25 Kasım 2019 Pazartesi

Vapurları Seven Çocuk (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Vapurları Seven Çocuk

Kitabın Yazarı : Behiç Ak

Kitap Hakkında Bilgi :

Mizah ustası sanatçı Behiç Ak'tan kentsel değişim ve yitirilen değerler üzerine düşündürücü bir İstanbul öyküsü!

Güneşi Bile Tamir Eden Adam, Alaaddin'in Geveze Su Boruları, Kedilerin Kaybolma Mevsimi gibi öykü kitaplarını tüm çocukların severek okuduğu, ülkemizin tanınmış mizah sanatçısı Behiç Ak'ın bu öyküsü İstanbul'da, Boğaziçi'nde geçiyor! Sanatçı, yine günümüzün tartışılan sorunlarından birini, çarpıcı bir anlatımla kaleme aldı. "Gelişim" adına değişip metropolleşen kentte, betonlaşmanın insanlar üzerindeki etkilerini güçlü bir gözlemle kurgulayan Ak, insan ve yaşadığı çevre arasındaki ilişkiyi duru bir üslupla, gülümseten desenlerle anlatıyor. Sanatçının öteki kitapları gibi bu kitabını da, çocuklar kadar yetişkinler de severek okuyor.

Kardeşi Emre ve olağanüstü bir masal anlatıcısı olan annesiyle birlikte bir Boğaziçi mahallesinde yaşayan Fırat, tatil günlerinde o çok sevdiği minik Boğaz vapuruna binip karşıya geçer, balon satardı. Mahallede yüz yıllık ahşap bir yalıda oturan Meliha Hanım'sa, komşularını sık sık evine davet eder, hep birlikte gülüp söylerlerdi. Ama Meliha Hanım'ın bir gün yalıdan taşınmak zorunda kalmasıyla mahalle değişmeye, güzelliklerini teker teker yitirmeye başladı. Minik Boğaz vapuru da seferden kaldırılınca, Fırat kolları sıvaması gerektiğini anladı...

Kitabın Özeti :

Vapurları Seven Çocuk kitabı, babasını küçük yaşta kaybetmiş ve cesur bir çocuğun kentsel değişime karşı koyma öyküsünü konu alır. Kısa kısa on dokuz bölümden oluşur.

Fırat, annesi Aysel Hanım, küçük kardeşi Emre ve kedileri Tebeşir'le birlikte yaşamaktadır. Tatillerde boğaz vapuruyla karşıya yakaya geçip balon satmaktadır. Kardeşi Emre de boğazın karşısındaki evlerinden abisini izler. Azalan balonları gördükçe abisinin nerede kaç tane balon sattığını tahmin eder.

Fıratların yaşadığı Hamsi Apartmanı'nın karşısında çok eski bir yalı vardır. Yalının sahibesi Meliha Hanım, koca yalıda tek başına yaşamaktadır. Aile yadigarı bu eski evini çok sever. Bu evde komşularını misafir etmekten de mutluluk duymaktadır.

Fırat da vapurları çok sever. Bu yüzden çeşit çeşit vapur maketleri yapar. Yaptığı maketleri meydanda sergiler. Mahallelinin çay içip vakit geçirdiği bu meydanın ortasında koca bir çınar ağacı bulunur. Çınar ağacının üstünde ise Hayati Bey yaşar. Garip bir adam olan Hayati Bey'in, araba sileceğinden çekeceğe kadar birçok eşyası vardır. Hayati Bey bu eşyalarla meydandan gelip geçen insanlara yardım eder.

Fırat mahallesini çok sever. Kimi zaman Meliha Hanım'la kimi zamansa Hayati Bey'le vakit geçirir. Bazen de boğazın serin sularında yüzerek insanların denize attığı şeyleri keşfeder. Bir gün yine böyle serin sularda yüzerken büyük bir dosya bulur. Dosyanın içinde minik boğaz vapurunun planlarını görünce de sevinçten havalara uçar.

Günler geçtikçe Meliha Hanım rahatsızlanır. Bir süre çocukları, torunları ve komşularının desteğiyle yaşar. Ama bir gün mahallelinin hiç beklemediği bir şey olur. Meliha Hanım'ın çocukları ve torunları Meliha Hanım'ın eşyalarını bir tekneye yüklerler. En sonunda Meliha Hanım da tekneye binip gider.

Meliha Hanım gittikten sonra yalı çok bakımsız kalır. Bazı mahalle sakinleri de çöplerini yalının bahçesine atmaya başlar. Gün geçtikçe yalı çok kötü bir duruma düşer. Bir gece ise yalıda yangın çıkar. Böylece zaten çok kötü durumda olan yalı iyice harabeye döner.

Bazı insanlar yalının yıkılmasını isterler. Fırat ise bu korkunç fikre üzülerek karşı çıkar. Bu günlerde Aysel Hanım, Fırat ve Emre'ye yalının düştüğü durumu açıklayan bir masal anlatır. Annesinin anlattığı masal sayesinde durumu kavrayan Fırat, bir süre sonra da vapurlardan şikayetçi olan insanlarla karşılaşır.

Hem yalı hem de vapurlar hakkındaki şikayetler çeşitlenerek artar. Bu durum Fırat'ın üzüntüsünü arttırırken mahallenin ciddi bir biçimde değişmesine de sebep olur. Kıyıdaki mütevazı dükkanların yerini gösterişli lokantalar alır. Koca çınarın bulunduğu meydan arabalardan geçilemez hale gelir. Hayati Bey mahalleyi terk etmek zorunda kalır. Minik vapur iskeleden ayrılır ve iskele bir lokantaya dönüşür.

Fırat bir gün, mahalleyi terk ettikten sonra ortalıkta görünmeyen Hayati Bey'le karşılaşır. Çok sevinerek birlikte vakit geçirirler. Böylece Fırat, Hayati Bey sayesinde vapur hurdalığına ve orada bulunan minik boğaz vapuruna kavuşur.

O günden sonra Fırat her gün hurdalığa gider. Her gidişinde de çeşitli vapur parçaları toplayıp eve götürür. Nihayet bir gün evlerinin salonundaki vapur parçalarını, denizden çıkan vapur planına bakarak birleştirmeye başlar. Her gün vapur parçalarını birleştirerek minik vapuru tamamlar.

Vapur tamamlanınca Fırat ve ailesi vapuru evden nasıl çıkaracaklarını düşünürler ama bir çözüm bulamazlar. Böylece Aysel Hanım çocuklarını alıp, tatil için kız kardeşini ziyaret etmeye karar verir. Bu sayede vapur yüzünden daralan evden bir süreliğine kurtulmayı, sorunu ise dönünce çözmeyi düşünür. Ama Fırat sorunu çözmeden tatile çıkmak istemez. Bu yüzden kedileri Tebeşir'le birlikte evde kalır. Aysel Hanım ise Emre'yle birlikte uzunca bir tatile çıkar.

Aysel Hanım ve Emre eve döndüklerinde salondaki minik vapuru göremezler. Ama yalının onarıldığını ve Hayati Bey'in yeniden çınar ağacında yaşamaya başladığını görünce mahallenin neredeyse eski haline dönmüş olmasına çok sevinirler.

O sırada Fırat'ın yaptığı minik vapuru da görürler. Meliha Hanım'ı ve eşyalarını getiren bu vapur mutluluklarını arttırır. Artık iyileştiği için evine geri dönen Meliha Hanım'la birlikte mahalle de eski haline döner.

Eskisi gibi mutlu ve huzurlu hayatlarına döndükleri zaman Emre, abisine vapuru evden nasıl çıkardığını sorar. Fırat da tebeşirle vapurun parçalarını numaralandırıp söktüğünü, parçaları dışarı taşıdıktan sonra da kolayca yeniden birleştirdiğini söyler.

Kırlangıç Çığlığı (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kırlangıç Çığlığı

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Acıyı gördüm. Gözlerinin ortasında bir çiçek gibi büyüyen irisin önce ağır ağır büzülmesini, ardından çığlık gibi ansızın patlamasını gördüm. Titreyen dudaklar, bal mumuna dönüşen yüzleri, çöken yanakları, irileşen elmacık kemiklerini, birer mağara gibi derinleşen göz çukurlarını, kurumuş ağızların içinde pelteleşen dilleri gördüm.

Anladım ki benliğimizin farkına vardığımız an, acının pençesinde kıvrandığımız andır.

