13 Kasım 2019 Çarşamba

Babamın Battaniyesi (Sara Şahinkanat) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Babamın Battaniyesi

Kitabın Yazarı : Sara Şahinkanat

Kitabı Resimleyen : Ayşe İnan Alican

Kitap Hakkında Bilgi :

Evde canınız çok mu sıkıldı? Zaman geçmek bilmiyor mu? Olsun.

İki kardeş babalarının battaniyesiyle öyle eğleniyorlar ki, zaman neşeyle akıp gidiyor, şiş göbekler iniyor. Bu battaniye başka battaniyelere benzemiyor, türlü türlü maceraya götürüyor. Babanın müthiş hayal gücüyle canlanan battaniye çocukların rengârenk hayalleriyle bir araya geliyor. Babalar çocuklarıyla böyle vakit geçirirse, maceralar bitmez tükenmez.

Çocuklarla hep anneler ilgilenecek değil ya? Babayla yaşanan maceralar bir harika.

Babamın Battaniyesi bize her evde bulunabilecek eşyaların, çocukların zevkle vakit geçirebileceği oyun malzemesine dönüşebileceğini, oyun kurmak için pahalı oyuncaklara, tematik parklara ihtiyaç olmadığını, ilgi ve hayal gücünün oyun kurmak için yeterli olduğunu hatırlatıyor. Ayşe İnan’ın, Sara Şahinkanat’ın hikayeleriyle bütünleştirdiğimiz incelikli çizimleriyle hayat bulan Babamın Battaniyesi 3 yaş üstü okuyucusunu bekliyor. 

Kitabın Özeti :

Kitap ilk okuyuşta Sara Şahinkanat’ın “Annemin Çantası” isimli hikâyesini anımsatıyor. Babamın Battaniyesi de kendisine sıkı bir kitle oluşturabilecek kadar sıcak bir hikaye.

Kitap bir tencere yaprak sarıp çocuklarının karnını doyurmuş bir baba figürüyle açılıyor. Yemeğin ardından oyuna sıra geliyor. Babamız yine başrolde. Bir battaniye ile oyun kuruyor.

Battaniye önce bir çadıra dönüşüyor, herkes Kızılderili oluyor.

Sonra bir sala dönüşüyor ve aç bir köpekbalığına karşı türlü maceralara yelken açılıyor.

Battaniye salıncak oluyor ardından. Herkes sallanıyor sırayla.

En sonunda ise ağaçta mahsur kalmış bir kedi için bir branda oluyor. İki kardeş ve baba birer itfaiyeci olup kurtarıyorlar kediyi.

Gün sonunda herkes mutlu ve oyundan yorgun düşüyor.

Yine battaniyenin altında koyun koyuna uyuyarak gece tamamlanıyor.

Babamın Battaniyesi’nde baba, evdeki iş bölümüne dahil olup çocuklarıyla vakit geçiriyor. Anne ise bu esnada kendi işleriyle meşgul oluyor.

Kitap, gerçek hayatta ve kitaplarda daha çok görmek istediğimiz baba figürünü işleyişi bakımından örnek teşkil ediyor. Hikâyenin üzerinde durduğu bir diğer husus da “oyun”.

Çaylak İle Filozof / Ben Bir Neyim? () Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Çaylak ile Filozof / Ben Bir Neyim?

Kitabın Yazarı : Özkan Öze

Kitap Hakkında Bilgi :

İlkgençlik yıllarının başında, hayatı hiç beklemediği bir trajedi ile değişen Çaylak için Filozof, sakin bir limana sığınmak gibiydi. Ama bunu fark etmesi kolay olmadı…

Onun en büyük sorunu, bu yıldızların altında kendisine ait yeri henüz bulamamış olmasıydı. Dahası böyle bir yer olup olmadığından bile emin değildi henüz…

Oysa hepimiz gibi hayatın anlamını keşfedip, içini yaşamaya değer bir şeylerle doldurabilmesi buna bağlıydı. Çaylak ile Filozof, zaman zaman eğlenceli, –itiraf etmek gerekirse– zaman zaman da sinir bozucu bir fikir yolculuğudur. Oldukça cesur konuların ortalıkta fink attığı, aklınızın ve kalbinizin derinliklerinde gizlenmiş duyguların, adına harfler dediğimiz şu eğri büğrü işaretlerle sayfalara cömertçe döküldüğü maceralı bir yolculuk bu…

Bu kitap sizi işte böyle yolculuğa davet ediyor. Gelin ve Çaylak ile Filozof’a katılın. Birlikte uzun bir seyahate çıkın! Tarihin, felsefenin, hikmetin, bilginin, aklın ve kalbin vadilerinden, vahyin aydınlattığı yollardan geçen bir seyahate…

Kitabın Özeti :

Çaylak filozofla tanışmadan önce herkes tarafından Aylak olarak biliniyordu. Adı gibi tamda işe yaramaz bir aylaktı. Ona aylak diyenleri yalancı çıkarmamak için elinden geleni yapıyordu üstelik. Peki aylak olmak için ne yapılması gerekti? Aslında bu çok zor bir şey değildi yapılması gereken tek şey, yapılması gerekenleri yapmamaktı.

Çaylak bir aylak olduğunu düşünmüyordu aslına bakarsanız. Filozof aylak olduğunu düşünmüyorsan ne olduğunu düşünüyorsun diye sordu. Hiç düşünmemişti. Kimse ne olduğunu düşünmez. Çünkü herkes ne olduğunu bilirdi. İnsanlar bildikleri şeyleri düşünmezdi.

