10 Ekim 2020 Cumartesi

12. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Sanat Metinleri Roman


II. ÜNİTE: SANAT METİNLERİ

4. ROMAN 

Olmuş ya da olabilir nitelikteki olayları ve konuları ele alan edebî türlere Roman denir. 

Diğer türlerden ayrılan en önemli özelliği, uzunluğudur. Romanlarda, toplumsal olaylar ve ilişkiler gerçeklere uygun bir tarzda ele alınır. İyi bir roman ilgi çekici olmalı, herkesi ilgilendiren insancıl bir tema taşımalıdır. Romandaki olaylar arasında dengeli bir sıralama ve bağ bulunmalıdır. Olaylar akla yakın olmalı, romanın konusundan doğmalıdır. Romandaki varlıkların kişilikleri baştan sona dek konuya uygun nitelikte olmalı, birbiriyle çelişmemelidir. 

Roman yazarı; romanda yarattığı kişilerini kendi kişiliği içinden görebilmelidir. Romandaki davranışlar ve konuşmaların, kişilerin karakterlerinden çıkmasını sağlamalıdır. Okuyucu, romanı iş olsun diye okumaz. Roman okurken avunmak, kendinden uzaklaşmak ister. Romandaki kişilerle ilgilenmeye başlar. Olaylar karşısındaki davranışlarının ne olacağını merak eder. Onların başarılarından mutluluk duyar. Onların sıkıntılarına üzülür. Kendisini onların yerine koyar. Onların davranışlarını eleştirir. Bu davranışlar içinde yapılmaması gerekeni, yapılmamış olanları bulur. Romanı okuyup bitirince genel bir yargıda bulunur. 

Türk edebiyatında önceki yüzyıllarda roman türüne benzer edebî eserler mevcuttur. Bunlar: 

1) Halk Hikâyeleri (Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi.) 
2) Meddah Hikâyeleri 
3) Dinî Hikâyeler (Hz. Ali'nin Cenkleri gibi) 
4) Destanî Hikâyeler (Dede Korkut Hikâyeleri, Battal Gazi Destanı gibi) 

Avrupaî tarzda ilk roman, Tanzimat döneminde yazılmıştır. 
Namık Kemal'in "İntibah", ilk Türk romanıdır. 
Nabizâde Nazım'ın "Karabibik", ilk köy romanıdır. 
Yusuf Kâmil Paşa'nın Fenelon'dan çevirdiği "Telemak", ilk çeviri romandır. 

Romanlarda, şu ögeler üzerinde önemle durulmalıdır: Konu, kişiler, çevre, zaman, ana düşünce ve anlatım tarzı (üslûp). Romanlardaki olaylar, bir plâna uygun olarak anlatılır. Bu plân şöyledir: 

Giriş (Serim): Roman olayının başı, burada verilir. 
Gelişme (Düğüm): Roman olayının gelişip, açıldığı bölümdür. 
Sonuç (Çözüm): Romandaki olayın açıklığa kavuştuğu, düğümün çözüldüğü bölümdür. 

Romanlar, işlenilen konularına göre şu çeşitlere ayrılır: 
1) Tarihî romanlar: Tarihteki olay ya da kişileri konu alan romanlardır. Yazar tarihi gerçekleri kendi hayal gücüyle birleştirerek anlatır. 
Valter Scolt - Vaverley 
Gogol - Toros Bulba 
V. Hugo - Notre dame de Paris 
N. Kemal - Cezmi 
N. Atsız’ın Bozkurtlar 
Tarık Buğra - Küçük Ağa, Küçük Ağa Ankara’da 
K. Tahir - Yorgun Savaşçı, Devlet Ana 

2) Macera Romanları: Kahramanların başından geçen hareketli olayların anlatıldığı romanlardır. 
Alexander Dumas – Monto Kristo Kontu, Üç Sihaşörler 
Ahmet Midhat – Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Dünyaya İkinci Geliş 

3) Polisiye Romanlar: Macera ve heyecan duygularını artıran romanlardır. 
Edgar Allen Poe – Morgue Sokağı Cinayeti 
Arthur Connan Doyle – Sherlock Holmes 
Agatha Cristie – Şark Ekspresinde Cinayet 
Ahmet Midhat – Esrar-ı Cinayat (İlk Türk Polisiye Romanı) 
Cingöz Recai – Server Bedii takma adıyla Peyami Safa 

4) Egzotik Romanlar: Yabancı ülkelerin toplumsal özelliklerini, geleneklerini anlatan romanlardır. 
Refik Halit Karay – Nilgün 
Pierre Loti – İzlanda Balıkçısı 

5) Sosyal Romanlar: Ekonomik bunalımlar, sınıfsal çelişkiler, köyden kente göç gibi toplumsal sorunları konu edinen romanlardır. 
Victor Hugo – Sefiller 
Sami Paşazade Sezai – Sergüzeşt 
Ahmet Midhat – Felatun Bey ile Rakım Efendi 
Recaizade Mahmud Ekrem – Araba Sevdası 

6) Psikolojik Tahlil Romanları: Roman kahramanlarının psikolojisini tahlillerle anlatan romanlardır.  Madame De Le Fayette – Princesse De Cleves (Dünyanın ilk psikolojik roman örneği) 
Peyami Safa – Dokuzuncu Hariciye Koğuşu 

7) Biyografik Roman: Topluma mal olmuş bir kişinin yaşamını, yaşadığı döneme katkılarını anlatan romandır. 
Oğuz Atay – Bir Bilim Adamının Romanı 

8) Otobiyografik Roman: Yazarın kendi hayatını konu edindiği romanlardır. 
Mark Twain–Tom Sawyer’in Maceraları 
Orhan Kemal – Avare Yıllar, Baba Evi 

Türk Edebiyatında Roman 

Türk edebiyatına roman Fransızcadan yapılan çevrilerle girdi. Bu çevirilerden ilki Yusuf Kamil Paşa'nın Fenelon'dan yaptığı Tercüme-i Telemak'tır. Daha sonra adı bilinmeyen bir çevirici Victor Hugo'nun ünlü romanı Sefiler'i (Les Miserables) çevirdi. 1860-1880 yıları arasında başta Fransız yazarlar olmak üzere birçok Batılı yazarın eseri Türkçeye çevrildi. 

İlk Türk romanı Şemsettin Sami'nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eseridir. Sami'den sonra Ahmed Mithat romanlarıyla Türk romanının gelişmesine katkıda bulundu. 

Türk romanı asıl Tanzimat döneminde gelişti. Recaizade Mahmut Ekrem'in Araba Sevdası yeni teknikler kullanılan Batılı anlamda türüne en yakın ilk Türk romanıdır. 

Servet-i Fünun edebiyatı döneminde ilk usta romanlar ve usta yazarlar kendilerini gösterdi. "Sanat sanat içindir" tezini savunan bu yazarlar aşk ve acıma gibi konuları işledi. Halit Ziya Uşaklıgil bu dönemin en önemli romancısı sayılır. Aşk-ı Memnu (1925) adlı romanı günümüzde de en başarılı Türk romanlarından biridir. 

1910'dan sonra milli duyguların ağır basmasıyla birlikte "Genç Kalemler" dergisi çevresinde Türkçülük akımı gelişti. Milli romanların yazılması bu dönemde başladı. Halide Edip Adıvar'ın Vurun Kahpeye, Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanları bu dönemin örneklerindendir. 

Cumhuriyet döneminde çağdaş Türk romanı ortaya çıktı. Toplumsal ve sosyal gelişmeleri konu alan romanlar yazıldı. Köy ve kent romanları ayrımı da bu dönemle ilgilidir.

12. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - I. Ünite Sanat Metinlerinin Ayırıcı Özellikleri - II. Ünite Fabl, Masal, Hikaye

I. ÜNİTE: SANAT METİNLERİNİN AYIRICI ÖZELLİKLERİ 

Sanat eserlerinin ortaya çıkmasının birçok sebebi vardır. Sanatçı kendini diğer insanlara anlatabilmek için çeşitli yollar denemiştir çağlar boyunca. Kendini anlatma çabası, sanatçının zihninde ortaya çıkmış, bu isteği giderebilmek için de çeşitli yollar denemiştir. İşte onun bu denediği yollar daha sonra sanatların ve sanat eserlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. 

Edebiyatta bir gelenek vardır. Sanatçılar, yaşadıkları çağın duygu, düşünce vb. anlayışlarını içine doğdukları toplumda hazır bulduklarından, geleneksel olarak yüzyıllarca işlenen bir edebiyat geleneğine de sahip olacaklardır. Sanatçılar, yaşadıkları döneme göre değerlendirilirler sözü de bu anlamda doğrudur. Sanatçı, yaşadığı dönemin değer yargıları, duygu ve düşüncelerine göre değerlendirilirler. 

