25 Kasım 2019 Pazartesi

Sırça Köşk (Sabahattin Ali) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Sırça Köşk

Kitabın Yazarı : Sabahattin Ali

Kitap Hakkında Bilgi :

1947 yılında yayımlanan Sabahattin Ali’nin birkaç kısa öyküsünden ve “büyüklere masallar” şeklinde tabir edilebilecek masallarından oluşan Sırça Köşk, dönemin devlet yönetimine ve düzenine eleştirel bir bakış sunmaktadır. Kitap, bir dönem yasaklı kitaplar arasında bulunmuştur.

Kitaptaki öykülerden ve masallardan birkaç örnek:

“Can Kurtaran” adlı öyküsünde yazar, kaderine boyun eğmiş bir kadının hikayesini anlatıyor.

“Bir akşam üzeri Anadolu köylerinden birindeki küçücük bir kulübeden canhıraş çığlıklar yükselmektedir. Doğumunu bir türlü gerçekleştiremeyen Asiye, ikindiden beri deyim yerindeyse ölümden beter doğum sancıları çekmektedir. Köyün ebesi bir şey bulamamış, komşu köyün ebesini de çağırtmıştır. Asiye'nin kocası İbrahim ise, çaresizliğin verdiği ağır başlılıkla, evin kapısı önüne çökmüş, bir haber beklemektedir. Komşu köyün ebesi içeri girdiğinden belli ise kızın çığlıkları iyice artmıştır. Sonunda iki ebe birden dışarı çıkar ve İbrahim'e doğumu gerçekleştiremediklerini, kızı şehire götürmesi gerektiğini, yoksa bebeğin de anasının da öleceğini söylerler. İbrahim de çaresiz öküz arabasının arkasına attığı döşek ve yorganın üstüne gencecik karısını da koyar ve yollara düşer. Sabaha karşı hastaneye vardığında ise ümidi iyice kırılmıştır. Çünkü alanı olmadığı halde birçok ameliyat yaptığı için daha önceden şehirdeki özel muayenehanenin sahibi, Doktor Mutena Cankurtaran tarafından şikayet edildiğinden, ameliyat yapamayacağını söyler. Ne kadar yalvarıp yakarsa, oraya verecek parası olmadığını söylese de, doktoru ikna edemez. Bunun üzerine Asiye'yi aldığı gibi Mutena Cankurtaran'a götürür. Fakat bu doktor da çok para istemektedir. Doktorla bir kağıt imza atarak Asiye'yi hemen ameliyata almalarını, öküzlerden birini satıp döneceğini söyler.
...

Döndüğünde bebeğinin öldüğünü, karısının ise iyi olduğunu öğrenir. Fakat doktor ölü bebeği çıkardığı için de ayrıca para istemektedir. İbrahim diğer öküzü, arabayı ve hatta içindeki yatak yorganı da satar ama parayı birleştiremez. Doktor Mutena Cankurtaran da Asiye'yi İbrahim'e vermez. Asiye hasta haliyle muayenehanede çalışmaya, geceleri ise pis bir döşekte yerde yatmaya başlar. İbrahim sürekli gidip gelmekte, karısını almak için elinden geleni en iyisi yapmaktadır. Fakat doktor nuh der peygamber demez. Sonunda bir gün canına tak eden İbrahim doktorun karşısına çıkar ve Asiye'nin hayrını görmesini, köyde başka kadın mı olmadığını söyler. Sinirle kapıyı çeker ve çıkıp gider. O sırada doktorun kapısına sinmiş ağlayan Asiye'yi görmemiştir bile. Asiye, gece yarısı ağlayarak hastaneden kaçar ve yalınayak köyün uzun yolunu tutar. Bir yandan ağlayıp, bir yandan İbrahim'in sözlerini tekrar etmektedir: “Bana köyde karı yok, a!" Bu sırada açılan yarasından oluk oluk kan akmaktadır. Sabaha karşı köylüler onu bulduğunda, çoktan ölmüştür.”
...

“Namuslu adam kalmamış bu dünyada iki gözlüm. Müslümandır, namazında, orucundadır, hakkımızı yemez diyorduk ama; biz onun hatırını saydıkça o, bizim tepemize bindi. Eh, artık çoçuk değiliz , yemiyoruz bu numraları, değil mi ya ? ... Bak, anlatayım sana başindan da, bana hak ver. Mektebi biteremedi peder ne kadar gayret ettiyse olmadı işte. Binbaşiydı kendisi... Süvariydi ama , avantanın yolunu bulurdu. Adanadolu’yu gezdik, dolaştık, her yerde paşa çoçuğu gibi yaklaştık. Hangi okulda olsa, imtihana yakın peder, öğreretmelerle bir konuşur , meseleyi yoluna kordu. Askerlikle ilgili olmayan hoca vcar mi? Neyse efendim, İstanbul’a naklolduk. Güya pedere lütfetmişler... Arada bizim tahsil yandı. Pederin öğretmenlere sözü geçmez oldu. İstanbul’da binbaşıya kim bakar? Paşalar bile ürketmeden sayılmıyor. Ne demiş hani : ‘’ Kim ipler Yalova Kaymakamını! ‘’ değil mi ya... iki sene üst üstte çaktık. Belgeli olduk. Hususi liseye devam edecektim, peder emekliye ayrıldı, erdesi sene de sizlere ömür. Biz de üsküdar’da, toptaşı’na yakın ahşap bir ev bıraktı. Arkasından hemşire bir bobstil koca buldu, aldı başina gitti. Biz kaldık mı valde ile... Evin masrafı var, bizim giyimimiz var ; kahveye çıkıyoruz , birkaç arkadaş saza, pilaja, gidecek oluyoruz. Babamın zamanındaki pokerlerden vazgeçtim hani kahvede birer çayına tavla tavla bile oynayamaz olduk. Pederin Malata Şube Reisliği zamanında valdeye aldığı bilezikler, siirt kilimleri, Avanos halıları birer birer yürüldü. Kocakarı dır dır eder, ‘’ oğlum, bir iş tutmayacak mısın, halimiz ne olacak? diye.” - Hakkımızı Yedirmeyiz!

Sabahattin Ali – Sırça Köşk Kitabındaki Öyküler ve Masallar

ÖYKÜLER : Portakal, Beyaz Bir Gemi, Katil osman, Böbrek, Cıgara, Millet Yutmuyor, Bahtiyar Köpek, Çilli, Dekolman, Hakkımızı Yedirmeyiz!, Cankurtaran, Çirkince, Kurtla Kuzu

MASALLAR : Bir Aşk Masalı, Devlerin Ölümü, Koyum Masalı, Sırça Köşk

Kitabın Özeti :

Sırça Köşk

Hayatta kendini uyanık sana üç arkadaş kafa kafaya verip güzel bir şehire giderler. Bu şehirde insanlar çok çalışıp didinir, belli bir kalitede standartta yaşarlar. Bu güzel şehirde nasıl çalışmadan yaşaya biliriz ve bu insanlar bizi yadırgamaz içlerine alırlar? diye düşünürler. Aralarından birinin aklına parlak bir fikir gelir. Güzel şehrin çarşısına inerler ve sürekli hayretler içinde kalmış ve şaşkın bir ifade ile Allah Allah diyerek etrafta dolanırlar. Şehirde ki insanlar meraklanıp artık sorarlar, neye şaşırıyorsunuz? Cevap olarak bu şehrin Sırça Köşk’ünün olmamasına derler.

Şehirdeki insanlar karar verir, diğer şehirlerden bir eksikleri olmadığını ve bu Sırça Köşk için her şeyi yapmalarına razı olduklarını söylerler. Bu uyanık üç arkadaşın planı tutmuştur. Yanlarında çalışacak insanlar da tutmuşlardır. Köşkü yapıp hatta üstüne kat çıkmışlardır. Köşkü sonunda bitirmişlerdir. İnsanlar Sırça Köşk’e geldiğinde sorular sorduğunda her şeye bir cevapları vardır. Bu yalan cevaplara ne yazık ki halkta inanır. Köşke yerleşen çalışmak istemeyen insanların vasıflarını bile söylüyorlardı. Döşek yamağının yamağı diyerek yaşamaya başladılar. Köşkte bu kadar insan çalışmadan her şeyi halktan temin ediyordu.