Filozof, Çaylak’a kimsenin aylak demesini istemiyordu artık. Kim olduğunu bilmesini ve kendine yakışan yeri bulmasını istiyordu. Bunun için bir çok hikaye anlattı Aylak’a. O artık bir aylak değil Çaylak’tı.

Sana Prokrustes’in Karyolası’nı anlatayım dedi Filozof.

Prokrustes Antik Yunan Masalları’nda bol miktarda bulunan mitolojik canavarlardan bir canavar, psikopat ve bir canidir. Atina’ya giden yol üzerinde babadan kalma bir mekan işletir. Gözüne kestirdiklerini evinde misafir eder, yedirir, içirir ve yatıya kalmalarını sağlar. Sonra o misafiri paslı karyolasına yatırır. Bu karyola Prokrustes’in boyuna göredir. Eğer misafir kısa boyluysa canavar onu kollarından çeke çeke uzatarak karyolanın boyuna getirir. Eğer misafir uzun boylu ise o zaman da yataktan taşan kısımları keser adamı kısaltır. Bazen de uzunlardan kestiği parçaları çekerek uzatamadığı kısalara diker.

Prokrustes’in yatağı insanları zorla kendi istediği şekle sokmaga çalışanların metamorfozudur. Yani kişilere yada toplumlara hatta bir bütün nesle aynı bakış açısını, aynı düşünme daha doğrusu düşünmeme biçimini, zorla kabul ettirmenin, başka türlü fikir öğretmeye izin vermemenin, herkesi birbirine benzetmeye, onlar gibi düşünmeye, onlar gibi inanmaya, hatta onlar gibi giyinmeye zorlamanın antik çağlardan günümüze kadar gelmiş simgesidir.

Hikayesini sonlandırarak bana bak Çaylak dedi Filozof, eğer şu yıldızların altında, sana verilen değeri bilmez ve olman gereken yeri bulmazsan, kimsenin seni ensenden tutup sürükleye sürükleye Prokrustes’in paslı karyolasına yatırmasına gerek kalmaz. Çünkü o yatağa güle oynaya zaten kendin yatarsın. Sana ne halt ettiğini soran olursa da onlara neden şaşırıyorsunuz? Herkes böyle yapıyor çünkü bu bir MODA diye cevap verirsin.

Filozof Çaylak’ın kim olduğunu bulması için günlerce örneklerini sürdürdü. Sorgulayan, ayakları yere sağlam basan bir birey olmanın toplumdaki yerini belirleyebilmedeki önemine yönelik bıkmadan usanmadan ve onu asla sıkmadan hikayaler anlattı. Peki ya kimdi bu filozof? Çaylağın nesi oluyordu?

Kitabı okurken derin düşüncelere dalmamak, kendinizi, hayatınızı sorgulamamak elde değil. Kitap çocuklar için bir felsefeye giriş kitabı niteliğinde bir eser.

Üç Kedi Bir Dilek (Sara Şahinkanat) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Üç Kedi Bir Dilek

Kitabın Yazarı : Sara Şahinkanat

Kitabı Resimleyen : Ayşe İnan Alican

Kitap Hakkında Bilgi :

Bu Kitabı Okuduktan Sonra Bir Kediniz Olsun İsteyeceksiniz…

Beyoğlu Macerası – Bilgi Avcıları Gizli Görevde kitabıyla çocukların sevgilisi olan Sara Şahinkanat ve Ayşe İnan Alican’dan çok güzel bir kitap daha: Üç Kedi, Bir Dilek.

Damda üç kedi: Piti, Pati ve Pus, sırtüstü uzanmış gökyüzünü seyrediyorlar…
Peki ne bekliyorlar? Belki de bir dilekleri var yıldızlardan…

Sara Şahinkanat’ın yazdığı Üç Kedi Bir Dilek’e hayranlık uyandıran resimleriyle varlık kazandıran Ayşe İnan Alican eşlik ediyor.

Kitabın Özeti :

Üç sevimli kedinin isimleri Piti, Pati ve Pus'dur. Piti, Pati ve Pus, kedilerin damdan dama atladığı, leyleklerin çatılara yuva yaptığı zamanlarda, sevimli bir mahallede, aynı damda, yan yana, can cana yaşayan üç sevimli kedidir. Geceleri gökyüzündeki yıldızları izleyerek uykuya dalan üç yakın arkadaş.

Kediler yemeklerini bitirmiş, bol yıldızlı bir gecede bir çatının tepesinde gökyüzünü seyrediyorlardı. Keyifleri yerindeydi. Ta ki bilmiş Pus yıldızlarla ilgili o malum efsaneden söz edene kadar. Pus diyor ki “kayan bir yıldız görenin, gerçekleşirmiş dileği”. İşte o anda Piti’ye olanlar oluyor. Gözleri gökyüzüne dikili çatıda beklemeye başlıyor. Öyle ki uyku bile uyumuyor.

Üç kedi arasında Pati aralarında en korumacı olanı, Pus aralarında en bilmişleri, Piti ise en romantik, en hassas olanları. Piti bunu duyunca çok heyecanlanıyor önce ardından derin düşüncelere dalıyor. Gözünü kırpmadan, sürekli gökyüzüne bakmaya başlıyor. Yemeden içmeden, eğlenceden, uykudan kesiliyor. Piti hatta bir gün dalgınlıkla damdan düşmek üzereyken, arkadaşları son anda yetişip kurtarıyorlar. Pus ve Pati o günden sonra iyice endişeleniyor. Fakat ne yapsalarsa yapsınlar Piti'yi kayacak yıldızı beklemekten vazgeçiremiyorlar. Pus kayan yıldız ve dilek fikrini ortaya attığı için kendini çok kötü hissediyor.

