10 Nisan 2019 Çarşamba

Yaban (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Kitabın Özeti, Konusu, Tahlili


Kitanın Adı : Yaban

Kitabın Yazarı : Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Kitap Hakkında Bilgi : 

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Türk edebiyatında aydın-halk arasındaki uçurumu açık bir şekilde ele almıştır.

Roman Kurtuluş Savaşı döneminde, Eskişehir'in sınırları içinde Porsuk Çayı'na yakın bir köyde yaşayan ahaliyle buraya sonradan gelmiş İstanbullu bir subayı anlatır.

Roman anı/günlük biçiminde kaleme alınmıştır. Olaylar Kurtuluş Savaşı yıllarında geçmektedir. 'Yaban" edebiyatımızın tezli romanlarından biridir. Kitap 1932 yılında yazılmıştır.

Kitabın Özeti : 

I. Dünya Savaşı'na yedek subay olarak katılan Ahmet Celâl, bu savaşta tek kolunu kaybederek geri döner.

İstanbul, İngilizler tarafından işgal edilince emireri Mehmet Ali'nin davetine uyarak, onun Porsuk çayı kıyısındaki köyüne gider. Ama aklı sürmekte olan savaştadır. Köyde, her gün gazete getirterek gelişmeleri izler. Fırsat buldukça da köylülere gelişmelerin önemini anlatır.

Köy halkı, yoksulluklarının ve cahilliklerinin asıl sebebi olan Salih Ağa'ya bağlıdır. O, ne derse ona inanırlar. Salih Ağa'nın etkisiyle kimse Ahmet Celal'e yanaşmaz. Köylü onu "yaban" olarak niteler. Bu duruma üzülen genç subay bunalıma düşer, iyice bunaldığı bir gün gezmeye, hava almaya çıkar; Emine ile karşılaşır, ona ilgi duyar. Ne var ki Emine, Mehmet Ali'nin kardeşi İsmail'in karışıdır. Aradan günler geçer. Köy Yunanlar tarafından işgal edilir. Yunanlar köyü yakıp yıkarlar, köylülere işkence ederler. Köylülerin çoğu köy meydanında topluca öldürülür.

Ahmet Celal, Emine ile birlikte bu ölüm çemberinden kaçıp kurtulmak ister. Arkalarından ateş edilir, ikisi de yaralanır. Güçlükle köyün mezarlığına ulaşırlar. Sabaha kadar orada beklerler. Ertesi gün yola çıkacaklardır. Fakat Emine yarası ağır olduğundan yürüyecek durumda değildir. Ahmet Celâl, elindeki anı defterini Emine'nin eline tutuşturur, bilinmeyen bir yöne doğru gider.

Sakarya Savaşı'ndan sonra o bölgeden düşman ordularının çekilmesi üzerine, düşman zulmünü araştırmak için köye gelen araştırma kurulu yıkıntılar, kömürleşmiş insan kemikleri arasında bir defter bulur, kenarları yanık, ortası yırtık bu defter Ahmet Celâl'in anılarını yazdığı ve son anda Emine'ye teslim ettiği defterdir.

Kendi Gök Kubbemiz (Yahya Kemal Beyatlı) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kendi Gök Kubbemiz

Kitabın Yazarı : Yahya Kemal Beyatlı

Kitap Hakkında Bilgi :

Kendi Gök Kubbemiz, Yahya Kemal Beyatlı'nın üç bölümden oluşan şiir kitabı (1961, 1963, 1969). Beyatlı'nı yeni tarz şiirleri, 1921-1957 yılları arasında çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmış, kitap halinde toplanmamıştır.

Adını, "Süleymâniye'de Bayram Sabahı" şiirinin bir mısrasından (Kendi Gök Kubbemiz altında bu bayram saati) alan kitap, Yahya Kemal Enstitüsü'nce yayımlandı.

Üç bölüme ayrılmış olan kitabın "Kendi Gök Kubbemiz" bölümünde Türk tarihi ve kültürüyle ilgili şiirler, "Yol Düşüncesi" bölümünde rintlik, ölüm ihtiyarlık konularındaki şiirler, "Vuslat" bölümünde aşk şiirleri toplanmıştır.