Halkın elindeki her şeyi sömüren Sırça Köşk sakinleri halkın elinde kalan artık son koyunları da kebap yapmak için ister. Gelen koyunların kellelerinden üç tanesini halka verir. Kellenin birinde beyin, birinde göz ve birinde dil yoktur. Halk bunu sorunca siz becerip yiyemezsiniz ihtiyacınız yok gibi şeyler söylerler. Artık canından bezen bir adam kelleyi Sırça Köşk’e fırlatır. Halk bir bakar ki yıkılmaz denen sağlam gördükleri Sırça Köşk’te bir delik açılır. Diğer kelleri de atarlar, sonra Sırça Köşk tuzla buz olur. Yıkıntıları da toplanır ve halk eski yaşantısına devam eder. Sırça Köşk’ün gereksiz olduğunu anlarlar.

Masalın kıssadan hisse cümlesinde der ki; “Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa,onu yıkılmaz,devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuz buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.”

***
Cankurtaran adlı öyküsünde yazar, kaderine boyun eğmiş bir kadının hikayesini anlatıyor.

Bir akşam üzeri Anadolu köylerinden birindeki küçücük bir kulübeden canhıraş çığlıklar yükselmektedir. Doğumunu bir türlü gerçekleştiremeyen Asiye, ikindiden beri deyim yerindeyse ölümden beter doğum sancıları çekmektedir. Köyün ebesi bir çare bulamamış, komşu köyün ebesini de çağırtmıştır. Asiye'nin kocası İbrahim ise, çaresizliğin verdiği ağırbaşlılıkla, evin kapısı önüne çökmüş, bir haber beklemektedir. Komşu köyün ebesi içeri girdiğinden beri ise kızın çığlıkları iyice artmıştır. Sonunda iki ebe birden dışarı çıkar ve İbrahim'e doğumu gerçekleştiremediklerini, kızı şehire götürmesi gerektiğini, yoksa bebeğin de anasının da öleceğini söylerler.

İbrahim de çaresiz öküz arabasının arkasına attığı döşek ve yorganın üstüne gencecik karısını da koyar ve yollara düşer. Sabaha karşı hastaneye vardığında ise ümidi iyice kırılmıştır. Şehirdeki özel muayenehanenin sahibi ameliyat yapamayacağını söyler. Çünkü alanı olmadığı halde birçok ameliyat yaptığı için daha önceden Doktor Mutena Cankurtaran tarafından şikayet edildiği ssöyler. Ne kadar yalvarıp yakarsa, oraya verecek parası olmadığını söylese de, doktoru ikna edemez. Bunun üzerine Asiye'yi aldığı gibi Doktor Mutena Cankurtaran'a götürür. Fakat bu doktor da çok para istemektedir. Doktorla bir kağıt imzalayarak Asiye'yi hemen ameliyata almalarını, öküzlerden birini satıp döneceğini söyler.

Döndüğünde bebeğinin öldüğünü, karısının ise iyi olduğunu öğrenir. Fakat doktor ölü bebeği çıkardığı için de ayrıca para istemektedir. İbrahim diğer öküzü, arabayı ve hatta içindeki yatak yorganı da satar ama parayı denkleştiremez. Nitekim Doktor Mutena Cankurtaran da Asiye'yi İbrahim'e vermez. Asiye hasta haliyle muayenehanede çalışmaya, geceleri ise pis bir döşekte yerde yatmaya başlar. İbrahim sürekli gidip gelmekte, karısını almak için elinden geleni yapmaktadır. Fakat doktor Nuh der peygamber demez. Sonunda bir gün canına tak eden İbrahim doktorun karşısına çıkar ve Asiye'nin hayrını görmesini, köyde başka kadın mı olmadığını söyler. Sinirle kapıyı çeker ve çıkıp gider. O sırada doktorun kapısına sinmiş ağlayan Asiye'yi görmemiştir bile. Asiye, gece yarısı ağlayarak hastaneden kaçar ve yalınayak köyün uzun yolunu tutar. Bir yandan ağlayıp, bir yandan İbrahim'in sözlerini tekrar etmektedir: “Bana köyde karı yok, a!" Bu sırada açılan yarasından oluk oluk kan akmaktadır. Sabaha karşı köylüler onu bulduğunda, çoktan ölmüştür.

Galata’nın Tembel Martısı (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Galata’nın Tembel Martısı

Kitabın Yazarı : Behiç Ak

Kitap Hakkında Bilgi :

Her yaştan okurun belleğinde silinmez bir yer edinen sanatçı Behiç Ak, “Gülümseten Öyküler”inin yedincisinde, kentlerde insanların öteki canlılarla bir arada yaşayabilmeleri, onların yaşam hakkına saygı göstermeleri üzerine düşündürüyor. İstanbul’un tarihsel simgelerinden Galata Kulesi’ni merkez alan öykü, mahalle kültürünü yansıtırken, sosyal sorumluluğun küçük bir toplulukta nasıl filizlendiğini de anlatıyor. İletişimi kolaylaştıran teknolojik olanakların, bir yandan insanı nasıl yabancılaştırdığına, bilgi kirliliğine yol açtığına ve sosyal paylaşım ağlarının “sanallığına” da değinen öykü, eşsiz bir kent masalı.

Ağabeyi Emre’nin tersine, Hülya’nın internetle de teknolojiyle de işi yoktu. Hayvanların dilinden anlar, mesajlarını bile güvercinlerle iletirdi o. Komşu oldukları Galata Kulesi’nde onarım başlayacağını, kulenin çepeçevre bir inşaat perdesiyle kapatılacağını öğrenince, çok endişelendi. Çünkü, kulenin taşları arasında ebabil yuvaları vardı. Ebabil yavrularını kurtarmak için el ele veren iki kardeş, belediyeye dertlerini anlatabilmek için çeşitli yöntemler düşündüler. Peki ya mahallenin martısı Murteza, yavruları kurtarmak için yerinden kıpırdayacak mıydı acaba?..

Kitabın Özeti :

Galata'nın Tembel Martısı on yedi bölümden oluşur. Kitap konu olarak hayvan sevgisi, çevre duyarlılığı ve teknolojinin doğru kullanımı gibi pek çok konuya değinir.

Fizik öğretmeni Rafet Bey ve veteriner Sevgi Hanım evlidir. Baba Rafet Bey, gününün büyük bir bölümünü Galata Kulesi’ne bakan odasında kitap okuyarak geçirir. Anne Sevgi Hanım ise Tırmık adlı muayenehanesinde, şeker hastası kedileri, kanadı kırık yavru martıları, yaralı balıkları, kalbi kırılmış köpekleri tedavi eder. Emre adında bir oğulları ve Hülya adlı bir kızları vardır. Emre ile Hülya birbirlerinden oldukça farklıdır. Emre adeta teknoloji bağımlısı olan ve babasının fizik bilgisinden de yararlanarak icatlar yapan bir çocuktur. Hülya ise abisinin aksine teknolojiden uzak, hayvanlara yakın bir çocuktur. Bütün hayvanlarla özellikle de kuşlarla arası çok iyidir. Dört tane güvercini vardır ve gerektiğinde çeşitli yerlere, güvercinleriyle mektuplar yollar. Birbirinden çok farklı bireylerden oluşan bu aile Galata Kulesi'nin karşısında bir evde oturur.

Rafet Bey bir gün sevinçle çocuklarına, eski bir arabada yaşayan çiçekçi Oktay Bey'in Konya'ya gidip akrabalarıyla yaşayacağını söyler. Ama Hülya babasının aksine bu habere neredeyse hiç sevinmez. Çünkü Oktay Bey giderse, Oktay Bey'le yaşayan tembel martının yapayalnız kalacağını bilir. Rafet Bey ayrıca Galata Kulesi'nin onarılacağını ve bu onarım sırasında güvenlik için kulenin etrafına koruyucu tül gerileceğini de söyler. Durumdan zaten haberdar olan Hülya bu haberden de hiç hoşlanmaz. Çünkü bu tül Galata Kulesi'ne yuva yapan ebabil kuşlarının yuvada kalan yavrularını beslemesine engel olacaktır. Böylece aç kalan yavru ebabil kuşları bir iki gün içinde ölecektir. Bu duruma engel olmak için ise tülün kaldırılması gerekir. Tülün kaldırılmasını sağlamak için hep birlikte onarım çalışmasında görevli mimarla görüşürler. Ama ilk işinin heyecanı içinde olan mimar, bu durumu pek ciddiye almaz.

Bunun üzerine Rafet Bey belediyeye gider. Ama saatlerce pek çok kişiyle görüşmesine rağmen tülün kaldırılmasını sağlayamaz. O, belediyede çözüm ararken Emre ve Hülya da internet yoluyla çözüm ararlar. Emre binlerce kişiyi bu durumdan haberdar eder. Ama bu da tülün kaldırılması için çözüm olmaz.

