24 Ekim 2022 Pazartesi

Hamal ile Genç Kızların Öyküsü 1 - Binbir Gece Masalları


Masalın Adı : Hamal ile Genç Kızların Öyküsü

Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları

Dokuzuncu Gece
Şehrazâd, yeniden anlatmaya başlamış:

İşittim ki, ey bahtı güzel şahım, genç büyücü kadın, gölden eline bir parça su almış ve üzerine gizemli sözler söylemiş. Balıklar kıpırdamaya başlamış ve başlarını kaldırıp o anda yeniden ademoğullarına dönüşmüşler ve kentte oturanların büyüsü çözülmüş. Ve kent, güzel çarşıları ve her biri işinin başına dönmüş esnafıyla hür bir şehir olmuş ve de eskiden olduğu gibi dağlar, adalara dönüşmüş. Bunun üzerine genç kadın, hemen, zenci zannettiği Sultan'ın yanına dönmüş ve ona "Ey sevgilim, bana, cömert elini uzat da öpeyim." demiş. Sultan ona alçak sesle, "Yanıma yaklaş!" demiş. Kadın yaklaşmış. Sultan, birdenbire kılıcını çekip kadına doğru yönelmiş. Bundan sonra, oradan çıkıp onu ayakta bekleyen büyülenmiş genç adamı bulmuş. Kurtulması nedeniyle iltifatlarda bulunmuş, genç adam da onun elini öpmüş, coşkuyla şükranlarını sunmuş. Bunu izleyerek hükümdar, ona "Kentte mi kalmak yoksa benimle ülkeme mi gelmek istersin?" diye sormuş. Genç adam da, ona "Ey zamana hükmeden hükümdarım! Buradan, senin ülkene ne kadar mesafe var, biliyor musun?" diye sormuş; Sultan da "2,5 gün" diyerek yanıtlamış. Bunu duyan genç adam, "Ey hükümdarım, eğer uyuyorsan, uyan! Buradan ülkene dönmek için, Allah'ın izniyle, tam bir 1 yıl gerek sana! Eğer sen buraya 2,5 günde, gelmişsen, kentin büyülenmesindendir. Sonra, ben de, ey şahım, seni, göz açıp kapayasıya kadar bir zaman için bile terk etmeyeceğim!" demiş.

Hükümdar bu sözleri duyunca sevinmiş ve "Tanrı'ya şükürler olsun ki, seni yoluma çıkardı! Sen bundan sonra benim evladımsın! Madem ki Tanrı bana bugüne kadar bir evlat vermedi!" demiş. Bunun üzerine birbirinin boynuna sarılmışlar; sonsuz bir neşeye kapılmışlar,

Bunu izleyerek daha önce büyülenmiş olan şehzadenin sarayına doğru yürümeye başlamışlar. Şehzade, ülkesinin ileri gelenlerine Mekke'ye giderek kutsal hac görevini yerine getireceğini söylemiş, Bunun üzerine gerekli tüm hazırlıklar yapılmış. Sonra şehzadeyle hükümdar yola koyulmuşlar. Hükümdarın yüreği ülkesine olan özlemle tutuşuyormuş, çünkü bir yıldır oradan uzaktaymış. Yanlarında sunulacak armağanlar taşıyan 80 köle varmış. Böylece tam 1 yıl, hükümdarın ülkesine yaklaşıncaya kadar, gece gündüz, yolculuk etmekten geri kalmamışlar. Bunu duyan, vezir bir daha görmekten umut kesmiş bulunduğu hükümdarı karşılamak için askerlerle yola çıkmış. Askerler hükümdarlarını görünce yere kapanmış ve 2 ellerinin arasından yeri öpmüşler. Ona "beyan-ı hoşâmedi." etmişler. Sultan, sarayına girmiş, tahtına oturmuş, sonra veziri yanına çağırtmış ve olup biten her şeyi ona anlatmış. Vezir, genç adamın öyküsünü öğrenince, onu kurtuluşa ve selamete erişi dolayısıyla kutlamış.

Hükümdar, meclis kurup herkese armağanlar dağıttıktan sonra vezirine, "Çabuk bana, buraya evvelce balıkları getiren balıkçıyı bulup getirin!" demiş. Vezir adam gönderip büyülenmiş bir kentte oturanların kurtuluşunu sağlayan balıkçıyı aratmış. Hükümdar, onu yanına çağırmış ve hilatlar giydirmiş, yaşamı üstüne sorular sormuş, çocukları olup olmadığını öğrenmek istemiş. Balıkçı da ona, bir oğlu 2 kızı olduğunu söylemiş. Sultan, 2 kızdan biriyle hemen kendi evlenmiş, genç adam da ikincisini eş edinmiş. Sultan, kızların babasını artık yanından hiç ayırmamış ve onu baş hazinedar yapmış. Sonra veziri, genç adamı Kara Adalar arasındaki kentine yollamış, onu bu adaların hükümdarı yapmış, daha önce kendisine yoldaşlık eden 50 köleyi de maiyetine vermiş ve o ülkenin emirlerine dağıtılmak üzere pek çok hilatlar göndermiş. Bunun üzerine vezir, hükümdarın ellerini öperek yola koyulmuş. Hükümdarla genç adam, birlikte yaşamlarını sürdürmüşler.

Balıkçıya gelince, baş hazinedar olarak, 2 kızı da hükümdar eşi olan zamanın en zengin adamlarından biri olmuş ve ölünceye kadar öyle kalmışlar.

"Fakat," diye sözünü sürdürmüş Şehrazâd, "bu öykünün Hamalın öyküsünden daha çok hayranlık uyandırdığına sakın inanmayın! "

HAMAL İLE GENÇ KIZLARIN ÖYKÜSÜ

Bir zamanlar Bağdat'ta bekâr bir hamal yaşarmış.

