16 Nisan 2019 Salı

Od / Bir Yunus Romanı (İskender Pala) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Od / Bir Yunus Romanı

Kitabın Yazarı : İskender Pala

Kitabın Özeti :

Od romanında İskender Pala, Yunus Emre’nin hayatının uzun bir bölümünde dervişliğe ve şeyhliğe kavuşmasını, şiirlerine dokunan bir ahenkle ele almaya çalışmıştır. Romanın başlangıcında Molla Kasım adında bir genç söze başlar ve Yunus’un dergâhına gidip onu tanıdığı günleri güzel bir girişle anlatmaya başlar. Romanın geri kalan kısmı, Yunus’un Molla Kasım’a anlattıklarından ibarettir ve yine aynı şekilde sonuca varır.

Romanın başında Molla Kasım yağmurlu bir günde balık tutarken, yanına gelen bir adam bir deste kağıt uzatıp gider. Molla Kasım bu kağıtların şiir olduğunu görür ve bir tanesini okur. Hoşuna gidince, içlerinden başkalarını da okumaya başlar. Bazılarını beğenmeyip geçer, derken hoşuna gidenleri de gitmeyenleri de okuyup önündeki ateşe atarak yakar. Sonra uyur, rüyasında Yunus’u görür. O şiirlerin Yunus’a ait olduğunu öğrenir, çok üzülür ve bunları tekrar ondan dinleyip yazmak ister, düşer yollara ve onu bulur.

Sonra sözü Yunus alır, kendi hikâyesini Molla Kasım’a anlatmaya başlar. Yunus, Anadolu’nun Moğol akınlarıyla ve Bizans saldırılarıyla inlemekte olduğu, her gün katliamların yaşandığı, yokluğun insanları kırıp geçirdiği zamanların insanı olarak yaşanılan bu felâketi anlatır önce. Eşi Sitare’yi (asıl adı Elif olmasına rağmen, Yunus ona yıldız anlamına gelen Sitare adını vermiştir.), oğulları İsmail ve İbrahim’i bu felâketten korumak için ne büyük çabalar sarf ettiğini anlatır.
Ucasar’daki baskınlardan kaçıp, Temür Alp ve Satı Nine’yle birlikte Sarıcaköy’e gelirler; fakat Çekikgöz denilen Moğollar, burada da onlara aman vermez. Köylerini basar, tüm evleri ateşe verirler. İbrahim’i bu saldırılarda kaybederler ve her gün ölme korkusuyla yaşarken, Yunus tüm köyü başka bir yere göç ettirmek için keşif seyehatine çıkar. Dönene kadar Çekigözler Sarıcaköy’e tekrar baskın düzenlerler ve taş üstünde taş bırakmazlar. Sitare Çekikgözlerle mücadele ederken son nefesini verir.

Yunus’un fani hayatı aslında biricik eşi Sitare ve göz bebeği İbrahim’i kaybetmesiyle biter, daha sonra onlara kavuşacağı günü arzuyla bekler durur. Bir oğlu İsmail’i ise Sitare kuyuya saklamıştır ve orada bulup Satı Nine’ye emanet ederek tekrar Sarıcaköy’den gider. Tekrar döndüğünde oğlu İsmail’i fedailerin kaçırdığını öğrenir ve dünyası başına yıkılır. Kalan ömrünü, Tapduk Sultan’ın yoluna ve İsmail’i aramaya adar.

Tapduk Sultan, Yunus’un bir derviş ve sonra şeyh olmasını sağlayan bir Allah dostu, âlim ve şeyhtir. Onun dergahına giden Yunus, yıllarca ona hizmet eder. Dergâha odun ve su taşır. Bir ara Yunus dergaha bu kadar hizmet etmesine ve tasavvufa bu kadar kendini yakın hissetmesine rağmen, kendisine daha güzel görevler verilmediğini bahane ederek dergahtan kaçar. Tapduk Sultan gözleri görmeyen bir ermiş olduğu için, Yunus’u gönül gözüyle takip eder.

Yunus bir zaman yollara vurur kendini, gittiği yerlerde insanlar bunun ne kadar keramet sahibi olduğunu anlarlar. Mevlana ile tanışır, onun övgülerini kazanır. Yunus o zaman kendine bu gücü kazandıran Tapduk Emre’nin dergâhına dönme arzusu duyar. Düşer yollara; fakat kapısına vardığında geri çevrilir. Bir zaman bu hâl devam eder; fakat Yunus yılmaz bir derviştir ve Tapduk Sultan’ın gönlünü razı ederek dergaha kabul edilir.

Bir yandan oğlu İsmail’in özlemi yüreğinden günden güne artar. Onu bulmadan ölmek istemediği için, her fırsatta ona ulaşacak yollar arar. Tapduk Sultan, Yunus’un içindeki şiir yeteneğini fark eder. Büyük toplantılarda Yunus’la atışmalar yapınca, tüm dervişler Yunus’un tasavvuf aşkı ve becerisi karşısında boyun eğerler. Bir zaman sonra Tapduk Emre, “Sen artık burada kalmamalısın, bir şeyh olarak gezerek irşad yapmalı, kendi dergâhını kurmalısın.” diyerek Yunus’a büyük bir görev verir.

Derviş Yunus, tekrar yollara düşer. Gittiği her yerde irşad yapar, Allah’ın kelâmını yayar, insanlarla tasavvuf üzerine derin sohbetler yapar ve şiirlerini okur. Aynı zamanda oğlu İsmail’e çıkacak bir yol arar, Alamut fedailerinden, soğuk nefeslerden bir haber bekler. Son karar olarak, doğduğu köy olan Sarıcaköy’e giderek, orada bir dergâh kurmak ister. İsmail bu arada Arn Usta denilen bir celladın yanında yıllarca insanlara eziyet etmeye zorlanmış, Allah’a inancını yitirmiş, babasından nefret eder hâle gelmiş bir zavallı olarak yaşamıştır. Daha sonra babasını tanıyan fedailer tarafından oradan kaçırılarak babasını bulması için bir zamanlar dedesinin yaşadığı köye bırakılmıştır.

İsmail kaçırılırken yanına aldığı hazineyle kendisine bir çete kurmuştur ve yoldan geçen kervanlara, Alamutlulara saldırı düzenlemektedir. Kader bu ya? Yunus ile İsmail’in yolları, bir dağ başında kesişir. İsmail ve çetesindeki kızanlar, Turakçın ve Yunus’u Alamut fedaisi zannederek pusu kurarlar. Vuruşma sonunda Yunus’un en büyük yoldaşı, arkadaşı Turakçın oracıkta boynundan yediği bir okla vefat eder. Zaten ikisinin de kılıcı yoktur. Turakçın, elindeki asaya Allah’ın verdiği kudretle savaşmıştır.

İsmail’in çetesindeki bir kişi, diğer kişinin öz babası olduğunu ona söyler. Önce inanmaz; fakat sonra onu öldürmek istemez. Yunus İsmail’i görmeden, Turakçın’ın ölümü üzerine yüzünü göğe çevirdiği anda kör olur. Sonra İsmail’i tanır ve onunla konuşur, konuşur. Ona, kendisini Sarıcaköy’e götürüp orada bir dergah kurmak istediğini söyler. Son dileği gerçek olur, dergâhına binlerce insan gelir, yıllarca onun eteğinden nice dervişler çıkar.

