11. Sınıf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
thumbnail

Tarih İlminin Faydalandığı Bilimler Nelerdir?


TARİHİN FAYDALANDIĞI BİLİMLER: 

1- Coğrafya: Yeryüzü bilimi, Her tarihi olay belli bir coğrafi mekanda meydana gelir .Tarihi olayların oluşumu esnasında iklim,yeryüzü şekiller,ekonomik faaliyetler konum vb. coğrafi faktörler etkili olabilmektedir.Bu faktörlerin bilinmesi tarihi olayın tüm yönlerinin aydınlatılmasına büyük ölçüde katkı sağlamaktadır.

2- Arkeoloji: Kazı Bilimi, eski medeniyetlerin kalıntılarını araştırır. Toprak veya su altında kalmış eski insan topluluklarına ait tarihi kalıntılar ve eserleri kazı yaparak ortaya çıkaran ve inceleyen bilimdir. Arkeoloji özellikle tarih öncesi döneme ait araştırmalarda tarih biliminin en önemli yardımcısıdır. 

3- Kronoloji: Takvim bilimi, tarihsel olayların sırasını takip eder. Kronoloji, tarihi olayların zamanının belirlenmesinde ve sıralanmasında tarihe yardımcı olur. Zamanı tespit edilemeyen olayların doğru olarak değerlendirilmesi mümküm olmayacaktır. Kronoloji bilimi belli bir sistem içinde zamanın bölümlere ayrılmasını sağlayarak tarihi olayları sıralamaktadır. Dolayısıyla tarihi gelişmelerin birbiri üzerindeki etkilerinin ortaya konulmasına (olaylar arasında neden-sonuç ilişkileri kurulmasına) yardımcı olmaktadır. 

4- Paleografya: Eski yazı bilimi. Paleografi eski yazıları okuma bilimidir. Tarih araştırmalarında bir toplumun dilini bilmek kadar kullandığı yazıyı da bilmek gerekir. Mezopotamya tarihi için çivi yazısının, Mısır tarihi için hiyerogliflerin (resim yazısı), Orta Asya Türk tarihi için Kök Türk Uygur ve Çin alfabelerinin, İslam tarihi için Arap alfabesinin, Avrupa tarihi için Latin alfabesinin bilinmesi gerekir.

5- Epigrafi: Tablet Bilimi. Epigrafi anıtlar üzerindeki kitabeleri ve yazıları inceleyen bilim dalıdır. Filoloji ve paleografi bilimleri ile iş birliği içerisinde çalışır. Anıtlar üzerindeki kitabeler ait olduğu dönem hakkında önemli bilgiler verir. Örneğin Kök Türkler zamanında oluşturulan Orhun Kitabelerinde devletin siyasi, sosyal yapısı hakkında birtakım bilgi verilmiştir. 

6- Filoloji: Dil Bilimi. Geçmişte veya günümüzde var olan dilleri inceler. Diller arasındaki bağları ve sözcük alış verişlerini araştırarak, toplumların kültürel alandaki gelişmişliklerini ve değişil kültürler arasındaki ilişkileri aydınlatır.

7- Diplomatik: Devletler arası antlaşmalar bilimi. Devletler arasında yazışmaları inceleyen bilim dalıdır. Tarihsiz belgelerin tarihlendirilmesi, sahte belgelerin gerçeklerinden ayrılması gibi konular diplomatik biliminin kapsamına girer. 

8- Antropoloji: İnsan ırkı bilimi. İnsan ırklarını fiziksel açıdan inceleyen bilim dalıdır.İnsanlık tarihinin en eski dönemlerinin aydınlatılmasında tarihe yardımcı olur. Antropolojinin bir dalı olan sosyal antropoloji ise toplumların kültürel gelişmeleri üzerinde durur. 

9- Etnografya: Halk ve kültür bilimi. Toplumların kültürel özelliklerini (örf, adet ve geleneklerini) inceleyen bilim dalıdır. Etnografyanın ortaya çıkardığı bulgular özellikle yazılı kaynakların yetersiz kaldığı dönemlerin aydınlatılmasında önemli yararlar sağlar.

10- Sosyoloji: Toplum Bilimi. Sosyoloji toplumdaki sosyal kanunları ortaya koyar. Tarih ise geçmişteki olayları bu kanunları göz önünde bulundurarak inceler. Tarih araştırmalarında doğru sonuçlara varabilmesi için sosyoloji kanunlarının bilinmesine ihtiyaç vardır.

11- Psikoloji: Ruh Bilimi. İnsan davranışları ve toplum psikolojisi tarihsel olayları açıklamada yardımcı olur.

12- Nümizmatik: Para bilimi. Nümizmatik eski paraları inceler. Bu paraların ait oldukları medeniyetlerle ilgili bilgi edinilmesinde tarih bilimine yardımcı olur. Para üzerinde yer alan bazı yazılar devlet, hükümdar, devletin mali gücü gibi konularda tarihçiye önemli ipuçları verebilir.

13- Onomastik: Yer adları bilimi. 

14- Siciliografi: Mühür bilimi

15- Heraldik: Arma bilimi. Heraldik armaları inceleyen bilim dalıdır. Armalarda tarihin aydınlatılmasında önemli rol oynadığı için heraldik, tarihin faydalandığı bilim dallarından biri olarak kabul edilmektedir.

16- Geneoloji: Şeçere, soy kütüğü bilimi

17- Ekoloji: Doğa ve çevre bilimi. Canlıların birbirleri ve çevreleriyle ilişkilerini inceleyen ve doğanın korunmasına yönelik çalışmalar yapan bir bilim dalıdır. İnsanın üretim ve tüketim faaliyetlerinin doğanın dengesini bozması bu bilimin doğmasına neden olmuştur. Doğal dengedeki bu bozulma da insan yaşamı, olayların oluşumu ve tarihin akışını önemli bir şekilde etkilemiştir.

18- Hukuk: Kanun bilimi. Bir toplumda insanların birbirleriyle ve devletle ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Bir topluma ait hukuk kurallarıyla o toplumun iktisadi, siyasi, kültürel yapısıyla ilgili bilgiler elde edilebilir. 

19- Edebiyat: Duygu ve düşünce aktarma bilimi. Duygu ve düşünceleri söz veya yazı ile etkili bir biçimde anlatma sanatıdır. Tarih boyunca meydana gelmiş olaylar edebiyata konu olmuş, bu olayların günümüze kadar aktarılmasında edebiyat önemli rol oynamıştır.

20- Felsefe: İnsan doğru düşünme bilimi. Felsefe doğru ve bilinçli düşünmeyi belirtiler arasındaki genel bağları kurmayı öğreten dünya görüşlerinin kavranmasına imkan hazırlayan bir bilim dalıdır. Tarihi düşünüş ve münasebetleri gösteren kolu ise Tarih Felsefesidir. Olayların doğru tahlili ancak o devrin felsefesini bilinmesiyle mümkün olur.

21- İktisat: Ekonomi bilimi

22- Sanat Tarihi: Sanatsal gelişmeler bilimi. Sanat tarihi kısmen arkeolojinin de metotlarını kullanarak son zamanlarda gelişme göstermiş bir bilim dalıdır. Sanat tarihi bir sanat eserinin sanatçısını ve sanatsal değerini, toplumun sanata karşı bakış açısını belirlemeye çalışır. Ayrıca toplumların kültür seviyelerinin, medeniyete katkılarının tespiti ve o toplumdaki sanatın geliştiği ortamın ayrıntılarıyla bilinmesi aşamasında tarih bilimine yardımcı olur. 

23- İstatistik : Belirli bir amaç için veri toplama, tablo ve grafiklerle özetleme, sonuçları yorumlama, özellikler arasındaki ilişkiyi araştırma ilkelerini kapsayan bir bilimdir. İstatistiksel veriler, tarihi olayların değerlendirilmesinde önemli bir yere sahiptir. 

24- Kimya : Karbon 14 metodu ile tarihi buluntuların madde yapısını inceleyerek ait oldukları zamanı belirler. Bu sayede uygarlık gelişimi daha iyi anlaşılır. Aynı zamanda belgelerin yada bulguların kimyasal özellikleri (kağıdın cinsi, kullanılan mürekkep, boyalar) incelenerek orijinal olup olmadığı hakkında değerlendirilmelerde bulunulur. 
thumbnail

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Anlatım Bozuklukları

ANLAMLA İLGİLİ ANLATIM BOZUKLUKLARI 

Gereksiz Sözcük ve Ek Kullanımı : 

İyi bir cümlede yeterli sayıda sözcük kullanılır. Başka bir deyişle gereksiz sözcüklere yer verilmez. Çünkü gereksiz sözcük kullanımı cümlenin duruluğunu bozar ve anlatım bozukluğu yaratır. 

Bu anlatım bozukluğu şu şekillerde olabilir : 

a- Eş ve Yakın Anlamlı Sözcüklerin Aynı Cümle İçinde Kullanılması : 
Örnek: 
Atatürk’ün yaptığı yenilikçi devrimler, sosyal ve siyasal yaşamımızı kökünden değiştirmiştir. 
Atatürk’ün yaptığı devrimler, sosyal ve siyasal yaşamımızı kökünden değiştirmiştir. 

Yatmadan önce dişlerini fırçalamayı unutma. 
Yatmadan dişlerini fırçalamayı unutma. 

Giyimlerinde, konuşmalarında ve davranış biçimlerinde bir gariplik yoktu. 
Giyimlerinde, konuşmalarında ve davranışlarında bir gariplik yoktu. 

b- Yardımcı Eylemlerin Gereksiz Kullanılması : 
“Et, ol” yardımcı eylemlerinin yerini ad ve ad soylu sözcüklere gelen herhangi bir yapım eki tutuyorsa, ya da bunlar cümleden çıkarıldığında, bir anlam değişimi veya daralması olmuyorsa, yardımcı eylemlerin kullanılması gereksizdir. 

Örnek: 
Kendine iyi bakmadığı için sık sık hasta oluyor. 
Kendine iyi bakmadığı için sık sık hastalanıyor. 

Bu işin en kısa sürede biteceğini umut ediyordum. 
Bu işin en kısa sürede biteceğini umuyorum. 

c- Gereksiz Ek Kullanımı : Örnek: İhaleye birçok yerli ve yabancı firmalar katılmıştı. İhaleye birçok yerli ve yabancı firma katılmıştı. Bu bestesi onun en tanınmış eseridir. Bu beste onun en tanınmış eseridir. Yanlış 

Anlamda Kullanılan Sözcükler: Kimi sözcükler aynı kökten türediği için yazılış ve okunuş olarak birbirine benzer; ancak bunların anlamları farklıdır. Bu sözcükler karıştırılıp birbirinin yerine kullanılırsa, anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Ayrıca kimi durumlarda cümlenin anlamıyla, o cümlenin içinde yer alan bir sözcük anlamaca uyuşmaz, çelişir. Sözcük yanlış anlamda kullanıldığı için de anlatım bozukluğu ortaya çıkar. 

Örnek: 
Güzelliğinin farkında olduğunu belirten davranışlar sergiliyordu. 
Güzelliğinin farkında olduğunu gösteren davranışlar sergiliyordu. 

Kimi uyarıcı ilaçlar, sporculara yarardan çok zarar sağlamaktadır. 
Kimi uyarıcı ilaçlar, sporculara yarardan çok zarar vermektedir. 

d- Yanlış Yerde Kullanılan Sözcükler : 
Bir cümlede her sözcüğün yerli yerinde, başka bir deyişle her sözcüğün kullanılması gereken yerde olması gerekir. Cümle içindeki bir tek sözcüğün bile yerini değiştirmek farklı anlamlar, farklı yorumlar ve yargılar oluşturur. Kimi zaman da mantıksal tutarsızlıklara yol açar. 

Örnek: 
Ekonomik ve sosyal yönden geri kalmış ülkemizin belli bölgelerine kalkınmada öncelik tanınacak. 
Ülkemizin ekonomik ve sosyal yönden geri kalmış belli bölgelerine kalkınmada öncelik tanınacak. 

e- Anlamca Çelişen Sözcükler : 
Anlamca, cümlenin yargısıyla uyuşmayan, cümlede iletilen yargıyla çelişen ya da karşıtlık yaratan sözlerin bir arada kullanılması önemli bir anlatım kusurudur. Cümlenin anlamında çelişki, genellikle “kesinlik” ve “olabilirlik” anlamı taşıyan sözlerin bir arada kullanılmasından kaynaklanır. 

Örnek: 
Kapının önünde tamı tamına üç beş nöbetçi vardı. 
Kapının önünde üç beş nöbetçi vardı. 

Eminim ki bunca gürültü patırtı en çok onu üzmüş olsa gerek. 
Bunca gürültü patırtı en çok onu üzmüş olsa gerek. 

f- Mantıksal Tutarsızlık : 
Bir cümlede, iletilmek istenen anlamın eksiksiz olabilmesi için düşünce ve mantık son derece önemlidir. İyi bir anlatımda sağlam bir düşünme ve mantık yürütme temel koşuldur. Mantıksal hataları ve tutarsızlıkları içeren cümleler, dil bilgisi kurallarına uygun olsalar bile anlamı ve yargıyı eksiksiz iletmezler. Bu tür yanlışlar genellikle dikkatsizlik sonucu ortaya çıkar. 

Örnek: 
Önümüzdeki haftanın önemli programlarından bazılarını sizlere hatırlatmaya çalıştık. 
Önümüzdeki haftanın önemli programlarından bazılarını sizlere tanıtmaya çalıştık. 

DİL BİLGİSİ KURALLARI İLE İLGİLİ ANLATIM BOZUKLUKLARI 

Yüklem Yanlışları : 

a- Yüklem Eksikliği : 
İki farklı yargının tek eylemsiye veya tek yükleme bağlanması, çoğu kez yargılardan birinin eylemsiyle ya da yüklemle uyumsuzluğuna neden olur ve bu durum anlatım bozukluğu yaratır. Bu durumda her farklı yargıyı ayrı bir yan cümleye (eylemsiye) ya da yükleme bağlamak anlatım bozukluğunu ortadan kaldırır. 

Örnek: 
Çok az veya hiç çalışmadan sınava girdiler. 
Çok az çalışarak veya hiç çalışmadan sınava girdiler. 

İş konusunda ben onu, o da beni etkilemek istemez. 
İş konusunda ben onu etkilemek istemem, o da beni etkilemek istemez. 

b- Yüklem Uyuşmazlığı : 
Sıralı cümlelerde yüklemlerin kip ve kişi ekleri yönünden uyumlu olmaları gerekir. Bu eklerin uyumsuzluğu anlatım bozukluğu yaratır. 