Günlerden birgün, çarşıda küfesine kaygısızca yaslanmış otururken, Musul kumaşından, nakışla duble edilmiş ve altın payetler serpiştirilmiş ferah çarşafına bürünmüş bir hanım önünde durmuş. Yüzündeki peçeyi hafifçe kaldırmış ve peçe altından, uzun kirpikli siyah gözleri ve harika göz kapaklan görünmüş. Nitelikleri mükemmel olan vücudu ince, ayakları ufacıkmış. Sonra sesinin tüm tatlılığıyla, ona "Ey hamal, küfeni al ve beni izle!" demiş ve hamal, âdeta büyülenmiş gibi küfesini toparlayıp genç kadının peşine düşmüş. Bir süre yürüdükten sonra, bir evin kapısında durmuşlar. Kadın, kapıyı çalmış ve hemen Nasrani kapıyı açıp ona 1 dinar karşılığı bir ölçü zeytin vermiş; kadın da hamala, "Al bunu, küfene koy, beni izle!" demiş. Hamal da, "Aman yarabbi! Ne mübârek gün bu böyle!" diye haykırmış; küfesini yüklenip genç kadını izlemiş. Kadın sonra bir manavın önünde durmuş ve Suriye elmaları, Osmanlı ayvaları, Umman şeftalileri, Halep yaseminleri, Şam nilüferleri, Nil hıyarları, Mısır'ın misket limonları, Sultani ağaç kavunları, Mersin yemişleri ve nergisler satın almış. Bütün bunları hamalın küfesine yerleştirmiş ve ona, "Taşı bunları!" demiş. Hamal da taşımış ve bir kasap dükkânına gelinceye kadar kadını izlemiş. Kadın dükkâncıya, "Bana 10 artal et kes!" demiş. Kasap, 10 artal et kesmiş. Kadın bunları muz yapraklarına sarmış ve küfeye koymuş ve ona, "Taşı bakalım, hamal!" demiş. O taşımış ve kadın bir badem satıcısının önüne gelinceye kadar onu izlemiş. Kadın buradan her türden badem almış ve hamala, yeniden, "Taşı bunları ve beni izle!" demiş. Hamal, küfesini yüklemiş ve kadını bir tatlıcı dükkânının önüne gelinceye kadar izlemiş; kadın oradan bir tepsi satın almış ve dükkândaki her türlü tatlıyı buna yerleştirmiş. Açma şekerli kaymaklı tatlı, miskle kokulandırılmış, fıstıklı, nefis kadife gibi bir başka hamur işi, sabun adı verilen bisküviler, küçük pastalar, limonlu turtalar, lezzetli şekerlemeler, muşabak adı verilen bir başka tatlı, kadı lokması, sufle halindeki küçük tatlılar; ve yine Zeynep'in Tarağı denen, tereyağı, bal ve sütle yapılmış bir başka tatlı satın almış. Sonra tüm bu tatlı çeşitlerini bir tepsiye dizmiş ve tepsiyi de küfeye yerleştirmiş. Bunu gören hamal, "Bana daha Önce haber verseydin, bütün bu yiyecekleri taşısın diye eşekle gelirdim." demiş. Kadın, bu sözlere gülmüş; sonra da bir kokucunun dükkânına girmiş; oradan on tür koku almış: gülsuyu, portakal çiçeği suyu ve diğerlerini... ve de bir ölçü mest edici amber; aynı zamanda miskle karışmış gül kokusu serpen bir gülabdan; erkek kokusu saçan tohumlar, sarısabır ödü, misk; en sonunda da İskenderiye kökenli mumlar satın almış; ve tüm bunları küfeye koyarak hamala "Küfeyi yüklen ve beni izle!" demiş. Hamal, küfeyi sırtına vurup genç kadını arka bahçesinde geniş bir avlunun bulunduğu şahane bir konağa ulaşıncaya kadar izlemiş. Bu avlu kare şeklinde, yüksekte ve yöreyi tepeden gören bir mevkide imiş. Avluya açılan kapı 2 kanatlı olup abanozdan yapılmış; üstünde kırmızı altından kakmalar varmış.

Genç bir kız, kapının önünde durup kibar bir tavırla kapıyı çalmış. Kapı 2 kanadıyla açılmış. Hamal, bu sırada kapıyı açan kişiye bakmış; bu, endamı güzel ve zarif; yuvarlak ve belirgin göğüsleri, gençliği, güzelliği ve görünüşü ve davranışındaki mükemmellikle örnek oluşturacak bir genç kızmış. Alnı, yeni doğan ayın ilk ışıkları kadar beyaz; gözleri bir gazelinkine benzer; kaşları Ramazan ayının hilali gibi, yanakları lale, ağzı Süleyman'ın mührü, yüzü yükselen bir dolunay, 2 göğsü bir çift nar gibiymiş; yumuşak karnı, giysilerinin altında, göbek deliğini, mahfazası içinde değerli bir harf gibi saklıyormuş.

Onu gören hamal, aklını yitirmiş ve küfesini başından aşağı düşürecek gibi olmuş; "Yarabbi! Ömründe bundan daha mübârek birgün görmedim." demiş.

Bu genç kız, kapının ardından, alışverişi yapan kız kardeşi ve hamala, "Giriniz! Gelişiniz hayırlı olsun!" demiş.

Bunun üzerine içeri girmişler ve orta avluya açılan geniş bir salona ulaşmışlar. Salon altın ve ipekle işlenmiş örtülerle ve altın kakmalı mobilyalarla, vazolar ve oymalı iskemleler, itinayla kapatılmış perdeler ve gardıroplarla süslenmiş imiş. Salonun ortasında, göz kamaştıran inciler ve değerli taşlar kakılmış mermer bir yatak varmış; bu yatağın üstüne kırmızı satenden bir örtü örtülmüş imiş; yatağın üstünde de, gözleri Babil melikelerininki kadar güzel, boyu elif gibi uzun ve ince, yüzü doğan günü utandıracak kadar parlak, harika bir genç kız oturuyor imiş. Sanki gökte parlayan yıldızlardan biri gibi, şairin belirlediğine benzer, Arabistan'ın gerçek soylu kadınlarından biriymiş bu:

"Ey güzel kız, boyunu gören, eğilip bükülen daim zarafetiyle kıyaslarsa da: Tüm gerçeği söylemiş olmaz; marifetini göstereyim derken hata işler. Çünkü boyunun da, vücudunun da benzeri yoktur. Çünkü, dal, ağaçta ve çıplakken güzeldir. Oysa sen! Her halinle güzelsin! Seni saran giysiler bile fazladan bir zevk katarlar."

Onları gören genç kız, yataktan kalkmış, 2 kız kardeşinin yanında yerini almak üzere salonun ortasına gelmek için birkaç adım atmış ve onlara, "Niye böyle kıpırdamadan duruyorsunuz? Hamalın sırtındaki yükü indirsenize!" demiş. Bunun üzerine alışveriş yapan kız, hamalın önüne, kapıyı açan kız da arkasına gelmiş; 3. kız, kardeşlerinin de yardımıyla hamalı yükünden kurtarmışlar. Sonra küfenin içinde ne varsa taşımışlar, her eşyayı yerli yerine koymuşlar; hamala 2 dinar verip ona: "Ey hamal, hadi sen de yoluna git!" demişler. Fakat hamal, genç kızlara bakıp güzelliklerine ve kusursuzluklarına hayran olmuş; böylesine eşsiz varlıkları hiç görmediğini düşünmüş. Bir de, bu evde hiçbir erkek bulunmadığına dikkat etmiş, Sonra da, ortalıktaki içecekleri, meyveleri, kokulu çiçekleri ve diğer güzel şeyleri görüp şaşkınlığın sınırlarına dayanan bir şaşkınlık duymuş ve içinden ayrılıp gitme arzusu gelmemiş.

O zaman genç kızların büyüğü ona, "Neden böyle kıpırdamadan duruyorsun? Yoksa ücretini az mı buldun?" diye sormuş. Sonra çarşıya giden kız kardeşine dönerek, "Ona bir dinar daha ver" demiş. Ama, hamal, "Yok vallahi, benim her zamanki ücretim sadece 2 dinardır! Ücretimi az gördüğüm falan yok. Fakat gönlüm ve tüm benliğim sizin için kaygılanıyor. Kendi kendime, yapayalnız yaşadığınıza ve burada erkek olarak size arkadaşlık edecek biri olmadığına göre, yaşantınızın ne anlamı var? diyorum. Bilmez misiniz ki, bir minare, caminin 4 minaresinden biri olmadıkça, bir işe yaramaz. Oysa, siz hanımlarım sadece 3 kişisiniz ve 4.ye ihtiyacınız var. Ve yine bilirsiniz ki, kadınların mutluluğu, ancak erkeklerle birlikte olduklarında tam olur. Şairin dediği gibi, 'Bir uyumlu ses, en az 4 saz birden: Bir ut, bir ney, bir kanun ve bir cenk çalmadıkça sağlanamaz!' Hele bu erkek aklı başında, gönül adamı ve fikri ince, bir de sır saklamasını bilirse!" demiş.

