10 Nisan 2019 Çarşamba

Mor Salkımlı Ev (Halide Edip Adıvar) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Mor Salkımlı Ev

Kitabın Yazarı : Halide Edip Adıvar

Kitap Hakkında Bilgi : 


Mor Salkımlı Ev, Halide Edip Adıvar'ın çocukluk günlerinden 1918 yılına kadar anılarını anlattığı kitabıdır.

Mor Salkımlı Ev, yazarın iki anı kitabından ilkidir. İkinci kitap, hayatının farklı bir döneminde kaleme aldığı ve 1918-1923 yıllarındaki anılarını içeren Türk'ün Ateşle İmtihanı'dır.

Kitabın Özeti:

Halide Edip, 1882'de Mehmet Edip Bey'in kızı olarak Beşiktaş'ta Mor Salkımlı Ev'de dünyaya gelmiştir. Aile, çeşitli sebeplerle ara ara bu evden ayrılmakla birlikte her defasında mor salkımlı eve geri döner. Halide'nin annesi Bedrifem Hanım, o küçük yaşta iken veremden ölmüştür. Halide, onu çok az ve silik hatırlamaktadır.

Halide'nin hayatında, mor salkımlı evde 'Haminne' diye hitap ettiği anneannesinin büyük yeri olmuştur. Eyüp Sultanlı Nakiye Hanım (Haminnesi), Mevlevi, aşırı derecede merhametli, cömert, elindeki her şeyi yoksullara dağıtmaya çabalayan bir insandır. Haminne'siyle birlikte Çingene olduğu söylenen sütninesi Hatice ile de çok iyi anlaşmaktadır. Bunların dışında Halide'nin annesinin ilk evliliğinden olan Mahmure ablası onun çocukluk yıllarındaki en büyük arkadaşıdır.

Halide Edip'in zihninde, babası Mehmed Edip Bey'in de büyük bir yeri vardır. Mehmed Edip Bey, işi gereği bazı geceler sarayda kalmaktadır. Halide, annesinin ölümünden sonra çok hassaslaştığı için babasının sarayda kaldığı bir gece evde 'Babamı isterim!' diye sinir krizi geçirmiş, ev halkı mecburen küçük kızı saraya babasının yanına götürmüştür.

Bir süre sonra, Mehmed Edip Bey, bir başkasıyla evlenerek Yıldız'da bir ev tutar. Halide yeni üvey annesi ile tanışmak zorunda kalır. Önce üvey annesine ısınsa da eve ve muhite alışamaz. Mor salkımlı evi ve oradaki yakınlarını özler. Babası Mehmed Edip Bey, katı bir İngiliz terbiye usulü benimsemiştir. Halide, buna dayanamaz. Kış günlerinde, kollarını, bacaklarını açıkta bırakan lacivert ve kısa elbiseleri, yazın beyaz kıyafetleri giymekten hiç hoşlanmaz. O, sokaktaki küçük kızlar gibi renkli elbiseler giymek ister. Beslenmesi de katı İngiliz terbiye metoduna göre düzenlendiğinden şekerleme yemesine izin verilmez. Halide, bugünlerde kendini çok yalnız hisseder.

Küçük Halide, Kiria Eleni adlı bir Rum kadının işlettiği bir çocuk yuvasına verilir. Halide, buradaki tek Türk çocuğudur. Halide, Kiria Eleni'yi çok sever ve buraca bir sıcaklık hisseder. Fakat babasının evinde çektiği sıkıntı ve yalnızlık onun hastalanmasına neden olur ve babası mecburen onu mor salkımlı eve gönderir.
Mor salkımlı evde, kalabalık bir aile içinde Halide, içe kapanık bir çocuk olur. Saraylı Hanım teyzesi ona Afrika Seyahatnamesi adlı bir kitap verir. Halide, okuma zevkine ilk olarak bu kitapta ulaşır. Daha beş yaşında olmasına rağmen babası, ondaki okuma arzusunu görerek özel hoca tutar.

Halide'nin bu günlerde arka arkaya iki kız kardeşi dünyaya gelir: Nilüfer ve Nigâr. Bir süre sonra Halide'nin dayısı ve büyük babası mor salkımlı evde vefat edince aile Üsküdar'daki ibrahim Efendi Konağı'na taşınır. Halide bu evde piyano dersleri de almaya başlar. Fakat müzikte çok başarılı değildir. Ancak müziği derinden sevmektedir. Konağa gelen ve Halide'yi etkileyen kişilerden biri de Ahmet Ağa'dır. Üç yıl boyunca onlarla kalan Ahmet Ağa, Halide'ye okuması için Battal Gazi, Ebu Müslim gibi eserler verir. Halide'nin hayal gücüne büyük tesiri olur bu eserlerin. Ahmet Ağa, onu Karagöz'le de tanıştırır.

Halide'nin hayatında bir değişiklik meydana gelir. Saraylı Hanım teyzesi ile babası evlenir. Eski üvey annesi bu durumdan çok rahatsız olur. Bu karmaşayı ve hüznü yakından gören Halide ömrü boyunca çok evlilikten nefret eder. Babası huzursuzluğa son vermek için iki eşini ayrı yerlere yerleştirir ve Halide tekrar mor salkımlı evde yaşamaya başlar.