Zaman geçiyor, geçiyor, geçiyor ama Piti beklemekten vazgeçmiyor. Üstelik gözünü gökyüzünden ayırmadığı için başına gelmeyen kalmıyor. Lokmasını yutamayıp boğulma tehlikesi atlatmaktan, çatıdan düşmekten son anda kurtulmaya kadar… Ama Piti yılmıyor, kaldığı yerden devam ediyor gökyüzüne bakmaya. Haliyle Pati ve Pus çok endişeliniyorlar. Piti'ye yalvarıp yakarıyorlar ama nafile. Bir yıldızın kaymasını niçin bekliyor, nedir kendini bunca yormasına sebep olan dilek?

Düşünüp taşınıyorlar ve Pus’un kurtarma planını uygulamak için işe koyuluyorlar. Bu planda şunlar var: Ödünç alınması gereken bir el feneri, ikna edilmesi gereken bir leylek ve bolca kömür tozu. Bir de planın doğru işlemesi için karanlık lazım. Biraz zorlanarak da olsa her şeyi yoluna koyuyorlar. Gökyüzünden kayan yıldızı canlandırmaya başlıyorlar. Kömür karası bir kedicik uçar mı? Uçar. Minicik bir kedi koca bir el fenerini hedefi milim şaşmadan kullanabilir mi? Kullanır. Gökyüzünde kayan bir yıldız görünce sevinçten havaya uçacaksa Piti neden olmasın?

Nihayet gökte ayın görünmediği bir akşam, Pus ve Bayan Leylek, baştan aşağı kömür tozuna bulanıp kapkara oluyorlar. Kendilerini gecenin karanlığında seçmek mümkün değil. Pati ise elinde fenerle damda bekliyor. Bayan Leylek Pus'u ensesinden kavrayıp uçmaya başlıyor. Pus bir gözünü kapatıyor. Pati damdan el fenerini yaktığında Pus'un açık kalan gözü ışığı bir güzel yansıtıyor. Gökte bir yıldız kaymış gibi oluyor. Gözünü ayırmadan göğe bakan Piti, yıldızın kaydığını görünce sevinçle dileğini haykırıyor.

Bu minik gökyüzünde bir yıldızın kaymasını onca gündür neden mi bekliyormuş? Çünkü dostlarıyla bir ömür boyu ayrılmamayı dileyecekmiş. Bu dileği işiten dostları da yıldız kaydırma oyunundan kalan makyajı, dekoru anında yok edip, dolu dolu gözlerle sarılıyorlar Piti’lerine. Piti, dileğini dilemiş olmanın mutluluğu ile iki dostunun ortasında huzurla uykuya dalıyor. Piti, uykusuz kalma sırasını dostlarına devrederek nihayet rahat bir uykuya dalıyor. Pati ve Pus, Piti’nin yanında oturup doğru davranıp davranmadıklarını düşünüyorlar. Onların kaygısına son verecek sürpriz de gökyüzünden geliyor. Ne mi dilediler? Sizce? Ayrılmaz Dostlar: Piti, Pati ve Pus

Pus ile Pati, bir yandan planın işe yaramasından memnunlar, öte yandan da, acaba yanlış mı yaptık, diye düşünmekten alamıyorlar kendilerini. O endişeli sessizlikte yanıt yıldızlardan geliyor. Pus ile Pati hemen el ele tutuşup gökyüzünde kayan yıldızın eşliğinde bir ağızdan fısıldıyorlar: "Kayan yıldız, lütfen, lütfen, gerçek olsun Piticiğin dileği." İçleri huzurla doluyor, artık dileklerinin gerçekleşeceğine inanıyorlar.

Ailesi veya öğretmenini kendi seçemese de arkadaşlarını kendi seçer çocuklar ve belki de bu yüzden çok kıymetlidir arkadaşlık ilişkisi. Bazılarımız, aynı Pus gibi yeni fikirler, heyecanlarla besleriz bu dostluğu. Bazılarımız, Piti gibi, daha romantik, daha duyarlıyızdır, kimilerimiz ise Pati gibi, sevdiklerimizi korumak için onlara kol kanat germeye her zaman hazırızdır.

Kitabı okumayı daha da keyifli hale getirmek isteyenler için kitabın sonunda parmak kukları da var.

12 Kasım 2019 Salı

Gizli Bahçe (Frances Hodgson Burnett) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Gizli Bahçe

Kitabın Yazarı : Frances Hodgson Burnett

Kitap Hakkında Bilgi :

Babası tarafından yetiştirilen, mutsuz ve somurtkan bir kız çocuğu olan Mary Lennox, hayatının ilk yıllarını Hindistan’da geçirir. Annesi kendisi ile neredeyse hiç ilgilenmez. Bir süre sonra koleradan annesini, savaşta da babasını kaybeder. Mary ise hayatta kalabilmeyi ve İngiltere’de amcasının yanına yerleşebilmeyi başarmıştır. Ancak burada her şey çok farklı ve yabancıdır. Amcası sürekli yolculuk halindedir ve kaldığı ev de küçük bir çocuğun yaşamasına hiç uygun değildir.

Marta ve erkek kardeşi Dickon ile tanıştığında, Mary’nin hayatının akışı tamamen değişecektir. Girilmesi yasak olan bir bölgede terk edilmiş bir bahçeye girdiğinde, ötüşü neşeli ve dostça olan bir kuşun sesini dinler. Bu güzel sesli kuş, içinde yaşadığı büyk evin, çıplak bozkırın ve soğuk görünümlü bahçelerin onda oluşturduğu yalnızlık hissini daha da güçlendirir. Amcasının seyahatte olduğu günlerden bir akşam, evin arka odalarından bir ağlama sesi gelir. İçeri girdiğinde karşılaştıkları ve öğrendikleri, hayatının daha öncesine ait bir dizi sırrın da çözülmesi yardımcı olur. Can sıkıcı ev yaşamı sona ermiş, belki artık güzel günler başlamıştır...