Çığlık değil, ürperiş değil, evet, nereden geldiğini bilmediğim o vahşi iniltiyi kalbimin derinliklerinde duydum. Soluksuz kaldım, boğazım kupkuru, alnım ateşler içinde, tuhaf bir hülyaya kapılmışım gibi sürüklendim o dipsiz boşlukta. Hayatın en karanlık sırrıyla yüzleştim.

Karanlığın her aşamasından geçtim, akan kanın sesini duydum, ölümün serinliğini damarlarımda hissettim.

Geçmişin kamburunu çoktan söküp attım sırtımdan.

İnsanın insanı öldürdüğü o ilk ânı gördüm, katilin zafer haykırışını, kurbanın korku çığlığını işittim.

Her an uyanmaya hazır o muhteşem dürtüyü bastırmak, insanlığın en masum haline, en saf doğasına dönmemek için yıllarca ihanet ettim kendime. Kendimle birlikte bütün dünyayı da kandırdım. Neredeyse başaracaktım ama bırakmadılar, benim adıma onlar öldürmeye başladılar.

İşte bu yüzden geri döndüm...

Kitabın Özeti :

Kitabın ana teması, son yılların kronikleşen mülteci sorunu ve toplumda gittikçe artan pedofili vakalarını konu alıyor. Başkomser Nevzat, olay yerine gittiğinde, yıllar önce kendi küçük kızını taciz etmiş bir adamın cesediyle karşılaşır ve çok şaşırır. Şaşırtıcı olan sadece çocuk tacizcisinin tanıdık olması değildir. Olayın gerçekleşme biçimi de tanıdıktır. Birkaç yıl önce, bir cinayet dizisini çözmeye çalışan bir başka komserin taktığı adla “Körebe” olarak bilinen seri katil. Körebe geride yakalanmasına yarayacak hiçbir iz bırakmadan 12 çocuk tacizcisini öldürür. Olay yerine bıraktıklarıyla, bir tür kendisinin imzası yerine geçebilecek küçük ayrıntılara kadar benzerlik gösteren bu cinayet, olay yerindeki herkeste aynı soruyu uyandırır: Yeniden mi? Körebe mi? Arkasında asla iz bırakmıyor ve sıradan bir katil olmadığı herkes tarafından biliniyor.

Nevzat Başkomiser eşini ve kızını bir saldırıda kaybetmiştir ve kızı da zamanında bir taciz vakasıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle konu oldukça hassas bir hal almaya başlar.

Körebe kurbanlarını hep çocuk tacizcilerinden seçmektedir. Tacizcileri öldürüp çocuklarla ilgili mekanlara götürür ve yanlarına bir oyuncak bırakır. Cesetler oyun parkları, kreşler, çocuk müzeleri gibi yerlere bırakılır. Ayrıca kurbanların gözlerini kadife bir göz bandı ile bağlar ve hep sağ kulaklarını kesmektedir. Bu nedenle de adı Körebe olarak yer etmiştir. Oldukça net ve ayırt edilebilir bir ritüel olduğu için cinayetler yeniden başladığında herkes Körebe’nin geri döndüğü konusunda hem fikir olmuştur.

Başkomiser Nevzat, olayları akıl ve mantık yoluyla çözmekten yanadır, her ne olursa olsun şiddet kullanılmasına karşıdır. Telaşa kapılmadan, cinayetleri en küçük ayrıntısına varana kadar inceleyen, işinde son derece titiz biridir. İki tane de yardımcısı vardır, Ali ve Zeynep. Ali, çok sevdiği başkomiserinin tam aksine tez canlı bir polistir. Fazla düşünmeden, karşına çıkan hemen her durumda duygularını ve hislerini hesaba katarak hareket eden bir yapıdadır. Gerektiğinde ya da bazen hiç gerekmediğinde şiddete başvurmaktan kaçınmaz. Yani başkomiserinin tam zıddı bir karakterdir. Zeynep ise tıpkı bir bilim adamı edasındadır, bilimin kanıtlayamadığı şeylere pek inanmaz. Cinayetleri ipuçları üzerinden çözmeyi seven, naif kalpli ve nazik, aynı zamanda oldukça güzel bir kriminologdur.

Öldürülenler pedofili suçlusudur. Geçmişlerindeki bu kara leke ise öldürülmeyi hak edip etmedikleri konusunda herkesi ikilemde bırakmaktadır. Kim daha masumdur? Ölen mi yoksa öldürülen mi? Bu sorunun cevabı aranırken katil yeni cinayetler işlemeye devam etmektedir. Başkomiser Nevzat tüm bunlarla uğraşırken ister istemez bir de Suriyeli mülteciler ve beraberinde organ mafyası sorununa bulaşmıştır.

''Çıkar için her türlü kötülüğü yapmaya yatkın bir ruha sahiptiler, sonra da kendilerini bağışlarlardı. İnsanın en büyük kepazeliği işte bu bağışlama duygusuydu. Kötülüklerin sürekli tekrar etmesinin nedeni de bu olabilirdi. Kendimizi hoş görmemiz, eninde sonunda inandırıcı bir gerekçe bulmamız. Olmadı, ben aciz bir kulum, her türlü kötülüğü yapabilir, suçu işleyebilirim, ama yaradanıma sığınır, kendimi bağışlatırım ucuzluğu.''

Kırlangıçların çığlığı, uzun göç yolunda yüzlerce yol arkadaşını kaybeden kırlangıçların yasıdır. Kırlangıçların göçmen kuşlar olduğunu, göç sırasında fırtınaya yakalanıp çoğunun öldüğünü, başarıyla göçenlerin ise gittikleri ülkelerde uçarken yolda kaybettikleri arkadaşları anısına acıyla çığlık attıklarını kitap satırlarından öğreniyoruz. Evgenia, zaman zaman evinde ağırladığı mülteci ailenin büyüğü Medeni’den öğrendiği biçimiyle sevgilisi Başkomiser Nevzat’a bu çığlıkların anlamını anlatır:

“’Şarkı söylemiyorlar Nevzat.’ Gözleri uçan o güzelim kuşlara takılmıştı, ‘Ölen arkadaşlarının yasını tutuyorlar.’ Başını indirdi, kederle gözlerimde durdu. ‘Sevinç çığlıkları değil bunlar, acı dolu haykırışlar, Biliyorsun kırlangıçlar göçmen kuşlardır. Çok hızlı uçarlar. İşte o göç sırasında yüzlerce kırlangıç fırtınaya yakalanıp ölürmüş. Göçü başarıyla tamamlayan kırlangıçlar, geldikleri ülkenin sıcak gökyüzünde uçarken, yollarda kaybettikleri arkadaşlarını anımsar acıyla, öfkeyle böyle çığlıklar atarlarmış.’”


Medeni de kendisi dahil Suriyeli mültecilerin durumunu kırlangıçların bu durumuna benzetir ama bir farkla:

“Biz de göç sırasında yakınlarımızı kaybettik, ama şu kuşlar kadar bile olamıyoruz. İnsanları rahatsız etmemek için yasımızı bile tutamıyoruz.”

24 Kasım 2019 Pazar

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Beyoğlu'nun En Güzel Abisi

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Yılbaşı gecesi işlenen bir cinayet... Tarlabaşı'nın arka sokaklarında bulunan bir erkek cesedi. Öldürülmüş erkeklerin en yakışıklısı, belki de en kötüsü. Karanlık sırların ortaya çıkardığı utanç verici bir gerçek. Gururlarının kurbanı olmuş erkekler, onların hayatlarını yaşamak zorunda olan kadınlar. Bu cinayetler yatağında, bu kötülükler bahçesinde, bu insan eti satılan can pazarında masumiyetini korumaya çalışan bir adam. Bir zamanlar İstanbul'un en gözde yeri olan Beyoğlu'nun hazin hikâyesi.

Karanlık... Soğuk havayla iyice ağırlaşan bir karanlık. Uzaklardan şarkılar geliyor kulağına, neşeli kadın çığlıkları, ayarını yitirmiş sarhoş naraları, biri küfrediyor belki ana avrat, belki ağlıyor biri hıçkıra hıçkıra, belki biri sessizce ölüyor bu gürültünün, bu hengâmenin ortasında. Umurunda değil. Hepsinden sıyrılmış, sadece öfke...