Genç kızlar ona, "Ama, ey hamal, sen bizim bakire olduğumuzu bilmiyor musun? Sonra kendimizi ağzı gevşek birine bağlamaktan da korkarız. Hani şair ne demiş: 'Sırrınızı başkasına açmaktan sakınınız! Çünkü açıklanan bir sır artık sır olmaktan çıkar'" demişler,

Bu sözleri duyan hamal, haykırmış: "Ey hanımlarım, sizin yaşamınız üstüne yemin ederim ki, ben kitaplar okumuş, salnameleri incelemiş, aklı başında, güvenilir ve sadık bir adamım. Sadece hoş olan şeylerden söz ederim ve hiç sözünü etmeden, kederli şeyleri özenle gizlerim. Her durumda şairin dediği gibi davranırım:"

"Sadece efendi adam sır saklamayı bilir. Sadece, insanoğlunun mükemmeli bir vaadi tutar. Sır benim içimde, iyice kilitlenmiş, anahtarı yitmiş ve kapısı mühürlenmiş bir evde hapsedilmiş gibidir."

Hamalın okuduğu bu dizeleri dinleyen ve kendilerine okunan dörtlükleri ve ölçekli ve uyaklı sözleri duyan kızlar çok yumuşamışlar. Fakat, sadece nazlanmak için, ona "Biliyorsun ki, ey hamal, bu konak için pek çok para harcadık. Üzerinde bizim zararımızı karşılayacak para var mı? Çünkü, seni ancak para harcaman koşuluyla meclisimize kabul ederiz. Senin niyetin bize misafir olup içki arkadaşlığı yapmak ve özellikle bütün gece şafak sökünceye kadar bizi uyanık tutmak değil mi?" diye sormuşlar. Sonra evin sahibesi olan genç kızların en büyüğü eklemiş: "Karşılığı parayla ödenmeyen bir aşk, terazinin dengelenmesinde, gerekli karşı-ağırlığı sağlayamaz," Hamal da, buna yanıt vermiş: "Hiçbir şeyin yoksa, hiçbir şey olmaksızın çeker gidersin." Fakat tam bu sırada, pazardan dönen kız araya girmiş, "Kardeşlerim, şakayı bir yana bırakalım! Allah için! Bu çocuk günümüzü tatsızlaştırmadı. Başkası olsaydı, doğrusu bize bu kadar sabır göstermezdi. Ben onun yerine gerekli parayı öderim." demiş.

Buna hamal çok sevinmiş ve pazardan birlikte geldikleri kıza, "Vallahi! Günün ilk kazancını ben sana borçluyum" demiş. Kızların üçü de, "Öyleyse ey yiğit hamal, burada kal, başımız üzerine, gözümüz üzerine gelmiş olursun!" demişler. Bunun üzerine pazardan hamalla birlikte gelmiş olan kız, ayağa kalkıp üstünü başım düzeltmiş; sonra sürahileri sıralayıp şarap doldurmuş ve salonun oltasında bulunan bir havuzun kenarına sofra kurmuş ve gerekli her şeyi buraya taşımış. Sonra hepsi birden oturmuşlar; şarap o ortaya konmuş; hamal, kendini bu güzel kızların arasında, rüyadaymış gibi görmüş.

Çarşıya giden kız, sürahiden büyücek bir bardağa şarap doldurmuş. Aynı bardaktan hepsi içmiş; sonra ikinci, sonra da 3. kez içmişler. Sonra kız, bardağı yeniden doldurmuş, bunu da kardeşlerine ve hamala sunmuş. Hamal, şu dizeleri okumaya başlamış:

"İç bu şarabı! Tüm neşelerin nedenidir o! İçine kuvvet verir, sağlık verir. Tüm hastalıkları iyi eden tek ilaçtır o! Hiç kimse, tüm neşelerin nedeni olan şarabı. Hoşça duygulanmadan içmez. Sadece sarhoşluk, şehveti doyurmayı sağlar!"

Sonra 3 genç kızın da ellerini öpmüş ve bardağı dikmiş. Sonra ev sahibinin yanına gitmiş ve ona, "Ey hanımım, ben senin kölenim. Senin eşyan, senin malınım." demiş; sonra da onun onuruna şairin şu dizesini okumuş:

"Kapında, gözlerinin kölesi ayakta durmaktadır. Belki de, kölelerin en aşağılığı! Fakat hanımını bilir o! Cömertliğinin farkındadır ve iyiliklerinin! Ve özellikle ona olan şükranının!"

Bunu duyan kız da, "İç, ey dostum! Bu içki sana sağlık versin, rahatlık versin! Ve de gerçek dirliğin getirdiği kudret sağlasın!" demiş.

Hamal da bardağı alıp genç kadının elini öpmüş ve tatlı bir uyumla, yavaşça, şairin şu dizelerini okumuş:

"Dostuma yanakları gibi parlak şarap sundum, Yanakları öylesine parlaktır ki, ancak bir alev ona bu parlaklığı yansıtmıştır sanırsın! Onu alır gibi yaptı, fakat gülerek dedi ki sonra: 'Nasıl benden kendi yanaklarımı içmemi istersin?' Ben de ona, 'Ey kalbimin alevi, al bu şarabı İç! Benim gözyaşlarımdır bu ve de kızıllığı kanımdan gelir... Bu ikisinin kadehteki karışımı tüm ruhumdur.' dedim."

Genç kız, hamaldan bardağı almış, dudaklarına götürmüş, sonra gidip kız kardeşlerinden birinin yanına oturmuş. Ve sonra hepsi birden raksetmeye, şarkı söylemeye ve birbirine çiçekler atmaya başlamışlar. Bütün bunlar olurken, hamal onları kollarına alıyor ve öpüyormuş; biri ona açık saçık şakalar yaparken, öbürü hamalı kendine çekiyor ve üçüncüsü de çiçeklerle yüzüne vuruyormuş. Böylece içki zihinlerini bulandırasıya kadar içmeyi sürdürmüşler. Sonra yine akşam oluncaya kadar aynı bardaktan sırayla içmeye başlamışlar. Sonrada hamala, "Şimdi başını çevir ve omuzlarının genişliğini göstererek bas git!" demişler. Hamal böyle yapacağına, "Vallahi! Ey hanımlar, sizin evi terk etmektense, ruhumun bedenimden çekip gitmesi daha kolaydır. Bu geceyi, gelecek sabaha birlikte ekleyelim. Yarın herkes kendi bahtının çizdiği yola gider." Bunun üzerine çarşıya giden kız, araya girerek, "Kardeşlerim, bırakalım geceyi bizimle geçirsin: Bizi epeyce eğlendirecek, güldürecektir, çünkü çok utanmaz olduğu halde, çok da nazik olan bir genç bu!" demiş. Bunun üzerine kızlar, hamala, "Pekâlâ! Bu gece bizimle kalabilirsin. Fakat bir şartımız var: Kendini tamamen bizim yönetimimize bırakacaksın, gördüğün herhangi bir şeyin açıklanmasını istemeyecek ve nedenler üstünde durmayacaksın, oldu mu?" demişler. Bunu duyan hamal, "Evet, kabul ediyorum, hanımlar!" demiş. Kızlar hamala, "Kalk öyleyse, kapının üstünde yazılı olanı oku!" demişler. Hamal kalkıp kapının üstünde altın yaldızlı harflerle yazılı olan şu ibareyi okumuş:

"Hoşuna gitmeyen şeyler işitmek istemiyorsan, seni ilgilendirmeyen konularda konuşma!"