Örnek: 
Sabahları bana uğrar, okula birlikte giderdik. 
Sabahları bana uğrardı, okula birlikte giderdik. 

Badana boya bitmiş, evi yerleştirecektik. 
Badana boya bitmişti, evi yerleştirecektik. 

Özne Yanlışları: 

Sıralı ve bağlı bileşik cümlelerde ortak olarak kullanılan öznenin bütün yüklemlere uyması gerekir. Özne, bu eylemlerden birine uymazsa cümlede özne yüklem uyuşmazlığı ortaya çıkar. Bu tür anlatım bozuklukları, her farklı yargıya ayrı bir özne kullanılmasıyla giderilebilir. Ayrıca özneyle yüklem arasında, kişi yönünden ve tekillik çoğulluk yönünden bir uygunluk da olmalıdır. 

Örnek: 
Kitaptaki yanlışlar düzeltilecek ve ikinci baskıya girecek. 
Kitaptaki yanlışlar düzeltilecek ve kitap ikinci baskıya girecek. 

Nesne Yanlışları: 

Nesne-Yüklem Uyuşmazlığı: 
Bu uyuşmazlık, bileşik cümlelerde nesnenin, ilk cümlenin yüklemine uymamasından kaynaklanır. Bu bozukluk ikinci cümleye dolaylı tümleç, edat tümleci veya nesne eklenerek giderilebilir. 

Örnek: 
Beni hiçbir zaman unutmadı, her zaman mektup yazdı. 
Beni hiçbir zaman unutmadı, her zaman bana mektup yazdı. 

Çocuğun gözlerindeki yaşı silip, yerine oturttu. 
Çocuğun gözlerindeki yaşı silip, çocuğu yerine oturttu. 

Tümleç Yanlışları : 

a- Dolaylı Tümleç-Yüklem Yanlışları : 
Bileşik cümlelerde ortak olarak kullanılan dolaylı tümlecin, ilk cümlenin yüklemine uyarken ikinci cümlenin yüklemine uymadığı görülebilir. Böylece tümleç-yüklem uyuşmazlığı ile ilgili anlatım bozukluğu ortaya çıkar. 

Örnek: 
Kadına her fırsatta bağırıyor, sürekli aşağılıyordu. 
Kadına her fırsatta bağırıyor, kadını sürekli aşağılıyordu. 

Sana her konuda güveniyor ve yardım bekliyoruz. 
Sana her konuda güveniyor ve senden yardım bekliyoruz. 

b- Zarf Tümleci-Yüklem Yanlışları : 
Bileşik cümlelerde, zarf tümleci ortak olmadığı halde, bütün yüklemler için ortak öğe kabul edilirse, anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Bu anlatım bozukluğu, ikinci cümleye bir zarf tümleci ilavesiyle giderilebilir. Bu nedenle bu anlatım bozukluğunun diğer adı, zarf tümleci eksikliğidir. 

Örnek: 
Her zaman senin yanındayım, seni yalnız bırakmayacağım. 
Her zaman senin yanındayım, hiçbir zaman seni yalnız bırakmayacağım. 

Hiçbir zaman kendini düşünmedi, ailesinin mutluluğu için çalıştı. 
Hiçbir zaman kendini düşünmedi, her zaman ailesinin mutluluğu için çalıştı. 

c- Edat Tümleci-Yüklem Yanlışları : 
Bileşik cümlelerde, edat tümleci durumundaki öğe, ortak olmadığı halde ortak kabul edilirse anlatım bozukluğu meydana gelir. Bu uyuşmazlık ikinci cümleye uygun bir tümleç ya da nesne eklenerek giderilebilir. Aynı şekilde bir dolaylı tümleç, nesne ya da öznenin yüklemle uyum sağlamayış nedeni bir edat tümleci eksikliği olabilir. 

Örnek: 
Akşamları kitapçıya uğrar, saatlerce sohbet ederdi. 
Akşamları kitapçıya uğrar, saatlerce onunla sohbet ederdi. 

Arkadaşımın babası geldi, bir süre sohbet ettik. 
Arkadaşımın babası geldi, bir süre onunla sohbet ettik. 

Tamlama Yanlışları : 

a- İsim Tamlaması Yanlışları : 
Bir ad tamlamasında; Tamlayan ya da tamlanan sözcüklerden birinin eksikliği, Tamlayan veya tamlanan eklerinden birinin kullanılmaması dolayısıyla tamlayan eksikliğinin anlam belirsizliği yaratması, ad tamlamasına ilişkin belli başlı yanlışlıklardır. 

Örnek: 
Onun böyle işlerle uğraşmaya ne vakti vardı ne de zamanıdır. 
Onun böyle işlerle uğraşmaya ne vakti vardı ne de bunun zamanıdır. 

b- Sıfat Tamlaması Yanlışları: 
Sıfat tamlamasına ilişkin yanlışlıklar şu şekilde oluşabilir; “Bir” den büyük sayı sıfatlarıyla kurulan sıfat tamlamalarında adın çoğul eki alması yanlışlık yaratır. Bu tür sıfat tamlamalarında adın tekil kullanılması gerekir. 

Örnek: 
Toplantıda üç ya da daha çok konuşmacılar söz alacakmış. 
Toplantıda üç ya da daha çok konuşmacı söz alacakmış. 

Yapıları Yanlış Olan Sözcükler : 

Kimi zaman yapım eklerinin sözcüklere, kurallara uygun olarak seçilmemesinden dolayı, kimi zaman da eklerin yanlış seçilmesi nedeniyle sözcüklerin yapıları bozuk olur. Yanlış yapılandırılmış sözcükler, dil bilgisi kurallarına uymaz ve anlatım bozukluğu yaratır. 

Örnek: 
Çocuğu iyi bir doktora bakıtmak gerekiyor. 
Çocuğu iyi bir doktora baktırmak gerekiyor. 

Alıkoyulan paketleri yarın postaya verelim. 
Alıkonulan paketleri yarın postaya verelim. 

Yanlış Ek Kullanımı: 

Bir sözcüğe, gelmesi gereken ekin dışında yanlış bir ekin getirilmesi de kimi zaman anlatım bozukluğuna yol açar. 

Örnek: 
Sorun arkadaşlarımızın bizi bu konuda iyi aydınlatmamış olduğundan kaynaklanıyor. 
Sorun arkadaşlarımızın bizi bu konuda iyi aydınlatmamış olmasından kaynaklanıyor. 

Noktalama Yanlışları: 

Noktalama işaretlerinin eksik ya da yanlış yerde kullanılması; cümleleri bir anlam belirsizliğine sürükleyebileceği gibi cümleden birden fazla anlam çıkmasına da yol açabilir. Bu nedenle noktalama işaretlerinin anlama etkileri ve kullanıldığı yerler iyi bilinmelidir. Yanlış kullanımlar ortaya çıkarsa amaçlanan anlama ulaşmak mümkün olmaz. Bu durumlar da cümlede bir anlatım bozukluğu yaratır 

Örnek: 
Kadın şoförü şöyle bir süzdü. 
Kadın, şoförü şöyle bir süzdü. 

"Kİ" NİN YAZIMI: 

"ki" eğer bağlaçsa; Genel olarak iki cümleyi bağlama görevi yapar. 

Örnek: 
Hava o kadar güzeldi ki kendimi hemen sokağa attım.
Bir de baktım ki ortalıkta kimse kalmamış. 

Kişi ve işaret zamirlerinden sonra gelen "ki" de bağlaç olup ayrı yazılır. 

Örnek: 
Ben ki, Bizler ki, Durum o ki 

Kişi zamiri kişi zamiri işaret zamiri Bazı bağlaçlarla birlikte kullanılmasına karşı, kalıplaşmış "ki" ayrı yazılır. 
Öyle ki, yeter ki, kaldı ki 

UYARI : "ki", eğer bağlaçsa daima ayrı bir sözcük olarak yazılır. Ayrıca kendinden önce gelen sözcüğün ünlülerine uyum gösterip "kı" olmaz. 

Kendinden önce gelen sözcüğe bitişik yazılan "ki" ler ise şunlardır: "de" ekinden sonra gelip addan sıfat yapan "ki" : 
Evdeki hesap, kafamdaki plan, yoldaki insanlar 

İlgi zamiri olan "ki" Seninki, sınıfınki, bizimki 

Bazı bağlaçlarla kalıplaşan "ki" Oysaki mademki, hâlbuki sanki 

Zaman bildiren sözcüklerden sonra gelen "ki" Dünkü, akşamki, az önceki 

"DE, DA" BAĞLACININ YAZIMI: 

Genel olarak "dahi, bile" bağlaçlarıyla aynı anlamdadır. Bağlaç olup olmadığını anlamak için cümleden çıkarmayı deneriz. Cümleden çıkarıldığında, cümle yapısı bozulmazsa bağlaç olduğunu anlarız ve ayrı bir sözcük olarak yazarız. 

Örnek: 
Buraya kadar gelip de ona uğramamak olmaz. 
Sen de çok oldun artık! 

Bu bağlaç kendinden önce gelen sözcüğün ünlülerine kalınlık-incelik yönünden uyar. 
Gençliğimizle birlikte umutlarımız da uçup gitti. 
Onu gördüyse de görmezlikten geldi. 

Kendinden önce gelen sözcük, sert ünsüzle bitse bile, bu bağlaç sertleşerek "te, ta" biçiminde yazılamaz. Yazılırsa yazım yanlışı ortaya çıkar. 
Bu iş küçük te sen gözünde büyütüyorsun. (Yanlış) 
Bu iş küçük de sen gözünde büyütüyorsun. (Doğru) 

Bağlaç olan "de, da" ile, ad durum eki olan "-de, - da" karıştırılmamalıdır. "-de, -da" eğer ad ad durum ekiyse kendinden önce gelen sözcüğe bitişik yazılır. Cümleden çıkarıldığında cümlenin anlamı da yapısı da bozulur. 

Örnek: 
Bir süre sessizce yolda yürüdük. 
Çiçeklerin kökünde bir hastalık var. 

İki "de, da" üst üste gelirse birincisinin ad durum eki, ikincisinin bağlaç olduğu dikkate alınmalıdır. 
Telefon ettim evde de yokmuş. 

"Mİ" SORU EDATININ YAZIMI: 

"mi" edatı, cümleye soru anlamı katsa da katmasa da kendinden önce gelen sözcükten ayrı yazılır 

Örnek: 
O da bizimle gelecek mi? 
Gördün mü şimdi yaptığını! 
Konuşmaya başladı mı susmaz. 

"mi" soru edatı, ayrı yazılmasına karşın kendinden önce gelen sözcüğe, kalınlık-incelik ve düzlük-yuvarlaklık yönünden uyum sağlar. Okudun mu? Güzel mi? 

"mi" soru edatından sonra gelen zaman ve kişi eklentileri soru edatıyla bitişik yazılır. 
Onunla sık sık görüşüyor musunuz? 
Olanları bilir miydi de?
thumbnail

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite İyi ve Etkili Yazabilmek ve Konuşabilmek İçin Gerekli Özellikler

İYİ VE ETKİLİ YAZABİLMEK VE KONUŞABİLMEK İÇİN GEREKLİ ÖZELLİKLER 

1- Gözlem yapmak 
2- Düşünmek 
3- Okumak 
4- Ana dili iyi kullanmak 

1- Gözlem Yapmak :

İyi ve güzel bir yazı yazabilmek ve etkili konuşabilmek için her şeyden önce iyi bir gözlemci olmak gerekir. 

Gözlem; bakmak değil görmek, doğanın canlı cansız bütün unsurlarını, ayrıntılarıyla görmek demektir. 

Gözlem; doğru görmeyi, doğru tanımayı öğretir. Bir şeyi iyi anlayabilmek için onun kendi kendine ortaya çıkan türlü belirtilerini gözden geçirmek işine "Gözlem" denir. 

Gördüklerimizi anlamak ya da anlatmak için gözlem yapılır. İnsanların çoğu, kendilerinin iyi birer gözlemci olduğunu söylemelerine karşın, iyi yazı yazamaz ya da etkili konuşma yapamaz. Öz eleştiri yapıldığı takdirde görülecek ki, insanlar; başta aile olmak üzere, çevre, okul ve en yakın arkadaşları hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değildir. Oysaki önceden derinlemesine yapılan gözlemler, çevre ve kişilerle uyumu kolaylaştıracak, iletişimi hızlandıracaktır. 

Bir dilencinin sokak aralarında, dolmuş kuyruklarında dilenmesini; hele hele dilenmekten utanan yoksul insanların toplumla ilişkilerini, ruh hâllerini gözlem yapmayan bir insan, nasıl "yoksulluk" konusunda yazı yazabilir, konuşma yapabilir? Öyleyse, hangi konuda yazı yazmak, konuşma yapmak istiyorsak; o konuyla ilgili önceden gözlemlere sahip olmalıyız. Bu düşüncelerden hareketle; siz de, ailenizi, çevrenizi, öğretmenlerinizi, arkadaşlarınızı kolay iletişim ve başarılı olmak için mutlaka gözlem yapmalısınız. 

2- Düşünmek (fikretmek = tefekkür) : 

İyi ve güzel yazı yazmak, etkili konuşmak için gerekli olan özelliklerden biri de "düşünmek" tir. 

Yazı yazmanın temelinde düşünme yatar. Okuduğumuz bir eser ya da parça, kafamızda birçok düşünceler yaratır. Dış dünyamızda gördüğümüz canlı ve cansız bütün unsurlar, kafamızda birtakım düşünceleri ve hayalleri canlandırır. Görülen, duyulan, okunan, incelenen somut ve soyut bütün kavramların bağlantıları, düşünce içerisine girer. 

Düşüncelerimizi açık, ilgi çekici, canlı bir biçimde ortaya koymalıyız. Düşünme, iç gözlem ile elde edilir. 

Gözlem; dışarıyı görmek, düşünme ise içimizi incelemek ve görmek demektir. Doğal olarak, bütün insanlar düşünceye sahiptir. Ama düşünceden düşünceye fark vardır. Düşünce ile plân (tasarı) arasında sağlam bir bağ kurulmalıdır. 

İnsan, yaşamış olduğu ortam gereği; kişi, çevre, toplum, konu, olay vb. kavram ya da faaliyetlerde sağlıklı ve plânlı düşünmek zorundadır. Düşüncelerdeki dağınıklık ve plânsızlık, insanın çevreyle ve olaylarla bağlantısını bozar, uyumunu engeller. Bu durumda ise mutsuz ve başarısız bir kişilik ortaya çıkar. 