Nereye gittiğini bilmeden yürüyor, nefret tarafından kuşatılmış olarak. Kıskançlık denen o canavar, çelikten pençesine almış yüreğini, habire sıkıyor. "Kadınlar," diyor bir ses zihninin derinliklerinden... "Kadınlar, onlarla oynayamazsın... Oynadığını zannedersin ama bir de bakmışsın, asıl oyuncak sen olmuşsun." Hayatına giren kadınların yüzleri beliriyor sokağın zemininde. Birer birer düşüyor görüntüleri ayaklarının dibine. Hepsinin boynu bükük, hepsinin gözlerinde keder. Hepsi üzgün... Aldırmıyor, bir su birikintisiymiş gibi basıp geçiyor üzerlerinden ama yeniden düşüyor görüntüler zemine. "Kadınlar," diyor o ses yine, "Kadınlardan asla kurtulamazsın, hayaletleri hayatın boyunca seni takip eder."

Kitabın Özeti :

Her yılbaşında olay çıktığı için Başkomiser Nevzat ve yardımcısı Ali diken üstünde bekliyorlardı. O yılbaşı gecesinin olaysız geçmesini istiyorlardı. Fakat istedikleri gibi olmadı ve Beyoğlu’nun Tarlabaşı semtinde bir cinayet işlendi. Başkomiser Nevzat önceden uzun yıllar Beyoğlu’nda görev yapmıştı. Orayı gayet iyi biliyordu. Olay yerine gittiklerinde ölen kişinin Engin Akça olduğunu öğrendiler. Engin'in Öz Tarlabaşılılar Kulübü’nün sahibi Kara Nizam ile birlikte çalıştığını öğrendiler. Engin, Kara Nizam’ın kavgalı olduğu Barbut İhsan’ın mekânı Tarlabaşılılar Kulübü’nün önünde öldürülmüştü.

Engin tek bıçak darbesiyle kalbinden bıçaklanmıştı. Elinde silahı da duruyordu. Bu da Engin’nin ateş etmek istediğini ama katilin ondan daha hızlı davrandığını gösteriyordu. Başkomiser Nevzat olay yerinin yakınlarında üç çocuğu fark etti. Keto, Pirana ve Musti adındaki çocuklarla konuşmaya gitti. Onlardan da Engin hakkında bazı bilgiler edindi. Başkomiser Nevzat ve Ali o gece Engin’in evine gittiler ve o sırada evde birisi ateş etti. Ali de karşılık verdi ve onlara ateş eden kişi öldü. Daha sonra bu kişinin kiralık katil Titiz Tarık olduğunu öğrendiler.

Başkomiser Nevzat ve yardımcısı Ali ertesi gün de araştırmalarına devam etti. Artık hem Engin’i kimin öldürdüğünü hem de Titiz Tarık’ı kimin tuttuğunu öğrenmeleri gerekiyordu. Engin’in öldürüldüğünü duyan Barbut İhsan ve Kara Nizam kendilerinin yapmadığını söylüyorlardı. Hatta Barbut İhsan Başkomiser’in tanıdığı Janti Cemal’i de araya sokmuştu. Ama ikisinin de Engin’i öldürmek için bir sebebi vardı. Barbut İhsan’ın eski sevgilisi Çilem ile Engin’in ilişkisi olduğu söylentileri vardı. Fakat Kara Nizam, Engin’in öldürüldüğü gece Çilem’le evlenmişti. Kara Nizam Tarlabaşı’ndaki arsaları alıyordu. Engin de Kara Nizam’dan gizli olarak bazı yerleri almıştı. Engin’in evindeki kasada buraların tapularını bulmuşlardı.

Kasada Engin’in Jale ile çekilmiş bir fotoğrafı da çıktı. Başkomiser Nevzat bu kadını araştırmaya başladı. Jale’in çok zengin olduğunu ve Engin ile ilişkisi olduğunu öğrendi. Engin’in aldığı tapuları Jale’nin parasıyla aldığını düşündüler. Adli tıptan gelen raporla da Engin’in uzaktan fırlatılan bir bıçakla tek seferde öldürüldüğünü öğrendiler.

Araştırmalarında Engin’in öldürüldüğü gece sevgilisi Azize’nin çalıştığı gazinoda olduğunu öğrendiler. Azize ile konuşmak için oraya gittiklerinde Azize orada değildi. Orada onları Sadri karşıladı. Azize’nin işyerinden arkadaşıydı. Ona bazı sorular sordular. Ertesi günü ona Azize’yi merkeze getirmesini söylediler. Ertesi gün Azize Sadri ile geldi. Azize, Engin ile kavga ettiklerini o gece de Engin’in olay çıkardığını, ona bağırıp gittiğini söyledi. Başkomiser ve Ali Sadri ile konuşmaları sırasında Sadri’nin Bulgaristan göçmeni olduğunu öğrendiler. Oradaki kriminolog Zeynep’in ailesi de Bulgaristan göçmeniydi.

Başkomiser Nevzat, dışarıda sürekli komşusu ile karşılaşıyordu. Komşusu polisiye roman yazarıydı. Nevzat o adamı sürekli etrafında görmekten rahatsız oluyordu. Kendisini takip ettiğini düşünmeye başlamıştı. O gece Kara Nizam’ın kulübüne bir saldırı oldu ve Nizam’ın yeğeni Kudret, Fidan adında bir kızı öldürdü. Kudret kızın elinde silah olduğunu ona ateş edeceğini söylese de kimse saldırganların elinde silah görmemişti. Onlar kulübün boş olduğunu düşünerek molotof kokteyli atmışlardı. Başkomiser Nevzat ve Ali olay yerine gittiklerinde Fidan’ın yanında Nazlı’yı gördüler. Nazlı, Ferhat Çerağ Kültür Merkezi’ni işletiyordu. Burada evsiz çocuklar ve kadınlar hem kalıyor hem de eğitim görüyorlardı.

Başkomiser, kültür merkezine gidip Nazlı ile konuştu ve Fidan’ın orada kaldığını öğrendi. Fidan bir gruba katılmıştı ve oradan ayrılmıştı. Fidan’ın dahil olduğu grup Kudret serbest bırakılırsa ona saldırıp arkadaşlarının öcünü almayı düşünüyorlardı. Bunu duyan Başkomiser Nevzat Kara Nizam’ı uyardı ve birkaç gün ortalarda görünmemelerini söyledi. Kudret mahkemede serbest bırakıldı.

Başkomiser Nevzat ve Ali, Titiz Tarık’ın kaldığı oteli buldular. Oradaki çalışanlarla görüştüler ve kamera kayıtlarına ulaştılar. Jale’nin birkaç kez Tarık’la buluştuğunu öğrendiler. Aynı zamanda Jale’nin hesabından iki yüz bin lira çekildiği gün aynı miktarda para Tarık’ın hesabına yatmıştı. Ama sorguda Jale kendini hiçbir şekilde ele vermedi.

Çilem, Barbut İhsan’la konuşmak istedi. Barbut İhsan huzursuz oldu ve öncelikle Nevzat’a haber verdi. Daha sonra İhsan, Çilem’le görüştü ve Kara Nizam’ın evlendikleri gün gizlice birileriyle görüştüğünü öğrendi. Kara Nizam görüştüklerini öğrenince Nizam ile İhsan arasında çatışma çıktı. Nevzat yetiştiği halde tek başına çatışmalara engel olamadı. İhsan ve Nevzat'ın ikisi de öldü. Başkomiser Nevzat ikisinin de adamlarını sorguladı ama hiçbir sonuca ulaşamadı.

Artık katili bulamayacaklarını düşünmeye başlamışlardı. Ta ki O gece Zeyneplere yemeğe gidene kadar. Barbut İhsan cinayeti sebebiyle ertelenen yemek sonunda gerçekleşir. Yemekte Bulgarlardan bahseden Zeynep’in babasına, Klarnetçi Sadri’den bahsederler. Klarnetçi Sadri’yi tesadüfen tanıyan Zeynep’in babası Klarnetçi Sadri’nin eskiden sirkte çalışan bir bıçak ustası olduğunu söyler. Ama sirkte bir gösteri sırasında yanlışlıkla kardeşini öldürdüğü için İstanbul’a geldiklerini anlatır. Bunun üzerine apar topar Sadri’nin yanına gidilir ve Sadri her şeyi açıklar.