Sonra da hamal, "Hanımlarım, sizi tanık tutarım ki, beni ilgilendirmeyen konularda hiç konuşmayacağım!" demiş.

O anda, Şehrazâd, şafağın söktüğünü görmüş ve yavaşça susmuş. ....devamı Hamal ile Genç Kızların Öyküsü 2

Limon Kütüphanesi (Jo Cotterill) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili



Kitabın Adı: Limon Kütüphanesi

Kitabın Yazarı: Jo Cotterill

Kitap Hakkında Bilgi:

"Kitaplar size kaybettiğiniz insanları geri verir."

Calypso 10 yaşında bir kız çocuğu. Kitaplar tüm dünyası. Annesini kanserden kaybetmiş ve babası ile yaşıyor. Babası içsel bir güce ve güçlü olmaya kafayı takmıştır. Olayları soğukkanlı karşılar, eşinin ölümünde bile ağlamamıştır. Calypso’ya da durmadan içsel olarak güçlü olmayı ve yalnızken mutlu olmayı telkin eder.

Bir gün Calypso’nun okuluna yeni bir kız gelir. Bu kız onun rutin hayatını değiştirmeye başlayacak kişidir. Calypso, kendisi kadar kelimelere ilgi duyan bir arkadaş bulduğu için çok mutludur. Mae’nin en az onun kadar okuması ise bir başka sürpriz olur.

Bu arkadaşlık limonlar gibi bir gün çürüyecek mi yoksa sonsuza dek sürecek midir?

"Bir uçurumun kenarında duruyormuşum gibi hissediyordum, düşmemek için elimden tutan bir şey yoktu.

Keşke o limonları hiç bulmasaydım."   (Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, annesi vefat ettikten sonra babasıyla beraber yaşayan küçük bir kızın yaşadığı zorlukları anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

Calypso 10 yaşında, küçük bir kız çocuğudur. Calypso yakın bir zamanda annesi ölmüştür. Calypso'nun kardeşi yoktur ve babasıyla beraber yaşamaktadır. 

Annesi yaşadğı zamanlarda Calypso, çok mutlu bir çocuktur. Annesi resim yapmayı ve kitap okumayı çok severdi. Bir gün annesi rahim kanseri olduğunu öğrenir. Hastalığı çok ilerlemiştir ve davi olması mümkün değildir. Calypsu'nun annesi bir sabah aniden vefat eder. Bu acı Calypso ve babasına çok ağır gelir. 

Babası sürekli kitaplarla uğraşmaktadır. Kızını çok güçlü yetiştirmek istemektedir. Babası Calypso'nun çocuk olduğunu unutmuştur. Calypso'nun sevgiye ve ilgiye ihtitacı olduğunun farkında değildir. Calypso mutlu olmayı, arkadaşlarının olmasını, ağlamanın normal olduğunu unutmuştur. Babası bu şekilde kendisini ve kızını koruduğunu düşünmektedir.

Calypso, sessiz sakin bir kızdır, kitap okumaya ve yazmaya meraklıdır. Annesinin evdeki resim yapma atölyesini Calypso için bir kütüphaneye dönüştürmüşlerdir. Calypso ileride yazar olmak istemektedir.

Maddi durumları da çok iyi değildir. Mutfakta buzdolapları da bomboştur. Babası Limonlarla ilgili bir kitap yazmaya çalışmaktadır. Limondan yapılacak ilaçlar, yemekler, içecekler, nasıl üretildiği gibi birçok bilgiyi anlatan bir kitap olacaktır.

Babası sürekli çalıştığı için Calypso okuldan geldiğinde akşam yemeğini, evin durumunu ve babasını düşünmektedir. Okuldaki arkadaşlarının ise tüm ihtiyaçlarını anneleri karşılamaktadır. Calypso'ya artık bu durum zor gelmeye başlamıştır.  

Calypso'nun hiç arkadaşı yoktur. Sadece kitaptaki karakterler ile arkadaşlık yapmaktadır. Bir gün okula Mae adında yeni bir kız gelir. Mae, güler yüzlü, sevecen bir kızdır. Sınıfta Mae kelime dersinde Calypso'nun yanına oturur. Görevleri kelimeleri eşleştirmektir. Bunu en iyi yapan Calypso olduğu için öğretmeni onlara en zor kelime eşleştirmesini vermiştir. Bunun sayede Calypso, Mae'nin de kelimelerle arasının çok iyi olduğunu görmüş olur. Aralarında bir yakınlık oluşmaya başlar. Kitaplar hakkında konuşmaya başlarlar. Birkaç gün sonra ise Mae, Calypso'yu evlerine davet eder.

Mae ve ailesi çok iyi insanlardır, annesi çok anlayışlı ve sevgi doludur. Mae'nin annesi Calypso'yu babası kızmayacaksa akşam yemeğine kalmasını ister. Calypso eve gidip akşam yemeği hazırlama derdiyle uğraşmak istememektedir. Babasının zaten yokluğunu fark bile etmeyeceğini düşünmektedir. Mae'nin evinde yemeğe kalır. Eve döndüğünde tam da tahmin ettiği gibi babası yokluğunun farkında değildir. 

Bir süre sonra Calypso, Mae'yi kendi evlerine davet eder. Mae'ye kütüphanesini göstermek istemektedir. Mae, geldiğinde evde babası yoktur. Önce kendi kütüphanesini gezdirir, ardından annesinden kendisine kalan diğer kitapları göstermek üzere babasının kütüphanesine girerler. Ancak annesinin kitaplarının yerinde limonlar vardır. Calypso annesinden kalan son şeyler olan kitapların yokluğuna çok üzülür. Kitaplar annesiyle arasındaki son bağdır. Babası kitapları nasıl atabilir? Bu bağı nasıl yok sayardı? Babası için limonlar annesinden ve kitaplardan değerli midir? Mae, Calypso'nun verdiği tepkilerden korkarak annesini arar. Mae'nin annesi gelerek Calypso'yu kendi evlerine götürür ve devlet desteği verilmesi için başvuru yapar.