Kitabın Özeti :

Mary Lennox; sıska, sarı yüzlü, hep somurtan, çirkin ve mutsuz bir kızdır. Çünkü Mary doğduğundan beri anne, baba sevgisi görmemiştir. Babası Hindistan’da İngiliz ordusunda önemli görevi olan bir subay, annesi ise eğlence düşkünü ve çok güzel bir kadındır. Babasının Hindistan’da görev yapması nedeniyle Hindistan’da yaşamaktadırlar.

Mary dokuz yaşına girdiğinde yaşadıkları köyde baş gösteren bir kolera salgınında annesini kaybetmiştir. Babası ise bir ayaklanmada Hintli birisi tarafından tuzağa düşürülerek öldürülür. Mary, ailesini kaybettikten sonra Hindistan’dan İngiltere’ye giderek eniştesinin yanına yerleşir. Yine huysuz, şımarık ve terbiyessizdir. Fakat Martha adında genç bir hizmetçi ve Dickon adındaki bir hayvan eğiticisi sayesinde hayata bağlanmayı, doğayı sevmeyi, hayvanlara ilgi duymayı, insanlarla yakınlaşabilmeyi hatta yardım etmeyi öğrenir.

Çok geçmeden içindeki “Gizli Bahçeyi” keşfeder. Artık hayat dolu bir insan haline gelen Mary bu gizli bahçe ile ilgilenmeye başlar ve hep onu arar olur. Çevresindeki bazı insanlar gizli bahçenin gerçekte var olduğunu ve babası tarafından kapısının kilitlendikten sonra anahtarının toprağa gömüldüğünü, bunu ancak kendisinin bulabileceğini söylerler. Bu Mary’i iyice doğanın içine sokabilmek içindir.

Dickon’ın Mary’e yapmış olduğu en büyük iyilik ona doğanın sırlarını öğretmek olur. Dickon Mary’e hayvanlarla, özellikle kuşlarla konuşmasını öğretir. Sonra kendisine çok yakın ve sadık olan hayvan dostlarıda doğrunun kendi içindeki gizli bahçenin içinde olduğunu söylerler. Mary artık yepyeni bir kişilik sahiptir. Doğanın dilini de tamamen öğrenen Mary artık bencillikten ve şımarıklıktan tamamen sıyrılmıştır. Sorunlarının çözümlerini doğada bulan birisidir artık. Dickon’nun öğrettikleri ile hasta hala oğlu Colin’i bile iyileştirir.

Mary; Dickon sayesinde, yaşamı, doğayı, manevi duyguları, aile kavramını ve herşeyden önemlisi kendi benliğini öğrenmişse de, esas olan her insanın kendi içinde var olan bir gizli bahçesinin olduğunu bilmesi ve bunu hayata geçirebilmek için uğraş vermesidir.

Bahçeniz olduğu sürece, geleceğiniz var demektir, geleceğiniz varsa yaşıyorsunuzdur.

Rüzgarı Dizginleyen Çocuk (William Kamkawamba) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Rüzgarı Dizginleyen Çocuk

Kitabın Yazarı : William Kamkawamba

Kitap Hakkında Bilgi :

Bu kitapta bir başarı hikayesinden çok daha fazlasını bulacaksınız…

Denersem yapabilirim, düşüncesiyle yola çıktığımda henüz 14 yaşındaydım. Yaşadığımız bölgedeki kıtlık artık dayanılmaz olmuştu ve etrafımdaki insanlar teker teker ölüyordu. Buna bir son vermeli, en azından denemeliydim. Çevremdeki insanların, hatta ailemin bile bana deli gözüyle bakmasını hiç umursamadan sadece amacıma odaklandım. Ve başardım da!

'Rüzgârı Dizginleyen Çocuk' geçim sıkıntısı, kıtlık ve salgın hastalık gibi hayatın zorlu koşullarıyla mücadele ederek bunları geride bırakmayı başaran "dâhi" bir çocuğun olağanüstü hikâyesi…

"Bu kitabı okuyun ve çocuklarınıza okutun. Onlara bırakacağınız en büyük servet mücadele ruhudur."

"Yaşadığı çevrenin umudunu ve huzurunu arttırmak için elindeki kısıtlı imkânları kullanarak yarattığı mucizelerle William insanlığa büyük bir örnek olmaya aday bir genç." Al Gore, Nobel Barış Ödüllü ABD eski başkan yardımcısı

"Bu hikâye, oldukça ilham verici ve yürekleri ısıtan bir rüya gibi! William sadece rüzgârı dizginlemekle kalmamış, hayal gücünü ve özgünlüğü de kontrolü altına almış. Yaşadığımız dünyayı en doğru şekilde kullanmamız için ihtiyacımız olan her şeyi gözlerimizin önüne seriyor. Bu insan bence, çağımızın süper kahramanı." Walter Issacson, Steve Jobs'un yazarı

Malavi’deki küçük köyleri kuraklığa teslim olduğunda William Kamkwamba on üç yaşındadır. Ailesi bütün bir senenin mahsulünü kuraklık yüzünden kaybedince herkes gibi o da açlıkla tanışır. Hemen her gece yatağa aç karnına girer, etrafındaki insanların açlıktan birer birer ölmesine şahit olur. Bu da yetmezmiş gibi parasızlık yüzünden çok sevdiği okulunu bırakmak zorunda kalır ama pes etmez, aksine merakı, zekâsı ve yaşam sevinciyle yokluğa, imkânsızlıklara meydan okur. William okula gidemez belki ama her gün köy kütüphanesinin yolunu tutar, burada fen kitaplarını keşfeder ve önünde yepyeni bir dünyanın kapıları aralanır. Onun artık bir hayali vardır: Bir yel değirmeni yapacak, köyüne elektrik, tarlalara su getirecektir. Böylece hiç kimse bir daha aç kalmayacaktır. Yel değirmenini yapmak için gerekli malzemeleri satın alma imkânı olmadığından çöplükleri karıştırıp hurda toplamaya başlar. Kendi ailesi de dâhil herkes ona deli gözüyle baksa da o hayalinin peşini bırakmaz. Çünkü herkesin çöp gördüğü yerde o fırsat görür. Merak eder, dener ve başarır.