Kitabın sonunda bitirilmemiş bir şiir yer alır. "Ok" şiiri dışındaki tüm şiirler (81 adet) aruz ölçüsüyle yazılmıştır.

Kendi Gök Kubbemiz, Türk şiir coğrafyasına hükmeden bir payitaht, geçmiş ile gelecek arasında kurulmuş sağlam bir köprü, duygu ve düşüncelerimizin de zengin bir arşividir. Yahya Kemal'in şiiri, bu kitapta bir uygarlık tasarımı olarak yer almıştır. Gelenek ve modernlik, Doğu ve Batı, bu tasarımın şiir dünyasında buluşurlar.

Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz'in altında yerli hayatın tam bir ansiklopedisini kurgulamıştır. Sözün manevi derinliği, bu eserin sayfalarında musikinin ses iklimine karışır ve mimari ile gündelik hayat, toplumsal varoluşa kişilik kazandırır.

Sonuçta anlatılan bizim hikayemiz, coğrafyadan vatana doğru uzanan tarihsel yolculuğumuzdur.

Titiz sözcük işçiliği, temelleri uygarlık toprağımıza atılmış biçim anlayışı ve önerdiği hayat felsefesi üzerinde yükselen bu poetik zirve, Türk şiiri adına dikilmiş görkemli anıtlardan birisi olarak çağdaş edebiyatımızda yerini almıştır.

Kendi Gök Kubbemiz, kendi kültür atlasımızdır.

Kitaptaki Şiirler

1. Bölüm: Kendi Gök Kubbemiz
Süleymâniye'de Bayram Sabahı

Açık Deniz
Itrî
Bir Tepeden
Bir Başka Tepeden
Akıncı
Mohaç Türküsü
Siste Söyleniş
İstanbul Fethini Gören Üsküdar
Hayâl Şehir
Ziyâret
Atik-valde'den İnen Sokakta
Üsküdar'ın Dost Işıkları
Hayâl Beste
Eski Mûsıkî
O Rüzgâr
Mevsimler
Koca Mustâpaşa
Gece
Akşam Mûsıkîsi
İstinye
Eylül Sonu
Fenerbahçe
Maltepe
Bedri'ye Mısralar
Karnaval Ve Dönüş
İstanbul Ufukta'ydı
Mihriyâr
İstanbul'un O Yerleri
Ok
Kaybolan Şehir
1918

2. Bölüm: Yol Düşüncesi
Yol Düşüncesi
Sonbahar
Düşünce
Sessiz Gemi
Rindlerin Hayatı
Rindlerin Akşamı
Rindlerin Ölümü
Ufuklar
Deniz Türküsü
Uçuş
Gezinti
Moda'da Mayıs
Geçiş
Düşünüş
Duyuş Ve Düşünüş
O Taraf
Bir Dosta Mısrâlar
Bir Yıldız Aktı
Gurbet
Hüzün Ve Hâtıra
Gece Bestesi
Mâverâda Söyleniş
Mehlika Sultan

3. Bölüm: Vuslat
Vuslat
Telâki
Ses
Deniz
Erenköyü'nde Bahar
Bahçelerden Uzak
Geçmiş Yaz
Hatırlatan
Eski Mektup
Aşk Hikâyesi
Viranbağ
Güftesiz Beste
Nazar
Özleyen
Ric'at
Çin Kâsesi
Bergama Heykeltraşları
Endülüs'te Raks
Altor Şehrinde
Eski Pâris
Büyü Şiir
Sicilya Kızları
Cin'ler
Hayâli Söyleniş
Madrid'de Kahvehâne

Süleymâniye’de Bayram Sabahı


Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye'de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîb âlem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya.
Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.

Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah'ına bir böyle yapı.
En güzel mâbedi olsun diye en son dînin
Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul'un ufkunda bu kudsî tepeyi;
Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları..
Bir neferdir, bu zafer mâbedinin mîmârı.

Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah'ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!

Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîr'i
Ne kadar saf idi sîmâsı bu mü'min neferin!
Kimdi? Bânisi mi, mîmârı mı ulvî eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.

Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar'dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı?
Bursa'dan, Konya'dan, İzmir'den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd'den, Van'dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.

Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova'dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul'dan..
Anıyor her biri bir vak'ayı heybetle bu an;
Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı?

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar'dan mı? Tunus'dan mı, Cezayir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?

Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.

Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

Yahya Kemal BEYATLI

Eğil Dağlar (Yahya Kemal BEYATLI) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Eğil Dağlar Kitap

Kitabın Yazarı : Yahya Kemal Beyatlı

Kitap Yahya Kemal Beyatlı'nın ölümünden sonra 1966 yılında yayınlanmıştır. Eğil Dağlar, Yahya Kemal Beyatlı'nın Kurtuluş Savaşı sırasında kaleme aldığı yazılardan oluşur.

Kitabın Konusu :

Milli mücadeledeki kahramanlar için yazılmış bir kitaptır.

Kitabın Özeti :

Eğil Dağlar'daki yazılar gün gün İstiklâl Harbi'nin nabzını tutmaktadır. Bazen batılı devletlerin tutumu, bazen Yunanlıların ve Yunan ordusunun durumu, bazen Ankara hükûmeti, bazen kamuoyunun konuya bakışı bu yazılarda ele alınmaktadır.

Yahya Kemal'in İstiklâl Harbi yıllarında ne kadar isabetli düşüncelere sahip olduğunu gösteren bu yazıların, Millî Mücadele'nin lideri Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından kesilip saklandığı ve daha sonra Yahya Kemal'e gösterildiği artık bilinmektedir.

Kitap İstiklâl Harb'inin, günü gününe yazılmış , en yakın tarihidir. Kitap bölümlerden oluşmakta ve her bölümde ayrı bir anektot anlatılmaktadır.

Kitap yazıldığı yıllarda Milli Mücadele'nin inandırıcı bir desteği ve o yıllardaki Türk düşüncesinin bir zaferi olmuştur.

Kitapta daha çok Türk Askeri'nden ve İstiklâl Harbi kahramanı Mustafa Kemal Paşa anlatılmaktadır.

Eser 88 müstakil nesir ve on bin satırdan meydana gelmektedir.

Kitabın adı ise bir asker türküsü olan şu mısralardan gelmektedir;

Eğil dağlar eğil, üstünden aşam
Yeni tâlim çıkmış varam alışam.

Kitabın Ana Fikri :


Milletin yeniden var olmasını sağlayan İstiklâl Harbi kahramanları ve Atatürk'ün yaşadıkları kitabın ana fikrini oluşturmaktadır.


Eğil Dağlar (Yahya Kemal BEYATLI) Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (Hüseyin Rahmi Gürpınar) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı :
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç

Kitabın Yazarı : Hüseyin Rahmi Gürpınar

Romanın iki önemli karakteri, İrfan ve Mediha'dır. Karakterlerin her ikisi de belirli bir kültürel birikime sahiptir. O günlerde "Halley" kuyruklu yıldızının dünyadan geçeceği haberi, tüm dünyayı heyecanlandırmış ve bu olay üzerine herkes birtakım yorum ve çıkarımlarda bulunmuştur. İlk basım yılı 1912.

KİTABIN KONUSU :

Kuyruklu bir yıldızın dünyaya çarpacağı haberi ve kadın ile erkek arasında olan çatışmalar ve doğan büyük bir aşk anlatılıyor.

KiTABIN ÖZETİ :

1910 yılının Mayıs ayında Halley Kuyruklu Yıldızı'nın dünyaya çarpacağı söylentisi yayılır. Bu haber dünyada olduğu gibi İstanbul'da da bir panik yaratır. Kenar mahallelerdeki cahil kadınlar da bu işi kendi anlayışlarına göre yorumlarlar. 

Romanın kahramanı olan İrfan Galib'de bu mahallede oturmaktadır. Zengin bir ailenin oğlu olan İrfan, batı ilimlerini tahsil etmiş, geniş fikirli fakat tuhaflıkları olan bir gençtir. Yolda peçeli bir kadın görür. Onun çok güzel ve bilgili bir genç kız olduğunu hayal ederek peşine takılır.

Bir çok tesadüften sonra, bu güzelle ilgili hayaller kurar. Acemice bir konuşma girişiminden sonra kadın tarafından terslenir. Bu olay onu büyük bir kadın düşmanı yapar. Kadınların zayıflığı ile ilgili makaleler yazar. Kadınları korkutarak küçük düşürmek için Halley Kuyruklu Yıldızı ile ilgili konferanslar düzenlemeye karar verir. Anatomi, astronomi, fizik karışımı tuhaf konferransına, bir de kuyruklu yıldızın çarpmasıyla kopacak olan kıyameti tasvir eden korkunç rüya ekler. 