İsmail önce Allah’ı inkar etmiş ve babasına nefret kusmuştur. Fakat Yunus’un o güzel yüreği ve sabrı, oğlunu hak yoluna çevirmeyi başarmıştır. Hakk’a yürüdüğü anlarda, dilinden;

Ben gelmedim davi için, 
Benim işim sevi için, 
Dost’un evi gönüllerdir, 
Gönüller yapmaya geldim.

dizeleri dökülmüştür. İsmail’in yüreğine, Yunus’un oğlu olma gururu, binlerce dervişin gönlüne ise Dost’un evi yer etmiştir.

Od / Bir Yunus Romanı (İskender Pala) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

On Küçük Zenci (Agatha Christie) Kitabının Özeti, Konusu,Tahlili


Kitabın Adı : On Küçük Zenci

Kitabın Yazarı : Agatha Christie

Kitabın Özeti :

1938 yılında bir ada Bay Una Nancy Owen adında biri tarafından alınır. Adanın sahibi birbirini tanımayan on kişiyi sanki arkadaşları, akrabaları, bir tanıdıkları davet ediyormuşçasına adaya mektupla davet eder. On kişiden bazıları yolda birbiriyle tanışma fırsatı bulur. Bay ve Bayan Rogers davetlilerden iki gün önce adaya giderek eve çeki düzen verirler.

Davetliler araçtan indikleri yerden tekneyle alınarak adaya geçirilir ve adada ada sahibinin hizmetlisi olarak gelen Bay ve Bayan Rogers tarafından karşılanırlar. Herkes odasına yerleşince odayı inceleme isteği duyarak etrafa göz gezdirirler; çünkü kimse tam olarak neden orada olduğunu, görevlerinin ne olduğunu bilemez. Herkesin dikkatini duvardaki şiir çeker:

On küçük zenci yemeğe gitti,
Birinin lokması boğazına tıkandı. Kaldı dokuz
Dokuz Küçük zenci geç yattı,
Sabah biri uyanamadı. Kaldı sekiz… şeklinde devam eder.

Şiirde on zenci ile ilgili gizemli bir ipucu vardır. Yemeğe inen misafirler genel konulardan konuşur. Herkes birbirini ve neden burada olduklarını merak eder. Bir anda gramofondan bir ses işitilir. Gramofondaki ses odada bulunan on kişiyle ilgili çarpıda iddialarda bulunur. Herkes şaşkınca birbirlerine bakar. Odada soğuk rüzgarlar eser, sessizlik başlar. Bazıları ölümlerin nasıl olduğunu anlatır. Kimse kendini suçlu olarak görmez.

Doktor Armstrong, ameliyata sarhoş girince ne yaptığını bilemeyerek hastanın ölümüne sebep olur. General Mac Arthur, karısının bir başkasıyla ilişkisi olduğunu öğrenince sevgilisini bilerek savaşa gönderir, adam savaşta ölür. Blore,eski bir polis müfettişidir. Polis olduğu zamanlarda bir banka soygununda bekçi öldürülür, Blore bu davaya tanıklık eder. Bu davada narin yapılı bir adam hapishaneye girer. Bu ağır yükü kaldıramayan adam hapiste ölür.

Bay ve Bayan Rogers, yanında yardımcı olarak çalıştıkları zengin bir bayanın ölümüne sebep olmakla suçlanır. Fırtınalı bir günde kadın rahatsızlanır, telefonun bozuk olduğunu ve bu sebeple yürüyerek doktor çağırmaya gittiğini savunur. Doktor gelene kadar kadına ilaç verilse kadın hayatta kalabilirdi. Bay ve Bayan Rogers da kadının mirasına sahip çıkar. Teğmen Philip Lombard, ordudan ayrılmış bir yüzbaşıdır. Doğu Afrika’da yerlilerle beraberken ormanda yollarını kaybederler. Lombard ile birkaç beyaz tüm yiyecekleri alarak yerlilerden uzaklaşır. Yiyecekleri olmayan yerliler ölüme terke edilir.

Vera Claythorne, bakıcı olarak çalıştığı evde çocuğu denize götürür. Çocukların denizde açılmaları yasak olmasına rağmen Vera çocuğa engel olmaz. Çocuğun ardından denize atlayıp onun gitmesine engel olmaya çalıştığını söylese de olay böyle değildir. Kıyıdan uzaklaşan çocuğun cansız bedenine ulaşılır. Vera aileye çocuğu kaç kez ikaz ettiğini; ama çocuğun kendisini dinlemediğini söyler. Vera öğretmendir; fakat geçimini sağlamak için her işte çalışmaktadır.Vera çocuğun üvey abisine aşıktır; ama abiye miras kalmadığı için evlenememektedirler. Çocuk ölünce abiye miras kalacağını düşünen Vera çocuğun ölümüne sebep olur. Bu işte bir işolduğunu anlayan abi Vera’yı terk eder.

Emily Brent, altmış beş yaşlarında ihtiyar bir kız. Yanında çalışan hizmetçi kızın hamile olduğunu öğrenince onu işten çıkarır. Umutsuzluğa kapılan kız nehre atlayarak intihar eder. Yargıç Lawrence, bir kadını öldürmekle suçlanan bir sanığın bilgilerini jüriye aktarırken sanığın aleyhinde bilgiler vererek jürinin idam yönünde karar vermesine sebep olur. Antony Marston, yaşamayı seven maceracı biridir. Çok hızlı araba kullandığı günlerden birinde önüne çıkan iki çocuğu ezer. Arabaların hızlı gitmek için yapıldığını ifade eder.

Suçlamaları kabullenemeyen Bayan Rogers birden yere yığılır. Herkes ona doğru koşarak kadını yerden kaldırır. Olay sonrası Marston, içkisini içerken birden yere yığılır. Kimse ne olduğunu anlayamaz. Bakarlar ki artık yaşamıyor. Ölümüne neyin sebep olduğunu araştırmaya çalışırlar. Yaşamayı seven bir insanın intihar edeceği fikrini kabullenemezler. Potasyum siyanürden şüphelenirler.

Gün boyu başı çok ağrıyan bayanRogers’a doktor uyku öncesi ilaç verir. Kadın sabah uyanamaz. Ölümler adadaki insanları çok ürkütür. Herkes birbirinden şüphelenir.Yargıç olayı aydınlatmak için kendisine mektubun kimden geldiğini ve ne yazdığını okur. Mektubun bilmece gibi olduğunu, mektubu gönderen kişinin kendisi hakkında epey bilgi sahibi olduğunu söyler. Mektup Lawrence’in Doğu’ya giden bir arkadaşının üslubuyla yazılıdır. Bu arada ilk geldiklerinde masanın üzerinde on küçük zenci biblosu vardır. Ölümler oldukça zenci biblolar bir bir azalır. Adanın sahibinin kim olduğu, onları kimin işe aldığı konusunda kafa yorarlar. Kendilerine gelen mektubu saklayanlar getirir, imzaya bakılır. İmzada meçhul anlamına gelir. Buraya bir oyuna düşürülerek geldiklerini düşünen insanlar daha da sinirlenir.

Gece geç saate kadar düşünen konuklar sabah adaya gelen tekne ile oradan uzaklaşmayı düşünür. Ertesi gün yemek vakti Mac Arthur’un sofrada olmadığı görülünce onu ararlar. Mac Arthur’un cesediyle karşılaşırlar.

