Elektrik elektronik eğitimi ile ilgili bilgiler, kitap özetleri, kitap sınav soruları ve eğitime dair her şey
27 Mart 2020 Cuma
11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları 2. Ünite Hikaye, Öykü, Unsurları, Anlatım Teknikleri, Türleri
2. ÜNİTE: HİKÂYE (ÖYKÜ)
Ünite Konuları
A- 1923-1940 Cumhuriyet Dönemi Hikâyesi
B- 1940-1960 Cumhuriyet Dönemi Hikâyesi
- Toplumcu-Gerçekçi Hikâyeler
- Bireyin İç Dünyasını Ele Alan Hikâyeler
- Milli-Dini Duyarlılıkları Yansıtan Hikâyeler
- Modernist Hikâyeler
C- Hikayelerde Anlatım Teknikleri
HİKÂYE (ÖYKÜ)
Hikâye, yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları veya durumları ilgi çekici bir biçimde anlatan kısa yazılardır. Hikâye, insan yaşamının bir bölümünü yer ve zaman kavramına bağlayarak ele alan düzyazı türüdür. Bir hikâyede olay ya da durum söz konusu olmalı; kişilere bağlanmalı, olay ya da durumun ortaya konduğu yer ve zaman belirtilmeli; bunlar sürükleyici ve etkileyici bir anlatımla ortaya konmalıdır.
Not: Öyküde, olayın geçtiği yer sınırlı, anlatım özlü ve yoğundur. Karakterler belli bir olay içinde gösterilir. Bu karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır.
Hikâyenin yapı unsurları: Olay örgüsü, kişiler, mekan ve zaman…
Hikâyede Plan: Serim, düğüm, çözüm
HİKÂYENİN UNSURLARI
1- Olay : Olay, anlatmaya bağlı edebî metinlerin en önemli öğesidir. Edebî metinlerde anlatılan olaylarla gerçek hayatta bire bir karşılaşmak mümkün değildir. Çünkü anlatılanlar kurgulanmış olaylardan ibarettir.
Edebî metinlerdeki gerçekliğin doğal gerçeklikten farkı, "kurmaca bir gerçeklik" olmasıdır.
2- Kişiler : Öyküdeki olayları ya da durumları kişi veya kişiler yaşar.
Öyküde kişi sayısı azdır.
Öyküdeki kişilerin fiziksel ve ruhsal durumları uzun uzun anlatılmaz; sadece olayla ilgili belirgin yönleri verilir.
Öykü kişileri yalnızca insanlar arasından seçilmez.
Canlı, cansız bütün varlıklar öykünün kişisi olabilir.
3- Zaman : Olayların başlaması, gelişmesi, son bulması belli bir zamanda olur.
Bazı öykülerde zaman verilmez, sezdirilir.
Öykücü zamanı bir düzen içinde vermeyebilir.
Olayın veya durumun son bulmasından başlayarak olayın başlama noktasına doğru gelinebilir.
4- Mekan (Yer) : Öykülerde olay veya durum belli bir yerde geçer.
Çevre, uzun betimlemelerle verilmez; öyküyü ilgilendiren yönüyle verilir.
Olay veya duruma bağlı olarak öyküdeki yer değişse de çevre betimlemesi kısa tutulur.
5- Çatışma : Hikâyede olay iki zıt gücün mücadelesi şeklinde ortaya çıkar. Bu mücadele kişiler arasında olabileceği gibi, aynı kişide de toplanabilir. Bu durumda çatışma daha çok kişinin kendi içinde olur. Yani psikolojik bir özellik gösterir. Hikayelerde çoğunlukla bir çatışma söz konusudur. Hemen her hikâye bir çatışma yani bir problem üzerine kuruludur. Örneğin bir hikâyede cinayetten söz ediliyorsa cinayeti kimin işlediği, amacı, çevresindekilere karşı tavrı ya da vicdanıyla mücadelesi bir çatışma halinde verilir. Çatışma, hikayedeki kişi ya da kişilerin çevresiyle olabildiği gibi kendi iç dünyasında da olabilir. Hikâye kişilerinin çevresiyle olan çatışmasına dış çatışma, kendi iç dünyası, vicdanıyla olan çatışmasına ise iç çatışma adı verilir.
6- Dil ve Anlatım : Öyküde akıcılığı sağlayan dildir.
Bu da yazarın dili kullanma yeteneğine bağlıdır.
Dilin kullanımı yazardan yazara değişir; çünkü her yazarın üslûbu farklıdır.
Öykü, ya birinci tekil kişinin ağzından ya da üçüncü tekil kişinin ağzından anlatılır. Öyküde bütünlüğü sağlayan öğelerden biri de dil ve anlatımdır.
Not: Bir öykü yazarının dil ve anlatım özellikleri belirlenirken cümle yapıları, kelime kadrosu, akıcılık, nesnellik, öznellik, duygusallık, coşkunluk gibi hususları dikkate almak gerekir.
7- Anlatıcı : Anlatıcı, edebî metinlerde anlatıcı, kurmacanın sınırları içinde varlığından söz edilen kişidir. Anlatıcı, yazar ile kurmaca metin arasındaki kişidir. Üç çeşit anlatıcının bakış açısı vardır:
a) Kahraman Anlatıcı Bakış Açısı: Bu bakış açısında anlatıcı, eserin kişilerinden biridir.
b) Gözlemci Anlatıcı Bakış Açısı: Gözlemci anlatıcı olayların akışını etkilemez, yalnızca bir aktarıcıdır. Amacı okuyucunun anlatılanları daha iyi anlamasını sağlamaktır.
c) İlahi Anlatıcı Bakış Açısı: Anlatıcının her şeyi bilip her şeye hâkim olduğu bakış açısıdır. Anlatıcı, kahramanların zihinlerine ve iç dünyalarına girer.
HİKÂYELERDE KULLANILAN ANLATIM TEKNİKLERİ
1- Anlatım Tekniği : Anlatma tekniğinde okuyucu ile eser arasına anlatıcı girer. Okuyucu hemen her şeyi anlatıcı kanalıyla görür ve öğrenir. Okuyucunun dikkati anlatıcı üzerinde yoğunlaşır.
Örnek: Mahalle kahvesinin önündeki setin üstü sanki ufak bir bahçecikti. Ortada küçük bir havuz, içinde gazoz şişeleri, etrafında biraz çimen, kınar çiçekleri. Kapının sağ tarafında bazısı giyimli, birtakım da gecelik entarileri, şam hırkaları iler dört beş kişi İstanbul'un son zelzesinden konuşuyorlardı. (Memduh Şevket Esendal-Pazarlık Hikayesi)
2- Gösterme (sahneleme) Tekniği : Olaylar, kişiler, varlıklar okuyucuya doğrudan sunulur. Anlatıcı okuyucuyla eser arasına girmez. Okuyucunun dikkati eser üzerinde yoğunlaşır.
Örnek: Faik Efendi kaşlarını kaldırıp düşündü. Dinleyenler gülümsediler. İmamın oğlu Rıza dedi ki: "Faik Bey ağzın kızdı da ölçüyü kaçırdın" (Memduh Şevket Esendal-Pazarlık Hikayesi)
3- Özetleme Tekniği : Daha çok eski klasik eserlerde görülen bu teknikte, varlığı kuvvetle hissedilen anlatıcının olayları, kişileri veya hakkında bilgi vermek istediği herhangi bir şeyi özetleyerek anlatması esastır. Çağdaş romancılar bu ışı "bilinç akımı"," veya " iç monolog" tekniklerinden yararlanarak yaparlar.
Örnek: "Ali Rıza Bey, Babıali yetişmelerinden bir mülkiye memuruydu. Otuz yaşına kadar Dahiliye kalemlerinden birinde çalışmıştı." (Reşat Nuri Güntekin-Yaprak Dökümü)
4- Tasvir (Betimleme) : Betimleme en yalın biçimiyle sözcüklerle resim çizme işidir. Varlıkların niteliklerini, bu varlıkların duyularımız üzerinde uyandırdıkları izlenimleri belirtmektir.
Örnek: Büyük kubbeli serin divan, bugün daha sakin, daha gölgeliydi. Pencerelerinden süzülen mavi, mor, sincap rengi bahar aydınlığı, çinilerinin yeşil derinliklerinde birikiyor, koyulaşıyordu. Yüksek ipek şiltelere diz çökmüş yorgun vezirler, önlerindeki halının renkli nakışlarına bakıyorlar, uzun beyaz sakalını zayıf eliyle tutan yaşlı sadrazamın sönük gözleri, çok uzak, çok karanlık şeyler düşünüyor gibi, var olmayan noktalara dalıyordu. (Ömer Seyfettin-Pembe İncili Kaftan)
5- Portre : Kişilerin dış görünüşlerini (fiziksel) ve karakterlerini (ruhsal durum) tanıtan betimlemedir.
Kişi betimlemelerine portre denir. Portre; fiziksel portre ve ruhsal portre olarak ikiye ayrılır.
a. Fiziksel portre: Kişilerin dış görünüşlerinin anlatıldığı betimlemedir. Betimlemede kişiyi, diğer kişilerden ayıran fiziksel özellikler belirtilir. Portresi çizilen kişi hakkında özel görüş ve izlenimler de verilebilir.
b. Ruhsal portre: Kişilerin karakter özelliklerinin anlatıldığı betimlemedir.
6- Bilinç Akışı : Kişilerin duygu ve düşüncelerini, herhangi mantıki bir bağ ve gramer kuralı endişesi taşımaksızın, düzensiz bir şekilde ve çağrışım ilkesi paralelinde doğrudan doğruya okuyucuya aktarmaktan ibarettir. Aynı zamanda insanların tanıtılmasında da kullanılan bu teknikte yazar, okuyucuyu kahramanın iç dünyası ile baş başa bırakmayı hedefler.
7. İç monolog : Kahramanın iç dünyasında kendisini muhatap alarak konuşmasıdır.
8. İç çözümleme : İç çözümleme anlatı türleri içerisinde kahramanların iç dünyası, duygu, düşünce ve hayallerinin ifade edildiği bir anlatım tekniğidir. Bu çözümleme tekniği bilinç akışı tekniğiyle karıştırılabilmektedir. Bu teknik roman sanatında çokça kullanılır.
Örnek: “Eve gitse, biliyordu, gece yarısına dek başka bir şey yapamadan, yukarıdakilerin patırtısına sövecekti… Bol gürültülü, bol dumanlı meyhanelerden birine girdi. Tezgâhın önünde bir boş yer bulup oturdu. Yaklaşan garsona, - Şarap, dedi. Garson, sanki salt onun için buradaymış gibi eğildi. Sanki ötekiler duyacak diye korkuyordu.” (Yusuf Atılgan-Aylak Adam s.40)
9- Diyalog : Öykü kişilerinin karşılıklı konuşmalarına dayanır ve sıkça kullanılan bir anlatım tarzıdır.
10- Geriye Dönüş : Bir eserde olayların zaman sırasını bozarak geçmiş bir zamana ya da olaya dönme yoludur.
NOT: Bunlardan başka ayrıca leitmotif, montaj, fotoğraf (kamera), mektup, günlük, otobiyografi vb. anlatım teknikleri vardır.
HİKÂYE TÜRLERİ
Durum (Kesit) Hikayesi:
• Bir olayı değil günlük yaşamın herhangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz
• Belli bir sonucu da yoktur.
• Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir.
• Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır.
• Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için “Çehov Tarzı Hikaye” de denir.
• Bizdeki en güçlü temsilcileri: Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra’dır.
Olay öyküsü “Maupassant tarzı öykü”
• Bu tarz öykülere “klasik vak’a öyküsü” de denir.
• Bu tür öykülerde olaylar zinciri, kişi, zaman, yer öğesine bağlıdır.
• Olaylar serim, düğüm, çözüm sırasına uygun olarak anlatılır.
• Olay, zamana göre mantıklı bir sıralama ile verilir, düğüm bölümünde oluşan merak, çözüm bölümünde giderilir.
• Bu teknik, Fransız sanatçı Guy de Maupassant (Guy dö Mopasan) tarafından geliştirildiği için bu tür öykülere “Maupassant tarzı öykü” de denir.
• Türk edebiyatında bu tarz öykücülüğün en büyük temsilcisi Ömer Seyfettin’dir. Ayrıca Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Necati Cumalı, Talip Apaydın da olay türü öykücülüğünün temsilcileri arasındadır.
OLAY VE DURUM HİKAYESİ FARKLARI
Olay Hikâyesi
Serim, düğüm, çözüm bölümlerinden oluşan düzenli bir planı vardır.
Olay ağırlıklıdır.
Merak ögesi canlı tutulmuştur.
Hikâye beklenmedik bir sonla bitirilmiştir.
Durum Hikâyesi
Serim, düğüm, çözüm planına uyulmamıştır.
Durum ağırlıklıdır.
Merak ögesi ön plana çıkarılmamıştır.
Hikâyede bitmemişlik duygusu söz konusudur.
HİKAYE TÜRÜNÜN GELİŞİMİ
Dünya edebiyatında hikâye türünün ilk örneği, İtalyan yazar Boccaccio’nun (Bokaçyo) Decameron Hikâyeleri Hikâyeleri (Dekameron) kabul edilir.
18. yüzyılda Voltaire (Volter), hikâye türünde eserler vermiştir.
19. yüzyılda romantizm ve realizm akımlarının etkisiyle de Batı’da hikâye türü karakteristik özelliklerine ulaşmıştır. Alphonse Daudet (Alfons Dode), Guy de Maupassant (Giy di Mupason) gibi sanatçılar bu türde eser veren sanatçılardır.
Guy de Maupassant klasik hikâye türünün temsilcisidir. Rus yazar Anton Pavloviç Çehov (Anton Pavloviç Çehov) ise durum hikâyesinin temsilcisidir.
Edebiyatımızda destan, masal, halk hikâyesi, meddah hikâyeleri, mesneviler hikâyeciliğimizin ilk örnekleri olarak verilebilir. Batılı tarzda ilk hikâye örnekleri edebiyatımızda Tanzimat Dönemi’nden itibaren verilmeye başlanmıştır. Tanzimat’tan sonra Edebiyatıcedide Dönemi’nde de tekniğin güçlü olduğu hikâyeler yazılmıştır. Millî Edebiyat Dönemi’nde ise sanatçılar millî kaynaklara yönelmişler; millî tarihi, Anadolu’nun sosyal hayatından konuları hikâyelerde ele almışlardır.
KISACA TÜRK EDEBİYATINDA HİKAYE
Hikâye, Türk edebiyatında Tanzimat Dönemi’nde Batı’dan girmiş ve bu türün ilk örnekleri bu dönemde yazılmaya başlanmıştır.
Edebiyatımızdaki ilk yerli hikâye örnekleri Ahmet Mithat Efendi’nin yazdığı Letâif-i Rivâyât ve Kıssadan Hisse’dir. (1870)
Batılı anlamda ilk hikâye Sami Paşazade Sezai’nin Küçük Şeyler adlı eseridir.
Türk edebiyatında Ömer Seyfettin Maupassant (Mupason) tarzı hikâyenin, Sait Faik Abasıyanık da Çehov tarzı hikâyenin öncüsü kabul edilir
CUMHURİYET DÖNEMİ HİKAYELERİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ
Milli Edebiyat’la başlayan halka inme, Anadolu’yu tanıma çabası bu dönemin edebiyatında ana ilkelerden olmuş, Türk halkının her kesimi edebiyata girmiştir. Artık edebiyat İstanbul’un sınırlarını tamamen aşmıştır.
Gözlemci ve gerçekçi bir anlayışla eser verilmiştir.
Konular ülkemizin ve insanımızın somut koşullarından çıkarılmıştır.
İnsanımızın gerçeklerine eğilme esastır.
Olayların yaşandığı çevre oldukça genişlemiştir.
Süssüz, anlaşılır, akıcı bir dil kullanılmıştır.
Anadolu ve Anadolu halkı, maziyle hesaplaşma, işçi-işveren ilişkileri, bireyin iç dünyası, yoksulluk vb. temalar işlenmiştir
1946-1980 arası dönemde bu temalara yenileri de eklenmiştir.
1923 - 1940 YILLARI CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE HİKÂYE
Millî Edebiyat sanatçılarının da eser vermeye devam ettiği Cumhuriyet Dönemi'nin ilk yıllarında daha çok, gözlemci gerçekçiliğe dayalı hikâyeler yazılmıştır. Bu dönemde bazı sanatçılar hikâyelerinde toplumsal konuları, Cumhuriyet devrimlerini, yeni kurum ve değerleri ele alırken bazıları da bireyin iç dünyasını esas alan hikâyeler yazmıştır.
Hikâye bu dönemde bağımsız bir tür olarak görülmüş, olay hikâyesi tarzında hikâyelerin yanında Memduh Şevket Esendal’la başlayan ve Sait Faik Abasıyanık’la devam eden durum hikâyeleri yazılmaya başlanmıştır.
Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Reşat Nuri Güntekin gibi Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yıllarının roman yazarları, hikâye türünde de eserler yazmışlardır. Ancak dönemin ilk yıllarında hikâye türüne daha çok ağırlık veren yazar, Reşat Nuri Güntekin’dir.
Reşat Nuri’yi izleyerek ilk hikâye kitaplarını 1923 - 1940 yıllarında yayımlayan yazarlar Kenan Hulusi Koray, Sadri Ertem, Sabahattin Ali ve Sait Faik Abasıyanık’tır.
Bu dönemde sanatın toplum üzerinde bir işlevinin olması gerektiği düşüncesi egemen olmaya başlamıştır. Bu anlayışla da hikâyeler yazılmaya başlanmıştır. Bu dönemde hikaye yazarları ve eserleri: Reşat Nuri Güntekin’in Leyla ile Mecnun; Fahri Celalettin Göktulga’nın Telak-ı Selase; Ercüment Ekrem Talu’nun Teravihten Sahura; Nahid Sırrı Örik’in Eski Resimler; Sadri Ertem’in Bacayı İndir Bacayı Kaldır; Memduh Şevket Esendal’ın Otlakçı, Pazarlık; Sabahattin Ali’nin Ses, Kamyon; Sait Faik Abasıyanık’ın Son Kuşlar, Lüzumsuz Adam adlı eserleri tanınmış hikâye örneklerindendir.
1940 - 1960 YILLARI CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE HİKÂYE
1940 - 1960 yılları Cumhuriyet Dönemi’nde ele alınan konuların çeşitliliği artmış, daha çok gözleme dayanan gerçekçi hikâyeler yazılmıştır.
Anadolu’ya, halkın yaşamına ağırlık verilmeye başlanmıştır.
Bu dönemin hikâyelerinde “millî–dinî duyarlılık”, “toplumcu–gerçekçi anlayış” ve “bireyin iç dünyasını esas alan anlayış” gibi bazı eğilimler görülmektedir.
1940’lı yıllarda Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun durumu, İkinci Dünya Savaşı sonrası toplumsal sorunlar hikâyelerde işlenmiştir.
Bu dönemde Aka Gündüz, Bahaeddin Özkişi gibi sanatçılar millî–dinî duyarlılığı yansıtan hikâyeler yazmışlardır. Millî–dinî duyarlılığı yansıtan eğilimdeki yazarlar hikâyelerde Millî Mücadele, Doğu–Batı çatışması, ahlaki bozukluklar gibi konuları ele almışlardır.
