3 Aralık 2019 Salı

İnsancıklar (Fyodor Mihayloviç Dostoyevski) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : İnsancıklar

Kitabın Yazarı : Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

Kitap Hakkında Bilgi :

Avrupalılar’ın bakış açısıyla, Devrim öncesindeki Rus’u simgeleyen Dostoyevski’nin ilk romanı olmasının yanı sıra yazarını dünyanın en iyi yazarlarından biri olmaya götürecek yolun da ilk adım…

İnsanın dramı romanlarından ağırlıklı bir yer tutan Dostoyevski, bu romanında ‘büyük insanlık’ın acılarının izini sürüyor ve sadece mektuplardan oluşmuş bu yapıtına koskocaman hayatlar sığdırıyor. Mektuplarda adı geçen her bir karekter, okura, büyük insanlığın iç dünyasını yansıtırken, bir yandan da, küçük, sili insanın bir romana nasıl taşınabileceğinin de ustaca bir örneğini veriyor…

Yıl 1846'dır. Genç Dostoyevski, ilk romanı İnsancıklar'ı tamamlar tamamlamaz ev arkadaşı yazar Grigoroviç'e okutur. Grigoroviç o kadar heyecanlanır ki birkaç kez kalkıp Fyodor'un boynuna sarılmak ister; fakat arkadaşının aşırı duygu gösterilerinden hoşlanmadığını bildiği için yapmaz. Grigoroviç ertesi gün romanı yazar ve yayımcı Nekrasov'a götürür; kitaptan çok etkilenen Nekrasov da eleştirmen Belinski'ye... "Yeni Gogol doğdu!" der, Nekrasov, daha kapı ağzında. Aynı günün akşamı, Belinski'ye tekrar uğradığında onu heyecan içinde bulur: "Nerede kaldınız? Nerede bu Dostoyevskiniz? Genç mi? Kaç yaşında? Hemen getirin bana onu!"

Belinski'nin evine getirilen yirmi üç yaşındaki genç yazar, daha sonra orada olanları şöyle anlatacaktır: "Ve işte... beni onun yanına götürdüler. Belinski'yi birkaç yıl önce heyecanla okumuştum, ama bana ürkütücü ve sert gelmişti ve benim İnsancıklar'ımla alay edecek diye düşünüyordum. Beni çok saygılı ve ağırbaşlı bir şekilde karşıladı; ama daha bir dakika bile geçmeden her şey bambaşka oldu... Ateşli ateşli, alevli gözlerle konuşuyordu. "Siz kendiniz anlıyor musunuz?" diyordu bana tekrar tekrar, alışkanlığı olduğu üzere bağırarak, "Ne yazmış olduğunuzu anlıyor musunuz?.. Bütün bu korkunç gerçeği, bizlere göstermiş olduğunuz bu gerçeği siz mi düşündünüz? Olamaz, sizin gibi yirmi yaşında birinin bütün bunları anlamış olmasına imkân yok... Gerçeği keşfetmiş ve bir sanatçı olarak ilan etmişsiniz, size bir yetenek verilmiş, yeteneğinizin değerini bilin ve emin olun, siz büyük bir yazar olacaksınız."

Kitabın Özeti :

Kitapta fakir bir devlet memuru olan Makar Alekseyevich ile uzaktan akrabası olan Varvara Alekseyevna arsındaki ilişki anlatılır. Mektup şeklinde yazılan kitap dönemin Rusyasını da anlatmaktadır. İnsanların nasıl ekonomik sorunlar yaşadığını, bunları nasıl karşıladıklarını ve bu sıkıntılar içinde birbirleri ile olan dayanışma ve yardımlaşmalarını konu alır.

Makar ve Varvara sürekli birbirleri ile mektuplaşır birbirlerine destek olurlar. Makar elinde olan azıcık bir varlığı bile Varvara için harcamaktan ve ekonomik sıkıntıya girmekten çekinmez. Ama sonunda ikisininde tüm kaynakları tükenir ve umutsuzluğa sürüklenirler. Varvara zengin bir adamla tanışır ve onunla evlenmeye karar verir. Başta Makar da bu konuya olumlu yaklaşır ama Varvara gittikten sonra onsuz yaşayamayacağını anlar.

İnsancıklar yaşlı bir kâtibin çok uzak bir akrabası olan küçük bir kıza olan sevgisini, aşkını ve ona karşı utangaç saygın çabalarını anlatır. Zorla geçinen ve kendisi bakılmaya muhtaç olan yaşlı kâtip kendini bu genç kıza karşı sorumlu hisseder. Genç kızın tüm ekonomik gereksinimlerini karşılamayı kendisi için bir zorunluluk olarak kabul eder yaşlı adam.