Başkomiser Nevzat’ın aklında hep komşusunun bir kitabını almayı düşünüyordu. Yazar ona son kitabını hediye etti ve kitabın ilk sayfasını okudu yazarın onun hayatını yazdığını, o yüzden hep peşinde olduğunu anladı.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Başkomiser Nevzat : Alaturka bir İstanbulludur. Balat’ta oturmaktadır. Osmanlı mutfağı ve Türk mutfağını sevmektedir. Karışı ve kızını bir cinayet sonucu kaybetmiş, ancak katillerini bulamamıştır. Yalnız, hüzünlü, suskun bir adamdır.

Ali : Başkomiser Nevzat’ın yardımcısıdır. Açık sözlü mert korkusuz ve cesur bir polistir. Zeynep’le flört etmektedir.

Zeynep : Bulgar göçmeni bir ailenin kızıdır. Çalışkandır. Ali ile flört etmektedir. Ali gibi o da Nevzat‘ın yardımcısıdır.

Kara Nizam : Mafya babasıdır. Kendisi ve 21 yeğeni ile birlikte lokanta, otopark işletir. Ayrıca uyuşturucu kaçakçılığı da yapar. Barbut İhsan‘ın düşmanıdır.

Barbut İhsan : Mafya babasıdır. Gözü pek bir babayiğittir. Kara Nizam’la en büyük derdi eski sevgilisi, sonradan Kara Nizam’ın karısı olan Çilem’dir.

Klarnetçi Sadri : Bulgar göçmenidir. Sirkte çalışırken bıçak kazası sonucu kendi kardeşini öldürmüştür. Bunun üzerine İstanbul’a gelip meyhanede klarnet çalmaya başlar.

Azize : Engin’in meyhanede çalışan solist sevgilisidir. Kimsesi yoktur. Ona en yakın kişi Klarnetçi Sadri’dir.

Engin : Kitabın başında öldürülen genç, yakışıklı ve çapkın bir erkektir. Almanya’da doğmuştur. İsviçre’de uyuşturucu işine bulaşmış sonra oradaki adamlardan kaçarak İstanbul'a gelmiştir. Klarnetçi Sadri tarafından öldürülür.

Evgenia : Başkomiser Nevzat’ın Rum asıllı sevgilisi

Jale : Engin’in evli sevgilisi.

Saltanat Süleyman : Eski kabadayılardan.

Çilem : Kara Nizam’ın karısı. Barbut’un eski sevgilisi.

Keto : Sokak çocugu.

Pirana : Sokak çocugu

Musti : Sokak çocugu

Janti Cemal : Eski kabadayılardan.

Pire Necmi : Barbut’un adamı. Kara Nizam satın alarak Barbut’a tuzak kurdular.

Nazlı : Dernek başkanı.

Öğretmen Civan : Nazlı’nın öğretmen yardımcısı.

Sami : Polis memuru. Kabadayılarla işbirliği içinde.

Külbastı Mehmet : Komser Nevzat ve yardımcılarının ara sıra gittiği lokantanın sahibi, eski kabadayılardan.

Sultanı Öldürmek (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Sultanı Öldürmek

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Biri, sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız, ama sizi itham eden kişi bizzat kendinizseniz, ne yaparsınız?" Ahmet Ümit'in romanı Sultanı Öldürmek bu satırlarla başlıyor. Yıllardır aynı kadını bekleyen bir tarihçinin hikâyesi bu. Şahane bir aşk için harcanmış bir ömrün hikâyesi... Serhazinlerin son temsilcisi Müştak Serhazin'in başından geçen dört günlük tuhaf bir serüven. Sapında Fatih Sultan Mehmed'in tuğrası bulunan mektup açacağıyla öldürülmüş bir tarih profesörü... Bir aşk cinayeti mi? Yoksa kökleri "Ulu Hakan"ın şüpheli ölümüne uzanan bir entrika mı? Osmanlı devletinin bir imparatorluğa dönüştüğü o zaferler ve ihanetlerle dolu günlere yapılan sıradışı bir yolculuk. Ve bu heyecan verici yolculuk boyunca kulaklardan eksik olmayan o kadim soru: Tarih, geçmişte yaşananlar mıdır, yoksa tarihçilerin anlattıkları mı?

"...Ve Sultan Mehmed Han. Mehmed Han oğlu Murad Han oğlu Fatih Sultan Mehmed Han. İki karanın ve iki denizin hâkimi. Allah'ın yeryüzündeki gölgesi. Kostantiniyye'yi zapt eden padişah. Roma İmparatorluğu'nun doğal varisi, farklı dinlerden, farklı dillerden, farklı ırklardan yepyeni bir millet yaratma aşkıyla yanıp tutuşan kudretli hükümdar. Uçsuz bucaksız ovalarda at koşturan ordular. Kılıç sesleri, savaş naraları, korku çığlıkları. Ardı ardına düşen şehirler, ardı ardına yıkılan devletler, ardı ardına el değiştiren kaleler. Kırk dokuz yaşında dünyaya nam salmış bir hükümdar. Ve değişmez kader. Akşama kavuşan gün. Ecel şerbetini içen insan. Ve Fatih Sultan Mehmed'in şüpheli ölümü. Ve onun iki şehzadesi. İkiye bölünen saray, ikiye bölünen devlet, hiçbir şeyden haberi olmayan bir halk. Ve iki şehzadenin kanlı boğazlaşması sürerken saray odasında unutulan Fatih Sultan Mehmed Han'ın cansız bedeni..."

Kitabın Özeti :

Müştak Serhazin, bir zamanlar ünlü bir tarih hocasının asistanlığını yapmıştır. Öğrenciliği sonrası kendisi de hocası kadar başarılı olan, bir üniversitede öğretim görevlisidir. Öğreciliği sırasında Tahir Hoca'nın asistanı olma şerefini, başlarda arkadaşı sonraları tutkulu aşkı Nüzhet'le paylaşır.

Nüzhet, Müştak için tutkuyla bağlandığı, geçmişinden silip atamadığı bir yaradır. Öğrencilik yıllarında aşık olduğu bu kadın, ilişkilerinin ciddileşmeye başladığı sıralarda Müştak'ı İstanbul'da bırakarak, Chigago'ya gider. Nüzhet, Müştak'la olan ilişkisini bitirir. Ülke içerisinde tarih alanında ilerleyen Nüzhet, yurtdışında sunduğu tezlerle de dünyanın tanıdığı bir tarihçi olur. Nüzhet yıllar sonra bilinmeyen bir gerçeği çözüme kavuşturmak için ülkeye yeniden dönüş yapar. Düşündüğü tez, Fatih Sultan Mehmet'in zehirlenek öldürülmüş olmasıdır. Son araştırması ise sır gibi sakladığı Fatih Projesidir. Asistanı Akın’dan ve hocası Tahir Hakkı’dan başka bu projeyi bilen de yoktur. Fatih öldü mü yoksa zehirlendi mi? Eğer zehirlenerek öldürüldü ise bunu kim yaptı? Yoksa sevmediği büyük oğlu II. Bayezid mi?

Müştak, Nüzhet yurtdışına gittiği sıralarda derinden yaralar almış ve psikolojik hastalıklar yaşamaya başlamıştır. Büyük üzüntülerle baş başa kaldığında, yaşadığı bir iki saat dilimini hatırlamayan Müştak'a psikojenik füg teşhisi konur. Psikojenik füg hastası Müştak hayatının belli dönemlerinde bu hastalığın sebep verdiği krizlere yakalanabiliyor. Bu kriz esnasında hiçbir şey hatırlamıyor. Belki normal yaşantısına devam edebiliyor, çıkıp gezip dolaşabiliyor, yemek yeyip insanlarla muhabbet edebiliyor. Fakat krizden çıktıktan sonra kriz başlangıcı zamana dönüyor ve bu süre boyunca yaptığı hiçbir şeyi hatırlamıyor.

Müştak, bir gün hiç beklemediği bir anda Nüzhet'ten telefon alarak, yemek daveti alır.

“Merhaba Müştak,” diyen sesin daha ilk hecesini duyduğumda tanımıştım onu; Nüzhet’ti. Yirmi bir sene önce beni terk eden kadın. Beni terk ederken bıraktığı o veda mektubunu saymazsak, yıllardır tek satır yazmayan, bir kez olsun telefonumun numarasını çevirmeyen, kapımı çalmayan, bir kuru selamı bile çok gören büyük aşkım, kalbimin ve hayatımın sultanı… Sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi, şimdi, “Merhaba Müştak,” diyordu telefonun öteki ucundan. Üstelik neşe içinde yüzen bir sesle; ne bir mahcubiyet, ne bir sıkıntı, ne de bir pişmanlık… 

Kendisini hiç ummadığı bir anda Nüzhet'in evinde ve eski sevgilisi Nüzhet'i de ölü olarak bulur. Ancak hiçbir şey hatırlayamamaktadır.