Bir milletin ilerleyip yükselmesi için sanat ve bilim alanında yenilik düşüncesine açık olmaları gereklidir. Bir millet sanat ve bilim alanında ilerleyebiliyorsa, daima yükselebilir. 

Sanat Metinleriyle Öğretici Metinler Arasındaki Farklar 

Öğretici Metinler: 
1- Okuyucuya vermek amacıyla yazılır. 
2- Kurgu değildir, gerçekler dile getirilir. 
3- Gerçeklik ön plandadır. 
4- Açıklayıcı anlatım türüyle kaleme alınır. 
5- Resmi, açık ve sade bir dille yazılır, üslup kaygısı yoktur. 
6- Sanat kaygısı taşımaz. 
7- Dil göndergesel işlevde kullanılır. 

Sanatsal Metinler: 
1- Okuyucuya estetik zevk vermek amacıyla yazılır. Güzellik esas alınarak yazılmıştır. 
2- Bilgilendirme amacı yoktur. 
3- Okuyucuda merak uyandırır. 
4- Dil sanatsaldır, üslup kaygısı vardır. 
5- Öyküleyici ve betimleyici anlatım türüyle kaleme alınır. 
6- Kişi, zaman, mekân, tarih değiştirilebilir. 
7- Olaylar gerçek ya da kurmacadır. Gerçekler kurgulanarak anlatılır. 
8- Hayallere ve mecaz anlatımlara yer verilir. 
9- Samimi, süslü ve mecazlı dil kullanılır. 
10- Dil şiirsel işlevde kullanılır. 

II. ÜNİTE: SANAT METİNLERİ 

1. FABL 

Sonunda ders verme amacı güden, genellikle manzum öykülerdir. Fablların kahramanları genellikle hayvanlardır. Ama bu hayvanlar insanlar gibi düşünür, konuşur ve tıpkı insanlar gibi davranır. 

Dünyanın en ünlü fabl yazarları Ezop ve Jean de La Fontaine'dir. Ezop'un fablları İ.Ö. 300 yılında derlenerek yazıya geçirilmiştir. ABD'li James Thurber ve İngiliz George Orwell çağdaş fabl yazarlarıdır. Fablı ilk olarak yazanlar Hititlerdir. Hititler fablları taş tabletlere yazıp resimliyorlardı. 

Özellikleri: 
1- İnsanlar arasında cereyan eden olayları hayvanlar bitkiler ya da cansız varlıklar arasında geçiyormuş gibi göstererek bu yolla insanlara ahlak ve ibret dersi vermek örnek göstermek ya da bir düşünceye güç kazandırmak isteyen bir çeşit masaldır. 
2- Teşhis ve intak sanatları üzerine kurulmuştur. 
3- Dünya edebiyatında ilk ve önemli fabllar Hint yazarı Beydeba’ya aittir. Beydeba'nın fablları “Kelile ve Dimne” adlı bir eserde toplanmıştır. 
4- Fransız Edebiyatı’ndan La Fontaine, fabl türünün en önemli sanatçısıdır. 
5- Türkçedeki ilk örneği Şeyhi’nin 17.yy.’da yazdığı “Harname”dir. 
6- Fabllar manzum (şiir) veya nesir (düzyazı) biçiminde yazılabilirler. 
7- Fabllar hem nazım, hem nesir biçiminde olurlar. 
8- Fablın sonunda her zaman bir ahlak dersi (kıssadan hisse) vardır. Bu ders kısa, açık ve doğru olmalıdır ve mutlaka öykünün doğal bir neticesi gibi görülmelidir. 
9- Fabllarda öğretici (didaktik) bir amaç güdülür, gündelik hayatla ilgili dersler ve öğütler verilir. Okuyanlar çoğu zaman verilen dersin veya öğüdün ne olduğunu anlamakta zorluk çekmezler. Çünkü bu ders veya öğüt eserin bir yerinde, çoğu defa sonunda, bir atasözü ya da özdeyiş biçiminde açıkça belirtilir. Fabllarda basit ahlak ilkelerine değinildiği gibi insanların birçok kusurlu yönüne de dikkat çekilir. 
10- Fabllar aracılığıyla kanaatkârlık, özveri, yardımseverlik, iyi niyet gibi olumlu davranışlar çocuğa kazandırılabilir. Özellikle 8-12 yaş grubu çocuklar fabl okumaktan ve dinlemekten büyük zevk alırlar. Kanaatkârlık, tamahkârlık, kıskançlık, paylaşımcılık gibi çocuklar tarafından anlaşılması güç kavramların somut olaylarla anlatılması sebebiyle çok önemli bir eğitim aracı olarak kabul edilmelidir.
11- Fabllar insan belleğinde çok kolay saklanabilen ve ortaya çıkarılabilen özelliklere sahip olduğu için sözlü gelenek içinde de yaşatılabilmektedir. 
12- Çoğu manzum olan fablların başlıca amacı, belli bir ana fikrin yalın veya birkaç olayın yardımıyla en kısa yoldan açıklamaktır. 
13- Fabllar olay anlattıkları için bir başka şiiri okumaktan ya da ezberlemekten daha çok çocukların ilgisini çeker. 

Bundan dolayı fabllar kısadır ve şu dört bölümden oluşur: 

a. Olayın ve kahramanların tanıtıldığı giriş bölümü 
b. Olayın entrikalarla düğümlendiği gelişme bölümü 
c. Düğümün çözüldüğü sonuç bölümü 
d. Olay ve olayların arkasında yatan ana fikrin açıklandığı ders bölümü (kıssadan hisse bölümü) 

Batılı anlamda ilk örnekleri Şinasi vermiştir. Ahmet Mithat, Kıssadan Hisse adlı eserini ahlakî gaye güderek yazmıştır. Bu eserde yazar, Ezop’tan, La Fontaine’den yapmış olduğu çevirilere ve kendi yazmış olduğu fabllara yer vermiştir. 

Recaîzade Mahmut Ekrem, La Fontaine’den Horoz ile Tilki, Kurbağa ile Öküz, Karga ile Tilki, Meşe ile Saz, Ağustos Böceği ile Karınca gibi birçok çeviriler yaparak bu alanda Türk Edebiyatına katkıda bulunuştur. 

Ali Ulvi Elöve “Çocuklarımıza Neşideler” adlı şiir kitabında La Fontaine, Victor Hugo, Lamartine’den yaptığı çevirilerin yanında, yine bunlardan esinlenerek yazdığı fabl türü şiirlere de yer vermiştir. 

Nabizade Nazım’ın “Bir Sansar ile Horoz ve Tavuk” adlı eseri vardır. 

Nurullah Ataç, Orhan Veli Kanık, M. Fuat Köprülü, Vasfi Mahir Kocatürk, Sabahattin Eyüboğlu fabl türü ile ilgilenmiş çeviri yapmış, araştırmalarda bulunmuşlardır. 

2. MASAL 

Genellikle halkın yarattığı, ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa sürüp gelen, çoğunlukla olağanüstü durum ve olayları yine olağanüstü kahramanlara bağlayarak anlatan halk hikâyelerine masal denir. 

Özellikleri: 
1- Masallar, meydana geldikleri zaman bir kişinin malıyken, yaygınlaştıkça, yöreden yöreye, ülkeden ülkeye geçtikçe halkın malı olur. Masal, anonim bir türdür. 
2- Masallarda genellikle iyilik-kötülük, doğruluk- haksızlık, adalet-zulüm, alçakgönüllülük-kibir… gibi zıt durumların temsilcisi olan kişilerin mücadelelerinden veya insanların ulaşılması güç hayallerinden söz edilir. 
3- Masallarda yer ve zaman kavramları belirsizdir. 
4- Anlatımda genellikle geniş zaman veya öğrenilen geçmiş zaman kipi (-mişli geçmiş) kullanılır. 
5- Anlatım kısa ve yoğundur. 
6- Masal kişileri her tabakadan seçilebilir. Masallarda cinler, periler, devler de rol alır. 
7- Masalların bir kısmı hayvanlarla ilgilidir. 
8- Masalların çoğu "bir varmış, bir yokmuş" ya da "evvel zaman içinde, kalbur saman içinde" gibi ifadelerle başlar. Bunlara tekerleme ya da döşeme denir. Tekerlemeden sonra olay ve dilek bölümleri gelir. Türk masallarında dilek bölümü "onlar ermiş muradına..." ya da "gökten üç elma düştü." biçiminde başlar. 
9- Masallarda milli ve dini motiflere hemen hiç yer verilmez. 
10- Masallarda genellikle bir eğitim amacı saklıdır. Masallar bu yönüyle didaktik (öğretici) bir nitelik taşır. 
11- Günümüzde belli bir kişinin ortaya koyduğu yapma masallarda yazılmaktadır. 
12- Türk masalları üzerinde, bizde Pertev Naili Boratav, Eflatun Cem Güney gibi kişiler çalışmışlardır. 
13- Masal türünün Hindistan'da doğduğu sanılmaktadır. Masal Türünün Önemli Eserleri 
14- Bin bir Gece Masalları (Doğu Masalı) 
15- Grimm Kardeşlerin Masalları (Alman Edebiyatı) 
16- Andersen Masalları (Danimarka Edebiyatı) 
17- Perrault Masalları (Fransız Ed.) 