Oysa kalın kafalı bu yaşlı memurun ceketinin düğmeleri bile dökülüyordu giyecek doğru dürüst elbisesi yoktu. Adamcağız genç kıza öyle bağlıdır ki laf olur diye kızın kendisini sık sık çağırmasına karşın kızın evine gitmez. Hep mektuplaşarak görüşmüş olur paraları başkasıyla yollar. Ve mektuplarında çokça anacığım kızım diye hitap eder.

Bu eserde daha çok acıma duygusu egemendir. Yoksul genç kız sonunda kendisine evlenecek bir adam bulmuştur. Ve yaşlı kâtip son mektubunda (nikâhtan sonra kocasıyla gidecek genç kıza) şöyle seslenir: “Bundan sonra kime mektup yazacağım ben? Söyleyin meleğim artık kime Anacığım diyeceğim? Sizi artık nasıl göreceğim melekciğim? Öleceğim Varenka mutlaka öleceğim kalbim bu acıyı kaldırmaz. Tanrı’nın nuru gibi kendi kızımmışçasına sevdim sizi tamamen sevdim. Salt sizin için yaşıyordum siz varsınız diye belgeleri temize çekiyor gezip dolaşıyor hissettiklerimi mektuplara aktarıyordum. Belki farkında değilsiniz fakat böyleydi. Bizi terk edip gidemezsiniz küçük dostum. Gidemezsiniz çocuğum olamaz bu. Bakın yağmur iniyor bu soğuğu göğüsleyecek ölçüde sağlıklı değilsiniz. Arabanız da koruyamaz sizi mutlaka soğuk alırsınız. Daha şehir sınırlarındayken arabanız yuvarlanır parça parça olur. Biliyorsunuz Petersburg arabaları sağlam değildir.”

Genç kıza para yetiştirebilmek için evde belgeleri temize çekerek fazladan çalışan ve bu son mektubunda bile kızım diyecek kadar utangaç olan bu yaşlı adamın aşkı açıklayamıyordu bile. Hele gitmesini engellemek için söylediği araba devrilmesi bahanesi tam bir trajikomik durumdur.

Kafes (Josh Malerman) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kafes

Kitabın Yazarı : Josh Malerman

Kitap Hakkında Bilgi :

2014'ün en çok ses getiren, haftalarca kendi türünde Amazon'da 1 numarada kalan, 16 ülkeye satılan ve Universal Studios'un film haklarını aldığı Kafes, şimdi Türkçe çevirisiyle raflarda!

This Is Horror Ödülü - En İyi Roman
Michigan Notable Book Ödülü
Bram Stoker Ödülü - En İyi İlk Roman Finalisti
Goodreads En İyi Korku Romanı Finalisti
James Herbert Korku Ödülü Finalisti
Shirley Jackson Korku Ödülleri Finalisti

"Bir oturuşta ve parmakların arasındaki çıtırtılar hissedilerek okunması gereken bir kitap. Buna benzer bir korku öyküsü şimdiye kadar hiç anlatılmadı. Josh Malerman bu işi biliyor."
-Hugh Howey-

"Çok iyi, çok başarılı ve doğrudan yazılmış büyük bir takdirle okuduğum çarpıcı bir roman. Josh Malerman, işini hızlı konuşan ve ne yaptığını bilen bir meleğin edasıyla yapıyor."
-Peter Straub-

"Tüyler ürperten bir ilk kitap. Malerman okuyucuyu soğukkanlı ve acımasız anlatımıyla diken üstünde tutuyor. Hitchcock'un Kuşlar'ı, Stephen King'in en iyi işleri ve Jonathan Caroll'la karşılaştırılmayı hak eden sarsıcı bir macera."
-Kirkus Reviews-

"Stephen King hayranları bayılacak."
-Publishers Weekly-

Kitabın Özeti :

"Bir gün annenizin ve diğer tüm annelerin bahsettiği acıyı siz de yaşayacaksınız: doğum yaparken. Bunu sadece kadınlar yaşar ve bu nedenden ötürü, bütün kadınlar birbirine içten içe bağlıdır."
Dışarıda bir şey var…

Görülmemesi gereken korkunç bir şey… Ona atılan bir bakış kişiyi ölümcül bir deliliğe sürüklüyor. Ne olduğunu ve nereden geldiğini ise kimse bilmiyor.

Malorie ve iki çocuğu, olayların başlangıcından beş yıl sonra hayatta kalmayı beceren bir avuç insan arasındaydı. Nehrin kenarındaki terk edilmiş bir evde çocuklarıyla yaşayan Malorie, ailesinin güvende olabileceği bir yere gitmenin hayalini kuruyordu. Fakat onları bekleyen yolculuk tehlikelerle doluydu. Tek bir yanlış hamle ölümlerine yol açabilirdi. Ve onları takip eden bir şey vardı.

