yapmış olmazdım. İnanıyorum ki, sen bunları kıskançlığından söylüyorsun, tıpkı vaktiyle işittiğim şâh Sindbad'ın öyküsünde olduğu gibi" demiş.

O anda, Şehrazâd, ansızın sabah olduğunu fark etmiş ve anlatısını kesmiş.

Bunu gören Dünyazâd, ona "Ablacığım, anlattıkların ne kadar tatlı, kibar, zarif ve saf!" demiş. Şehrazâd da, "Eğer şâh beni bağışlar da, hayatta kalırsam, yarın ikinize anlatacaklarım yanında bunlar nedir ki?" demiş. Şah, bunu duyunca, kendi kendine, "Vallahi! Gerçekten harika olan öyküsünün sonunu dinlemeden onu öldürmem!" demiş. Sonra geceyi, sabaha kadar birbirlerine sarılarak birlikte geçirmişler. Sabahleyin şah, divana gitmiş; divan halkla dolunca, gün batasıya kadar tayinler, aziller yaparak, yöneterek, askıda kalan işleri bitirerek adalet dağıtmaya başlamış. Sonra divan dağılmış, şâh da sarayına dönmüş. Gece yaklaşınca, vezirin kızı Şehrazâd ile her zamanki ilişkisini kurmuş.... devamı Şah Sinbad'ın Öyküsü

Kral Kaybederse (Gülseren Budayıcıoğlu) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Kral Kaybederse Kitabın Yazarı: Gülseren Budayıcıoğlu Kitap Hakkında Bilgi: Avına av olan bir avcının hikâyesi... İnsanoğlu ilk...