3. HİKÂYE (ÖYKÜ) 

Yaşanmış ya da yaşanabilecek şekilde tasarlanmış olayları kişilere bağlı olarak belli bir yer ve zaman içinde anlatan türe hikâye denir. Millî kültürümüzün önemli parçalarından "Dede Korkut Hikâyeleri", "destanlar" ve "halk masalları"nı saymazsak, Avrupaî tarzda ilk hikâyeler, Tanzimat Edebiyatı döneminde görülür. 

19. yüzyıl sonlarında başlayıp günümüze doğru daha da gelişen hikâye, özellikle Alphonse DAUDET ve Guy de MAUPASSANT gibi büyük Fransız yazarlarının tekniğiyle tekâmüle ulaşmıştır. Bu iki yazar "realist" akımın yetiştirdiği zamanın ileri gelen romancılarındandır. Fransız hikâyeciliği Guy de MAUPASSANT'ın izinden gelişmiştir. Amerika edebiyatında özellikle mizahî hikâyeleriyle Mark TAWİN, O. HENRY ve bunları takiben John STEİNBECK, Batılı ünlü hikâyecilerdendir. 

Dünya hikâyeciliğinde iki hikâye biçimi hâkimdir. Bunlar: 

1) Maupassant Biçimi: Hikâyede asıl olan "olay" dır. Okuyucunun hikâyeyi şöyle ya da böyle yorumlamasına imkân verilmez. Çünkü hikâyedeki olay, mantıklı bir seyir hâlinde takip eder. Kişilerin portreleri, özenle ve ayrıntılı olarak çizilir. 

2) Çehov Biçimi: Hikâyede asıl olan "olay" değildir. Hikâye, sona erdiği zaman her şey bitmiş değildir. Hikâye, asıl bundan sonra başlıyor demektir. Zira kişiler tamamıyla tanıtılmadığı, olaylarda kesinlik hâkim olmadığı için okuyucunun hayal kurması devamlı hareket hâlindedir ve kendine göre yorumlar yapmaya uygundur. 

İlk Çağ Anadolu'sunda masal, ve tarihi olayları anlatan eserlerle oluşmuştur. Orta Çağda özellikle Hindistan'da "Binbir Gece Masalları" sağlam bir hikâye geleneğinin varlığını bildirmektedir. Bu gelenek, Arapça'dan yapılan çevirilerle Avrupa'ya masal, efsane, rivayetler şekliyle yayılmıştır. 

Hikâyeye bugünkü anlamda ilk edebi kimlik kazandıran İtalyan yazar Boccacio'dur. XVI. Yüzyılda yazdığı "Decameron" adlı eseriyle ilk öykü örneğini vermiştir. Rönesans'ın etkisiyle de XIX. Yüzyıl edebiyatının en yaygın türü olmuştur. 

Bizde, destanlar, halk hikâyeleri ve masallarla eski bir temeli olan bu tür, XIV. Ve XV. Yüzyılda "Dede Korkut Hikâyeleri" ile çağdaş hikâye tekniğine yaklaşmıştır. 

XIX. yüzyılda Tanzimat'la gelen yeniliklerle birlikte batılı anlamda ilk örneğini Ahmet Mithat Efendi "Letaif-i Rivayet (söylenegelen güzel şeyler) adlı eserini yazarak vermiş; "Kıssadan Hisse" ile bu türü geliştirmiş, Sami Paşazade Sezai: "Küçük Şeyler" adlı eseriyle modern hikâyeyi oluşturmuştur. Bağımsız bir tür olma özelliğini ise Milli Edebiyat döneminde Ömer Seyfettin'le kazanmıştır. 

Hikâyenin Unsurları 
1) Olay: Hikâyede üzerinde söz söylenen yaşantı ya da durumdur 
2) Kişiler: Olayın oluşmasında etkili olan ya da olayı yaşayan insanlardır. 
3) Yer (mekân): Olayın yaşandığı çevre veya mekândır. 
4) Zaman: Olayın yaşandığı dönem, an mevsim ya da gündür. 
5) Dil ve Anlatım: Hikâyenin dili açık, akıcı ve günlük konuşma dilinden farklı olarak, etkili sözcük, deyim atasözü ve tamlamalarla zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır. 

Anlatım ise iki şekilde olur Hikâye kahramanlarından birinin ağzından yapılan anlatım "hikâyede birinci kişili anlatım"; yazarın ağzından anlatılanlar "hikâyede üçüncü kişili anlatım" 

Hikâyede Plân: Hikâyenin planı da diğer yazı türlerinde olduğu gibi üç bölümden oluşur; ancak bu bölümlerin adları farklıdır. Bunlar: 
1) Serim: Hikâyenin giriş bölümüdür. Bu bölümde olayın geçtiği çevre, kişiler tanıtılarak ana olaya giriş yapılır. 
2) Düğüm: Hikâyenin bütün yönleriyle anlatıldığı en geniş bölümdür. 
3) Çözüm: Hikâyenin sonuç bölümü olup merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği bölümdür. 

Ancak bütün hikâyelerde bu plân uygulanmaz, bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü yoktur. Bu bölümler okuyucu tarafından tamamlanır. 

Hikâye Çeşitleri 

Hikâye, hayatın bütünü içinde fakat bir bölümü üzerine kurulmuş derinliği olan bir büyüteçtir. Bu büyüteç altında kimi zaman olay bir plan içinde, kişi, zaman, çevre bağlantısı içinde hikâye boyunca irdelenir. Kimi zaman da büyütecin altında incelenen olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir Bu da öykünün çeşitlerini oluşturur. 

Buna göre; 
1) Olay (Klasik Vak'a) Hikâyesi: Bir olayı ele alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp bir sonuca bağlayan öykülerdir. Kahramanlar ve çevrenin tasvirine yer verilir Bir fikir verilmeye çalışılır; okuyucuda merak ve heyecan uyandırılır. Bu tür, Fransız yazar Guy de Maupassant ( Guy dö Mopasan) tarafından yaygınlaştırıldığı için "Mopasan Tarzı Hikâye" de denir. Bu tarzın bizdeki en önemli temsilcileri: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Reşat Nuri Güntekin'dir. 

2) Durum (Kesit) Hikâyesi: Bir olayı değil günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz Belli bir sonucu da yoktur. Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır. Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için "Çehov Tarzı Hikâye" de denir. Bizdeki en güçlü temsilcileri, Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra'dır. 

3) Modern Hikâye: Diğer öykü çeşitlerinden farklı olarak, insanların her gün gördükleri fakat düşünemedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri, hayaller ve bir takım olağanüstülüklerle gösteren hikâyelerdir. Hikâyede bir tür olarak 1920'lerde ilk defa batıda görülen bu anlayışın en güçlü temsilcisi Franz Kafka'dır. Bizdeki ilk temsilcisi Haldun Taner'dir. Genellikle büyük şehirlerdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları, felsefi bir yaklaşımla, ince bir yergi ve yer yer alay katarak, irdeler biçimde gözler önüne serer.

Meslek Liselerinde Okuyan 12. Sınıf Öğrencilerinin Alması Gereken Staj Ücreti Ne Kadardır? 2020/2021


Meslek Liselerinde okuyan 12. Sınıf öğrencileri okulda eğitim aldıkları alan ve dallara göre işletmelerde ve fabrikalarda yetiştirilmek üzere beceri eğitimi görürler. Bu fabrikalarda kendilerini yetiştiren öğrenciler aynı mesleğin devamı için topluma katkı sağlarlar aynı zamanda mesleki gelişimlerini tamamlarlar. 