Sağlıklı düşünemeyen, düşüncelerinde plân yapamayan bir insan, nasıl iyi ve güzel yazı yazsın? Nasıl etkili konuşma yapsın? Öyleyse, bir konu ya da olay hakkında yazı yazmadan, konuşma yapmadan önce mutlaka düşünmeliyiz. 

3- Okumak : 

"Ben aydınım" diyebilen bir insan; en az günde bir gazete, haftada bir dergi, ayda bir kitap okumak zorundadır. 

Düzenli olarak ayda bir kitap okuyan birisi elli yılda altı yüz kitap okur. İnsanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar yazılmış milyonlarca kitap içinde altı yüz kitabın önemi ne kadardır? 

Her çeşit kitabı düzenli aralıklarla okuyanlarla, hayatında eline hiç kitap almamışlar arasındaki fark; beyaz renkle siyah rengin arasındaki fark gibidir. Birisi bilim ve aydınlık, diğeri ise cehalet ve karanlıktır. 

Her şeyden önce, okumayan insanın kelime hazinesi gelişmez. Bu durumda sınırlı sayıda kelimelerle hangi duygu ve düşünceler etkili bir şekilde anlatılsın? 

Yazarlar, şairler ve sanatkârların düşüncelerini daha iyi anlayabiliyoruz. Çünkü kelime hazineleri büyük. Çünkü onlar okumaya önem veren, okumanın insan için bir üstünlük olduğunu kavrayan kişilerdir. Bilgili ve bilinçli aydın olabilmenin yegâne yöntemi okumak, çok okumaktır. Doğal olarak, yazılı ve sözlü kompozisyonda başarının önemli sırlarından birinin de düzenli okumak olduğunu unutmamak gerekir. 

4- Ana Dili İyi Kullanmak : 

Günümüzde, insanların çoğunun dört yüz - beş yüz kelimeyle konuşup anlaştığı bir gerçektir. 

Aydınların pek çoğu ise ortalama üç bin - beş bin kelimeye işleklik verebilmektedir. Bu durum, ana dilini iyi kullanmakla ilgili önemli bir toplumsal kusur olarak görülmektedir. Çünkü toplumun yönlendirici ve yöneticisi durumundaki aydınlar, en az on beş bin - yirmi bin kelimeye işleklik kazandırmak zorundadır. 

Bu gerçekler ışığında; etkili ve güzel yazı yazmak ve konuşmak için ana dili iyi bilmek gerekir. Bu ise, dil bilgisi kurallarının ve anlatım bozukluklarının bilinmesini zorunlu kılar. 

Gözleme değer veren, plânlı düşünen, sağlıklı okuyan ve ana dilini iyi kullanan insan; üstün bir ifade yeteneğine sahip olur. Bu dört önemli özellik, birbirleriyle yakından ilgilidir. Birinin yokluğu, diğerlerinin yokluğuna yol açar. Bu nedenle, dört özelliğe de aynı şekilde önem verilmelidir.
thumbnail

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Öğretici Metinler Biyografi (Hayat Hikayesi), Gezi Yazısı (Seyahatname), Söyleşi (Sohbet)

II. Ünite Öğretici Metinler Günlük

4. Biyografi (Hayat Hikayesi) :

Çeşitli bilim dalları ile güzel sanatlar ve spor alanlarında ün yapmış bir kişinin hayatının derlenip toparlanması ve sonunda yazıya geçirilmesidir. 

Biyografilerin yazılmasındaki amaç; tanınmış, yararlı olmuş kişilerin çektikleri sıkıntıları, karşılaştıkları güçlükleri nasıl yendikleri, başarıya nasıl ulaştıklarını anlatmaktır. Bu şekilde, okuyucuların "kıssadan hisse çıkarmaları" sağlanır; sabırlı, düzenli ve plânlı çalışmanın başarıya olan katkısı verilmek istenir. 

Biyografiler; sanata, edebiyata, tarihe ışık tutarlar. Anma ve kutlama günlerinde, sanat gecelerinde bu tür yazılardan yararlanılır. Ayrıca, biyografiler; belli bir dönemin olaylarını, toplumun yapısını ve sanatını da belgeler niteliktedir. 

Biyografiye, eski edebiyatımızda "Tercüme-i Hâl" (Hâl Tercümesi) denirdi. Divan edebiyatındaki "Şuara Tezkireleri", sadece şairlerin özelliklerini veren biyografi niteliğindeki eserlerdir. Biyografiler açık, sade bir dille, tarafsız bir görüşle yazılmalıdır. 

Biyografi türleri şunlardır: 
Otobiyografi: Yazarın kendisi tarafından yazılmış biyografiye denir. Kendi hayatını yazan kişi, doğumundan otobiyografisini yazdığı döneme kadar geçirdiği safhaları anlatır. 

Otobiyografik roman: Kişinin kendi hayatını roman şeklinde yazmasıdır. Biyografik roman: Ünlü kişilerin hayatlarını konu edinen romandır. Mehmet Süreyyâ'nın "Sicil-i Osmânî"si, Çeşitli kişiler tarafından kaleme alınmış "Şuarâ tezkireleri", Şevket Süreyyâ AYDEMİR'in "Tek Adam" ve "İkinci Adam"ı biyografik eserlere örnektir. 

NOT: Biyografi türüyle benzerlik gösteren eserlere Divan edebiyatında “tezkire” denir. 

Türk edebiyatında ilk biyografi örneğini (tezkire) Ali Şir Nevai 16. Yüzyılda “Mecalis’n- Nefais” adlı eseriyle vermiştir. 

5. Gezi Yazısı (Seyahatname) :

Yazarların yurt içinde ya da yurt dışında yaptıkları gezilerde, gördüklerini anlattıkları edebî eserlerin ortak adıdır. 

Bu eserlerde yazarlar; gezip gördükleri yerlerdeki insanların bütününün ya da belli bir kesiminin yaşayışını, gelenek ve göreneklerini, dikkatlerini çeken ve okuyucuların da ilgi duyacaklarına inandıkları özelliklerini anlatmaya çalışırlar. 

Gezi yazılarında ilginç bir anlatım vardır. Yazılarda anlatım, yeri gelir hikâyeye dayanır; yeri gelir bir portre çizilir, tasvir yapılır. Konuşmalar da bulunabilir. Yani anlatım, yer yer değişiklikler gösterir. 

Gezi; hayale değil, yazarının gözlemine ve doğru olarak duyduklarına dayandığı için tarih, coğrafya, toplum bilim, hukuk vb. bilim dallarına kaynaklık eder. 

Gezi; gazete ve dergilerde yayımlanacak ölçüde yazılabileceği gibi, kitap hâlinde de yazılabilir. Gezi türü, edebiyatımızda yeni değildir. Divan edebiyatı zamanından beri "Seyahatname" adı altında türlü eserler bulunmaktadır. Bazı sefaretnameler ile tarihî, coğrafî konularda yazılmış pek çok eser, bütünü ile olmasa da gezi yazısı özelliği gösteren bölümler taşırlar. 

Türk edebiyatında gezi türünde kaleme alınmış en büyük eser, Evliya Çelebi'nin (1611-1685) on cilt olarak yazdığı Seyahatname'dir. Evliya Çelebi, bu eserinde gezip gördüğü memleketlerin tarihi, insanları, âdetleri, yaşayış tarzları ve her türlü özellikleri hakkında geniş ölçüde bilgi vermiştir. 

Ayrıca, Seydi Ali Reis'in Mir'âtü'l-Memâlik (Ülkelerden Manzaralar), İzzet Molla'nın Mihnet Keşan adlı eserlerini, Tanzimat'tan önceki dönemde yazılmış gezi eserleri (seyahatnameler) arasında sayabiliriz. 

Gezi yazısı yazarken şu özelliklere dikkat etmek gerekir: 
1- Gezilen yerlerin, hiç bir yere benzemeyen özelliklerini dile getirmek. 
2- Gezilen yerlerde yaşayan insanların kültürel özelliklerini (ırk, dil, hayat tarzı, folklorik özellikleri vb.) belirtmek. 
3- Gezilen yerlerin tarihî, mimarî ve uygarlık özelliklerini belirtmek. 
4- Gezilen yerlerin teknolojik ve ekonomik alandaki gelişmelerini belirtmek. 

NOT: 
1- Anılarda amaç yazarın yaşamındaki ilgi çekici olayları anlatmasıdır, 
2- Gezi yazılarında ise amaç gezilip görülen yerleri okuyucuya tanıtmaktır. 
3- Üslup olarak hem anı hem de gezi yazıları açık, sade, anlaşılır, içten bir anlatım vardır. 
4- Gezi yazılarında gözlem önemli bir unsurdur. Anılarda ise yazarın kendi yaşamına dair izlenimleri önemlidir. 
5- Her iki türde de dil göndergesel işlevde kullanılır. 
6- Her iki türde de öyküleyici, betimleyici, açıklayıcı anlatım türleri kullanılır. 

6. Söyleşi (Sohbet) :

Söyleşi anlamındaki Arapçadan dilimize geçmiş olan sohbet kelimesi, iki anlam içerir: 
1. Arkadaşlık, yârenlik; 
2. Konuşma, görüşme, birlikte oturup söyleşme. 

Makalelerin bir konuşma havası içinde daha senli benli olarak yazılan tarzına Söyleşi (Sohbet) denir. 

1- Gazete ve dergi yazılarındandır. 
2- Bu tür yazılarda, samimiyet esastır. 
3- Yazar, düşüncelerini muhakkak kabul ettirmek için okuyucularını zorlamaz. 
4- O, daha çok kendi kişisel düşüncelerini ileri sürer. 
5- Söyleşilerde, küçük fıkralar ve anılar da malzeme olarak kullanılır. 
6- Herkesi ilgilendiren konular işlenir 
7- Cümleler çoğu zaman konuşmadaki gibi devriktir. 
8- İçtenlik, samimilik, doğallık sohbetin özelliklerindendir. 
9- Yazar, sorulu-cevaplı cümlelerle konuşuyormuş hissi verir. 

Söyleşi türünün genel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: 
1-  Kompozisyon türü olarak söyleşi; makale plânıyla, fakat bir karşılıklı konuşma havası içinde yazılan yazılardır. 
2- Söyleşiler, genellikle günlük sanat olaylarını konu olarak ele alır. 
3-  Gazete ve dergi yazılarındandır. 
4- Yazarın, okuyucu ile bir sohbet havası içinde senli benli konuştuğu yazı türüdür. 
5- Yazar, düşüncelerinin doğruluğunda ısrar edici olmaz. 
6- Söyleşide, daha çok yazarın kişisel düşünceleri ağırlık kazanır. 
7- Söyleşilerin en önemli özelliği, yazarın samimi, içten bir ifade tarzını ortaya koymasıdır. 
8- Ayrıca, bu tür yazılarda anılar, fıkralar ve çeşitli güncel olaylar verilerek yazarın duygu ve düşünceleri desteklenebilir.
thumbnail

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Öğretici Metinler Günlük (Günce), Anı (Hatıra)

II. Ünite Öğretici Metinler

2. Günlük (Günce):

Bir kimsenin düzenli olarak, günlük olaylarla ilgili yorumlarını, bunlardan kaynaklanan o günkü anlayışlarını, düşüncelerini, üstüne tarih atarak kaleme aldığı kısa yazılara “günlük” veya “günce” denir. 

Günlükler ne gün yazıldığını belirtmek için tarih atılan, çoğu zaman her günün sonunda o gün olup bitenin sıcağı sıcağına anlatıldığı, olaylarla ilgili yorumlar, değerlendirmeler yapıldığı yazılardır. 

Günlükler her gün yazıldığı için kısadır. Bu yazılar yazarın yaşamından izler taşır. Bu bakımdan günlükler içten ve sevecendir. Günlüklerin anlatımı geliştirmede önemli bir yararı vardır. 

Özellikleri şunlardır: 
1-Günlükler kısa, içten ve sevecen yazılardır. 
2-Olayı yaşayan kişi tarafından yazılır. 
3-Yazar günlükleri kendisi için yazmıştır. 
4-Günlükler, tarih atıldığı için inandırıcı yazılardır. 
5-Günlüklerde gözlem ve kişisel dikkatin önemi büyüktür. 
6-Kısa yazılardır. 
7-Günlükler; roman, gezi yazısı, hatıra gibi metin türlerinde kullanılabilir. 

Günlük - Anı farkı: 

Anı ile günlük çoğu zaman karıştırılmaktadır. Günlük adından anlaşılacağı üzere yaşanırken, günü gününe yazılır. Anı ise aradan zaman geçtikten sonra yazılır. 

Örneğin kişi günlüklerinden yararlanarak ileride bir anı kitabı kaleme alabilir. Günlük yazarı sadece kendisini ya da kendisini merkeze alarak çevresindekileri anlattığı halde; anı yazarları başkalarını anlatabilir. 

3. Anı (Hatıra): 

Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede şahidi olduğu ya da duyduğu olayları edebî değer taşıyan bir dille anlattığı yazılara anı (hatırat) denir. 

Bir başka deyişle, özümüzde bir iz bıraktığı için unutulmayan ve anılmaya değer bulduğumuz olayları anlatan yazı türüdür. Edebiyat sahasının en yaygın türlerinden biridir. Bu türde verilen eserlerin çok değişik sahalarda oluşu, ona belli bir sınır çizme imkânını zorlaştırır. 

Anıların önde gelen özelliği, yazarının hayatının belli bir kesitini alması ve çok sonra yazıya dökülmesidir. İçlerinde anı türünün özelliği bulunabilecek seyahatname, sefaretname, muhtıra, tezkire, menkıbe, günlük, otobiyografi ve tarih türleri ile anı türünü karıştırmamak gerekir. Bu türlerin her birinin yazılış gayeleri ayrıdır. Ortak özellikleri ise yaşanmış olaylar üzerine kurulmuş olmalarıdır. Ancak bu özellik, onları birbirinin yerine koyma sebebi olamaz. Anıların, tarihî gerçeklerin açıklanması sırasında, önemli yardımları dokunur. 

Anı; tarih değilse de, tarihe yardımcıdır. Devirlerin özelliklerini anlatan anılar, o devrin tarihini yazacaklar için önemli birer belge niteliğindedir. Bundan ötürü, anı yazarı, anılarını yansıtırken tarihî gerçeklerin bozulmamasına çok dikkat etmelidir. 