Halide yaşı büyütülerek Üsküdar Amerikan Kız Kolej'ine gönderilir. Bu okulda çok şey öğrenen Halide evinde Rıza Tevfik'ten de ders almaktadır. Rıza Tevfik, ona mistisizmi ve folkloru tanıtmıştır. 1899'da tekrar Amerikan Kız Kolej'ine devam eder. Burada din üzerine düşünmeye başlar ve kolejin kütüphanesinde Hristiyanlığı araştırır. Sonuçta Hristiyanlığın çok tahrip olduğu kanısına varır.

1900'de matematik dersinde yetersiz olduğunu fark eden Halide, babasından özel hoca tutmasını ister. Dönemin ünlü matemetikçi ve pozitivisti Salih Zeki Aktay hocası olur. Salih Zeki, Halide'nin fikir dünyasına çok tesir eder. 1901'de ilk Türk kızı olarak koleji bitiren Halide kendisinden yaşça büyük Salih Zeki ile evlenir. Mutlu bir evlilikleri olur. Birlikte çalışmalar yapmaktadırlar. 1903'de ilk oğlu, on altı ay sonra da ikinci oğlu dünyaya gelir. Halide Edip, çocukları ile ilgilenirken çalışmalarına devam etmektedir.

1908'de Meşrutiyetin ilanı onu derinden etkiler. İstanbul'a iner ve Tevfik Fikret'in başyazarlığını yaptığı Tanin gazetesinde yazmaya başlar. Meşrutiyet'in rahat dönemi bitmeye başlayınca Halide Edip, serbest kadın fikirleri yüzünden tehdit edilir. Ama o, farklı dergilerde kadın haklan ile ilgili fikirlerini yazmaya devam eder. Bu arada İngiliz gazeteci İsabel Fry ile tanışır.

1909'un 31 Mart'ında siyasi karışıklık son haddine varır. Tanin matbaası basılarak tahrip edilmiştir. Halide Edip de kara listededir. Bu yüzden bir süre Amerikan Kız Kolejî'nde saklanmak zorunda kalır. Tehlike artınca iki oğlu ile birlikte zorlu bir vapur yolculuğu ile Mısır'a gider. Isabel Fry'in daveti üzerine İngiltere'ye gider. Orada entelektüel bir çevre tarafından takip edildiğini ve tanındığını görünce çok sevinir.

1909'da İstanbul'a döndükten sonra roman çalışmalarına devam eder ve Heyula, Raik'in Annesi'ni, yayınlar. Pedagojik mevzularla ilgilenmektedir. Darülmuallimat'da ve İdadi'de beş yıl öğretmenlik yapar.

1910'da onu üzen bir olay olur. Kocası Salih Zeki bir kadınla daha evlenmek istemektedir. Halide buna müsaade etmez. Dokuz senelik evlilikleri bu yüzden sona erer. Babasının Fazlıpaşa Yokuşu'nda tuttuğu eve gider. Orada uzun bir hastalık geçirir. Bu hastalık süresince manevi hisleri artar.

1910-1912 yılları arasında Türk Ocağı'na girer. Milliyetçilik fikirlerinden etkilenir. Bazı farklılıklar dolayısıyla bir süre sonra Ziya Gökalp ile yolları ayrılır. 1912'de Balkan Muharebesi patlak verince Halide, Tealii Nisvan Cemiyeti'nin faaliyetlerine katılır. Bir hastanede gönüllü olarak çalışır. Memleketi yakından tanıma fırsatı bulur. 1913'de Balkan Savaşı son bulur.

Halide Edip, öğretmenlikten istifa eder. Kız Mektepleri Umumi Müfettişliğine getirilir. Bu görevi dolayısıyla İstanbul'un arka mahallerindeki fakir insanların hayatını yakından görme fırsatı elde eder. 1914'de I. Dünya Savaşı çıktığında aynı görevi sürdürmektedir. 1916'da Cemal Paşa'nın daveti üzerine maarifçi olarak Lübnan'a gider. Buralarda mektep açma faaliyetlerini üstlenmesi için görevlendirilmiştir. Günde 16 saat çalışmaktadır.

1917'de Adnan Adıvar'la evlenir. Tatil için Türkiye'ye gelirler. Lübnan'a tekrar döndüklerinde orada Kenan Çobanları'nı yayınlar. Bu eser bestelenerek opera şeklinde defalarca temsil edilir. Mart ayında okullar kapanınca Halide Edip tekrar İstanbul'a döner.

Sinekli Bakkal (Halide Edip ADIVAR) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Sinekli Bakkal

Kitabın Yazarı : Halide Edip Adıvar

Kitap Hakkında Bilgi : 

Halide Edip Adıvar’ın romanı 1936 yılında yazılmıştır.

Romanın olay çatısını, Sinekli Bakkal mahallesinde bakkallık yapan Karagözcü Kız Tevfik’in imamın kızıyla evlenişi, karısıyla geçinemeyip ayrılışı ve karısının taklidini yaptığı için İstanbul’dan sürülüşü, kızları Rabia’nın imam dedesince yetiştirilip ünlü bir hafız oluşu, sürgünden dönen babasıyla yaşamaya başlaması oluşturur.