Meslek liselerinde öğrenim gören öğrenciler 4 yıllık örgün eğitimleri süresi boyunca okullarda gördükleri teorik ve pratik eğitimlerin iş hayatında beceriye dönüşmesi için staj görevi yapmaktadırlar. 

2020 - 2021 Eğitim öğretim yılında işletmelerde stajyer olarak hem ders hem de iş görecek olan meslek lisesi öğrencilerinin bu yıl staj yeri bulma konusunda koronavirüs nedeniyle biraz zorlanmaktadırlar. Meslek lisesi 12. sınıf işletmede beceri eğitimi alması gereken öğrenciler de evlerine çekilmek zorunda kaldılar. Bu durumda 3308 sayılı yasa gereği sigortaları devletçe karşılanan kendilerine de aylık olarak asgari ücretin 1/3 oranında maaş ödenen stajyer öğrencilerin maaş durumlarında da belirsizlik meydana geldi. 

Stajyer öğrenciler haftanın 3 günü 24 saatlik işletmede beceri eğitimini haftanın ya ilk üç günü (pazartesi - salı - çarşamba) veya son üç günü (çarşamba - perşembe - cuma) olarak iş yerlerinde staj olarak tamamlamaktadırlar. Çalıştıkları bu süre için de kendilerine maaş ödemesi yapılmaktadır. 

İşletmelerde beceri eğitimi adı verilen eğitim süreci hem bir ders niteliğinde olup sınıf geçmeye etki etmektedir hem de çalıştıkları kurumdan maaş alarak da bir nevi iş hayatının içinde yer almaktadırlar. 

Stajyer öğrencilerin maaşı asgari ücret üzerinden hesaplandığı için maaş zamları da asgari ücrete bağlı olarak değişmektedir. Maaş hesaplamasında o yılın net asgari ücret tutarından asgari geçim indirimi miktarı düşülür ve kalan net rakam üçe bölünerek meslek lisesi satjyer öğrencisinin alması gereken aylık maaş miktarı hesaplanır. 

Meslek liseleri koronavirüs pandemisi döneminde üretime destek olarak kendilerini gösterme fırsatı buldular. Üretime hızlı şekilde dahil olup cerrahi maske, dezenfektan, koruyucu tulum gibi süreç açısından hayati ehemmiyet taşıyan ürünlerin üretimine önemli ölçüde katkı sağladılar. Üretim aşamasında önemli payı öğretmenler ve alanda uygulamalı eğitim gören stajyer öğrenciler oluşturdular. 

Resmi Gazetede de yayınlanan 2020 Yılı asgari ücret tutarı net 2.324,70 TL'dir. 

Açıklanan asgari geçim indirimi miktarı da 220,68 TL'dir. 

Net toplan asgari ücretten asgari geçim indiririmi (AGİ) tutarını çıkarttığımzda 
2.324,70 - 220,68 = 2.104,02 TL olmaktadır. 

Stajyer öğrenciler bu çıkan rakamın 1/3 ü kadarını alabilmektedirler ki bu rakam da 
2.104,02 / 3 = 631,20 TL yapmaktadır. 

 Yani meslek liseleri son sınıfında işletme ve kurumlarda staj (beceri eğitimi) yapan öğrencilerin eline geçecek aylık miktar 631,20 TL'dir.

27 Eylül 2020 Pazar

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Anlatım Bozuklukları

ANLAMLA İLGİLİ ANLATIM BOZUKLUKLARI 

Gereksiz Sözcük ve Ek Kullanımı : 

İyi bir cümlede yeterli sayıda sözcük kullanılır. Başka bir deyişle gereksiz sözcüklere yer verilmez. Çünkü gereksiz sözcük kullanımı cümlenin duruluğunu bozar ve anlatım bozukluğu yaratır. 

Bu anlatım bozukluğu şu şekillerde olabilir : 

a- Eş ve Yakın Anlamlı Sözcüklerin Aynı Cümle İçinde Kullanılması : 
Örnek: 
Atatürk’ün yaptığı yenilikçi devrimler, sosyal ve siyasal yaşamımızı kökünden değiştirmiştir. 
Atatürk’ün yaptığı devrimler, sosyal ve siyasal yaşamımızı kökünden değiştirmiştir. 

Yatmadan önce dişlerini fırçalamayı unutma. 
Yatmadan dişlerini fırçalamayı unutma. 

Giyimlerinde, konuşmalarında ve davranış biçimlerinde bir gariplik yoktu. 
Giyimlerinde, konuşmalarında ve davranışlarında bir gariplik yoktu. 

b- Yardımcı Eylemlerin Gereksiz Kullanılması : 
“Et, ol” yardımcı eylemlerinin yerini ad ve ad soylu sözcüklere gelen herhangi bir yapım eki tutuyorsa, ya da bunlar cümleden çıkarıldığında, bir anlam değişimi veya daralması olmuyorsa, yardımcı eylemlerin kullanılması gereksizdir. 

Örnek: 
Kendine iyi bakmadığı için sık sık hasta oluyor. 
Kendine iyi bakmadığı için sık sık hastalanıyor. 

Bu işin en kısa sürede biteceğini umut ediyordum. 
Bu işin en kısa sürede biteceğini umuyorum. 

c- Gereksiz Ek Kullanımı : Örnek: İhaleye birçok yerli ve yabancı firmalar katılmıştı. İhaleye birçok yerli ve yabancı firma katılmıştı. Bu bestesi onun en tanınmış eseridir. Bu beste onun en tanınmış eseridir. Yanlış 

Anlamda Kullanılan Sözcükler: Kimi sözcükler aynı kökten türediği için yazılış ve okunuş olarak birbirine benzer; ancak bunların anlamları farklıdır. Bu sözcükler karıştırılıp birbirinin yerine kullanılırsa, anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Ayrıca kimi durumlarda cümlenin anlamıyla, o cümlenin içinde yer alan bir sözcük anlamaca uyuşmaz, çelişir. Sözcük yanlış anlamda kullanıldığı için de anlatım bozukluğu ortaya çıkar. 

Örnek: 
Güzelliğinin farkında olduğunu belirten davranışlar sergiliyordu. 
Güzelliğinin farkında olduğunu gösteren davranışlar sergiliyordu. 

Kimi uyarıcı ilaçlar, sporculara yarardan çok zarar sağlamaktadır. 
Kimi uyarıcı ilaçlar, sporculara yarardan çok zarar vermektedir. 

d- Yanlış Yerde Kullanılan Sözcükler : 
Bir cümlede her sözcüğün yerli yerinde, başka bir deyişle her sözcüğün kullanılması gereken yerde olması gerekir. Cümle içindeki bir tek sözcüğün bile yerini değiştirmek farklı anlamlar, farklı yorumlar ve yargılar oluşturur. Kimi zaman da mantıksal tutarsızlıklara yol açar. 

Örnek: 
Ekonomik ve sosyal yönden geri kalmış ülkemizin belli bölgelerine kalkınmada öncelik tanınacak. 
Ülkemizin ekonomik ve sosyal yönden geri kalmış belli bölgelerine kalkınmada öncelik tanınacak. 

e- Anlamca Çelişen Sözcükler : 
Anlamca, cümlenin yargısıyla uyuşmayan, cümlede iletilen yargıyla çelişen ya da karşıtlık yaratan sözlerin bir arada kullanılması önemli bir anlatım kusurudur. Cümlenin anlamında çelişki, genellikle “kesinlik” ve “olabilirlik” anlamı taşıyan sözlerin bir arada kullanılmasından kaynaklanır. 

Örnek: 
Kapının önünde tamı tamına üç beş nöbetçi vardı. 
Kapının önünde üç beş nöbetçi vardı. 

Eminim ki bunca gürültü patırtı en çok onu üzmüş olsa gerek. 
Bunca gürültü patırtı en çok onu üzmüş olsa gerek. 

f- Mantıksal Tutarsızlık : 
Bir cümlede, iletilmek istenen anlamın eksiksiz olabilmesi için düşünce ve mantık son derece önemlidir. İyi bir anlatımda sağlam bir düşünme ve mantık yürütme temel koşuldur. Mantıksal hataları ve tutarsızlıkları içeren cümleler, dil bilgisi kurallarına uygun olsalar bile anlamı ve yargıyı eksiksiz iletmezler. Bu tür yanlışlar genellikle dikkatsizlik sonucu ortaya çıkar. 

Örnek: 
Önümüzdeki haftanın önemli programlarından bazılarını sizlere hatırlatmaya çalıştık. 
Önümüzdeki haftanın önemli programlarından bazılarını sizlere tanıtmaya çalıştık. 