Ertesi gün açlığa ve susuzluğa dayanamayan ilk yavru ebabil kuşu kuleden düşerek ölür. O sırada üzüntüyle ölen kuşa bakan Hülya başka bir kuşun da düştüğüne şahit olur. Ama bu kez düşen kuş henüz yaşadığı için kuşu hemen annesinin veteriner kliniğine götürür. Ölü kuşu da yolda karşılaştığı mimarın avucuna koyar. Böylece mimar ne kadar büyük bir hata yaptığını anlayarak harekete geçer. Ama bu kez de yetkililer mimarı dikkate almaz. Böylece Hülya güvercinlerini çağırır ve ölü kuşu belediyedeki bir yetkilinin görmesini sağlar. Ölü kuşu gören yetkili durumun ciddiyetini anlar ve tülün kaldırılmasını sağlar. Böylece yavru ebabil kuşları kurtulur.

Hülya sevinçle normal hayatına dönünce Oktay Bey'in gidişi ve kim olduğu belli olmayan garip adamla ilgilenmeye başlar. Oktay Bey hakkında haddinden fazla şey bilen bu adam Hülya'yı çok meraklandırır. Sonunda Hülya, bu adamın Oktay Bey'in ta kendisi olduğunu anlayınca ona, neden kılık değiştirdiğini sorar. Böylece Oktay Bey'in küçük bir martıyı beslediğini ve bu yüzden martı ailesinin ona düşman olduğunu öğrenir. Oktay Bey'in aslında hiçbir yere gitmediğini, sadece kendisini nerede görse saldıran martılardan kurtulmak için sürekli kılık değiştirdiğini anlar. Bu yüzden de Oktay Bey'e yardım etmek ister.

Hülya, Oktay Bey'in martılardan kurtulması için artık uçmayı bile unutan tembel martının diğer martıların arasına karışması gerektiğini düşünür. Düşüncesini Oktay Bey'le ve abisi Emre'yle paylaşır. Emre bu sorunu çözebileceğinden emin olarak bir araç tasarlar. Uçak şeklindeki aracın alt kısmında iki tane kıskaç bulunur. Emre uzaktan kumanda ile yönettiği aracıyla tembel martıyı yakalar ve aracı biraz yükseltip martıyı bırakır. Her gün yeniden yakaladığı martıyı sürekli biraz daha yukarıdan bırakmaya başlar. Sonunda tembel martı eskisi gibi uçar ve diğer martıların arasına karışır. Tembel martı diğer martıların arasına girince Oktay Bey de martılardan kurtularak eski haline döner.

Tanrı Misafiri (Reşat Nuri Güntekin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Tanrı Misafiri

Kitabın Yazarı : Reşat Nuri Güntekin

Kitap Hakkında Bilgi :

'Tanrı Misafiri'; Reşat Nuri Güntekin'in Türkiye toplumunun her kesiminden eşsiz insan manzaralarını ustalıkla sunduğu hikâyelerini kapsar. Hikâyelerin adları bile yazarın geniş yelpazesi hakkında fikir vericidir: Tanrı Misafiri, Yaseminli Yuva, Deniz Banyosu, Münzevinin Esararı, Yanakları Taksimi, Gece Ziyaretçileri, Su Çekme ve Bulaşık Yıkama, Şapka Duası, Bir Aile Meselesi, Medeni ;Günahlar, Bir İstifa, Bir Centilmen, Porselen Çay İbriği, Hatıra Defteri, Kesatlık, Bir Modern Genç Kız, Sinema, Çocuk ve Sokak, Biçilmiş Kaftan, Bir Artist, Diplomasız Doktor, Hasta Çocuk, Bir Gümrük Kaçakçılığı.

Kitabın Özeti :

Tanrı Misafiri:

Hoca Ali Efendi, Bursa’daki konağında mangal başında, ak­şam kahvesini içerken kapı çaldı. Gelen kişi kendisini Muğ­la’dan Hoca Ali Efendi’nin arkadaşı rahmetli Hacı Hafız’ın oğlu Hafız İlyas olarak tanıtınca, içeri buyur edildi. Hafız İlyas, kendi­sine gösterilen sedire oturmayıp, kapının dibindeki bir şilteye usulca ilişiverince, Hacı Ali Efendi, iki gün evvel belediye mecli­sinde medreseden yetişenler aleyhinde söylenen sözleri hatırla­yıp:
“….Herifler, dedeniz yaşında adamlara karşı, bacak bacak üstüne atıp ötmesini bilirsiniz. Gelin de gözlerinizle görün… Medresede oku­muş adamın terbiyesi bakalım hanginizde var?” diye söylendi.

Hoca Alî Efendi’nin babası zamanında konaklarında çifter çifter kazanlarda yemekler pişirilir, gelene gidene yedirilirdi. Hacı Hafız’ın da babasının yanında önemli bir yeri olduğu için, onun oğlunu da sevinerek misafir etmişti. Üstelik öğrendiğine göre, rahmetli nefesini de oğluna vermişti.

Ertesi sabah, ezan vakti, ev halkı dik bir sesle uykudan uyandı. Hafız İlyas, bahçedeki çardağın altına oturmuş, Kur’an okuyordu. Gün boyunca yerinden kalkmadı. Usulünce isteyip, dört öğün yemeğini de yedi. Ancak, aradan günler geçiyor, Hafız Efendi yiyip içip, bah­çede Kur’an okumaktan başka bir şey yapmıyordu. İstanbul lafını ağzına dahi almıyor, gitmek için en ufak bir hazırlıkta bulunmuyordu. Üstelik, ziyaretçileri de çoğalmıştı. Hacı Ali Efendi, zaman zaman laf dokundurup, ağzından ne zaman gidece­ğini öğrenmeye çalışıyordu, ancak öteki oralı bile olmuyordu.

Hacı Ali Efendi, her cuma, bahçesiyle uğraşmayı çok severdi. Bir cuma sabahı, bahçenin bir köşesinde yetiştirdiği nadide salatıkların olduğu yere gidince, hayret ve dehşetten donakaldı. Bahçenin o bölümünden kasırga geçmiş gibiydi. Kasırga sadece yerdeki salatalıkları değil, ağaçlardaki ham meyveleri dahi silip süpürmüştü. Hafız İlyas, başına gelecekleri anlayınca hemen na­maza durmuş, ara vermeden yüzlerce rekat kılmıştı. Hafız, son zamanlarda evin içinde sessiz sessiz dolaşmaya, öte beriyi karıştırmaya, kapı deliklerinden gözetlemeye de başla­mıştı. Bu da yetmezmiş gibi, evin kızını da evlenmek için gözüne kestirmesin mi? Artık, her fırsatta Arzu ile Kamber, Köroğlu ile Ayvaz masallarından alınmış beyitler okuyarak aşkını ilan edi­yordu. Artık dayanacak hal kalmamıştı. Nihayet, Hacı Ali Efendi Hafız’a İstanbul’da bir iş bulmuş. İşi sağlama bağlamak için, vapur ve tren biletlerini almış, trene bindirmişti. O günü bayram ilan edip gelip evde uyumuştu ki, komşusundan Hafız’ın vapur iskelesinde biletlerini bağıra bağıra satmaya çalıştığını duyunca, evdekilere hemen evi terk etip, kaplıcalara gitmeleri talimatını verdi. Eve bekçi bıraktıkları Elif'e de Hafız gelirse asla kapıyı açmamasını emretti.

Ancak, Hafız gece gelip, bırak yalvara yalvara kapıyı açtır­mayı, üstüne ütlük bir de Elif'le de işi pişirir. Hacı Ali Efendi, Kaplıcada iken bir komşusundan Hafız’ın evde olduğunu öğre­nince, o hırsla giyinir ve eve gelirler. Hafız ve Elif çifte kumrular gibidirler Neticede, Hafız güzel bir dayak yer ve hastanelik olur. Elif'i de kovarlar. Bu arada, komşular da, Tanrı Misafirini döv­düğü için, Hacı Ali Efendi’yi sesli, sessiz kınamışlardır. Ancak Hafız’dan çekecekleri çile ise daha bitmemiştir.

Sabah, bir sedyede Hafız, yanında polis, yanında muhtar, evin kapısına dikilmişler ve rica minnet Hafız’ı şikâyetçi olmaktan vazgeçirdiklerini, ancak fukaranın kalacak yeri olmadığı için, orada barınacak bir yer vermelerini istiyorlardı. Çaresiz başa ge­len çekilecekti.