Herkes tedirgin olunca yargıç adanın aranmasının iyi bir fikir olabileceğini söyler. Ada arandı; fakat yedi kişiden başka kimsecikler bulunamaz. Kalan yedi kişi birbirlerinden şüphelenmeye başladılar. Ölüm korkusu herkesin çılgınca hareket etmesine sebep olur. Kahvaltı zamanı masanın hazır olmadığını gören ada sakinleri Rogers’ı aramaya başlar. Odunluğun orada odun kırarken Rogers’ın öldürüldüğünü görürler. Vera ve Brent üzerindeki şoku atınca kahvaltı hazırlamaya koyulur. Kahvaltı sonrası herkes odasına çekilir. Brent’in aşağıda kendinden geçmiş halde koltukta oturduğunu görürler. Zehir enjekte edilmiştir. Etrafında da arı dolaşır.

Olayları kaldıramayan Vera odasına gidip uyumak ister. Odasına girince odasının yosunlarla kaplı olduğunu görür, çığlık atar. Herkes yukarı çıkar. Aşağı indiklerinde Yargıç Lawrence’nin cansız bedeniyle karşılaşırlar. Yargıca cüppe giydirilmiş görüntüsü vardır. Armstrong sabah evde görünmez. Onu aramaya çıktıklarında denizde iki kayanın arasında sıkışıp kaldığını görürler. Armstrong’un öldüğü gün evde bir ayak sesi duyulur. Blore peşinden koşar; ama dışarı çıkan kişinin sadece gölgesini görebilir. Eve döndüğü zaman ayı şeklindeki mermer saat Blore’un başına atılarak öldürülür. Artık adada Lombard ve Vera kalır. İkisi de dışarı çıkar, etrafı arar. Çıldırmaya az kala Vera tabancayla Lombard’ı öldürerek kendisi de odasında intihar eder. Vera suçluluk duyguları ve ortamın hipnotize etmesi sebebiyle intihar eder.

Fırtına dinince adaya ulaşan polis ve karşıda yaşayan halk olayı çözmeye çalışır. Karşıda yaşayan halk ve tekneyle misafirleri getiren kaptanlar, misafirlerin daha önceki misafirlere benzemediğini sıradan normal insanlar olduklarını söyler. Daha önceki misafirler çılgınca partilere katılan bireylerdir. Karşıdaki halk ise adadan yardımı çağrıştıran bir duman gördüklerini; fakat hem fırtına hem de adanın sahibinin ne olursa olsun adayla iletişime geçilmemesi gerektiği emrini verdiği için bir şey yapamadıklarını söyler.

Dişi Kurdun Rüyaları (Cengiz Aytmatov) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Dişi Kurdun Rüyaları

Kitabın Yazarı : Cengiz Aytmatov

Kitabın Özeti :

Akbar ve Taşçaynar adlı iki kurdun mağaradaki inlerinin önü karla kapanınca bulundukları yeri terk ederek Mujunkum’a gelirler. Akbar ve Taşçaynar buradaki kurtlardan farklıdır. Akbar’ın gözleri oradaki hiçbir kurtta olmayan şekilde mavidir. 

Mujunkum her çeşit bitkiye, zengin su kaynaklarına ev sahipliği yapar. İki kurt da Mujumkum da bahar yaşandığı zamanlarda buraya gelirler. Burada köstebekler, saygalar (antilop) gibi birçok av vardır. Akbar’ın üç yavrusu olur. Biri dişi diğerleri erkektir. Dişi olan kurdun gözleri tıpkı annesine benzer. Bu sebeple dişi kurda Gözde, erkeklerden başı iri olana Kocabaş, diğer kurt da hızlı ve çevik olduğu için ona Hızlı adını verirler. Minik olan yavrularla yakınlarda gezilere çıkarlar. Akbar sürekli gelecekte yavruları büyüyünce hep beraber sayga avına çıkacakları anı hayal eder.

Bahar yerini kışa bırakınca yavrular da biraz büyümüş olur ve ilk avlarına çıkarlar. Sayga avına çıkan kurt ailesi gizli bir yerde pusuya yatar. Akbar sayganın birine pençe atarak yakalar Taşçaynar da yardım ederken bir anda çok yüksek sesler gelmeye başlar. Mujunkum’a sayga avına gelen insanların gürültüsüdür bu. Saygaları sürekli koşturarak yormaya çalışan insanlar kurtların da panik olmasına sebep olur. Tüm kurtlar olanca hızıyla kaçarlar. Kaçamazlarsa sayga sürülerinin altında kalarak ezilmek durumunda kalırlar. Akbar sürekli yavrularını kontrol ediyor, peşinden gelip gelmediklerine bakıyor; onları kaybetmekten çok korkuyordu. Gözde çok yorulunca pes eder ve sayga sürüsünün altında ezilerek can verir. Bir süre sonra Kocabaş ve Hızlı da can verir. Koşuşturma yavaşlayınca Akbar ve Taşçaynar gizlenecek yer bularak geceyi orada geçirir.

Akbar yavrularını hatırladıkça kahrolur, beraber ava çıkacakları günleri düşünmeye başlar. Sayga sürüsüne katliam yapanlar şoförle beraber altı kişidir. Buraya gelen bu insanların kimi kimsesi yoktur, kimisi sevdiği tarafından terk edilmiş, kimisi hiç evlenmemiştir. Sadece Abdias adlı genç diğerlerine göre daha masumdur. Papazın oğlu olan Abdias, Papaz Okuluna gider babasının ölümünden sonra düşüncelerinin hoş görülmemesinden dolayı okuldan atılır. Abdias’ın Tanrı anlayışı ile Papaz Okulunun tanrı anlayışı birbirine uymadığı için okuldan atılır.

Abdias düşüncelerinden vazgeçmez, kötü insanlara Tanrıyı anlatarak onları kötülükten uzak tutabileceğine inanır ve bunun için harekete geçer. Önce bir dergide yazı yazmak için haşhaş kaçakçılarıyla ilgili bilgi toplamak ister. Bunun için de onların bulundukları yere gider. Bu insanların hayatta kaybedecek hiçbir şeyi yoktur. Abdias onlara yardımcı olmak isterken onlar Abdias’ı trenden atarlar. Abdias canını zar zor kurtarır. Bu arada Akba’nın beş yavrusu daha olur; fakat bu defa da Mujunkum’da çıkan yangında yavrularını yine kaybederler.

Akbar ve Taşçaynar Ala-mengü dağlarına göç ederler. Burada da farklı sorunlarla karşılaşırlar. Burada da Akbar’ın dört yavrusu daha olur. Buradaki insanlar geçimini hayvan ticareti yaparak sağlar. Bazarbay adında geçimsiz, alkolik bir adam bir gün işi gereği dağda gezerken Akbar ve Taşçaynar’ın avda olmasını fırsat bilerek yavruların dördünü de ininden alarak heybesine katar ve çadırının yolunu tutar. Giderken anne kurdun peşine düşmesinden korkan Bazarbay pek sevmediği komşusuna uğrar.

Akbar ve Taşçaynar durumu fark edince iz sürerek çadıra kadar gelip ulumaya başlar; fakat Bazarbay yavruları vermez. Yavruları satarak içki almayı düşünür. Biraz dinlenip oradan ayrılır. Yavrularının hala orada olduğunu düşünen kurtlar sürekli orada ulumaya nöbet tutmaya başlarlar. Bu durumdan rahatsız olan Boston Taşçayar’ı öldürür. Eşinin ölmesiyle Akbar artık yaşayan ölü olur. Birgün Boston’un oğlu dışarda oynarken onun yanına yaklaşarak kendisini sevmesine izin verir. Yavrularının kokusunu çocukta alan Akbar çocuğu ağzına alarak hızla oradan uzaklaşır. Boston durumu görünce koşar; ama artık nafiledir. Bu olaydan sonra Boston, olayın sorumlusu olan Bazarbay’ı öldürür.