DİL BİLGİSİ KURALLARI İLE İLGİLİ ANLATIM BOZUKLUKLARI 

Yüklem Yanlışları : 

a- Yüklem Eksikliği : 
İki farklı yargının tek eylemsiye veya tek yükleme bağlanması, çoğu kez yargılardan birinin eylemsiyle ya da yüklemle uyumsuzluğuna neden olur ve bu durum anlatım bozukluğu yaratır. Bu durumda her farklı yargıyı ayrı bir yan cümleye (eylemsiye) ya da yükleme bağlamak anlatım bozukluğunu ortadan kaldırır. 

Örnek: 
Çok az veya hiç çalışmadan sınava girdiler. 
Çok az çalışarak veya hiç çalışmadan sınava girdiler. 

İş konusunda ben onu, o da beni etkilemek istemez. 
İş konusunda ben onu etkilemek istemem, o da beni etkilemek istemez. 

b- Yüklem Uyuşmazlığı : 
Sıralı cümlelerde yüklemlerin kip ve kişi ekleri yönünden uyumlu olmaları gerekir. Bu eklerin uyumsuzluğu anlatım bozukluğu yaratır. 

Örnek: 
Sabahları bana uğrar, okula birlikte giderdik. 
Sabahları bana uğrardı, okula birlikte giderdik. 

Badana boya bitmiş, evi yerleştirecektik. 
Badana boya bitmişti, evi yerleştirecektik. 

Özne Yanlışları: 

Sıralı ve bağlı bileşik cümlelerde ortak olarak kullanılan öznenin bütün yüklemlere uyması gerekir. Özne, bu eylemlerden birine uymazsa cümlede özne yüklem uyuşmazlığı ortaya çıkar. Bu tür anlatım bozuklukları, her farklı yargıya ayrı bir özne kullanılmasıyla giderilebilir. Ayrıca özneyle yüklem arasında, kişi yönünden ve tekillik çoğulluk yönünden bir uygunluk da olmalıdır. 

Örnek: 
Kitaptaki yanlışlar düzeltilecek ve ikinci baskıya girecek. 
Kitaptaki yanlışlar düzeltilecek ve kitap ikinci baskıya girecek. 

Nesne Yanlışları: 

Nesne-Yüklem Uyuşmazlığı: 
Bu uyuşmazlık, bileşik cümlelerde nesnenin, ilk cümlenin yüklemine uymamasından kaynaklanır. Bu bozukluk ikinci cümleye dolaylı tümleç, edat tümleci veya nesne eklenerek giderilebilir. 

Örnek: 
Beni hiçbir zaman unutmadı, her zaman mektup yazdı. 
Beni hiçbir zaman unutmadı, her zaman bana mektup yazdı. 

Çocuğun gözlerindeki yaşı silip, yerine oturttu. 
Çocuğun gözlerindeki yaşı silip, çocuğu yerine oturttu. 

Tümleç Yanlışları : 

a- Dolaylı Tümleç-Yüklem Yanlışları : 
Bileşik cümlelerde ortak olarak kullanılan dolaylı tümlecin, ilk cümlenin yüklemine uyarken ikinci cümlenin yüklemine uymadığı görülebilir. Böylece tümleç-yüklem uyuşmazlığı ile ilgili anlatım bozukluğu ortaya çıkar. 

Örnek: 
Kadına her fırsatta bağırıyor, sürekli aşağılıyordu. 
Kadına her fırsatta bağırıyor, kadını sürekli aşağılıyordu. 

Sana her konuda güveniyor ve yardım bekliyoruz. 
Sana her konuda güveniyor ve senden yardım bekliyoruz. 

b- Zarf Tümleci-Yüklem Yanlışları : 
Bileşik cümlelerde, zarf tümleci ortak olmadığı halde, bütün yüklemler için ortak öğe kabul edilirse, anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Bu anlatım bozukluğu, ikinci cümleye bir zarf tümleci ilavesiyle giderilebilir. Bu nedenle bu anlatım bozukluğunun diğer adı, zarf tümleci eksikliğidir. 

Örnek: 
Her zaman senin yanındayım, seni yalnız bırakmayacağım. 
Her zaman senin yanındayım, hiçbir zaman seni yalnız bırakmayacağım. 

Hiçbir zaman kendini düşünmedi, ailesinin mutluluğu için çalıştı. 
Hiçbir zaman kendini düşünmedi, her zaman ailesinin mutluluğu için çalıştı. 

c- Edat Tümleci-Yüklem Yanlışları : 
Bileşik cümlelerde, edat tümleci durumundaki öğe, ortak olmadığı halde ortak kabul edilirse anlatım bozukluğu meydana gelir. Bu uyuşmazlık ikinci cümleye uygun bir tümleç ya da nesne eklenerek giderilebilir. Aynı şekilde bir dolaylı tümleç, nesne ya da öznenin yüklemle uyum sağlamayış nedeni bir edat tümleci eksikliği olabilir. 

Örnek: 
Akşamları kitapçıya uğrar, saatlerce sohbet ederdi. 
Akşamları kitapçıya uğrar, saatlerce onunla sohbet ederdi. 

Arkadaşımın babası geldi, bir süre sohbet ettik. 
Arkadaşımın babası geldi, bir süre onunla sohbet ettik. 

Tamlama Yanlışları : 

a- İsim Tamlaması Yanlışları : 
Bir ad tamlamasında; Tamlayan ya da tamlanan sözcüklerden birinin eksikliği, Tamlayan veya tamlanan eklerinden birinin kullanılmaması dolayısıyla tamlayan eksikliğinin anlam belirsizliği yaratması, ad tamlamasına ilişkin belli başlı yanlışlıklardır. 

Örnek: 
Onun böyle işlerle uğraşmaya ne vakti vardı ne de zamanıdır. 
Onun böyle işlerle uğraşmaya ne vakti vardı ne de bunun zamanıdır. 

b- Sıfat Tamlaması Yanlışları: 
Sıfat tamlamasına ilişkin yanlışlıklar şu şekilde oluşabilir; “Bir” den büyük sayı sıfatlarıyla kurulan sıfat tamlamalarında adın çoğul eki alması yanlışlık yaratır. Bu tür sıfat tamlamalarında adın tekil kullanılması gerekir. 

Örnek: 
Toplantıda üç ya da daha çok konuşmacılar söz alacakmış. 
Toplantıda üç ya da daha çok konuşmacı söz alacakmış. 

Yapıları Yanlış Olan Sözcükler : 

Kimi zaman yapım eklerinin sözcüklere, kurallara uygun olarak seçilmemesinden dolayı, kimi zaman da eklerin yanlış seçilmesi nedeniyle sözcüklerin yapıları bozuk olur. Yanlış yapılandırılmış sözcükler, dil bilgisi kurallarına uymaz ve anlatım bozukluğu yaratır. 

Örnek: 
Çocuğu iyi bir doktora bakıtmak gerekiyor. 
Çocuğu iyi bir doktora baktırmak gerekiyor. 

Alıkoyulan paketleri yarın postaya verelim. 
Alıkonulan paketleri yarın postaya verelim. 

Yanlış Ek Kullanımı: 

Bir sözcüğe, gelmesi gereken ekin dışında yanlış bir ekin getirilmesi de kimi zaman anlatım bozukluğuna yol açar. 

Örnek: 
Sorun arkadaşlarımızın bizi bu konuda iyi aydınlatmamış olduğundan kaynaklanıyor. 
Sorun arkadaşlarımızın bizi bu konuda iyi aydınlatmamış olmasından kaynaklanıyor. 

Noktalama Yanlışları: 

Noktalama işaretlerinin eksik ya da yanlış yerde kullanılması; cümleleri bir anlam belirsizliğine sürükleyebileceği gibi cümleden birden fazla anlam çıkmasına da yol açabilir. Bu nedenle noktalama işaretlerinin anlama etkileri ve kullanıldığı yerler iyi bilinmelidir. Yanlış kullanımlar ortaya çıkarsa amaçlanan anlama ulaşmak mümkün olmaz. Bu durumlar da cümlede bir anlatım bozukluğu yaratır 

Örnek: 
Kadın şoförü şöyle bir süzdü. 
Kadın, şoförü şöyle bir süzdü. 

"Kİ" NİN YAZIMI: 

"ki" eğer bağlaçsa; Genel olarak iki cümleyi bağlama görevi yapar. 

Örnek: 
Hava o kadar güzeldi ki kendimi hemen sokağa attım.
Bir de baktım ki ortalıkta kimse kalmamış. 