1950’li ve 1960’lı yıllarda daha çok yazar ve eser ortaya çıkmıştır. Memur, işçi, köylü, kasabalı ve şehirlerin kenar mahallelerindeki insanların sorunları toplumcu–gerçekçi yönelimle hikâyelerde işlenmiştir. Sadri Ertem, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Samim Kocagöz, Talip Apaydın gibi yazarlar bu yönelime bağlı eserler vermişlerdir.
Sonraki zaman dilimlerinde insanın yaşam kavgası, kadının toplumdaki yeri ve çocuklar önem kazanmaya başlamış; Peyami Safa, Memduh Şevket Esendal, Tarık Buğra, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Sabahattin Kudret Aksal gibi yazarlar bireyin iç dünyasını esas alan anlayışla insan gerçekliğini psikolojik yönüyle yansıtan hikâyeler yazmışlardır.
Devamı için tıklayınız....
11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları 3. Ünite Şiir, Fecriati Şiiri, Millî Edebiyat Dönemi Şiiri, Saf Şiir, Öz Şiir
3- FECRİATİ ŞİİRİNİN ÖZELLİKLERİ
“Sanat, şahsi ve muhteremdir (saygıdeğerdir).” diyerek gayelerinin sanata ve edebiyata hizmet etmek olduğu”nu açıkladılar, Servet-i Fünuncuları yeteri kadar Batı edebiyatı yanlısı olmamakla suçladılar. Batı’daki edebiyat topluluklarından faydalanmak, en büyük gayeleri arasındadır.
Özellikle Fransız edebiyatını örnek aldılar. Yurdun sanata ve bilime ihtiyacı olduğunu düşünerek, edebiyatın önemini ve ciddiyetini halka anlatmak gerektiği fikrini savundular.
Yapıtlarında aşk ve tabiat konusunu işlediler.
Duygulu ve romantik bir aşkı dile getirdiler.
Gerçekten uzak tabiat betimlemeleri yaptılar.
Fransız sembolistlerinden etkilendiler.
Dil ve üslup yönünden Servetifünuncularla aynı doğrultudadırlar. Dilleri ağır, sanatlı ve süslüdür. Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalarla doludur. Fecriati topluluğu Servet-i Fünun topluluğunun devamı olmuştur. Köklü bir yenilik, orijinallik sağlayamadıkları için ve sanat anlayışlarında birlik ve bütünlük olmadığından 1912'de dağılmışlardır. Dağılan sanatçıların bir kısmı Milli Edebiyat akımına dahil olurken bir kısmı da bağımsız olarak sanat yaşamına devam etmiştir.
AHMET HAŞİM (1884-1933)
*Fecr-i Âti topluluğunun en güçlü şairidir.
*Şiirlerinde musiki vardır.
*Empresyonizm ve sembolizmin etkisiyle şiirler yazar.
*Ona göre şiir, anlamın ve ahengin uyumundan doğar.
*Ahenk kavramına büyük önem verir.
*Sanatçıya göre gerçek şiir, nesre çevrilmesi mümkün olmayan bir şiirdir.
*Tüm şiirlerini aruz ölçüsüyle yazan şair, Arapça ve Farsça sözcüklere de bolca yer verir.
*Haşim, anlamca kapalı olan şiirleri sever.
*Serbest müstezata ilgi duyar. Haşim’e göre şiirlerde “açıklık” ve “fikir” gereksizdir. Şiir, anlamını okuyucudan almalıdır. Okuyucu kendi gücü oranında yorum yapmalıdır.
*”Piyâle” Haşim’in olgunluk dönemi şiirlerini kapsamaktadır.
*Bu dönemde hayat ve kadın karşısında kendisini yalnızlık içinde bulan sanatçının ruh yansımaları vardır.
*Ahmet Haşim, hece ölçüsünü musiki açısından yeterli görmez, serbest müstezatı Servet-i Fünûnculardan daha rahat kullanır.
Ahmet Haşim hece ölçüsünü hiç kullanmamıştır. Hatta bu ölçüyü “Köylü Vezni” olarak nitelemiştir.
*Şiirlerinde tasvire yer veren sanatçı sıfatları da çok kullanır.
*Sembolizmin ahenk ve anlam kapalılığı ilkesinden; empresyonizmin izlenimlerinden yararlanır.
*Sanatçı, toplumsal sorunlara ilgisizdir. Şiirlerinin konusunu hüzün, yalnızlık, ölüm, aşk gibi bireysel konular oluşturur.
*Haşim’e göre şiir, musiki ile söz arasında; fakat sözden çok musikiye yakın bir dildir. Şiirlerin, açık ve anlaşılır olmasına karşıdır. Haşim; sarı, kırmızı, siyah renkleri kullanır.
*Şiirlerinde duygusallığa anlam kargaşalığına önem veren sanatçı nesirlerinde açık, yalın, anlaşılır bir üslupla karşımıza çıkar. Sanatçının fıkraları, edebi tenkitleri, gezi yazıları vardır. Ayrıca nesirlerinde sosyal konulara da ağırlık verir.
ESERLERİ
ŞİİRLER:
Göl Saatleri (1921)
Piyale (1926)
FIKRA VE SOHBET:
Bize Göre (1926)
Gurabahane-i Laklakan (1928)
GEZİ:
Frankfurt Seyahatnamesi (1933)
4- SAF (ÖZ) ŞİİR NEDİR?
“Saf (öz)”sözcüğü; var olan bir şeyin katıksız, arı, halis, has olma haline denir. Saf şiir ise “şiirin şiirsel olmayan unsurlardan ayıklanarak saflaştırılmış bir duruma getirilmesi” demektir.
Fecriati Dönemi’nde başlayıp Millî Edebiyat ve Cumhuriyet Döneminde etkili olan “saf şiir geleneği”nin genel özellikleri şunlardır:
Saf Şiirin Özellikleri
Bu görüşü savunanlarda estetik tavır ön plandadır.
"Sanat için sanat"anlayışı hakimdir. Öz şiir anlayışı savunan şairler, siyasi olaylardan uzak durmuş, sadece saf şiiri amaçlamışlardır.
Dili ustaca ve sanatlı kullanmak esastır.
Şairler iç ahengi yakalayabilmek için söz sanatlarında, ses benzerliklerinden redif ve kafiyeden yararlanmışlardır.
Dilde saflaşma, sadeleşme görülür. Şiir soylu bir sanat olarak kabul edilir. En değerli şey dizedir. Şairlerin kendine özgü imge düzenleri vardır.
Sembolizmden etkilenmişlerdir.
İşlenen temalar sıradan okurun anlayamayacağı niteliktedir.
Güzel şiirin ancak çalışarak elde edileceği ve şiirin emek işi olduğu görüşü hakimdir. Türk edebiyatında saf şiirin ilk ve en önemli temsilcileri Ahmet Haşim ve Yahya Kemal Beyatlı’dır. Cumhuriyet Dönemi’nde ise Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dıranas gibi şairler bu şiir geleneğiyle ürün vermişlerdir.
Millî Edebiyat Dönemi'nde Saf Şiir
Millî Edebiyat Dönemi’nde Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Haşim bu anlayışla şiirler yazmıştır.
Bu anlayışla yazan sanatçılar sözcüklerin ses, ahenk özelliklerine önem vererek şiirde müzikalite sağlamaya çalışmışlardır.
Ahmet Haşim’in “Şiir söz ile musiki arasında sözden ziyade musikiye yakındır”ile Yahya Kemal’in “Şiir bir nağmedir, şiirde nefes ve ses iki unsurdur.” sözleri saf şiirin müzikle ilgisini ve belirgin özelliklerinden birini ortaya koymuştur.
Her iki sanatçı da zengin ve sağlam bir şiir diliyle eserlerini kaleme almıştır.
Sanatlı söyleyişe önem vererek toplumsallıktan uzak, sanatsal değeri ön planda olan bireysel temalı şiirler yazmışlardır.
Yahya Kemal; Türk tarihinin şanlı geçmişinin yanı sıra “aşk,ölüm, İstanbul sevgisi” gibi temaları işlerken Ahmet Haşim,“karamsarlık ve hüzün duygusu oluşturan akşam, karanlık,
gece, gurbet ve tabiat manzaralarını” işlemiştir.
Her iki sanatçı da hece ölçüsü yerine aruz ölçüsünü kullanmıştır.
Ahmet Haşim sembolizm, Yahya Kemal Beyatlı ise parnasizm akımının etkisinde şiir yazmıştır.
Farklı nazım birimleri ve nazım şekilleri kullanmışlar; Ahmet Haşim serbest müstezat, sone gibi biçimler kullanırken Yahya Kemal Beyatlı divan edebiyatı nazım şekillerinden yararlanmıştır.
SAF ŞİİR ÖRNEĞİ:
MERDİVEN
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer
Bu bir lisân-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
YAHYA KEMAL BEYATLI'NIN EDEBİ KİŞİLİĞİ-ESERLERİ
Doğumu: 2 Aralık 1884
Ölümü: 1 Kasım 1958
Milli edebiyat döneminin bağımsız isimlerindendir.
Yazar, şair, siyasetçi ve diplomat kimlikleriyle ön plana çıkan ve doğum adı Ahmed Agâh olan Yahya Kemal Beyatlı, 2 Aralık 1884'te Üsküp Yenimahalle'de dünyaya geldi.
Birçok resmi görevde bulunan sanatçı şiire Servetifünun etkisiyle başladı.
Fransa’ya gitti Fransız şiirinden etkilendi.
Sanatçı kişiliğini, Paris'te iken ünlü tarihçi Albert Sorel'in derslerinden aldığı tarih zevkiyle bazı Fransız şairlerinin (Baudelaire, Verlaine) ölçü ve biçim güzelliklerinde bulur.
Neo-klasizm anlayışıyla eser verdi. Çağdaş Batı şiiriyle Divan şiirini kaynaştırmaya çalıştı.
Sembolizmin etkisiyle şiirde ahenk ve musıkiye büyük önem verdi.
Parnasizmin etkisiyle şiirde biçim mükemmelliğini yakalamaya çalıştı, sözcük seçiminde çok titiz davrandı. (Bu akımın en önemli temsilcisi görülür)
Eserlerinde Divan şiirini temel kaynak olarak seçti. Divan şiiri nazım şekillerini ve “Ok” hariç bütün şiirlerinde aruz ölçüsünü kullandı.
Türkçe ile aruz veznini en iyi bağdaştıran kişilerden olan Yahya Kemal, aruz ölçüsünü Türk aruzu haline getiren şahıslar içerisinde yer alır.
Nazım-nesir yakınlaşmasına karşı çıktı.
O tam bir İstanbul aşığıdır. Tevfik Fikret’in “Sis” adlı, İstanbul'u tahkir ettiği şiirine karşı “Siste Söyleniş” adlı şiiriyle cevap vermiştir.
Osmanlı tarihi, aşk, ölüm, sonsuzluk, musıki ve İstanbul sevgisi en fazla işlediği temalardır.
Nedim’den sonra İstanbul’u en fazla işleyen şairdir.
Eski nazım biçimleriyle konuşulan Tükçenin en güzel örneklerini vermiştir.
Yahya Kemal Beyatlı için "Türkçe" her şeydir. "Türkçe ağzımda annemin sütüdür." diyerek şiirlerinde konuşulan Türkçeyi başarıyla kullanır. NOT: Yahya Kemal hayatı boyunca hiç eser yayımlamamış, günümüzdeki eserleri Yahya Kemal Enstitüsü tarafından yayımlanmıştır. Sanatçı en çok eleştiriyi bu konuda almıştır ve görüşlerine muhalif olan kesim tarafından "esersiz şair" olarak nitelendirilmiştir.
ESERLERİ
Şiir;
Kendi Gök Kubbemiz (1961)
Rubailer ve Hayyam Rubailerini, Türkçe Söyleyiş
Eski Şiirin Rüzgârıyla
Düzyazı (deneme-makale-söyleşi);
Aziz İstanbul
Edebiyata Dair
Eğil Dağlar
Tarih Muhasebeleri Biyografi
Siyasi ve Edebi Portreler
5- MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ ŞİİRİNİN ÖZELLİKLERİ:
1911’de yayın hayatına başlayan Genç Kalemler dergisinde toplanan şairler; kullandıkları dil, biçim,
ölçü ve işledikleri temalarla Millî Edebiyat’ın oluşumunu sağlamıştır. Türkçülük akımının savunucusu Mehmet Emin Yurdakul, Millî Edebiyat akımının öncü ismidir. Servetifünun şiirinin zirvede olduğu dönemde onun toplum için, yalın bir dille ve hece ölçüsüyle yazıp yayımladığı Türkçe Şiirler, Millî Edebiyat şiirinin habercisi niteliğindedir.
Bu dönem şiirlerinde yalın ve anlaşılır bir dil kullanılmış
Hece ölçüsü benimsenmiştir
Dönem şairleri halk şiiri nazım şekillerinden faydalanmıştır
Şiirde doğa ve yurt güzelliklerinin yanında kahramanlık ve vatan sevgisi gibi temalarda işlenmiştir
Bu dönemin en önemli şiir topluluğu olan Beş Hececiler şiirde önemli bir çıkış yapmıştır
Milli edebiyat döneminde halka doğru ilkesi gereğince ulusal kaynaklara dönülmüştür...
Konu seçiminde yerlilik esas alınmıştır.
MEHMET EMİN YURDAKUL (1869-1944)
Milli edebiat akımı ve Türkçülüğün önde gelen temsilcileri arasında yer aldı.
“Türk Şairi”, “Milli Şair” ünvanı ile tanınır..
Tanzimat Dönemi'nde ortaya çıkan “halk için halk diliyle yazma” anlayışını Servet-i Fünûn Döneminde yeniden canlandıran sanatçı Mehmet Emin Yurdakul’dur.
Şiirlerinde Türk milletinin yüceliğini haykırır.
1897’de Türk-Yunan Savaşı sırasında “Cenge Giderken” adlı şiiri yazmıştır. Bu şiiri yazmıştır. Bu şiirin ilk dizesi olan “Ben bir Türküm; dinim, cinsim uludur.” sözüyle edebiyatımızda yeni bir çığır açmıştır.
Şiirlerinde kahramanlık ve milli bilinci öne çıkararak savaşa giden halkı cesaretlendirmiştir.
Konuşma diliyle ve hece ölçüsüyle şiirler yazmak gerektiği üzerinde durmuştur.
Türkçe şiirler adlı kitabıyla edebiyat çevrelerinde sesini duyurmuştur. Onun bu eseri ile Türkçülük edebiyat alanına girmiştir.
Sade dil ve hece ölçüsü ile şiirler yazan ilk şairdir.
Milli duyguları ve sosyal konuları işlemiştir.
Dil ve şekil özellikleri bakımından halk şiirinden etkilenmiştir.
ESERLERİ:
ŞİİR:
Türkçe Şiirler (1899-1918)
Türk Sazı (1914)
Ey Türk Uyan (1914)
Tan Sesleri (1915, 1956)
Ordunun Destanı (1915)
Dicle Önünde (1916)
Hastabakıcı Hanımlar (1917)
Turana Doğru (1918)
Zafer Yolunda (1918)
İsyan ve Dua (1918)
Aydın Kızları (1919)
Mustafa Kemal (1928, şiir ve düzyazı)
Ankara (1939)
DÜZYAZI:
Fazilet ve Asalet (1890)
Türkün Hukuku (1919)
Kral Corc’a (1923)
Dante’ye (1928)
ZİYA GÖKALP (D: 23 Mart 1876-Ö: 25 Ekim 1924)
Diyarbakır'da doğdu, İstanbul'da yaşamını yitirdi. Asıl ismi Mehmet Ziya’ dır.
Ziya Gökalp, sanatı, düşüncelerini yaymak için araç olarak kullanan şairlerdendir.
Şiirleri de düz yazıları da fikir ağırlıklıdır. O, bunlarda sanatsal bir ağırlığa yönelmediği gibi dilsel bir yetkinliğe ulaşamamıştır.
Onun en büyük özelliği Türkçülük sisteminin bir düzene bağlamasıdır.
O'nun fikir hayatında önemli bir dönüm noktası ve sanat hayatının ikinci merhalesinin başlangıcı olan "TURAN" şiiri çok ünlüdür ve bu şiir aruzla yazılmıştır. Vatan ne Türkiyedir Türklere, ne Türkistan
Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan
Ziya Gökalp'ın sanatının en önemli özelliklerinden biri de Türk şiirine o zamana kadar ihmal edilen Türk mitolojisini sokmasıdır. Şair, destan yönünden çok zengin olan Türk mitolojisini şiirlerinde yansıtmıştır.
Milli Edebiyat Akımı'na düşünsel yönden büyük katkılar sunmuştur.
Edebiyatımızın gelişmesi için halka, ulusal kaynaklara gidilmesi, yalın bir dil kullanılması, aruz yerine hece ölçüsünün tercih edilmesi konuşma dili ile yazı dilinin birleştirilmesi, Halk edebiyat ile Batı edebiyatının örnek alınması gerektiğini savunur.
Şiirlerinde çoğunlukla ikili (mesnevi), koşma, sone vb. nazım şekillerini kullanan Gökalp, şiir sanatının teknik yönüyle pek ilgilenmemiştir. O, şiirin ne söylediği kısmıyla ilgilenmiştir. Bu yönüyle onun şiirlerinde kuru bir didaktizm göze çarpar.
Eserinde sade, konuşma diline yakın, doğal, kolay anlaşılır bir dil kullanmıştır.
Türk mitolojisinden, Türk folklorundan, Dede Korkut Hikâyelerinden, masalardan yararlanılır.
Hece ölçüsünün benimsenip yaygınlaşmasında büyük rolü olmuştur.
İnceleme, makale, didaktik şiir, manzum destan, masal türlerinde eserler vermiştir..
ESERLERİ:
Şiir:
* Kızıl Elma
* Yeni Hayat
* Altın Işık
Düz yazı:
* Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak
* Türkçülüğün Esasları
* Türk Töresi
* Türk Ahlakı
* Malta Mektupları
* Doğru Yol
* Türk Medeniyet Tarihi
6- MANZUM HİKAYE DÖNEMİ
Bu dönemde toplumun siyasî ve ekonomik problemlerinin gerçekçi biçimde yansıtıldığı manzumeler yazılmıştır. Konusunu halkın yaşama biçimi ve değerlerinden alan manzumelerle ön plana çıkan isim ise Mehmet Akif Ersoy’dur.
Nazmın nesre yaklaştığı ve didaktik bir üslubun göze çarptığı manzum hikâyelerde sanatçı, ele aldığı konuyu bir olay örgüsü içinde vermiştir
Sanatını toplumun hizmetine adayan Mehmet Akif; manzumelerinde Ziya Gökalp gibi Türkçülüğü değil, İslamcılığı öne çıkarmıştır. Onu Ziya Gökalp ve çevresindeki şairlerden ayıran diğer bir özellik ise hece yerine aruz ölçüsünü kullanmasıdır.
Sanatçı, manzumelerinde Arapça, Farsça sözcüklerin yanı sıra, günlük deyişlere ve sokak diline de yer verilmiştir.