Ateşten Gömlek (Halide Edip Adıvar) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı: Ateşten Gömlek

Kitabın Yazarı: Halide Edip Adıvar

Kitabın Konusu :

Kitap, İzmir’in işgali üzerine şehri kurtarmaya amaçlayan milli mücadele kahramanlarının hedeflerine nasıl ulaştığı konusunu anlatmaktadır.
Kitabın Özeti :

Kitabın hemen hemen tamamı Peyami’nin hatıra defterinden ibarettir. Peyami, Ankara’da Cebeci hastanesinde yatarken 4 kasım ile 17 Aralık 1921 tarihleri arasında kırk üç gün zarfında hatırladıklarını bir deftere yazmıştır. Bunun dışında yine Peyami’nin ağzından İhsan ile Cemal’i hatırlayan on bir sayfalık bir bölüm ile, Peyami öldükten sonra onun kimliğini açıklayan tek sayfalık bir ‘sonuç’ bölümü vardır.

Peyami Dışişleri mesleğini seçen bir gençtir. Kurtuluş Savaşında hem başından yaralanmış hem de bacaklarını kaybetmiştir. Cebeci Hastanesi’nde yattığı sırada bir yandan hatıralarını yazmaktadır. Kendisine savaş sırasında da emir erliğini yapan Salim ona refakkat etmekte, bakımını üstlenmektedir. Doktorlar bir ameliyatla kafatasını açarak, savaş sırasında içinde kaldığı sanılan bir kurşunu arayacaktır.

Romanın akışı içinde Peyami’de önemli bir değişme olur. Hikayenin başladığı ana kadar silik, cansız bir hariciye memurudur. Kendisini ‘züppe bir genç’ olarak tanımlamaktadır. İzmirli zengin bir ailenin kızı olan annesiyle birlikte Şişli’de oturmaktadırlar.

Hatıra Defteri’ne göre bu tarihten on iki yıl kadar önce Peyami’nin akrabası olan Ayşe, amca çocuğu olan Peyami’nin annesi tarafından İzmir’den onunla evlendirmek üzere İstanbul’a davet edilmiş ama Peyami bu evliliği istememiş, bavulunu toplayıp Almanya’ya kaçmıştır. Bunun üzerine onuruna çok düşkün olan Ayşe, bir daha hiçbir zaman Peyami ile evlenmemeyi aklına koymuştur. Nitekim İstanbul’da tanıştığı Peyami’nin babasının akrabalarından eski bir hariciyeci olan Mukbil bey ile evlenir. Ayşe’nin kardeşi Cemal de subaylık mesleğini seçmiş bir akrabadır. Harbiye Nezareti’ndeki Binbaşı İhsan ile müterakenin ilk zamanlarından itibaren çok iyi anlaşmaktadırlar. O sırada kahramanların hepsi İstanbul’da bulunmaktadır.

Peyami’nin annesi Şişli’deki evin kabul salonuyla o günlerin kibar, tanınmış, sözü geçen bir kadınıdır. Peyami’lerin sosyal yaşamı Büyükada ile Şişli arasında gidip gelmektedir. Kadınlar arasındaki propagandayı o idare etmektedir. Şişli ve Büyükada arasındaki dedikoduların ve kukla oyunlarının hepsi onların salonlarından geçmektedir. Bu salonların sürekli konukları İngiliz taraftarlarıdır. Savaşlardan bıkmışlardır. Onlara göre kurtuluş İngiliz hakimiyetini kabul etmektir. Peyami de bu hayatın ve bu düşüncelerin bir parçasıdır. İstanbul’da çeşit çeşit inanç, türlü türlü çalışma yürütülmektedir. Özellikle manda taraftarları, ülkeyi bir başka devletin boyunduruğu altına koymak isteyenler çok çalışmaktadırlar. Bunlardan Salime Hanım tam bir ittihatçı düşmanıdır ve İngiliz mandasının kuvvetli savunucusudur.

Bu günlerde neredeyse dünyanın her yanındaki cephelerde savaşmış olan kuzen Cemal Bey istanbul’dadır ve Erkanı Harbe (Harp Akademesi) devam etmekte, akraba olduğu için bazen Şişli’deki evde kalmaktadır. Peyami ve Cemal iyi arkadaş olurlar. Cemal cumhuriyetçi fikirleri savunmaktadır. Hergün Hariciyeden Peyami’yi almakta, birlikte zabitlerin oturduğu kahveye gitmektedirler. Orada subayların ülkenin içinde bulunduğu durumla ilgili tartışmalarından Peyami giderek zevk almaktadır. Bir gün birlikte iken bir başka subay olan İhsan ile karşılaşırlar. Aslında İhsan ve cemaal birbirini çok sevmemektedirler. Ama ikisi de Peyami ile iyi arkadaş olduğundan hep birlikte olmaya, birlikte gezmeye başlarlar. Peyamilerin salonundaki tartışmalara İhsan Bey de katılmaktadır.

Bir gün İzmir’e Yunanlıların çıktığı haberi gelir. (15.5.1919) Ayşe’nin kocasını, küçük oğlunu, birçok suçsuz insanla birlikte süngülemişler, delik deşik etmişlerdir. Beş yaşındaki oğlu tek bir kurşunla can vermiş, Ayşe de kolundan yaralanmıştır. Ayşe bir İtalyan ailenin yanına sığınarak, İzmir’i terkeder ve İstanbul’a Peyamiler’in evine gelir. Ayşe’yi iskelede karşılamaya Peyami ve Cemal birlikte giderler. İhsan’la kaarşılaşırlar. İhsan’ın yardımıyla Ayşe’yi sağ salim Şişli’deki eve getirirler. Ayşe siyah giysiler içinde, yaralı kolu beyaz sargılıı olarak, duru beyaz tenli, yeşil gözlü iri kızıl dudaklı, burnu biraz uzunca ama çok etkili bir kadındır. Gören erkeğin ondaki heyecandan, sıcaklıktan etkilenmemesi mümkün değildir. İhsan daha ilk karşılaşmalarında hemen etkisi altına girmiştir.

Ulusal coşku içinde çalkalanan İstanbul’da bir yandan protesto mitingleri yapılmaktadır. Fatih mitingi yapılmıştır. Günün birinde Sultanahmet Meydanı’nda büyük bir miting yapılır. Mitinge kadın, erkek, çoluk çocuk büyük kalabalıklar katılmıştır. Asıl gelenler İstanbul’un arka, yoksul mahallerinde yaşayan insanlardır. Camilerin minarelerinin arasına siyah bayraklar asılmıştır. Halk Sultanahmed meydanına sanki ülke kurtuluncaya kadar dövüşmek için and içmeye gelmiştir. Ayşe, İhsan ve Peyami de bu mitinge katılır. Meydaandaa Almaan İmparaaoru çeşmesinin basamaklarına çıkarak izlemeye çalışırlar ancak yüzbin insanın doldurduğu alanda bir şey duymaları mimkün değildir. Ancak havadaki ccoşku herkesi etkilemiştir. Ayşe ağlamaktadır. Peyami bile içinin coşkuyla dolduğunu hisseder.

Peyami’nin duygu ve düşünceleri giderek değişmektedir. Ayşe’yi yakından tanıdıkça ve özellikle Sultanahmed mitinginden sonra bilincinde uyanmalar olur. Bir yanda Şişli hanımları, köprünün öteki yanında Darülfünün (üniversite) öğrencileri, genç öğretmenler, şairler, miting meydanlarını dolduran tek bacaklı aakerler. Peyami o gün asıl Türkiye’yi ilk kez gördüğünü anlar. Züppe Peyami Ayşe’nin aşkıyla çok değişmiş, İzmir’in kurtuluşu yolunda can vermeye hazır hale gelmiş bir vatanperver olmuştur.