Bir süre sonra maceraperest bir kadından mektup alır. İrfan bu mektuba coşkun ve duygulu bir cevap yazdıktan sonra konferansının ikinci bölümünü hazırlar. Ev halkını, mahalle esnafını kıyametin kopacağına inandırmıştır. Herkes birbirine itiraflarda bulunarak helalleşir. 

İkinci konferansta İrfan'ın kıyamet sahnesini tasvir ettiği sırada, önceden hazırladığı küçük oyun sahnelenir. Etrafta patlayan çatpatlar, fişekler, yukarı katta devrilen masa ve dolaplar, kadınları çılgına çevirir. Bu sırada tanımadığı hayranı ile mektuplaşması sürmektedir. Onun hakkında çok kötü şeyler öğrenmesine rağmen kadına evlenme teklif eder. Kadının bu evlilik için bir şartı vardır. Kuyruklu yıldızın çarpacağı ana kadar İrfan'a yüzünü göstermeyecektir. 

Halley'in görüneceği gün düğün yapılır. Evin damında dürbünle gökyüzünü araştıran gelinle güvey arasında bilimsel, felsefi,uzun konuşmalar geçmektedir. Genç gelin evliliğinin ilk gününden aklını, bilgisini kocasına ispat ederek, eşit şartlarda sürecek bir beraberliğin temelini atmıştır. Gelin hanım İrfan'dan kadınların öcünü almak için bir oyun yapmıştır ve bu oyunun sonunda İrfan'ın ona iyi bir koca olacağını anlamıştır.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :


İRFAN GALİB: Batı tahsili görmüş, yaratıcı zekasını iyi kullanan insanları çok rahat etkileyebilen tuhaf, yakışıklı bir gençtir.

LÜTFİYE: İrfan'ın evlendiği, zeki ve güzel, iyi bir eğitim almış hanımefendidir.

EV HALKI: Cahil, herşeye çok rahat inanabilen sevdiklerine yürekten bağlı olan kişiler.

ESNAF: Her duyduğuna çok çabuk inan, araştırmayı sevmeyen cahil insanlar.

Goriot Baba (Honore de Balzac) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Goriot Baba

Kitabın Yazarı : Honore de Balzac

Kitap Hakkında Bilgi :

Fransız edebiyatının ünlü eserlerinden biri olan Goriot Baba, realist akımın başarılı bir örneğidir. Goriot Baba’da çocuklarına karşı aşırı sevgi duyan bir babanın dramı anlatılmıştır. Balzac’ın bu eseri bir “karakter romanı” özelliği taşır. Roman, babalık sevgisinin bencil evlatlar tarafından nasıl istismar edildiğini göstermesi bakımından oldukça ilgi çekicidir. Goriot Baba, iyilik ve saflığın; çocukları ise kötülük ve nankörlüğün temsilcileridir.

Kitabın Özeti :

Mösyö Goriot, Paris’te bir pansiyonda kalmaktadır. Pansiyondakiler M. Goriot’un kim olduğunu bilmez. Herkes onun hakkında bir şeyler uydurur. M. Goriot’un iki kızı vardır: Delphine ve Anastasie. Arada bir gelip babalarını görürler. Çevredekiler, bu kadınları Goriot Baba’nın metresleri sanırlar.

Goriot Baba iş hayatında başarılı olmuş, iyi para kazanmış, eski bir tüccardır. Tüm varlığını iki kızının mutluluğuna adamış, kendisi orta halli bir pansiyon hayatına çekilmiştir. 

Goriot Baba’nın kızları paralan tükendikçe pansiyona gelirler ve babalarından para isterler. İkisi de oldukça masraflı, lüks bir hayat yaşamaktadırlar. Babalarının günden güne düştüğü kötü durum umurlarına bile gelmez. Tek düşünceleri kendi özel hayatlarıdır.

Goriot Baba, ilgisizlikten, sevgisizlikten ruhsal çöküntüye uğrar; dayanma gücünü yitirir, hastalanıp yataklara düşer. Durumu gittikçe ağırlaşır. Kızlarına haber gönderilir; fakat kızları babalarının yanına gelmek yerine, bir sosyete balosuna eğlenmeye giderler. 