MEHMET ÂKİF ERSOY (1873-1936) İSTİKLÂL ŞAİRİMİZ
Küçük yaşta iyi bir din eğitimi görmüş, Arapça, Farsça; gençlik yıllarında ise Fransızca öğrenmiş olan Mehmet Âkif, dini -milli - lirik - epik özellik taşıyan şiirleriyle edebiyatımızdaki yerini almıştır.
1908'den sonra Sırat-ı Müstakim ve Sebil'ür-Reşat adlı din dergilerinde şiirler, din ve edebiyatla ilgili makaleler yayımlayarak yazı hayatına başlamıştır.
Şiirlerinin çoğunda İslâm'ı anlatmaya çalışmış, İslâm dininin doğru anlaşılması durumunda toplumun ilerleyebileceğini söylemiştir.
Mehmet Âkif realist bir şairdir."Hayır, hayâl ile yoktur benim alışverişim/İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim..." dizeleri onun bu özelliğini yansıtır.
Öğretici yanı ağır basan, din, ahlâk, vatan konularının işlendiği şiirlerinde konuşma dilini başarıyla kullanmıştır.
Tüm şiirlerini aruzla yazmıştır.
Aruzu konuşma diline büyük bir başarıyla uygulayan şair, nazmı nesre yaklaştırmıştır (Bu özellikleriyle Tevfik Fikret'e benzer).
Şiirlerinin çoğu manzum öykü şeklindedir.
Âkif, birçok şiirinde sosyal sorunlara da yer vermiştir. Sözgelimi "Küfe"şiirinde yetim kalan bir çocuğun dramını, "Mahalle Kahvesinde zamanını kahvelerde öldüren tembel kişileri, "Köse İmam"da İslâmı yanlış anlayarak karısını boşamak isteyen acımasız, cahil bir adamı... anlatır.
Sanatçı, milli marşımız olan İstiklâl Marşı'nın da şairidir.
Mehmet Âkif, özlediği gençliği "Asım"da simgeleştirmiştir. Ona göre gençlik İslâm inancı ile Batı'nın bilimini sentezleyebilirse görevini yapmış olacaktır.
Mehmet Âkif, Fransız sanatçı Emile Zola'nın gerçekçiliğine hayrandır. Bu bakımdan da naturalisttir. Gerçeği olduğu gibi, bütün çirkinliği ve kusurlu yanlarıyla anlatması onu naturalistlere yaklaştırır.
ESERLERİ: Mehmet Âkif bütün şiirlerini Safahat adı altında yedi ciltte toplamıştır. Safahat'ın ciltleri şu başlıkları taşır:
Safahat
Süleymaniye Kürsüsünde
Hakkın Sesleri
Fatih Kürsüsünde
Hatıralar
Âsım
Gölgeler
7- CUMHURİYET DÖNEMİ’NİN İLK YILLARINDA ŞİİR
Millî Edebiyat Dönemi’nde başlayan edebî eserlerde millî değerlerin işlenmesine Cumhuriyet’in ilk
yıllarında devam edilmiştir. Şiirde millî duyarlılığa önem verilmiş, ağırlıklı olarak halk şiirinden gelen ögeler (yalın dil, hece ölçüsü, dörtlük nazım birimi vb.) kullanılmıştır. Bu dönemde Millî Edebiyat zevk ve anlayışını sürdüren bir şiir çizgisi görülür.
Kurtuluş Savaşı kazanılmış, sıra vatanın ve milletin maddi ve manevi yönden kalkınmasına gelmiştir. Bu düşüncede millî bir heyecanla hareket eden şairler, şiirlerinde genellikle Anadolu’yu ve Anadolu insanını konu edinmiş; böylece Memleket Edebiyatı adı verilen bir akım oluşmuştur. İlk örneklerini II. Meşrutiyet’ten sonra vermeye başlayan memleketçi şiir, bu akım içinde varlığını güçlü biçimde sürdürmüştür. Anadolu’ya yöneliş, memleket manzaraları, vatan ve millet sevgisi bu akımın işlediği başlıca temalardır. Bu akımda Batı edebiyatının zevk ve anlayışıyla yerli anlayış, memleket edebiyatı düşüncesi etrafında birleşmiş; millî kimlik, edebî eserlerin merkezine yerleşmiştir.
Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Kutsi Tecer, Kemalettin Kamu, Orhan Şaik Gökyay, Ömer BedrettinUşaklı gibi şairler; Memleket Edebiyatı akımı doğrultusunda eser vermiştir. Cumhuriyet Dönemi şiiri, farklı anlayış ve akımlarla gelişimini sürdürmektedir.
Faruk Nafiz Çamlıbel, "Sanat" adlı şiirinde sanat hakkındaki görüşlerini ifade etmiştir. Bu şiir, memleketçi şiirin bir bildirisi gibidir. Şair, yalın bir dil ve lirik bir eda ile yazdığı şiirde anlatma ve betimleme anlatım tekniklerinden yararlanmıştır. Anadolu’ya, millî kültüre yöneliş şiirde açıkça görülmektedir:
Başka sanat bilmeyiz, karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz.
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun... Ayrılıyor yolumuz!
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL (1898 – 1974)
Beş Hececilerin en önemli ismidir.
Aruz ölçüsüyle yazdığı ilk şiirlerden sonra daha çok heceyi kullanmaya başlamıştır.
Aruzu tamamıyla terk etmeyen şair her iki vezni de ustaca kullanmıştır. "Şarkın Sultanları" ve "Gönülden Gönüle" şiirlerini aruzla yazmıştır.
“Sanat” adlı şiiriyle “memleketçi edebiyat” anlayışının öncülüğünü yapmıştır. Bu şiir, memleketçi şiirin ilk bilinçli bildirisi kabul edilir.
"Folklor" ve "Halk Edebiyatı" Faruk Nafiz Çamlıbel'in sanatını süsleyen önemli unsurlardır.
Hem bireysel duygularını hem de memleket konularını şiirlerinde işlemiştir.
Şiirlerindeki başlıca temalar aşk, hasret, tabiat, ölüm, kahramanlık ve ihtirastır.
Düş ile gerçeği kaynaştırdığı epik ve lirik özellikteki şiirler yazmıştır.
Realist-romantik özellikler taşır.
“Han Duvarları” şiiri çok ünlüdür.
Behçet Kemal Çağlar ile birlikte Onuncu Yıl Marşı'nın sözlerini yazmıştır. Bu marşla, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesini ve hedeflerini anlatmıştır.
Faruk Nafiz Çamlıbel, şiirlerinde "Çam Deviren", "Akıllı Ozan", "Kalender" ve "Deli Ozan" gibi takma adlar kullanmıştır.
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nda da etkili bir isimdir.
ESERLERİ
ŞİİR:
Şarkın Sultanları (1919)
Gönülden Gönüle (1919)
Dinle Neyden (1919)
Çoban Çeşmesi (1926)
Suda Halkalar (1928)
Bir Ömür Böyle Geçti (1933)
Elimle Seçtiklerim (1934)
Akarsu (1937)
Tatlı Sert (Mizah Şiirleri, 1938)
Akıncı Türküleri (1938)
Heyecan ve Sükûn (1959)
Zindan Duvarları (1967)
Han Duvarları (Seçme Şiirler, 1969)
OYUN: (çoğu manzumdur)
Canavar (1925)
Özyurt (1932)
Akın (1932)
Kahraman (1933)
Yayla Kartalı (1945)
ROMAN:
Yıldız Yağmuru (1936)
Ayşenin Doktoru
8- TÜRKİYE DIŞINDAKİ ÇAĞDAŞ TÜRK ŞİİRİ
Türk dünyası edebiyatı, ortak duygu ve düşünce dünyasının yanı sıra zengin bir kültür birikimine sahiptir.
Türkiye dışındaki coğrafyalarda yaşayan Türkler, ana dili bilinci ile Türkçe eserler vermiştir.
Türk dilinin konuşulduğu ülkelerde, bölgelerde yaşayan Türk şairler; halkın sorunlarını, beklentilerini şiirleri aracılığıyla dile getirmiştir.
Bu bölgelerde Türkçenin çeşitli lehçe ve şivelerinde eserler verilmiştir. Türkiye dışındaki çağdaş Türk şiirinde genellikle özgürlük ve ulusal bilinç temaları işlenmiştir.
Türkiye dışındaki çağdaş Türk şiirinin başlıca temsilcileri:
Bahtiyar Vahapzade (Azerbaycan)
Şehriyar (İran)
Recep Küpçü (Bulgaristan)
Mağcan Cumabayulı (Kazakistan)
Osman Türkay, Özker Yaşın (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti)
Abdülhamit Süleyman Çolpan, Aybek (Özbekistan)
Ata Atacanoğlu (Türkmenistan)
Nimetullah Hafız (Eski Yugoslavya)
BAHTİYAR VAHAPZADE(1925-2009)
Çağdaş Azerbaycan edebiyatının en büyük şairlerinden biri sayılan Bahtiyar Vahapzade, Azeri Türkmenlerinden olup ülkesinde halk şairi olarak bilinir. Dil bilinci, özgürlük, din ve vatan sevgisi eserlerinde önemle üzerinde durduğu temalardır. Sovyet rejiminin baskılarına rağmen sürekli bir özgürlük savaşçısı olmuş, Azeri halkının felaketlerini kendine dert edinmiş ve eserlerinde işlemiştir. Şiirlerini genellikle hece ölçüsü ile yazmıştır. Eserlerinde duru ve akıcı bir Azerbaycan Türkçesi kullanmaya özen göstermiştir.
Azeri halkının sıkıntılarını konu ettiği pek çok eserini yurt dışına kaçırarak yayınlanmasını sağladı.
1995 yılında Azeri özgürlük mücadelesindeki hizmetlerinden dolayı İstiklal nişanı ile ödüllendirilmiştir.
Vahabzade 1980-2000 yılları arasında da 5 defa milletvekili seçildi.
ESERLERİ:
Şiirleri: Menim Dostlarım, Çınar, Kökler ve Budaklar, İnsan ve Zaman, Gün Var Bin Aya Değer
MENİM ANAM
Savadsızdır,
Adını da yaza bilmir
Menim anam...
Ancag mene,
Say öğredip,
Ay öğredip,
İl öğredip;
En vacibi:
Dil öğredip
Menim anam...
Bu dil ile tanımışam
Hem sevinci,
Hem de gami...
Bu dil ile yaratmışam
Her şi’rimi,
Her nağmemi.
Yoh men heçem,
Men yalanam,
Kitap-kitap sözlerimin
Müellifi: menim anam!..
ŞEHRİYAR (1906-1988)
Azeri edebiyatının 20. yüzyılda yetişmiş en büyük şairlerinden birisidir. İran Türklerinden olan Muhammed Hüseyin Şehriyar, Azerbaycan'da yaşamış İran Azerisi şairidir.
Eserleri
Heyder Baba'ya Selam, Türkçe Şiirlerinden Seçmeler
Divan (Farsça Şiirleri)
3. Ünite Şiir, Tanzimat, Servetifünun Dönemi Şiiri için tıklayınız...
11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları 3. Ünite Şiir, Tanzimat, Servetifünun Dönemi Şiiri
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ŞİİR ÜNİTESİ DERS NOTU
3.ÜNİTE ŞİİR KONULARI
1- Tanzimat Dönemi Şiiri
2- Servetifünun Şiiri
3- Fecriati Şiiri
4- Millî Edebiyat Dönemi Şiiri
5- Saf Şiir (Öz Şiir)
6- Manzum Hikâye
7- Cumhuriyet Dönemi'nin İlk Yıllarında Şiir
8- Türkiye Dışındaki Çağdaş Türk Şiiri
1- TANZİMAT I. DÖNEM ŞİİRİ (1860-1876)
Bu dönem sanatçılarına göre edebiyat, halkı eğitmede bir araçtır.
“Sanat toplum içindir.” anlayışı benimsenmiştir.
Edebiyatta hak, adalet, millet, halk, vatan, özgürlük, eşitlik gibi kavramlar ilk kez kullanılmıştır.
Dilde sadeleşme fikri savunulmuş fakat bunda tam başarılı olunamamıştır.
Divan şiiri nazım şekilleri kullanılmış (gazel, kaside, murabba, terkib-i bend) ama şiirin içeriği (özü) değişmiştir.
Genelde aruz ölçüsü kullanılmış, hece ölçüsü de denenmiştir.
Şinasi, klasisizmden; Namık Kemal, romantizmden etkilenmiştir.
Bu dönemin önemli şairleri şunlardır: İbrahim Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa...
TANZİMAT II. DÖNEM ŞİİRİ (1876-1896)
“Sanat sanat içindir.” anlayışı benimsenmiştir.
Eserlerde dil ağırlaşmış, sanatlı söyleyişe önem verilmiştir.
Şiirde felsefi düşünceler, ölüm, tabiat, karamsarlık, aşk, özlem gibi konular işlenmiştir.
“Güzel olan her şey”in şiire konu olabileceği kabul edilmiş, şiirin konusu genişletilmiştir.
Bireysel duygulanmalar ağırlık kazanmıştır.
Divan şiiri nazım biçimleri terk edilmeye başlanmış, eski biçimlerin yanı sıra karma nazım biçimleri kullanılmış ve Batılı nazım biçimleri denenmiştir.
Aruz ölçüsü kullanımı devam etmiş, bazı eserlerde heceye de başvurulmuştur.
Bu dönemin şiiri Servetifünun’a örnek olmuştur.
Muallim Naci, bu dönemde yaşadığı hâlde divan edebiyatını savunmuştur.
Abdülhak Hamit Tarhan, Recaizade Mahmut Ekrem romantik anlayışla şiir yazmışlardır.
Bu dönemin önemli şairleri şunlardır:
Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan, Muallim Naci...
TANZİMAT DÖNEMİ ŞAİRLERİ ( I. ve II. Dönem)
Her iki dönem şairleri biçim yönünden Divan şiiri geleneğine bağlı kalmışlardır.
Her iki dönem şairleri romantizmin etkisinde kalmışlardır. Bu dönem şiirinin Batı düşüncesiyle klasisizm ve romantizm edebi akımlarıyla ilişkisi vardır.
1.dönem şairleri toplum için sanat anlayışını; 2.dönem şairleri ise sanat için sanat anlayışını benimsemişlerdir.
1.dönem şairleri vatan, millet, adalet gibi konuları ele alırken; 2. dönem şairleri aşk, doğa, ölüm gibi konuları ele almışlardır. Dolayısıyla konu ve temada yenilik yapmayı başarmışlardır.
1.dönem şairleri dilde sadeleşmeyi amaçlamış ancak bunda başarılı olamamışlardır. 2. dönem şairleri ise ağır olan bu dili daha da ağırlaştırmışlardır. Şiirde sanatlı söyleyiş her iki dönem şairleri için de amaç olmaktan çıkmıştır.
İki dönemin şairleri de şiirde parça güzelliğini bırakıp bütün güzelliğine ve konu birliğine önem vermiştir.
Aruz ölçüsü kullanılmaya devam ederken az da olsa hece ölçüsü kullanılmıştır.
Gazel, kaside, terkib-i bent gibi eski nazım şekilleri kullanılmaya devam etmiştir.
Özellikle ikinci dönem sanatçıları yeni nazım şekilleriyle şiir yazmada başarılı olmuşlardır (Abdülhak Hamit Tahran, Recaizade Mahmut Ekrem başarılıdır).
Tanzimat şairleri bireysel duygu düşünce ve anlatıma önem vermiş, böylece Türk edebiyatına Batı'daki bireyci anlayışı getirmişlerdir.
TANZİMAT DÖNEMİ ŞAİRLERİ:
ŞİNASİ
Tanzimat edebiyatı İbrahim Şinasi ile başlar.
Batı etkisindeki Türk edebiyatının kurucusu, ilk bilinçli temsilcisi ve yeniliklerin öncüsüdür.
Bir kısım fikirleri edebiyatımıza ilk kez getiren, çıkardığı gazetelerde bu fikirleri yayarak yeni edebiyatın temellerini atan ŞİNASİ'dir.
Batı edebiyatı yolunda ilk nazım ve nesir türlerinde eserler veren odur.
Klasisizm akımından etkilenmiştir.
Türk şiirini söz oyunlarından kurtararak şiire konuşma dilini getirmiştir.
Şiirde divan edebiyatı nazım biçimlerini kullansa da nazım biçimlerinde bazı değişiklikler yapmıştır.
Genellikle “didaktik” şiirler yazmıştır.
Şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır.
Şiirde konu birliğine ve bütün güzelliğine önem vermiştir.
Şiirin konusunu genişletmiştir. Akıl, medeniyet, hak, adalet, kanun gibi kavramları şiirde kullanan ilk şairdir.
Akılcı ve mantıkçıdır.
Gazete ve edebiyatı halkı eğitmede bir araç olarak görmüştür.
Agâh Efendi ile birlikte 1860′ta ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval’i çıkarmıştır. Türk basınının ilk başyazarı sayılır.
Türk edebiyatında ilk makale örneği olan Mukaddime-i Tercüman-ı Ahval’i bu gazetenin ön sözü olarak yayımlamıştır. Bu makalede gazete çıkarmanın gerekliliğini anlatmıştır
NOT: Şinasi, roman ve öykü alanında eser yazmamıştır.
ESERLERİ:
Tercüme-i Manzume (Çeviri Şiirler)
Şair Evlenmesi (Bir perdelik komedi, 1860. Türk edebiyatında yazılan ilk tiyatro eseridir, fakat oynanmamıştır.)
Müntehebat-ı Eş’ar (Şiirler)
Durub-ı Emsal-i Osmaniye (Atasözleri)
Müntehebat-ı Tasvir-i Efkar (Seçme makaleler, 2 cilt)
Tercümân-ı Ahvâl Mukaddimesi (Tanzimat edebiyatındaki ilk makale)
NAMIK KEMAL (1840-1888)
21 Aralık 1840'da Tekirdağ'da doğmuş, 2 Aralık 1888'de vefat etmiştir.
Tanzimat döneminin "en gür sesli vatan şairi" olarak tanımıştır.
Hürriyet kavramını şiirde ilk kez kullanan şairdir.
Divan edebiyatı nazım biçimlerini kullanmıştır. Gazel, kaside, murabba gibi eski nazım biçimleriyle yeni kavram ve konuları işlemiştir.
“Kanun, vatan, hürriyet, adalet, hak, hukuk” gibi konuları işlemiştir.
Şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanmıştır.
Tiyatrolarında geçen bazı şiirlerinde hece ölçüsünü kullanmıştır.
Şiiri, düşüncelerini aktarmak için bir araç olarak kullanmıştır.
Şiirde sosyal konulara ağırlık vermiştir.
Toplum için sanat ilkesine bağlı kalmıştır.
Şinasi’yle tanışıncaya kadar tümüyle divan şiiri çizgisinde yazmıştır. Şinasi’yle tanıştıktan sonra divan şiirinden uzaklaşarak Batı şiiri çizgisine yaklaşmıştır.