Bu bilinmeyene doğru gözbağının karanlığında yaptığı yolculukta Malorie sık sık geçmişi hatırlıyordu. Bilinmez tehlikenin karşısında bir araya gelerek hayatta kalmaya çalışan, kendisini de aralarına kabul ederek onu da kurtaran ev arkadaşları teker teker aklına geliyordu: Bir zamanlar yabancı olan bir grup insanın birer birer kapısını çaldığı evde kurdukları ortak hayat... Ancak sağ kalan ve kapılarını çalan insanlar arttıkça ortaya yüzleşmeleri gereken bir soru çıkmıştı: Herkesin aniden delirdiği bir dünyada kime güvenilebilirdi?

Bir gün ansızın Rusya' da meydana gelen bu vahşetin etkisi yavaş yavaş tüm dünyayı sararken, Malorie bu varlığa inanmamayı ve ondan korkulmaması gerektiğine inanıyor. Ta ki kız kardeşi evlerinin banyosunda kendi göğsüne makas saplayana kadar...

O şey her neyse artık Malorie'nin çok yakınında. Bir an önce kaçmalı, uzaklaşmalı. Kendini ve karnındaki bebeğini bu varlıktan korumalı. Bunları yaparken gözlerinin açılmaması gerek. Artık özgürce baktığı gökyüzünde, sokaklarda, bakışlarının değdiği her yerde tehlike var. 

Kapıları Açmak (Mustafa Kutlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kapıları Açmak

Kitabın Yazarı : Mustafa Kutlu

Kitap Hakkında Bilgi :

Yağmur ince ince yağıyor. Saatlerdir yağıyor.
Bir şehirlerarası otobüs gecenin ıslak karanlığını yara yara gidiyor. Saatlerdir gidiyor. Ses yok. Sanki hemen herkes uyuyor. Arada hafif horultular, alçak sesle konuşanların mırıltıları. Sürücü kasetçalardaki arabesk parçanın sesini iyicene kısmış, belki de sadece kendisi işitiyor. Bir de yanında ki koltuğa yığılmış, başı önüne düşmüş genç irisi muavin. Sürücü sigaranın birini söndürüp, ötekini yakıyor. Yol tehna, gözler uykusuzluktan kızarmış.

Kitabın Özeti :

Kitabın başkahramanı Zehra uzak bir kıyı kasabasında kendi halinde yaşayan, güzel bir kızdır. Ağabeyi Ahmet, annesi Melek Hanım ve babası Arif Bey ile yaşamaktadır. Babasının en yakın arkadaşı Mahir Hoca'nn oğlu Cihan ile evlenme hayalleri kurmaktadır.

Ağabeyinin para tutkusu Zehra'nın kötü sonunu hazırlar. Kasabanın en zenginlerinden ve İpsiz Kemal denen biriyle paraya ihtiyacı olduğu için ortaklık kurmak ister. Karşılığında Kemal'e Zehra'yı verecektir. Kemal, Zehra'yı kaçırıp İstanbul'a götürür. Fakat ortaklık hiçbir zaman gerçekleşmez...

Zehra perişan bir haldedir. Kemal onu büyük bir evde Hanife diye bir kadınla baş başa bırakmıştır. Tek kelime etmeden pencerenin başında akşama kadar oturmaktadır. Kemal, zamanla eve gelmemeye başlar.

Zehra bir pavyonda çalışan üst kat komuşusu Gül ile tanışır. Gül'ün koruyuculuğunu yapan Rasim'le Kemal'in ortak olduğunu öğrenir. Kemal'in başı belaya girdiğinen yurtdışına çıkmıştır.

Gül ile Zehra zamanla can dostu olurlar. Zehra, Gül'den oyuncak bebek yapmasını öğrenir. Fakat tekrar para sıkıntısı yaşamaya başlar. Zehra'nın pavyonda bulaşıkçılık yapmasına karar verirler. Fakat garson olarak başladığı pavyonda zamanla pavyon gülü haline gelir.

Zehra bir gece buralardan kaçar. Köyüne geri döndüğünde annesi ve babası onu sevinçle karşılasa da ağabeyi onu evire çevire döver. Mahir Hoca da alıp onu evine götürür. Orada Cihan'la karşılaşırlar. Cihan hala evlenmemiştir. Zehra'nın caminin müştemilatında kalmasına karar verirler. Zehra, bebek yapıp dükkanlara satmaya başlar. Eline iyi para geçmekte, gül gibi geçinmektedir.

Bir gün Kemal kasabaya geri döner ve çok iyi bir teklifle Ahmet'in karşısına çıkar. Geçen seferki paranın iki mislini vererek karşılığında da Zehra'yı geri alıp nikahlı karısı yapacaktır. Ahmet başlarda itiraz etse de sora kabul eder.

Kemal bir gece kapıya dayanınca Zehra silahını çıkarıp onu kalbinden vurur. Zehra abisi yüzünden katil olup hapse girmiştir.