Anı (Hatırat) ile günlük, en çok karıştırılan iki türdür. Bu iki türün en önemli ayrılığı günlüklerin yaşanırken, anıların ise hayatta ya da ömrün sonunda kaleme alınmalarıdır. Her ne sebeple kaleme alınırsa alınsın anı türünde dürüstlük, samimiyet ve sorumluluk duygusu ön plânda tutulmalıdır. 

Anı yazarken önce konu tespit edilmeli; sonra ya günü gününe tutulan notlar ya da hafızada saklanan olaylar zinciri, plâna göre düzenlenmelidir. Anı yazılırken süslü sanatlı bir anlatımdan kaçınmalı; açık, sade ve akıcı bir üslûp kullanılmalıdır. Duygu ve düşünceler, içtenlikle gerçeği yansıtmalıdır. 

Anılar, ya günü gününe tutulan notlar hâlinde ya da sonradan hatırlanmak suretiyle yazılır. 

Batı edebiyatında en ünlü anı yazarları; 
Sain-Simon (1675-1755) ve 
Rousseau (1712-1778)' dir. 

Batı edebiyatındaki ünlü anı yazarları ve eserleri şunlardır: 
Sain-Simon : "Hatıralar" 
Rousseau : "İtiraflar" 

Türk edebiyatındaki anı eserlerine örnekler ise şunlardır: 
Ziya Paşa : "Defter-i A'mâl" 
Muallim Naci : "Ömer'in Çocukluğu" 
Ahmet Rasim : "Falaka" ve "Muharrir, Şair, Edip" 
Halit Ziya UŞAKLIGİL :"Kırk Yıl" ve "Saray ve Ötesi" 
Hüseyin Cahit YALÇIN : "Edebî Hatıralar" 
Falih Rıfkı ATAY : "Çankaya" ve "Zeytindağı" 

Anılar, genellikle aşağıdaki nedenlerden dolayı yazılır: 
1- Geçmişi bir kez daha yaşamak ve yazma alışkanlığı kazanmak. 
2- Anıları unutulmaktan kurtarmak. 
3- Yok olup gitmesini göze alamadığımız bir gerçeğe kalıcılık kazandırmak. 
4- Anıyı oluşturan olayı, durumu, yerleri, kişileri söz konusu edip, başkalarının bilgisine, yararına sunmak. 
5- Kamuoyu önünde aklanmaya çalışmak, pişmanlığı dile getirip içini boşaltmak, günah çıkarmak. 
6- Gelecek kuşaklara geçmişten sonuçlar çıkarıp sunmak. 
7- Gerektiği zaman bir eleştiride bulunmak. 
8- İnsanoğlunun; yaşantılarını, deneyimlerini başkalarıyla paylaşmak gereğini duymak. 

Özellikleri: 
1- Anılar ilgi çekici, bilinir nitelikte olmalıdır. 
2- Anıların öğretici yanı vardır. 
3- Anlatıcı yazarın kendisidir. 
4- Yazar her türlü kaynaktan yararlanabilir. 
5- Objektif eserlerdir ve dönemle ilgili belge niteliği taşırlar. 

Anı – Otobiyografi farkı: 
Anılar üslup yönüyle otobiyografilere de benzer; ancak anı otobiyografi içinde sadece bir bölüm sayılabilir. Yani otobiyografiler anıya göre daha geniş ve daha uzun bir dönemi içine alır. 

Anı- Gezi Yazısı farkı: 
Anılar, üslup yönüyle gezi yazısına benzese de yazarın dış dünyadan çok kendisinden söz etmesiyle gezi yazısından ayrılır. Gezi yazılarında özne dış dünyadır. Anılarda ise özne kişinin kendisidir. Anılarda çevreye ait bilgiler gezi yazısı kadar ayrıntılı değildir.

thumbnail

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Öğretici Metinler Mektup, Dilekçe

II. ÜNİTE ÖĞRETİCİ METİNLER 

1. MEKTUP 

Uzakta bulunan herhangi dosta, arkadaşa gönderilen ya da kamu kuruluşları arasında haberleşmeyi sağlayan bir yazı türüdür. 

Mektuplarda dilek ve arzu bildiren duygu ve düşüncelere yer verilir. Mektupta kullanılacak anlatım, bunu okuyacak kişinin kültür düzeyine göre ayarlanır. Arkadaşa yazılacak bir mektupta kullanılacak dil, büyüğe yazılacak mektuptaki dilden elbette farklı olmalıdır. 

Edebiyatımızda mektup türü, Tanzimat Edebiyatı döneminde gelişmeye başlar. Özellikle Abdülhak Hamit TARHAN ile Namık Kemal'in birbirlerine yazdıkları mektuplar, bu gelişmenin önemli ve tipik örnekleridir. Bilim, edebiyat ve siyaset adamlarının mektupları, ayrıca çağının özelliklerini yansıttığı için, birer "belge" niteliği de taşırlar. 

Mektuplar, dört grupta sınıflanmaktadır: 
1. Özel Mektuplar 
2. Edebî Mektuplar 
3. Resmî ve İş Mektupları 
4. Açık Mektuplar 

1. Özel Mektuplar :

Akraba ve dost gibi yakın çevredeki insanlara yazılan mektup çeşididir. Bu tür mektuplarda doğal ve samimi anlatım ön plândadır. Sanatçı ve edebiyatçıların, daha çok genel konular üzerinde yazdıkları özel mektuplara "edebî mektup" da denmektedir. 

Özel mektupları yazarken dikkat edilecek özellikler şunlardır: 

a. Mektup yazılacak kâğıt, şekil yönünden düzenli ve temiz olmalıdır. 
b. Mektup, mürekkepli ya da tükenmez siyah renkli kalemle yazılmalıdır. 
c. Mektubun sağ üst köşesine "tarih", yanına da yazıldığı "yerin adı" konmalıdır. 
d. Mektubu göndereceğimiz kişinin genel özelliklerine göre (yaşı, kültür düzeyi, yakınlık derecesi vb.) "hitap cümlesi" bulunmalıdır. 
e. Mektubun sağ alt köşesine "ad-soyad" yazılmalı ve "imza" atılmalıdır. 
f. Mektubun sol alt köşesine "adres" yazılmalıdır. 

2. Edebî Mektuplar: 

Edebî mektuplar; yazarları, içerikleri ve ifade şekilleri ile özel mektuplar içinde ayrı yer tutar ve ayrı şekilde ele alınırlar. Edebî mektuplarda, mektubun yazıldığı dönemin edebiyat ve düşünce olayları yer alır. Yazar, karşısındakine öğüt verir, yol gösterir. 

Eski dönemlerde, bu tür kişisel edebî mektuplar, "Mektûbât = Mektuplar" adı altında toplanır ve geniş kitlelerin de okuyabilmesi için yayımlanırdı. Düşünce ve edebiyat alanındaki görüşleri sergilemeleri bakımından mektupları yayımlanan yazar ve şairlerimizden bazıları şunlardır: Ali Şir Nevaî (XV. yy.) Kınalızade Ali (XVI. Yy.) Veysî (XVII. yy.) Ragıp Paşa (XVIII. yy.) Namık Kemal (XIX. yy.) Ahmet Hamdi Tanpınar (XX. yy.) 

NOT: Ayrıca mektup tarzında eleştiri, seyahatname, roman, hikâye, şiir gibi yazılı kompozisyon türlerinin (edebî türler) de yazıldığı görülmektedir. 

3. Resmî ve İş Mektupları: 

a. Resmî Mektuplar: Resmî dairelerin ve tüzel kişilik taşıyan kuruluşların birbirlerine yazdıkları resmî yazılarla; bunların, vatandaşların başvurularına verdikleri yazılı cevaplara denir. İş mektuplarına benzerler. Bu mektupların hitap başlığı, yazılan dairenin ya da tüzel kişilik sahibi kuruluşun kanun ve tüzüklerdeki tam adıdır. 

Bu mektuplarda tarih ile birlikte mektubun sıra numarası ve konusu belirtilir. Mektup, cevap mahiyetinde ise "ilgi" hanesine cevabı olduğu mektubun sayı ve tarihi, "konu" hanesine de kısaca amaç yazılır. Bu yapıldıktan sonra iki ya da üç satır aralığı bırakılarak mektup yazılır. 

Resmî mektuplarda açık, kesin, anlaşılır bir dil kullanılır. Mektubun sonu, alt makama yazılıyorsa "... rica ederim.", üst makama yazılıyorsa "... arz ederim." şeklinde biter. Mektup metninin sağ altında ise mektubu yazanın makamı, adı ve soyadı ile imzası bulunur. 

b. İş Mektupları: Özel kişilerle iş kurumları ve iş kurumlarının kendi arasında, işle ilgili olarak yazılan mektuplara denir. Bu mektuplarda konusu ne olursa olsun bir iş ya da hizmet söz konusudur. Bu bir sipariş, satış, şikâyet, borç alıp verme isteği, tavsiye ya da bilgi isteme olabilir. 

İş mektuplarını, konularına göre altı başlık altında inceleyebiliriz: 

1- Sipariş mektupları 
2- Satış mektupları 
3- Şikâyet mektupları 
4- Alacak mektupları 
5- Tavsiye mektupları 
6- Başvuru mektupları vb. 

İş mektuplarına, kendisine mektup yazılan kişi ya da kurumun ad ve adresi ile başlanır. Kâğıdın sağ tarafına tarih yazılır. Adres ve tarihten sonra uygun bir aralık bırakılır, paragraf yapılarak doğrudan istek yazılır. Son bölüme saygı ifade eden bir söz eklenerek mektup bitirilir. 

Mektup metninin sağ altında mektubu yazanın adı ve soyadı ile imzası yer alır. İş mektuplarında şekil birliğini sağlamak için, son zamanlarda satır başı yapılmamakta, satır başları, satır aralıkları daha da açılarak gösterilmektedir. Böylece yazı, sol ve sağ yanlardan bir blok hâlinde ve aynı ölçüler içinde kalmaktadır. 

Resmî ve iş mektuplarında dikkat edilecek özellikler şunlardır: 
Mektup yazılacak kâğıt şekil yönünden düzenli ve temiz olmalıdır. 
Bu tür mektuplar, mümkünse daktilo ya da bilgisayarla yazılmalıdır. 
Mümkün değilse, özel mektuplarda olduğu gibi siyah mürekkep ya da tükenmez kalemle yazılmalıdır. 
Resmî mektuplarda yazının çıktığı kurumun adı, kâğıdın üstüne ortalanarak büyük harflerle yazılmalıdır. 
Kâğıdın sağ üst köşesine tarih yazılmalıdır. 
Mektubun gideceği makamın adı ve yeri ise kâğıdın orta üst yerine ortalanarak yazılmalıdır. 
Yazı metnine başlamadan hangi tarih ve sayılı yazının cevabı olduğu yazılmalıdır. 
Mektubun giriş paragrafında sorun ya da konu kısaca belirtilmelidir. 
Gelişme paragraflarında ise konu ve sorun açılmalıdır. 
Sonuçta ise, arz / rica ifadelerine yer verilmelidir. 

4. Açık Mektup: Her hangi bir düşünceyi, görüşü açıklamak, bir tezi savunmak için bir devlet yetkilisine ya da halka hitaben, bir kişi ya da kurum tarafından yazılan, gazete, dergi aracılığı ile yayımlanan mektuplardır. Açık mektuplarda sadece yazanı değil, geniş kitleleri ilgilendiren önemli konular ele alınır. Açık mektubun türü; makale, fıkra, inceleme yazılarından birine uygun olabilir. Açık mektup örneklerine zaman zaman gazete ve sanat dergilerinde rastlanmaktadır. 

NOT: ” Halide Edip; Handan Hüseyin Rahmi; Sevda Peşinde Reşat Nuri; Bir Kadın Düşmanı Yakup Kadri; Bir Serencam” adlı eserler mektup tarzında yazılmıştır. 

DİLEKÇE 

Dilekçeler bir iş mektubu olarak da kabul edilebilir. Bir dileği, isteği, ihbar ve şikâyeti bildirmek üzere ya da her hangi bir konuda soru sormak için resmî, özel kurum ve kuruluşlara, gerçek ya da tüzel kişilere yazılan imzalı ve adresli bir çeşit iş mektubudur. 

Dilekçeler genellikle çizgisiz ve beyaz dosya kâğıdına dolma kalemle ya da daktilo / bilgisayarla yazılır. Kâğıdın üstünde üç, solunda üç, sağında bir santimetre boşluk bırakılır. Dilekçeler, ana hatlarıyla dört kısımdan ibarettir: 

Hitap: Dilekçeye gönderilen makamın adı ve yeri yazılarak başlanır. Hitaptaki kelimelerin tamamı ya da ilk harfleri büyük yazılır. 

Dilekçe Metni: İş mektuplarında olduğu gibi dilekçelerde de anlatılmak istenen ifadenin açık, anlaşılır, kesin, net ve öz olması gerekir. Yanlış anlaşılmalara meydan verilmemelidir. İfadeler bitirildikten sonra dilekçe, "... arz ederim" cümlesi ile bitirilmelidir. 

Tarih ve İmza: İmzasız dilekçeler dikkate alınmadığı için dilekçe metninin biraz altında kâğıdın sağ alt tarafında tarih ve imzanın mutlaka bulunması gerekir. Tarih kısmı, kâğıdın sağ üst köşesinde de bulunabilir. 

Gönderenin Adresi: Adres; tarih ve imza kısmından biraz aşağıda kâğıdın sol alt kısmına yazılmalıdır. Adresin ilk satırında ad ve soyad, ikinci satırında cadde, sokak ve apartman numarası yer alır. Üçüncü satırda ise ilçe ve ilin adı bulunur. 

Dilekçeye eklenmiş belge var ise adres kısmının altına EK ya da EKLER başlığı açılır ve belgelerin adları yazılır. 

NOT: Özel mektup, iş mektubu ve dilekçede dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır; Ayrıca akıcılık, duruluk, yalınlık bakımından açık bir anlatım özelliği taşır.
thumbnail

11. Sınıf Dil Anlatım Ders Notları - I. Ünite Metinlerin Sınıflandırılması, Öğretici ve Sanatsal Metinler, Mektup, Günlük, Anı, Biyografi, Gezi Yazısı, Sohbet, Fıkra, Deneme, Eleştiri, Tiyatro, Masal, Roman

I. ÜNİTE

METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI

Bilgi alanının genişlemesiyle birlikte bilimde sınıflandırmaya ihtiyaç duyulmuştur. Bu sınıflandırmayla konuların birbirine bağlanması ve anlaşılması kolaylaştırılmıştır.