Şiirinde üç farklı dönem vardır:
a. İlk dönem şiirleri, biçim bakımından eski, konu (öz) bakımından yenidir. (Gazelleri)
b. Daha sonraki şiirleri, biçim bakımından eski, konu (öz) bakımından yenidir. (Hürriyet Kasidesi)
c. Son dönem şiirleri biçim ve konu (öz) bakımından da yenidir. (Vaveyla)
Divan şiirini, abartılı bir biçimde eleştirmiştir, kocakarı masallarına benzetmiştir.
Romantizm akımının etkisinde kalmıştır.
Romanları teknik açıdan kusurludur. Araya girip bilgi vermiştir.
Düz yazılarında (nesirlerinde) sanatkârane (edebi) bir üslup kullanmıştır.
Yazıda konuşma dilinin kullanılmasından yana olmuş ve özellikle tiyatrolarını sade bir dille yazmıştır.
Tiyatroyu halk eğitiminde bir araç olarak görmüştür.
Tiyatro yapıtlarının konularını günlük hayattan veya tarihten almıştır.
Ona göre “Tiyatro bir eğlencedir ve eğlencelerin en faydalısıdır.”
Tiyatrolarının tümü dramdır.
"Vatan yahut Silistre" isimli oyunu sahnelendikten sonra Mağusa’ya sürülmüştür.
Türk edebiyatındaki yerini, düz yazı alanında; özellikle roman, tiyatro, makale, biyografi, eleştiri, tarih türünde yazdığı yapıtlar belirlemiştir.
Gazetecilik yönü de vardır, Ziya Paşa ile birlikte Hürriyet gazetesini çıkarmıştır.
Sosyal ve siyasi konularda hicivler de yazmıştır.
Encümen-i Şuara topluluğunda yer almıştır. Osmanlıcılık düşüncesini benimsemiştir.
“Lisan-ı Osmani’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazat-ı Şamildir” makalesinde dil ile ilgili görüşlerini ortaya koymuştur.
"Renan Müdafaanamesi"ni Fransız tarihçi Ernest Renan’ın “İslamiyet, ilerlemeye engeldir.” düşüncesini çürütmek için yazmıştır.
ESERLERİ
Roman;
İntibah
Cezmi Tiyatro
Vatan Yahut Silistre
Celalettin Harzemşah
Zavallı Çocuk
Akif Bey
Gülnihal
KarabelaEleştiri
Tahrib-i Harabat
Takip
İrfan Paşa'ya Mektup
Renan MüdafaanamesiAnı
Magosa Hatıraları
Biyografi;
Fatih Sultan Mehmet
Selahaddin-i Eyyubi
Yavuz Sultan SelimÇıkardığı Gazeteler
Tasvir-i Efkâr
Hürriyet
İbretTarih
İslam Tarihi
Osmanlı Tarihi
Evrak-ı Perişan
Devr-i İstila
Barika-i Zafer
Kanije Muhasarası
ZİYA PAŞA (1825-1880)
Şinasi ve Namık Kemal'le birlikte Tanzimat'la başlayan yeni Türk edebiyatının ilk aşamasını oluşturan üç sanatçıdan biridir.
Ziya Paşa meşrutiyetçi ve toplumcu bir şairdir.
Çeşitli devlet kademelerinde çalışmış, politika ve sanatla uğraşmıştır.
Düşünceleriyle yenilikçi, yapıtları ve yaşantısıyla eskiye bağlı bir sanatçı olan Ziya Paşa’daki tezat ve ikilik hem yaşantısına hem de yapıtlarına yansımıştır.
Hürriyet gazetesinde çıkan "Şiir ve İnşa" makalesinde Halk edebiyatını ve dilini savunur, gerçek şiirimizin halk şiiri olduğunu belirtmiştir. Bir süre sonra hazırladığı "Harabat" adlı antolojide Divan şiirini yücelterek Halk şiirini kötülemiş ve halk ozanlarının şiirlerini "eşek anırması" olarak nitelemiştir.
Ziya Paşanın yaşadığı bu çelişkiye Namık Kemal tepki göstermiş ve onu eleştirmek için Tahrib-i Harabad adlı eleştirileri yazmıştır.
Hem biçim hem de hayalleri ve duyuş tarzı bakımından divan şiirine bağlıdır.
Divan şiiri nazım biçimlerini kullanan sanatçının lirik sayılabilecek gazelleri vardır.
Sade bir dili savunmuş, beğenmiş; ancak Arapça, Farsça tamlamalarla yüklü bir dil kullanmıştır.
Hece ölçüsüyle yazdığı birkaç türküsü dışında bütün şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır.
Tanzimat Edebiyatının bütün özelliklerini taşır. Tanzimat Edebiyatını oluşturan dört önemli etki (divan şiiri, mahallileşme etkisi, Batı etkisi, âşık tarzı) onun şiirlerinde ve düz yazılarında görülür.
Türk edebiyatında terci-i bent ve terkib-i bent türlerinin en önemli şairlerindendir.
En ünlü şiiri Terkib-i Bent döneminin sosyal bir eleştirisidir. (Ziya Paşa bu şiirini Bağdatlı Ruhi'ye nazire yazmıştır)
ESERLERİ VE TÜRLERİ
Hiciv: Zafername
Düzyazı: Rüya
Mektup: Veraset Mektupları
Şiir: Eş’ar-ı Ziya
Makale: Şiir ve İnşa
Anı: Defter-i Amal
Tercümeleri: Viardot’tan Endülüs Tarihî‘ni, Cheruel ile Lavallee’den Engizisyon Tarihî‘ni, J.J. Rousseau’dan Emil‘i, Moliere’den Tartuffe‘ü tercüme etmiştir.
ABDÜLHAK HAMİT TARHAN (1852-1937)
Edebiyatımızın en bireysel şairlerindendir.
Batılılaşma hareketinin asıl öncüsü olarak kabul gördüğü için kendisine "ŞAİR-İ AZAM" (büyük şair) lakabı verilmiştir.
İkinci dönem Tanzimat edebiyatının en verimli, üretken, kudretli yazarlarından olan Abdülhak Hamit, modern edebiyatımızın kurucularındandır. Doğu ile Batı arasında bir köprü olabilecek kadar kuvvetli bir kültüre sahiptir.
Şiirdeki Batılılaşma hareketinin asıl büyük öncüsüdür. Şiir biçiminde ve içeriğinde önemli değişiklikler yapmıştır. Onda ölçü, uyak, dil kaygısı görülmez; bundan dolayı eserleri dil bakımından kusurludur. Dili çok ağır üslubu dağınıktır.
Abdülhak hamit Tarhan, şiirde tezatlara, şaşırtmacalara çok yer vermiş; lirik-felsefi bir anlayışla yazmıştır. Günlük hayat, ölüm, metafizik düşünceler, tabiat, aşk, vatan sevgisi gibi konuları işlemiştir.
Tanzimat şiirine geniş ufuklar açan, divan şiiri geleneğini tamamıyla yıkan Abdülhak Hamit; Tanzimat şiirine yüksek bir anlatım yeteneği kazandırmıştır.
Veremden ölen eşi Fatma Hanım onun edebiyatını büyük ölçüde etkilemiştir. Böylelikle ölüm teması onun şiirlerinin en temel teması olmuştur. Ünlü Makber şiirini eşinin ölümü üzerine yazmıştır.
Tiyatrolarında ağır bir dil kullanmıştır. Ayrıca tiyatroları sahne tekniğine de uygun değildir. Abdülhak Hamit tiyatrolarını sahnelenmek için değil okunmak için yazmıştır. nazım-nesir karışık tiyatrolarında tarihi olaylar ve hayallerini anlatmıştır.
Sanat için sanat anlayışını benimseyen sanatçı, romantizm akımın etkisindedir.
Abdülhak hamit Tarhan, edebiyatımızın ilk pastoral şiir örnekleri olan şiirlerini Sahra adlı eserde toplamıştır. ESERLERİ:
ŞİİR:
Sahra (1879)
Ölü (1886)
Hacle (1886)
Bir Sefilenin Hasbihali (1886)
Bâlâ'dan Bir Ses (1911)
Validem (1913)
İlham-ı Vatan (1918)
Tayflar Geçidi (1919)
Ruhlar (1922)
Garâm (1923)
OYUN:
İçli Kız (1874)
Sabr ü Sebat (1875)
Duhter-i Hindu (1875)
Nazife yahut Feda-yı Hamiyet (1876, 1919)
Tarık yahut Endülüs Fethi (1879, 1970)
Eşber (1880, 1945)
Zeynep (1908)
Macera-yı Aşk (1910)
İlhan (1913)
Tarhan (1916)
Finten (1918, 1964)
İbn Musa (1919, 1928)
Yadigar-ı Harb (1919)
Hakan (1935)
"MAKBER" ŞİİRİNDEN
Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı, gitti elden
Gitti ebede gelip ezelden.
Ben gittim, o hâksâr kaldı,
Bir gûşede târmâr kaldı;
Bâkî o enîs-i dilden, eyvâh!
Beyrut’ta bir mezâr kaldı.
RECÂİZÂDE MAHMUT EKREM (1847-1914)
Tanzimat ikinci dönem sanatçılarından Recaizade Mahmut Ekrem; şiir, roman, tiyatro, hikaye ve eleştiri türünde eserler vermiş, dönemin genç kuşaklarına örnek olmuş bir sanatçıdır.
Döneminde "üstad" olarak tanınır.
Bu dönemde eski edebiyat taraftarlarıyla, özellikle Muallim Naci ile, kalem mücadelesi yapan öncü sanatçılardandır. Yeni edebiyatı savunanların hocası olmuştur.
Servetifünun dergisinin başına Tevfik Fikret'i getirerek Edebiyatıcedide hareketinin hazırlayıcısı olmuştur.
Tevfik Fikret'in akıl hocasıdır.
Şiirleri sanat bakımından pek güçlü olmayan sanatçı, sanat için sanat ilkesiyle yazmış, kulak için kafiye görüşünü ilk kez ortaya atarak bu konuda büyük bir tartışma başlatmış; göz için kafiye anlayışında olan Muallim Naci ile büyük bir tartışmaya girmiştir.
Hece ölçüsüyle yazdığı şiirleri de olmakla birlikte, aruza bağlı kalmıştır.
Güzel olan her şeyin şiir olabileceği fikrinin savunucusudur.
Batı edebiyatı nazım şekillerini başarıyla kullanmıştır.
Şiirlerinde hüzün ve acı vardır. Piraye, Emced, Nijad adlı çocuklarının ölümünü görmüş olması ona içli ve acı dolu şiirler yazdırmıştır. Hüzünlü duygular, ölümü hatırlatan tabiat manzaraları, solgun güller, romantik güzellikler şiirlerinde işlediği konulardandır.
Bütün yapıtlarında sanat için sanat anlayışını benimsemiştir.
Düzyazı alanındaki en önemli eseri, edebiyatımızın Batılı anlamdaki ilk realist romanı sayılan Araba Sevdası'dır. Bu eserde, yanlış ve bilinçsizce Batıyı takip etmeye çalışan Bihruz Beyin ne hallere düştüğü anlatılır. Realist çizgilerle ve ince bir mizahla bilinçsiz şekilde Batılı olmaya çalışan insanlar bu eserde göz önüne serilir.
Şiirlerinde romantizmin, tiyatrolarında klasisizmin etkileri,roman ve öykülerinde realizmin etkisi görülür.
Eserleri
Şiir: Nağme-i Seher, Yadigâr-ı Şebâb, Zemzeme I-II-III, Tefekkür, Pejmürde, Nijad Ekrem, Nefrin.
Roman: Araba Sevdası.
Öykü: Saime, Muhsin Bey Yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi, Şemsa.
Oyun: Afife Anjelik (İlk romantik dram), Atala Yahut Amerikan Vahşileri, Vuslat Yahut Süreksiz Sevinç, Çok Bilen Çok Yanılır.
Ders Kitabı: Talim-i Edebiyat,
Eleştiri: Takdir-i Elhan, Zemzeme III Mukaddimesi.
Biyografi: Kudemadan Birkaç Şair Takrizat.
2- SERVETİFÜNUN ŞİİRİ GENEL ÖZELLİKLERİ
Türk edebiyatını kesin olarak modernleştiren Servetifünun büyük bir hızla sonuç aldığı ilk edebi tür şiirdir.
Topluluğun genelinin şair olması ve Tevfik Fikret’in güçlü bir şair olması şiir konusunda hızlı bir netice almayı sağlamıştır.
Konular bireyseldir.
Oldukça ağır, süslü, sanatlı ve sanatkârâne bir dil ve üslup kullanılmıştır.
Parnasizm ve sembolizm etkileri görülür.
Aruz ölçüsü kullanılmıştır.
"Kafiye göz için değil kulak içindir." görüşünü benimsemişlerdir.
Fransız şiiri örnek alınmıştır.
'Sanat için sanat'' anlayışını benimsemişlerdir.
Serbest müstezat, terza-rima, triyole, sone gibi nazım şekillerini kullanmışlardır.
Beyitlerle bentler bir arada kullanılmıştır.
Parça güzelliği yerine bütün güzelliği ön plana çıkmıştır.
Anlatılan bir düşünce, bir ifade sonraki birimlere taşınabilmiştir (anjambman)
Serveti fünun şiiri melankoliktir, duygusaldır, karamsardır. (Dönemin siyası baskısı etkisi)
SERVETİFÜNUN ŞAİRLERİ:
TEVFİK FİKRET (1867-1915)
Asıl ismi Mehmed Tevfik olan şair ve öğretmen Tevfik Fikret, 24 Aralık 1867'de İstanbul'un Kadırga semtinde doğdu.
Servetifünun edebiyatının en önemli şairidir.
Önceleri sanat için sanat, sonraları toplum için sanat anlayışını savunmuş ve buna uygun eserler vermiştir.
Servetifünun topluluğunun dağılmasından sonra yazdığı şiirlerde toplumsal konulara yönelir. Bu şiirlerinin ana teması "hürriyet" ve "medeniyet"tir.1901'den sonraysa yöneldiği toplumsalcı nitelikteki şiirlerini topladı.
Toplumsal ve siyasal ortamı Han-ı Yağma, 95’e Doğru, Balıkçılar, Haluk’un Bayramı, Tarih-i Kadim, Promete, Sis gibi şiirleriyle eleştirmiştir.
SİS şiirinde İstanbul'a nefretini dile getirmiştir.
Ferda (Yarın) şiirinde gençlerin vatana karşı sorunluluk ve görev temasını işlemiştir.
Karamsarlığı ve iç dünyasındaki çalkantıları şiirlerinde öne çıkmıştır.
Serbest müstezatı şiirlerinde başarıyla kullanmıştır.
Aruzla Türkçeyi, şiirle düz yazıyı başarıyla kaynaştırmayı bilmiştir
Beyit ve mısra bütünlüğünü kırmış, anlamı birkaç dizeye yaymıştır. (anjambman özelliği)
Nazmı nesre başarıyla yaklaştırmış, manzum hikayeler yazmıştır.
Şiirlerinde noktalama işaretlerine, biçimsel mükemmelliğe, tasvire önem vermiştir.
“Yağmur” şiirinde olduğu gibi şiirin içeriğine uygun aruz kalıplarını seçmiş ve kullanmıştır.
Şiirlerinde parnasizmden etkilenmiştir.
ESERLERİ
Rübab-ı Şikeste (1900-1984)
Haluk'un Defteri (1911-1984)
Rübabın Cevabı (1911-1945)
Şermin (1914-1983)
Tarih-i Kadim (1905)
Son Şiirler (1952. Yay. Haz. Cevdet Kudret)
CENAP ŞAHABETTİN (1870-1935)
Gerçek mesleği doktorluk olan sanatçı, Servetifünun edebiyatının Tevfik Fikret’ten sonra gelen en önemli şairidir.
Tıp eğitimi için gönderildiği Paris’te, tıptan çok şiire alaka duymuş ve Fransız sembolistlerini tanımıştır.
“Sanat için sanat” anlayışına uygun eserler vermiştir.
Eserlerinde sosyal konulara hiç değinmemiştir. Bireysel temalara yönelmiş, şiirlerinde genellikle aşk ve doğa konularını işlemiştir.
Cenap Şahabettin, farklı ve ince hayallerini dile getirmek için Arapça ve Farsça'dan yeni sözcükler kullanmış bu da onun şiir dilini iyice ağırlaştırmıştır. Şiirlerinde çok zengin bir lirizm ve geniş hayal gücü göze çarpar.
Elhan-ı Şita (Kış Ezgileri) şiirinde karın yağışını okuyucuya hissetirmiştir.
Halk arasında birçok dizesi atasözü gibi kullanılmaktadır.
Hem şiir hem de düzyazı türlerinde eserleri vardır.
Eserleri: Tâmat, Hac Yolunda, Avrupa Mektupları, Suriye Mektupları, Tiryaki Sözleri, Yalan, Körebe, Nesr-i Harp, Evrak-ı Eyyam, Nesr-i Sulh
3. Ünite Fecriati Şiiri, Millî Edebiyat Dönemi Şiiri, Saf Şiir, Öz Şiir, Şiiri, Öz Şiir, Saf Şiir, Manzum Hikâye, Cumhuriyet Dönemi'nin İlk Yıllarında Şiir, Türkiye Dışındaki Çağdaş Türk Şiiri için tıklayınız...
3.ÜNİTE ŞİİR KONULARI
1- Tanzimat Dönemi Şiiri
2- Servetifünun Şiiri
3- Fecriati Şiiri
4- Millî Edebiyat Dönemi Şiiri
5- Saf Şiir (Öz Şiir)
6- Manzum Hikâye
7- Cumhuriyet Dönemi'nin İlk Yıllarında Şiir
8- Türkiye Dışındaki Çağdaş Türk Şiiri
1- TANZİMAT I. DÖNEM ŞİİRİ (1860-1876)
Bu dönem sanatçılarına göre edebiyat, halkı eğitmede bir araçtır.
“Sanat toplum içindir.” anlayışı benimsenmiştir.
Edebiyatta hak, adalet, millet, halk, vatan, özgürlük, eşitlik gibi kavramlar ilk kez kullanılmıştır.
Dilde sadeleşme fikri savunulmuş fakat bunda tam başarılı olunamamıştır.
Divan şiiri nazım şekilleri kullanılmış (gazel, kaside, murabba, terkib-i bend) ama şiirin içeriği (özü) değişmiştir.
Genelde aruz ölçüsü kullanılmış, hece ölçüsü de denenmiştir.
Şinasi, klasisizmden; Namık Kemal, romantizmden etkilenmiştir.
Bu dönemin önemli şairleri şunlardır: İbrahim Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa...
TANZİMAT II. DÖNEM ŞİİRİ (1876-1896)
“Sanat sanat içindir.” anlayışı benimsenmiştir.
Eserlerde dil ağırlaşmış, sanatlı söyleyişe önem verilmiştir.
Şiirde felsefi düşünceler, ölüm, tabiat, karamsarlık, aşk, özlem gibi konular işlenmiştir.
“Güzel olan her şey”in şiire konu olabileceği kabul edilmiş, şiirin konusu genişletilmiştir.
Bireysel duygulanmalar ağırlık kazanmıştır.
Divan şiiri nazım biçimleri terk edilmeye başlanmış, eski biçimlerin yanı sıra karma nazım biçimleri kullanılmış ve Batılı nazım biçimleri denenmiştir.