Mevlevi Vehbi Dede’den musiki dersleri de alan Rabia İtalyan piyanist Peregrini’ye âşık olacak, Genç Türkler’e yardım eden Kız Tevfik yeniden sürgüne gönderilecektir. Müslüman olan Peregrini’yle Rabia’nın evlenişi ise bir bakıma romanda savunulan görüşlerin doğrulanmasıdır. Tasavvufi mistisizmiyle Rabia Doğu’yu, Peregrini de akılcı Batı’yı simgeler. Kurtuluş, ikisinin birleşimindedir.

İlkin “The Clown and his Daughter” (Soytarı ve Kızı) adıyla İngilizcesi yayımlanan (1935) romanın Türkçesi bir yıl sonra basılmıştır. İki yayım arasındaki farklılıklar (üslup, biçim, yazarın amacı) romanın bir dilden öteki dile doğrudan çeviri olmayıp İngiliz ve Türk okurları için ayrı ayrı kurgulandığını göstermektedir. CHP Roman Yanşması’nda birincilik kazanan (1942) yapıt, filme alındı, TV’ye de uyarlandı.

Roman Hakkında Değerlendirme


Adıvar'ın bu kitabıyla yeni bir aşamaya vardığını, sanatında ileri bir adım attığını görürüz. Daha önceki yapıtlarının bireysel konularını, dar sınırlarını aşarak topluma ve sorunlarına felsefi bir açıdan bakmaya çalıştığı bir roman bu. Adıvar ilk romanlarında, kafasındaki bir kadın kahramandan çıkar yola. Yapıtın yazılmasının nedeni bu kadın imgesi olduğundan, olay örgüsü kadının merkez olduğu aşk ilişkilerine bağlı olarak gelişirken, romanın öğeleri onun kişiliğini belirtmek için kullanılır. İstanbul'da II. Abdülhamit dönemindeki Türk toplumunun panoramik bir tablosunu çizen Sinekli Bakkal’ın olay örgüsü ise topluma yayılarak genişler ve siyasal toplumsal, dinsel sorunlarla, örülmüş olarak gelişir.

Rabia önceki kahramanlardan izler taşımakla birlikte ne merkezidir Sinekli Bakkal’ın ne de yazılmasının nedeni. Tersine bazı sorunların ele alınması için bir araç da olur zaman zaman. İlk romanların kişileri yaşadıkları toplum çevresinden soyutlanmış izlenimini verecek kadar bireysel hayatlarını yaşarlar; Sinekli Bakkal’da ise kişiler belli bir toplumun kişileridir ve sevinçleri, acıları o dönemin tarihsel ve toplumsal koşullarından soyutlanmış değildir.

Tekrar tekrar basılan Sinekli Bakkal’ın, okuru en çok çeken yönü de herhalde II. Abdülhamit döneminin İstanbul’unu her zümreden insana yer vererek anlatmasıdır. Fakir kenar mahallesi, zengin konakları ve saray çevresiyle.

Ahmet Hamdi Tanpınar: “Kitabın asıl güzel ve büyük tarafı, yerli olması, bize ait şeylerle dolu olması ve cemiyet hayatımızın çok mühim bir dönüm yerinde, ondan kesilmiş bir makta gibi canlı, vazıh ve türlü maniyerden uzak bir aynası olmasıdır.”diyor.

Ne var ki Adıvar bir dönemi yansıtmakla yetinmiyor; amacı belli bir tarih dönemindeki yaşamı canlandırmak değil yalnızca. Aynı zamanda bu insanların yaşamı dolayısıyla genel bazı siyasal ve toplumsal sorunlarla ilgili düşüncelerini anlatmak. Bundan ötürü romana koyduğu çeşitli çevrelerin bir işlevi de belli değerleri temsil etmektir.

Sinekli Bakkal mahallesi gelenekleri ve insancıl değerleri sürdüren halk sınıfını; Hilmi ve arkadaşları devrimci aydınları; saray çevresi ise yozlaşmış yönetici sınıfı temsil eder. Güzel sesli Rabia'nın hafız olarak bütün bu çevrelere girebilmesi sayesinde bu çevreler bir olay örgüsü etrafında toplanır ve yerlerini alırlar. (Berna MORAN)

Kitabın Özeti :

Sinekli Bakkal, Abdulhamit devri İstanbul'unun kenar mahallelerinden birisidir. Bir geçitten çok bir toplantı yeri gibidir. Bu sokakta oturanlardan biri mahalle imamıdır. Onun kızı, Emine ise babasının istemesine rağmen "Kız Tevfik" denilen bir halk sanatçısı ile evlenir. Tevfik; orta oyunu, karagöz gibi şeylerle vakit geçirir. Ayrıca Emine ve Tevfik'le birlikte, sokaktaki İstanbul bakkaliyesini işletmektedir. Bir süre sonra Tevfik ile Emine anlaşamazlar ve ayrılırlar. Tevfik yaptığı şaklabanlıklar yüzünden sürülür. Ancak Emine hamiledir, ve inadını ve iradesini annesinden, yeteneklerini ise babasından olan bir Rabia isimli bir kızları dünyaya gelir . Emine'nin Babası Rabia'nın dedesi olan imam ise Rabia'yı biraz büyüyünce hafız yapar. Mahallenin bir de kibar konağı vardır: "Selim Paşa Konağı". Bu konak başlı başına bir alemdir. Selim Paşa'nın hanımı dünyanın tadına varmış, yaşlandıkça ölüm korkularına kapılmıştır, teselliyi nerede bulacağını şaşırmış bir kadındır. Selim Paşa ise Padişahın dostlarından ve Zaptiye Nazırı idi. Oğlu Hilmi ise babasının aksine Jön Türklerle ilgisi olan bir ihtilalcidir. Büyüklük peşinde bir hayal adamı. Konağa giren - çıkan pek çoktur. Peregrini adında ki bir İtalyan piyanist Vehbi Dede adında bir Mevlevî bunların başlıcaları arasındadır.