Goriot Baba ölmeden önce çocuklarını son kez görmek ister. Pansiyonda kalan bir öğrenci, onun bu isteğini kızlarına ulaştırır. Delphine babasının yanına gelmez, diğer kızı Anastasia geldiğinde ise artık çok geçtir; baba komaya girmiştir, bir süre sonra da ölür.

Goriot Baba’nın cenazesinde, pansiyonda tanıdığı bir iki kişi dışında kimse yoktur…

Kuyucaklı Yusuf (Sabahattin Ali) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Kuyucaklı Yusuf

Kitabın Yazarı :
Sabahattin Ali

Kitap Hakkında Bilgi : 

Tanzimattan 1950’lere kadarki Türk romanımızın ana sorununu batılılaşma oluşturuyordu. Yazarlarımız içinde bulunduğu toplumun aynası olmaya çalışmıyor, toplumu sorgulamıyorlardı. Buradan da anlaşılacağı üzere halk, ezilen köylü, işçi sınıfını konu alan eserlere 1950’li yıllardan sonra görebiliyoruz. İşte Kuyucaklı Yusuf bu konuları içine alan onları inceleyen ilk kitap olması dolayısıyla önemlidir. Kuyucaklı Yusuf’ta bir yanda eşraf bürokrasi, zengin kesim bir yanda da ezilen halk bulunmaktadır. 

Romanın iki tane toplumsal açıdan incelenecek yönü vardır. Birincisi Yusuf ile Muazzez’in aşkı, ikincisi ise bu aşkın geçtiği elverişsiz ortam.

Kitabın Özeti :

Yusuf, Kuyucak'ta doğmuştur. Bir gün, köylerini haydutlar basmış, bütün ailesini öldürmüştür. Daha çocuk yaşta olan Yusuf bu olaydan sonra kimsesiz kalakalmıştır. Kazanın iyi yürekli kaymakamı köyde tek başına sefil hâlde kalan Yu­suf'a acımış, onu evlat edinmiştir. Bundan sonra Yusuf'a herkes doğduğu yerden ötürü Kuyucaklı Yusuf demeye başlamıştır.

Kaymakam, Yusuf'a babalık yapmaktadır. Kaymakam'ın Kuyucaklı Yusuf'tan az küçük Muazzez adında bir kızı vardır. Muazzez ve Yusuf kardeş gibi büyümeye başlarlar. İkisi aynı okulda okumaya başlar. Yusuf oldukça zekidir. Fakat küçük yaşta yaşadığı olumsuz tecrübeler, dış etkiler onu dış dünyaya karşı sert, acımasız yapmıştır. Bu yüzden okuyamaz. Bir yandan da kaymakamın eşi Şahende Hanım, Yusuf'a üvey annelik yapmakta, onu hiç sevmemekte, fırsat buldukça onu hırpalamaktadır. Bu ruh hâli içinde Yusuf büyür, yetişkin bir insan olur.

Yusuf büyüdükçe Muazzez'e karşı derin hisler beslemeye başlar. Muazzez onun üzerine titrediği bir varlık olur. Muazzez'i bütün kötülüklerden korumaya çalışır. Şahende Hanım'a hiç güvenmemekte, onun kızına dahi kötülük yapabileceğini düşünmektedir.
Yusuf ve Muazzez bir gün bayram yerine giderler. Kasabanın külhanbeyi, hovardalığıyla ün salmış Şakir, Yusuf'un yanında Muazzez'e laf atar, ona sarkıntılık yapmaya kalkar. Bunun üzerine Yusuf onu oracıkta döver.

Şakir, bunu hiç unutmaz. Çok zengin olan Muazzez'i elde ermeyi kafasına koyar. Çünkü her dediği olmuştur şimdiye kadar. Bir düzen kurar. Muazzez'in babası kaymakamla kumara oturur, onu borca sokar. Borcuna karşılık Muazzez'i ister ondan. Kaymakam mecburen kabul etmek zorunda kalır.