Aruz ölçüsü kullanımı devam etmiş, bazı eserlerde heceye de başvurulmuştur.
Bu dönemin şiiri Servetifünun’a örnek olmuştur.
Muallim Naci, bu dönemde yaşadığı hâlde divan edebiyatını savunmuştur.
Abdülhak Hamit Tarhan, Recaizade Mahmut Ekrem romantik anlayışla şiir yazmışlardır.
Bu dönemin önemli şairleri şunlardır:
Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan, Muallim Naci...
TANZİMAT DÖNEMİ ŞAİRLERİ ( I. ve II. Dönem)
Her iki dönem şairleri biçim yönünden Divan şiiri geleneğine bağlı kalmışlardır.
Her iki dönem şairleri romantizmin etkisinde kalmışlardır. Bu dönem şiirinin Batı düşüncesiyle klasisizm ve romantizm edebi akımlarıyla ilişkisi vardır.
1.dönem şairleri toplum için sanat anlayışını; 2.dönem şairleri ise sanat için sanat anlayışını benimsemişlerdir.
1.dönem şairleri vatan, millet, adalet gibi konuları ele alırken; 2. dönem şairleri aşk, doğa, ölüm gibi konuları ele almışlardır. Dolayısıyla konu ve temada yenilik yapmayı başarmışlardır.
1.dönem şairleri dilde sadeleşmeyi amaçlamış ancak bunda başarılı olamamışlardır. 2. dönem şairleri ise ağır olan bu dili daha da ağırlaştırmışlardır. Şiirde sanatlı söyleyiş her iki dönem şairleri için de amaç olmaktan çıkmıştır.
İki dönemin şairleri de şiirde parça güzelliğini bırakıp bütün güzelliğine ve konu birliğine önem vermiştir.
Aruz ölçüsü kullanılmaya devam ederken az da olsa hece ölçüsü kullanılmıştır.
Gazel, kaside, terkib-i bent gibi eski nazım şekilleri kullanılmaya devam etmiştir.
Özellikle ikinci dönem sanatçıları yeni nazım şekilleriyle şiir yazmada başarılı olmuşlardır (Abdülhak Hamit Tahran, Recaizade Mahmut Ekrem başarılıdır).
Tanzimat şairleri bireysel duygu düşünce ve anlatıma önem vermiş, böylece Türk edebiyatına Batı'daki bireyci anlayışı getirmişlerdir.
TANZİMAT DÖNEMİ ŞAİRLERİ:
ŞİNASİ
Tanzimat edebiyatı İbrahim Şinasi ile başlar.
Batı etkisindeki Türk edebiyatının kurucusu, ilk bilinçli temsilcisi ve yeniliklerin öncüsüdür.
Bir kısım fikirleri edebiyatımıza ilk kez getiren, çıkardığı gazetelerde bu fikirleri yayarak yeni edebiyatın temellerini atan ŞİNASİ'dir.
Batı edebiyatı yolunda ilk nazım ve nesir türlerinde eserler veren odur.
Klasisizm akımından etkilenmiştir.
Türk şiirini söz oyunlarından kurtararak şiire konuşma dilini getirmiştir.
Şiirde divan edebiyatı nazım biçimlerini kullansa da nazım biçimlerinde bazı değişiklikler yapmıştır.
Genellikle “didaktik” şiirler yazmıştır.
Şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır.
Şiirde konu birliğine ve bütün güzelliğine önem vermiştir.
Şiirin konusunu genişletmiştir. Akıl, medeniyet, hak, adalet, kanun gibi kavramları şiirde kullanan ilk şairdir.
Akılcı ve mantıkçıdır.
Gazete ve edebiyatı halkı eğitmede bir araç olarak görmüştür.
Agâh Efendi ile birlikte 1860′ta ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval’i çıkarmıştır. Türk basınının ilk başyazarı sayılır.
Türk edebiyatında ilk makale örneği olan Mukaddime-i Tercüman-ı Ahval’i bu gazetenin ön sözü olarak yayımlamıştır. Bu makalede gazete çıkarmanın gerekliliğini anlatmıştır
NOT: Şinasi, roman ve öykü alanında eser yazmamıştır.
ESERLERİ:
Tercüme-i Manzume (Çeviri Şiirler)
Şair Evlenmesi (Bir perdelik komedi, 1860. Türk edebiyatında yazılan ilk tiyatro eseridir, fakat oynanmamıştır.)
Müntehebat-ı Eş’ar (Şiirler)
Durub-ı Emsal-i Osmaniye (Atasözleri)
Müntehebat-ı Tasvir-i Efkar (Seçme makaleler, 2 cilt)
Tercümân-ı Ahvâl Mukaddimesi (Tanzimat edebiyatındaki ilk makale)
NAMIK KEMAL (1840-1888)
21 Aralık 1840'da Tekirdağ'da doğmuş, 2 Aralık 1888'de vefat etmiştir.
Tanzimat döneminin "en gür sesli vatan şairi" olarak tanımıştır.
Hürriyet kavramını şiirde ilk kez kullanan şairdir.
Divan edebiyatı nazım biçimlerini kullanmıştır. Gazel, kaside, murabba gibi eski nazım biçimleriyle yeni kavram ve konuları işlemiştir.
“Kanun, vatan, hürriyet, adalet, hak, hukuk” gibi konuları işlemiştir.
Şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanmıştır.
Tiyatrolarında geçen bazı şiirlerinde hece ölçüsünü kullanmıştır.
Şiiri, düşüncelerini aktarmak için bir araç olarak kullanmıştır.
Şiirde sosyal konulara ağırlık vermiştir.
Toplum için sanat ilkesine bağlı kalmıştır.
Şinasi’yle tanışıncaya kadar tümüyle divan şiiri çizgisinde yazmıştır. Şinasi’yle tanıştıktan sonra divan şiirinden uzaklaşarak Batı şiiri çizgisine yaklaşmıştır.
Şiirinde üç farklı dönem vardır:
a. İlk dönem şiirleri, biçim bakımından eski, konu (öz) bakımından yenidir. (Gazelleri)
b. Daha sonraki şiirleri, biçim bakımından eski, konu (öz) bakımından yenidir. (Hürriyet Kasidesi)
c. Son dönem şiirleri biçim ve konu (öz) bakımından da yenidir. (Vaveyla)
Divan şiirini, abartılı bir biçimde eleştirmiştir, kocakarı masallarına benzetmiştir.
Romantizm akımının etkisinde kalmıştır.
Romanları teknik açıdan kusurludur. Araya girip bilgi vermiştir.
Düz yazılarında (nesirlerinde) sanatkârane (edebi) bir üslup kullanmıştır.
Yazıda konuşma dilinin kullanılmasından yana olmuş ve özellikle tiyatrolarını sade bir dille yazmıştır.
Tiyatroyu halk eğitiminde bir araç olarak görmüştür.
Tiyatro yapıtlarının konularını günlük hayattan veya tarihten almıştır.
Ona göre “Tiyatro bir eğlencedir ve eğlencelerin en faydalısıdır.”
Tiyatrolarının tümü dramdır.
"Vatan yahut Silistre" isimli oyunu sahnelendikten sonra Mağusa’ya sürülmüştür.
Türk edebiyatındaki yerini, düz yazı alanında; özellikle roman, tiyatro, makale, biyografi, eleştiri, tarih türünde yazdığı yapıtlar belirlemiştir.
Gazetecilik yönü de vardır, Ziya Paşa ile birlikte Hürriyet gazetesini çıkarmıştır.
Sosyal ve siyasi konularda hicivler de yazmıştır.
Encümen-i Şuara topluluğunda yer almıştır. Osmanlıcılık düşüncesini benimsemiştir.
“Lisan-ı Osmani’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazat-ı Şamildir” makalesinde dil ile ilgili görüşlerini ortaya koymuştur.
"Renan Müdafaanamesi"ni Fransız tarihçi Ernest Renan’ın “İslamiyet, ilerlemeye engeldir.” düşüncesini çürütmek için yazmıştır.
ESERLERİ
Roman;
İntibah
Cezmi Tiyatro
Vatan Yahut Silistre
Celalettin Harzemşah
Zavallı Çocuk
Akif Bey
Gülnihal
KarabelaEleştiri
Tahrib-i Harabat
Takip
İrfan Paşa'ya Mektup
Renan MüdafaanamesiAnı
Magosa Hatıraları
Biyografi;
Fatih Sultan Mehmet
Selahaddin-i Eyyubi
Yavuz Sultan SelimÇıkardığı Gazeteler
Tasvir-i Efkâr
Hürriyet
İbretTarih
İslam Tarihi
Osmanlı Tarihi
Evrak-ı Perişan
Devr-i İstila
Barika-i Zafer
Kanije Muhasarası
ZİYA PAŞA (1825-1880)
Şinasi ve Namık Kemal'le birlikte Tanzimat'la başlayan yeni Türk edebiyatının ilk aşamasını oluşturan üç sanatçıdan biridir.
Ziya Paşa meşrutiyetçi ve toplumcu bir şairdir.
Çeşitli devlet kademelerinde çalışmış, politika ve sanatla uğraşmıştır.
Düşünceleriyle yenilikçi, yapıtları ve yaşantısıyla eskiye bağlı bir sanatçı olan Ziya Paşa’daki tezat ve ikilik hem yaşantısına hem de yapıtlarına yansımıştır.
Hürriyet gazetesinde çıkan "Şiir ve İnşa" makalesinde Halk edebiyatını ve dilini savunur, gerçek şiirimizin halk şiiri olduğunu belirtmiştir. Bir süre sonra hazırladığı "Harabat" adlı antolojide Divan şiirini yücelterek Halk şiirini kötülemiş ve halk ozanlarının şiirlerini "eşek anırması" olarak nitelemiştir.
Ziya Paşanın yaşadığı bu çelişkiye Namık Kemal tepki göstermiş ve onu eleştirmek için Tahrib-i Harabad adlı eleştirileri yazmıştır.
Hem biçim hem de hayalleri ve duyuş tarzı bakımından divan şiirine bağlıdır.
Divan şiiri nazım biçimlerini kullanan sanatçının lirik sayılabilecek gazelleri vardır.
Sade bir dili savunmuş, beğenmiş; ancak Arapça, Farsça tamlamalarla yüklü bir dil kullanmıştır.
Hece ölçüsüyle yazdığı birkaç türküsü dışında bütün şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır.
Tanzimat Edebiyatının bütün özelliklerini taşır. Tanzimat Edebiyatını oluşturan dört önemli etki (divan şiiri, mahallileşme etkisi, Batı etkisi, âşık tarzı) onun şiirlerinde ve düz yazılarında görülür.
Türk edebiyatında terci-i bent ve terkib-i bent türlerinin en önemli şairlerindendir.
En ünlü şiiri Terkib-i Bent döneminin sosyal bir eleştirisidir. (Ziya Paşa bu şiirini Bağdatlı Ruhi'ye nazire yazmıştır)
ESERLERİ VE TÜRLERİ
Hiciv: Zafername
Düzyazı: Rüya
Mektup: Veraset Mektupları
Şiir: Eş’ar-ı Ziya
Makale: Şiir ve İnşa
Anı: Defter-i Amal
Tercümeleri: Viardot’tan Endülüs Tarihî‘ni, Cheruel ile Lavallee’den Engizisyon Tarihî‘ni, J.J. Rousseau’dan Emil‘i, Moliere’den Tartuffe‘ü tercüme etmiştir.
ABDÜLHAK HAMİT TARHAN (1852-1937)
Edebiyatımızın en bireysel şairlerindendir.
Batılılaşma hareketinin asıl öncüsü olarak kabul gördüğü için kendisine "ŞAİR-İ AZAM" (büyük şair) lakabı verilmiştir.
İkinci dönem Tanzimat edebiyatının en verimli, üretken, kudretli yazarlarından olan Abdülhak Hamit, modern edebiyatımızın kurucularındandır. Doğu ile Batı arasında bir köprü olabilecek kadar kuvvetli bir kültüre sahiptir.
Şiirdeki Batılılaşma hareketinin asıl büyük öncüsüdür. Şiir biçiminde ve içeriğinde önemli değişiklikler yapmıştır. Onda ölçü, uyak, dil kaygısı görülmez; bundan dolayı eserleri dil bakımından kusurludur. Dili çok ağır üslubu dağınıktır.
Abdülhak hamit Tarhan, şiirde tezatlara, şaşırtmacalara çok yer vermiş; lirik-felsefi bir anlayışla yazmıştır. Günlük hayat, ölüm, metafizik düşünceler, tabiat, aşk, vatan sevgisi gibi konuları işlemiştir.
Tanzimat şiirine geniş ufuklar açan, divan şiiri geleneğini tamamıyla yıkan Abdülhak Hamit; Tanzimat şiirine yüksek bir anlatım yeteneği kazandırmıştır.
Veremden ölen eşi Fatma Hanım onun edebiyatını büyük ölçüde etkilemiştir. Böylelikle ölüm teması onun şiirlerinin en temel teması olmuştur. Ünlü Makber şiirini eşinin ölümü üzerine yazmıştır.
Tiyatrolarında ağır bir dil kullanmıştır. Ayrıca tiyatroları sahne tekniğine de uygun değildir. Abdülhak Hamit tiyatrolarını sahnelenmek için değil okunmak için yazmıştır. nazım-nesir karışık tiyatrolarında tarihi olaylar ve hayallerini anlatmıştır.
Sanat için sanat anlayışını benimseyen sanatçı, romantizm akımın etkisindedir.
Abdülhak hamit Tarhan, edebiyatımızın ilk pastoral şiir örnekleri olan şiirlerini Sahra adlı eserde toplamıştır. ESERLERİ:
ŞİİR:
Sahra (1879)
Ölü (1886)
Hacle (1886)
Bir Sefilenin Hasbihali (1886)
Bâlâ'dan Bir Ses (1911)
Validem (1913)
İlham-ı Vatan (1918)
Tayflar Geçidi (1919)
Ruhlar (1922)
Garâm (1923)
OYUN:
İçli Kız (1874)
Sabr ü Sebat (1875)
Duhter-i Hindu (1875)
Nazife yahut Feda-yı Hamiyet (1876, 1919)
Tarık yahut Endülüs Fethi (1879, 1970)
Eşber (1880, 1945)
Zeynep (1908)
Macera-yı Aşk (1910)
İlhan (1913)
Tarhan (1916)
Finten (1918, 1964)
İbn Musa (1919, 1928)
Yadigar-ı Harb (1919)
Hakan (1935)
"MAKBER" ŞİİRİNDEN
Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı, gitti elden
Gitti ebede gelip ezelden.
Ben gittim, o hâksâr kaldı,
Bir gûşede târmâr kaldı;
Bâkî o enîs-i dilden, eyvâh!
Beyrut’ta bir mezâr kaldı.
RECÂİZÂDE MAHMUT EKREM (1847-1914)
Tanzimat ikinci dönem sanatçılarından Recaizade Mahmut Ekrem; şiir, roman, tiyatro, hikaye ve eleştiri türünde eserler vermiş, dönemin genç kuşaklarına örnek olmuş bir sanatçıdır.
Döneminde "üstad" olarak tanınır.
Bu dönemde eski edebiyat taraftarlarıyla, özellikle Muallim Naci ile, kalem mücadelesi yapan öncü sanatçılardandır. Yeni edebiyatı savunanların hocası olmuştur.
Servetifünun dergisinin başına Tevfik Fikret'i getirerek Edebiyatıcedide hareketinin hazırlayıcısı olmuştur.
Tevfik Fikret'in akıl hocasıdır.
Şiirleri sanat bakımından pek güçlü olmayan sanatçı, sanat için sanat ilkesiyle yazmış, kulak için kafiye görüşünü ilk kez ortaya atarak bu konuda büyük bir tartışma başlatmış; göz için kafiye anlayışında olan Muallim Naci ile büyük bir tartışmaya girmiştir.
Hece ölçüsüyle yazdığı şiirleri de olmakla birlikte, aruza bağlı kalmıştır.
Güzel olan her şeyin şiir olabileceği fikrinin savunucusudur.
Batı edebiyatı nazım şekillerini başarıyla kullanmıştır.
Şiirlerinde hüzün ve acı vardır. Piraye, Emced, Nijad adlı çocuklarının ölümünü görmüş olması ona içli ve acı dolu şiirler yazdırmıştır. Hüzünlü duygular, ölümü hatırlatan tabiat manzaraları, solgun güller, romantik güzellikler şiirlerinde işlediği konulardandır.
Bütün yapıtlarında sanat için sanat anlayışını benimsemiştir.
Düzyazı alanındaki en önemli eseri, edebiyatımızın Batılı anlamdaki ilk realist romanı sayılan Araba Sevdası'dır. Bu eserde, yanlış ve bilinçsizce Batıyı takip etmeye çalışan Bihruz Beyin ne hallere düştüğü anlatılır. Realist çizgilerle ve ince bir mizahla bilinçsiz şekilde Batılı olmaya çalışan insanlar bu eserde göz önüne serilir.
Şiirlerinde romantizmin, tiyatrolarında klasisizmin etkileri,roman ve öykülerinde realizmin etkisi görülür.
Eserleri
Şiir: Nağme-i Seher, Yadigâr-ı Şebâb, Zemzeme I-II-III, Tefekkür, Pejmürde, Nijad Ekrem, Nefrin.
Roman: Araba Sevdası.
Öykü: Saime, Muhsin Bey Yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi, Şemsa.
Oyun: Afife Anjelik (İlk romantik dram), Atala Yahut Amerikan Vahşileri, Vuslat Yahut Süreksiz Sevinç, Çok Bilen Çok Yanılır.
Ders Kitabı: Talim-i Edebiyat,
Eleştiri: Takdir-i Elhan, Zemzeme III Mukaddimesi.
Biyografi: Kudemadan Birkaç Şair Takrizat.
2- SERVETİFÜNUN ŞİİRİ GENEL ÖZELLİKLERİ
Türk edebiyatını kesin olarak modernleştiren Servetifünun büyük bir hızla sonuç aldığı ilk edebi tür şiirdir.
Topluluğun genelinin şair olması ve Tevfik Fikret’in güçlü bir şair olması şiir konusunda hızlı bir netice almayı sağlamıştır.
Konular bireyseldir.
Oldukça ağır, süslü, sanatlı ve sanatkârâne bir dil ve üslup kullanılmıştır.
Parnasizm ve sembolizm etkileri görülür.
Aruz ölçüsü kullanılmıştır.
"Kafiye göz için değil kulak içindir." görüşünü benimsemişlerdir.
Fransız şiiri örnek alınmıştır.
'Sanat için sanat'' anlayışını benimsemişlerdir.
Serbest müstezat, terza-rima, triyole, sone gibi nazım şekillerini kullanmışlardır.
Beyitlerle bentler bir arada kullanılmıştır.
Parça güzelliği yerine bütün güzelliği ön plana çıkmıştır.
Anlatılan bir düşünce, bir ifade sonraki birimlere taşınabilmiştir (anjambman)
Serveti fünun şiiri melankoliktir, duygusaldır, karamsardır. (Dönemin siyası baskısı etkisi)
SERVETİFÜNUN ŞAİRLERİ:
TEVFİK FİKRET (1867-1915)
Asıl ismi Mehmed Tevfik olan şair ve öğretmen Tevfik Fikret, 24 Aralık 1867'de İstanbul'un Kadırga semtinde doğdu.