Felsefe-i Zenan (Ahmet Mithat Efendi) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Felsefe-i Zenan

Kitabın Yazarı : Ahmet Mithat Efendi

Kitap Hakkında Bilgi :

Felsefe-i Zenan (Kadınların Felsefesi), tarihimizde ilk olarak açıkça kadın haklarının savunulduğu edebi eserimiz olma özelliğinin yanı sıra, edebiyatımızda mektuplaşma tarzına sahip ilk eserimiz olması açısından da önemli.

Kitabın Özeti :

Fazıla hanımın evlatlıkları Akile ve Zekiye, annelerinin verdiği mükemmel eğitimle yetişmiş, özgürlüklerinden ödün vermemek için evlenmeyi bile reddeden iki genç kızdır. Muhsin Paşa Halep'e vali olur. Kendi çocuklarını eğitmek istediğinden Zekiye'ye Halep'e gelmesini teklif eder. Zekiye biraz düşündükten sonra teklifi kabul eder ve mektuplaşmalar burada başlar.

Çok geçmeden Zekiye Hanım, Muhsin Paşa'nın katibi Sıtkı Efendi'yle yakınlaşmaya başlar. Bu olayı mektuplarında bahseden Zekiye Hanım'dan şüphelenmeye başlarlar ve nihayetinde Sıtkı Efendi'yle evlenir. Bu olayı öğrenen Akile Hanım kendini kaybeder. Mektuplaşmalar dört aylığına kesilir. Akile Hanım hayırlı olsun gibisinden mektup yazıp gönderir.

Bir gün iki adam Akile Hanım'ın kapısına gelirler. Zekiye'nin hasta olduğunu kendisini son bir defa görmek istediğini söylerler. Akile Hanım biraz düşündükten sonra kabul eder ve Halep'e doğru yola çıkar. Konağa vardığında ise Zekiye çoktan ölmüştür.

Kocası Sıtkı Efendi çok güzel bir cariye olan Mah-i Taban ile kendisini aldatmıştır. Bu olayı Zekiye Hanım öğrenmiş ve çok üzülmüştür. Çok geçmeden Sıtkı Efendi, Zekiye'ye şiddet uygulamaya başlamıştır. Daha fazla dayanamayan Zekiye hastalanmış çok geçmeden vefat etmiştir.

Akile Hanım olup bitenleri Muhsin Paşa'nın kızından öğrenmiştir. Kız, Akile Hanımı çok sevmiş ve onla kalmasını ısrar etmiştir. Akile Hanım kabul etmemiş ve kendi küçük evinde mutlu mesut yaşamaya devam etmiştir.

Geçmişe Yolculuk (Stefan Zweig) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Geçmişe Yolculuk

Kitabın Yazarı : Stefan Zweig

Kitap Hakkında Bilgi :

Kozasında kalmak için ne kadar uğraşsa da, bir an gelir kozanın gözyaşlarının çapraşık dokusu çözülür ve yaşlar yükseklerden en uzak derinliklere akar, ürkek kalbe büyük bir güçle düşer. Genç adam için bu hayli geç olmuştu…

Usta yazar Stefan Zweig’dan insan ruhunu açmazlarıyla ortaya seren bir öykü Geçmişe Yolculuk. Genç bir adamın özgürlük, yükselme arzusu, aşk ve görev arasında yaşadığı çatışmaları okurken insan denen varlığı oluşturan dürtülerin gücüne de tanık olacaksınız.

Kitabın Özeti :

Savaşın mahvettiği, araya mesafelerin girdiği ama tutkudan hiçbir şeyin götürmediği bir adam Ludwig.

Birbirlerine tutkulu aşkla bağlanan iki insanın iki yıl sürecek bir ayrılığın savaş nedeniyle dokuz yıl sürmesiyle aşk heyecanını yitiriyor. Zaman her ikisini de bambaşka arzulara yönlendirse de yaşanmamış o tutkulu aşk hayatlarının peşini bırakmayıp zamanın arkasından usul usul bedenlerinde yaşıyor.

Savaşın bir anda bitmesiyle o tutkulu aşkın gerçek duygularına dönüşü başlıyor. Ludwig o ana kadar hayat ona ne getirdiyse onu yaşamıştı. Şimdi savaşın bitmesi onu gerçek tutkularına ulaşmasını fısıldıyordu.

Ama aşk, bir cenin gibi bedenin karanlıklarında acıyla dönüp durmaktan kurtulduğu, nefes ve dudak aracılığıyla kendini zikir ve itiraf edebildiği zaman gerçek aşktı. Bu duygu çok ısrarcı olursa, bir an gelir ilmek ilmek dokunmuş tırtıl yuvasını deler, yükseklerden en derinlere doğru yuvarlanır ve ürkmüş yüreğe var gücüyle çarpardı.