Rabia mevlit ve kuran okumaktaki şöhreti ile Selim Paşa konağına kapılanır. Peregrini'yi orada tanır. Vehbi dededen musiki dersleri, alır. Rabia biraz büyüdüğünde Hiç görmediği babası Tevfik sürgünden dönmüştür. Rabia annesi ile babası arasında tercih yapmak zorunda kalmış ve Babası Tevfik'i seçmiştir. Bunun üzerine Emine Rabia'ya çok kızmış her namazdan sonra beddua etmeye başlamıştır. Rabia Babasına bakkalda ve karagöz oyunlarında yardım etmekte Mahallenin cücesi olan Rakım Amcası ile beraber hep beraber güzel vakit geçirmektedir. Lakin Tevfik'in kadın kılığına girip Selim Paşanın oğlu Hilmi için Fransa'dan gelen yabancı evrakları feslilerin giremeyeceği Fransız Postanesine gidip alması esnasında yakalanması ile, Tevfik, zaptiye dairesinde "göz patlatan Hakkı" adında ki zorbanın sıkı işkenceleri ile sorguya çekilmiştir. Gene de Hilmi'nin adını vermez sürgüne yollanır. İş anlaşıldığı için Paşanın oğlu Hilmi de Selim Paşanın emri ile sürgüne Şama sürülecektir.

Tevfik yokken Rabia Rakım Amcanın yardımı ile dükkanı idare eder. Vehbi Dede ve Peregrini de kendisine arkadaşlık ederler. Ama babası sürgüne yollandığından sonra bir daha Selim paşa konağına ayak basmaz. Konakta pek sevdiği bir Cariye vardır: Kanarya Hanım. Çerkez asıllı olan Kanarya Hanım da aslında evlenip çırak çıkmıştır.

Rabia, Ramazanlarda camileri gezer mukabele okur ara sıra mevlitlere çağrılır. Şehzade Nihat Efendisinin yalısında da Mevlit okumaya davet edilir. Rabia yalıya gittiğinde iç salonun kapıları açılarak sinekli bakkal mescidinin büyük bir toplantı yeri haline getirildiğini görür. Renkli Papatya başlarına benzeyen yüzlerce başörtülü kadın dinleyicisi vardır. Bu duygulu kalabalığa yanık ve dokunaklı sesi ile mevlit okuduktan sonra salonun sonunda çok güzel bir mermer heykele benzeyen sarışın bir kadın görür. Bu kanarya Hanımdır. İki eski dost çığlık çığlığa birbirlerinin boynuna atılırlar.

Peregrini Rabia'nın okuduğu mevlide hayrandır. Karakterine, olgunluğuna hayrandır. Sonunda , tasarısını Vehbi dedeye açar. Onunda uygun bulması üzerine Rabia ile evlenmek için dinini değiştirir. Osman adını alır. Vehbi dede de, onu kızı gibi sevmektedir. Yani Rabia da güzelliği bulan Tanrı sevgisi...

İmam da Emine de öldüğünden Osman'la Rabia Evi onarırlar. Dükkanın üstüne yerleşirler. Rabia'nın gebeliği çok sıkıntılı geçer. Sonunda İstanbul'da ilk defa yapılan bir sezeryan ameliyatı ile kurtulur. Bir oğlu olur. Bu mutlu olayı izleyen yıllarda 1908 meşrutiyeti gelir. Sürgünler yerlerine dönerler. Geri dönenler arasında Tevfik de vardır. Rabia, Osman Rakım Amca , Mahallenin Kibar tulumbacısı, Sabit Beyağabey, Bütün sinekli bakkal onu karşılamaya giderler. Vakti ile Padişah haini diye sille tokat İstanbul'dan sürülenlerin hepsi, şimdi birer Hürriyet kahramanı olarak dönmektedir.

Tevfik'in bu siyasi görüşlerle ilişiği yoktur. Vapur rıhtımına yanaşıpta sürgünler çıkınca karşılama törenleri başlar. Sabit Beyağabey bir emir verince sinekli bakkal takımı Tevfik'in bile ürkütüp saklanacak yer aratan bir coşku ile gösterilerine başlar. Sinekli bakkal delikanlıları Şişmanca bir adamı omuzlarına alırlar. Tevfik'in mahalleye dönüşü dolası ile ateşli bir hürriyet nutku çeken bu adamı Tevfik hemen tanır. Bu zaptiye dairesinde kendine işkence eden göz patlatan Muzafferdir. Vehbi Dede ile Osman Tevfik'in Koluna girer ve ona bir torunu olduğunu haber verirler.