Edebiyatta gerçeklik: Somut olarak var olan bir durumun hiçbir müdahaleye uğramadan ifade edilmesidir.

Kurmaca: Bu ifadeye duygu ve hayallerin katılmasıdır.

NOT: Dil günlük hayatta göndergesel işlevde kullanılır. 

Öğretici ve sanatsal metinler:

1- Öğretici metinlerde amaç, okuyucuya bilgi vermektir.

2- Sanatsal metinlerde amaç, yazarın okuyucuya kendi dünyasını yansıtmak
istemesidir.

3- Öğretici metinlerde üslup kaygısı ön planda değildir.

4- Sanatsal metinlerde üslup ön plandadır.

5- Öğretici metinlerde dil göndergesel işlevde kullanılır.

6- Öğretici metinlerde kelimeler gerçeklik anlamında kullanılmıştır.

7- Sanatsal metinlerde ise kelimeler daha çok yan ve mecaz anlamlarında kullanılır. 

NOT: Edebi metinlerde dil şiirsel işlevde kullanılır.

Anlatmaya ve göstermeye bağlı metinlerin ortak yönleri:

1- Metinlerin yapısının zaman, mekân, olay örgüsü ve kişiler unsurları üzerine kurulması

2- Hem anlatmaya hem de göstermeye bağlı metinlerin birer edebi metin olması.

METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI

1. Sözlü anlatım:

* Konferans

* Açık oturum

* Sempozyum

* Forum

* Münazara

2. Yazılı anlatım: 

A) Öğretici metinler:

* Mektup

* Günlük

* Anı

* Biyografi

* Gezi yazısı

* Sohbet

* Fıkra 

* Deneme

* Eleştiri

B) Sanatsal metinler:

* Göstermeye bağlı metinler (tiyatro)

* Anlatmaya bağlı metinler (fabl, masal, roman, hikâye)

Metinler gruplandırılırken;

* Gerçeklikle ilişkilerine,

* Kullanılan dilin işlevine,

* Yazılış amacına,

* Kullanılan anlatım türüne bakılır.

Öğretici metinlerin özellikleri:

* Dilin daha çok göndergesel işlevde kullanılması

* Hikâye öğelerine yer verilmesi

* Kaynağını gerçek dünyadan alması

* Anlatımın akıcı, duru, açık ve yalın olması

* Kelimelerin gerçek anlamda kullanılması

* Ağırlıklı olarak öyküleyici ve betimleyici anlatım türünün kullanılması.

* Amacının bilgi vermek olması.

Göstermeye bağlı metinlerin özellikleri:

* Genellikle sahnede sergilenmek üzere yazılması

* Amacının okuyanlara bilgi vermek olması

* Monologlardan ve diyaloglardan oluşması

* Kahramanlarının karakterlerinin parantez içinde verilen açıklamalar ile belirtilmesi

thumbnail

11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları 1. Ünite Giriş, Edebiyat Toplum İlişkisi, Edebi Akımlar

11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERS NOTLARI, 2019-2020

1.ÜNİTE: GİRİŞ

A- EDEBİYAT - TOPLUM İLİŞKİSİ

Edebiyat malzemesi dil olan güzel sanat etkinliğidir. İnsan toplumsal bir varlıktır ve edebiyatın konusu da insandır. Edebi eserler insan ilişkilerine, toplumun duyuş ve düşünüşüne göre şekillenir. Edebi eserlerin bir kısmı, topluma öncülük etmek, onu değiştirip geliştirmek amacını taşır. Yazarlar içinden çıktığı toplumun duyuş ve düşünüşünü eserlerine yansıtır.

1- Edebiyat toplumun aynasıdır.
2- Edebî eserler yazıldıkları dönemin toplumsal hayatını yansıtır.
3- Edebiyat ile toplum, toplum ile edebiyat karşılıklı olarak birbirlerini etkiler.
4- Edebi eserlerin yazıldığı süreçte yazar sosyolojik araştırmalardan yararlanabilir.
5- Edebiyatın toplumu etkileme ve yönlendirme özelliği vardır.

Edebiyat - Toplum İlişkisine Örnekler:

Örneğin Millî Mücadele'yi yaşayan sanatkâr ve yazarlar, bu durum­dan etkilenmişler ve eserlerinde de bu etkiyi belli bir oranda göstermişlerdir. Güzel sanatlar ve edebi­yat, sosyal çevre dediğimiz düşünce hayatı, sosyal ve siyasi hayattan yararlanarak oluşturulurlar.

Edebî metinler, devrin sosyal, siyasî ve tarihî şartlarından yararlanılarak ortaya konulan sa­nat eserleridir. Edebî eserler, yazıldıkları devrin şartlarından etkilenebilir. Bu etkilenme asla tek taraflı olamaz. Edebî eserler de toplumu bir şekilde etkile­yebilmektedir. Reşat Nuri Güntekin'in ölümsüz eseri Çalıkuşu romanındaki genç ve idealist bir öğret­men karakteri olan Feride, toplum tarafından o kadar çok sevilmiş ve benimsenmiştir ki, anneler ve babalar çocuklarına bu ismi vermeye başlamışlardır.

Dünya edebiyatından bir örnek; Charles Dickens'in ünlü romanı Oliver Twist’in yayımlanmasıyla birlikte İngiltere'de çocuk hakları konusunda çalışmalar yapılmıştır.

Edebiyatın sanat akımları ile ilişkisi


Edebi eserler belli bir sanat anlayışı doğrultusunda yazılır, eserler toplamı da edebiyat ve sanat akımlarını oluşturur. Bir edebiyat akımının oluşmasındaki etkenleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Dönemdeki sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel şartlar
2- Dönemin siyasal yönetim özellikleri
3- O dönemdeki felsefi anlayışlar
4- Sanatçıların değişiklik istekleri

Batı'da ortaya çıkan edebiyat ve sanat akımlarını Türk edebiyatını Tanzimat Dönemi'nden itibaren etkisi altına almıştır. Edebi akımları çoğunlukla bir öncekinin devamı, uzantısı ya da bir öncekine tepki niteliğindedir. Aynı sanat akımını benimseyen sanatçılar ortak özellikler taşıyan eserler vermiştir.

Edebiyatımızda;
* Şinasi, Ali Bey, Ahmet Vefik Paşa klasisizmin
* Namık Kemal, Ahmet Mithat, Abdülhak Hamit, Recaizade Ekrem romantizmin
* Halit Ziya Uşaklıgil, Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Ömer Seyfettin, Y. K. Karaosmanoğlu realizmin
* Hüseyin Rahmi Gürpınar natüralizmin etkisinde kalmışlardır.

Türk edebiyatının ilk edebi ve tarihi romanlarını yazan Namık Kemal’in İntibah romanında romantizm akımının etkileri açıktır.

Örneğin; Romanın başında yer alan uzun Çamlıca tasviri romantizm etkisinin yansımasıdır.
Toplumu düzeltmeye çalışmaya amacı taşıması
Duygunun ön planda olması
Romantizmin etkisiyle trajik bir sonla biten olayların sonucunda kötülerin cezalandırılması romantizm metne yansımalardır. 

Edebi Akımların Sanatçılara Katkıları

* Edebiyat akımları, sanat değeri ve anlatım gücü yüksek eserlerin ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır.
* Sanatçıların kendi ideallerine uygun eserler vererek çığır açmalarını sağlamıştır.
* Edebiyat akımları edebiyatı çeşitlendirip, monotonluktan kurtarmıştır.
* Sanatçılar farklı görüş ve duyuşlarını ifade etme imkânı bulmuşlardır.

EDEBİ AKIMLAR

1- KLASİSİZM :

* 17. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan bir akımdır. BOILEAU bu akımın kurucusu olarak kabul edilir.
* Klasikler Eski Yunan ve Latin edebiyatını bilgi ve esin kaynağı olarak benimsemişlerdir. Temel olarak şu ilkelere dayanır:
* Sanat, “insan tabiatına” önem vermeli ona sevgi ve saygı duymalıdır. Klasik bir eser “akıl” ve “sağduyu”ya dayanmalıdır. Eser, “dil”, “anlatım” ve “şekil” de en olguna varmaya çalışmalıdır.
* Klasikler, insanların her zaman, her yerde, her toplumda aynı duygu ve düşüncede olduklarını kabul ederler. Onun için eserlerinde değişmez tipler yaratırlar. Klasisizmde fiziksel ve sosyal çevre önemli değildir; çünkü bunlar değişkendir.
* Bu akımda, sanatta mükemmeli bulmak esastır. Mükemmeli bulmak ise konunun seçilişinde değil, onun ele alınıp anlatılışındadır. Onun için anadili en güzel biçimde kullanmak da esas olmalıdır. Böylece klasikler günlük konuşma dilinden farklı kitabi bir dil kullanmışlardır.
* Sanatta sıkı kuralların bulunması ve sanatçıların bunlara uyması gerektiğine inanan klasikler, “üç birlik” kuralının doğmasına neden olmuşlardır (Yer, zaman ve olay birliği)
* Eserlerinin kahramanlarını hep soylu tabakadan seçen klasikler, eserlerinde kaba ve çirkin sözlere de yer vermezler. “Ahlaka uygunluk” ilkesine sıkı sıkıya bağlıdırlar.
* Yapıtlarının etkileyici olmasını, hoşa gitmesini, tarih biliminden ayrılabilmesini ve din dışı konulara eğilmesini temel ilke olarak kabul etmişlerdir.
Edebiyat türü olarak daha çok tiyatroyu, tiyatro türü olarak da trajedi ve komediyi benimsemişlerdir.

Başlıca temsilcileri:
· Boileau (şiir)
· La Fontaine (fabl)
· Racine, Corneille (trajedi)
· Moliere (komedi)
· Madame de La Fayette (roman)
· La Bruyere (karakterleriyle)
· Bossuet (hitabet)
· Andre Gide.

Türk edebiyatındaki temsilcileri:
Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”adlı komedisi, La Fontaine’den yaptığı çeviriler ve Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere’den çevirileri, bu anlayışın ürünleri olarak sıralanabilir.

2- ROMANTİZM :

1830’lu yıllarda klasisizme tepki olarak doğmuştur. Victor Hugo’nun “Hernani” adlı oyunuyla bir edebiyat akımı olarak başarıya ulaşmıştır. 1789’da Fransız İhtilali’yle birlikte derebeylik ve aristokrasi çökmüş; yeni bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Buna bağlı olarak romantizm, yeni duygu, düşünce ve idealleri anlatmayı amaçlamış, sanatın ve sanatçının kurallardan kurtulup özgürleşmesini savunmuştur.

* Klasik öğretinin bütün kuralları yıkılmış, Latin ve Yunan edebiyatları yerine Hristiyanlık mucizeleri, milli efsaneler işlenmiş; konular ya tarihten ya da günlük olaylardan çıkarılmıştır.
* Tabiat manzaralarının, yerli ve yabancı törelerin betimlenmesine geniş yer verilmiş, insan psikolojisinin soyut olarak incelenmesi bırakılarak, insanlar çevrelerinde incelenmiş, insanın ıslahından önce toplumun ıslâhı amacı ön plana alınmıştır.
* Klasik edebiyatın akıl ve sağduyuya önem vermesine karşılık, romantizmde hayal ve fanteziye geniş yer verilmiştir.
* Yazarlar eserlerinde kişiliklerini gizlememişler, olaylar karşısında duygu ve görüşlerini açıkça anlatmışlardır.
* Romantik şiirde, doğa sevgisi; bireycilik, Ortaçağa, yabancı ülkelere, Doğu’ya hayranlık; toplumsal geleneklere isyan; duygulara, doğaüstü güçlere, rüyalara, ihtiraslara bağlılık dikkat çeker.
* Zıtlıkların uyumunu ilke olarak benimseyen romantikler hayatı güzel, çirkin... bütün yönleriyle vermeye çalışırlar.
* Klasiklerin önemsediği din duygusuna geniş yer veren romantiklerin kahramanlarının çoğu dindardır.
* Din, her şeyin gelip geçici olduğunu söylediği için de kahramanlar, genellikle kuşkulu, üzüntülü ve karamsardırlar.
* Edebiyat dilindeki kalıplaşmış kelimeler yerine, günlük konuşma dilini kullanmayı benimseyen romantikler, her sınıftan insanı da eserlerine konu olarak almışlardır.
* Genel olanın yerine özeli, tipin yerine göz alıcı olanı seçmişlerdir. Aşk, ölüm, tabiat en belli başlı konular olarak dikkat çeker.
* Bu akımda oyun türlerinden dram, edebiyat türlerinden de roman gelişmiştir.

Başlıca temsilcileri :
· Chateaubriant,
· Lamartine,
· Musset,
· V. Hugo,
· Lord Byron,
· Goethe

Türk edebiyatındaki temsilcileri:
Tanzimat Dönemi’ndeki ürünlerin çoğunluğu romantizmin etkisiyle yazılmıştır.
* Namık Kemal roman ve tiyatrolarıyla (İntibah, Zavallı Çocuk)
* Ahmet Mithat, ilk romanlarıyla
* Recaizade Mahmut Ekrem, şiirleriyle
* Abdülhak Hamit, tiyatrolarıyla

3- REALİZM (GERÇEKÇİLİK) :

19. yüzyılın ikinci yarısında romantizmin aşırı duygusallığına tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır.

* Realizm’de, duygu ve hayaller yerini, toplum ve insan gerçeklerine bırakır.
* Konular gerçekten alınır. Yaşanan ve gözlenen gerçek bütün çıplaklığıyla anlatılır. Bunun sağlanması için gerektiğinde anket gibi bazı sanat dışı yöntemlere bile başvurulmuştur.
* Bu akımda, gerçeğin anlatılması için kişilerin psikolojileri, onların kişiliklerini etkileyen çevrelerinin tanıtımı, içinde bulundukları ortam ayrıntılarıyla verilir. Onun için de betimleme, realist yazarlarda en önemli anlatım biçimi olarak dikkat çeker.
* Yalnızca yaşananın anlatılmasına yönelen gerçekçiler, olaylar ve kişiler karşısında tarafsız davranırlar.
* Eserlerine kendi duygu, düşünce ve yorumlarını katmazlar.
* Yine, gerçek hayatın anlatılması esas olduğu için eserlerinde toplumun sıradan insanlarına rastlanır.
* Eserlerinde daha çok yaşamın olağan olaylarına yöneldikleri için çok basit bir konu bile ele alınıp işlenir.
* Gerçekçi yazarların okuyucuyu eğitme gibi bir amaçları yoktur.
* Gözlem, araştırma ve belgelere dayanarak, yaşananı nesnel bir şekilde aktarmayı amaçlarlar.
* Gerçekçi yazarlar, biçim güzelliğine çok önem vermişler, dilde ve anlatımda süsten, özentiden kaçınmışlardır.