Savaşın yıktığı hayaller ve ulaşılmayı bekleyen bir hayat. Kısacık bir kitabın konusu, kapağı kapattığında içine çekebilecek ve uzun bir süre düşündürecek nitelikte.

Acaba Ludwig, geçmişine dönüp aynı tutkuyu aynı aşkı hissedelicek miydi? Geçmişe yolculuk yapıp ve aradan dokuz yılın geçmesiyle aynı hisleri karşısında bulabilecekler miydi?

Bu Ülke (Cemil Meriç) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bu Ülke

Kitabın Yazarı : Cemil Meriç

Kitap Hakkında Bilgi :

Bu ülke, Cemil Meriç'in "aynı kaynaktan fışkırdılar" dediği eserler dizisinin önemli bir halkası. "Bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin vicdanı olmak, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak" isteği Cemil Meriç'in düşünme ve yazma çabasına her zaman yön vermiştir. Elinizdeki kitap bu isteğin belki de en fazla berraklaştığı eseri: "Bu sayfalarda, hayatımın bütünü, yani bütün sevgilerim, bütün kinlerim, bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülakata bu kitabı yazmak için geldim: etimin eti, kemiğimin kemiği." Bu özgün fikir adamının sürekli etrafında, içinde dolandığı Doğu-Batı sorunu yanında, özellikle sol-sağ kutuplaşmasına ve kalıplaşmasına ilişkin önemli tesbitlerini ve aforizmalarını içeriyor Bu Ülke. İlk baskısı 1974 yılında yapılmıştır. Cemil Meriç’in gözlem ve tecrübelerine dayanarak Türkiye’yi siyasi ve edebi açıdan ele alarak yazmış olduğu denemelerden oluşan kitabıdır.

Kitabın Özeti :

Bir Avuç Duman
Düşünce bir köprü, kıldan ince, kılıçtan keskin… Kalabalıklar geçemez üzerinden. Ülkeler asırlarca habersiz yaşamış birbirinden. Ne Asya Avrupa’yı tanımış, ne Avrupa Asya’yı. El Biruni boşuna anlatmış Hint’i çağdaşlarına. Kıt’alar kapalı birbirine. Yalnız Kıt’alar mı?

Aynı mahalledeki insanlar birbirlerine yabancı. Her ev meçhule giden bir kompartıman.Kompartımandakiler tesadüfün bir araya topladığı üç beş yolcu. Ne Marx’ın annesi oğlunu anlayabilmiş; ne Cromwell, Milton’u. Saint-Simon Ebediyete giden yol tımarhaneden geçer diyor. Tehlikeli bir durak, tımarhane. Birçok yolcular cinnette karar kıldı: Nietzsche, Hölderlin. Comte, ömrü boyunca huysuz bir aşık gibi dalaştı cinnetle. Ayrılan birleşen, tekrar ayrılan bir çifttiler. Ve Rubaçof zindanının duvarında sesler duydu, kelimeleşen sesler. Bir avuç kelime kıtaları birbirinden ayırır, yer sarsıntısı gibi. Uçurumlara köprü atan cümlelerde var.

Bir ırmağa benziyor zaman. Hayretten dona kalmış. Perdede hep aynı gölgeler. Karagöz’ün repertuvarı tarihinkinden daha zengin. Juvenal’i öfke şairleştirmiş, öfke yani isyan. Şark’ta fert değil, sokak isyan eder. Sorumsuz ve şuursuz bir bir ayaklanış. Hikmet, hamakatle vuslatı hayatın tabii cilvesi saymaktan ibaret.
Batılı için tekamül bir başkalaşma, bir kişileşme. Sürünün tarihi yok. Ama tarihin yaratıcısı o. Sürünün önüne geçmek, sürüden ayrılmak mı? Aradaki mesafe uzayınca, evet!

Coşmak lazım, diyor Saint-Simon, yaşamak lazım. Hem zirvelerde, hem uçurumlarda yaşamak. Dizginleri gerilen at şahlanır, ama kanatlanmaz.
Tecrübe, harem ağalarının silahı. Büyüklerin bu koltuk değneğine ihtiyacı var mı? İsa tecrübesiz. Saint-Just tecrübesiz olduğu için ulu. Tecrübe, bayalığa alışmak ve bayağılaşmak. İnsanları eskisi kadar sevmemek. İnsanları ve eşyayı. Galiba ölmek de bu.

SAĞ VE SOL
İdeolojik iki kavram. Herkesin dilinde nerdeyse bütün siyasal ve toplumsal çatışmaların temeli. Gerçekten ne anlama geldiklerini ve ya nerden türediklerini bilipte kullanan kaç kişi var? Birde Meriç ten dinleyelim o zaman. Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit. Toplum yapımızla herhangi bir ilgisi olmayan iki yabancı. Sol’un halk vicdanında yarattığı tedailer: casusluk, darağaçları, Moskova; Sağ’ın müphem, sevimsiz, sinsi bir iki hayal. Hristiyan Avrupa’nın bu habis kelimelerinden bize ne? Bu maskeli haydutları hafızalarımızdan kovmak ve kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmak…. Sol Latince de kötü, uğursuz, berbat demek. Sağ kibar ve imtiyazlı. Bütün semavi dinlerde böyle değil mi? Nezleye yakalanır gibi ideolojilere yakalanıyoruz. İdeolojilere ve kelimelere.