Romanda Olayların ve Şahısların Değerlendirilmesi:

Rabia: Romanın asıl kahramanı: İlhâmi İmamın kızı Emine ve Kız Tevfik diye bilinen orta oyuncusunun kızı "Rabia"dır. Rabia, Yazarın romanda kendisi yerinde gösterdiği ve "İdeal Türk kadını nasıl olmalı?" sorusunun cevabı olan kişidir. Rabia'nın kişiliğinin oluşmasında babasından çok dedesinin etkili olmuştur. Kendisi İmam olduğu için torunu hafız yaparak İslami bilgilerle donanmasını sağlamıştır. Paşanın konağına gitmesi ile Rabia'nın kişiliğinin değişiminde en büyük etkiyi görülüyor. Dedesinin yanında her zaman cehennemden bahsedilerek büyüyen Rabia konağın ortamını görünce geleneklerine bağlı, ancak batı eğilimli bir karakter ortaya çıkıyor. İki ayrı ruh ikliminde yetişmiş olduğu Peregrini yani Osman'la evlenmesi ile de bunu gösteriyor.

Kız Tevfik: Daima şen şakrak, orta oyununda usta, yakışıklı ve çok düzensiz bir kimlikte anlatılıyor.

Vehbi Dede:
Konakta Rabia'ya ders veren bir Mevlevî derviş olarak bize aktarılan Vehbi Dede, her zaman teselli edici teskin edici mizacı ile Rabia'nın dedesinden çok farklı olarak Ruh okşayıcı bir alim olarak anlatılıyor.

Peregrini (Osman): Annesinin tavsiyesiyle eskiden papaz olan Peregrini daha sonra her hangi bir dine bağımlı olmaksızın yaşamış bir müzik hocası. Türkçe'yi çok iyi konuşan bu adam dinsiz olmasına rağmen Vehbi Dede gibi dinine bağlı insanlara saygı duymuştur. Rabia ile evlenmek için dinini değiştirerek Osman ismini almıştır.

Selim Paşa:
Eski Dahiliye Nazır, padişaha son derece bağlı bir mizaç ortaya sürmüştür. Öyle ki kendi oğlunu bile gözünü kırpmadan ve elinde kesin delil olmadan sürebilmiştir. Ama diğer taraftan Rabia'ya karşı hep şefkatli olmuş ve iyi davranmıştır.

Emine:
Rabia'nın annesidir. Önceleri Rabia'yı çok sevmiş ancak sürgünden dönen babasını kendisine tercih edince, elinden gelse Rabia'nın boğazına sarılmak istemiştir. Elini öpmek için gelen kızını kovmuştur.

İlhamî İmam: Rabia'nın büyük Babası, mahalleliye devamlı cehennemden bahseden bir imam.

Bilal; Rabia ile evlenmek isteyen bir genç, 

Rıfat Amca; mahallenin cücesi, 

Pembe; Rabia'nın hizmetini yürüten beraber yaşadığı çingene, 

Hilmi; Selim Paşanın Jön Türk oğlu, 

Sabiha Hanım; Selim Paşanın Hanımı, 

Yaban (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Kitabın Özeti, Konusu, Tahlili


Kitanın Adı : Yaban

Kitabın Yazarı : Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Kitap Hakkında Bilgi : 

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Türk edebiyatında aydın-halk arasındaki uçurumu açık bir şekilde ele almıştır.

Roman Kurtuluş Savaşı döneminde, Eskişehir'in sınırları içinde Porsuk Çayı'na yakın bir köyde yaşayan ahaliyle buraya sonradan gelmiş İstanbullu bir subayı anlatır.

Roman anı/günlük biçiminde kaleme alınmıştır. Olaylar Kurtuluş Savaşı yıllarında geçmektedir. 'Yaban" edebiyatımızın tezli romanlarından biridir. Kitap 1932 yılında yazılmıştır.

Kitabın Özeti : 

I. Dünya Savaşı'na yedek subay olarak katılan Ahmet Celâl, bu savaşta tek kolunu kaybederek geri döner.

İstanbul, İngilizler tarafından işgal edilince emireri Mehmet Ali'nin davetine uyarak, onun Porsuk çayı kıyısındaki köyüne gider. Ama aklı sürmekte olan savaştadır. Köyde, her gün gazete getirterek gelişmeleri izler. Fırsat buldukça da köylülere gelişmelerin önemini anlatır.

Köy halkı, yoksulluklarının ve cahilliklerinin asıl sebebi olan Salih Ağa'ya bağlıdır. O, ne derse ona inanırlar. Salih Ağa'nın etkisiyle kimse Ahmet Celal'e yanaşmaz. Köylü onu "yaban" olarak niteler. Bu duruma üzülen genç subay bunalıma düşer, iyice bunaldığı bir gün gezmeye, hava almaya çıkar; Emine ile karşılaşır, ona ilgi duyar. Ne var ki Emine, Mehmet Ali'nin kardeşi İsmail'in karışıdır. Aradan günler geçer. Köy Yunanlar tarafından işgal edilir. Yunanlar köyü yakıp yıkarlar, köylülere işkence ederler. Köylülerin çoğu köy meydanında topluca öldürülür.