Bunu öğrenen Yusuf, bakkala gider. Kaymakamın borçlandığı parayı bakkaldan alır ve Şakir'e öder. Muazzez, bu sefer de bakkalla evlenmek zorundadır. Düğün günü, Muazzez'i elde etmeyi kafasına koymuş olan Şakir, kaza süsü vererek bakkalı öldürür. Çok güçlü olduğu için ceza almaktan da kurtulur. Muazzez'in ailesine şantaj, baskı yoluyla Muazzez'i vermelerini söyler.

Bütün bu gelişmeler olurken Yusuf içten içe Muazzez'i çok sevmektedir. Fakat fakir olduğu ve Şahende Hanım onu sevmediği için duygularını hiç dile getiremez. Sadece Muazzez'i kötülüklerden korumaya çalışır. Bir gün, Muazzez, Yusuf'a açılır. Onu çok sevdiğini itiraf eder. Yusuf çok şaşırır. Asla ümit edemeyeceği hayali gerçek olmuştur.

Şahende Hanım, bu durumu öğrenir. O, Yusuf'la evlendirmektense kızını zengin Şakir'le evlendirmeyi tercih etmektedir. Kızını Şakir'le buluşmaya zorlar. Bunun üzerine Yusuf ve Muazzez komşu köylerden birine kaçar ve orada nikahlanırlar.

Şahende Hanım, bunu hiç affedemez. İçi intikam arzusuyla dolmuştur. Kaymakam ise çok memnundur. Kendi elinde büyüyen Yusuf'un kızına iyi bakacağından emindir. Kaymakam, onlara yardım da eder. Damadına iş verir, evlerinin kurulmasına yardım eder.

Bir gün, kaymakam kalp krizi geçirir ve ölür. Yusuf'la Muazzez'in çok mutlu giden evlilikleri bunun üzerine gölgelenir. Onlara kol kanat geren kaymakam ölünce, Şahende Hanım ve Şakır içlerinde büyüttükleri kini kusmaya başlarlar. Yusuf'u gezici köy tahsildarlığına verdirirler.

Yeni kaymakam da Şakir ve Şahende'nin elinde bir maşadır. Yusuf gidince, Şahende evini içki ve eğlence merkezi yapar. Kızını da intikam hırsından dolayı fuhuşa iter. Olay her yerde duyulur. Dedikodu Yusuf'un da kulağına gelince Yusuf köye döner.

Yusuf, köye gelince feci durumu gözleriyle görür. Karısı kötü emellere alet olmaktadır. Şahende'yi, Şakir'i ve Kaymakam'ı öldürür. Karısı da ağır yaralanır. Karısını alıp şehrin dışına gider fakat karısı da ölür. Karısını bir çukura gömdükten sonra ortadan kaybolur.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Yusuf: Kimsesiz, fakir bir halk çocuğudur. Küçük yaşlarda ailesini kaybetmiştir. Sert, haşin, insanlara çok güvenmeyen, cesur bir kişidir. Muazzez'i sevmektedir.

Muazzez: Kaymakamın kızı, Kuyucaklı Yusuf'un karısıdır. Kendi hâlinde, iyi niyetli, sade bir kişidir.

Kaymakam:
Muazzez'in babasıdır. Ailesine düşkün, samimi, sevecen, babayiğit, şefkatli, merhametli bir kişidir.

Şahende Hanım:
Romanda kötülüğü simgeler. Kaymakamın karışıdır. Kin, nefret dolu, kötü yürekli, ahlaksız bir kadındır.

Şakir: Kasabanın külhanbeyidir. Her dediğini yaptıran, kabadayı, ahlaksız, kötü bir karakteri vardır.



8 Nisan 2019 Pazartesi

Açlık (Knut Hamsun) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Açlık

Kitabın Yazarı : Knut Hamsun

Kitap Hakkında Bilgi

Norveçli romancı Knut Hamsun’un yazdığı en önemli eserdir. Roman ilk defa 1890 yılında yayımlanmıştır. Roman yirmiden fazla dile çevrilmiştir. Türkçeye de Behçet Necatigil tarafından çevrilmiştir.Roman bir bakıma Knut Hamsun’un hayatını anlatmaktadır. Bu açıdan otobiyografik bir anıdır. Knut Hamsun romanda yazar olma, ilk kitabını yayımlatma, açlık ve yoksulluk serüvenini anlatmıştır. Esere 1920’de Nobel Edebiyat Ödülü verilmiştir. Dünya bestseller lisetesinde hep üst sıralarında yer almıştır. MEB’in tavsiye ettiği Yüz Temel Eser arasındadır.