Sanki biri seslenmiş gibi uyandım… Kendime geldiğimde hâlâ karanlığın içindeydim. Kulaklarımda o bildik uğultu, bedenimde o tanıdık rahatlama… Zihnim, irademin görünmeyen ağırlığından kurtulmuş, o derin huzurla bir kez daha sarhoş olmuştum… Başıboş bir rüzgâr gibi dolaşıyordum sınırları silinmiş bir labirentin içinde… Etrafa bakacak oldum, başım döndü. Düşmemek için tutunacak bir yer arandım, sağ elim ahşap bir tırabzana tutundu. Karın ışığı sızıyordu bir yerlerden. Eski bir apartmanın içindeydim; geniş, mermer bir merdivenin basamaklarında… 

Kriz esnasında neler yaşadığını anlamaya çalışırken Nüzhet’in evinin kapsının açık olduğunu ve içeri girdiğinde ise eski sevgilisini Fatih Sultan Mehmet tuğralı bir mektup açacağıyla boynundan bıçaklanarak öldürüldüğünü görür. Müştak, cinayeti kendisinin işlediğini düşür ve panikle evdeki delilleri yok ederek olay yerinden ayrılır. Nüzhet'in ölüm haberini getiren polislere hiçbir şey anlatmaz. Yoksa katil kendisi değil mi? Belki de Fatih projesine karşı çıkan bazı fanatik tarihçiler Nüzhet’i ortadan kaldırmak istedi. Böylece bilerek Fatih Sultan Mehmet tuğralı mektup açacağını kullandı. Hocası Tahir Hakkı ve onun üç asistanı bu kanlı planı yapmış olabilirler miydi? Ancak iki gün sonra Nüzhet'in asistanın da, Nüzhet'in öldürüldüğü gece saldırıya uğrayıp, yaralandığını öğrenir. Olayları çözüme kavuşturmak için gece gündüz çalışan başkomser Nevzat ve ekibi, Müştak'ın olayla ilgisini araştırırken, hem Nüzhet'in hem de Müştak'ın hocası olan Tahir Hoca'nın öldürüldüğü haberini alır.

Yaşadığı bunca acı olaydan ve duyduğu büyük vicdan azabından rahatsız olan Müştak, Nüzhet'i öldürdüğünü itiraf etmek için karakola gider. Bu sırada Nüzhet'in temizlikçi kadın tarafından bir hırsızlık vakasına kurban gittiğini, Tahir Hoca'nın da kalp krizi geçirerek düşüp başını vurması sonucu öldüğünü öğrenir.

Bab-ı Esrar (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Özeti ve Kişileri


Kitabın Adı : Bab-ı Esrar

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Kayıp babasıyla doğacak çocuğu arasında kalmış bir kadın... Hayatın anlamını arayan bir insan: Karen Kimya... Kapıları sırlara açılan bir kent... Sırların mucizelere dönüştüğü geceler. Mucizelerin hakikat sayıldığı zamanlar... Yedi yüz yıl öncesinden gelen bir fısıltı... Aşkı sadece aşkla tartanların ıtırlı soluğu... Ölümün yok edemediği bir sevda... Yıllara direnen bir sevgi; Şems-i Tebrizi ve Mevlâna Celaleddin-i Rumi... Günümüzden yedi yüz küsur yıl öncesine uzanan gerilim dolu, heyecan yüklü, mistik bir serüven...

"Taşta kan vardı, gökyüzünde dolunay, bahçede toprak kokusu. Ürkütücü bir serinlik içinde yüzüyordu ağaçlar. Kış güllerinin katmerlenme vaktiydi, nergislerin tazelenme demi. Yedi kişi girmişti bahçeye... Yedi öfkeli yürek, nefretin ele geçirdiği yedi akıl, yedi keskin bıçak. Yedi lanetli adam bahçenin sessizliğini yedi parçaya bölerek yürüdü kurbanlarının bulunduğu tahta kapıya...

Taşta kan vardı. Bahçede ürkütücü bir serinlik. Cinayetin tek tanığı dolunaydı. Hiç şaşırmadan, ürpermeden, korkmadan bakıyordu uzun boylu kavak ağaçlarının ölü yapraklarının arasından. Yedi kişiden en genç olanı vurmuştu kapıya. En yaşlı olanı çağırmıştı içeridekini. Yedi kişinin yedisi birden saplamıştı bıçaklarını içeriden çıkana.

Taşta kan vardı. İnsanların yüreklerinde nefret, dolunayda derin bir sükûnet..."

Kitabın Özeti :

Kitap, Konya’da bulunan Yakut Otel isimli otelde çıkan yangın üzerine, Londra’dan sigorta acentesinin bu yangını araştırıp incelemesi için oraya yolladığı sigorta eksperi Karen Kimya Greenwood’un başından geçenleri anlatıyor.

Bayan, Karen Kimya Greenwood’un babası Türk annesi İngiliz’dir. Konyalı ve Mevlevi bir babası vardır Karen’in. Babası Derviş Poyraz Efendi uzun seneler önce Şah Nesim isimli Pakistanlı bir şeyh ile birlikte onları bırakıp gitmiştir. Annesi her ne kadar babasına karşı kızgın olmadığını söyleyip, mutlaka haklı bir nedeni olduğunu düşünse de Karen onu hiçbir zaman haklı görememiştir. Bir sigorta şirketinde çalışırken hamile kalmıştır ve bir iş icabı Konya’ya gönderilmiştir. Konya’daki Yakut Otel’inin yangınını soruşturmak için gelen Karen’in diğer bir amacı da Türkiye ve Türkleri iyi tanımak, Türkçeyi de iyi öğrenmektir.

Karen, Konya’ya daha önce çok küçükken babası ile birlikte gelmiş olduğunu şöyle böyle hatırlamaktadır. Yakut Otel yangını için ödenecek tazminatın miktarı da çok yüksektir. Sigorta şirketi de 3 milyon poundluk tazminatı ödemek durumunda kalmış, komplo şüphesi ile Karen’i Konya’ya göndermiştir.

Karen’in görevi bu yangının kaza mı, sabotaj mı olduğunu araştırmak, sigorta şirketinin zararını en aza indirmektir. Bu görevi kabul ettiği için pişmandır. Üstelik hamiledir ve bebeği ile ilgili konulara henüz bir karar verememiştir. Erkek arkadaşı, Nigel ile çok iyi anlaşıyorlardı, fakat o bebeğin kendilerine ayak bağı olacağını, daha genç olduklarını söyleyip duruyordu. Karen henüz kesin kararını vermemişti. Yaşı itibarı ile bu bebek konusunda çok kararsızdı.

Uçak Konya havaalanına inmiş ama onu karşılamaya gelen olmamıştır. Valizi ve çantası ile çıkışa giderken birisi ona seslenir. Bu kişi şirketin Konya’da bulunan acente sahibi, Mennan Fidan’dır. Karen, Türkçe bildiğini söyleyerek bir an önce otele gitmek ister.

Otele giderlerken gördüğü bu kentin hafızası ve anılarında kalan eski Konya olmadığını fark eder. Babası ile yıllar önce geldiği Konya hatıralarında kalan Konya’dan çok farklıdır. O güzel gizlemli evler, dar sokaklar, yaşlı camiler, sarıklı mezar taşları sanki kaybolmuş gibidir. Mennan Beye yıllar önce geldiğinde hayal meyal hatırladığı o özel yeri anlatıp nerede olduğunu sorar.

Mennan bahsettiği yerin bir dergâh olabileceğini söyleyip ara sokaklara girer. Belki yıllar önce annesine ve kendisine hiç haber vermeden terk eden babası ile geldiği o dergâhı hatırlayabilirdi. Nede olsa babası bu dergâhların birinde ilahi aşkı bulmaya çalışarak büyümüş, annesini görene ve âşık olana kadar buralarda yaşamıştı. Karen, bu eski sokakları dikkatle incelemeye başlar.

Şimdi bir parkın yanından geçiyorlardı, içinde küçük bir cami vardı, âmâ buralar hiç tanıdık gelmemişti ona. Tam caminin alınlığındaki yazıyı okumaya çalışırken, Mennan Bey aniden frene basıp, kızgınlıkla söylenmeye başladı. Arabanın tekeri patlamıştı.