Kitabın Özeti :

Bilim gelişmeden önce dünya büyü sayesinde yönetiliyormuş. Büyü gücünü hissettiriyormuş ve çocukluğumun ilk anıları bile büyüde geçiyormuş. Babamın beni bir olaydan kurtardığı an ben altı yaşındaymışım. Ben bir gün sokakta oynarken şarkı söyleyen bir grup çoban bana yaklaşıp burası KASUNGU şehrine yakın ailesinin bir çiftlikte yaşadığı MASİTALA köyü olduğunu söylemişti. Çoban bir sığır sürüsü sahibinin yanında çalışıyormuş. Günlerden bir gün çoban sürüyü güderken yolun kenarında kocaman bir çuval bulmuş, merak etmiş içini açmış ve içinde ağzına kadar dolu sakız görmüşler. Bu çoban sakızı çok severmiş şaşkınlıktan ne kıpırdayabiliyormuş ne de nefes alabiliyormuş. Çocuklar çobanı görür ve yanına giderler. Çocuklar elini çuvala sokup farklı farklı renkte olan sakızları çıkarıp birbirlerinin avuçlarına verirmiş. Yani paylaşırlarmış.

Bir gün bir mango ağacının altında oynarken bisikletli tüccar sohbet etmek için babamın yanına geldi. Tüccar önceki gün pazara giderken çuvalını düşürdüğünü söylemiş. Neler olduğunu anlayıp geri dönene kadar biri çuvalı bulup açmış. Çuvalın içi sakız doluymuş. İki gündür dolaşarak çocukları aramaya başlamış. Bu olayı anlattıktan sonra tüylerim ürpermeye başlamıştı.

Ben sakızı daha önceki zamanlar yutmuştum. O zamanki yuttuğum sakız şimdilerde bana zehir oldu. Birden terlemeye ve kalbimin hızlı attığını hissettim. Kimse görmeden eve gittim ve evin arkasındaki okaliptüs koruluğuna daldım. Bir ağaca yaslandım çünkü çok pişmandım. Ve içimde haram olan şeyi çıkarmaya çalıştım. Bir şekilde onu çıkarmalıyım çünkü vücudumu lanetten, haramdan kurtarmak istiyordum. Sonra bir şekilde çıkarmaya çalışırken salyalarım akmaya başladı ve kimse görmesin diye üzerini toprakla örttüm. O an büyücünün ağaçların arasından beni izlediğini hissetmiştim. Zamanında harama el uzattım ve sonucunda karanlığa sahip olmuştum.

Gece yanıma cadılar geldi. Beni ziyaret ettiler ve beni zorla götürüp savaşmaya götüreceklerdi. Beni savaşın sihirli yerinde öldürmeyi düşünüyorlardı. Ruhum bulutların üzerine yükselirken ben çoktan ölmüş olup sabaha kadar soğumuş olacaktım. Ölümden çok korkuyordum. Başladım ağlamaya korkudan ayaklarımı kıpırdatamıyordum. Gözyaşlarım nehir gibi yanaklarımdan süzülerek akıyordu. O an zehrin kokusu doluyordu burnuma. Hızlıca ormandan ve beni izleyen dev sihirli gözden kaçmaya çalışıyordum. Eve kadar koştum ve nihayet eve geldim ve babam evde duvara yaslanmış bir darı yığını karıştırırken gördüm. Ben şeytandan korktuğum için babamın iri vücudunun altına saklanmak istemiştim.

Babama hıçkırarak evet yalan söyledim diyip itirafta bulundum. Evet o çalınan sakızlardan bende çiğnedim çok korkuyorum baba ölmek istemiyorum beni koru sakın beni verme. Şaşkınlıkla bana baktı ve başını salladı. Demek o sakızdan çiğneyen sendin ha dedi. Sonra gülümsemeye başladı. Babam çok iri yarı ve kalıplı bir adamdı, birden ayağa kalktı. Ve bana korkma dedi. Tüccarı bulup her şeyi açıklayacağım. Bu olaya bir çözüm bulmalıyım dedi. 

Öğleden sonra tüccarın oturduğu Masaka denen yere gitmek için sekiz kilometre yol yürümek zorundaydı. Tüccara çoban çocukların gelip bana çalıntı sakızlardan verdiğini söylemiştim. Tüccara hiç birşey demeden aldığı haftalığın hepsini bütün çuvalların bedelini ödemek için vermişti. O gün akşam yemeğinden sonra hayatımın kurtulmuş olduğunu düşünüyordum. Rahatlamış bir halde babama işimin gerçekten bitmiş olduğunu sordum. Babam hala sinirliydi. Ve bana sonunda yani kıl payı kurtuldun dedi. Ve babam birden güldü ve ben çok mutlu olmuştum.