KİTABIN KONUSU

Yazar olma hayaliyle Kristiania’ya gelen yazarın, açlık, yoksulluk ve sıkıntılarla nasıl mücadele ettiği anlatılır. Bu eser hayalinden şaşmayan, bir gün ulaşabileceği umudunu içinde sürekli yeşerten, en son ihtimale kadar uğraşan bir adamın otobiyografik anılarını konu edinmektedir.

KİTABIN ANA FİKRİ

İnsanın hayatta bir hayali olmalı, bu hayaline ulaşmak için her çareyi denemeli ancak değerlerinden ve ahlaktan uzak bir şekilde mücadele etmemelidir. Hayaline ulaşmak için çalışan kişinin karşısına mutlaka bir fırsat çıkacaktır.

KİTABIN ÖZETİ

Romanın kahramanı Andreas, Kristiania’da sokaklarda yaşamaktadır. Para bulduğunda pansiyonda kalır, bulamadığında sokaklarda, parklardaki banklarda sabahlar. Bazen gazetelere yazdığı yazılarla karnını doyurmaktadır. Tek hayali yazmış olduğu kitabı bastırmak ve yayımlatmaktır. Hiç yiyecek bulamayıp aç kaldığı zamanlarda da üzerindeki eski püskü elbiseleri satarak karnını doyurmaktadır.
İş bulmak için müracaat ettiği yerler de Andreas’a iş vermez. Bütün bunlara rağmen hayali ve ideali olan yazarlıktan asla vazgeçmez.

Andreas sokaklarda yaşadığı sürece bir sürü olaya şahit olur, bazen kendini olayların içinde bulur. Yine sokaklarda birçok kişiyle tanışır, hepsinin ayrı hikâyesi vardır. Tanıştığı insanlara dair kafasında hikâyeler kurgular, bu kurguları yazıya geçirir. Hayal edip yazmayı çok sevmektedir. Kafasında kimi zaman hayal ile hakikat birbirine karışmaktadır.

Andreas’ın parası iyice azalır, pek çok yere iş başvurusunda bulunur ama hepsinden de ret cevabı alır. Artık parası, kaldığı odanın ücretini ödemeye yetmez. Günlerini yarı aç yarı tok geçirmektedir. Bir gazeteye yazdığı yazıdan on kron alarak kiraladığı odanın parasını ancak ödeyebilmiştir. Bütün bunlara rağmen kimseden yardım istemeyecek kadar gururludur.

Bu zor günlerden sonra açlık dayanılamayacak hale getirmiştir Andreas’ı. Eskiden ahır olan bir teneke imalathanesinde günlerini geçirmektedir. Ama hala kimseden yardım dilenmez. Soğuk ve açlık bir araya gelince beyni halüsinasyon görmeye başlar. Açlıktan bir nebze kurtulabilmek için bir tüccara gözlüğünü rehin vermeyi teklif eder ama adam kabul etmez.

Açlık artık dayanılmaz hale gelir. Açlıktan sokaklardaki yaprak ve ağaç kabuklarını yemeye başlar. Bazen yerde bulduğu portakal kabuklarını kemirmek durumunda kalır. Bu açlıkla bazen Yaratıcıya isyan etme noktasına gelir. Bazen de açlığını bastırmak için dilinin altına taş koyar. Dilencilik etmeyi bile düşünür. Rehinecilere ceket düğmelerini bile vermek ister ama rehineci düğmeleri almaz. Daha sonra eski bir arkadaşıyla karşılaşır. Arkadaşı da fakirdir ama Andreas’ın haline acır ve ona bir miktar para verir. Andreas bu parayla bir hafta daha aç kalmaktan kurtulur.