Hacı Ali Efendi, hemen evi terk edip, başka bir vilayette iş ayarlamak için yollara düşmüştü. Başka türlü bu Hafız’dan kur­tulmanın mümkünü yoktu…

Yaseminli Yuva:

Harp zengini Hacı Fazıl’ın o gece yine evi düğün evi gibi kalaba­lıktı. Piyanist Rasim, Şair İnayet’i izliyordu. Belli ki, yine yeni bir av peşinde idi. Biraz konuşunca, niyetinin yukarıda kumarda daima kaybeden Azize Hanım’ı elde etmek olduğum açıkladı. Piyanist Rasim’de asıl peşinde koşulacak olan kadının Müeyyet Bey’in eşi, Pakize Hanım olduğunu söyleyince, birlikte bir plan yaptılar.
Böylece İnayet, yavaş yavaş Pakize Hanım’ı sağdan soldan aşırdığı mısralar ve acıklı hikâyelerle kendi atmosferine çekmeyi başarır. Kadıncağız, şaire yaklaştıkça, evdeki kocasından uzak­laşmaktadır. Yalnız, Müeyyet Bey, işin içerisinde, karısını baştan çıkarmaya çalışan üçüncü bir şahsın olduğunu anlamıştır.

Bir gün Müeyyet Bey, evine geldiğinde, eşinin “Gel bugünü boyayalım” diye kendisine hitap ettiğini görünce, artık dayanamaz ve eşine: “Pakize, sen, dürüst ve sade bir kadınsın… Etrafındaki müna­sebetsizliklere uyma… Bu yavan, zevzek şairaneliklerin altında ne çirkin hakikatler gizlendiğini bilmezsin. ‘Renksiz günleri boyamak’tan kastedi­len, senin gözünü boyamak, beni yaldızlamak… Aman ayağını sıkı bas Pakizeciğim” diye ikaz etmek zorunda kalır. Kendi kendine de, İnayet Seza’yı sıkı takip etmeye karar verir.

Piyanist Rasim, İnayet’e “Tahminim doğru çıktı, geldiler, hazır ol. Ben Müeyyet’i bir vesile ile karısından ayırır, paşanın nadide kitapla­rını göstermeye götürürüm. Sen de bu arada, bu işe son noktayı koyar­sın, kaybedecek vaktimiz yok” diyordu. İçtiği alkollerden iyice sarhoş olmuş bulunan İnayet’te kafası ile onu tasdik ediyordu. Nitekim Pakize Hanım ile görüşmelerinde yine rolünü oynar ve onu, cuma günü beş dakikalığına da olsa, daha önce uydurduğu bir hikâyeye mekân olarak anlattığı “Yaseminli Yuva'ya davet eder. Bu arada İnayet, Pakize Hanım’ın eline okuması için bir mektup da tutuştu­rur.

Müeyyet Bey, eşinden habersiz bu mektubu ele geçirir ve İnayet'e eşinin ağzından aşk dolu bir mektup yazar ve cuma günü Yaseminli Yuva’da olacağını da tekrar belirtir.

Cuma günü geldiğinde, Pakize Hanım tam dışarı çıkacağı sı­rada, kocası Müeyyet eve gelir ve eşine “Bugün canım seninle gezmek istiyor” der. Pakize Hanım, şaşkın ve tereddütlüdür. Çünkü bir yanda bekleyen İnayet, diğer yanda ise şimdiye kadar olmadı­ğı kadar şairane kelimelerle kendisine hitap eden kocası Müeyyet’tir. Hele bir de, kocasının kahramanların yerini değiştirerek başından geçmiş gibi anlattığı ve bugün buluşmak için söz verdiği Nemika hikâyesini dinleyince iyice bocalar. Ancak, so­lunda kocası ile birlikte dolaşmak için çıkarlar. Her şey Müeyyet’in planladığı gibi gitmektedir.

Bu planın bir parçası olarak eşini, eskiden beri tanıdığı, şair İnayet’in de devamlı müşterisi olduğu Ermeni bir kadının işlettiği randevuevine getirir. Aslında, İnayet’in Pakize Hanım’ı getireceği ‘Yaseminli Yuva” da, bu randevu evinden başka bir yer değildir.

Müeyyet Bey eşini randevu evindeki bir odaya sokar ve birkaç dakikalığına dışarı çıkarak, Madam Kolyopi’ye bir şeylar anlatır ve avucuna biraz para sıkıştırarak onunla anlaşır. Sonra, eşinin yanına gelir ve birlikte yan tarafta, Madam Kolyopi ile İnayet’in konuşmalarını dinlerler. Bu konuşmalardan anlaşılır ki, İnayet hemen her hafta, buraya anlaştığı bir kadını getirmekte, onlardan para tırtıklamaktadır. Pakize Hanım bütün gerçeği anlamıştır. Başını kocasının göğsüne yaslar ve “Beni bu kirli yerden kaçır Müeyyet!…” diye yalvarır.

Resmiye Hanım, kendi kızı ve Rakım Efendi’nin kızının bir araya geldikleri vakit, gece evlerine aldıkları sevgililerinden ko­nuştuğunu duymuş ve birlikte bir çare bulabilmeleri için Rakım Efendi’nin yanına gelmiştir. Konuşmalardan işittiğine göre, Res­miye Hanım’ın sevgilisinin ismi Abdülhak Hamit; Rakım Efen­di’nin kızının sevgilisinin ismi ise Tevfik Fikret imiş.

Rakım Efendi, “Ne yapalım? Başa gelen çekilir, yarın şu iki zam­parayı gidip bir göreyim, araştırayım” der. Ancak, Resmiye Hanım, Tevfik Fikret’in ölmüş olduğunu söyleyince, yumruklarını başına vurarak feryat eder ve: “Eyvah!.. Öyleyse bittik… Namusumuz mah­voldu!.. Hiç olmazsa ölmeden bir nikâh kıydıraydık!..” der.

Bir istifa:

Askerliğini yeni yapıp gelen öğretmen, okulda ilk dersinde öğrencilerinden, hayatta en mesut oldukları günü, sınıfta anlat­malarını ister.

Birinci çocuk, “Babamın cezaevine düştüğü gün” diye anlatır. Çünkü babaları annelerini çok dövmektedir.

İkinci çocuk, “Hastaneye yattığım gün, çünkü ameliyatta biraz zorluk çektim ama sonra çok güzel yemekler yedim, temiz yataklarda yattım ” diye anlatır.

Üçüncü çocuk, “‘Benim en güzel günümle, en kötü günüm bir çarada geldi, öğretmenim. Babam Anadolu’da askerdi. Yıllarca ondan para, mektup değil, hatta sağ haberini bile alamadık. Elimizdeki bütün para bitmiş, bütün eşyamız satılmıştı. Vaktiyle iyi gün gördüğümüz için kimseye derdimizi söyleyemiyorduk. Nihayet üç gün bir kuru ekmek parçasıyla yaşadık. Dördüncü gün açlıktan yüreğim ezilmiş, gözlerim kararmış olduğu halde eve dönmüştüm. Annemi hasta buldum. Başını bağlamıştı. Gözleri ağlamaktan şişmişti. ‘Babandan para geldi çocuğum. Sana yemek hazırladım’ dedi. Önüme sıcak bir çorba koydu. ‘Babam nasılmış?’ diye sormaya cesaret edemiyor, aç bir kurt gibi çorbayı içiyor­dum. Bir aralık gözüm bir köşede duran babamın kılıcına, saatine, yüzü­ğüne ilişti. O vakit, annemin niçin ağladığını anladım. Ben de ağlamak istiyordum. Fakat o kadar açtım ki… Arkamı anneme çevirdim yediğim saatte ömrümün en mesut zamanı diyecektim, ama çorbanın içine gözyaşlarımın acılığı karıştı.”

Öğretmen birkaç dakika sonra müdürün odasına girer ve İstifa kağıdını uzatır. Müdür, hayretle sebebini sorunca:
“Biraz daha silah taşımaya, kan görmeye ihtiyacım var. Öğretmen için gerekli metaneti ve katı kalpliliği belki bu sayede kazanırım ” der.