Başlıca temsilcileri
· Stendhal (Kırmız ve Siyah, Parma Manastırı)
· Balzac (Goriot Baba, Vadideki Zambak, Eugenie Grandet)
· G. Flaubert (Madame Bovary)
· Lev Tolstoy (Savaş ve Barış, Diriliş, Anna Karenina)
· Dostoyevski (Suç ve Ceza)
· Çehov (Vanya Dayı, Vişne Bahçesi)
· M. Şolohov (Ve Durgun Akardı Don)
· E. Hemingway (Çanlar Kimin İçin Çalıyor)
· J.Steinbeck (Gazap Üzümleri)
· Herman Melville (Moby Dick)
· Charles Dickens (Oliver Twist, David Copperfield)
· Gogol (Müfettiş, Ölü Canlar)
· Turganyev (Babalar ve Oğullar)
· M.Gorki (Çocukluğum, Benim Üniversitelerim, Ekmeğimi Kazanırken)

Türk edebiyatındaki temsilcileri: * Recaizade Mahmut Ekrem (Araba Sevdası)
* Nabizade Nazım (Zehra)
* Nabizade Nazım (Karabibik)
* Halit Ziya Uşaklıgil (Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar)
* Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Kiralık Konak, Yaban......)
* Memduh Şevket Esendal (Ayaşlı ve Kiracıları)
* Reaşat Nuri Güntekin (Romanlarıyla)
* Refik Halit Karay (Romanları ve hikayeleriyle)
* Sait Faik Abasıyanık (Roman ve hikayeleriyle)

4- NATURALİZM :

Determinizm anlayışını romana getiren bu akım 19. asrın ikinci yarısında Fransa’da ortaya çıkmıştır.
Determinizme göre tabiat olaylarında aynı sebepler aynı sonucu doğurur. Natüralistler, Determinizmi topluma ve insan uyguladılar.

* Toplum büyük bir laboratuvar, insan deney konusu, sanatçı da bilgin sayıldı.
* İnsan kişiliğini anlatabilmek için soya çekim yasalarından ve toplum biliminden yararlandılar.
* Romanlarda kahramanların portreleri ince ayrıntılarına kadar verilir.
* Yazar eserde kişiliğini gizler.
* Gözlem ve tasvir önemlidir.
* Eserlerinde hayatı bütün yönüyle anlatırlar.
* Dil her seviyedeki insanın anlayabileceği bir düzeyde tutulmuştur
* “Sanat toplum içindir” anlayışı doğrultusunda eserler verilmiştir.

Dünya edebiyatındaki temsilcileri:
· Emile Zola,
· Goncoutr Kardeşler,
· Guy De Maupassant,
· Alpho

Türk edebiyatındaki temsilcileri:
* H. Rahmi Gürpınar,
* Nabizade Nazım,
* Beşir Fuat

5- PARNASİZM :

Realizm akımının şiire uygulanmasıdır. 19.yy. sonlarında romantizme tepki olarak çıkmıştır. Parnasyen sanatçılar “Sanat, sanat içindir.” ilkesini savunmuşlardır. Kelimeler seçilerek kullanılır. Kelimelerin sıralayışı ve ahenk önemlidir. Kafiye ve redife önem verilir. Resim gibi şiir yazmayı amaçlamışlardır. Parnasizm Romantizm ’de bırakılan eski Yunan ve Latin kültürüne geri dönüştür.

Parnasizmin kurucusu Gautier’dir. Diğer temsilcileri Theodore Debanvaille, Francois Coppee

Türk edebiyatında ise Parnasizm’i ilk kez tanıtan Cenap Şehabettin’dir. Bu akımdan diğer etkilen sanatçılar Tevfik Fikret ve Yahya Kemal’dir.

6- SEMBOLİZM (SİMGECİLİK) :

19. yüzyılın sonunda Fransa’da parnasizme tepki olarak doğmuştur. Dış dünyanın görüntülerini somut nesnel gerçekliklerini değil de; bu görüntülerin sezgilerinden, izlenimlerinden yansıyan niteliklerini şiire aktardılar.

· Şiirde anlam açıklığından kaçındılar.
· Şiir anlaşılmak için değil hissedilmek içindir.
· Şiirde alaca karanlık üzüntü ve ay ışığı, gün doğumu, gün batımı gibi belli belirsiz varlıklar görüntüleri yansıtırlar.
· Şiirde “musiki, her şeyden önce musiki” ilkesini savundular.
· Sanat için sanat anlayışına bağlılardır.
· Sembolistler sembol ve mecazlarla dolu bir anlatım seçmişlerdir.

Not: Türk edebiyatında ilk olarak Cenap Şehabettin’in şiirlerinde sembolizmin etkisi görülür. Ahmet Haşim ise sembolizmin edebiyatımızdaki temsilcisi olmuştur.

Dünya edebiyatındaki temsilcileri:
Baudelaire, P. Verlaine, A. Rimbaud, Stephan Mallarme

Türk edebiyatındaki temsilcileri:
Ahmet Haşim, A. Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, biraz da Cenap Şehabettin
thumbnail

11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları 2. Ünite Hikaye, Öykü, Toplumcu Gerçekçi, Modernist, Hikaye İncelemeleri


Toplumcu-Gerçekçi Hikayeler (1940-1960)

Özellikleri:

1920’li yıllardan beri önemli eserlerle edebi hayatın içerisinde adından çokça söz ettiren toplumcu gerçekçiler, özellikle roman ve hikâye alanında başarılı ürünle ortaya koymuşlardır.
1940-1960 arası dönemde de toplumcu gerçekçi tarzda hikayeler kaleme alınır.
Toplumcu gerçekçiler, toplumdaki düzensizlik ve çatışmalar ile köy gibi küçük yerleşim yerlerinin sorunları üzerinde yoğunlaşırlar; eserlerini ağa-köylü, öğretmen-imam, halk-yönetici, zengin-fakir, güçlü-güçsüz, aydın-cahil gibi belirgin farklılıklar üzerine kurarlar.
Toplumcu gerçekçi eserlerde anlatım tekniklerinden daha çok anlatılan şeyler önemli görülmüştür.
Toplumcu gerçekçi yazarlar genellikle kendi ideolojik söylemlerini eserlerine yansıtmışlardır. Bu dönemde yazılan öykü ve romanların birçoğu belirli görüşleri anlatmak, belirli bir siyasi anlayışı savunmak için bir araç olarak kullanılmıştır.
Toplumcu gerçekçi anlayışın ortaya çıkmasında özellikle Köy Enstitüsü’nden mezun olan yazarların büyük etkisi vardır. Köyün içinde yaşayan köy kökenli, enstitü mezunu yazarlar, köy insanını yakından tanıdıkları için eserlerinde onların sorunlarını başarıyla anlatmışlardır.
Toplumcu gerçekçi eserlerde realizm ve natüralizm etkileri vardır.
Toplumcu gerçekçi yazarlar roman ve hikayelerinde sade bir dil kullanmış, halk kültüründen yer alan birçok unsura yer vermişler, kahramanlarını bölgesel ağızlarına göre konuşturmuşlardır. www.edebiyatfatihi.net

Temsilcileri:

Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Necati Cumalı, Rıfat Ilgaz, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Samim Kocagöz, Abbas Sayar, Sadri Ertem, Dursun Akçam, Kemal Bilbaşar, Aziz Nesin, Attila İlhan

Kısaca Toplumcu-Gerçekçi Sanatçılar:
Orhan Kemal; eserlerinin hemen hepsinde toplumsal yapıdaki çelişkileri ustaca vurguladı.
Samim Kocagöz'ün roman ve hikâyelerinin konusunu Aydın-Söke yöresinde yaşayan halkın yaşamı ve ekonomik şartları oluşturur. "Sanat hayat içindir!" anlayışıyla toprağa bağlı yaşam, makineleşmeden dolayı işsiz kalan insanlar, pamuk ve tütün tarlalarında karnını doyurmaya çalışan işçiler eserlerinin ana konularını oluşturur. Toplumcu-gerçekçi yazar; güçlü gözlemlere dayanarak kasaba ve köy insanlarının sorunlarını, duygularını ve günlük yaşamlarını anlatır.
Kemal Bilbaşar; yapıtlarını kasaba ve köylerde yaşayan, çok çalışan ama az mutlu olan insanların hayatını anlatmak için yazdığını söyler. Çağa ayak uyduramayan köylülerin sorunlarını işlerken özellikle Doğu Anadolu’daki feodal toplum yapısına ışık tutan eserler kaleme almıştır.
Kemal Tahir; romanlarıyla Anadolu insanının yaşamını, sorunlarını, töre ve inançlarını toplumsal – gerçekçi bir bakış açısıyla sergiledi.
Yaşar Kemal; yapıtlarında Torosları, Çukurova’yı, Çukurova insanının acı yaşamını, ezilişini, sömürülüşünü, kan davasını, ağalık ile toprak sorununu çarpıcı bir biçimde ortaya koyar.
Fakir Baykurt; romanlarında Türkiye'deki köylü yaşamını halkçı ve devrimci bir bakış açısıyla ele aldı.
Aziz Nesin; öykülerinde Türk toplumunu ayrıntılarıyla yansıttı.

Milli Ve Dini Duyarlılıkları Yansıtan Hikâye Nedir? Özellikleri, Temsilcileri Maddeler Halinde
Milli Edebiyat Akım’ının devamı gibi algılanabilecek bu eserlerde Anadolu, savaş yılları, geleneksel değerler, milli motifler, ahlaki hassasiyetler milli kültür ve tarihi bilinci ön plandadır.
Geçmişimizdeki kültürel zenginlikler, kahramanlıklar, dini hassasiyetler, İstanbul'un geleneksel sosyal dokusundan kesitler işlenmiştir.
Milli kaynaklardan, Türk mitolojisinden, destanlardan etkilenerek idealize edilmiş karakterlere yer verilmiştir.
Maupassant tarzı (olay hikayesi) yazılmıştır, merak unsuru ön plandadır.
Olay hikayesinin planına (serim-düğüm-çözüm) uyulmuştur.
Eserlerde sade, yalın, sıcak ve şiirsel bir üslup kullanılmıştır.
Din duygusunun ön plana çıkarıldığı eserlerde dini yaşama ait unsurlar, iç huzur, İslamiyet'in birey üzerindeki olumlu etkileri anlatılmıştır.
Hikayelerde gerçekçi betimlemelere yer verilmiştir.
Hikayelerde yazarlar bir ana fikri savnumuş, bu ana fikri kahramanlar üzerinden vermeye çalışmışlardır.
Hüseyin Nihal Atsız, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Sevinç Çokum millî ve dinî duyarlılıkları yansıtan hikâyeler yazmışlardır.
Mustafa Necati Sepetçioğlu Malazgirt zaferinden (1071) başlanarak Osmanlı'nın fetret devri ve İstanbul'un fethine kadar Türk tarihi konu alırken, diğer romanlarında günümüz Türkiye'sinde yaşanan toplumsal değişim ve sonuçları işlemiştir.
Dönem yazarlarından Sevinç Çokum’un ”Bir Eski Sokak Sesi" adlı eseri ilk hikâyelerini oluşturur. Şiirli anlatımın esas olduğu eserde şehrin dar ve eski sokaklarının insanlarını oldukça zengin iç dünyalarıyla anlatır. Rozalya Ana", Sevinç Çokum'un İstanbul öykülerinden farklı olarak Kırım'dan, Anadolu kent ve köylerinden görüntüler taşıdığı son öykü kitabıdır.

Hüseyin Nihal Atsız; Türkçülük hareketinin önde gelen temsilcilerindendir. Tarihi romanlar yazmıştır. Coşkun bir anlatımı, zengin bir hayal gücü vardır. Eserlerinde geçmişimizdeki kültürel zenginlikleri, kahramanlıkları başarılı bir şekilde anlatmıştır. Düşüncelerini çıkarmış olduğu Atsız Mecmua, Orhun, Orkun, Ötüken dergilerinde yayımlamıştır.

Bireyin İç Dünyasını Esas Alan Hikayeler (1940-1960) Özellikleri, Temsilcileri
Edebiyatımızda 1930'lardan sonra bu tip hikayeler gelişmeye başlamıştır.
Kişinin iç dünyasındaki gelgitleri ele alır.
Yazarlar, olaylardan ve insanlardan hareketle bireyin psikolojisini aktarmaya çalışmışlardır.
Bireyin iç dünyasını esas alan hikayelerde bunalım, yabancılaşma, bireyin toplumla hesaplaşması, yalnızlık, sıkıntı, bilinçaltı, bireysel sorgulamalar, evrenin düzeni gibi konular ele alınır.
Bireyin iç dünyasını esas alan eserlerde anlatılan mekanlar, bahsedilen olaylar, dile getirilen zamana dilimi bireyin üzerindeki etkisiyle beraber okuyucuya sunulmuştur.
Bireyin iç dünyasını esas alan eserlerde yerine göre daha sanatsal ve kapalı bir dil kullanılmış, çağrışımlara yer verilmiştir.
Psikoloji ve psikiyatriden faydalanmışlardır.
Bilinç akışı ve iç konuşma gibi teknikler kullanmışlardır.
Temsilcileri: Haldun Taner, Tarık Buğra, Sabahattin Kudret Aksal, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Samiha Ayverdi, Oktay Akbal, Mustafa Kutlu

MODERNİST HİKAYELER

Modernist eserlerde toplumdaki değer çatışmaları, bireyin bunalımları, karmaşık ruh hali, yerleşik değerlere isyan, şiire özgü söyleyişlerden de yararlanarak, çağrışımlara açık bir biçimde sembollerle anlatılır.
Dil ve anlatımda geleneksel tekniklerin dışında arayışlara gidilir.
Modernizmi esas alan metinlerde alegorik anlatıma önem verilir.
Yazarlar insanı çevreleyen toplumsal dünyayı yalın bir biçimde anlatmaktan kaçınırlar.
Modernizmi esas alan hikâyelerde olay olmakla birlikte esas olan, olayın birey üzerindeki etkisini anlatmaktır.
Modernizmi esas alan eserlerde yalnızlık, toplumdan kaçış, geleneksel değerlere başkaldırı gibi konular işlenir.
Modernizmi esas alan eserlerle bireyin iç dünyasını esas alan eserler arasında insan psikolojisine yaklaşım bakımından yakınlıklar vardır.
Modernizmi esas alan eserler, varoluşçuluk akımından etkilenmiştir. Varoluşçuluğa göre, dünyadaki diğer varlıklardan farklı olarak önce var olan sonra ne olduğu belirlenen birey kendi özünü arar, kendisi olmaya çabalar, bu bakımdan birey yaşadığı toplumla da çatışma içindedir.
Temsilcileri: Yusuf Atılgan, Oğuz Atay, Orhan Pamuk, Sait Faik Abasıyanık, Bilge Karasu, Nezihe Meriç, Vüsat O. Bener, Haldun Taner, Tahsin Yücel, Füruzan, Adalet Ağaoğlu, Memduh Şevket Esendal, Rasim Özdenören, Selim İleri, Buket Uzuner, Oya Baydar, İhsan Oktay Anar, Leyla Erbil, Latife Tekin

Hikâye İncelemeleri-1

Sabahattin Ali-Kamyon Hikayesi

Konusu: Hikâyede yol parasını ödemeyeceği için bindiği kamyondan atlayarak uçuruma yuvarlanan yoksul köylü bir gencin acı sonu anlatılıyor.