Gazeteye yazı vermektedir ama verdiği yazılar basılmaz. Dolayısıyla Andreas yine aç kalır. Açlık öyle duruma getirir ki Andreas, parmağını kesip kanını içerek açlığını gidermeye ve yaşamını sürdürmeye çalışır. Bütün bu sefalete rağmen yazı yazmaya devam etmektedir. Gün gelir yazı yazmak için mumu da tükenir. Bakkala gidip ödünç mum isteyecektir. Fakat bakkalda başka bir kız da vardır. Bakkal, kadının uzattığı parayı Andreas’ın verdiğini düşünerek paranın üzerini Andreas’a vermiştir. Andreas bu parayla gidip lokantada karnını doyurmuştur. Ancak öyle uzun zamanlar aç kalmaktadır ki artık yediklerini midesi almaz. Yediklerini geri çıkarır.

Başka bir gün bakkalda karşılaştığı kızı görür ve onunla konuşup sohbet eder. Andreas kıza âşık olmuştur. Kız ona gerçeğe yakın bir hayal gibi görünmektedir. Kıza âşık olmanın sevinciyle sokakta yürürken bir kaza geçirir ve ayakları aracın altında ezilir.

Açlıktan türlü yollara başvuran Andreas kasaba giderek köpekleri için kemik ister ve bu kemikleri kendisi kemirerek yiyip açlığını gidermeye çalışır. Onu yollarda böyle gören bir subay ona bir miktar para verir ve Andreas bu parayla bir hafta daha karnını doyurur.

Artık açlığa dayanamayan Andreas, kaldığı pansiyonun kirasını da ödeyemediği için pansiyondan çıkarılır. İngiltere’ye giden bir gemiye tayfa olarak yazılıp hayallerini Kristiania’da bırakarak kaybolup gider.

ROMAN ŞAHISLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Andreas Tangen: Romanın ana kahramanının adıdır fakat romanda bu isim zikredilmez. Sokaklarda yaşayan eski püskü ve yırtık elbiselerle dolaşan, açlıkla mücadele eden sefil bir insandır. Bütün sefilliklerine rağmen gururundan, ahlakından ve değerlerinden ödün vermeyen bir karaktere sahiptir. Hayattaki tek hayali yazar olmaktır. Bu hayal uğruna bütün sıkıntılara göğüs geren hayal ve düşünce dünyası zengin bir adamdır.

Bakkaldaki Kız: Andreas’ın bakkalda görüp âşık olduğu bir üniversite öğrencisidir. Adreas’la konuşup görüşmüş fakat bir beraberlik olmamıştır.

Gebe: Andreas’ın kaldığı pansiyonun sahibidir. Andreas’ı çok idare etmiş fakat Andreas kaldığı odanın kirasını veremeyince onu pansiyondan çıkarmak zorunda kalmış iyi niyetli bir insandır.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ - Knut Hamsun (1859-1952) 

Norveç’te doğdu. Çocukluğu ve gençliği taşrada geçti. Düzgün bir eğitim görmeyen yazar, hayatının belli bir devresine kadar çeşitli işlerde çalıştı. Üniversite okuyacak maddi imkânı olmadığı için Amerika’ya gitti. Orada istediğini bulamayıp Norveç’e döndü. İki yıl sonra tekrar Amerika’ya gidip hem yazarlık yaptı, konferanslar verdi, hem de çeşitli ayak işlerinde çalıştı. Norveç’e 1889’da döndüğünde Amerikan hayatını tenkit eden bir makale yazdı. İlk romanı Açlık adlı eseri ülkede büyük yankı uyandırmıştır. Bundan sonra Hamsun geçimini yazarlıkla sağlamaya başlamıştır.

Açlık romanıyla 1920 yılında Nobel Edebiyat Ödülü aldı. 1930’lu yıllarda faşist bir siyasi görüş benimsedi. İkinci Cihan Harbi’nde Norveç işgal edilirken Almanların yanında yer aldı. Savaştan sonra bu düşüncelerinden dolayı hapis cezasına çarptırıldı fakat yaşlı olduğu için cezası paraya çevrilerek serbest bırakıldı. Açlık romanında bireyin toplumda çektiği sıkıntılar sebebiyle doğallıktan uzaklaştığına vurgu yapmıştır.

Hamsun eserlerinde şiirsel ve bir o kadar da yalın bir üsluba sahiptir. Eserlerinin daha fazla okunması yazarın ölümünden sonra gerçekleşmiştir.

Eserleri
Açlık
Sonbahar
Yıldızlar Altında
Göçebe
Rosa
Benoni
Serserilik Günleri

Açlık (Kunt Hamsun) Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız....

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...