Mennan, arabanın lastiğini değiştirirken, Karen, küçük cami ve bahçesindeki çeşmeye doğru gider. Ama aniden karşısına, ince uzun boylu saçı sakalı birbirine karışmış siyahlar giyinmiş bir adam çıkmıştır. Adam, Karen’e korkmamasını, kötülük için gelmediğini ima edip “senin olanı sana getirdim“ diyerek avucunun içine, kahverengi taşlı, gümüş bir yüzük bırakır. Karen avucundaki yüzüğü inceleyip tekrar başını kaldırdığında adamın kaybolduğunu fark eder. Mennan beyin yanına dönen Karen olanları anlatır. Mennan Bey adamın utanmış olabileceğini o nedenle de hemen uzaklaştığını söyler. Karen ve Mennan az ilerde bir yapı daha görürüler burası “Şems-i Tebrizi Camii ve Türbesii.‘dir.

Karen, Türkiye’ye sigorta şirketi için soruşturma yapmak için geldiği Konya da, buna benzer bir takım mistik olaylar yaşamaya başlamışken otel yangını için bir yandan, Mennan Beyi, bir yandan Yakut Otel sahibi Ziya beyi suçlamaya başlamıştır. Yaşadığı gizemli olayların çocukluğundan kalma bu şehir ve babasının onları terk etmesi ile bağdaştırmaya çalışması da sorularının cevabını bulmakta ona yardımcı olmuyordu. Otel yangını ile ilgili sabotaj şüphesi gittikçe çoğalsa da henüz somut bir kanıt bulamamıştı. İşi gereği ne Mennan Beye nede Ziya Beye de güvenmiyordu. İnsanların, para söz konusu olduğunda şeytanın bile aklına gelmeyen yollara başvurduğunu tecrübelerinden öğrenmişti. Bu gizemler ile dolu şehir de babasından bir iz bulabilecek miydi? Bir yanı bulmak istese de diğer yanı ona hala kızgındır. Yıllar önce hiçbir açıklama yapmadan annesini ve kendini terk etmiştir.

Annesi ile görüşmelerinde onu endişelendirmemek adına yaşadıklarından bahsetmemektedir. Buna rağmen annesi bir an önce bu işi sonuçlandırıp geri dönmesini istemektedir. Kendisine verilen yüzük kanayan bir yüzük çıkmış, Karen garip, gizemli rüyalar görmeye başlamıştır. Makalat’ı okuyan Karen bu kitaptaki hikâyeye göre bu kanayan yüzük düğümlenmiş huzursuz gönülden alınmış taşlaşmış yürek olduğunu anlamıştır. Karen‘in hayali çocukluk arkadaşı Sunny Şems çıkmış, Yakut Oteli yangının da bir kundaklama olduğu anlaşılmıştır. Karen tüm bu karmaşaların içinde sürekli ona görünen ve kendisine yardım etmek için gelen siyahlar içinde ki adamın sırrını ve kim olduğu hakkında bilgilere ulaşabilecek miydi? Siyahlar içinde ki adamın kendisine verdiği ve kanayan yüzüğün sırrı neydi?

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Karen Kimya Grenwood : İngiltere’de yaşayan babası Türk, annesi İngiliz sigorta eksperi bir kadındır. Konyalı bir Mevlevi olan babası yıllar önce onları terk etmiştir.

Mennan Fidan : Miss Karen’ın çalıştığı sigorta şirketinin Konya temsilcisi imam hatip mezunu, saf ve iyi kalpli bir adamdır.

Ziya Kuyumcuzade : Yakut Otelin sahibi hırslı ve açgözlü bir iş adamıdır. Babası bile o hırsı yüzünden ona miras bırakmamıştır.

Komiser Zeynep : Cinayet masasında komiserdir. İstanbul’dan yeni tayin olmuştur.

Komiser Ragıp : Komser Zeynep’in amiridir.

Nigel : Karen’in Kalp cerrahı sevgilisidir.

Poyraz Efendi : Karen’ın babasıdır. Pakistan’da yaşamakta olan Konyalı bir Mevlevidir. Kızını bıraktığı için huzursuz ve mutsuzdur.

Serhat Gokgöz : Ziya’nın yanında çalışan güvenlikçidir. Ancak eski bir sabıkalı, Deli Yılmaz'ın çetesinde görev almaktadır.

Kadir Gemelek : Mennan’ın çocukluk arkadaşıdır. Yakut Otel yangınından yaralı kurtulmuştur, yangının tek şahididir.

Solak Kamil : Eski bir sabıkalıdır, afla çıkmıştır. Bir turizm acentesinde şoförlük yapmaktadır. Halen bazı yasadışı işlere bulaşmaktadır. Yüzbaşı Yılmaz tarafından öldürülür.

Yüzbaşı Yılmaz : Deli Yılmaz. Güneydoğu’da yaptığı yasa dışı işler nedeniyle ordudan atılımış ve hapse girmiştir. Hapisten çıktıktan sonra Konya’da çete kurmuştur..

İzzet Efendi : Poyraz efendinin eski arkadaşı mevlevi, kuyumcudur.

Şah Nesim : Poyraz efendinin mürşidi birlikte Pakistan’a yerleşirler.

Susan : Karen’ın annesidir. Asi ruhlu bir insandır.

Aşk Köpekliktir (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Aşk Köpekliktir

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Aşkın bütün halleri... Tutkunun aklımızı ele geçirmesi. Kötülüğün en güzel biçimi... Rezil olmaktan duyduğumuz haz... Kırılan umutlarımızın lezzetli kederi... Çiğnenen onurumuzun getirdiği kibir. Vicdan tutulması, bencilliğin son kertesi, yanılsamanın en derin anı... İmkânsız olanın çekiciliği... Yani gönüllü kölelik... Yani insanoğlunun en masum hali... Yani bildiğiniz delilik... Yani en yalansız aşk öyküleri...

"Düşümü gerçekleştirdiğimden de emin değilim. Böyle bir düşüm var mıydı, yok muydu, ondan bile emin değilim. Kafam çok karışık. Daha da kötüsü, eskiden Stefan'ı düşündüğümde güzel, iyi, masumiyetle ilgili duygular uyanırdı içimde. Coşkuyla, heyecanla, umutla dolardım. Şimdi büyük bir öfke var. Bazen insanlıktan çıktığımı hissediyorum. Düşündüklerim beni korkutuyor. Gel gör ki düşünmeden de edemiyorum. Olmuyor, beceremiyorum. Bir de oturmuş aşkın saçma olduğunu anlatıyorum. Ben de en az aşk kadar saçmayım. Diyeceksiniz ki seni, aşk saçma biri haline getirdi. Doğru ama ben de direnemedim. Asıl tutarsızlık bende. İnsan aptalca, anlamsız bulduğu bir tutkunun peşinden gider mi? Bak gidiyorum işte. Hâlâ onu arıyorum... Kafam karışık, canım yana yana gecenin bir yarısında bu bara geliyorum, ondan bir iz bulabilir miyim diye..."

Kitabın Özeti :

Kitap on bölümden oluşmaktadır. Her bölümde ayrı konular anlatılmaktadır. İlk hikâyede aşkı rüzgâr esintileri ile eşdeğer kılan şarkıların eşlik ettiği ezgisel notalara benzetmektedir. Farklı bakış açıları ile rüzgârın aslında çiçeklere değil de onlarda oluşan yapraklara tutkulu olduğundan bahsetmektedir. Rüzgârı en üst seviyede ki aşka benzettiği için çiçekleri farklı varlıklar olarak görmektedir. Rüzgâr şarkıya başladığında yapraklar döküleceğine inanılmıştır. Öyle ki onun yüzünden öldüğünü düşündüğü yaprakları canlandırmaya çalışmasından bahseder. İlk bölümde doğada bulunun yaprak, rüzgâr, güneş, ağaç gibi kavramlara aşkı iliştirmeyi başarmış ve onlar arasında ki döngünün tutkusal bir bağ olduğu güzel bir bölüm yazmıştır.