Teması: Yoksulluk ve çaresizlik

Temel Çatışması: Hikâyede temel olarak sınıflar arası çatışma, zengin-yoksul çatışması, aydın-köylü çatışmasından söz edilebilir.

Kamyon Hikayesinin Olay örgüsü Maddeler Halinde

• İzmir’e gidecek kamyonun yolculuk için hazırlanması
• Yoksul genç bir köylünün yolculuk için gelmesi
• Önce yer yok diye alınmayan genç köylünün kamyona alınması
• Yolculuğun başlaması
• Genç delikanlının kamyoncuya verecek yol parasını olmadığı için endişelenmesi
• Parasız köylünün para ödememek için kamyondan aşağı atlayarak uçurumdan yuvarlanması

Kişiler ve Özellikleri
Genç köylü: Öykünün başkahramanıdır. On sekiz yaşlarında yoksul ve çaresiz köylü bir gençtir. Ailesine yük olmamak için İzmir'e amelelik yapmaya gitmektedir. Hem parasızlık hem de bir kamyona ilk kez binmenin verdiği heyecan ve endişe içindedir. Kamyonun yolculuk bitmesine yakın durdurulup şoförün yol parası toplayacak olması onda derin bir korku uyandırır. Hiç parası olmadığı için çareyi kamyondan atlamakta bulur, uçurumdan yuvarlanır.

Diğer Kişiler: Kamyon şoförü, yamak, manifaturacı, genç köylünün babası ve ona akıl veren arkadaşı ile kamyondaki diğer yolcular öykünün yardımcı kişileridir.

Mekân ve Özellikleri: Mekân: Zincirli Han, kamyon kasası, geriye dönüşle anlatılan genç köylünün köyü...

Zaman ve Özellikleri: Hikâyede belirgin zaman ifadeler yoktur. "Yolculuğun ikinci günü akşamına doğru" gibi zaman bildiren ifadeler geçmektedir. Yolculuğun başladığı ilk gün hikayedeki zamanın başlangıcıdır. Ayrıca hikâyede başkahramanın babası ve arkadaşıyla ilgili olan kısımlarda geriye dönüşler söz konusudur.

Dil ve Anlatım Özellikleri: Sabahattin Ali bu hikayesinde gerçekçi bir anlatımla yoksulluk ve çaresizlik temasını işlemiştir. Sade ve yalın bir dilin kullanıldığı hikâyede yazar, başkahramanın psikolojik durumunu başarılı bir şekilde tasvir etmiştir. Metinde dönemin zihniyetini yansıtan ifadelerin yanı sıra yerel söyleyişlere de yer verilmiştir.

Anlatıcının Bakış Açısı: Hikâyede ilahi ve müşahit anlatıcının bakış açıları birlikte kullanılmıştır. Farklı anlatıcıların kullanılması hikâye kurgusunun ve temasının verilmesinde bir bütünlük sağlamak amacıyladır.

Anlatım Biçimleri: Kamyon hikayesinde öyküleyici ve betimleyici anlatım biçimleri kullanılmıştır.

Öyküleyici Anlatıma Örnek: Köylü döndü. Esmer, uzun boylu adam şoföre:

" Ne diye yer yokmuş, arkada bir yere sıkıştır!" dedi.
Bu adam kamyonun sahibi idi. Şoför yüzünü buruşturarak indi.

Betimleyici Anlatıma Örnek: Şoförün yanında oturan siyah elbiseli, gümüş çerçeveli gözlük takmış, yaşlıca, sünepe tavırlı bir adam-Beyşehir taraflarına dava toplamaya giden bir avukat- başını arkaya çevirerek "Uğurlar olsun cümlenize!" diye bağırdı.

Hikâye İncelemesi-2

MESERRET OTELİ- SAİT FAİK ABASIYANIK

Konusu: Seyahate çıkmış iki erkek bir kadından oluşan grubun Meserret Oteli'ne giderken ve otele geldikten sonra yaşadıkları anlatılıyor.

Teması: Sadakat ve vefa

Yapısı: Hikâye bir olaydan çok durum hikayesinin özelliklerini taşımaktadır.

Olay örgüsü: Hikayedeki olaylar; belli bir sıra dahilinde gelişen olaylar dizisi şeklindedir.
İki erkek ve bir kadından oluşan üç kişilik bir grubun istasyonda inmesi
Bir araba tutup Meserret Oteli'ne varmaları
Kadın ve erkeklerin otel salonunun duvarındaki iki resmi incelemesi
Kadın, erkekler ve otelcinin genç kız portresi hakkında konuşmaları
Kadının duvardaki resmi yapan ressam kızın aslında arkadaşı olması, kızın kendi resmini yapması için ona ayna tutarken genç kıza söylediklerini hatırlaması.

Kişiler:

Kadın: Hikâyenin asıl kahramanıdır. İstasyonda indikleri zaman yanında erkek karakterler olduğu halde eşyaları taşıması için bir hamal tutması, ondan bir araba bulmasını istemesi, hamala ücretini onun verecek olması kadın karakterin grubu yönlendiren baskın, güçlü bir kişi olduğu sonucuna ulaştırır. Kadın kırmızı bir muşamba giymiştir, arabacının geniş, heybetli sırt görünüşünden de çekinmektedir.

Otel sahibiyle diyaloglarından meraklı, genel konuşmalarından nazik biri olduğu anlaşılır. Ayrıca ölen arkadaşına karşı vefalı bir dosttur. Onun son isteğini yerine getirmek için Meserret Oteli'ne gelmiştir.

Diğer Kişiler: İki erkek, hamal, arabacı, otelin sahibi...

Mekân: Dış mekanlar, İstasyon, küçük bir Anadolu kasabası, iç mekân Meserret Otelidir. Üç arkadaşın geldiği otel, basit ama kullanışlı, çıplak denecek kadar boş ama her şeyi tamam bir salonu vardır. Salonu Avrupalı kadın zevkiyle süslü ve muntazamdır. Salonunun duvarında biri genç kız portresi olan iki resmin yer almasıdır.

Zaman: “Rüzgâr, yağmur ve çamur‟ sözcüklerinden havanın kötü olduğu, muhtemelen mevsimin sonbahar veya kış olduğu bilgisine ulaşılabilir.

Dil ve Anlatım: Öykünün dili sade ve yalındır. Çok yoğun sanatlı söyleyiş, kapalı ifadeler yer almamaktadır. Günlük dilin ve sanatlı dilin dengeli şekilde bir arada kullanıldığı, diyalogların gündelik dili beslediği ve daha çok betimlemelerde edebiliğin olduğu bir dil vardır. Yerel söyleyişlere yer verilmemiştir.

Anlatıcı ve bakış açısı: Hikâyede ağırlıklı olarak gözlemci bakış açısı kullanılmıştır. Anlatıda insan psikolojisi, düşünce ve niyetine dair açıklama, betimleme; olacakları önceden bilme ve bunlar hakkında ip ucu verme gibi durumlar oldukça azdır. Tersine, anlatıcı konuya hâkim olmayan bir gözlemci havası vermektedir, bilgisi dahilinde olmayan bakış açıları sunmaktadır:

Bu soruşta, işitmekten değil, bir güzel sözü bir daha tekrarlatmak isteyen acemi bir halet-i ruhiye var gibi idi. (Anlatıcının yorumudur.)

Yolcular, uzakça şehre doğru çekip gittiler. Neden sonra kadının aklına geldi. (Anlatıcı, gidilen yerin adını bilmemektedir. Kadının nasıl olup da hamalın parasını vermeyi unuttuğunu hatırlaması hakkında anlatıcının bir bilgisi yoktur.)

Hikaye Unsurları, Anlatım Teknikleri, Türleri için tıklayınız....
thumbnail

11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Notları 2. Ünite Hikaye, Öykü, Unsurları, Anlatım Teknikleri, Türleri


2. ÜNİTE: HİKÂYE (ÖYKÜ)

Ünite Konuları

A- 1923-1940 Cumhuriyet Dönemi Hikâyesi
B- 1940-1960 Cumhuriyet Dönemi Hikâyesi
- Toplumcu-Gerçekçi Hikâyeler
- Bireyin İç Dünyasını Ele Alan Hikâyeler
- Milli-Dini Duyarlılıkları Yansıtan Hikâyeler
- Modernist Hikâyeler
C- Hikayelerde Anlatım Teknikleri

HİKÂYE (ÖYKÜ)

Hikâye, yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları veya durumları ilgi çekici bir biçimde anlatan kısa yazılardır. Hikâye, insan yaşamının bir bölümünü yer ve zaman kavramına bağlayarak ele alan düzyazı türüdür. Bir hikâyede olay ya da durum söz konusu olmalı; kişilere bağlanmalı, olay ya da durumun ortaya konduğu yer ve zaman belirtilmeli; bunlar sürükleyici ve etkileyici bir anlatımla ortaya konmalıdır.

Not: Öyküde, olayın geçtiği yer sınırlı, anlatım özlü ve yoğundur. Karakterler belli bir olay içinde gösterilir. Bu karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır.

Hikâyenin yapı unsurları: Olay örgüsü, kişiler, mekan ve zaman…

Hikâyede Plan: Serim, düğüm, çözüm

HİKÂYENİN UNSURLARI

1- Olay : Olay, anlatmaya bağlı edebî metinlerin en önemli öğesidir. Edebî metinlerde anlatılan olaylarla gerçek hayatta bire bir karşılaşmak mümkün değildir. Çünkü anlatılanlar kurgulanmış olaylardan ibarettir.

Edebî metinlerdeki gerçekliğin doğal gerçeklikten farkı, "kurmaca bir gerçeklik" olmasıdır.

2- Kişiler : Öyküdeki olayları ya da durumları kişi veya kişiler yaşar.
Öyküde kişi sayısı azdır.
Öyküdeki kişilerin fiziksel ve ruhsal durumları uzun uzun anlatılmaz; sadece olayla ilgili belirgin yönleri verilir.
Öykü kişileri yalnızca insanlar arasından seçilmez.
Canlı, cansız bütün varlıklar öykünün kişisi olabilir.

3- Zaman : Olayların başlaması, gelişmesi, son bulması belli bir zamanda olur.
Bazı öykülerde zaman verilmez, sezdirilir.
Öykücü zamanı bir düzen içinde vermeyebilir.
Olayın veya durumun son bulmasından başlayarak olayın başlama noktasına doğru gelinebilir.

4- Mekan (Yer) : Öykülerde olay veya durum belli bir yerde geçer.
Çevre, uzun betimlemelerle verilmez; öyküyü ilgilendiren yönüyle verilir.
Olay veya duruma bağlı olarak öyküdeki yer değişse de çevre betimlemesi kısa tutulur.

5- Çatışma : Hikâyede olay iki zıt gücün mücadelesi şeklinde ortaya çıkar. Bu mücadele kişiler arasında olabileceği gibi, aynı kişide de toplanabilir. Bu durumda çatışma daha çok kişinin kendi içinde olur. Yani psikolojik bir özellik gösterir. Hikayelerde çoğunlukla bir çatışma söz konusudur. Hemen her hikâye bir çatışma yani bir problem üzerine kuruludur. Örneğin bir hikâyede cinayetten söz ediliyorsa cinayeti kimin işlediği, amacı, çevresindekilere karşı tavrı ya da vicdanıyla mücadelesi bir çatışma halinde verilir. Çatışma, hikayedeki kişi ya da kişilerin çevresiyle olabildiği gibi kendi iç dünyasında da olabilir. Hikâye kişilerinin çevresiyle olan çatışmasına dış çatışma, kendi iç dünyası, vicdanıyla olan çatışmasına ise iç çatışma adı verilir.

6- Dil ve Anlatım : Öyküde akıcılığı sağlayan dildir.
Bu da yazarın dili kullanma yeteneğine bağlıdır.
Dilin kullanımı yazardan yazara değişir; çünkü her yazarın üslûbu farklıdır.
Öykü, ya birinci tekil kişinin ağzından ya da üçüncü tekil kişinin ağzından anlatılır. Öyküde bütünlüğü sağlayan öğelerden biri de dil ve anlatımdır.

Not: Bir öykü yazarının dil ve anlatım özellikleri belirlenirken cümle yapıları, kelime kadrosu, akıcılık, nesnellik, öznellik, duygusallık, coşkunluk gibi hususları dikkate almak gerekir.

7- Anlatıcı : Anlatıcı, edebî metinlerde anlatıcı, kurmacanın sınırları içinde varlığından söz edilen kişidir. Anlatıcı, yazar ile kurmaca metin arasındaki kişidir. Üç çeşit anlatıcının bakış açısı vardır:

a) Kahraman Anlatıcı Bakış Açısı: Bu bakış açısında anlatıcı, eserin kişilerinden biridir.
b) Gözlemci Anlatıcı Bakış Açısı: Gözlemci anlatıcı olayların akışını etkilemez, yalnızca bir aktarıcıdır. Amacı okuyucunun anlatılanları daha iyi anlamasını sağlamaktır.
c) İlahi Anlatıcı Bakış Açısı: Anlatıcının her şeyi bilip her şeye hâkim olduğu bakış açısıdır. Anlatıcı, kahramanların zihinlerine ve iç dünyalarına girer.