Babam adeta kahkahalar atıyordu. Babam bütün hikâyeleri bilir ve çok güçlü bir adamdır. Büyüden korkmazdı. Kardeşlerimle birlikte babamın dizinin dibine otururduk. Dünyanın düzeni hakkında başlangıçtan beri büyünün nasıl bizimle birlikte olduğunu bize anlatırdı. Yoksul çiftçilerin yaşadığı yerde tanrı ve insan için büyük bir sorun vardı. Bu dengesizliği ortadan kaldırmak için üçüncü ve güçlü bir unsur olarak büyü ortaya çıkmıştı. Büyü öyle böyle bir şey değildi. Gözle görülebilecek değildi. Çok güçlü bir büyüydü. Büyü varlığını hikâyelerde sürdürüyordu. En sevdiğim hikâye ŞEF MWASE ile KASUNGU SAVAŞININ HİKÂYESİ dir.

CHEVA HALKI OVA merkezinin hâkimiymiş. Üç tonluk bir kamyondan daha iri bir gergedan civara dehşet saçarmış. Bu gergedan köydeki bir kızı çiğneyerek öldürmüş. O zaman köylerde suyu hem insanlar hem de hayvanlar kullanırmış. Köyde kadınlar, kızlar su doldurmaya geldiği zaman gergedan sığ yere saklanırmış. Sonra birden saldırmaya başlarmış. Şef bu olayı duyduğunda öfkelenmiş ve bir çözüm bulmalıyım demiş. Önlem almak için yaşlılar ve meclisle plan yaparlarmış. Gergedan öyle bir gergedanmış ki, babamın kolları kadar uzun, hançer kadar sivri boynuzları varmış. Ve o sivri boynuzlarıyla insanlara saldırırmış.

Köylüler o kötü yaratıktan kurtulmak için her türlü plan düşünüyordu. Ama planlar şefi etkilemiyordu. Tanıdığım biri var. O büyücü bu siyah gergedanı büyü sayesinde kesin yıkar. Bu adam, büyüsüyle bütün krallıkta ün salan Muwase Chiphaudzuy du. Büyücüye katil ot diyorlardı. Öyle güçlü büyüler yapıyormuş ki yani tarlada otların arasına saklanan hayvanları tuzağına düşürüyormuş. Bunun için adı katil ottu.

Yardımcılar Lilongwe’ye gidip Kasungu’daki kardeşlerine yardım etmesi için Mwase’yi getirdi. Mwase köyde su yakınında saklanır ve gergedanın gelmesini bekler. Gergedan su kıyısına gelir. Ağır vücudunu suya atarken büyücü arkasından yaklaşır ve kafasına bir silah dayayıp öldürmeye çalışır. Gergedan düşer ve ölür. Köy büyük bir beladan kurtulur ve kutlama yapmaya başlarlar. Kutlama yaparken o tehlike saçan canavarın etiyle ziyafet çekerler.

Şef büyücüyü en yüksek tepeye yani zirveye çıkardı. Chewa halkındaki bölgeyi gezdirdi. Orada bir kaya varmış kayanın adı “yenilebilir sinekler” kayasıymış. Yenilebilir sinekler anlamına gelen Mwala wa Nyenje deniyordu. Orada hep sinekler dolanırmış. Mwaseye yeşil alanı işaret ederek Mwase’ye gösterdi. Mwase'ye gergedanı öldürdüğü için yenilebilir sinekler kayasındaki o yeşil alanı hediye etti. Halkını topla buraya ev kurun, artık bu alanın kralı sensin demişti. Tarlada bölgeyi doyuracak kadar bol darı ve sebze yetiştiriyordu. Artık Mwase bölgeye yerleşmişti ve hızla güçlenen bir imparatorluk kuruldu. Halk güçlüydü ve savaşçılar bile halktan korkuyordu. Ulu krallığında kargaşa yaşandı. Zulu krallığı Shaka’nın ordusunun topraklarını, çevresini saran komşularını ve bölgelerini fethetmek için kanlı bir savaş başlatmıştı. Milyonlarca insan o dehşet yıkımdan kaçmaya çalışıyorlardı ve o grup Ngoniler’di. Ngoniler aylar boyunca kuzeye doğru yürüdüler ve Chewa bölgesine geldiler. Sürekli yürüyüp hareketli olunca acıkmışlardı. Kuzeye gidip, şef Mwase’den yardım istediler.

Mwase yardımı kabul ettikten sonra Ngoni şefleri oturup konuşalım dedi. Yiyecekleri nasıl her zaman bulabiliriz? Chewaları yok ederek, demişti. Ngoniler yenilebilir sinek kayasındaki ve zirvedeki bütün toprakları ele geçirmek istiyordu. Ancak Ngoniler şef Mwase’nin büyücü olduğunu bilmiyordu.

Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi :

William Kamkwamba, 5 Ağustos 1987 de Malavi de doğar. Yedi çocuğu olan yoksul bir ailenin ikinci çocuğudur. Evin tek erkek çocuğu olan William’ın 6 kız kardeşi vardır. İlkköğretim Okulunda 8. Sınıfı tamamladıktan sonra Kachokolo lisesine kabul edilmiştir. 2001 yılında ülkede büyük bir kıtlık çıkmış, ailesi onun okul ücreti olan seksen doları ödeyemeyecek bir hale düşmüştür. Ailesi bu parayı ödeyemeyince küçük William Okulu bırakmak zorunda kalmıştır.

Bunun üzerine William eski okulunun kütüphanesine giderek bir kitap alıp okumaya ve kitaptaki bilgileri pratiğe dökmeye başlar. Bu kitap" rüzgâr tribünleri nasıl yapılır " sorusuna da cevap vermektedir. William, hayatını değiştiren ilk adımı atmış ve bir rüzgar tribünü yapmaya başlamıştır. Açlığın, kıtlığın yokluğun karanlığın kol gezdiği, ülkesinde insanların açlıktan öldüğü bir zamanda bu çok müthiş bir ataktır. William bu olayı şöyle dile getirmiştir.