Ertesi gün okula sosyal hizmetlerden görevliler gelir. Calypso'nun babası, annesinin ölümünü atlatamamıştır. Görevliler Calypso ile konuşup ona yardım edeceklerini söylerler. Babası psikoloğa gitmeye başlar. Yaptığı hataların farkına yeni yeni varmaktadır. Her geçen gün daha iyiye gitmektedir. Bu arada babasının yazdığı kitap 4 defa retedilir. Bunun etkisiyle Calypso'nun babası yeniden depresyona girer. Calypso babasının bunu da atlatacağını düşünmektedir. 

Calypso'nun Mae ile arkadaşlığı artık bir yılını doldurmuştur. Mae ve ailesi, Calypso ve babasına çok iyi gelmiştir. Bir süre sonra babası tamamiyle iyileşir. Calypso artık çok mutludur.

19 Ekim 2022 Çarşamba

Gururlu Peri (Mehmet Seyda) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı: Gururlu Peri

Kitabın Yazarı: Mehmet Seyda

Kitap Hakkında Bilgi:

Anadolu'nun küçük bir ilçesinde sınıf öğretmenliği yapar Salim Öğretmen, çok sevilir sayılır; kendine has eğitimciliği dilden dile dolaşır. Salim Öğretmen havanın ayaza kestiği bir gece vakti evine dönerken bir dükkânın önünde büzülmüş duran küçük bir kıza rastlar. Gecenin bir vakti çengelli iğne, kibrit satmaya çalışan bu küçük kız pek bir bilmiş, pek bir uyanıktır; verdiği yanıtlarla Salim Öğretmen'i iyiden iyiye meraklandırır.Kimin nesidir, nereden gelmiştir, kimsesi yok mudur? Salim Öğretmen sorar da sorar ama doğru düzgün bir yanıt alamaz küçük kızın ağzından. O da kızı kolundan tuttuğu gibi ak saçlı, nur yüzlü anasına götürür. Valide hanım da hiç yadırgamadan bağrına basar onu. Ve kir pas içindeki bu kara kız bir güzel yıkanıp temizlenince ipek saçlı, boncuk gözlü bir peri kızına dönüşür; hassas kalbinde fırtınalar kopan, hüzünlü, gururlu bir periye… (Tanıtım Sayfasından)

Kitabın Konusu:

Kitap, bir öğretmenin soğuk bir gecede bulduğu küçük bir kız üzerinden insan sevgisini konu edinmiştir.

Kitabın Özeti:

Öğretmen Salim, Anadolu’nun küçük bir kasabasında annesiyle beraber yaşamaktadır. Salim, kasaba halkı tarafından çok sevilen ve sayılan bir öğretmendir. Öğretmenlikteki becerileri ve etkili öğretimi herkes tarafından bilinmekte ve takdir edilmektedir. 

Kasabanın kahvesinde, ilçenin ileri gelenleri sıradan sohbet etmektedirler. Tartışılan konulardan biri de insanlar için sevgi ve merhametin ne anlama geldiğidir. Sohbet uzayıp giderken Öğretmen Salim, kahveden ayrılarak evine doğru yol alır. Salim Öğretmen, havanın çok soğuk olduğu gece yolda yürürken küçük bir kız görür. Bu kız gecenin ilerleyen saatinde kibrit, çengelli iğne satmaya çalışmaktadır. Küçük kızla konuşmaya başlayan Salim, kızın verdiği cevaplar karşısında oldukça şaşırır. Kız kendisinden beklenmeyecek şekilde akıllıca konuşmaktadır. Salim kızın çok zeki ve akıllı olduğunu anlar. Kızın kim olduğunu, nereden geldiğini, ailesini soran Salim, bu konuda kızdan doyurucu bir cevap alamaz. Kız bu konuda pek bir şey konuşmaz.

Salim, gecenin soğuğunda dışarıda bir şeyler satmaya çalışan kızı annesinin yanına götürür. Öğretmen Salim, beraber yaşadığı annesine kıza sahip çıkması için tembihte bulunur. Annesi bu duruma hiç kızmaz ve kir pas içinde kalan kızı yıkar. Kız banyodan sonra bir periye dönüşür. Kız, annesinin de babasının da öldüğünü söyler. 

Adını da söylemeyen kıza Salim öğretmen, Peri adını verir. Salim, kızın ailesini araştırır. Sonunda kızın babasının öldüğünü, hasta bir annesinin olduğunu öğrenir. Kızın hasta annesine ilaç almak için bir şeyler satmaya çalıştığını öğrenir. 

Bir süre sonra Salim kızın annesini bulur. Annesi, kızına bakacak gücü olmadığını söyler. Öğretmen Salim, kıza bakabileceğini, sahip çıkacağını söyler. Ancak Peri oldukça gururlu olduğundan kimsenin yanında kalmak istemez ve kaçar gider. Uzun aramaların sonunda bulunarak geri getirilir.

Gururlu Peri, Öğretmen Salim'in öğrencileriyle de tanışarak dost olur. Oldukça sevecen biridir.

Bir gün Gururlu Peri, annesine ilaç götürürken birkaç kötü çocuk yolunu keser ve kendisini çamurun içine iteleyerek çantasını alıp kaçarlar. Gururlu Peri, annesine ilaç götüremediğine çok üzülür ve ilaç götüremediği için annesinin öleceğini sanır. Bundan dolayı kendini ilçenin yakınından akan nehre atar. Ancak çevreden koşan insanlar onu boğulmaktan kurtarırlar. Fakat Gururlu Peri, ağır bir şekilde hastalanır.

Gururlu Perinin hastalanması herkesi çok üzer. Bir yandan da onun kendini niçin nehre attığını araştırırlar. Sonunda gerçeği öğrenirler. Gururlu Periyi nehre atan çocuklar da yaptıkları işin kötülüğünü anlayarak büyük pişmanlık duyarlar.

Gurulu Peri iyileşerek herkesi mutlu eder. Ona kötülük yapan çocuklar ise jandarma komutanına gelerek pişman olduklarını söyleyip bir daha böyle kötü işler yapmayacaklarına dair söz verirler. 

18 Ekim 2022 Salı

Sista Patina Labirenti (Asuman Portakal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı: Sista Patina Labirenti

Kitabın Yazarı: Asuman Portakal

Kitap Hakkında Bilgi:

Zor olsa bile dene!

Resim ve edebiyat alanındaki çalışmalarıyla tanınan Asuman Portakal’ın kaleme aldığı Sista Patina Labirenti, ilkgençlik çağının ruhsal gelgitlerinde var olma savaşı veren iki kızın kendini bulma hikâyesini anlatıyor.

Sosyal medya mecralarından Emo kültürüne, gençliği etkisi altına alan pek çok akıma, eğilime ve yaşam tarzına değinen bu sürükleyici roman, aralarında arkadaşlığın a’sı bile olmamasına rağmen sıkı bir rekabet yaşayan Eylül ve Ziba’nın acı, öfke ve intikamla sınanan ilişkisini konu ediniyor.

Sarsıcı bir kimlik arayışı mücadelesini, heyecan verici bir “kaçış evi” deneyimiyle harmanlayan Sista Patina Labirenti, önyargıların ve rekabetin arkadaşlık ve kardeşlik bağlarını ne denli zayıflatabileceğini gözler önüne seriyor.