Bir İngiliz gazetecisi ve Salime Hanım’ın bulunduğu ve Yunan işgalinin konuşulacağı bir salon toplantısında Ayşe “Çanakkaledeki kayıpları nedeniyle İngilizlerden özür dilenmesinin gerektiği” fikrine çok keskin bir dille hem de düzgün bir Fransızca ile itiraz edince herkesi şaşırtır ve etkiler. Sakin, konuşmayan, cahil bir taşralı olarak sanılan Ayşşe’nin bilgisi ve coşkusu birileirni tedirgin etmiştir. Bu arada Peyami’nin annesi de evdeki düzeninin bozulmasını istemez vve Ayşe’yi evinde tehlikeli olarak görmeye başlar. Ayşe’nin İstanbul’daki varlığı ve İzmir’den yaralı olarak gelmiş olduğu düşman kuvvetlerinin taraftarları arasında giderek yayılır. Ayşe annesi ile Peyami’ninn konuşmalarını duyar, kısa sürede evden ayrılır ve Gedikpaaşa’da iki odalı bir ev kiralayarak taşınır. İzmir’den gelirken yanında getirdiği paraları İstanbul’dan Anadolu’ya kaçan subayların yol harcamaları için kullanan genç kadın kendi geçimini dantel örerek ve çocuklara ders vererek sağlamaktadır.

Protesto mitingleri, gösteriler sürmektedir. Yaşlı insanlar, kdın ve gençler sokakları, meydanları doldurmaktadır. İstanbul’da birbirinden farklı çevrelerde bir mücadele arzusu uyanmıştır. Tam bu günlerde İstanbul İngilizler tarafından işgal edilir. Kentin üstünden geçen küçük uçaklar bomba yağdırmaktadır. Kentin her yanında kan gövdeyi götürmekte, kesik kol ve bacaklar sokaklarda bırakılmakta, ölüler sağlar birbirine karışmaktadır. Bu uçak saldırılarının birinde Peyami korkudan fenalık geçirir ve yanında olan İhsan ve Cemal’in yardımıyla eve döner. İşgalciler kendilerine muhalif olanların ileri gelenlerini sürgüne göndermeye başlarlar. Ayşe’nin de evi aranır. Ayşe hiç kimse ile konuşmamakta, sadece komşusu sebzecilik yapan Zeynep Hanımla arkadaşlık yapmakta, onun aracılığıyla arkadaşlarıyla haberleşmektedir.

Ayşe İstanbullu gençlerin gözünde İzmir’in ve kurtuluşun sembolüdür. İhsan ile Cemal Anadolu’ya geçerler. Şidetli bir tifo geçiren Peyami ile bir türrlü haberleşemeyen Ayşe sonunda onun iyleşmesiyle birlikt bir kağnıya atlayarak Kuva-yı Milliye’ye katılmak üzere Anadoluya geçerler. Kılık değiştirmiş, köylü giysileri edinmişlerdir. Eşyalarını kömür çuvalları altına saklamışlardır. Yollarda arama yapıldığı için Bursa üzerinden gidemezler ve çetin dağ yollarından geçerek sonunda Kandıra’nın köylerinde İhsan’a kavuşurlar. Peyami ile İhsan hastabakıcılık yapan Ayşe’yi içten içe sevmeye başlamışlardır. Bu aşk her ikisi içinde bir ateşten gömlek olmuştur. İhsan ve arkadaşları önce Bolu, Düzce ve Adapazarı tarafındaki ayaklanmaları bastırmaya çalışan ve halkı İstanbul Hükümetine karşı için örgütlemeye çalışan Kuva-yi Milliye güçlerine yardım ederler. Önce Adapazarı ve Geyve civarında halife ordusu ile çarpışırlar.

Ulusal harekete karşı gelmek isteyen köyleri yola getirirler. Çeteler de birbiri ile kavga etmetedir. Kimi Padişah taraftarıdır, kimi Kuvayı Milliye’yi benimsemiştir. Bu arada Mehmet Çavuş aralarına katılır. Peyami de artık bir işe yaramak ve Ayşe’nin gözünde değer kazanabilmek için savaşa fiilen katılmak ister ve Mehmet Çavuş’tan silah kullanmayı öğrenir. Doğançay’dan sonra Eskişehir’e giderler. Bu bölgede yaptıkları mücadele sırasında tanıdıkları anası, babası, Yunanlılar tarafından öldürülen yeşil gözlü, genç köylü kızı Kezban ise karşılık görmeyen bir sevda ile İhsan’ı sevmekte ve onu da beraberlerinde götürmeleri için yalvarmaktadır. Ama İhsan’ın bu genç kızı götürebileceği uygun bir ortam yoktur. Kezban ise Ayşe’yi kıskanmakta ve şehirli kadın gibi yaralılara bakabileceğini söylemektedir. İhsan sert bir şekilde Kezban’a köyünde kalmasının daha iyi olacağını söyler.

Adapazarı’ndaki ihtilalcilerin dize getirilmesinde çok önemli yararlılıklar gösteren Ahmed Rıfkı’nın ölümüyle çok sarsılan, onu gömmeden ayrılmamakta direnen ve günlerce çevresiyle ilgilenmeyen Ayşe ikisi arasındaki bu tartışmayla ilgilenir. İhsan’la arasında sözden çok bakışların ve duyguların konuştuğu bir düello geçer. Kezban İhsan’ı, Mehmet Çavuş’ta Kezban’ı sevmektedir. Elinde bir miktar birikmiş parası vardır ve Kezban’la evlenmek istemektedir. Mehmet Çavuş Peyami’yi yaralama pahasına Kezban’ı kaçırır. Bir süre ikisinden de haber alamazlar.

Bu arada İhsan ve Peyami Konya’daki isyanı bastırmakla görevlendirilir. Mehmet çavuş artık karşı cephededir. Köylüleri yaalan yanlış bilgilerle kandırmış, İhsan Bey’e ve subaylaarına eğlence amaçlı bir toplaantıyı bahane ederek pusu kurmuştur. İhsan ve arkadaşları pusuda yaakalanır, arkaadaaşları ölür, İhsan tutuklanır. Ama Kezban’ın kaçıp kilometrelerce yolu yürüyerek haber vermesi sayesinde arkadaşları İhsan’ı kurtarırlar ve Mehmet Çavuş’u asarlar. Kezban’ın eşyaları ise bir ırmağın kıyısında bulunur. Kerzban kayıplara karışmıştır.

Peyami’yi dil bilgisinden yararlanmak üzere mütercim olarak Milli Müdafa’ya verirler. Peyami Ankara’ya gelir, Ayşe ise hemşire olmuş, Eskişehir’e gitmiştir. İhsan sessiz ve çelikten bir insan gibi, yorulmak bilmeden didinir, çalışır. Alay kumandanı olmuştur. Hepsi Ayşe’nin, İzmir kızının peşinde İzmir yolunda ölmeye söz vermişlerdir. Bu sıtmayla sanki arkalarına ateşten bir gömlek giymişlerdir. Peyami büyük bir uğraştan sonra kendini İhsan’ın komutası altındaki birliğe verdirir. İhsan bir akşam Peyami’ye Ayşe’yi nasıl yana yana sevdiğini anlatır.