Servetifünun edebiyatının en önemli şairidir.
Önceleri sanat için sanat, sonraları toplum için sanat anlayışını savunmuş ve buna uygun eserler vermiştir.
Servetifünun topluluğunun dağılmasından sonra yazdığı şiirlerde toplumsal konulara yönelir. Bu şiirlerinin ana teması "hürriyet" ve "medeniyet"tir.1901'den sonraysa yöneldiği toplumsalcı nitelikteki şiirlerini topladı.
Toplumsal ve siyasal ortamı Han-ı Yağma, 95’e Doğru, Balıkçılar, Haluk’un Bayramı, Tarih-i Kadim, Promete, Sis gibi şiirleriyle eleştirmiştir.
SİS şiirinde İstanbul'a nefretini dile getirmiştir.
Ferda (Yarın) şiirinde gençlerin vatana karşı sorunluluk ve görev temasını işlemiştir.
Karamsarlığı ve iç dünyasındaki çalkantıları şiirlerinde öne çıkmıştır.
Serbest müstezatı şiirlerinde başarıyla kullanmıştır.
Aruzla Türkçeyi, şiirle düz yazıyı başarıyla kaynaştırmayı bilmiştir
Beyit ve mısra bütünlüğünü kırmış, anlamı birkaç dizeye yaymıştır. (anjambman özelliği)
Nazmı nesre başarıyla yaklaştırmış, manzum hikayeler yazmıştır.
Şiirlerinde noktalama işaretlerine, biçimsel mükemmelliğe, tasvire önem vermiştir.
“Yağmur” şiirinde olduğu gibi şiirin içeriğine uygun aruz kalıplarını seçmiş ve kullanmıştır.
Şiirlerinde parnasizmden etkilenmiştir.
ESERLERİ
Rübab-ı Şikeste (1900-1984)
Haluk'un Defteri (1911-1984)
Rübabın Cevabı (1911-1945)
Şermin (1914-1983)
Tarih-i Kadim (1905)
Son Şiirler (1952. Yay. Haz. Cevdet Kudret)
CENAP ŞAHABETTİN (1870-1935)
Gerçek mesleği doktorluk olan sanatçı, Servetifünun edebiyatının Tevfik Fikret’ten sonra gelen en önemli şairidir.
Tıp eğitimi için gönderildiği Paris’te, tıptan çok şiire alaka duymuş ve Fransız sembolistlerini tanımıştır.
“Sanat için sanat” anlayışına uygun eserler vermiştir.
Eserlerinde sosyal konulara hiç değinmemiştir. Bireysel temalara yönelmiş, şiirlerinde genellikle aşk ve doğa konularını işlemiştir.
Cenap Şahabettin, farklı ve ince hayallerini dile getirmek için Arapça ve Farsça'dan yeni sözcükler kullanmış bu da onun şiir dilini iyice ağırlaştırmıştır. Şiirlerinde çok zengin bir lirizm ve geniş hayal gücü göze çarpar.
Elhan-ı Şita (Kış Ezgileri) şiirinde karın yağışını okuyucuya hissetirmiştir.
Halk arasında birçok dizesi atasözü gibi kullanılmaktadır.
Hem şiir hem de düzyazı türlerinde eserleri vardır.
Eserleri: Tâmat, Hac Yolunda, Avrupa Mektupları, Suriye Mektupları, Tiryaki Sözleri, Yalan, Körebe, Nesr-i Harp, Evrak-ı Eyyam, Nesr-i Sulh
3. Ünite Fecriati Şiiri, Millî Edebiyat Dönemi Şiiri, Saf Şiir, Öz Şiir, Şiiri, Öz Şiir, Saf Şiir, Manzum Hikâye, Cumhuriyet Dönemi'nin İlk Yıllarında Şiir, Türkiye Dışındaki Çağdaş Türk Şiiri için tıklayınız...
11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları 4. Ünite Makale, Özellikleri Nelerdir? Münazara Tanımı
4.ÜNİTE: MAKALE
Makale Nedir?
Bilimsel ve toplumsal konularda; siyaset, ekonomi, sanat, spor vb. alanlarda yazılan, açıklayıcı veya yorumlayıcı niteliği olan gazete veya dergi yazılarına makale denir. Bilimsel dergilerde yayımlanan makalelerde tıp, ekonomi, sosyoloji, felsefe gibi bilim dallarıyla ilgili konular işlenir.
Makalelerin Genel Özellikleri
* Makalelerin konuları, toplumun büyük bir bölümünü ilgilendirir.
* Hemen hemen her konuda makale yazılabilir.
* Makalede bir konuya yeni bir açıdan bakılır.
* Konuyla ilgili ortaya atılan tez, örnek ve kanıtlarla ispatlanır.
* Makalenin yazılış amacı bir konuyu açıklamak, konuyla ilgili bilgi vermektir.
* Diğer yazı türlerinin çoğunda olduğu gibi giriş, gelişme, sonuç bölümlerinden oluşan bir planı vardır.
* Makalede mecazlı, süslü anlatım ile konuşma dili havasından kaçınılır. Ciddi, ağırbaşlı, yalın, pürüzsüz, açık ve anlaşılır anlatım esas alınır.
* Örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme, tanımlama gibi düşünceyi geliştirme yollarına başvurulur. Alıntılardan yararlanılır; alıntı yapılan kaynak, kaynakçada gösterilir.
* Makaleler gazete ve dergi makaleleri olmak üzere iki şekilde karşımıza çıkar.
* Gazete makalelerinde genellikle günlük siyasi, toplumsal sorunlar ele alınır.
* Dergi makaleleri ise akademik konulardan oluştuğu için daha çok uzmanlık gerektirir.
* Bilimsel bulgu ve terimler bu makalelerde daha çok yer alır.
* Edebiyat, dil, sanatsal özelliği ön planda olan makaleler edebi makale; ekonomi, tıp, sosyoloji gibi bilime dayalı meslekleri dile getiren makaleler de mesleki makaleler olarak adlandırılır.
Şinasi'nin "Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi" edebiyatımızdaki ilk makale örneğidir.
BİLİMSEL MAKALELERİN BÖLÜMLERİ
(Bu kısımdaki bilgi kaynağı: MEB 11. Sınıf Türk Dili Ve Edebiyatı Ders Kitabı, Sayfa 113-114)
Bilimsel makaleler; başlık, özet, giriş, yöntem, bulgular, sonuç ve tartışma, kaynakça bölümlerinden oluşur. Metnin özelliğine göre bu bölümlerden bazıları bulunmayabilir veya başlıkla belirtilmeyebilir.
Başlık: Konunun ilgilileri tarafından okunacak ilk bölümdür. Bu nedenle başlık düzenlenirken kelimeler dikkatle seçilmeli, makalenin içeriğini yansıtan en az sayıda kelime kullanılmalıdır. Uygun bir başlığı olmayan makale, hedef okuyucu kitlesine ulaşmayabilir.
Özet : Metnin bütününde anlatılanların ana hatlarıyla ifade edildiği bölümdür. Araştırmanın kapsamı, amacı, araştırmada kullanılan yöntemler, elde edilen bulgular, araştırma sonunda ulaşılan sonuçlar ve metindeki anahtar kelimeler bu bölümde verilir.
Giriş : Temel bilgilerin sunulduğu bölümdür. Bu bölümde konuyla ilgili daha önce yapılan çalışmalar hatırlatılır. Bu çalışmaya neden gerek duyulduğu ortaya konur.
Yöntem : Bu bölümde araştırmada tercih edilen yöntem ve söz konusu yöntemin tercih edilme nedenleri anlatılır. Yazarın neyi, nasıl ve niçin kullandığını açıkladığı bu bölüm, konuyu bilen bir uzmanın aynı çalışmayı kendi imkânlarıyla tekrar etmesini sağlar nitelikte olmalıdır.
Bulgular : Bu bölümde araştırmada elde edilen bulgular ve bu bulguların ne anlama geldiği dile getirilir.
Sonuç ve Tartışma : Bu bölümde araştırmada elde edilen bulguların araştırmanın amaçları ile ilişkileri kurulur. Elde edilen bulgulardan birtakım nesnel genellemelere ulaşılmaya çalışılır. Ulaşılan sonuçlar, daha önce aynı veya benzer konularda yapılmış çalışmaların sonuçlarıyla karşılaştırılır. Araştırmanın bilim dünyasına katkısı belirtilir. Yapılan bilimsel çalışmayla ulaşılan sonuçların günlük hayattaki olası etkileri değerlendirilir.
Kaynakça : Makalenin sonunda, yararlanılan kaynaklar liste hâlinde gösterilir. Makalede yer alan her kaynağa, kaynakçada yer verilir; kaynakçada yer alan her kaynağa metin içinde gönderme yapılır. Kaynakça hangi bilginin hangi kaynaktan alındığını göstermez. Bilginin hangi kaynaktan alındığı, metnin içinde kaynağa gönderme yapılarak belirtilir. Kaynakçada her kaynağa yalnız bir kez yer verilir.
Makalenin Türk Edebiyatındaki Gelişimi ve Önemli Temsilcileri
Makaleler günümüzde bilimsel makaleler ve gazete makaleleri olmak üzere iki grupta toplanabilir. Fakat makalenin Türk edebiyatındaki serüveni gazetenin yayın hayatımıza girmesiyle başlar. Türk edebiyatının ilk gazetesi 1831 ‘de çıkarılan Takvîm-i Vekâyi’dir. Tamamen hükümet denetiminde çıkarılan gazeteyi 1840′ta yarı resmî yarı özel olarak çıkarılan Cerîde-i Havadis izler. Şinasi’nin Agâh Efendi’yle birlikte 1860′ta çıkardığı Tercümân-ı Ahvâl ise Batılı anlamdaki ilk gazete kabul edilir.
Türk edebiyatında ilk makaleyi, İbrahim Şinasî ilk sayısı 22 Ekim 1860′ta çıkan Tercüman-ı Ahval gazetesinde yayımlamıştır. (Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi)
Hüseyin Cahit Yalçın’ın Fransızcadan çevirdiği (Servetifünun dergisinin kapatılmasına sebep olan) Edebiyat ve Hukuk adlı makale ile
Ömer Seyfettin’in Genç Kalemler dergisinde yayımlanan (Millî Edebiyat’ın dil anlayışını ortaya koyan) “Yeni Lisan” makalesi türün tanınmış örneklerindendir.
Makale türünün Türk Edebiyatı’ndaki önemli temsilcileri şunlardır:
Namık Kemal, Ziya Paşa, Şemseddin Sami, Muallim Naci, Beşir Fuat, Hüseyin Cahit, Fuat Köprülü, Mehmet Kaplan, Samiha Ayverdi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal Beyatlı, Peyami Safa, Nurettin Topçu, Cemil Meriç…
Türk Edebiyatında Önemli Makale Yazarları Ve Eserleri
Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi - İbrahim Şinasi
Şiir ve İnşa - Ziya Paşa
Evrak-ı Eyya, Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh - Cenap Şahabettin
Edebiyat ve Hukuk (Servetifünun dergisinin kapatılmasına sebep olan makaledir) - Hüseyin Cahit Yalçın
Yeni Lisan (Millî Edebiyat’ın dil anlayışını ortaya koyan makaledir) - Ömer Seyfettin
Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak - Ziya Gökalp
Sanata Dair - H. Ziya Uşaklıgil
Milli Edebiyat Meseleleri, Cenap Bey’le Münakaşalarım - Ali Canip Yöntem
Çal Çoban Çal, Süleyman Nazif
Aziz İstanbul, Eğil Dağlar (makale-sohbet) - Yahya Kemal Beyatlı
Edebiyatımızın Bugünkü Meseleleri - Yaşar Nabi Nayır
Pazartesi Konuşmaları, İyi Vatandaş İyi İnsan - Hasan Ali Yücel
Büyük Türkiye Rüyası (makale- eleştiri), Kültür ve Dil (makale-eleştiri), Nesillerin Ruhu (makale-eleştiri) - Mehmet Kaplan
Üç Tarz-ı Siyaset, Yusuf Akçura
Edebiyat Üzerine Makaleler, Ahmet Hamdi Tanpınar
Yusufçuk, Samiha Ayverdi
Enikli Kapı - Arif Nihat Asya
MAKALE - FIKRA (KÖŞE YAZISI) FARKLARI
* Makale yazarı ele aldığı fikirleri bilimsel bir yaklaşımla incelerken fıkra yazarı kişisel görüşle ele alıp inceler.
* Makalelerde yazılanları ispatlama kaygısı vardır; ancak fıkralarda yazılanları ispatlama kaygısı yoktur.
* Makalede dil ciddi, ağırbaşlı, bilimsel bir dil ve nesnel tutum; fıkrada ise günlük konuşma dili ve öznel bir tutum söz konusudur.
* Makalede yazar doğruyu; fıkrada ise yazar kendi doğrusunu anlatır.
* Makalede kullanılan cümlelerin kesinlik taşıması şarttır. Bu yüzden makalelerde, kurallı cümle kullanılır. Fakat fıkra yazarı, anlatımını rahatlatmak için, devrik cümle kullanabilir ve komik (güldürücü) unsurlara yer verebilir.
* Makale fıkraya göre daha uzun bir yazı türüdür.
MAKALE - DENEME FARKLARI
* Makalede ortaya atılan düşünce iddia ya da görüş, kanıtlara dayanır.
* Denemede ise konu kişisel düşünceler, yorum ve bakış açısıyla desteklenir.
* Denemede öznellik, makalede nesnellik hakimdir
* Makalede düşünce kesin bir sonuca bağlanır. Denemede ise böyle bir zorunluluk yoktur.
* Makalenin üslup ve anlatımı ciddi, kurallı ve ağırbaşlıdır. Denemenin üslubu yazarına göre değişir.
* Makalede söz oyunlarına yer verilmez, açık ve anlaşılır bir anlatımı vardır.
* Deneme yazarı ise konusuna uygun olarak söz sanatlarına ve anlam oyunlarına yer verebilir. Denemede dilin doğru ve güzel kullanımı çok önemlidir
MAKALE - SOHBET YAZISI FARKLARI
* Makalede konu, ayrıntılı bir şekilde; sohbet yazılarında ise konu ayrıntılara girilmeden yüzeysel bir şekilde işlenir.
* Makalelerde konuyu ispatlamak esasken sohbette ise ispat zorunluluğu bulunmaz.
* Makalelerde bilimsel, ağırbaşlı nesnel bir anlatım; sohbette samimi, içten bir anlatım esastır.
MÜNAZARA (EYTİŞME)
Karşıt görüşlü iki grubun önceden belirlenen bir tez ya da konu hakkında düşüncelerini jüri veya dinleyici önünde savunmasına münazara denir.
Tartışmalarda yarışma kaygısı olmadığı halde, münazaralar birer fikir ve söz yarışmasıdır.
Münazaralarda bir grup “tez”i diğer grup “antitez”i alır. Gruplar, bunlardan hareketle de argümanları belirler.
Tez: Öne sürülen herhangi bir yargıdır.
Antitez: Ön sürülen herhangi bir yargıya karşı konan başka bir yargıdır.
Argüman: Ön sürülen tezin doğruluğunun, inandırıcılığının dayandığı nedenlerdir.
Bir başkan yönetiminde, jüri önünde yapılan münazarada gruplardaki konuşmacı sayısı bir ile dört arasında değişebilir. Genellikle sınıf ortamında yapılır.
Makale Nedir?
Bilimsel ve toplumsal konularda; siyaset, ekonomi, sanat, spor vb. alanlarda yazılan, açıklayıcı veya yorumlayıcı niteliği olan gazete veya dergi yazılarına makale denir. Bilimsel dergilerde yayımlanan makalelerde tıp, ekonomi, sosyoloji, felsefe gibi bilim dallarıyla ilgili konular işlenir.
Makalelerin Genel Özellikleri
* Makalelerin konuları, toplumun büyük bir bölümünü ilgilendirir.
* Hemen hemen her konuda makale yazılabilir.
* Makalede bir konuya yeni bir açıdan bakılır.
* Konuyla ilgili ortaya atılan tez, örnek ve kanıtlarla ispatlanır.
* Makalenin yazılış amacı bir konuyu açıklamak, konuyla ilgili bilgi vermektir.
* Diğer yazı türlerinin çoğunda olduğu gibi giriş, gelişme, sonuç bölümlerinden oluşan bir planı vardır.
* Makalede mecazlı, süslü anlatım ile konuşma dili havasından kaçınılır. Ciddi, ağırbaşlı, yalın, pürüzsüz, açık ve anlaşılır anlatım esas alınır.
* Örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme, tanımlama gibi düşünceyi geliştirme yollarına başvurulur. Alıntılardan yararlanılır; alıntı yapılan kaynak, kaynakçada gösterilir.
* Makaleler gazete ve dergi makaleleri olmak üzere iki şekilde karşımıza çıkar.
* Gazete makalelerinde genellikle günlük siyasi, toplumsal sorunlar ele alınır.
* Dergi makaleleri ise akademik konulardan oluştuğu için daha çok uzmanlık gerektirir.
* Bilimsel bulgu ve terimler bu makalelerde daha çok yer alır.
* Edebiyat, dil, sanatsal özelliği ön planda olan makaleler edebi makale; ekonomi, tıp, sosyoloji gibi bilime dayalı meslekleri dile getiren makaleler de mesleki makaleler olarak adlandırılır.
Şinasi'nin "Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi" edebiyatımızdaki ilk makale örneğidir.
BİLİMSEL MAKALELERİN BÖLÜMLERİ
(Bu kısımdaki bilgi kaynağı: MEB 11. Sınıf Türk Dili Ve Edebiyatı Ders Kitabı, Sayfa 113-114)
Bilimsel makaleler; başlık, özet, giriş, yöntem, bulgular, sonuç ve tartışma, kaynakça bölümlerinden oluşur. Metnin özelliğine göre bu bölümlerden bazıları bulunmayabilir veya başlıkla belirtilmeyebilir.
Başlık: Konunun ilgilileri tarafından okunacak ilk bölümdür. Bu nedenle başlık düzenlenirken kelimeler dikkatle seçilmeli, makalenin içeriğini yansıtan en az sayıda kelime kullanılmalıdır. Uygun bir başlığı olmayan makale, hedef okuyucu kitlesine ulaşmayabilir.
Özet : Metnin bütününde anlatılanların ana hatlarıyla ifade edildiği bölümdür. Araştırmanın kapsamı, amacı, araştırmada kullanılan yöntemler, elde edilen bulgular, araştırma sonunda ulaşılan sonuçlar ve metindeki anahtar kelimeler bu bölümde verilir.
Giriş : Temel bilgilerin sunulduğu bölümdür. Bu bölümde konuyla ilgili daha önce yapılan çalışmalar hatırlatılır. Bu çalışmaya neden gerek duyulduğu ortaya konur.