“Okulu bıraktıktan sonra, kütüphaneye gittim, bir kitap aldım ve okudum. Bu kitaptan rüzgar türbini yapmak için bilgiler edindim. Denedim ve Yaptım” dedi.

William Kamkwamba, ailesiyle beraber yaşadığı eve elektrik getirmek için rüzgar türbini yapmış ve evlerine elektrik getirmeyi başarmıştır.

Pat Karikatür Okulu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Pat Karikatür Okulu

Kitabın Yazarı : Behiç Ak

Kitap Hakkında Bilgi :

Her çocuk kendini çizerek ifade etmeyi deneyebilir. Behiç Ak’ın yeni gülümseten öyküsünde sürpriz bir davet saklı olan kitabı 88 sayfadan oluşmaktadır.

Sayısız ödülün sahibi, çok yönlü sanatçı, yazar Behiç Ak, çocuklar için yazdığı altıncı “gülümseten öykü”sünde, isimlere ve görünüşe verdiğimiz öneme dikkat çekiyor. Dilin sosyal yönünü ve sözcüklerin kökeninin nelere dayanabileceğini neşeli bir öyküyle canlandırıyor. Çocukların hayalleri, korkuları ve beklentileri üzerine hem gülümseten hem de düşündüren Ak, okul, arkadaşlık ve sorunlarla baş etme gibi konuları etkili bir anlatımla işliyor. Yazarın özgün desenleriyle zenginleşen renkli kitabın, çocuklar için özgün bir de daveti var. Kitabın sonunda yer verilen ÇizeYaza Öyküler, Behiç Ak’ın küçük okurlarını kendilerini çizeyaza ifade etmeye davet eden yaratıcı bir proje.

Aydın’ın yeni sınıfında herkesin bir takma adı vardı. Hiç normal davranamayan Tuhaf, burnu kocaman Patates, atasözlerini bile tersyüz eden Ters, çevresindeki her şeyi kendine çeken Karadelik, sürekli saati soran Saat Kaç ve öbürleri...

Yalnızca öğrencilere değil, sınıflara, koridorlara, hatta tuvaletlere de ad takılmıştı. Kendisine ad takılmasından hiç hoşlanmayan Aydın, ilginç sıra arkadaşı Patates’in çizdiği “Patates’in Maceraları” adlı karikatürler sayesinde, sınıf arkadaşlarını anlamaya başladı. Patates’in beklenmedik bir karar vermek zorunda kalması, sınıfı karıştıracaktır...

Kitabın Özeti :

Aydın yeni sınıfına geldiğinde, gördüklerine ve duyduklarına çok şaşırıyor. Çünkü bu okulda hiçbir şeyin adı "gerçek" değil. Herkesin, her yerin, koridorların, sınıfların bir takma adı var. Sınıfa girdiği andan itibaren tuhaflıklar başlıyor. Çocukların her biri kendilerine ait bir özelliğe göre takma bir adla isimlendirimiş. Hiç normal davranamayan Tuhaf, burnu kocaman Patates, atasözlerini bile tersyüz eden Ters, çevresindeki her şeyi kendine çeken Karadelik, sürekli saati soran Saat Kaç ve öbür öğrenciler...

Hatta okuldaki herkes ve her yer çocukların ona yüklediği anlamlara göre takma adlarla isimlendirilmiş. Ancak Aydın bu durumdan ve kendisine de bir takma ad takılmasından pek hoşlanmıyor. Çünkü o bir doğrucu Davut. Her şeyin "olması gerektiği gibi olması gerektiğine" inanıyor. Kendince karşı koymaya çalıştığı bu tuhaf durum zamanla onu da içine alıyor ve Aydın artık onlardan biri olup çıkıyor.

Sıra arkadaşı Patates'in yazmaya ve çizmeye olan tutkusu olan bir öğrenci. Patatesin hayal dünyası, ona bambaşka bir dünyanın kapısını açıyor. Patates, Aydın'ı doğru bildiklerini sorgulamaya itiyor: "Doğru olan her şey güzel midir?" "Güzel olan her şey doğru mudur?" "Peki, her şey güzel ya da doğru olmak zorunda mıdır?"

Aydın, doğru davranmaya çalışırken aslında kırıcı olabileceğini, birinin faydalı olduğunu zannettiği bir şeyin başkasına zarar verebileceğini öğreniyor. Aynı zamanda tuhaf bulduğu bu çocukları aslında ne kadar sevdiğinin farkına varıyor. Bu sevimli arkadaşların okulda başlattığı karikatür atölyesi hala devam ediyor.

11 Kasım 2019 Pazartesi

35 Kilo Tembel Teneke (Anna Gavalda) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : 35 Kilo Tembel Teneke

Kitabın Yazarı : Anna Gavalda

Kitap Hakkında Bilgi :

Çağdaş Fransız edebiyatının güçlü kalemi Anna Gavalda çocuklar için yazdı!

Günümüz Fransız edebiyatının en sevilen yazarlarından, romanlarının bazıları bugün sinemaya da uyarlanmış Anna Gavalda'dan, çocuklar için olduğu kadar anne babalar ve eğitimciler için de etkileyici bir roman. Okurları "Okulda başarısız olmanın tek nedeni tembellik midir?" ya da "Devamlı düşük notlar almak bir çocuğu 'umutsuz vaka' durumuna düşürür mü?" gibi sorular üzerinde düşünmeye davet eden roman, eğitim sistemi ve farklılıkları sıcacık bir öyküden yola çıkarak tartışıyor. Çocukların bir solukta okuyacağı bir kitap.