SEN BİR AZ-GELİŞMİŞSİN
Bana dayanılmaz acılar yaştan meselelerden biri de hep bize yapıştırılan kimlik ve ya adına ne derseniz deyin onunla yaşamaya çalışmak olmuştur. Bu gerek ferdi gerekse toplumsal olsun bizde o kadar gerçek ve değiştirilemez görünür ki eninde sonunda bize bunu yapıştıran kişi ye sarılmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden. Halbuki başkalarının değil bizim kendimizin ne olduğunu, neyimizin eksik neyimizin fazla olduğunu bilmesi heyhat! Daha güzel olmaz mıydı? Alın size Meriç'in gözüyle bir misal. Zaferler sonrası gelen bozgunlar mazimizden utanmaya sebebiyet verdi. Sonra utanç unutkanlığa bıraktı yerini. Ve Avrupalı dostlar! "sen bir az-gelişmişsin" dedi. Ve bizim aydınlarımız gururla benimsedi ve taktı "nişan-ı zişan". Kıtaları ipek bir kumas gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar. Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, "Ben Avrupalıyım" demeğe başladı, "Asya bir cüzzamlılar diyarıdır." Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara, ve kulağına: "Hayır delikanlı", diye fısıldadılar, "sen bir az gelişmişsin." Ve Hıristiyan Batı'nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir "nisân-i zîşân" gibi gururla benimsedi aydınlarımız.

Bir de cumhuriyette verdiler bize bir isim. Neymiş çağdaşlaşmak gerekmiş. Bakın ne diyor Meriç: Hem aynı çağda muhtelif çağlar vardır. Çağdaşlaşmak neden Hristiyan Batı'nın putlarına perestiş olsun?

KİTAP
Toplum olarak okumuyoruz. Okumuyoruz ama her meseleye dair bir şeyler biliyoruz. Daha doğrusu bildiğimizi sanıyoruz. Hatta bazen kör kütük cahilliğimizden olacak kendimize olan güvenimiz sayesinde eğer karşıdaki ya tam bilgili ya da bizim gibi bilgisiz değil de tam aradaysa onu da kendi inandığımız düşüncelere inandırabiliyoruz. Kitaplara para harcamak. Boşa harcanan paralar gibi geliyor bize. Bakın Meriç ne diyor kitap sevene kitap delisi diyoruz. Ama at yarışı oynayan günümüz için türlü şans oyunları oynayanlar- kimseye at delisi dediğimiz yok. Kitap yüzünden yoksulluğa düşen yok ama at yüzünden iflas eden bir sürü.

İnsanların temel ihtiyaçları dışında kalan diğer şeylere harcadıkları para kitaplara ayırdıklarının kaç mislidir. Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işle, ruhun daha huzurlu olması demek. Bunun içinde okumak öğrenmek tecrübe etmek gerek. Biz olgunlaşmayı zaman la kendiliğinden olabilecek bir şeymiş gibi algılıyoruz. Şimdi ismini hatırlamıyorum ama ünlü bir yazarın dediği gibi dostlarım salt zaman insanları olgunlaştırmaz ancak armutları olgunlaştırır.

İSLAMİYET VE DEMOKRASİ
Kimilerine göre yan yana gelmesi bile imkânsız iki kavram. Özünde bir biri ile çatışan çok az kavram vardır kanımca. Kavramlara anlam yükleyen kullanıcılar yok mu? Her şeyin sebebi onlar. Ne desek boş sözü iyisi mi yine Meriç’e bırakalım. İslamiyet’in devlet telakkisine bir göz atalım. İnsanlar doğuştan eşittirler: kullukta, fanilikte eşitlik. Ama menfi bir eşitlik bu. Sonra iman sayesinde yeni bir eşitlik kazanırlar, kardeş olurlar. Rabbin lütuflarından aynı ölçüde faydalanacaklardır: hukuki ve müspet bir eşitlik. Kulun bütün haysiyeti: mümin oluşunda. Kul, mümin olunca hukuki bir hüviyet kazanır, dilenciyi halifeye eşit kılan bir hüviyet. Demek ki İslamiyet’in temel mefhumu: eşitlik. Bu bir amaç değil, bir hak. Hürriyet, eşitliğin başka bir adı ve ya görünüşü. Sınıf kabul etmeyen, imtiyaz tanımayan bir dinde kimin kime karşı hürriyeti? Fikir hürriyetini, insanın insana saldırtan bir tecavüz silahı olarak değil , bir ikaz, bir irşat vasıtası olarak kabul etmiştir. Bu anlamda İslamiyet demokrasinin ta kendisidir. Ama Batı'nınkinden çok başka bir ruh ikliminde gelişe, çok başka umdelere dayanan bir demokrasi.