Yöntem : Bu bölümde araştırmada tercih edilen yöntem ve söz konusu yöntemin tercih edilme nedenleri anlatılır. Yazarın neyi, nasıl ve niçin kullandığını açıkladığı bu bölüm, konuyu bilen bir uzmanın aynı çalışmayı kendi imkânlarıyla tekrar etmesini sağlar nitelikte olmalıdır.
Bulgular : Bu bölümde araştırmada elde edilen bulgular ve bu bulguların ne anlama geldiği dile getirilir.
Sonuç ve Tartışma : Bu bölümde araştırmada elde edilen bulguların araştırmanın amaçları ile ilişkileri kurulur. Elde edilen bulgulardan birtakım nesnel genellemelere ulaşılmaya çalışılır. Ulaşılan sonuçlar, daha önce aynı veya benzer konularda yapılmış çalışmaların sonuçlarıyla karşılaştırılır. Araştırmanın bilim dünyasına katkısı belirtilir. Yapılan bilimsel çalışmayla ulaşılan sonuçların günlük hayattaki olası etkileri değerlendirilir.
Kaynakça : Makalenin sonunda, yararlanılan kaynaklar liste hâlinde gösterilir. Makalede yer alan her kaynağa, kaynakçada yer verilir; kaynakçada yer alan her kaynağa metin içinde gönderme yapılır. Kaynakça hangi bilginin hangi kaynaktan alındığını göstermez. Bilginin hangi kaynaktan alındığı, metnin içinde kaynağa gönderme yapılarak belirtilir. Kaynakçada her kaynağa yalnız bir kez yer verilir.
Makalenin Türk Edebiyatındaki Gelişimi ve Önemli Temsilcileri
Makaleler günümüzde bilimsel makaleler ve gazete makaleleri olmak üzere iki grupta toplanabilir. Fakat makalenin Türk edebiyatındaki serüveni gazetenin yayın hayatımıza girmesiyle başlar. Türk edebiyatının ilk gazetesi 1831 ‘de çıkarılan Takvîm-i Vekâyi’dir. Tamamen hükümet denetiminde çıkarılan gazeteyi 1840′ta yarı resmî yarı özel olarak çıkarılan Cerîde-i Havadis izler. Şinasi’nin Agâh Efendi’yle birlikte 1860′ta çıkardığı Tercümân-ı Ahvâl ise Batılı anlamdaki ilk gazete kabul edilir.
Türk edebiyatında ilk makaleyi, İbrahim Şinasî ilk sayısı 22 Ekim 1860′ta çıkan Tercüman-ı Ahval gazetesinde yayımlamıştır. (Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi)
Hüseyin Cahit Yalçın’ın Fransızcadan çevirdiği (Servetifünun dergisinin kapatılmasına sebep olan) Edebiyat ve Hukuk adlı makale ile
Ömer Seyfettin’in Genç Kalemler dergisinde yayımlanan (Millî Edebiyat’ın dil anlayışını ortaya koyan) “Yeni Lisan” makalesi türün tanınmış örneklerindendir.
Makale türünün Türk Edebiyatı’ndaki önemli temsilcileri şunlardır:
Namık Kemal, Ziya Paşa, Şemseddin Sami, Muallim Naci, Beşir Fuat, Hüseyin Cahit, Fuat Köprülü, Mehmet Kaplan, Samiha Ayverdi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal Beyatlı, Peyami Safa, Nurettin Topçu, Cemil Meriç…
Türk Edebiyatında Önemli Makale Yazarları Ve Eserleri
Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi - İbrahim Şinasi
Şiir ve İnşa - Ziya Paşa
Evrak-ı Eyya, Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh - Cenap Şahabettin
Edebiyat ve Hukuk (Servetifünun dergisinin kapatılmasına sebep olan makaledir) - Hüseyin Cahit Yalçın
Yeni Lisan (Millî Edebiyat’ın dil anlayışını ortaya koyan makaledir) - Ömer Seyfettin
Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak - Ziya Gökalp
Sanata Dair - H. Ziya Uşaklıgil
Milli Edebiyat Meseleleri, Cenap Bey’le Münakaşalarım - Ali Canip Yöntem
Çal Çoban Çal, Süleyman Nazif
Aziz İstanbul, Eğil Dağlar (makale-sohbet) - Yahya Kemal Beyatlı
Edebiyatımızın Bugünkü Meseleleri - Yaşar Nabi Nayır
Pazartesi Konuşmaları, İyi Vatandaş İyi İnsan - Hasan Ali Yücel
Büyük Türkiye Rüyası (makale- eleştiri), Kültür ve Dil (makale-eleştiri), Nesillerin Ruhu (makale-eleştiri) - Mehmet Kaplan
Üç Tarz-ı Siyaset, Yusuf Akçura
Edebiyat Üzerine Makaleler, Ahmet Hamdi Tanpınar
Yusufçuk, Samiha Ayverdi
Enikli Kapı - Arif Nihat Asya
MAKALE - FIKRA (KÖŞE YAZISI) FARKLARI
* Makale yazarı ele aldığı fikirleri bilimsel bir yaklaşımla incelerken fıkra yazarı kişisel görüşle ele alıp inceler.
* Makalelerde yazılanları ispatlama kaygısı vardır; ancak fıkralarda yazılanları ispatlama kaygısı yoktur.
* Makalede dil ciddi, ağırbaşlı, bilimsel bir dil ve nesnel tutum; fıkrada ise günlük konuşma dili ve öznel bir tutum söz konusudur.
* Makalede yazar doğruyu; fıkrada ise yazar kendi doğrusunu anlatır.
* Makalede kullanılan cümlelerin kesinlik taşıması şarttır. Bu yüzden makalelerde, kurallı cümle kullanılır. Fakat fıkra yazarı, anlatımını rahatlatmak için, devrik cümle kullanabilir ve komik (güldürücü) unsurlara yer verebilir.
* Makale fıkraya göre daha uzun bir yazı türüdür.
MAKALE - DENEME FARKLARI
* Makalede ortaya atılan düşünce iddia ya da görüş, kanıtlara dayanır.
* Denemede ise konu kişisel düşünceler, yorum ve bakış açısıyla desteklenir.
* Denemede öznellik, makalede nesnellik hakimdir
* Makalede düşünce kesin bir sonuca bağlanır. Denemede ise böyle bir zorunluluk yoktur.
* Makalenin üslup ve anlatımı ciddi, kurallı ve ağırbaşlıdır. Denemenin üslubu yazarına göre değişir.
* Makalede söz oyunlarına yer verilmez, açık ve anlaşılır bir anlatımı vardır.
* Deneme yazarı ise konusuna uygun olarak söz sanatlarına ve anlam oyunlarına yer verebilir. Denemede dilin doğru ve güzel kullanımı çok önemlidir
MAKALE - SOHBET YAZISI FARKLARI
* Makalede konu, ayrıntılı bir şekilde; sohbet yazılarında ise konu ayrıntılara girilmeden yüzeysel bir şekilde işlenir.
* Makalelerde konuyu ispatlamak esasken sohbette ise ispat zorunluluğu bulunmaz.
* Makalelerde bilimsel, ağırbaşlı nesnel bir anlatım; sohbette samimi, içten bir anlatım esastır.
MÜNAZARA (EYTİŞME)
Karşıt görüşlü iki grubun önceden belirlenen bir tez ya da konu hakkında düşüncelerini jüri veya dinleyici önünde savunmasına münazara denir.
Tartışmalarda yarışma kaygısı olmadığı halde, münazaralar birer fikir ve söz yarışmasıdır.
Münazaralarda bir grup “tez”i diğer grup “antitez”i alır. Gruplar, bunlardan hareketle de argümanları belirler.
Tez: Öne sürülen herhangi bir yargıdır.
Antitez: Ön sürülen herhangi bir yargıya karşı konan başka bir yargıdır.
Argüman: Ön sürülen tezin doğruluğunun, inandırıcılığının dayandığı nedenlerdir.
Bir başkan yönetiminde, jüri önünde yapılan münazarada gruplardaki konuşmacı sayısı bir ile dört arasında değişebilir. Genellikle sınıf ortamında yapılır.
11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları 5. Ünite Sohbet ve Fıkra Nedir?
5. ÜNİTE: SOHBET - FIKRA
Önce sohbet (söyleşi) ve fıkra türlerinin tanımına ve genel özelliklerine bakalım:
Sohbet Yazısı Nedir?
Bir kişisel görüşlerini fazla derinleştirmeden, karşısındakiyle konuşuyormuş hissini verecek bir üslupla makale planında yazdığı fikir yazısına sohbet (söyleşi) denir.
Sohbet Yazılarının Genel Özellikleri
* Sohbet türünde yazılara eskiden musahabe denirdi.
* Düşünceleri fazla derinleştirmeden, bir konuşma havası içinde anlatan yazı türüdür.
* Her konuda yazılabilir
* Konu, tez ve savunma amacı güdülmeden; karşılıklı konuşma havası içinde, sıcak bir dille yazılır.
* Sohbet, makaleden üslup yönüyle ayrılır.
* Çoğunlukla günlük konuların işlendiği sohbet yazılarında senli benli bir anlatım yolu seçilir, hatıralardan halk fıkralarından, nüktelerden, özlü sözlerden yararlanılır.
* Sohbet yazıları dergi ve gazetelerde yayınlanabildiği gibi yazar bu yazıları bir kitap haline de getirebilir.
Söyleşi türünün Türk edebiyatındaki önemli temsilcileri şunlardır:
* Ahmet Rasim "Ramazan Sohbetleri"
* Ahmet Haşim ““Gurabahâne-i Laklakan” (Düşkün Leylekler Evi), Bize Göre”
* Suut Kemal Yetkin "Edebiyat Söyleşileri", Şevket Rado “Eşref Saati”
* Melih Cevdet Anday "Dilimiz Üzerine Söyleşiler
* Nurullah Ataç "Karalama Defteri"
* ... Ayrıca Cenap Sahabettin, Refik Halit Karay, Hasan Ali Yücel gibi yazarlarımız da bu türde eserler vermişlerdir.
SOHBET - MAKALE FARKLILIKLARI
* Makalede konu derinlemesine; sohbetlerde konu yüzeysel işlenir.
* Makalelerde işlenen fikir savunularak ispatlanır. Sohbetlerde ise, ispat gayesi yoktur.
* Makalelerde daha ciddi ve sağlam ilim dili kullanıldığı halde, sohbetlerde samimi bir konuşma dili kullanılır.
SOHBET - FIKRA (KÖŞE YAZISI) FARKLILIKLARI
Fıkra, etkisi uzun süren bir yazı türü değilken sohbet ve deneme hemen hemen her zaman okunabilen türlerdir.
Sohbette yazar, karşısında biri varmış gibi sorular sorar, sorulara cevaplar verir; fıkrada ise yazar, samimi bir dille konusunu işler, okura doğrudan seslenmez.
FIKRA (KÖŞE YAZISI) TÜRÜ
Fıkra (Köşe Yazısı) Nedir?
Bir yazarın herhangi bir konu veya günlük olaylar hakkındaki görüşlerini, düşüncelerini ayrıntılara inmeden anlattığı gazete ve dergilerde yayımlanan kısa fikir yazılarına fıkra denir. Bu tür yazıların diğer adı da “köşe yazısıdır.” Fıkralar, gazete ve dergilerin belli sütun veya köşelerinde yayımlanır.
GENEL ÖZELLİKLLERİ
* Fıkralar güncel konularda yazılır.
* Fıkra yazıları günübirlik yazılar olduğu için kalıcılığı yoktur.
* Fıkra yazıları gazetelerin belli sütunlarında yayınlandığı için köşe yazısı olarak adlandırılır.
* Fıkra türünde dil açık, anlaşılır ve sadedir.
* Fıkralarda anlatıcı öznel bir tavır takınır.
* Fıkra yazılarında ortaya konan düşüncenin kanıtlanma zorunluluğu yoktur.
* Yazar yönlendirmek, kanıları değiştirmek, bilgi vermek, haber vermek vb. gibi amaçlarla yazısını oluşturur.
* Nükteli fıkralardan, kıssalardan, vecize ve atasözlerinden faydalanılmalıdır.
Fıkranın Yazılma Amacı
Fıkraların amacı, siyasî, kültürel, ekonomik, toplumsal vb. konuları çok defa eleştirel bir bakış açısıyla anlatarak kamuoyunu yönlendirmektir. Fıkralarda kesin olmaktan ziyade güzel, hoş sonuçlara varmaya; canlı, ilgi çekici olmaya özen gösterilmelidir. Yazar kendi duygu ve düşüncelerini en başarılı şekilde yansıtarak okuyucu ile arasında sıkı bir bağ kurar.
NOT : Bu tür fıkraları, kısa hikâye niteliğindeki, nükteli, mizah öğesi taşıyan fıkralarla karıştırmayınız. Bu tür fıkralarda dinleyeni güldürmek, eğlendirmek ön plandadır. Oysa köşe yazılarında okuyucuyu düşündürmek, güncel bir sorunu dile getirmek esastır.
TÜRK EDEBİYATINDAKİ FIKRA YAZARLARI
Fıkra türü Tanzimat Dönemi’nde Batı’dan geçmiştir. Özellikle Ahmet Rasim fıkralarıyla tanınmıştır.
Ahmet Rasim - Şehir Mektupları, Muharrir Bu Ya
Refik Halit Karay - Bir Avuç Sarma, Ay Peşinde
Orhan Seyfi Orhon - Kulaktan Kulağa
Ziya Osman Saba - Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, Gün Doğmadan
Falih Rıfkı Atay - Eski Saat, Çile
DİĞER FIKRA YAZARLARI
Namık Kemal, Ahmet Haşim, Hüseyin Cahit Yalçın, Falih Rıfkı Atay (Pazar Söyleşileri), Burhan Felek, Peyami Safa, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Bedii Faik, Necip Fazıl Kısakürek, Rauf Tamer, Ahmet Kabaklı, Çetin Altan, Oktay Ekşi, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, İlhan Selçuk, Ergun Göze, Hasan Pulur, Taha Akyol, Gürbüz Azak, Cengiz Çandar, Yavuz Gökmen, Hasan Cemal, Oktay Akbal, Şevket Rado, Aziz Nesin…
MAKALE-FIKRA (KÖŞE YAZISI) FARKLARI
* Makale yazarı ele aldığı fikirleri bilimsel bir yaklaşımla incelerken fıkra yazarı kişisel görüşle ele alıp inceler.
* Makalelerde yazılanları ispatlama kaygısı vardır; ancak fıkralarda yazılanları ispatlama kaygısı yoktur.
* Makalelerde ciddi, yapmacıksız, bilimsel bir anlatım vardır. Fıkralarda açık, sade ve anlaşılır bir dil kullanılır.
* Fıkralar günübirlik yazı türüdür. Makalede ise böyle bir durum yoktur.
* Makalede yazar doğruyu; fıkrada ise yazar kendi doğrusunu anlatır.
Makale fıkraya göre daha uzun bir yazı türüdür.
Makale yazmak belli bir uzmanlık ister
SOHBET YAZISI ÖRNEĞİ - GÜLER YÜZ
Asık suratlı insanlardan hoşlanır mısınız desem tabii bana gülersiniz. Zaten ben de biraz gülmeniz için söze böyle başladım. Güler yüze ve gülmeye dair olan bu konuşmayı asık suratla dinlemenizi istemem tabii. Konuşurken söze başladığınız sırada karşınızdakinin kaşlarını çattığını, asık bir suratla sizi dinlediğini görürseniz konuşmak hevesiniz kırılır. Lafı kısa kesip bu tatsız sohbeti bir an önce bitirmeye bakarsınız. Bir de karşınızdakinin sizi güler yüzle dinlediğini, hatta araya biraz da tatlı söz karıştırarak sohbete renk verdiğini görecek olsanız konuştukça konuşacağınız gelir.
Zaten öyledir. Güler yüz her şeyden önce insana cesaret verir. Çünkü güler yüzlü insanlar her kusuru hoş gören, affeden insanlardır. Dünyada ilk adımlarını yeni atmaya başlamış bir çocuğa herkes güler yüzle bakar. Onun her kusuru yapabileceğini ve bütün kusurların affedilmeye layık olduğunu önceden kabul ettiğimiz için çocuk karşısında gülümser bir yüz takınırız. Olgun insanlar yalnız çocuklara değil, herkese affedici, kusura pek aldırmayıcı bir yüzle bakarlar. Bu dünya öyle çatık kaşla dolaşmaya, şunun bunun kalbini kırmaya değer bir dünya değildir. Onun için güler yüzlü insanlar arasında yaşayanların hayatı daha tatlı geçer.
Şevket RADO
FIKRA YAZISI ÖRNEĞİ - KAYBOLAN KELİME
Bu bayram, dilimizin bir kelime kaybettiğine iyice inandım. "Tandır" gibi "kağnı" gibi artık yaşanan hayatta, yeri kalmamış, şöyle böyle bir kelime değil; zarif, ince, medeni bir kelime.
Kapıyı çalan çöpçünün pos bıyıkları arasında onu aradım. Yok!.. Bahşişini alan bekçinin kavlak dudaklarından onu bekledim. Yok!.. Bakkalın çırağından, sebzecinin yamağından, kasabın oğlundan onu işitmek istedim. Yok!.. İpek mendilini alan oğlan, eşarbını kıvıran kız, iki buçukluğu cebine indiren manav, üç gün kapımızı kim çaldıysa hediyesini kim aldıysa bana o beklediğim kelimeyi vermeden gitti! İki yüz kuruş yazan taksinin şoförüne iki yüz elli kuruş veriyorsunuz. Taş gibi bir sükût! Kitabından sevgiyle bahsettiğiniz genç adamla karşılaşıyorsunuz. Hakarete benzer hissiz bir selam!
Tramvayda, ayakta kalmış bir kadına yerinizi veriyorsunuz. Yüzünüze, burun delikleriyle yüksekten bir bakış! Ve hiçbirinin dilinde aradığınız o ince, o kibar, o insanı insan yapan güzel kelime yok! Geçen yıl, Atina’da bindiğim bir otomobilin şoförü, bana bu kelimeyi on kuruşluk bahşiş için söylemişti: Hem başından kasketini çıkararak hem de kelimenin başına bir "çok" ilave ederek.
Roma'nın en büyük otelinde oda hizmetçisi kız, yine küçük bir hediye karşılığı zarif vücudunu nezaketle kırarak bu kelimeyi dudaklarında tebessümle süslemişti.
Bir kelime deyip geçmeyiniz. Cemiyet hayatımızdaki birçok şikâyetleri bu kelimenin yokluğuna bağlamak bile mümkündür. Düşünüyorum: Artık lügat kitaplarında beyaz kâğıdın kefenlediği bu ölü kelimeyi nasıl diriltsek? Acaba belediye, bu kelime için bir fiyat listesi yapamaz mı? Hiç olmazsa çarşıda, pazarda, iş hayatında canımız istediği zaman listeye bakar, parasını verir ve içimizin özlediği bu üç heceli sözü duyarız! Haaa! Affedersiniz, deminden beri, yana yakıla hasretini çektiğim bu kelimenin ne olduğunu söylemedim değil mi?
Teşekkür!