İkinci İnönü Savaşı’nda başını kurşunlara uzatarak ölümü beklemiştir. Metristepe’de göğsünden bir kurşun yiyerek bayıldığı zama herşeyin bittiğine hükmetmiştir. Çok kan kaybeden İhsan’ı hastanede yer olmadığından otelde küçük bir odaya yatırırlar. Ayşe sabahları gelir, yarasını gözden geçirir, çarşaflarını değiştirir, derecesini alır. İhsan öğleye kadar hep bunu yaşamak için vakit geçirir. Bir akşam Ayşe’yle İzmir’e inecekleri günü konuşurlar. İzmir’e girenin ilk kendisi olmak şartıyla Ayşe’den kendisi ile evlenmesini ister. Ayşe bu sözü vermeden mantosunu alarak kaçmaya çalışır. İhsan, yarasını açarak intihara kalkışır. Ayşe de ister istemez geri dönmek zorunda kalır.

Rastlantılar İhsan’a fena bir oyun oynar. Hava değişimi için Ankara’ya gönderilir. Orada İhsan’ın isteğine aykırı olarak, bir amca kızını onunla evlendirmeye kalkarlar. İhsan bunu kabul etmez ama dönüşte trenn binerken amcasının kızına, onu öperek veda eder. İşte kötü rastlantı burada kendini gösterir. Ayşe bu sahneyi görmüştür. İzmir’in kızı, o günden sonra İzmir’den başka hiç bir şeyi düşünmez olur. İhsan’da yırtıcı bir savaş başlamıştır. Dışından düşmanla içinden kendi kendisiyle savaşmaktadır. İhsan, Sakarya Savaşı sıraasında bir saldırı sırasında, tırmandığı tepenin en yüksek noktasında bir makineli ateşiyle vvrulur, Peyami’nin kolları arasında hayatını kaybeder. Hemşire Ayşe de bu saldırı sırasında vurulanlar arasındadır. Peyami br seyde içinde bir asker kaputu altında onu bulur. Hemşire gömleği kana bulanmıştır. Sol kaşının üzerinden iri bir yara almıştır. Ayşe’nnin şehit oluşu hazindir. Sıhhiye bölüğünde çalışırken komutanın şehit oluşu haberi gelince dayanamamış, fırlamış, ileri, en ileri hatta kadar koşmuştur. Peşinden koşanlar onu yakalayamamıştır. Tam o sırada bir top mermisi parçasının isbetiyle vurulmuştur.

Peyami Ayşe’yi de İhsan’ı da Gökçepınar’da yan yana gömdürür. Niyeti İzmir’e en önde girip, bunu Gökçepınar’da yatan Ayşe’ye anlatmaktır. Çünkü Peyami’ye göre Ayşe hiç kimseyi sevmemiştir. Onun seveceği insan İzmir’e ilk girecek olandır. Tekrar cepheye dönen Peyami’de bir top mermisi ile vurulur ve iki bacağını da kaybeder. Cemal de şehit düşer.

Peyami’nin hatıra defteri burada biter. Romanın sonuna eklenen bir nottan anladığımıza göre kafasından kurşun çıkarılırken ameliyat sırasında Peyami ölmüştür. Cebeci Hastanesi’nin iki doktoru bu konuda konuşurlar. Yedek asteğmen Peyami Efendi’nin kağıtları incelenmiştir. Ne İhsan adında bir alay komutanı bulunmuştur. Ne de Ayşe adında bir hemşire. Peyami’nin akrabası da bulunmamıştır. Bu nedenle iki doktor, hatıra defterindeki olayların kafasına kurşun girmesinden ileri gelen hayaller olduğuna karar verirler.

Kısaca Özeti: 

İzmir’in işgalinde Yunanlıların, kocasını ve oğlunu öldürmeleri üzerine önce İstanbul’a gelen ve sahip olduğu Türklük şuuru ve mücadele azmiyle İstanbullu gençlerin bilinçlenmesini sağlayan Ayşe’nin uyandırdığı heyecana kapılan subaylar Anadolu’ya geçerler. Çeteler düşmanla savaşmaktadır. Bu savaşta Ayşe hasta bakıcı Peyami ise çeviricidir.

Ayşe kendisini seven ve evlenme teklif eden İhsan’a cevabını ancak İzmir alındıktan sonra vereceğini söyler. Peyami ise sevgisini Ayşe’ye açıklayamamaktadır. Cephede İhsan şehit düşer, Ayşe de ileri hatlar giderek orada can verir. Peyami ise kafasına aldığı kurşunla hastahanede ölür.

Peyami’nin ölümünden sonra doktorlar Peyami’nin notlarını araştırarak Ayşe adında birisinin kolorduda görev yapmadığını ve İhsan isminde birinin de alay komutanı olmadığını fark etmişlerdir.

Kitabın Kahramanları, Kişiler :

Peyami: Romanda anlatılan olayları hatıra defterinden öğrendiğimiz bir hariciye memuru. Ayşe’ye duyduğu aşk yüzünden olaylara karışan ve kendini bir anda Milli Mücadele’nin içinde bulan genç. İzmir’in işgali sırasında cephede çevirici olarak görev yapar. Dışişleri memurudur. Ayşe’yi çok sever. Aynı zamanda çok duygusal bir kişiliğe sahiptir.

Cemal: Ayşe’nin ağabeyi. Milli Mücadele’nin önemli subaylarından biri. Daha o yıllarda cumhuriyetçi fikirlere sahip.

Ayşe: Romanda, İzmir’in ve Kurtuluşun sembolü olaarak görülen genç bir kadın. Kocası ve oğlu İzmir’in işgali sırasında Yunanlılar tarafından öldürülünce, önce İstanbul’a gelir; oradan da Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’ye bir hemşire olarak katılır. Cephede, ön saflarda hizmet görür. Savaş zamanında cephede hasta bakıcılık yapar. İzmir’in işgalinde milli mücadele ruhu içinde halkı bilinçlendirmeye çalışır. Çok hırslı, çekici ve hoş bir bayandır.

İhsan: Cemal’in ve Peyami’nin arkadaşı. Milli Mücadeleye ilk katılanlardan biridir. Albaylığa kadar yükselir. Ayşe’yi sevmektedir. Birinci ve İkinci İnönü Savaşlarına katılır. Sakarya Savaşında şehit olur. Ayşe ile birlikte küçük bir köyün mezarlığına gömülürler. Bir subaydır. Sakarya savaşında şehit düşmüştür. Ayşe’yi çok sever ve onunla evlenmek ister.

Mehmet Çavuş:
Şahsi kini dolayısıyla çeteci olmuş, Rumeli’de Bulgar çeteleri ile vuruşmuş, padişaha düşmanlığı nedeniyle Milli Mücadele’ye katılmıştır. Kezban’a aşık olunca onun ardından geçer. Kezban’ı kaçırır. Fakat Kezban’ın İhsan’ı sevmiş olmasını gururuna yediremez. Kuva-yı Milli’yeden ayrılır. Bir isyan teşebbüsü sırasında İhsan tarafından yakalanıp asılır.

Kezban: Anası ve babası Yunanlılar tarafından öldürülmüş bir köylü kızı. İhsan’ı seviyor. Ve bu aşkın çekiciliği ile onun ardından giderek Milli Mücadele’ye katılıyor. Hem kıskanç hem fedakar bir genç kız.