Bir Avuç Duman
Düşünce bir köprü, kıldan ince, kılıçtan keskin, kalabalıklar geçemez üzerinden. Ülkeler asırlarca habersiz yaşamış birbirinden. Ne Asya Avrupa' yı tanımış, ne Avrupa Asya'yı. El Biruni boşuna anlatmış Hint’i çağdaşlarına. Kıtalar kapalı birbirine. Yalnız Kıtalar mı? Aynı mahalledeki insanlar birbirlerine yabancı. Her ev meçhule giden bir kompartıman. Kompartımandakiler tesadüfün bir araya topladığı üç beş yolcu. Ne Marx'ın annesi oğlunu anlayabilmiş; ne Cromwell, Milton'u. Saint-Simon Ebediyete giden yol tımarhaneden geçer diyor. Tehlikeli bir durak, tımarhane. Birçok yolcular cinnette karar kıldı: Nietzsche, Hölderlin. Comte, ömrü boyunca huysuz bir aşık gibi dalaştı cinnetle. Ayrılan birleşen, tekrar ayrılan bir çifttiler. Ve Rubaçof zindanının duvarında sesler duydu, kelimeleşen sesler. Bir avuç kelime kıtaları birbirinden ayırır, yer sarsıntısı gibi. Uçurumlara köprü atan cümlelerde var.

Bir ırmağa benziyor zaman. Hayretten dona kalmış. Perdede hep aynı gölgeler. Karagöz’ün repertuvarı tarihinkinden daha zengin. Juvenal'i öfke şiirleştirmiş, öfke yani isyan. Şark’ta fert değil, sokak isyan eder. Sorumsuz ve şuursuz bir bir ayaklanış. Hikmet, hamakatla vuslatı hayatın tabii cilvesi saymaktan ibaret. Batılı için tekamül bir başkalaşma, bir kişileşme. Sürünün tarihi yok. Ama tarihin yaratıcısı o. Sürünün önüne geçmek, sürüden ayrılmak mı? Aradaki mesafe uzayınca, evet!

Coşmak lazım, diyor Saint-Simon, yaşamak lazım. Hem zirvelerde, hem uçurumlarda yaşamak. Dizginleri gerilen at şahlanır, ama kanatlanmaz.
Tecrübe, harem ağalarının silahı. Büyüklerin bu koltuk değneğine ihtiyacı var mı? İsa tecrübesiz. Saint-Just tecrübesiz olduğu için ulu. Tecrübe, bayalığa alışmak ve bayağılaşmak. İnsanları eskisi kadar sevmemek. İnsanları ve eşyayı. Galiba ölmek de bu.

Bu Ülke (Cemil Meriç) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Siyasetname (Nizamülmülk) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Siyasetname

Kitabın Yazarı : Nizamülmülk

Kitap Hakkında Bilgi :

Her şeyin kanlı ve kirli bir iktidar imgesinde odaklandığı modern zamanların en netameli kavramlarından biridir siyaset. Modern siyasetin doğası, egemen olma ve sahiplik güdüsünü aşırı biçimde kışkırtır.

Böyle bir dönemde "bilgelik sanatı" olarak siyasetin esaslı metinlerinden biri, ünlü Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün olan Siyasetnamesi daha da çok önem kazanıyor. Alp Arslan ve Melik Şah’ın saltanat devirlerinde devlet idaresinin zirvesinde bulunan Nizamülmülk, bir tür anayasa sayılabilecek bu eserle yüzyıllar öncesinden sesleniyor.

Selçuklu veziri olarak otuz yıl boyunca devlet yönetiminde söz sahibi oldu, görüşleriyle sultanların kararlarını etkiledi. Siyasi bir suikasta kurban gitmesinden kısa bir süre önce hükümdarlık sanatı konusunda düşüncelerini kaleme aldı. Melikşah'ın devlet yönetimi hakkında kapsamlı bir rapor istemesi üzerine yazılan Siyasetname, Nizamü'l-Mülk'ün devlet adamı olarak deneyimlerini aktardığı bir el kitabı olmasının yanı sıra, edebi değeriyle de yüzyıllardır dikkati çeken bir eserdir. Bu yapıt, sadece onun fikirlerini anlamak için değil, aynı zamanda döneminin özelliklerini de yansıtması itibariyle hala tarihçiler ve siyaset bilimciler için önemli bir kaynaktır. Orijinal dili Farsça olup, 51 bölümden (fasıldan) oluşmaktadır.