Öyle yaralar vardır ki karanlık bir labirente hapseder insanı. Çıkışı bulmak için sessiz çığlıklar atan Ziba, namı diğer Sista Patina da, işte o yaralılardan biridir. Çocukluğundan miras kalan acılar Ziba’yı yalnız, sevgisiz ve biraz da acımasız bir gence dönüştürür zamanla. Hayata onu bağlı tutan tek şey rekabet tutkusudur. Her daim balıklama daldığı yarış parkurundaki en dişli rakibi ise hırslı karakteriyle dikkat çeken Eylül’dür. Ne var ki o bile duymakta güçlük çeker Ziba’nın sessiz çığlıklarını. Ve en kötüsü, öyle bir hata yapar ki Eylül de yuvarlanır Ziba’nın labirentine…

Resim sanatına yön veren klasik yapıtları özgün bir roman kurgusunda buluşturarak okurlarının ufkunu genişleten Asuman Portakal, bu kitabıyla, tepkisizlik, yalnızlık, tükenmişlik gibi duygulardan nasibini alan gençlerin dünyasına dikkat çekiyor.

Sıradışı kahramanlarıyla, kendi çıkmazında var olma mücadelesi veren ruhların sesi, ümidi olan Sista Patina Labirenti; kavga yerine barışı, düşmanlık yerine kardeşliği, nefret yerine sevgiyi koymayı önererek, "zor olsa bile dene" diyor!..

#zorolsabiledene

(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, duyarsızlık, yalnızlaşma ve rekabet duygusuyla beraber sevgi, güven ve arkadaşlık kavramlarını sıkı bir rekabet yaşayan Eylül ve Ziba’nın acı, öfke ve intikamla sınanan ilişkisi üzerinden konu ediniyor.

Kitabın Özeti:

Eylül, bilgisayar kodlama konularına çok meraklıdır. En büyük hedefi iyi bir yazılımcı olmaktır. Yaklaşan seçme sınavlarının stresini yaşamaktadır. Annesi hemşire babası vardiya amiri olarak çalışmaktadır. 

Eylül çalışma tempolarından dolayı anne ve babasının yokluğunu hisseder. Üst katlarında oturan ve kendisi gibi tek çocuk olan Can’la arkadaşlık yapar. Aslında abla kardeş gibi büyümektedirler. Can ileri zekalı olan ama dikkat sorunu yaşayan bir çocuktur.

Eylül’ün asıl adı Gizem olan voleybolcu Gizmo ve resimle edebiyata meraklı Müge sınıfındaki yakın arkadaşlarıdır.

Bir gün Eylül’ün sınıfına Ziba adında yeni biri gelir. Ziba, nam-ı diğer Sista Patina. Ziba, kimseyle arkadaşlık etmeyen biridir. Sınıftaki arkadaşları tarafından dışlanan içe dönük bir kızdır. Ziba da tıpkı Eylül gibi zeki ve derslerinde başarılı bir öğrencidir. Eylül ve Ziba arasında bir rekabet oluşur. 

Ziba, çalışkan, hırslı ama saldırgan bir kızdır. Eylül’le yaptığı bir kaç kavga yaparlar. Öfkeli mizacından dolayı Eylül de zamanla Ziba'dan uzaklaşır. Sonunda Ziba, Eylül'ün instagram, e-mail gibi mecralardan rahatsız etmeye başlar. Eylül de Ziba'nın şifrelerini kırarak intikam almaya soyunur.

İkilinin arasında gelişen tatsız rekabet Eylül’ün, Ziba’nın geçmiş travmalarıyla yüzleşmesine yol açar. 

14 Ekim 2022 Cuma

Fare ile Dağ (Antonio Gramsci) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı: Fare ile Dağ

Kitabın Yazarı: Antonio Gramsci

Kitap Hakkında Bilgi:

Naif öyküsü, stilize resimleri ve farklı tasarımıyla dikkat çeken Fare ile Dağ, 20. yüzyılın en önemli entelektüellerinden Antonio Gramsci’nin, eşine yazdığı 1 Haziran 1931 tarihli mektuptan yola çıkılarak uyarlanmış özel bir kitap.

Türkçedeki “Komşu komşu!” tekerlemesini andıran Fare ile Dağ, savaş nedeniyle doğası tahrip olmuş bir köyün dayanışmasını ve elbirliğiyle yeniden eski bereketli günlerine dönme mücadelesini konu ediniyor.

Desen tarafından ilk kez Türkçede yayımlanan Fare ile Dağ, alışılmışın dışındaki ölçüleri, yukarıdan açılan kapağı ve dikey resimleriyle her yaştan kitapsever için sıradışı bir okuma deneyimi sunuyor.

Antonio Gramsci’nin, çocuklarına anlatması için karısı Gulia’ya yazdığı mektuplardan birinde söz ettiği bir halk masalına dayanan Fare ile Dağ’da, bir çocuk uyumaktadır. Yanında, hemen uyandığında içmesi için büyük bir bardak süt vardır. Fakat çocuk uyurken, sütü fare içer. Çocuk uyanıp da sütü bulamayınca ağlar; buna üzülen fare süt bulabilmek için keçiye gider. Keçi de ona yiyecek ot bulabilirse süt verebileceğini söyler. Fare bu sefer ot bulabilmek için kırlara doğru yola koyulur, ancak ne yazık ki kuraklıktan kavrulmuş otlak suya muhtaçtır. Bunu gören fare soluğu çeşmede alır. Savaşta viran olmuş çeşmedeki su ise günlerdir boşa akmaktadır… Acaba fare, tüm bu olumsuzluklara rağmen küçük çocuğa süt bulabilecek midir?

Savaşın tahripkâr etkilerinin doğaya yansımalarını çarpıcı bir üslupla betimleyen Fare ile Dağ, tabiat döngüsüne ve dayanışmanın önemine dikkat çekiyor.

Antonio Gramsci, doğaya duyarlı herkesi bu kitabı okumaya ve çocuklara anlatmaya davet ediyor…

(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, savaş yüzünden doğası harap edilmiş bir köyün dayanışma ve el birliği ile yeniden kalkınmasını anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

Fare, uyuyan bir çocuğun yanı başında duran bir bardak sütü içer. Çocuk uyandığında sütünü içemeyince ağlamaya başlar. Fare bu duruma çok üzülür. Sütünü içtiği çocuğa yeniden süt bulmak için keçiye gider. Keçi yiyecek ot bulabilirse süt verebileceğini söyler. Fare ot bulabilmek için kırlara doğru gider. Ancak kuraklıktan dolayı kırlarda ot kalmamıştır. Ot yetişmesi için suya ihtiyaç vardır. Bunun üzerine fare çeşmenin yanına gider. Savaşta viran olmuş çeşmedeki su ise boşa akmaktadır. Çeşmeyi onarmak için de taş gereklidir. Taş dağdan bulunabilir ama ormanları yok edilmiş dağ, insanlara küsmüştür. Bu durumda fare düşünür ve dağa bir teklifte bulunur. Kendisine taş verirse, çocuk da büyüdüğünde her yere yine ağaç dikecektir.