Yağmur Beklerken (Tarık Buğra) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


KİTABIN ADI :
Yağmur Beklerken

KİTABIN YAZARI : Tarık Buğra

KİTABIN ÖZETİ :

Cumhuriyet Halk Fırkası döneminde şirin bir Anadolu kasabasında halkın yararlanabileceği güzel bir park açılışı yapılır. Bu açılışla kasabalıların halk fırkasına olan güven ve sevgileri perçinleşir. Avukat Rahmi Bey kasabada büyümüş, küçük yaşta annesini ve babasını kaybedince hayatının sonraki dönemini amcası ve onun ailesiyle geçirmiş birisidir. Eşi ve iki çocuğuyla şirin kasabada sade ve huzurlu bir hayat sürmektedirler. Rahmi Beyin amcası Rıza Efendi kasabanın sevilen ve sayılan bir simasıdır. Bu güzel geçen günlere gölge düşürecek, bu mutlu insanların arasına kırgınlıklar sokacak bir gelişme olur.

Gazi Paşa’ nın bizzat kendi isteğiyle kurulacak olan yeni bir siyasi partiden bahsedilmeye başlanır. Bu söylentiler yanında kasabadan partiye kimlerin olumlu bakıp katılacağı merakla gözlenmektedir. Kasabanın sevilen adamı avukat Rahmi’ ye teklif gelir. Bu teklifi kabul eden fakat kabul etmekle de birçok yakınını karşısına alan Rahmi’ zor günler beklemektedir. Aile yaşantısı ve hayat düzeni altüst olan Rahmi’nin bir de uğraşmak zorunda kaldığı kasaba halkı vardır. Başarısızlıkla sonuçlanan bu çok partili hayata geçiş denemesinin bu şirin Anadolu kasabasına getirdiği huzursuzluktan başka bir şey olmamıştır. Sonunda Ankara’da tanınan ve sevilen Rahmi’ ye vekillik teklif edilmiş ve hayatları zor da olsa eski günlerdeki gibi huzura kavuşmuştur.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Rahmi Bey: kasabalının sevdiği, mütevazi bir hayatı olan bir avukat. Huzurlu ailesini eşine ve de iki çocuğuna borçludur. Hep iyi düşündüğü için herkes tarafından sevilir.

Rıza Bey: Babası ve annesini kaybeden Rahmi Bey’ in amcası olarak onun küçüklükten beri en büyük yardımcısı olmuştur. Kasabada saygı duyulan ve de sevilen bir simadır.

Kenan Bey: Rahmi’nin meslektaşı diğer bir anlamda da avukatlığı öğrendiği kişidir. Kasaba saygın bir yeri vardır.

Yazar bu karakterler ve de kasabalı halkıyla çok partili döneme geçişte yaşananları yeri geldiğinde yöresel bir dille etkili bir şekilde anlatmış.

YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ - Tarık Buğra

• 2 Eylül 1918’de Akşehir’de doğdu.
• İlk ve orta öğrenimini Akşehir’de, lise öğrenimini ise İstanbul ve Konya’da tamamladı(1936).
• İ.Ü. Tıp Fakültesi’nde iki, Ankara Hukuk Fakültesi’nde dört yıl okudu.
• Akşehir’de Nasreddin Hoca gazetesini çıkararak gazeteciliğe başladı (1947)
• 1947-1950 yılları arasında İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne devam etti. ancak 1951’de ayrıldı.
• İstanbul gazetelerinden Milliyet (1952-56), Yeni İstanbul, Haber ve Haftalık Yol (ilk sayı: 14 aralık 1968) gazetelerinde fıkra yazarlığı, arada yazı işleri müdürlüğü yaptı; şimdi Tercüman gazetesi fıkra yazarlarından (8 haziran 1969 ) Oğlumuz adlı hikayesinin Cumhuriyet gazetesi hikaye yarışmasında (1948) ikincilik kazanması ve gene o sene Çınaraltı dergisinde yayımlanan ilk hikayeleriyle dikkati çekti; bir süre hikaye yazdı; sonra romana geçti
• 1961’de futbol milli takımı ile Norveç, Almanya ve Moskova’ya gitti. Dönüşte intibalarını ‘Bir Köyden Bir Başşehre’ ve ‘Garingrad-Moskova Notları’ adlı röportajlarıyla belirtti.
• Tanınmış yazarlarımızın (Mehmet Kaplan, Behçet Necatigil, Fazıl Hüsnü, Naim Tiralı, Mehmet Çınarlı, Yusuf Ziya Ortaç) hemen hepsi ile yakın ilgisi olmuştur.
• Sanat sanat içindir prensibini benimser. insana , çevreye ve topluma gözlemci bir gözle değil, sanatçı bir gözle bakılması gerektiğini savunur.
• Roman, hikaye ve piyeslerinin dışında edebiyatla ilgisi, tenkitler, bilhassa tiyatro tenkitleri, denemeler şeklinde olmuştur.
• ‘Şiir eskimediği için vardır’ diyen Buğra yeni şiir anlayışına karşıdır.
• 1994 yılında İstanbul’da öldü.

ESERLERİ

• HİKAYE KİTAPLARI;
Oğlumuz (1949)
Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952)
İki Uyku Arasında (1954)
Hikayeler (1969)
• ROMANLARI;
Siyah Kehribar (1955)
Küçük Ağa (1964)
Küçük Ağa Ankara’da (1966)
İbiş’ in Rüyası (1970)
Firavun İmanı (1975)
Dönemeçte (1978)
Gençliğim Eyvah (1979)
Yağmur Beklerken (1981)
Yalnızlar (1981)
Osmancık (1983)
Dünyanın En Pis Sokağı (1989)
• FIKRALARINDAN SEÇMELER;
Gençlik Türküsü (1964)
• DİL VE EDEBİYAT ÜZERİNE;
Düşman Kazanmak Sanatı (1979)
• DENEMELER;
Bu Çağın Adı (1990)
• GEZİ;
Gagaringrad (1962)
• OYUNLARI;
Ayakta Durmak İstiyorum (1966)
Dört Yumruk, Yüzlerce Çiçek Birden Açtı
Üç Oyun (Ayakta Durmak İstiyorum, Akümülatörlü Radyo, Yüzlerce Çiçek Birden Açtı 1981)

Yezidin Kızı (Refik Halit Karay) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili

Kitabın Adı : Yezidin Kızı

Kitabın Yazarı : Refik Halit Karay

Kitabın Özeti :

Hikmet Ali isminde bir mebus gemi seyahatine çıkar. Seyahati esnasında bir kadın hem güzelliğiyle, hem de yanındaki uzun sakallı adamla kürtçe konuşmasıyla ilgisini çeker. 

Aradan fazla bir vakit geçmeden bu bayan kendisiyle tanışmak ister ve ona ismiyle hitap eder. Ayrıca bayan İspanyolca ve Fransızca da konuşmaktadır. 

Zeli Yezdi adında olduğunu söyleyen bu bayan, bu durumu Hikmet Ali Bey’in de garipsediğini farkeder ve onun bu merakını giderir. Kendisi yıllar önce Yezid soyundan gelen ailesinin Arjantin’e taşındığını ve bu sebeple kürtçe öğrendiğini söyler. 

Hikmet Ali Bey bu bayandan çok hoşlanmaktadır. Onun bu gizemli şahsiyetine ve güzelliğine karşı büyük bir ilgi duymaktadır.

Fakat Hikmet Ali Bey onun bir casus olduğunu düşünerek, bir yandan da bu tanışmadan endişe duymaktadır. Bayan; Türkiye, Suriye ve Irak hakkında sorular sormaktadır. Zeli, Hikmet Ali’nin bu durumdan rahtsız olduğunu anlayınca ona amacını açıklar. Şu an seksenbin civarında kalan Yezidi halkını uygun bir toprak parçası üzerine yerleştirip, huzur içinde yaşamalarını sağlamak istediğini söyler. 