Ahmet Celal, Emine ile birlikte bu ölüm çemberinden kaçıp kurtulmak ister. Arkalarından ateş edilir, ikisi de yaralanır. Güçlükle köyün mezarlığına ulaşırlar. Sabaha kadar orada beklerler. Ertesi gün yola çıkacaklardır. Fakat Emine yarası ağır olduğundan yürüyecek durumda değildir. Ahmet Celâl, elindeki anı defterini Emine'nin eline tutuşturur, bilinmeyen bir yöne doğru gider.

Sakarya Savaşı'ndan sonra o bölgeden düşman ordularının çekilmesi üzerine, düşman zulmünü araştırmak için köye gelen araştırma kurulu yıkıntılar, kömürleşmiş insan kemikleri arasında bir defter bulur, kenarları yanık, ortası yırtık bu defter Ahmet Celâl'in anılarını yazdığı ve son anda Emine'ye teslim ettiği defterdir.

Kendi Gök Kubbemiz (Yahya Kemal Beyatlı) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kendi Gök Kubbemiz

Kitabın Yazarı : Yahya Kemal Beyatlı

Kitap Hakkında Bilgi :

Kendi Gök Kubbemiz, Yahya Kemal Beyatlı'nın üç bölümden oluşan şiir kitabı (1961, 1963, 1969). Beyatlı'nı yeni tarz şiirleri, 1921-1957 yılları arasında çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmış, kitap halinde toplanmamıştır.

Adını, "Süleymâniye'de Bayram Sabahı" şiirinin bir mısrasından (Kendi Gök Kubbemiz altında bu bayram saati) alan kitap, Yahya Kemal Enstitüsü'nce yayımlandı.

Üç bölüme ayrılmış olan kitabın "Kendi Gök Kubbemiz" bölümünde Türk tarihi ve kültürüyle ilgili şiirler, "Yol Düşüncesi" bölümünde rintlik, ölüm ihtiyarlık konularındaki şiirler, "Vuslat" bölümünde aşk şiirleri toplanmıştır.

Kitabın sonunda bitirilmemiş bir şiir yer alır. "Ok" şiiri dışındaki tüm şiirler (81 adet) aruz ölçüsüyle yazılmıştır.

Kendi Gök Kubbemiz, Türk şiir coğrafyasına hükmeden bir payitaht, geçmiş ile gelecek arasında kurulmuş sağlam bir köprü, duygu ve düşüncelerimizin de zengin bir arşividir. Yahya Kemal'in şiiri, bu kitapta bir uygarlık tasarımı olarak yer almıştır. Gelenek ve modernlik, Doğu ve Batı, bu tasarımın şiir dünyasında buluşurlar.

Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz'in altında yerli hayatın tam bir ansiklopedisini kurgulamıştır. Sözün manevi derinliği, bu eserin sayfalarında musikinin ses iklimine karışır ve mimari ile gündelik hayat, toplumsal varoluşa kişilik kazandırır.

Sonuçta anlatılan bizim hikayemiz, coğrafyadan vatana doğru uzanan tarihsel yolculuğumuzdur.

Titiz sözcük işçiliği, temelleri uygarlık toprağımıza atılmış biçim anlayışı ve önerdiği hayat felsefesi üzerinde yükselen bu poetik zirve, Türk şiiri adına dikilmiş görkemli anıtlardan birisi olarak çağdaş edebiyatımızda yerini almıştır.

Kendi Gök Kubbemiz, kendi kültür atlasımızdır.

Kitaptaki Şiirler

1. Bölüm: Kendi Gök Kubbemiz
Süleymâniye'de Bayram Sabahı

Açık Deniz
Itrî
Bir Tepeden
Bir Başka Tepeden
Akıncı
Mohaç Türküsü
Siste Söyleniş
İstanbul Fethini Gören Üsküdar
Hayâl Şehir
Ziyâret
Atik-valde'den İnen Sokakta
Üsküdar'ın Dost Işıkları
Hayâl Beste
Eski Mûsıkî
O Rüzgâr
Mevsimler
Koca Mustâpaşa
Gece
Akşam Mûsıkîsi
İstinye
Eylül Sonu
Fenerbahçe
Maltepe
Bedri'ye Mısralar
Karnaval Ve Dönüş
İstanbul Ufukta'ydı
Mihriyâr
İstanbul'un O Yerleri
Ok
Kaybolan Şehir
1918

2. Bölüm: Yol Düşüncesi
Yol Düşüncesi
Sonbahar
Düşünce
Sessiz Gemi
Rindlerin Hayatı
Rindlerin Akşamı
Rindlerin Ölümü
Ufuklar
Deniz Türküsü
Uçuş
Gezinti
Moda'da Mayıs
Geçiş
Düşünüş
Duyuş Ve Düşünüş
O Taraf
Bir Dosta Mısrâlar
Bir Yıldız Aktı
Gurbet
Hüzün Ve Hâtıra
Gece Bestesi
Mâverâda Söyleniş
Mehlika Sultan

3. Bölüm: Vuslat
Vuslat
Telâki
Ses
Deniz
Erenköyü'nde Bahar
Bahçelerden Uzak
Geçmiş Yaz
Hatırlatan
Eski Mektup
Aşk Hikâyesi
Viranbağ
Güftesiz Beste
Nazar
Özleyen
Ric'at
Çin Kâsesi
Bergama Heykeltraşları
Endülüs'te Raks
Altor Şehrinde
Eski Pâris
Büyü Şiir
Sicilya Kızları
Cin'ler
Hayâli Söyleniş
Madrid'de Kahvehâne

Süleymâniye’de Bayram Sabahı


Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye'de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîb âlem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya.
Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.

Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah'ına bir böyle yapı.
En güzel mâbedi olsun diye en son dînin
Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul'un ufkunda bu kudsî tepeyi;
Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları..
Bir neferdir, bu zafer mâbedinin mîmârı.

Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah'ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!

Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîr'i
Ne kadar saf idi sîmâsı bu mü'min neferin!
Kimdi? Bânisi mi, mîmârı mı ulvî eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.

Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar'dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı?
Bursa'dan, Konya'dan, İzmir'den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd'den, Van'dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.

Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova'dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul'dan..
Anıyor her biri bir vak'ayı heybetle bu an;
Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı?

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar'dan mı? Tunus'dan mı, Cezayir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?

Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.

Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

Yahya Kemal BEYATLI

Eğil Dağlar (Yahya Kemal BEYATLI) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Eğil Dağlar Kitap

Kitabın Yazarı : Yahya Kemal Beyatlı

Kitap Yahya Kemal Beyatlı'nın ölümünden sonra 1966 yılında yayınlanmıştır. Eğil Dağlar, Yahya Kemal Beyatlı'nın Kurtuluş Savaşı sırasında kaleme aldığı yazılardan oluşur.

Kitabın Konusu :

Milli mücadeledeki kahramanlar için yazılmış bir kitaptır.

Kitabın Özeti :

Eğil Dağlar'daki yazılar gün gün İstiklâl Harbi'nin nabzını tutmaktadır. Bazen batılı devletlerin tutumu, bazen Yunanlıların ve Yunan ordusunun durumu, bazen Ankara hükûmeti, bazen kamuoyunun konuya bakışı bu yazılarda ele alınmaktadır.

Yahya Kemal'in İstiklâl Harbi yıllarında ne kadar isabetli düşüncelere sahip olduğunu gösteren bu yazıların, Millî Mücadele'nin lideri Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından kesilip saklandığı ve daha sonra Yahya Kemal'e gösterildiği artık bilinmektedir.

Kitap İstiklâl Harb'inin, günü gününe yazılmış , en yakın tarihidir. Kitap bölümlerden oluşmakta ve her bölümde ayrı bir anektot anlatılmaktadır.

Kitap yazıldığı yıllarda Milli Mücadele'nin inandırıcı bir desteği ve o yıllardaki Türk düşüncesinin bir zaferi olmuştur.

Kitapta daha çok Türk Askeri'nden ve İstiklâl Harbi kahramanı Mustafa Kemal Paşa anlatılmaktadır.

Eser 88 müstakil nesir ve on bin satırdan meydana gelmektedir.

Kitabın adı ise bir asker türküsü olan şu mısralardan gelmektedir;

Eğil dağlar eğil, üstünden aşam
Yeni tâlim çıkmış varam alışam.

Kitabın Ana Fikri :


Milletin yeniden var olmasını sağlayan İstiklâl Harbi kahramanları ve Atatürk'ün yaşadıkları kitabın ana fikrini oluşturmaktadır.


Eğil Dağlar (Yahya Kemal BEYATLI) Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (Hüseyin Rahmi Gürpınar) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı :
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç

Kitabın Yazarı : Hüseyin Rahmi Gürpınar

Romanın iki önemli karakteri, İrfan ve Mediha'dır. Karakterlerin her ikisi de belirli bir kültürel birikime sahiptir. O günlerde "Halley" kuyruklu yıldızının dünyadan geçeceği haberi, tüm dünyayı heyecanlandırmış ve bu olay üzerine herkes birtakım yorum ve çıkarımlarda bulunmuştur. İlk basım yılı 1912.

KİTABIN KONUSU :

Kuyruklu bir yıldızın dünyaya çarpacağı haberi ve kadın ile erkek arasında olan çatışmalar ve doğan büyük bir aşk anlatılıyor.

KiTABIN ÖZETİ :

1910 yılının Mayıs ayında Halley Kuyruklu Yıldızı'nın dünyaya çarpacağı söylentisi yayılır. Bu haber dünyada olduğu gibi İstanbul'da da bir panik yaratır. Kenar mahallelerdeki cahil kadınlar da bu işi kendi anlayışlarına göre yorumlarlar. 

Romanın kahramanı olan İrfan Galib'de bu mahallede oturmaktadır. Zengin bir ailenin oğlu olan İrfan, batı ilimlerini tahsil etmiş, geniş fikirli fakat tuhaflıkları olan bir gençtir. Yolda peçeli bir kadın görür. Onun çok güzel ve bilgili bir genç kız olduğunu hayal ederek peşine takılır.