Tanrı Misafiri (Reşat Nuri Güntekin) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Vatana Adanan Ömür Mehmet Akif (Adem Çevik) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları 21-35 ve Cevap Anahtarı


21. Mehmet Akif, İstiklal Marşı’nı nerede yazmıştır?

A) İstanbul Çamlıca
B) Ankara Taceddin Dergahı
C) Ankara Millet Meclisi
D) Ankara Baytar Okulu
E) İstanbul Baytar Mektebi

22. Mehmet Akif, hangi padişah hakkında yanıldığını sonradan anlamıştır?

A) Fatih
B) Kanuni
C) I. Abdülhamit
D) II. Abdülhamit
E) Vahdettin

23. Mehmet Akif’in, Mısır’daki prens dostu kimdir?

A) Sabahattin
B) İhsanettin
C) Abbas Halim
D) Hüseyin
E) Hasan

24. Asım, Dolmabahçe Sarayı’nda Arapça olarak hangi sureyi okumuştur?


A) İsra
B) Yasin
C) Hakka
D) Bakara
E) Fetih

25. Mehmet Akif’e hastanede bakan ve ölümünden sonra mezarını sık sık ziyaret eden hastabakıcı hangi millettendir?

A) Alman
B) Türk
C) Mısır
D) Rus
E) İngiliz

26. Mehmet Akif’in mezarı başında duygusal konuşmayı yapan kimdir?


A) Mithat Cemal
B) Hakkı Süha
C) Eşref Edip
D) Hasan Basri
E)Faruk Nafiz

27. Mehmet Akif’in cenaze namazı nerede kılınmıştır?


A) Fatih Camii
B) Beyazıt Camii
C) Süleymaniye Camii
D) Sultanahmet Camii
E) Eyüp Camii

28. Mehmet Akif’in çok sevdiği mısra hangisidir?


A) Hayat kısa, ölüm yakın
B) Son durak, kara toprak
C) Her nefis ölümü tadacaktır
D) Allah var idi, hiçbir şey yok idi; ki hala da öyledir
E) Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecek

29. “Mahlûka inan olur mu…
Hallakına itimadımız yok” diyen şair kimdir?


A) Süleyman Nazif
B) Faruk Nafiz
C) Mithat Cemal
D) Yahya Kemal
E) Namık Kemal

30. Çarlık Rusya'sının yıkılmasını mühürleyen …..Anlaşması’yla Osmanlı Devleti’ni yıkan Anlaşması ikisi de, aynı ayda, aynı günde, aynı saatte imzalanmış.
Yukarıdaki cümlede boş bırakılan yerlere aşağıdakilerden hangileri getirilmelidir?


A) Ayastefanos - Brest Litovsk
B) Brest Litovsk - Mudanya
C) Brest Litovsk - Ayastefanos
D) İnebahtı - Küçük Kaynarca
E) Ayastefanos - İnebahtı

31. Mehmet Akif, nerede vefat etmiştir?

A) Alemdağ
B) Mısır Apartmanı
C) Ankara
D) Taceddin Dergahı
E) Sarıgüzel’deki ev

32. Mehmet Akif, Kuran-ı Kerim mealini kime emanet etmiştir?

A) Mithat Cemal
B) Hafız Asım
C) Abbas Halim Paşa
D) İhsan Efendi
E) Eşref Edip

33. “Bir gün Heybeliada’dan İstanbul’a bir vapurla giderken sevdiklerinden biri neden hususi bir vapur alıp onunla gelip gitmediğini sorduğunda verdiği cevap çok manidardı:
- Bir kâğıt parçası üzerine bir imza koymakla bunu pekâlâ yapabilirim. Ama bir insanın her yapabildiğini yapması deliliktir.”
Yukarıdaki cevabı veren kişi kimdir?


A) Eşref Kuşçubaşı
B) Mithat Cemal
C) Enver Paşa
D) Abbas Halim Paşa
E) Şeyh Tunusi

34. Mehmet Akif, Mısır’da nerede kalmıştır?

A) Cezire
B) Kurtuba
C) Hilvan
D) El Ezher
E) Cebel

35. Mehmet Akif’e şiirleri için annesi ne demiştir?

A) Niye şiirle uğraşıyorsun
B) İnci gibi yazıyorsun
C) İncesini ipe, kalınını sapa dizmişsin!
D) Sana zorla mı yazdırıyorlar
E) Şiir senin neyine  

Cevap anahtarı :

1) D         2) C         3) D        4) B        5) B
6) C         7) C         8) C        9) B      10) D
11) D      12) A      13) C      14) C      15) E
16) B      17) C      18) E      19) C      20) C
21) B      22) D      23) C      24) C      25) D
26) B      27) B      28) D      29) B      30) C
31) B      32) D      33) D      34) C      35) C

Vatana Adanan Ömür Mehmet Akif (Adem Çevik) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları 1-20 için tıklayınız...

Vatana Adanan Ömür Mehmet Akif (Adem Çevik) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları 1-20



1. “Mehmet Akif'in hayatı eserlerinden de büyük bir şiirdir.” sözü kime aittir?

A) Mithat Cemal Kuntay
B) Süleyman Nazif
C) Enver Paşa
D) Hüseyin Cahit Yalçın
E) Eşref Sencer Kuşçubaşı

2. Romanın başında anlatılan hikayede Mehmet Akif hangi hayvana benzetilmiştir?

A) Aslan
B) Kurt
C) Koyun
D) At
E) Keçi

3. Baştaki hikâyede kendisinden bahsedilmeyen hayvan hangisidir?


A) Aslan
B) Tilki
C) Kurt
D) Eşek
E) Koyun

4. Mehmet Akif’in güreşip yendiği çocuk kimdir?

A) Yahudi Abraham
B) Ermeni Agop
C) Alman Hans
D) Ermeni Abraham
E) Yahudi Agop

5. Enver Paşa’nın görevi aşağıdakilerden hangisidir?

A) Harbiye Nazırı
B) Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili
C) Başkumandan Vekili
D) Harbiye Nazırı ve Dışişleri Bakanı
E) Dışişleri Bakanı ve Başkumandan Vekili

6. “Edirne Fatihi” kimdir?

A) II. Abdülhamid
B) Mithat Paşa
C) Enver Paşa
D) Cemal Paşa
E) Gazi Muhtar Paşa

7. II. Abdülhamid nereye sürgüne gönderilmiştir?

A) Bursa
B) Magosa
C) Selanik
D) Üsküp
E) Varna

8. Almanlardan alınıp Türk ismi verilen iki savaş gemisinin ismi nedir?

A) Yavuz ve Fatih
B) Fatih ve Midilli
C) Yavuz ve Midilli
D) Yavuz ve Kanuni
E) Kanuni ve Midilli

9. Almanya’dan alınan gemiler Rus limanlarını ne zaman bombalamıştır?

A) Ramazan Bayramında
B) Kurban Bayramında
C) Kabotaj Bayramında
D) Yeni yılda
E) Ramazanda

10. Mehmet Akif, hangi kurumun görevlendirmesiyle Almanya’ya gitmiştir?


A) Vatanseverler Birliği
B) Anadolu Birliği
C) Milli İstihbarat
D) Teşkilat-ı Mahsusa
E) Özel Birlik

11. Mehmet Akif’in Almanya’da gördüğü spor türü hangisidir?

A) Karate
B) Judo
C) Güreş
D) Jio-Jit-Su
E) Kungfu

12. Mehmet Akif, Almanya’ya kiminle beraber gitmiştir?

A) Şeyh Salih El-Şerif Tunusî
B) Enver Paşa
C) Eşref Sencer
D) Hasan Basri
E) Abbas Halim Paşa

13. Mehmet Akif’in esas mesleği nedir?


A) Doktorluk
B) Gazetecilik
C) Veterinerlik (Baytarlık)
D) Öğretmenlik
E) Mühendislik

14. Araplar’ın kendisine “Uçan Şeyh” dedikleri ünlü kişi kimdir?

A) Mehmet Akif
B) Enver Paşa
C) Eşref Sencer Kuşçubaşı
D) Şeyh Tunusi
E) Hasan Basri

15. Alman hükümetinin Mehmet Akif ve arkadaşlarından Almanlar’a anlatmalarını istediği ilk şey neydi?

A) İngilizlerin kurnaz şekilde savaştıkları
B) Almanlarla Türklerin dost oldukları
C) Almanların Halifenin dostu olduğu
D) Almanya’nın savaşı kazanacaklarını anlatmaları
E) Türklerin insan olduğunu Alman milletine ispat etmeleri

16. Mehmet Akif:
"Mecnun’la söyleşmeye gitti ukalamız
Varın nicedir siz anlayın cühelamız"
Sözünü nereden çıkışta söylemiştir?


A) Viyana’dan
B) Türk elçiliğinden
C) Bir köyden
D) Arabistan’dan
E) İstanbul’dan

17. “Kartal olmak isteyen, bir kelebek, aslan olmak isteyen bir eşek, kraliçe olmak isteyen bir dişi maymun gibi; sıfır da sayı olmayı istemektedir.” Diyen millet hangisidir?