"Okul hayatımı mahvediyor!" diye düşünen Gregoire 13 yaşında ve hâlâ altıncı sınıf öğrencisidir. Beden eğitimi dersinde bile berbattır. Ama el işlerinde, hele marangozlukta çok beceriklidir ve ilginç icatlar yapmaktadır. Sevgili dedesinin küçük atölyesinde zaman geçirmek, mobilya yaparken ona yardım etmek en sevdiği şeydir. Ama Gregorie, sevdiği şeylerle uğraşabilmek için de, belirli bir düzeye dek eğitimini sürdürmek zorundadır. "Tembel Teneke" Gregoire sonunda bu duruma ilginç bir çözüm bulur. O, herkesin gittiği türden değil, daha farklı bir okula gitmelidir. Artık ne okul ondan, ne de o, okuldan nefret edecektir...

Kitabın Özeti :

35 Kilo Tembel Teneke kitabı on üç bölümden oluşur.

Gregoire üç yaşındayken okula başlar ve okuldan hiç hoşlanmaz. Mecburen yıllarca okula gider. Sadece anaokulu öğretmeni Marie'yi sever. Çünkü Marie diğer öğretmenlerinden çok farklıdır. Gregoire'ın okuldan nefret etmektedir ve ellerini kullanarak bir şeyler üretmeyi sevmektedir. Gregoire sırf hediye edilen bir kitabı okuyabilmek için okumayı öğrenir. Ama ilkokul öğretmeni Bayan Daret'den nefret eder. Okul hayatı boyunca karşısına çıkan hemen hemen bütün öğretmenlerden de.

Gregoire beden dersinde bile çok başarısızdır ve bu başarısızlığı arkadaşları tarafından dışlanmasına sebep olur. Bir gün bilmeden yaptığı bir hareketle tüm sınıfı güldürür. O günden sonra da sürekli arkadaşlarını güldürecek hareketler yapar, böylece aralarına katılır. Bu durum öğretmenlerinin pek hoşuna gitmez ve en sonunda Gregoire okuldan atılır. Gregoire'nin bu durumu aile içinde sürekli tartışmaların olmasına sebep olmaktadır. Okuldan atıldığı zaman onu teselli eden tek kişi annesinin babası olan dedesi Leon olur.

Gregoire dedesini sık sık ziyaret eder. Çünkü onu da onun küçük atölyesini de çok sever. Orada sürekli bir şeyler üretip güzel vakit geçirirler. Dedesi Gregoire'a Toto der. Grégoire da dedesine Koca Leon diye hitap eder. Yani dedesiyle olan ilişkisi çok güzeldir. Gregoire altıncı sınıfta da okuldan atıldığında dedesiyle de sorunlar yaşar. Dedesi ona hiç yüz vermez ve onunla sınıfta kalma meselesi ile ilgili çok sert bir şekilde konuşur.

O gün Gregoire çok üzülerek eve döner. Evde işler daha kötü bir haldedir. Hiçbir okul Gregoire'ı almak istemediği için Gregoire evlerinin yakınındaki kötü bir okula gitmek zorunda kalır. Gregoire bir süre bu kötü okula gitse de annesi bu duruma çok fazla dayanamaz. Böylece dedesi Leon'un fikrine uyarak Gregoire'ın yatılı okula gitmesine karar verirler. Gregoire bu fikirden hiç hoşlanmasa da bu fikir sayesinde broşürlerde marangozluk yapan bir öğrenciyi gördüğü teknik liseye gitmek istediğini ailesiyle paylaşır. Gregoire'ın bu okula alınması pek mümkün gözükmediği için Gregoire dedesini dinleyerek okul müdürüne bir mektup yazar.

Bir gün Gregoire, sınava girmek şartıyla teknik liseden olumlu yanıt alır. Ama o gün dedesinin hastaneye kaldırıldığını da öğrenir. Böylece sınava girer ve sınav anında dedesinin yanında olduğunu düşünerek sınavı tamamlar. Sınav sonucu açıklanınca okula alınır ve burada kendini daha iyi hisseder. Ama dedesinin ölmesinden çok korktuğu için aklı hep dedesindedir. Dedesi için daha iyi bir öğrenci olmaya çalışır.

Sürekli, dedesine nasıl yardım edebileceğini düşünür. Bir gün beden dersinde düğümlü halata tırmanması gerekir. Bunu daha önce hiç başaramayan Gregoire, bu kez dedesi için bunu başaracağına söz verir. Halata tırmanmaya başladığında arkadaşlarının hafif alaylarına maruz kalır. Ama biraz tırmandığında arkadaşları onu desteklemeye başlarlar. Hatta öğretmen bile onlara katılır. Gregoire dedesi için bunu yapacağına söz verdiğini düşünerek güçlükle halatın sonuna kadar tırmanmayı başarır.

O günden sonra Gregoire da etrafındakilerin onun hakkındaki düşünceleri de çok değişir. Bununla birlikte Gregoire her an dedesini düşünmeye devam eder ve ne yaparsa yapsın her şeyi dedesi için yapar. Bir gün annesi, dedesinin tedavisine son verildiğini haber verir. Dedesinin öleceğini düşünen Gregoire, dedesi için bir şeyler yapmayı bırakır. Ama bir gün uyurken bir arkadaşı gelir ve ona kendisinin Toto olup olmadığını sorar. Böylece aşağı inen Gregoire hasta haliyle kendisini görmeye gelen dedesini görür ve çok sevinir.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...