Bir çok tesadüften sonra, bu güzelle ilgili hayaller kurar. Acemice bir konuşma girişiminden sonra kadın tarafından terslenir. Bu olay onu büyük bir kadın düşmanı yapar. Kadınların zayıflığı ile ilgili makaleler yazar. Kadınları korkutarak küçük düşürmek için Halley Kuyruklu Yıldızı ile ilgili konferanslar düzenlemeye karar verir. Anatomi, astronomi, fizik karışımı tuhaf konferransına, bir de kuyruklu yıldızın çarpmasıyla kopacak olan kıyameti tasvir eden korkunç rüya ekler. 

Bir süre sonra maceraperest bir kadından mektup alır. İrfan bu mektuba coşkun ve duygulu bir cevap yazdıktan sonra konferansının ikinci bölümünü hazırlar. Ev halkını, mahalle esnafını kıyametin kopacağına inandırmıştır. Herkes birbirine itiraflarda bulunarak helalleşir. 

İkinci konferansta İrfan'ın kıyamet sahnesini tasvir ettiği sırada, önceden hazırladığı küçük oyun sahnelenir. Etrafta patlayan çatpatlar, fişekler, yukarı katta devrilen masa ve dolaplar, kadınları çılgına çevirir. Bu sırada tanımadığı hayranı ile mektuplaşması sürmektedir. Onun hakkında çok kötü şeyler öğrenmesine rağmen kadına evlenme teklif eder. Kadının bu evlilik için bir şartı vardır. Kuyruklu yıldızın çarpacağı ana kadar İrfan'a yüzünü göstermeyecektir. 

Halley'in görüneceği gün düğün yapılır. Evin damında dürbünle gökyüzünü araştıran gelinle güvey arasında bilimsel, felsefi,uzun konuşmalar geçmektedir. Genç gelin evliliğinin ilk gününden aklını, bilgisini kocasına ispat ederek, eşit şartlarda sürecek bir beraberliğin temelini atmıştır. Gelin hanım İrfan'dan kadınların öcünü almak için bir oyun yapmıştır ve bu oyunun sonunda İrfan'ın ona iyi bir koca olacağını anlamıştır.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :


İRFAN GALİB: Batı tahsili görmüş, yaratıcı zekasını iyi kullanan insanları çok rahat etkileyebilen tuhaf, yakışıklı bir gençtir.

LÜTFİYE: İrfan'ın evlendiği, zeki ve güzel, iyi bir eğitim almış hanımefendidir.

EV HALKI: Cahil, herşeye çok rahat inanabilen sevdiklerine yürekten bağlı olan kişiler.

ESNAF: Her duyduğuna çok çabuk inan, araştırmayı sevmeyen cahil insanlar.

Goriot Baba (Honore de Balzac) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Goriot Baba

Kitabın Yazarı : Honore de Balzac

Kitap Hakkında Bilgi :

Fransız edebiyatının ünlü eserlerinden biri olan Goriot Baba, realist akımın başarılı bir örneğidir. Goriot Baba’da çocuklarına karşı aşırı sevgi duyan bir babanın dramı anlatılmıştır. Balzac’ın bu eseri bir “karakter romanı” özelliği taşır. Roman, babalık sevgisinin bencil evlatlar tarafından nasıl istismar edildiğini göstermesi bakımından oldukça ilgi çekicidir. Goriot Baba, iyilik ve saflığın; çocukları ise kötülük ve nankörlüğün temsilcileridir.

Kitabın Özeti :

Mösyö Goriot, Paris’te bir pansiyonda kalmaktadır. Pansiyondakiler M. Goriot’un kim olduğunu bilmez. Herkes onun hakkında bir şeyler uydurur. M. Goriot’un iki kızı vardır: Delphine ve Anastasie. Arada bir gelip babalarını görürler. Çevredekiler, bu kadınları Goriot Baba’nın metresleri sanırlar.

Goriot Baba iş hayatında başarılı olmuş, iyi para kazanmış, eski bir tüccardır. Tüm varlığını iki kızının mutluluğuna adamış, kendisi orta halli bir pansiyon hayatına çekilmiştir. 

Goriot Baba’nın kızları paralan tükendikçe pansiyona gelirler ve babalarından para isterler. İkisi de oldukça masraflı, lüks bir hayat yaşamaktadırlar. Babalarının günden güne düştüğü kötü durum umurlarına bile gelmez. Tek düşünceleri kendi özel hayatlarıdır.

Goriot Baba, ilgisizlikten, sevgisizlikten ruhsal çöküntüye uğrar; dayanma gücünü yitirir, hastalanıp yataklara düşer. Durumu gittikçe ağırlaşır. Kızlarına haber gönderilir; fakat kızları babalarının yanına gelmek yerine, bir sosyete balosuna eğlenmeye giderler. 

Goriot Baba ölmeden önce çocuklarını son kez görmek ister. Pansiyonda kalan bir öğrenci, onun bu isteğini kızlarına ulaştırır. Delphine babasının yanına gelmez, diğer kızı Anastasia geldiğinde ise artık çok geçtir; baba komaya girmiştir, bir süre sonra da ölür.

Goriot Baba’nın cenazesinde, pansiyonda tanıdığı bir iki kişi dışında kimse yoktur…

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...