Fare, küçük çocuğun büyüdüğünde, dağın yamaçlarına çam ağaçları, meşeler ve kestane ağaçları dikeceğine söz verir. Ağaçlar dikilince yağmur geri gelecek, vadiyi sulayacak ve toprak yeniden işlenecektir. Kırlarda otlar büyüyecektir.

Dağ ikna olur ve taş verir. Duvarcı gelen taş ile çeşmeyi tamir eder. Su boşa akmaz otlağa ve kırlara hayat verir. Toprak bereketlenir, otlak yeşil otlarla dolar. Keçiler ve inekler ota doyar, ağaçlar yeniden boy verir. Ağaçların yeniden boy vermesiyle yağışlar düzene girer. Toprak kayması son bulur. Keçilerin, ineklerin  süt vermesi ve bereketli topraklar ile çocukların yetersiz beslenme tehditi ortadan kalkar. Kasabanın çehresi bütünüyle değişir.

13 Ekim 2022 Perşembe

Aşk ve Öbür Cinler (Gabriel Garcia Marquez) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı: Aşk ve Öbür Cinler

Kitabın Yazarı: Gabriel Garcia Marquez

Kitap Hakkında Bilgi:

"Mezar yazıtı ilk kazma darbesiyle parça parça yerinden fırlamış, bakır renginde canlı bir saç yığını mezardan dışarı taşmıştı. Ustabaşı, işçilerinin de yardımıyla bunları tümüyle dışarı çıkarmak istedi, ama saçları ne kadar çok çekerlerse o kadar uzun ve gür görünüyorlardı; sonunda hâlâ bir kız çocuğunun kafatasına yapışık son saç telleri de dışarı çıktı... Yere yayılan o harikulade saçlar yirmi iki metre on bir santim uzunluğundaydı..."

Gabriel García Márquez, yıllar önce tanık olduğu bu ürkünç olayın izini sürerek, gizemli bir aşk öyküsü çıkarıyor ortaya, bahtsız bir genç kızla bir rahibin olağandışı aşklarının öyküsünü. Büyülü gerçekliğin büyük ustası, Aşk ve Öbür Cinler’de, yaşama ve ölüme meydan okumakla kalmayan, aklın ve inancın sınırlarını da zorlayan bir aşk hikâyesi sunuyor okurlarına. Gerçekle söylencenin ustalıkla harmanlandığı çağdaş bir novella.

(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitapta, oniki yaşındaki bir kızın bir köpek tarafından ısırıldıktan sonra başından geçenler anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti:

Kitap, Santa Clara Manastırı’ndaki mahzenlerin boşaltılması raporuyla başlar. Bu manastırda büyük miktarda bakır renkli saç olan on iki yaşındaki bir kızın kafatası bulunmaktadır. Yazar, iki yüz yıl önce kuduzdan ölen New Grenada, şimdiki Kolombiya’da yaşamış on iki yaşındaki kızın efsanesini hatırlar. 

Sierva on iki yaşında bir kızdır. Sierva, babası Marki’nin evindeki köle mahallesinin kadınları tarafından büyütülmektedir. Doğum gününde pazara gitmeye karar verir. Pazarda bir köpek tarafından ayak bileğinden hafifçe ısırılır. Daha sonra kçpeğin kuduz olduğu anlaşılır. 

Köpek tarafında ısırılan başka insanlarda olmuştur. Isırılan insanların hepsinin kuduzdan öldüğü haberleri yavaş yavaş etrafa yayılır. Sierva’nın babası, Dr. Abrenuncio’ya kızının durumunu danışır. Doktor Sierva'nın sadece bacağından hafifçe ısırıldığı için kuduz olmayabileceğini söyler. Sierva iyi görünmektedir. Babası kızının durumunu yakından takip eder. 

Bir süre sonra Sierva hafifçe ateşlenir. Babası Marki paniğe kapılır. Sierva'yı şarlatan bir şifacısıya götürür. Şifacı kıza acı veren ve işkence eden tedaviler yapacaktır. Yerel Piskopos budurumu duyar ve Marki’yi çağırır. Piskopos, kızın şeytan çıkarma ayini için Santa Clara manastırına getirilmesini ister. Çünkü Piskopos'a göre bazen iblisler bir hastalık örtüsü altında insanları ele geçirmektedirler. Marki, uyuşturucu kullanan eşi Bernarda’ya danışmadan bu karara uyar. 

Babası, Sierva’yı manastıra teslim eder. Manastır köleleriyle şarkı söyledikten sonra Sierva tutuklanır. Kız manastır hapishanesine atılır. Başrahibe, Sierva’nın iblisler tarafından ele geçirildiğini ilan eder. Sierva çığlıklar atar, etrafına saldırır ve kavga eder. Bu, Sierva’nın iblisler tarafından ele geçirildiğinin kanıtı olarak kullanılır.

Piskopos, sırdaşı Peder Cayetano Delaura’yı kızın şeytan kovucusu olarak atar. Peder Cayetano, Piskopos’un kütüphanecisi olan otuz altı yaşında bir rahiptir. Cayetano, Sierva adlı kıza hayran kalır ve sonra ona aşık olur. Peder Cayetano, Sierva ile dost olur. Kızı serbest bırakmaya çalışır. Ancak Piskopos bunu reddeder. Bir sabah rahibeler Sierva'yı hücresinden çıkarıp saçlarını kökünden keserler. Sierva'yı Piskoposa şeytan kovma ayini için teslim ederler.

Peder Cayetano, babası Marki ve Dr. Abrenuncio, Sierva’yı manastırdan nasıl kurtaracağı konusunda konuşurlar. Peder Cayetano bir süre sonra kızın yanına gider. Sierva tarafından saldırıya uğrar. Peder Cayetano korku içinde kaçar. Peder Cayetano, Piskopos’a başına gelenleri anlatır. Peder Cayetano’nun ayrıcalıkları elinden alınır ve cüzzamlı hastanesinde çalışmaya gönderilir.

Peder Cayetano, Sierva’yı görmek için geceleri bir tünelden manastıra gizlice girmenin bir yolunu bulurBirçok gece kızı ziyaret eder. Gizlice öpüşürler, aşık olurlar ve evlenmeyi planlarlar. Bir süre sonra Sierva’nın şeytan çıkarma ayini başlar. 

Sierva iple bağlanır ve Piskopos’un ellerinde işkenceye maruz kalır. Sierva çığlık atar ve adeta kendisi için biçilen rolü oynar. Ertesi gün, dost canlısı bir yarı Afrikalı rahip şeytan kovmak için görevlendirilir. Rahip bir süre sonra gizemli bir şekilde ölür. 

Başka bir mahkum Martina Laborde, Peder Cayetano’nun tünelden girip çıktığını görür. Martina Laborde, bu yolu kaçmak için kullanır. Manastır yetkilileri tüneli keşfeder ve kapatırlar. Sierva acımasız bir şeytan çıkarma ayinine maruz kalır. Artık onu teselli edecek kimse yoktur. Sierva ölür ve mucizevi bir şekilde saçları traş edilmiş kafasından yeniden çıkmaya başlar.