A) Almanlar
B) İngilizler
C) Fransızlar
D) İtalyanlar
E) İspanyollar

18 . “Her sayı birden, bir de sıfırdan vücûda gelir. Sıfırda büyük bir kudsiyet mevcuttur. Bu sayede başlangıcı ve sonu bulunmayan ‘O’ sembolize olur. Sıfırın çoğalmamasıyla azalmaması gibi, ‘O’ da başka bir şeye katılmaz ve eksilmez. Sıfır gibi ‘O’ da sayıları on misli veya bin misli yapar. Evet ‘O’, her şeyi hiçten meydana getirir, her şeyi ihtiva ve idare eder dersem, gerçeği söylemiş olurum.” Diyen ünlü İslam alimi kimdir?

A) Farabi
B) İbni Sina
C) Mimar Sinan
D) Piri Reis
E) Hıvarizmî

19. “Şu …… su gibi adamlar, nerede bir boşluk görseler oraya giriyor, oranın şeklini alıyor ve orayı ellerine geçiriyorlar.”
Yukarıdaki cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?


A) Almanlar
B) Ruslar
C) Yahudiler
D) İngilizler
E) Hıristiyanlar

20. Mehmet Akif, Çanakkale Şehitlerine’yi nerede yazmıştır?

A) Almanya
B) İstanbul
C) Arabistan
D) Rusya
E) Mısır

Vatana Adanan Ömür Mehmet Akif (Adem Çevik) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları 21-35 ve Cevap Anahtarı için tıklayınız....

Sekizinci Renk (Gülten Dayıoğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Sekizinci Renk

Kitabın Yazarı : Gülten Dayıoğlu

Kitap Hakkında Bilgi :

Ela, sıradan öğüt ve eleştirilere uyarak yaşama yumuşak iniş yapmak istemiyordu. Hayatı deneyerek, kalıplaşmış kuralları aşan özgür ve sıradışı bir kimlik edinmeyi amaçlıyordu.

O, çok renkli düşler kuruyordu. Örneğin; gökkuşağının sadece yedi renk olduğuna inanmıyordu. İnsanoğlunun gözlerini bürüyen bağnazlık perdesi yırtıldığında, yepyeni renklerin ortaya çıkacağına yürekten inanıyordu.
Ortaokul ve lise yıllarında, bu amaç ve inançlar doğrultusunda yanlış ya da doğru, acıklı veya gülünç pek çok serüvene atıldı. Ailesi ve arkadaşlarıyla sürtüşmelere girdi. Acı, korku, kaygı ve düşkırıklığıyla birlikte sevincin, coşkunun, aşkın ve mutluluğun doruklarında yaşadı.

Kitabın Özeti :

Ülev psikoloji dalında eğitim görmüş, yüksek lisans öğrencisidir. Hayali olan Amerika'ya gidebilmek için tez hazırlamaya çalışan, başarılı bir öğrencidir. Yapacağı çalışmanın sıra dışı çarpıcı bir nitelikte olması için aylarca uğraşıp durur. Gazete okurken Ela’nın resmini görür. Resmin altında kolej sınavları birincisi yazar. Küçük Ela’yla yapacağı çalışmaların teze ilginç ve önemli bir bölüm kazandıracağın düşünür. Bunun üzerine Ela’yı bulmaya kara verir. Ela’nın okuduğu okula giderek onu bulur. Ela ile tanışır. Ela bu tanışmadan annesine bahseder. Annesi Tiraje Hanım, Ülev’i evlerine davet eder.

Muhteşem Tiraje bunu kabul eder, çünkü Ela artık onların öğütlerini, sözlerini dinlemeyen, isteklerini yerine getirmeyen, asi bir kıza dönüşmüştür. ve aralarında sürekli kavgalar, tartışmalar çıkmaktadır. Ülev ile arkadaşlıkları böylece başlamış olur. Gittikçe yakınlaşırlar aralarında ki ilişki abla-kardeş ilişkisine dönmeye başlar. Ela artık olan her şeyden annesini sorumlu tutmaya başlar. Arkadaş edinememesi, argo sözcükler bilmemesi ve bunun gibi birçok şeyi annesinin onu koruyarak yetiştirmesine bağlar. Annesiyle sürekli kavga eder. Ela sırf arkadaş edinebilmek için kendisini önüne gelen herkesle sevgili olan biri olarak tanıtır. Bununla da kalmaz sigara içmeyi dener, bara gider, içki içmeyi dener... Bu süreç bir ay boyunca devam eder. Tiraje Hanım, Ülev’in Ela’yla konuşmasından mutluluk duyar. Ülev’in tezi bitmiş ve başarılı bulunmuştur, İngilizce’ye çevrilip Amerika’daki yüksek öğrenim kurumlarına başvuru yapar.

Tiraje Hanım, Ülev’in Ela’ya psikolojik terapi uygulamasını ister. Ülev bu isteği hiç düşünmeden kabul eder. Ela’yla oturumlara başladıklarında onu yavaş yavaş tanımaya başlar. Bir gün Tiraje Hanım, Akgün Beyle çok şiddetli bir kavgaya tutuşur. Ela bu kavgadan çok etkilenir.

Ela’nın bir sorunu da arkadaş edinememektir. Bu konuda Ülev’den devamlı öğütler alır. Ama annesinin öğütlerini istemez. Ela normal yaşam biçiminin dışında başka bir şekilde yaşamak ister. Rahatlamak için babası ile birlikte sömestre tatilinde Kartalkaya’ya giderler. Burada baba kız sabahtan akşama kadar eğlenir, geçen yarıyılın stresini üstlerinden atarlar. Bu tatil sırasında Tiraje Hanım’la Ülev bir restoranda buluşur. Hem Ela hem de kendi haklarında konuşurlar. Tiraje Hanım, Rum asıllı bir aileden gelmiştir. Bozcaada’da bir halası yaşamaktadır. Tatil bitmiş yeni dönem başlamıştır. Ela bu dönem boyu ailesiyle fazla sorun yaşamamış, bir üst sınıfa geçmiştir. Ela bu sene daha da hırçınlaşmıştır. Annesiyle daha çok sorunlar yaşamaya başlamıştır. Bu sırada Ülev’in çalıştığı şirket onu Diyarbakır’a gönderme kararı almıştır. Burada Ülev Psikolojik Danışmanlık birimi kuracaktır.

Ülev’in yokluğunda Ela tiyatroda ilk aşkı ile tanışır. İlk aşkının adı Efe’dir. Efe tiyatroda Ela’ya bir kartvizit verir ve kendisini buradan aramasını ister. Bu olayı hemen Ülev’e yazar. Ülev, Ela’ya bu konuda dikkatli olmasını yazar. Tiraje Hanım bir araştırmadan sonra kartın sahibini bulur. Ela tatsız bir olaydan sonra Efe’den ayrılmak zorunda kalır.

Bu arada yaz tatili yaklaşır. Yaz tatilinde Ela, Bozcaada’daki kampa gitmek ister. Ela o gün iki sürprizle karşılaşır. Annesi onu kampa kayıt ettirir. Ülev Diyarbakır’dan döner ve kampa hareket etme günü gelir. Ela ilk kez tek başına seyahat etme heyecanıyla Bozcaada’ya gider. Kamp hayatı ilk başta ona zor gelir ama sonradan alışır. Kampta bir hafta kaldıktan sonra İrini Hala’yı ziyarete gider. İrini Hala’nın evinin çatı katı ailenin geçmişiyle ilgili sırları taşımaktadır. Ela bu katta annesinin eski sevgilisini öğrenir. Bir de annesinin sır sandığını bulur. Ela’nın halasına yaptığı ziyareti biter. Tekrar kampa döner. Kampta bir süre kaldıktan sonra yine İrini Halayı ziyarete gider. Bu sefer uzun uğraşlar sonunda İrini Halayı ikna ederek sandığı açtırır. Sandığın içinde annesinin hatıra defterini bulur. Hatıra defterinin içinde ELA uyaklı bir şiir bulur. Bu şiiri gizlice yanına alır ve çantasına koyar. Bir süre sonra Tiraje Hanım şiiri bulur. Annesiyle zaten arası açık olan Ela’nın annesiyle arasında uçurumlar oluşur.

Bu sıralarda Ülev’in Amerika’ya gitme olayı çıkar. Ela ve Tiraje Hanım, Ülev’in gitmesini istemezler ama bunun üstesinden gelerek ayrılırlar. Daha kolay haberleşmek için Ülev, Ela’ya bilgisayarını internete bağlamasını söyler. Ela babasına bunu söyleyerek bilgisayarını internete bağlatır. Sık sık birbirlerine mesaj atarlar. Ela liseye başladığı için yeni arkadaşlar edinir. Alp adında bir çocuk onu çok etkiler. Ondan çok hoşlanmaya başlar. En sonunda Ela’nın istediği olur ve Alp ona çıkma teklif eder. Ela bu teklifi istekli bir şekilde kabul eder. Alp ile birlikte sınıftan bir arkadaşının doğum günü partisine giderler. Ama parti herkes tarafından bilinen ve kötü olarak nitelendirilen bir yerde yapılır. Bu partide çok kötü bir olay yaşanır. Bir kişi yüksek dozda eroin alarak hayatını kaybeder ve Alp’te rahatsızlanır. Bu haberi ve kızının fotoğrafını gazetede gören Tiraje Hanım bunlara çok sinirlenir.