Hikmet Ali onu hoş bulmasının da etkisiyle, kötü bir niyetinin olmadığı hissine kapılır. Zeli gemi seyahatinden sonra onu arayacağını ve ona ileride çok ihtiyacı olacağını söyler. Bu ikili gemide çok güzel anlar yaşar. 

Zeli, Hikmet Ali’yi köyünden aldırarak Suriye’de Pamir denilen yerine çağırır. Oradan da Yezidi halkının yaşadığı yerlere götürerek amacını daha ayrıntılı bir şekilde anlatır. Ona aşık olan Hikmet Ali ona yardımcı olup olamayacağına karar veremez. 

Şeyh Şemun adında Zeli’nin hertürlü işinde yardımcı olan kişiyle Hikmet Ali arasında bir soğukluk vardır. Uzun yolculuk ardından, Şeyh Şemun dayanamayarak ona hakikati açıklar. Zeli’nin bir akıl hastası olduğunu ve kendisinin de onun kocası Senyor Alfonso olduğunu açıklar. Hikmet Ali hayal kırıklığına uğrar ve zor da olsa Zeli’ye bu teklifini kabul edemeyeceğini söyler. Herkes kendi yoluna gider.

Yazar Hakkında Kısa Bilgi -
Refik Halid Karay

1888′de İstanbul’da doğan Refik Halit, Bank-i Osmani serveznedarlarından, “bâlâ” rütbesine sahip Mehmed Halid Bey’in oğludur. Vezneciler’de Şemsu’l-Maarif ve Göztepe’de Taş Mektep’te okuyan ve ayrıca özel dersler de alan Refik Halid, Mekteb-i Sultani’yi terkettiği gibi, Mekteb-i Hukuk’u da yarıda bırakıp Maliye Merkez Kalemi’ne katip olarak girdi.

1908′de katipliği bırakarak, Servet-i Fünun’da ve Tercüman-ı Hakikat’te çalışmaya başladı, bu arada kendisine ait Son Havadis adıyla bir gazete çıkardı ancak bunu on beş sayı sürdürebildi. Fecr-i Ati Topluluğu’na katıldı, Servet-i Fünun’a yazılar verdi. Kalem adındaki mizah dergisinde de “Kirpi” müstear ismiyle siyasi mizah yazıları yazdı. Sada-yı Millet’te, bilahare Cem’de Kirpi müstear ismiyle yazılar yazdı.

Robert Kolej’de bir yıl kadar Türkçe öğretmenliği yaptı, bu arada Vakit, Tasvir-i Efkar ve Zaman gazetelerinde makaleler yayınlayan Refik Halid, Damat Ferit Paşa’nın dostluğu sayesinde, mütarekeden hemen sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na katıldı, Posta ve Telgraf Umum Müdürü olarak görevlendirildi (1919). İzmir’in işgalinden sonra Anadolu Hareketiyle İstanbul Hükumeti arasında yaşanan telgraf krizinde İstanbul Hükumetini tuttuğu için, İstanbul’un işgalcilerden kurtarılışının ardından 09.11.1922 tarihinde Beyrut’a kaçtı. Yüzellilikler listesine alınması ve ihracı konusunda baskı yapılması üzerine Suriye’nin vatandaşlığını kabul etmek zorunda kalan Refik Halid, Halep’te yayımlanan Doğruyol ve Vahdet gazetelerini yönetti, bir ara kendi adına çıkardığı gazeteyi de tepkiler yüzünden kapatmak zorunda kaldı.

Af Kanunuyla, 1938′de yurda dönüp, yazmaya ve geçimini bu yoldan sağlamaya devam eden Refik Halid, 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da öldü.

ESERLERİ


Romanları:İstanbul’un İçyüzü,Yezidin Kızı, Çete, Sürgün, Anahtar, Bu Bizim Hayatımız, Nilgün 1-2-3, Yeraltında Dünya Var, Dişi Örümcek, Bugünün Saraylısı, İkibin Yılın Sevgilisi, İki Cisimli kadın, Kadınlar Tekkesi, Karlı Dağdaki Ateş, Dört Yapraklı Yonca, Sonuncu Kadeh.

Hikaye Kitapları:Memleket Hikâyeleri, Gurbet Hikâyeleri.
Kirpinin Dedikleri, Ago Paşa’nın Hatıraları, Ay Peşinde, Sakın Aldanma İnanma Kanma, Tanıdıklarım, Guguklu Saat, Bir Avuç Saçma, Bir İçim Su, İlk Adım, Üç Nesil Üç Hayat, Minelbab İlelmihrab.

MEB Nükleer Santrallerde Teknik Eleman Yetiştirmek İçin Meslek Liseleri Kuruyor


Nükleer santrallerde teknik eleman yetiştirmek amacıyla nükleer alanda meslek liseleri kurulacak. Nükleer Enerji Genel Müdür Vekili Halil Dere, MEB ile işbirliğinin başlatıldığını söyledi.

Nükleer teknolojiler fuarı ATOMEXPO, Rusya'nın Soçi kentinde dün başladı. 70 ülkeden 3 bin 600 katılımcıyı ağırlayan fuarda Türkiye'yi temsilen Dere, Akkuyu'da görev alacak teknik personel ihtiyacının karşılanması amacıyla Rusya'ya gönderilen öğrencilerden 35'inin geçen yıl, 53'ünün de bu yıl mezun olduğunu belirterek, "Bu öğrencilerimiz Türkiye'de yüksek lisans düzeyinde denklik aldılar. 2020'de yüksek lisans olmak üzere 25 öğrenci daha göndereceğiz" diye konuştu.

TEKNİSYENE İHTİYAÇ VAR

Türk üniversiteleri ile Rus üniversitelerinin işbirliği yapacaklarına dikkat çeken Dere, "Rus üniversitelerinin verdiği nükleer santral operatörlüğü eğitimini de yerlileştireceğiz. Çünkü Türkiye'de nükleer santral operatörlüğü eğitimi yok. Önlisans programlarının oluşturulması gerekiyor" şeklinde konuştu. Dere, teknik personel eksiğinin giderilmesi için Türkiye'de nükleer alanda teknik lise kurulmasına yönelik Milli Eğitim Bakanlığı ile çalışmalar başlatıldığını ve lisenin önümüzdeki eğitim-öğretim yılına yetiştirilmeye çalışıldığını anlattı. Dere, şöyle devam etti:

"Teknik personel açığının giderilmesi için teknik lisenin oluşturulması gerekiyor, çünkü binlerce teknisyene ihtiyacımız var. Müfredatı Ruslarla ortaklaşa belirliyoruz. Ruslardan teknik destek alacağız. Çünkü sonuçta mezunlarımız Akkuyu'da çalışacak. Onların talep ettiği yeterliliği verebilecek bir eğitim planlıyoruz. Teknisyenler yetiştireceğiz. Açılacak lisenin yeri henüz belli değil. Yetişirse önümüzdeki öğretim yılına, yetişmezse sonraki öğretim yılına planlıyoruz. Program mevcut liselere monte edilecek bir modül şeklinde de olabilir. Teknik düzeyde bunlar hâlâ çalışılıyor."

Türk sanayisini malzeme ve ekipman anlamında yerlileştirme çalışmalarının devam ettiğini kaydeden Dere, "Burada çok büyük iş imkanları var. Türk sanayisinin buradan hem iş alması hem de teknolojiyi öğrenmesi gerekiyor. Sadece nükleer alana özgü ek sertifikasyon ihtiyaçları var. Onların alınması için çalışmalarımız var. Nükleer santral kümesi kurduk Ankara Sanayi Odası bünyesinde" değerlendirmesinde bulundu.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...