Kişi ve işaret zamirlerinden sonra gelen "ki" de bağlaç olup ayrı yazılır. 

Örnek: 
Ben ki, Bizler ki, Durum o ki 

Kişi zamiri kişi zamiri işaret zamiri Bazı bağlaçlarla birlikte kullanılmasına karşı, kalıplaşmış "ki" ayrı yazılır. 
Öyle ki, yeter ki, kaldı ki 

UYARI : "ki", eğer bağlaçsa daima ayrı bir sözcük olarak yazılır. Ayrıca kendinden önce gelen sözcüğün ünlülerine uyum gösterip "kı" olmaz. 

Kendinden önce gelen sözcüğe bitişik yazılan "ki" ler ise şunlardır: "de" ekinden sonra gelip addan sıfat yapan "ki" : 
Evdeki hesap, kafamdaki plan, yoldaki insanlar 

İlgi zamiri olan "ki" Seninki, sınıfınki, bizimki 

Bazı bağlaçlarla kalıplaşan "ki" Oysaki mademki, hâlbuki sanki 

Zaman bildiren sözcüklerden sonra gelen "ki" Dünkü, akşamki, az önceki 

"DE, DA" BAĞLACININ YAZIMI: 

Genel olarak "dahi, bile" bağlaçlarıyla aynı anlamdadır. Bağlaç olup olmadığını anlamak için cümleden çıkarmayı deneriz. Cümleden çıkarıldığında, cümle yapısı bozulmazsa bağlaç olduğunu anlarız ve ayrı bir sözcük olarak yazarız. 

Örnek: 
Buraya kadar gelip de ona uğramamak olmaz. 
Sen de çok oldun artık! 

Bu bağlaç kendinden önce gelen sözcüğün ünlülerine kalınlık-incelik yönünden uyar. 
Gençliğimizle birlikte umutlarımız da uçup gitti. 
Onu gördüyse de görmezlikten geldi. 

Kendinden önce gelen sözcük, sert ünsüzle bitse bile, bu bağlaç sertleşerek "te, ta" biçiminde yazılamaz. Yazılırsa yazım yanlışı ortaya çıkar. 
Bu iş küçük te sen gözünde büyütüyorsun. (Yanlış) 
Bu iş küçük de sen gözünde büyütüyorsun. (Doğru) 

Bağlaç olan "de, da" ile, ad durum eki olan "-de, - da" karıştırılmamalıdır. "-de, -da" eğer ad ad durum ekiyse kendinden önce gelen sözcüğe bitişik yazılır. Cümleden çıkarıldığında cümlenin anlamı da yapısı da bozulur. 

Örnek: 
Bir süre sessizce yolda yürüdük. 
Çiçeklerin kökünde bir hastalık var. 

İki "de, da" üst üste gelirse birincisinin ad durum eki, ikincisinin bağlaç olduğu dikkate alınmalıdır. 
Telefon ettim evde de yokmuş. 

"Mİ" SORU EDATININ YAZIMI: 

"mi" edatı, cümleye soru anlamı katsa da katmasa da kendinden önce gelen sözcükten ayrı yazılır 

Örnek: 
O da bizimle gelecek mi? 
Gördün mü şimdi yaptığını! 
Konuşmaya başladı mı susmaz. 

"mi" soru edatı, ayrı yazılmasına karşın kendinden önce gelen sözcüğe, kalınlık-incelik ve düzlük-yuvarlaklık yönünden uyum sağlar. Okudun mu? Güzel mi? 

"mi" soru edatından sonra gelen zaman ve kişi eklentileri soru edatıyla bitişik yazılır. 
Onunla sık sık görüşüyor musunuz? 
Olanları bilir miydi de?

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite İyi ve Etkili Yazabilmek ve Konuşabilmek İçin Gerekli Özellikler

İYİ VE ETKİLİ YAZABİLMEK VE KONUŞABİLMEK İÇİN GEREKLİ ÖZELLİKLER 

1- Gözlem yapmak 
2- Düşünmek 
3- Okumak 
4- Ana dili iyi kullanmak 

1- Gözlem Yapmak :

İyi ve güzel bir yazı yazabilmek ve etkili konuşabilmek için her şeyden önce iyi bir gözlemci olmak gerekir. 

Gözlem; bakmak değil görmek, doğanın canlı cansız bütün unsurlarını, ayrıntılarıyla görmek demektir. 

Gözlem; doğru görmeyi, doğru tanımayı öğretir. Bir şeyi iyi anlayabilmek için onun kendi kendine ortaya çıkan türlü belirtilerini gözden geçirmek işine "Gözlem" denir. 

Gördüklerimizi anlamak ya da anlatmak için gözlem yapılır. İnsanların çoğu, kendilerinin iyi birer gözlemci olduğunu söylemelerine karşın, iyi yazı yazamaz ya da etkili konuşma yapamaz. Öz eleştiri yapıldığı takdirde görülecek ki, insanlar; başta aile olmak üzere, çevre, okul ve en yakın arkadaşları hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değildir. Oysaki önceden derinlemesine yapılan gözlemler, çevre ve kişilerle uyumu kolaylaştıracak, iletişimi hızlandıracaktır. 

Bir dilencinin sokak aralarında, dolmuş kuyruklarında dilenmesini; hele hele dilenmekten utanan yoksul insanların toplumla ilişkilerini, ruh hâllerini gözlem yapmayan bir insan, nasıl "yoksulluk" konusunda yazı yazabilir, konuşma yapabilir? Öyleyse, hangi konuda yazı yazmak, konuşma yapmak istiyorsak; o konuyla ilgili önceden gözlemlere sahip olmalıyız. Bu düşüncelerden hareketle; siz de, ailenizi, çevrenizi, öğretmenlerinizi, arkadaşlarınızı kolay iletişim ve başarılı olmak için mutlaka gözlem yapmalısınız. 

2- Düşünmek (fikretmek = tefekkür) : 

İyi ve güzel yazı yazmak, etkili konuşmak için gerekli olan özelliklerden biri de "düşünmek" tir. 

Yazı yazmanın temelinde düşünme yatar. Okuduğumuz bir eser ya da parça, kafamızda birçok düşünceler yaratır. Dış dünyamızda gördüğümüz canlı ve cansız bütün unsurlar, kafamızda birtakım düşünceleri ve hayalleri canlandırır. Görülen, duyulan, okunan, incelenen somut ve soyut bütün kavramların bağlantıları, düşünce içerisine girer. 

Düşüncelerimizi açık, ilgi çekici, canlı bir biçimde ortaya koymalıyız. Düşünme, iç gözlem ile elde edilir. 

Gözlem; dışarıyı görmek, düşünme ise içimizi incelemek ve görmek demektir. Doğal olarak, bütün insanlar düşünceye sahiptir. Ama düşünceden düşünceye fark vardır. Düşünce ile plân (tasarı) arasında sağlam bir bağ kurulmalıdır. 

İnsan, yaşamış olduğu ortam gereği; kişi, çevre, toplum, konu, olay vb. kavram ya da faaliyetlerde sağlıklı ve plânlı düşünmek zorundadır. Düşüncelerdeki dağınıklık ve plânsızlık, insanın çevreyle ve olaylarla bağlantısını bozar, uyumunu engeller. Bu durumda ise mutsuz ve başarısız bir kişilik ortaya çıkar. 

Sağlıklı düşünemeyen, düşüncelerinde plân yapamayan bir insan, nasıl iyi ve güzel yazı yazsın? Nasıl etkili konuşma yapsın? Öyleyse, bir konu ya da olay hakkında yazı yazmadan, konuşma yapmadan önce mutlaka düşünmeliyiz. 

3- Okumak : 

"Ben aydınım" diyebilen bir insan; en az günde bir gazete, haftada bir dergi, ayda bir kitap okumak zorundadır. 

Düzenli olarak ayda bir kitap okuyan birisi elli yılda altı yüz kitap okur. İnsanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar yazılmış milyonlarca kitap içinde altı yüz kitabın önemi ne kadardır? 

Her çeşit kitabı düzenli aralıklarla okuyanlarla, hayatında eline hiç kitap almamışlar arasındaki fark; beyaz renkle siyah rengin arasındaki fark gibidir. Birisi bilim ve aydınlık, diğeri ise cehalet ve karanlıktır. 

Her şeyden önce, okumayan insanın kelime hazinesi gelişmez. Bu durumda sınırlı sayıda kelimelerle hangi duygu ve düşünceler etkili bir şekilde anlatılsın? 