Ela hem rahatlamak hem de dil eğitimi almak için Amerika’ya gitmeye karar verir. Babası Ela’yı yatılı bir dil kursuna yazdırır. Ülev’le hafta sonları görüşüp geziyor ve konuşuyorlardı. Ülev kendine yeni bir sevgili bulur. Zülfikar adında Pakistanlı birisidir. Genellikle Ela, Ülev’e Alp’ten, Ülev Ela’ya Zülfikar’dan bahseder. Bu sıralarda Ela’nın kurs süresi dolmak üzeredir. Ama daha çok New York’ta kalmak istiyordu. Bunun nedeni Alp’ti. Alp geçirdiği rahatsızlıktan dolayı New York’a tedavi olmaya gelir. Ela babasından izin almayı başarır ama babasından para almayarak kendi parasının yeteceğini düşünür. Bunun üzerine New York’ta bir süre daha kalır. Bu süre içinde Alp’le buluşarak New York’un her tarafını dolaşırlar. Ama bir süre sonra Ela’nın dil kursundaki dolabı soyulur. Bütün seyahat çeklerini paraya dönüştürdüğü için hırsız paraların hepsini alır. Bu olayın üzerine Ela çalışarak para kazanmaya karar verir. Bir restoranda piyanist olarak iş bulur. Piyanistlik yaptığı sırada Alp’ten haber alamaz.

Bir süre sonra Ela İstanbul’a döner. Ama onu İstanbul’da acı bir sürpriz karşılar. Annesinden Alp’in öldüğünü öğrenir. Yaz tatili biter. Okulda Alp için bir tören yapılır ve Alp’in anısına bir ağaç dikilir. Ela bazen ağacın yanına gelerek Alp’le konuşur. En sonunda birinci dönem biter. Ela bu yarıyıl tatilinde Erciyes’e kayak yapmaya gider. Burada acılarını biraz da olsa dindirir. İkinci dönem başladığında Amerika’dan okula yeni bir felsefe öğretmeni gelir. Bu öğretmenin adı Bay Çarli’dir. Bay Çarli, Ela ile iyi ilişkiler kurar. İkisi de birbirlerine ısınırlar. Yaz tatili geldiğinde Ela arkadaşlarıyla birlikte yurtdışına kampa gider. Kamp çok eğlenceli geçer. Yaz tatili bitip okul başladığında Ela son sınıftadır. Son sınıfta bir tane proje yarışması vardır. Bu projenin konusu “Yirmibirinci Yüzyılda Barış” tır. Ela bu yarışmaya katılır, okul ve ülke barajını geçerek Amerika’ya gitmeye hak kazanır. Amerika’dan geldikten sonra çeşitli ülkelerde konferanslar verir.

En sonunda diplomalar verilir ve yaz tatili gelir. Akgün Bey bu yaz tatilinde iş için Japonya’ya gidecektir. Ailesinin de onunla gelmesini ister. Ela’nın üniversite sınavı yaklaştığı halde Tiraje Hanım ve Akgün Beyle birlikte Japonya’ya gider. Burada gezinin keyfine varamaz. Bir süre sonra tekrar İstanbul’a dönerler. Ela geldiğinde üniversite sınavlarına girer ve iki kötü haberle karşılaşır. Ülev Zülfikar’dan ayrılmış İrini Hala ölmüştür. İrini Hala vasiyetinde tüm varlığını Ela’ya bırakır. Bu arada üniversite sınavlarının sonuçları açıklanır. Ela felsefe bölümünü kazanır. Ela bu aralar evde yalnız kalmıştır. Akgün Bey Japonya’ya gidip geliyordu. Tiraje Hanım da Amerika’ya gitmişti. Üniversiteye başladığında onu bir sürpriz bekler. Birisi her gün Ela’nın defterine aşk ile ilgili yazılar yazıyordu. Ela bunları düzenli olarak Ülev’e yazar. Ülev’de Ela’yı bu konuda uyarır. Bir gün Ela yazıları yazan kişi ile tanışma fırsatı bulur. Karlı bir havada Ela yolda yürürken bir buzun üstüne basarak kayar. Ela’yı birisi yerden kaldırmak ister işte bu kişi “o” dur. O kişinin adı Can’dır. Ela, Can ile buluşarak biraz sohbet eder. Ondan sonra eve giderek olanları Ülev’e yazar.

Ela ve Can birbirlerine büyük bir aşk ile bağlanırlar. Sınavlar bitip haziran ayı geldiğinde Ela ile Can nişanlanmaya karar verirler. Bunun için önce aile tanışmaları gerekir. Ama Tiraje Hanım tanışma iznini Akgün Beyin Japon ortaklarla yaptığı tersanenin açılışından sonraya verir. Ela Can’ı tersanenin açılışına getirir. Burada ailesiyle tanıştırır. Ela, Can’ın ailesiyle daha iyi bir şekilde tanışmasını ister. Bunun için Ela Can’ı evine davet eder. Burada Tiraje Hanım ve Akgün Bey kızlarının sevgilisi hakkında daha detaylı bir şekilde bilgi edinir. Bu tanışmadan sonra Can’da Ela’yı evine davet etmeye karar verir. Bu görüşmede Ela, Can’ın annesi Şarlot Hanım ve babası Yılmaz Bey ile tanışır.

Bu süreç devam ederken proje yarışması da devam etmektedir. Ela bu yarışmada ülkesinde birincilik kazanır. Bu birincilikten sonra Ela Amerika’ya davet edilir. Amerika’da bir eleme daha yapılır ve Ela bu elemeyi de aşıp finale kalır. Ela finale kaldıktan sonra ülkesine dönerek Bozcaada’ya dönerek oradaki yalıya gider. Yalının sırlarla dolu olan çatı katına çıkar ve orada bulunan annesinin sır sandığını açar. Bu sandığın içinde çok özel şeyler bulur. Bunları dikkatle inceler.

Bu arada Can’da kendine barda yeni bir iş bulur. Bu işte yeterince çalışıp para kazandıktan sonra üniversitenin açılmasına bir hafta kala Can işini bırakır. Ama Can işi bırakmadan önce bir dergide röportaj yapmıştır. Bu röportajın konusu hem çalışıp hem okuyan üniversiteli gençlerdir. Tiraje Hanım’da bir dergiden bu röportajı okuyup Can’ın çalıştığını öğrenir. Buna çok sinirlenir. Bu olaydan sonra yaz gelinceye kadar ailede bir sorun yaşanmaz. Ela da Can’dan özenerek bir işe girmeye karar verir. Can’da bu arada özel bir TV kanalında kameramanlık yapmaya başlar. Bu sıralarda Ela’da işini bulur. Küçük çocuklara solfej dersi verir. Yaz tatili bitip fakülte başlayınca Ela işini bırakmak zorunda kalır. Ama Can işini bırakmak istemez. Ela’da Can okula düzenli gelemediği için onun yerine not alır.

Bu sıralarda Tiraje Hanım anılarının yer aldığı bir kitap yazar. Aradan bir ay geçtikten sonra Ela Ülev’e ortalığı sarsacak bir haber yollar. Ela İstanbul’un ucuz sentlerinde Can’la oturacağı evi aramaya başlar. Bir süre ev aradıktan sonra uygun ev bulamayınca İrini Hala’nın Büyükdere’deki evlerine yerleşirler. Ela ile Can evliliklerinin başlarında çok mutlu olurlar. Ama sonradan tatsız olaylar yaşamaya başlarlar. Bu tasız olaylardan biri Can’ın okulu bırakmak istemesidir. Sonunda yaz tatili gelir. Ela bu yaz tatilinde Can ile birlikte Bozcaada’ya gitmek ister. Ama Can’ın Nemrut Dağı’nda olan çekimleri yüzünden Bozcaada’ya gidemezler. Ela bunun üzerine Nemrut Dağı’na giderek, Can’a sürpriz yapmaya karar verir. Nemrut Dağı’nda çok kötü bir sürprizle karşılaşır. Can, Ela’yı aldatıyordur. Ela bu olayın ardından sinirli bir şekilde İstanbul’a döner. İstanbul’a döndüğünde yaz tatili biter. Ela bu sene son sınıfa başlar. Can bu sene okula devam etmez. Çünkü Can Fransa’ya gitmiştir. Bunu öğrenen Ela bunalıma girmiştir. Bu bunalım nedeniyle Ela çok hastalanır. Hemen hastaneye kaldırılır. Ela hastanede bazı testler yapılır bu testlerin sonucunda Ela’nın (A) tipi sarılık ve bağırsak iltihaplanması geçirdiği anlaşılır. Doktor Ela’ya evde 2 ay hiç kalkmadan yatmasını söyler. Ela bu talimatlara uyarak 2 ay dinlenir ve sağlığına kavuşur.