11 Ekim 2022 Salı

Çöplük (Andy Mulligan) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili



Kitabın Adı: Çöplük

Kitabın Yazarı: Andy Mulligan

Kitap Hakkında Bilgi:

"Bu kitap hem macera hem de bir toplumsal adalet hikâyesi. Okurlar, kitabın sinemasal sonuyla ve kahramanların aldıkları zor kararlarla büyülenecek."
-Publishers Weekly dergisi-

"Çöplük muhteşem bir kitap. Enerji dolu, heyecan verici ve çok iyi kaleme alınmış."
-John Boyne, Çizgili Pijamalı Çocuk kitabının yazarı-

Evsiz bir oğlan olan Raphael günlerini çöpten dağların arasında geçiriyor. Çöpleri ayırıyor, taşıyor, soluyor ve geceleri çöplerden yastık yapıyor. Bir gün talihini tersine çevirecek bir çanta geçiyor eline. Bu çanta her şeyi değiştirecek, ama önce hayatını kurtarmak için kaçması gerek...

Üç sokak çocuğunun cesaret ve kurnazlıklarını kullanarak dünyaya karşı verdiği mücadeleyi anlatan roman, ödüllü bir yazarın kaleminden çıkma unutulmaz bir yoksulluk, umut ve rastlantı hikâyesi. Duyguları altüst edecek bu güçlü roman yirmi beş dile çevrildi ve beyazperdeye uyarlanıyor.
(Tanıtım Bülteninden)

Evsiz bir oğlan olan Raphael günlerini çöpten dağların arasında geçiriyor. Çöpleri ayırıyor, taşıyor, soluyor ve geceleri çöplerden yastık yapıyor. Bir gün talihini tersine çevirecek bir çanta geçiyor eline. Bu çanta her şeyi değiştirecek, ama önce hayatını kurtarmak için kaçması gerek... Üç sokak çocuğunun cesaret ve kurnazlıklarını kullanarak dünyaya karşı verdiği mücadeleyi anlatan roman, ödüllü bir yazarın kaleminden çıkma unutulmaz bir yoksulluk, umut ve rastlantı hikâyesi. 

Duyguları altüst edecek bu güçlü roman yirmi beş dile çevrildi ve beyazperdeye uyarlanıyor. 

Çöplük öğretmenlerin öğrencileriyle tartışabilecekleri olağanüstü bir kitap. Hızlı tempolu macera kurgusu, sinematografik bir çözümlemeyle tamamlanırken; bölümlerin farklı karakterlerce anlatılması hikâyenin inandırıcılığını artırıyor. Edebiyat derslerinde öğrencilerle verimli çalışmalar yapılabilecek ve toplumsal meselelerin tartışmasına kaynak olacak bir roman.

Kitabın Konusu:

Kitap, üç tane sokak çocuğunun cesaret ve kurnazlıklarını kullanarak dünyaya karşı verdiği mücadeleyi anlatmaktadır.

Kitabın Özeti:

Raphael, Gardo ve Sıçan ismindeki çocuklar çoğu insanın yaptığı gibi, satabilecekleri bir şey bulmayı umarak çöplüklerde çöp toplayarak yaşamaktadırlar. Çöplükleri, Behala adlı bir şehrin yakınında bulunmaktadır.

Raphael adındaki çöp toplayıcı çocuk bir gün en iyi arkadaşı Gardo ile çöpleri ayırırken gizemli bir çanta bulur. Çantanın içinde bir deri cüzdan, bir harita, okul üniformalı bir kızın resimleri, bir anahtar ve 1100 peso vardır. Cüzdandan çıkan 1100 pesoyu Gardo ve Raphael aralarında bölüşürler.

Aynı anda o gün polisler çöplüğe gelerek çantayı aramaya başlarlar. Raphael’in teyzesi ve kalabalık ailesiyle birlikte kaldığı kampı polisler ziyaret ederler. Çantayı bulana para vereceklerini de söyleyen polisler tüm mahalleyi seferber eder. Ancak çocuklar çantayı vermemeye karar verirler. Çantayı daha fazla bekletirlerse belki de polisin vereceği parayı artıracağını düşünürler. 

Çantayı saklaması için kemirgen farelerle dolu bir yerde yaşayan Sıçan lakaplı bir sokak çocuğuna giderler. Onun yaşadığı delik öylesine pistir ki, kimse çantayı orada aramaya gitmeyecektir. 

Ancak Sıçan çantadan çıkan anahtarı gördüğünde, Sıçan'dan tahmin etmedikleri kadar konu ile ilgili bilgi sahibi olduğu ortaya çıkar. Sıçan, çantadaki anahtarın tren istasyonundaki bir dolaba ait olduğunu söyler. Sıçan çocukların oraya gitmesine ve dolabı açmasına yardım eder. Dolabın içinde Jose Angelico adında bir adam tarafından Colva Hapishanesinde tutuklu olan Gabriel Olondriz adlı başka bir adama yazılmış bir mektup bulurlar. Ayrıca üzerine kodlanmış sayı dizilerinin basıldığı bir de kağıt vardır.

Çocuklar, Gabriel Olondriz ile konuşmak için Colva Hapishanesini ziyaret etmeye giderler. Gardo Olondriz ile tanıştıklarında, ülkenin başkan yardımcısı Senatör Zapanta’ya yolsuzluk suçlamaları yaptığı için hapise atıldığını öğrenirler. Jose Angelico, Senatör Zapanta’nın kıdemli uşağıdır ve ondan 6 milyon dolar çalmayı başarmıştır. Zapanta o parayı uluslararası yardım için ayrılmış fonlardan çalmıştır. Jose Angelico da Senatör Zapanta’da bu parayı çalar. Soygun, Senatör Zapanta’yı büyük bir alay konusu haline getirir. Bu nedenle polis parayı geri almak için uğraşmaktadır. Olondriz, Jose’den gelen mektubu duyunca heyecanlanır ve İncil’ini alabilirse şifreyi çözebileceğini söyler. Marco adındaki bir gardiyan onlara ziyaretin bittiğini ancak onlara İncil’i daha sonra getirebileceğini söyler.

Gardiyan Marco çocuklara İncil’i 20.000 pesoya verebileceğini söyler. Sıçan, Peder Juilliard’ın okuldaki kasasından bu parayı çalar. Gardo ile bir çayevinde değiş tokuş yaparlar. Ama Gardiyan Marco parayı alır ve ihanet eder. Gardo’yu polise teslim etmeye çalışır. 

Çocuklar kaçmayı, saklanmayı ve incildeki şifreyi çözmeyi sonunda başarırlar. Paranın yerinin bir mezarlıkta olduğunu anlarlar. Ölüler Günü’nde mezarı ve ayrıca öldüğünü sandıkları Jose Angelico’nun kızı Pia Dante’yi bulurlar.

Çocuklar paranın bir kısmını kendilerine ayırırlar. Paranın geri kalanını çöplükte yaşayanlara dağıtırlar. Böylece çalınan parayı Behala halkına geri verirler. Paralarını, Pia Dante ile birlikte Sıçan’ın asıl evi olan Sampalo adasına seyahat etmek için kullanırlar. Tekne satın alırlar ve hayatlarının geri kalanını balıkçı olarak geçirme planı yaparlar.

Kitap Soruları ve Cevap Anahtarı için aşağıdaki linklere tıklayınız.


Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...