Yusuf Ziya ORTAÇ
MİZAHİ FIKRA ÖRNEĞİ - SON ÜMİT
Nasreddin Hoca merhumun biricik varlığı olan sevgili eşeği bir gün kaybolmuş. Kendi mi başını alıp bir yere gitmiş, yoksa hayvanı biri mi aşırmış, bilmiyor.
Tabiî şuna buna soruşturmaya, aramaya koyulmuş. Kırlara doğru açılmış. Bir taraftan da bir türkü söylemeğe başlamış.
Böylece dolaşıp dururken bir tanıdığına rastlar.
Tanıdığı:
— Hoca, böyle türkü çağıra çağıra nereye gidiyorsun? diye sorar.
Hoca merhum da eşeğini kaybettiğini, onu aramakta olduğunu söyler. Ahbabı:
— Bu ne iştir Hoca Efendi? Benim bildiğim, insan eşeğini kaybetti mi, feryat eder, ağlar, dövünür. Sen ise türkü söylüyorsun!
Hoca, kendisine önündeki tepeyi gösterir.
— Bir ümidim şu dağın ardında kaldı. Eşeğimi orada da bulamazsam o zaman siz dinleyin bendeki feryadı! cevabını verir.
11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları 6. Ünite Roman, Cumhuriyet Dönemi, Dünya Edebiyatı, Modernizim Akımı
11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notu 6. Ünite: Roman
Roman ünitesi şu konulardan oluşmaktadır.
Cumhuriyet Dönemi’nde roman (1923-1950)
Cumhuriyet Dönemi’nde roman (1950-1980)
Modernizm akımı
Dünya edebiyatında roman
Anlatım bozuklukları, yazım ve noktalama çalışmaları
Okunan bir roman hakkında inceleme ve değerlendirme yazısı yazma
Bir romanı sinemaya uyarlanmış hâliyle karşılaştırma
Roman Nedir?
Olmuş ya da olması mümkün olayları kişi, yer, zaman bağlamında anlatan, hikâyeye göre daha uzun, anlatmaya dayalı edebi bir türdür.
Roman türünün ilk örneği İspanyol yazar Cervantes’in 17. yüzyılda yazdığı Don Kişot adlı eseridir.
Türk edebiyatında ise ilk yerli roman Şemsettin Sami'nin yazdığı Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat'tır.
TÜRK EDEBİYATINDA ROMAN TÜRÜNÜN GELİŞİMİ
Türk edebiyatında roman türündeki ilk örnekler Tanzimat Dönemi’nde verilmeye başlamıştır (19.yy) Roman türü önce Batı edebiyatından çevirilerle edebiyatımıza girmiştir, daha sonra ilk yerli örnekler verilmiştir.
* İlk çeviri roman: Yusuf Kâmil Paşa’nın Fenelon’dan çevirdiği Telemak
* İlk yerli roman: Şemsettin Sami’nin yazdığı Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat
* İlk edebî roman: Namık Kemal’in yazdığı İntibah
* İlk tarihî roman: Namık Kemal’in yazdığı Cezmi
* İlk köy romanı: Nabizade Nazım’ın yazdığı Karabibik
* Romantizmden realizme geçişin ilk örneği: Sami Paşazade Sezai’nin yazdığı Sergüzeşt
* İlk realist roman: Recaizade Mahmut Ekrem’in yazdığı Araba Sevdası
* İlk psikolojik roman denemesi ve ilk tezli roman: Nabizade Nazım’ın yazdığı Zehra romanıdır.
* İlk polisiye roman: Ahmet Mithat Efendi'nin - Esrâr-ı Cinayet
* İlk post-modern roman: Oğuz Atay'ın - Tutunamayanlar
Türk edebiyatında roman türündeki asıl büyük gelişmeler Servetifünun, Millî Edebiyat ve Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nda olmuştur. Servetifünun yazarı Halit Ziya Uşaklıgil Batılı roman tekniğine uygun olarak kaleme aldığı Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu gibi romanlarıyla ilk roman ustamız olmuştur.
1923 - 1950 YILLARI ARASINDA TÜRK ROMANI
1910 yılından itibaren millî duyguların ağır basmasıyla ve Türkçülük akımının etkisiyle millî konulara değinen, Anadolu’yu konu edinen romanlar yazılmaya başlanmıştır.
1930’lara kadar Millî Edebiyat etkisinde gelişen romanda eskiye karşı yeni değerlerin yüceltilmesi işlenmiştir. Bu dönemde Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi romancılarımız eser vermiştir.
1930’lardan sonra Türk romanında köylülerin, işçilerin, geçim sıkıntısı çekenlerin yaşamından ve sorunlarından söz edilmeye başlanmıştır. Romanlarda Anadolu coğrafyası ve insanı, köyden kente göçün neden olduğu sorunlar Sadri Ertem, Sabahattin Ali gibi toplumcu–gerçekçi anlayışa bağlı sanatçılar tarafından işlenmiştir.
İnsanın gerçekliğini psikolojik yönüyle anlatan Peyami Safa, Abdülhak Şinasi Hisar gibi romancılar da bireyin iç dünyasını esas alan yönelimle romanlar yazmışlardır.
1923 - 1950 yıllarında sanatçılar, konularını günlük hayattan almışlar, toplum sorunlarını derine inmeden gözlemci–gerçekçi eserler yazmışlardır. Duygusal ve acıklı olaylar üzerine kurulmuş, rastlantılarla gelişen, zengin–yoksul, iyi–kötü gibi kalıplaşmış tiplerin işlendiği romanlar ortaya konmuştur.
1940’lardan itibaren II. Dünya Savaşı’nın yıkımları, iki kutuplu bir dünyada kendine yer açma çabaları, sanayileşmenin getirdiği problemler, iç ve dış göç olguları romanlarda işlenmiştir. Bu dönemde yazarlar çok iyi tanıdıkları yöreleri, o yörelerin insanlarını hayat mücadeleleri ve yaşama biçimleriyle yansıtmaya özen göstermişlerdir. Bu dönemin romancılığında görülen en önemli yönelimlerden biri de köy romancılığıdır. Köy gerçeği romanlarda etkili biçimde ele alınmıştır. Kasaba ve şehirlerde yaşayan dar gelirli insanların içinde yaşadıkları toplumsal düzen de giderek romanlarda ele alınmıştır. Türk kadınının çağdaşlaşmak için verdiği mücadele başta olmak üzere, ekonomik bağımsızlığı, kadın–erkek münasebetleri, kadının aile ve toplum içindeki yeri, durumu da romanlarda ele alınmıştır.
1950-1980 YILLARINDA CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ROMANI
1950-1980 arasında roman türü farklı eğilimlerle gelişimini sürdürmüştür.
Toplumcu gerçekçi, bireyin iç dünyasını esas alan modernist millî ve dinî duyarlılıkları yansıtan özelliklere sahiptir.
Toplumcu - gerçekçiler : Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Samim Kocagöz, Fakir Baykurt gibi toplumcu gerçekçi yazarlar; toprak kavgaları, tarımın makineleşmesi, köyden kente göç gibi toplumsal konuları romanlarında ele almışlardır.
Bireyin iç dünyasını esas alan romanlar : Peyami Safa, Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra, Samiha Ayverdi bireyin iç dünyasını esas alan romanlar yazmışlardır.
Modernist romanlar : Yusuf Atılgan, Oğuz Atay, Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu modernist çizgide romanlar vermişlerdir.
Millî ve dinî duyarlılıkları yansıtan romanlar : Hüseyin Nihal Atsız, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Bahaeddin Özkişi, Münevver Ayaşlı, Emine Işınsu, Sevinç Çokum millî ve dinî duyarlılıkları yansıtan romanlar yazmışlardır.
1950-1980 Cumhuriyet Dönemi'ndeki Önemli Romanlar
Kemal Tahir ➝ Devlet Ana, Yorgun Savaşçı
Orhan Kemal ➝ Cemile, Murtaza
Yaşar Kemal ➝ İnce Memed, Yılanı Öldürseler
Fakir Baykurt ➝ Tırpan, Yılanların Öcü
Peyami Safa ➝ Yalnızız
Ahmet Hamdi Tanpınar ➝ Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Tarık Buğra ➝ Küçük Ağa, İbişin Rüyası
Yusuf Atılgan ➝ Aylak Adam, Anayurt Oteli
Oğuz Atay ➝ Tutunamayanlar, Bir Bilim Adamının Romanı
Ferit Edgü ➝ Hakkâri’de Bir Mevsim
Adalet Ağaoğlu ➝ Fikrimin İnce Gülü, Bir Düğün Gecesi
Hüseyin Nihal Atsız ➝ Ruh Adam
Mustafa Necati Sepetçioğlu ➝ Kilit, Çatı
Bahaeddin Özkişi ➝ Sokakta, Köse Kadı
Orhan Kemal - Murtaza Romanı
Orhan Kemal’in toplumcu gerçekçi anlayışla yazdığı Murtaza adlı roman, 1952 yılında önce gazetede tefrika edilir ve aynı yıl kitap olarak yayımlanır. Eser eklemeler yapılarak 1969’da yeniden yayımlanır. Büyük ilgi gören roman 1965’te Murtaza, 1984’te ise Bekçi adıyla iki kez sinemaya uyarlanır; tiyatro eseri olarak da sahnelenir.
Romandaki olaylar, II. Dünya Savaşı sonrasında, Adana’da geçmektedir. Yazar; bu eserinde bir fabrikada gece kontrolörü olan, görevini her şeyin üstünde tutan, saf bir adam çevresinde gelişen olayları toplumcu gerçekçiliğe bağlı kalarak yansıtmıştır.
ROMANDA MODERNİZM
19. yüzyılda büyük gelişme sağlayan geleneksel roman anlayışı devam ederken 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yeni bir roman anlayışı ortaya çıkar. Aydınlanmayla birlikte oluşan, hümanizm ve demokrasi temeli üzerine yükselen bir düşünce sistemi olan modernizm, birçok alanı olduğu gibi romanı da etkilemiştir.
I ve II. Dünya Savaşları’nın insanlık üzerindeki yıkıcı etkileri modernizmin doğuşunda büyük rol oynamıştır. “İnsan, yaşadığı dünyada hep acılarıyla baş başa kalmış ve yalnızlıktan kurtulamamıştır. Öyleyse insanın bu durumunu anlatmak gerekir.” görüşünden hareket eden modernist romancılar, geleneksel romancıların aksine kişilerin iç dünyalarını romanlarına katmayı ve “dün–bugün–yarın”dan oluşan zaman zincirini kırmayı hedeflerler.
Kişilerin anılarını ve bilgilerini, kafalarından neler geçtiğini, dillerinden dökülmeyip kalplerine gömdüklerini okuyucuya aktarabilmek için bilinç akışı, iç konuşma ve iç diyalog gibi teknikleri kullanırlar. Sinemadan aldıkları geriye dönüş tekniği ile de keskin zaman zincirini kırmayı amaçlarlar. Bu teknikler sayesinde okuyucu hem karakterler hakkında daha doğru bilgiler edinir hem de bugünün durdurulduğu, geçmişin araya girdiği iç içe geçmiş zaman ve olaylardan oluşan bir hikâye okur.
Modernist romanlarda neden–sonuç ilişkisi ortadan kalkmıştır. Roman, en baştan başlamak veya belirli bir biçimle bitmek zorunda değildir. Yazar, insan dışındaki dünyayı yalın biçimde yansıtmaktan kaçınır, geleneksel anlatımın dışına çıkar, yer yer alegorik anlatımdan yararlanır, kelimelerin çağrışım gücünden yararlanarak şiirsel bir dil kullanır. Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar romanında da başı ve sonu belli olan bir olay yoktur. Mekân, kişi, olay yerine bireyin iç dünyasına yönelme söz konusudur.
Modernist yazarlar, tek bir cümlenin bile atlanamayacağı bir yapı kurarlar. Bu yapı bilinçli kurgulanmış bir yapıdır ve okuru etkin kılar. Bu tür romanlarda en önemli tema yabancılaşmadır. Çoklu anlatıcı, çoklu bakış açısı da modernist romanların başka bir özelliğidir.
Modernist Romanlarda Anlatım
Anlatı türlerinde anlatıcı ile eser arasında önemli bir bağ bulunur. Anlatım teknikleri; yazarın duygu, düşünce, hayal, bilgi vb. dünyasını okuyucuya ilettiği en önemli araçlardan biridir. Yazar, eserinin konusuna, temasına ve amacına uygun olan anlatım tekniklerini kullanarak okuyucuya ulaşmak ister.
Klasik anlatı türleri, yapı ve içerik bakımından karmaşık değildir. Ancak modern anlatı türlerinde yeni anlatım teknikleri kullanılmış, bu da anlatımda çeşitliliğin artmasını sağlamıştır. Modernist romanlarda özellikle bilinç akışı, iç çözümleme, geriye dönüş tekniklerinden sıklıkla yararlanılır.
Modernist Romanlarda Bilinç Akışı Tekniği
Bilinç akışı tekniği, özellikle psikolojik eserlerde kullanılan bir teknik olup bireyin gizli yönlerini belirten etkili bir yöntemdir. Bu teknikte karakterin düşünceleri olduğu gibi ifade edilmeye çalışılır.
Yazarlar, kronolojik zamana bağlı kalmaksızın, insanın bilinçaltının derinliklerine inebilirler. Bilinç akışı tekniğinde karakterin kesik cümlelerle, bir bütünlük içermeyen, çoğu zaman mantıksal çizginin dışına taşan karmaşası dile getirilir. Kahramanın kafasından geçenler düzensiz bir şekilde, çağrışımlarla farklı yönlere gider. Burada, roman karakterinin anlattıklarının çoğunda geçmişle şimdiki zaman, gerçekler hayal, kendi iç hesaplaşmaları bir aradadır. Bu teknikte duygu ve düşüncelerdeki karmaşıklık dikkati çeker. Tutunamayanlar romanından alınan aşağıdaki parça bilinç akışı tekniğine örnektir.
Örnek: "Sizlere uğramadan edemedim. Şehri çok güzel ve değişmiş buldum. Yeni taşındığınız evi bulmakta güçlük çekmedim. Oğlunuz çok büyümüş. İnşallah büyüyünce sen de Turgut amcan gibi mühendis olursun. Daha beter olsun. Nermin ne yapıyor. İyidir, selam ve sevgileri var. İnşallah bir dahaki sefere onu da getiririm. Sen derslerine çalışıyor musun bakayım? Kaşlarını çattı. Amcalar bazen kaşlarını çatar, onlara güven olmaz. Süheyla’yı hatırlayacaksınız, teyzemin gelini. Nermin’le birlikte geliniz bir dahaki sefere. Geliriz dedik ya uzatmayın. Gitmiş kadar oldum."
Modernist Romanlarda İç Çözümleme Tekniği
İç çözümleme, anlatı türleri içinde kahramanların iç dünyasının, duygu, düşünce ve hayallerininyazar tarafından ifade edildiği bir anlatım tekniğidir. Bu tekniği kullanan yazar, mümkün olduğuncaobjektif olur. İç çözümleme tekniği kahramanların tanıtımına yardım ettiği gibi anlatımın gerçekliğe daha da yakın olmasını sağlar.
Örnek: “Turgut, önündeki direksiyona, belli etmek istemediği bir çekingenlikle bakıyordu. Kimse sezmeden, korkusunu fark etmeden, bu inatçı ve onu tanımayan sertlikle nasıl uyuşabilecekti? Öğrendikten sonra, bütün zorluklar geride kaldıktan sonra vücudun her parçasında, başlangıçta bu makine kadar kör ve inatçı olan direnmenin yumuşadığını, mümkün olduğunu gördüğü zaman, yazık ki geçiş süresini unutuverir insan.”
Modernist Romanlarda Geriye Dönüş Tekniği
Geriye dönüş, zamanın kurgusuyla ilgili bir tekniktir. Anlatıcı, şimdiki zamandan önceki zamanlara giderek kahramanın geçmişinde meydana gelmiş bir veya birkaç olayını anımsatır. Geriye dönüş tekniği, konunun daha iyi anlaşılmasında, kahramanların tanıtılmasında ve olayların sebeplerinin ortaya konmasında anlatıcıya yardımcı olur. Tutunamayanlar adlı romandan alınan aşağıdaki parça geriye dönüş tekniğine örnektir.
Örnek: “Üniversitede ders çalışırken de Selim, arkadaşlarına böyle takılırdı. Kim çıkarmıştı bu sözü?Kenan çıkarmıştı. Yüksek matematikten haziranda geçince, Selim’le bir olup, etüd odasında, çalışmaya çalışan Turgut’un baş ucundan ayrılmamışlardı. Kenan, Selim’in okulda tanıdığı ilk insandı. Turgut’un onları ilk farkettiği gün, sıranın üstüne bir şeyler yazıyorlardı.”
DÜNYA EDEBİYATINDA ROMAN
İspanyol yazar Cervantes’in (Servantes) Don Quijote (Don Kişot) adlı eseri, roman türünün başarılı ilk örneği kabul edilir.
Fransız Edebiyatı :
Victor Hugo ➞ Sefiller, Notre Dame’ın Kamburu
Balzac ➞ Vadideki Zambak, Goriot Baba
Gustave Flaubert ➞ Madam Bovary
Stendhal ➞ Kırmızı ve Siyah,
Emile Zola ➞ Nana
Alman Edebiyatı :
Goethe ➞ Genç Werther’in Acıları
Thomas Mann ➞ Buddenbrook (Budenbrok) Ailesi
İngiliz Edebiyatı :
Charles Dickens ➞ İki Şehrin Hikâyesi, Oliver Twist
Daniel Defoe ➞ Robinson Crusoe
Rus Edebiyatı :
Dostoyevski ➞ Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler
Tolstoy ➞ Anna Karenina, Savaş ve Barış
Gogol ➞ Ölü Canlar, Palto
Puşkin ➞ Yüzbaşının Kızı
Gorki ➞ Ana, Benim Üniversitelerim
Turgenyev ➞ Babalar ve Oğullar
Amerikan Edebiyatı :
Jack London ➞ Vahşetin Çağrısı, Beyaz Diş
John Steinbeck ➞ Fareler ve İnsanlar, Gazap Üzümleri
Ernest Hemingway ➞ Yaşlı Adam ve Deniz, Çanlar Kimin İçin Çalıyor
Kırgız Edebiyatı :
Cengiz Aytmatov ➞ Gün Olur Asra Bedel, Beyaz Gemi
Not: Ernest Hemingway, 1952’de yazdığı Yaşlı Adam ve Deniz adlı romanında yaşlı bir balıkçının okyanusta geçen mücadele dolu birkaç gününü anlatmıştır. Bu romanda yazar kendi maceracı kişiliğini de yansıtmıştır. Eserde yenilgi, galibiyet, korku, cesaret, merhamet, talih gibi temalar çevresinde insanın mücadeleci yönü yansıtılmıştır. Bu eser, yazarın Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasında önemli bir rol oynamıştır. Eser, birkaç kez sinemaya uyarlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı
Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...
-
Cep telefonu ve tablet şarj cihazlarında USB kablolarla sık sık karşılaşıyoruz ve kullanıyoruz. Aynı zamanda bu cihazlara ve bilgisayarl...
-
Kitabın Adı : Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe Kitabın Yazarı : Paola Peretti Kitap Hakkında Bilgi : Yazarın kendi yaşam hikâyesinden esinl...