İkinci bölümde, farklı mantığı ile hareket etmeyi kendine yaşam ilkesi edinen bir beyefendinin kendini farklı bir aşksal döngü içerisinde bulması ile alakalıdır. Mutlu bir evliliği olan bu beyefendiye genel manada bakıldığında mantığı sayesinde mutlu olduğunu ve duygusal hislere bağımlı kalmadığı görülür. Bir kadını görmesi sonucu mantığa aykırı bir şekilde hareket etmeye başlamıştır. Ofisinin önünden geçen bir kadına dikkat etmesi sonucu yıllar önce evlenmeden hemen önce rüyasında gördüğünü hatırlar. Kadın her gün aynı saatte ofisinin önünden geçer. Bir gün aynı saatte kadını gören adam koşarak yanına gider ve kadına konuşmak istediği önemli bir konu olduğunu ve ofiste konuşmak istediğini söyler. Kadının bu teklifi kabul etmesi üzerine ofise geçerler ve kadının tutkulu bakışları, duruşu, parfümünün kendine çekmesi ile adamın duyduğu heyecan çok daha fazla artmaya başlar ve artık mantığı adamı terk etmiş bir vaziyet alır. Rüyasından bahsetmeye başlayınca kadının da onu rüyasında gördüğünün anlatması ile bulundukları durum daha ilginç bir hal almıştır. Oda içerisinde bir anda sevişmeye başlayan bu çiftimizin tutkuları bir anda farklı bir boyuta geçer. Tutkulu davranan kadının yerini bir an da kaba ve farklı cümleler kullanan bir kadın almıştır. Adam yaşadığı şoktan bir türlü kurtulamıyordu. Bir an da bu fanteziyi anladığını ve artık parasını vermesi gerektiğini söylemeye başlamıştı. Parasını aldıktan sonra çıkıp yürüyen kadının arkasından hayal kırıklığı ile bakıyordu artık. Yaşadığı hayal kırıklı mantığı ile duygusu arasında savaş açmasını sağlamıştı.

İkinci öyküye geldiğiniz de bir otobüste geçmektedir. Yaşlı bir amcamızın genç bir adamın yanına oturması ve sohbet etmeye başlaması ile öykü başlar. Aralarında aşk konusu açılmıştır. Yaşlı adam aşkın bir bela olduğunu ve görücü usulü evliliklerin daha makbul olduğundan bahsetmeye başlamıştır. Lakin genç adam neden böyle düşündüğünü sormuş ve dedemiz anlatmaya başlamış. Musevi bir ailenin kızına âşık olmuştu. Din farkı, kültür farkı derken evlilik rüyalarında bile zor görünür olmuş. İshak Amca kızın babasıdır. İşi belli bir zaman sonra kötü gitmeye başlayınca kızı Florisi Yasef adında yaşlı ama zengin bir adama vermişler. Yaşlı adam babası ölünce kuyumcu dükkânının başına geçmiş ve kendini işlerine vermiş. Lakin Floris unutmasına izin vermek istemezcesine dükkâna gelip bilezik yaptırmak istediğini ve bitince eve getirmesini söylemiş. Göz alıcı bir bilezik yapıp evine götürmüş. Floris evine almış bu genç aşığı. Her gün Yasef çıkınca o da soluğu Florisin evinde almaya başlaması mahallenin diline düşmesine sebep olmuş. Yaşlı eşinin kulağına da gidince kimseyi kırmadan kavga çıkarmadan Halepin yolunu tutmuşlar. Genç âşık peşlerinden gitmiş lakin Floris evine başka bir erkeği aldığını görünce hayal kırıklığı yaşamış ve geri dönüp gitmiş. Mola olunca muavin yanına gelip Vakkas dedenin biraz sıkıntılı olduğunu ve âşık olduğu kadını ve eşini öldürdüğünden bahsetmiş.

Üçüncü öykü ise ellili yaşlarında Numan isimli bir adamın başından geçen talihsiz olayları anlatmaktadır. Evlenmemiş olan Numan Bey kadınları bir matematik problemi olarak tarif etmekte ve kadınları çözmek için farklı bir yöntem olduğunu düşünmektedir. Numan Beyin Müge adlı bir bayan ile tanışması, onunla evlenmesi kendinden 20 yaş küçük bir bayan ile çatışmaları ve yaşadığı vurgun, onun literatüründe çözemediği bir problemin hayatını nasıl etkilediğinden bahsediliyor. En sonunda ise öyle bir kadın seviyor ve her gün çiçekler götürüyor. Bu durumun adına ise Ahmet Ümit “Aşk Çözümsüz Bir Problemdir” olarak kitaba dökülüveriyor.

Arada geçen tüm hikâyeler de farklı hayatlar, sonu asla olmayan tutkular arasında ilerliyor ve bütün hikâyeler güneş, rüzgâr ve çiçekler arasında ki döngüler gibi ilerliyor.

Hikâyelerin arasında kitaba ismini veren ve son hikâye olan “Aşk Köpekliktir” isimli hikâye yer almaktadır. Ayşe isimli karakterin bir barda barmen ile konuşmalarından oluşan bir hikâyedir. Ayşe barmene olanı biteni ve aradığı aşkından bahsediyordu. Sonsuz sürecek aşkı ile bu barda tanışmışlardı. Ayşe’nin sonsuz aşkı Stefandı. Rafo barda bulunan barmendir. Stefan hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışan iki kişinin karşılıklı konuşmalarının ve kendilerini rahatlatmaya çalışmalarının hikâyesi anlatılmatadır. Stefan Ayşe’ye beş satırdan oluşan bir mektup ile veda etmiştir. Stefan o barda şarkı söyleyen biridir ve bir kadın için buraya gelmiştir. Aradığı kadın Ayşe’ye çok benziyordu ve Ayşe ile ilişkileri bu doğrultuda başlamıştı. Stefanın aslında oldukça farklı bir aşka tutulduğu ve bir seri katili araması ile başlamıştı bu durum. Stefan hem bir polis hem de müzik ile uğraşan bir adamdı. Kadının küçük yaştan itibaren hayatı çok zor olmuş ve kötü insanlar seri katil doğurmuştu artık. Tatilde iken babasının öldürülmesi, annesinin ve kendisinin tecavüze uğraması sonucu kendini hayattan ve kaderden intikam almaya sürüklemişti. Lakin bu durumu yenip Stefan’a geri dönmesi ile Ayşe’nin kötü günleri başlayıp her gece bu bara gelerek onu aramaya başlatmıştı. Sahibini arayan bir köpek gibi hala bu aşkın peşinden ilk tanıştıkları noktaya geliyordu. Ayşe, Stefanı, Stefan ise başka bir kadının peşinde ki üzüntü dolu bir aşk hikâyesini sizlere sunmaktadır.

Ayşe, Rafo, Stefan ve gizemli kadın dörtlüsü bulunuyor hikayede. 9 yaşındayken annesi ve babası tekneye gelen korsanlar tarafından öldürülen gizemli kadın, kızıl saçlı bir korsan tarafından cinsel saldırıya uğruyor. Babaannesinin himayesi altına giren kız, bir partide karşısına çıkan kızıl saçlı oğlan tarafından da cinsel tacize uğruyor. Yaşadığı iki travmada da kişilerin kızıl saçlı olması geçmişteki hislerinin canavarlaşmasana sebep oluyor. Ve bu kadın artık seri katil olup karşısına çıkan tüm kızıl saçlı erkekleri öldürüyor. Bu gizemli kadını yakalamakla görevlendirilen kızıl saçlı polis Stefan ise kadına aşık olmaktan kendini alıkoyamıyor. Sevgilisini terk ederek bu gizemli kadınla bilinmezliğe doğru yol alıyor.

Patasana (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Patasana

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Gaziantep yakınlarıdaki Antik Hitit kentinde bir kazı. Üç bin yıl önce yazılmış tabletler. Tabletlerin bulunmasıyla başlayan cinayetler. Yazman Patasana'nın itirafları. Parlak güneydoğu güneşinin altında karanlık sırlar... Hititlerin tükenişi, Asurlular... Osmanlının son dönemleri, Ermeniler... Günümüz Türkiyesi, Kürtler... Akan kardeş kanı... Bu toprakların değişmeyen yazgısı: Şiddet ve aşk... Bu topraklardaki kanlı tarihe bir ağıt... Bu toprakların zengin kültürüne bir güzelleme...

"Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım. Tanrıların korkak haline getirdiği bir alçak. Alçakların en acınacak olanı, en tiksinti vereni. Yüreğini dalkavukluk, aklını düşmanlıkla besleyen sinsi bir saray yazmanı. Bedenine sinmiş soylu nefretini, görkemli giysilerin yüzündeki derin acıyı, tunçtan daha katı bir mutluluk maskesinin ardına gizleyerek Hatti kralının emrine koşan ikiyüzlü bir tören adamı. Sevdiği kadın, aşkı uğruna ölürken, kralına bağlılığın vakarıyla ellerini göğsünde kavuşturarak sessiz kalmayı seçen, yeryüzünün en onursuz erkeği. Erkeklerin yüz karası. Aşkı için ölmenin yüceliği yerine, sarayın taş duvarlarında büyüyen kendi değersiz varlığının görkemli gölgesine sığınmaktan çekinmeyen, sefihlerin en rezili. Ben ölüler içinde yüzen, ben, tanrılar tarafından alnına, 'Sonsuza kadar acılar içinde kıvranacaktır,' yazılan Saray Başyazmanı Patasana."

Kitabın Özeti :

Ahmet Ümit, Patasana'da Hititler döneminde yaşanan iç çatışmalarla Türkiye’nin son yirmi yılda tanık olduğu kanlı bir dönemi anlatıyor. Romanı için seçtiği konu ve karakterleri bir söyleşisinde şöyle anlatıyor yazar: "Ben benliğinde kazı yapacağım kişilerimi seçerken, baştan belirlediğim içeriğe uygun tipler seçtim. Yani Yüzbaşı Eşref, Kürt gerilla lideri Cemşid, Vietnam gazisi Timothy, korucubaşı Düzgün gibi bir dönem şiddet uygulamış tipler ya da şiddete tanıklık edecek, buna tepki verecek Esra, Elif ve diğer kişilikler. Ama bu kişilerimi yalnızca anlatacağım konuyla sınırladığım düşünülmesin. Onları yaşayan, olaylara müdahale eden, hatta zaman zaman yazarı bile takmayan güçlü, çelişkiler içindeki karakterler olarak anlatmaya çalıştım. Onların yaşayan kişilikler olması çok önemliydi, çünkü hemen hepsi bir arkeoloji kazısı sırasında bir araya gelmişti. Bir yanıyla yaptıkları iş nedeniyle bilimsel tartışmalar yaparken bir yanıyla da yaşamın gündelik, basit gereksinimlerini tartışıyorlardı. Banyo sırası gibi, yemeğin ne olacağı gibi, futbol maçına gitmek, Fırat'ta yüzmenin halkın tepkisini çekmesi gibi. Burada şunu da söylemeliyim ki bir karakteri anlatabilmenin –yaratabilmenin– olanakları yaşamın kriz anlarından, ya da trajik durumlardan çok gündelik olanın, her gün tekrarlanan sıkıcı davranışlarında daha fazladır. Kuşkusuz kahramanınızın, psikolojik profilini en iyi, gündelik yaşamla, kriz anlarındaki davranışın birliği içerisinde ortaya serebilirsiniz. Ama gündelik yaşamı anlatabilmek hem çok zordur hem de çok önemlidir. Belki de kriz anlarındaki kesintiyi, coşkuyu, heyecanı anlatabilmeniz için basit yaşamı anlatmanız gerekir."

"Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım." diye başlar Patasana'nın tabletleri. Kitaba adını veren Patasana, Hitit döneminde yaşamış bir saray başyazmanıdır.

Kitap, bir arkeolog grubunun Antep'e kazı için gelmesi ve çevrelerinde gelişen gizemli cinayetleri konu alır.

Tabletlerde Patasana adlı Hititli saray başyazmanının çocukluğundan itibaren yaşadığı belli başlı olayları, aşkını ve kinini tarihi olaylarla birlikte içten bir biçimde anlatır. Tabletleri gizlice yazmasının nedeni saray yazmanlarının kralın bilgisi dışında ve devleti küçük düşürebilecek yazılar yazamamalarıdır.

Arkeologların öyküsünün anlatıldığı bölümün baş kahramanı Esradır. Kazının sorumlusu olan Esra adlı arkeolog olayları anlatan ve yorumlayan zaman zaman okuyucuyu yönlendiren bir karakterdir. Tabletlerin yer aldığı bölümlerin baş kahramanı ise Patasanadır. Adeta günlük tutarcasına yazdığı tabletlerde önemsiz gibi gözüken ama onu bulan arkeologlarca çok değerli olan olaylar anlatmıştır. Onu tabletleri yazmaya sürükleyen kendisini suçlu hissetmesidir. İçinde kendisini kötü sıfatlarla değerlendirdiği tabletleri yazma amacı ise insanlar arası kötülüğün, ölümlerin, savaşların bitmesidir.

Esra'nın başkanı olduğu Bernd, Timothy, Teoman, Murat, Kemal ve Elif'ten oluşan yedi kişilik bir kazı ekibi, Antep'teki kazı çalışmaları sırasında Patasana'nın tabletlerini bulmaya başlarlar. Bu tabletler, dünyanın en eski yazılı kaynaklarıdır ve yazman Patasana'nın yaşam öyküsünü anlatır. Lakin tabletlerin bulunduğu yer, köylülerin yatır olarak inandığı Kara Kabir'in yalnızca yirmi metre ilerisindedir ve köy halkı bundan oldukça rahatsız olur. Nitekim köyün yaşlılarından olan Hacı Settar'ın caminin minaresinden aşağı atılarak öldürülmesini de Kara Kabir'in rahatsız edilmesine yorarlar. Kazı ekibi başkanı Esra, bu olaydan oldukça rahatsız olur ve üzülürler. Katili bulmada onlara Yüzbaşı Eşref yardım eder. Bu olaylar devam ederken, Esra ile Eşref arasında duygusal bir yakınlaşma olmuştur.

Kazı çevresinde gelişen ikinci cinayet ise köy korucusu ve ileri gelen aşiretlerden birinin reisi Cemşit Ağa'nın kafasının kesilip kucağına oturtulması olmuştur. Bu olay karşısında şaşkına dönen kazı ekibi, köylülerin cinayeti yine Kara Kabir'in lanetine bağlayacaklarından korktuğu için katili aramaya başlarlar.

Bir akşam yemek yedikten sonra çardakta çay içerken, kazının fotoğrafçısı Elif'in ayağını akrep sokar. Bunun üzerine Elif'in sevgilisi aynı zamanda arkeolog Kemal ve Esra onu hastaneye götürürler. Götürdükleri hastane başhekimi Timothy'in yakın arkadaşı David olan Amerikan Hastanesi'dir. David onlara çok yardımcı olur ve Elif'e ilk müdahaleyi yaptıktan sonra Esra'yı odasına bir şeyler içmeye davet eder. Sohbete sırasında David, babasının bundan tam yetmiş sekiz yıl önce bu cinayetlere benzer üç cinayetin işlendiğini hatırladığını söyler. Nitekim Papaz Kirkor önceden kilise olan caminin çan kulesinden aşağı atılmış, Ohannes Ağa kafası kesilerek kucağına oturtulmuş, bakırcı ustası Gabo dükkanındaki kirişlerden birine asılmıştır. Buna çok şaşıran Esra, katilin yetmiş sekiz yıl önce işlenen cinayetlerin intikamını aldığını tahmin eder. Bu tahminini Yüzbaşı Eşref'e de söyler ama Eşref cinayetlerin terör örgütünün işlediği kanısındadır.

İşlenen üçüncü cinayet ise bakırcı ustasının oğlunun asılması olur. Bunun üzerine Esra'nın tahminleri kesinleşir. Ama Patasana'nın tabletlerinin dünyaya duyurulacağı basın toplantısına çok az bir süre kaldığından bu cinayetin üzerinde fazla durmazlar. Basın toplantısının yapılacağı sabah erkenden kalkarlar. Niyetleri erkenden Antep'e gitmektir. Ama Kemal ortada yoktur. Erkenden dışarı çıkmış ve dönmemiştir. Kemal'in Elif'le aralarının iyi olmadığı için biraz uzaklaşmak istediğini tahmin ederler. Tam yola çıkacakları sırada, Yüzbaşı Eşref çıkagelir. Yüzü asık ve oldukça üzgündür. Kemal'in ölü bulunduğunu haber verir. Bütün kazı ekibi bu haber karşısında yıkılır. Ama en çok etkilenen Esra ve Elif olmuştur. Esra üzüntüden etrafındakileri suçlamaya başlar. Özellikle Bernd'i suçlar çünkü bir gece önce Kemal'le tartışmışlardır. Her şeye rağmen basın toplantısına giderler. Basın toplantısında yapılan konuşmalar sırasında katil açığa çıkar ve hikaye son bulur.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...