Bu arada Tiraje Hanım orta yaş bunalımına girmiş gibi davranır. Sürekli Amerika’ya gider gelir. Bu olay dikkatini çeker. Ela ilk olarak bunun nedenini annesinin eski sevgilisi Aleksandır sanar. Ela’da eski evine giderek anlarını tazelemeye karar verir. Ama eski evine gittiğinde kötü bir sürpriz karşılar. Kapıcı dairesindeki tüpte patlama olur. Ela zorda olsa kendini evden dışarı atarak kurtarır. Bu olayın üzerine zaten depresyonda olan Ela daha çok depresyona girer. Sonra Ela hem Ülev’in yanına gidip rahatlamak için hem de annesini takip etmek için Amerika’ya gitmeye karar verir. Babası da Ela’nın bu isteğini hoş karşılayarak onu Amerika’ya gönderir.

Ela Amerika’ya gittiğinde ilk olarak Ülev’e annesi hakkında olan saplantılarından bahseder. Ülev, Ela’ya psikolojik terapi uygulayarak onu rahatlattıktan sonra Ela, Tiraje Hanım’ı bulmaya karar verir. Kısa bir araştırmadan sonra Ela annesinin izini bulur. Annesinin yanına gittiğinde annesini saçları dökülmüş bitkin olarak bulur. Tiraje Hanım kanser olmuştur. Ela annesiyle uzun uzun konuşur ve İrini Halanın çok eskiden bir sevgilisi olduğunu öğrenir. Bu kişi balıkçılık yapıyordu ve adı Yani’ydi. Bu ilginç konuşmadan sonra Tiraje Hanım İstanbul’dan bir tiyatro teklifi alır. Bu teklifin ardından Tiraje Hanım, Ela ile birlikte İstanbul’a gelir. Ela İstanbul’da iyi bir haberle karşılaşır. Ela’nın “Yirmibirinci Yüzyılda Barış” adlı projesi birinci seçilmiştir. Ela bu haberden sonra çok mutlu olur. Sonunda Ela gökkuşağının sekizinci rengine ulaşmıştır.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Ela An : Özgürlüğüne fazlasıyla düşkün, dik başlı, başarılı, kendi kimliğini bulma çabası içerisinde olan bir genç kızdır.

Tiraje An : Ela'nın annesidir. Kendisi çok başarılı bir tiyatro sanatçısıdır. Türkiye de muhteşem Tiraje olarak anılır.

Akgün An : Ela'nın babasıdır. Gemi mühendisidir. Çok başarılı uluslararası bir gemi şirketi var.

Ülev : An ailesinin psikoloğu aynı zamanda Ela'nın manevi ablasıdır.

Can : Ela'nın kocasıdır.

Vapurları Seven Çocuk (Behiç Ak) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı



1- Fırat aşağıdakilerden hangisiyle birlikte yaşamıyordu?

A) Annesi ile
B) Babası ile
C) Kardeşi Emre ile
D) Kedileri Tebeşir ile

2- Fırat tatil günlerinde ne yapardı?

A) Spor yapardı
B) Balık tutardı
C) Balon satardı
D) Gitar kursuna giderdi


3- Kardeşi Emre, Fırat’ı evde izleyerek annesine bilgi verirken ne kullanırdı?

A) Dedesinden kalan sahra dürbününü
B) Navigasyon aletini
C) Cep telefonunu
D) Bilgisayarı ve uyduyu

4- Fırat komşuları Meliha Hanım’a, yalılarını neden boyatmadıklarını sorduğunda aldığı yanıt ne olmuştur?

A) Paramız yok
B) Yaşlı olduğum için
C) “Zaman denen ressamın duvarlarımda oluşturduğu bu tabloları bozamam!”
D) Belediye izin vermiyor.

5- Meliha Hanım yalıdan ayrıldıktan sonra, yalının başına ne geldi?

A) Çok katlı bir bina oldu
B) Hemen boyandı ve tertemiz oldu
C) Bahçesi çöp ve toprak dolu bir mezbelelik oldu
D) Örnek bir yalı oldu

6- Vapur, ortadan kaybolduktan sonra ne oluyor?

A) Müze yapılıyor
B) Kuş evi yapılıyor
C) Odun yapılıyor
D) Hurdalığa bırakılıyor

7- Fırat, vapurun hurdalığa çekilmesinden sonra üzüntüsünü gidermek için ne yapıyor?

A) Hayata küsüyor
B) Yeni vapurlar arıyor
C) Arabalara alışıyor
D) Hurdalıktan topladığı parçalarla yeni bir gemi inşa ediyor

8- Fırat evin içinde yaptığı gemiyi dışarı çıkaramıyor, bu soruna nasıl bir çözüm buluyor?

A) Sihir yaparak
B) Belediyeden yardım alarak

C) Parçaları söküp, sahilde inşa ediyor
D) İtfaiye yardımı ile çıkarıyor

9- Aysel Hanım ve Emre tatilden dönünce ne görüyorlar?

A) Her şeyin eskisi gibi olduğunu
B) Evlerinin yandığını
C) Fırat’ın gemiyi çıkarırken duvarları yıktığını
D) Meydanda daha çok araba olduğunu

10- Hayati Bey nerede yaşamaktadır?

A) Yalıda
B) Çınar ağacında
C) Vapurda
D) Emre'nin evinde

Cevap Anahtarı :

1-B      2-C      3-A      4-C      5-C
6-D      7-D      8-C      9-A     10-B

Başka Bir Test

1- Vapur, bazı günler kıyıya çok yaklaşınca ne olurdu?

A) Pencereleri adeta yalıların pencerelerine değerdi.
B) Evleri rahatsız ederdi.
C) Yalıları yıkardı
D) Karaya otururdu.

2- Kıyıya yaklaşan vapurun yolcularıyla, yalı sahipleri arasında ne yaşanmazdı?

A) Vapur yolcuları ,aniden bir yalının kahvaltı masasına ortak olurdu.
B) Simit, peynir ve zeytinlerini birbirleriyle paylaşırlardı.
C) Yolcular bazen , okuyup bitirdikleri gazeteleri yalı pencerelerinde oturanlara verirlerdi.
D) Sık sık kavga çıkardı.

3- Fırat vapurun neresine otururdu?

A) Ön taraftaki bölmeye
B) Geminin kıç tarafına
C) Kaptan köşküne
D) Dümenin yanına

4- Fırat’ın annesi Aysel Hanım toplantılarda ne anlatırdı?

A) Anılarını
B) Fıkra
C) Hikayeler
D) Masal

5- Meliha Hanım’ın çatısında yaşayan kargaların en belirgin özelliği ne idi?

A) Papağana benziyorlardı
B) Gece uyumazlardı
C) Genceciklerdi
D) Çok yaşlıydı.

6- Aysel Hanım’ın uydurduğu, bütün sayfaları kapkara kitabın içeriğinde ne varmış?

A) Ünlü bir şairin şiirleri
B) Çizgi roman
C) Dini resimler
D) Yırtıcı hayvanlar

7- İskele yerine ne yapıldı?

A) Çocuk parkı
B) Lokanta
C) Şelale
D) Su fıskiyesi

8- Vapurların hurdalığında, vapuru terk etmeyenlerden birisi kimdir?

A) Geveze papağan
B) Kanarya Muhsin
C) Martı
D) Gak gak Karga

9- Fırat’ın gemisinin kaynak işini kim yaptı?

A) Meliha Hanım
B) Emre
C) Hayati Bey
D) Muhsin

10- Mahallenin eski haline dönmesine katkı sağlayan kimdir?

A) Cumhurbaşkanı
B) Vali
C) Belediye başkanı
D) Meliha Hanım

11- Meliha Hanım elinde şemsiyesi, bavulların üzerinde oturarak mahalleliye nereden el sallıyor?

A) Fırat’ın yaptığı küçük teknenin üzerinden
B) Şehir vapurundan
C) Fayton üzerinden
D) Üstü açık arabadan

Vapurları Seven Çocuk (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili için tıklayınız....

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...