Yazarlar, şairler ve sanatkârların düşüncelerini daha iyi anlayabiliyoruz. Çünkü kelime hazineleri büyük. Çünkü onlar okumaya önem veren, okumanın insan için bir üstünlük olduğunu kavrayan kişilerdir. Bilgili ve bilinçli aydın olabilmenin yegâne yöntemi okumak, çok okumaktır. Doğal olarak, yazılı ve sözlü kompozisyonda başarının önemli sırlarından birinin de düzenli okumak olduğunu unutmamak gerekir. 

4- Ana Dili İyi Kullanmak : 

Günümüzde, insanların çoğunun dört yüz - beş yüz kelimeyle konuşup anlaştığı bir gerçektir. 

Aydınların pek çoğu ise ortalama üç bin - beş bin kelimeye işleklik verebilmektedir. Bu durum, ana dilini iyi kullanmakla ilgili önemli bir toplumsal kusur olarak görülmektedir. Çünkü toplumun yönlendirici ve yöneticisi durumundaki aydınlar, en az on beş bin - yirmi bin kelimeye işleklik kazandırmak zorundadır. 

Bu gerçekler ışığında; etkili ve güzel yazı yazmak ve konuşmak için ana dili iyi bilmek gerekir. Bu ise, dil bilgisi kurallarının ve anlatım bozukluklarının bilinmesini zorunlu kılar. 

Gözleme değer veren, plânlı düşünen, sağlıklı okuyan ve ana dilini iyi kullanan insan; üstün bir ifade yeteneğine sahip olur. Bu dört önemli özellik, birbirleriyle yakından ilgilidir. Birinin yokluğu, diğerlerinin yokluğuna yol açar. Bu nedenle, dört özelliğe de aynı şekilde önem verilmelidir.

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Öğretici Metinler Biyografi (Hayat Hikayesi), Gezi Yazısı (Seyahatname), Söyleşi (Sohbet)

II. Ünite Öğretici Metinler Günlük

4. Biyografi (Hayat Hikayesi) :

Çeşitli bilim dalları ile güzel sanatlar ve spor alanlarında ün yapmış bir kişinin hayatının derlenip toparlanması ve sonunda yazıya geçirilmesidir. 

Biyografilerin yazılmasındaki amaç; tanınmış, yararlı olmuş kişilerin çektikleri sıkıntıları, karşılaştıkları güçlükleri nasıl yendikleri, başarıya nasıl ulaştıklarını anlatmaktır. Bu şekilde, okuyucuların "kıssadan hisse çıkarmaları" sağlanır; sabırlı, düzenli ve plânlı çalışmanın başarıya olan katkısı verilmek istenir. 

Biyografiler; sanata, edebiyata, tarihe ışık tutarlar. Anma ve kutlama günlerinde, sanat gecelerinde bu tür yazılardan yararlanılır. Ayrıca, biyografiler; belli bir dönemin olaylarını, toplumun yapısını ve sanatını da belgeler niteliktedir. 

Biyografiye, eski edebiyatımızda "Tercüme-i Hâl" (Hâl Tercümesi) denirdi. Divan edebiyatındaki "Şuara Tezkireleri", sadece şairlerin özelliklerini veren biyografi niteliğindeki eserlerdir. Biyografiler açık, sade bir dille, tarafsız bir görüşle yazılmalıdır. 

Biyografi türleri şunlardır: 
Otobiyografi: Yazarın kendisi tarafından yazılmış biyografiye denir. Kendi hayatını yazan kişi, doğumundan otobiyografisini yazdığı döneme kadar geçirdiği safhaları anlatır. 

Otobiyografik roman: Kişinin kendi hayatını roman şeklinde yazmasıdır. Biyografik roman: Ünlü kişilerin hayatlarını konu edinen romandır. Mehmet Süreyyâ'nın "Sicil-i Osmânî"si, Çeşitli kişiler tarafından kaleme alınmış "Şuarâ tezkireleri", Şevket Süreyyâ AYDEMİR'in "Tek Adam" ve "İkinci Adam"ı biyografik eserlere örnektir. 

NOT: Biyografi türüyle benzerlik gösteren eserlere Divan edebiyatında “tezkire” denir. 

Türk edebiyatında ilk biyografi örneğini (tezkire) Ali Şir Nevai 16. Yüzyılda “Mecalis’n- Nefais” adlı eseriyle vermiştir. 

5. Gezi Yazısı (Seyahatname) :

Yazarların yurt içinde ya da yurt dışında yaptıkları gezilerde, gördüklerini anlattıkları edebî eserlerin ortak adıdır. 

Bu eserlerde yazarlar; gezip gördükleri yerlerdeki insanların bütününün ya da belli bir kesiminin yaşayışını, gelenek ve göreneklerini, dikkatlerini çeken ve okuyucuların da ilgi duyacaklarına inandıkları özelliklerini anlatmaya çalışırlar. 

Gezi yazılarında ilginç bir anlatım vardır. Yazılarda anlatım, yeri gelir hikâyeye dayanır; yeri gelir bir portre çizilir, tasvir yapılır. Konuşmalar da bulunabilir. Yani anlatım, yer yer değişiklikler gösterir. 

Gezi; hayale değil, yazarının gözlemine ve doğru olarak duyduklarına dayandığı için tarih, coğrafya, toplum bilim, hukuk vb. bilim dallarına kaynaklık eder. 

Gezi; gazete ve dergilerde yayımlanacak ölçüde yazılabileceği gibi, kitap hâlinde de yazılabilir. Gezi türü, edebiyatımızda yeni değildir. Divan edebiyatı zamanından beri "Seyahatname" adı altında türlü eserler bulunmaktadır. Bazı sefaretnameler ile tarihî, coğrafî konularda yazılmış pek çok eser, bütünü ile olmasa da gezi yazısı özelliği gösteren bölümler taşırlar. 

Türk edebiyatında gezi türünde kaleme alınmış en büyük eser, Evliya Çelebi'nin (1611-1685) on cilt olarak yazdığı Seyahatname'dir. Evliya Çelebi, bu eserinde gezip gördüğü memleketlerin tarihi, insanları, âdetleri, yaşayış tarzları ve her türlü özellikleri hakkında geniş ölçüde bilgi vermiştir. 

Ayrıca, Seydi Ali Reis'in Mir'âtü'l-Memâlik (Ülkelerden Manzaralar), İzzet Molla'nın Mihnet Keşan adlı eserlerini, Tanzimat'tan önceki dönemde yazılmış gezi eserleri (seyahatnameler) arasında sayabiliriz. 

Gezi yazısı yazarken şu özelliklere dikkat etmek gerekir: 
1- Gezilen yerlerin, hiç bir yere benzemeyen özelliklerini dile getirmek. 
2- Gezilen yerlerde yaşayan insanların kültürel özelliklerini (ırk, dil, hayat tarzı, folklorik özellikleri vb.) belirtmek. 
3- Gezilen yerlerin tarihî, mimarî ve uygarlık özelliklerini belirtmek. 
4- Gezilen yerlerin teknolojik ve ekonomik alandaki gelişmelerini belirtmek. 

NOT: 
1- Anılarda amaç yazarın yaşamındaki ilgi çekici olayları anlatmasıdır, 
2- Gezi yazılarında ise amaç gezilip görülen yerleri okuyucuya tanıtmaktır. 
3- Üslup olarak hem anı hem de gezi yazıları açık, sade, anlaşılır, içten bir anlatım vardır. 
4- Gezi yazılarında gözlem önemli bir unsurdur. Anılarda ise yazarın kendi yaşamına dair izlenimleri önemlidir. 
5- Her iki türde de dil göndergesel işlevde kullanılır. 
6- Her iki türde de öyküleyici, betimleyici, açıklayıcı anlatım türleri kullanılır. 

6. Söyleşi (Sohbet) :

Söyleşi anlamındaki Arapçadan dilimize geçmiş olan sohbet kelimesi, iki anlam içerir: 
1. Arkadaşlık, yârenlik; 
2. Konuşma, görüşme, birlikte oturup söyleşme. 

Makalelerin bir konuşma havası içinde daha senli benli olarak yazılan tarzına Söyleşi (Sohbet) denir. 