HİKÂYELERDE KULLANILAN ANLATIM TEKNİKLERİ

1- Anlatım Tekniği : Anlatma tekniğinde okuyucu ile eser arasına anlatıcı girer. Okuyucu hemen her şeyi anlatıcı kanalıyla görür ve öğrenir. Okuyucunun dikkati anlatıcı üzerinde yoğunlaşır.

Örnek: Mahalle kahvesinin önündeki setin üstü sanki ufak bir bahçecikti. Ortada küçük bir havuz, içinde gazoz şişeleri, etrafında biraz çimen, kınar çiçekleri. Kapının sağ tarafında bazısı giyimli, birtakım da gecelik entarileri, şam hırkaları iler dört beş kişi İstanbul'un son zelzesinden konuşuyorlardı. (Memduh Şevket Esendal-Pazarlık Hikayesi)

2- Gösterme (sahneleme) Tekniği : Olaylar, kişiler, varlıklar okuyucuya doğrudan sunulur. Anlatıcı okuyucuyla eser arasına girmez. Okuyucunun dikkati eser üzerinde yoğunlaşır.

Örnek: Faik Efendi kaşlarını kaldırıp düşündü. Dinleyenler gülümsediler. İmamın oğlu Rıza dedi ki: "Faik Bey ağzın kızdı da ölçüyü kaçırdın" (Memduh Şevket Esendal-Pazarlık Hikayesi)

3- Özetleme Tekniği : Daha çok eski klasik eserlerde görülen bu teknikte, varlığı kuvvetle hissedilen anlatıcının olayları, kişileri veya hakkında bilgi vermek istediği herhangi bir şeyi özetleyerek anlatması esastır. Çağdaş romancılar bu ışı "bilinç akımı"," veya " iç monolog" tekniklerinden yararlanarak yaparlar.

Örnek: "Ali Rıza Bey, Babıali yetişmelerinden bir mülkiye memuruydu. Otuz yaşına kadar Dahiliye kalemlerinden birinde çalışmıştı." (Reşat Nuri Güntekin-Yaprak Dökümü)

4- Tasvir (Betimleme) : Betimleme en yalın biçimiyle sözcüklerle resim çizme işidir. Varlıkların niteliklerini, bu varlıkların duyularımız üzerinde uyandırdıkları izlenimleri belirtmektir.

Örnek: Büyük kubbeli serin divan, bugün daha sakin, daha gölgeliydi. Pencerelerinden süzülen mavi, mor, sincap rengi bahar aydınlığı, çinilerinin yeşil derinliklerinde birikiyor, koyulaşıyordu. Yüksek ipek şiltelere diz çökmüş yorgun vezirler, önlerindeki halının renkli nakışlarına bakıyorlar, uzun beyaz sakalını zayıf eliyle tutan yaşlı sadrazamın sönük gözleri, çok uzak, çok karanlık şeyler düşünüyor gibi, var olmayan noktalara dalıyordu. (Ömer Seyfettin-Pembe İncili Kaftan)

5- Portre : Kişilerin dış görünüşlerini (fiziksel) ve karakterlerini (ruhsal durum) tanıtan betimlemedir.

Kişi betimlemelerine portre denir. Portre; fiziksel portre ve ruhsal portre olarak ikiye ayrılır.

a. Fiziksel portre: Kişilerin dış görünüşlerinin anlatıldığı betimlemedir. Betimlemede kişiyi, diğer kişilerden ayıran fiziksel özellikler belirtilir. Portresi çizilen kişi hakkında özel görüş ve izlenimler de verilebilir.

b. Ruhsal portre: Kişilerin karakter özelliklerinin anlatıldığı betimlemedir.

6- Bilinç Akışı : Kişilerin duygu ve düşüncelerini, herhangi mantıki bir bağ ve gramer kuralı endişesi taşımaksızın, düzensiz bir şekilde ve çağrışım ilkesi paralelinde doğrudan doğruya okuyucuya aktarmaktan ibarettir. Aynı zamanda insanların tanıtılmasında da kullanılan bu teknikte yazar, okuyucuyu kahramanın iç dünyası ile baş başa bırakmayı hedefler.

7. İç monolog : Kahramanın iç dünyasında kendisini muhatap alarak konuşmasıdır.

8. İç çözümleme : İç çözümleme anlatı türleri içerisinde kahramanların iç dünyası, duygu, düşünce ve hayallerinin ifade edildiği bir anlatım tekniğidir. Bu çözümleme tekniği bilinç akışı tekniğiyle karıştırılabilmektedir. Bu teknik roman sanatında çokça kullanılır.

Örnek: “Eve gitse, biliyordu, gece yarısına dek başka bir şey yapamadan, yukarıdakilerin patırtısına sövecekti… Bol gürültülü, bol dumanlı meyhanelerden birine girdi. Tezgâhın önünde bir boş yer bulup oturdu. Yaklaşan garsona, - Şarap, dedi. Garson, sanki salt onun için buradaymış gibi eğildi. Sanki ötekiler duyacak diye korkuyordu.” (Yusuf Atılgan-Aylak Adam s.40)

9- Diyalog : Öykü kişilerinin karşılıklı konuşmalarına dayanır ve sıkça kullanılan bir anlatım tarzıdır.

10- Geriye Dönüş : Bir eserde olayların zaman sırasını bozarak geçmiş bir zamana ya da olaya dönme yoludur.

NOT: Bunlardan başka ayrıca leitmotif, montaj, fotoğraf (kamera), mektup, günlük, otobiyografi vb. anlatım teknikleri vardır.

HİKÂYE TÜRLERİ

Durum (Kesit) Hikayesi:

• Bir olayı değil günlük yaşamın herhangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz
• Belli bir sonucu da yoktur.
• Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir.
• Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır.
• Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için “Çehov Tarzı Hikaye” de denir.
• Bizdeki en güçlü temsilcileri: Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra’dır.

Olay öyküsü “Maupassant tarzı öykü”

• Bu tarz öykülere “klasik vak’a öyküsü” de denir.
• Bu tür öykülerde olaylar zinciri, kişi, zaman, yer öğesine bağlıdır.
• Olaylar serim, düğüm, çözüm sırasına uygun olarak anlatılır.
• Olay, zamana göre mantıklı bir sıralama ile verilir, düğüm bölümünde oluşan merak, çözüm bölümünde giderilir.
• Bu teknik, Fransız sanatçı Guy de Maupassant (Guy dö Mopasan) tarafından geliştirildiği için bu tür öykülere “Maupassant tarzı öykü” de denir.
• Türk edebiyatında bu tarz öykücülüğün en büyük temsilcisi Ömer Seyfettin’dir. Ayrıca Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Necati Cumalı, Talip Apaydın da olay türü öykücülüğünün temsilcileri arasındadır.

OLAY VE DURUM HİKAYESİ FARKLARI

Olay Hikâyesi

Serim, düğüm, çözüm bölümlerinden oluşan düzenli bir planı vardır.
Olay ağırlıklıdır.
Merak ögesi canlı tutulmuştur.
Hikâye beklenmedik bir sonla bitirilmiştir.

Durum Hikâyesi
Serim, düğüm, çözüm planına uyulmamıştır.
Durum ağırlıklıdır.
Merak ögesi ön plana çıkarılmamıştır.
Hikâyede bitmemişlik duygusu söz konusudur.

HİKAYE TÜRÜNÜN GELİŞİMİ

Dünya edebiyatında hikâye türünün ilk örneği, İtalyan yazar Boccaccio’nun (Bokaçyo) Decameron Hikâyeleri Hikâyeleri (Dekameron) kabul edilir.
18. yüzyılda Voltaire (Volter), hikâye türünde eserler vermiştir.
19. yüzyılda romantizm ve realizm akımlarının etkisiyle de Batı’da hikâye türü karakteristik özelliklerine ulaşmıştır. Alphonse Daudet (Alfons Dode), Guy de Maupassant (Giy di Mupason) gibi sanatçılar bu türde eser veren sanatçılardır.
Guy de Maupassant klasik hikâye türünün temsilcisidir. Rus yazar Anton Pavloviç Çehov (Anton Pavloviç Çehov) ise durum hikâyesinin temsilcisidir.

Edebiyatımızda destan, masal, halk hikâyesi, meddah hikâyeleri, mesneviler hikâyeciliğimizin ilk örnekleri olarak verilebilir. Batılı tarzda ilk hikâye örnekleri edebiyatımızda Tanzimat Dönemi’nden itibaren verilmeye başlanmıştır. Tanzimat’tan sonra Edebiyatıcedide Dönemi’nde de tekniğin güçlü olduğu hikâyeler yazılmıştır. Millî Edebiyat Dönemi’nde ise sanatçılar millî kaynaklara yönelmişler; millî tarihi, Anadolu’nun sosyal hayatından konuları hikâyelerde ele almışlardır.

KISACA TÜRK EDEBİYATINDA HİKAYE

Hikâye, Türk edebiyatında Tanzimat Dönemi’nde Batı’dan girmiş ve bu türün ilk örnekleri bu dönemde yazılmaya başlanmıştır.
Edebiyatımızdaki ilk yerli hikâye örnekleri Ahmet Mithat Efendi’nin yazdığı Letâif-i Rivâyât ve Kıssadan Hisse’dir. (1870)
Batılı anlamda ilk hikâye Sami Paşazade Sezai’nin Küçük Şeyler adlı eseridir.
Türk edebiyatında Ömer Seyfettin Maupassant (Mupason) tarzı hikâyenin, Sait Faik Abasıyanık da Çehov tarzı hikâyenin öncüsü kabul edilir

CUMHURİYET DÖNEMİ HİKAYELERİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ

Milli Edebiyat’la başlayan halka inme, Anadolu’yu tanıma çabası bu dönemin edebiyatında ana ilkelerden olmuş, Türk halkının her kesimi edebiyata girmiştir. Artık edebiyat İstanbul’un sınırlarını tamamen aşmıştır.
Gözlemci ve gerçekçi bir anlayışla eser verilmiştir.
Konular ülkemizin ve insanımızın somut koşullarından çıkarılmıştır.
İnsanımızın gerçeklerine eğilme esastır.
Olayların yaşandığı çevre oldukça genişlemiştir.
Süssüz, anlaşılır, akıcı bir dil kullanılmıştır.
Anadolu ve Anadolu halkı, maziyle hesaplaşma, işçi-işveren ilişkileri, bireyin iç dünyası, yoksulluk vb. temalar işlenmiştir
1946-1980 arası dönemde bu temalara yenileri de eklenmiştir.

1923 - 1940 YILLARI CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE HİKÂYE

Millî Edebiyat sanatçılarının da eser vermeye devam ettiği Cumhuriyet Dönemi'nin ilk yıllarında daha çok, gözlemci gerçekçiliğe dayalı hikâyeler yazılmıştır. Bu dönemde bazı sanatçılar hikâyelerinde toplumsal konuları, Cumhuriyet devrimlerini, yeni kurum ve değerleri ele alırken bazıları da bireyin iç dünyasını esas alan hikâyeler yazmıştır.
Hikâye bu dönemde bağımsız bir tür olarak görülmüş, olay hikâyesi tarzında hikâyelerin yanında Memduh Şevket Esendal’la başlayan ve Sait Faik Abasıyanık’la devam eden durum hikâyeleri yazılmaya başlanmıştır.
Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Reşat Nuri Güntekin gibi Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yıllarının roman yazarları, hikâye türünde de eserler yazmışlardır. Ancak dönemin ilk yıllarında hikâye türüne daha çok ağırlık veren yazar, Reşat Nuri Güntekin’dir.
Reşat Nuri’yi izleyerek ilk hikâye kitaplarını 1923 - 1940 yıllarında yayımlayan yazarlar Kenan Hulusi Koray, Sadri Ertem, Sabahattin Ali ve Sait Faik Abasıyanık’tır.
Bu dönemde sanatın toplum üzerinde bir işlevinin olması gerektiği düşüncesi egemen olmaya başlamıştır. Bu anlayışla da hikâyeler yazılmaya başlanmıştır. Bu dönemde hikaye yazarları ve eserleri: Reşat Nuri Güntekin’in Leyla ile Mecnun; Fahri Celalettin Göktulga’nın Telak-ı Selase; Ercüment Ekrem Talu’nun Teravihten Sahura; Nahid Sırrı Örik’in Eski Resimler; Sadri Ertem’in Bacayı İndir Bacayı Kaldır; Memduh Şevket Esendal’ın Otlakçı, Pazarlık; Sabahattin Ali’nin Ses, Kamyon; Sait Faik Abasıyanık’ın Son Kuşlar, Lüzumsuz Adam adlı eserleri tanınmış hikâye örneklerindendir.

1940 - 1960 YILLARI CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE HİKÂYE

1940 - 1960 yılları Cumhuriyet Dönemi’nde ele alınan konuların çeşitliliği artmış, daha çok gözleme dayanan gerçekçi hikâyeler yazılmıştır.
Anadolu’ya, halkın yaşamına ağırlık verilmeye başlanmıştır.
Bu dönemin hikâyelerinde “millî–dinî duyarlılık”, “toplumcu–gerçekçi anlayış” ve “bireyin iç dünyasını esas alan anlayış” gibi bazı eğilimler görülmektedir.
1940’lı yıllarda Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun durumu, İkinci Dünya Savaşı sonrası toplumsal sorunlar hikâyelerde işlenmiştir.
Bu dönemde Aka Gündüz, Bahaeddin Özkişi gibi sanatçılar millî–dinî duyarlılığı yansıtan hikâyeler yazmışlardır. Millî–dinî duyarlılığı yansıtan eğilimdeki yazarlar hikâyelerde Millî Mücadele, Doğu–Batı çatışması, ahlaki bozukluklar gibi konuları ele almışlardır.
1950’li ve 1960’lı yıllarda daha çok yazar ve eser ortaya çıkmıştır. Memur, işçi, köylü, kasabalı ve şehirlerin kenar mahallelerindeki insanların sorunları toplumcu–gerçekçi yönelimle hikâyelerde işlenmiştir. Sadri Ertem, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Samim Kocagöz, Talip Apaydın gibi yazarlar bu yönelime bağlı eserler vermişlerdir.
Sonraki zaman dilimlerinde insanın yaşam kavgası, kadının toplumdaki yeri ve çocuklar önem kazanmaya başlamış; Peyami Safa, Memduh Şevket Esendal, Tarık Buğra, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Sabahattin Kudret Aksal gibi yazarlar bireyin iç dünyasını esas alan anlayışla insan gerçekliğini psikolojik yönüyle yansıtan hikâyeler yazmışlardır.

Devamı için tıklayınız....