Kitabın Özeti :

Nizamü’l-Mülk yönetimin gerekliliği konusunda, Siyasetname’nin daha birinci bölümüne başlarken devletin gerekliliği ve padişahın konumu hakkında şu tespitlerde bulunmaktadır: “Allah her asır ve zamanda halkın içinden birini seçerek onu padişahlık sanatlarıyla (becerileriyle) övülmüş ve süslenmiş kılar. Dünya işlerinden ve kullarının huzurundan onu sorumlu kılar; fesat, karışıklık ve fitneyi ortadan kaldırır. Onun haşmet ve heybetini insanların gönüllerinde ve gözlerinde genişletince, ondan emin olarak devletin devamını isterler.” Bu bağlamda, Nizamü’l Mülk’e göre yönetim, Allah tarafından yöneticiye verilen ve her dönem için gerekli olan bir olgudur.

Devleti, hükümdarın mülkü olarak tanımlayan Nizamü’l-Mülk, devletin görevleriyle ilgili olarak hükümdarlara ilk olarak şu tavsiyede bulunur: “Kanallar açmak, belli başlı ırmaklara yataklar kazmak, büyük sulardan geçiş için köprüler yapmak, köyleri ve tarım alanlarını mamur kılmak, surlar inşa etmek, yeni şehirler kurmak gibi cihanın imarı ile ilgili şeyler yapsın; güzel oturulacak yerler vücuda getirsin; ana yollar üzerinde ribâtlar, ilim talipleri için medreseler yapılmasını emretsin; tâ ki, adı daima kalsın; bu işlerin sevabı öteki dünyada onu bulsun, reâya daima (hayır) dualar etsin”.

Bürokrasi konusunda ise Büyük Vezir, genel yaklaşım olarak bürokrasiyi dizginlenmesi gereken bir güç olarak görmekte ve bürokrasinin halka yönelik baskıcı tutumunu bir sorun olarak algılamaktadır. Dördüncü bölümün (fasılın) sonunda, padişahın bürokrasiyi sıkı sıkıya denetlemesi gerektiğini şu sözlerle ifade eder: “Binaenaleyh padişah her daim memurların ne yapıp eylediklerinden haberdar olup tuttukları yolları, törenlerini, yörelerini iyi bellese, bir kanunsuzlukları yahut haddi aşmaları durumunda bir dem görevde tutmayıp derhal azletse ve işledikleri cürüm mesabesinde, diğerlerine gözdağı vermek için, onları cezalandırsa gerektir.”

Siyasetname Nizamü’l- Mülk’ün tabiriyle, “Hem nasihat, hem hikmet, hem destan, hem Kur’an tefsiri, hem peygamber sözleri, hem peygamber kıssası, hem geçmiş adil padişahların maceralarıdır. Bizden evvelkilerden haber verirken kalanlardan meyveler devşirir. Uzun olmasına uzun, lakin özlüdür ve adil hükümdarlara yaraşır yazılmıştır”. Nizamü’l- Mülk devlet teşkilatında idari, mali ve askeri alanlarda aldığı tedbirler ve düzenlemeler sayesinde Büyük Selçuklu Devleti’ni ortaçağın en sağlam teşkilatlı devleti haline getirdiği gibi, kurduğu bu kurumlarında bir takım değişikliklerle diğer Türk devletlerine model olmasını sağlamıştır.

Siyasetname’den bazı özet alıntılar :

– Sultan, bütün tutumlarında ortayolu izlemelidir. Padişahın dengesiz ve ölçüsüz hareket etmesi, onun halk nezdindeki saygı ve yüceliğini zedeler.

– Sultan ilimle ve ilim adamlarıyla dost olmalı ve onlarla düşüp kalkmalıdır.

– Sultan, istişare ve görüş alışverişine değer vermeli ve acele karar almamalıdır. Çünkü padişah için sağlam görüş, güçlü bir ordudan daha iyidir.

– Vergi memurları ve vezirden kölelere kadar her kademedeki görevlileri soruşturmalı ve sıkıca denetlemelidir. Eğer işini savsaklayan ve halka zulüm eden devlet görevlisine rastlarsa, derhal işine son vermelidir.

– Ülke ve devlet işlerinde iyi düşünerek, danışarak karar almalıdır.

– Alimlerle meşveret yapmalı ve onların tavsiyelerini dikkate almalıdır.

– Üst makamlara kadar yükselen devlet ileri gelenleri, bir hata işledikleri zaman önce uyarılmalı, eğer etkili olmazsa cezalandırılmalıdır.

– Kadıların âlim ve zahit olmalarına önem verilmeli, zalimler asla bu görevlere getirilmemelidir. Bunlara devlet bütçesinden gündelik veya aylık olarak ödenek verilmeli ve bu şekilde halktan rüşvet almalarının önüne geçilmelidir.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...