1- Gazete ve dergi yazılarındandır. 
2- Bu tür yazılarda, samimiyet esastır. 
3- Yazar, düşüncelerini muhakkak kabul ettirmek için okuyucularını zorlamaz. 
4- O, daha çok kendi kişisel düşüncelerini ileri sürer. 
5- Söyleşilerde, küçük fıkralar ve anılar da malzeme olarak kullanılır. 
6- Herkesi ilgilendiren konular işlenir 
7- Cümleler çoğu zaman konuşmadaki gibi devriktir. 
8- İçtenlik, samimilik, doğallık sohbetin özelliklerindendir. 
9- Yazar, sorulu-cevaplı cümlelerle konuşuyormuş hissi verir. 

Söyleşi türünün genel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: 
1-  Kompozisyon türü olarak söyleşi; makale plânıyla, fakat bir karşılıklı konuşma havası içinde yazılan yazılardır. 
2- Söyleşiler, genellikle günlük sanat olaylarını konu olarak ele alır. 
3-  Gazete ve dergi yazılarındandır. 
4- Yazarın, okuyucu ile bir sohbet havası içinde senli benli konuştuğu yazı türüdür. 
5- Yazar, düşüncelerinin doğruluğunda ısrar edici olmaz. 
6- Söyleşide, daha çok yazarın kişisel düşünceleri ağırlık kazanır. 
7- Söyleşilerin en önemli özelliği, yazarın samimi, içten bir ifade tarzını ortaya koymasıdır. 
8- Ayrıca, bu tür yazılarda anılar, fıkralar ve çeşitli güncel olaylar verilerek yazarın duygu ve düşünceleri desteklenebilir.

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Öğretici Metinler Günlük (Günce), Anı (Hatıra)

II. Ünite Öğretici Metinler

2. Günlük (Günce):

Bir kimsenin düzenli olarak, günlük olaylarla ilgili yorumlarını, bunlardan kaynaklanan o günkü anlayışlarını, düşüncelerini, üstüne tarih atarak kaleme aldığı kısa yazılara “günlük” veya “günce” denir. 

Günlükler ne gün yazıldığını belirtmek için tarih atılan, çoğu zaman her günün sonunda o gün olup bitenin sıcağı sıcağına anlatıldığı, olaylarla ilgili yorumlar, değerlendirmeler yapıldığı yazılardır. 

Günlükler her gün yazıldığı için kısadır. Bu yazılar yazarın yaşamından izler taşır. Bu bakımdan günlükler içten ve sevecendir. Günlüklerin anlatımı geliştirmede önemli bir yararı vardır. 

Özellikleri şunlardır: 
1-Günlükler kısa, içten ve sevecen yazılardır. 
2-Olayı yaşayan kişi tarafından yazılır. 
3-Yazar günlükleri kendisi için yazmıştır. 
4-Günlükler, tarih atıldığı için inandırıcı yazılardır. 
5-Günlüklerde gözlem ve kişisel dikkatin önemi büyüktür. 
6-Kısa yazılardır. 
7-Günlükler; roman, gezi yazısı, hatıra gibi metin türlerinde kullanılabilir. 

Günlük - Anı farkı: 

Anı ile günlük çoğu zaman karıştırılmaktadır. Günlük adından anlaşılacağı üzere yaşanırken, günü gününe yazılır. Anı ise aradan zaman geçtikten sonra yazılır. 

Örneğin kişi günlüklerinden yararlanarak ileride bir anı kitabı kaleme alabilir. Günlük yazarı sadece kendisini ya da kendisini merkeze alarak çevresindekileri anlattığı halde; anı yazarları başkalarını anlatabilir. 

3. Anı (Hatıra): 

Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede şahidi olduğu ya da duyduğu olayları edebî değer taşıyan bir dille anlattığı yazılara anı (hatırat) denir. 

Bir başka deyişle, özümüzde bir iz bıraktığı için unutulmayan ve anılmaya değer bulduğumuz olayları anlatan yazı türüdür. Edebiyat sahasının en yaygın türlerinden biridir. Bu türde verilen eserlerin çok değişik sahalarda oluşu, ona belli bir sınır çizme imkânını zorlaştırır. 

Anıların önde gelen özelliği, yazarının hayatının belli bir kesitini alması ve çok sonra yazıya dökülmesidir. İçlerinde anı türünün özelliği bulunabilecek seyahatname, sefaretname, muhtıra, tezkire, menkıbe, günlük, otobiyografi ve tarih türleri ile anı türünü karıştırmamak gerekir. Bu türlerin her birinin yazılış gayeleri ayrıdır. Ortak özellikleri ise yaşanmış olaylar üzerine kurulmuş olmalarıdır. Ancak bu özellik, onları birbirinin yerine koyma sebebi olamaz. Anıların, tarihî gerçeklerin açıklanması sırasında, önemli yardımları dokunur. 

Anı; tarih değilse de, tarihe yardımcıdır. Devirlerin özelliklerini anlatan anılar, o devrin tarihini yazacaklar için önemli birer belge niteliğindedir. Bundan ötürü, anı yazarı, anılarını yansıtırken tarihî gerçeklerin bozulmamasına çok dikkat etmelidir. 

Anı (Hatırat) ile günlük, en çok karıştırılan iki türdür. Bu iki türün en önemli ayrılığı günlüklerin yaşanırken, anıların ise hayatta ya da ömrün sonunda kaleme alınmalarıdır. Her ne sebeple kaleme alınırsa alınsın anı türünde dürüstlük, samimiyet ve sorumluluk duygusu ön plânda tutulmalıdır. 

Anı yazarken önce konu tespit edilmeli; sonra ya günü gününe tutulan notlar ya da hafızada saklanan olaylar zinciri, plâna göre düzenlenmelidir. Anı yazılırken süslü sanatlı bir anlatımdan kaçınmalı; açık, sade ve akıcı bir üslûp kullanılmalıdır. Duygu ve düşünceler, içtenlikle gerçeği yansıtmalıdır. 

Anılar, ya günü gününe tutulan notlar hâlinde ya da sonradan hatırlanmak suretiyle yazılır. 

Batı edebiyatında en ünlü anı yazarları; 
Sain-Simon (1675-1755) ve 
Rousseau (1712-1778)' dir. 

Batı edebiyatındaki ünlü anı yazarları ve eserleri şunlardır: 
Sain-Simon : "Hatıralar" 
Rousseau : "İtiraflar" 

Türk edebiyatındaki anı eserlerine örnekler ise şunlardır: 
Ziya Paşa : "Defter-i A'mâl" 
Muallim Naci : "Ömer'in Çocukluğu" 
Ahmet Rasim : "Falaka" ve "Muharrir, Şair, Edip" 
Halit Ziya UŞAKLIGİL :"Kırk Yıl" ve "Saray ve Ötesi" 
Hüseyin Cahit YALÇIN : "Edebî Hatıralar" 
Falih Rıfkı ATAY : "Çankaya" ve "Zeytindağı" 

Anılar, genellikle aşağıdaki nedenlerden dolayı yazılır: 
1- Geçmişi bir kez daha yaşamak ve yazma alışkanlığı kazanmak. 
2- Anıları unutulmaktan kurtarmak. 
3- Yok olup gitmesini göze alamadığımız bir gerçeğe kalıcılık kazandırmak. 
4- Anıyı oluşturan olayı, durumu, yerleri, kişileri söz konusu edip, başkalarının bilgisine, yararına sunmak. 
5- Kamuoyu önünde aklanmaya çalışmak, pişmanlığı dile getirip içini boşaltmak, günah çıkarmak. 
6- Gelecek kuşaklara geçmişten sonuçlar çıkarıp sunmak. 
7- Gerektiği zaman bir eleştiride bulunmak. 
8- İnsanoğlunun; yaşantılarını, deneyimlerini başkalarıyla paylaşmak gereğini duymak. 

Özellikleri: 
1- Anılar ilgi çekici, bilinir nitelikte olmalıdır. 
2- Anıların öğretici yanı vardır. 
3- Anlatıcı yazarın kendisidir. 
4- Yazar her türlü kaynaktan yararlanabilir. 
5- Objektif eserlerdir ve dönemle ilgili belge niteliği taşırlar. 

Anı – Otobiyografi farkı: 
Anılar üslup yönüyle otobiyografilere de benzer; ancak anı otobiyografi içinde sadece bir bölüm sayılabilir. Yani otobiyografiler anıya göre daha geniş ve daha uzun bir dönemi içine alır. 

Anı- Gezi Yazısı farkı: 
Anılar, üslup yönüyle gezi yazısına benzese de yazarın dış dünyadan çok kendisinden söz etmesiyle gezi yazısından ayrılır. Gezi yazılarında özne dış dünyadır. Anılarda ise özne kişinin kendisidir. Anılarda çevreye ait bilgiler gezi yazısı kadar ayrıntılı değildir.

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...