12 Eylül 2019 Perşembe

Denizler Altında Yirmibin Fersah (Jules Verne) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili



Kitabın Adı : Denizler Altında Yirmibin Fersah

Kitabın Yazarı : Jules Verne

Kitap Hakkında Bilgi :

1886 yılıydı. Avrupa ve Amerika denizcilerin nedenini bir türlü bulamadıkları garip bir olay herkesin dikkatini çekmişti.

Bu olay; bir süreden beri, gemicilerin deniz üzerinde sık sık garip, "yaratık"a rastlamalarıydı. Bu, ince uzun, bazen etrafa gizemli pırıltılar saçan, balinadan da büyük ve çok hızlı hareket edebilen "yaratık"tı.

Kitabın Özeti :

1866'lı yıllarda batan gemiler çoğalmış gemiciler bu batan gemilerin bir deniz canavarı tarafından batırıldığını düşünerek korkmaya başlamışlardı. Yaratık geceleri fosforlu ışıklar saçıyordu. İnsanlar bu canavarın bir an önce yakalanmasını istiyordu.

Amerika Bilim Heyeti bu varlığın ne olduğunu merak etmeye başladı. Abraham Lincoln adındaki bir gemi hazırladılar. Bilinmeyen bir deniz hayvanı olduğunu düşündükleri bu canavarı bulmak ve mümkün olursa ortadan kaldırmak üzere hazırlıklarını tamamladılar. Geminin kaptanı canavarı bulana 2.000 dolar vereceğini saylemişti. Fransız bilim adamı olan Aronnax ve uşağı Conseil'de bu gemiye binerek bu deniz yaratığını bulmak için yola çıkar.

Abraham Lincoln gemisi bu deniz canavarıyla Japonya yakınlarında karşılaşır. Abraham Lincoln gemisi esrarengiz deniz canavarını takip etmeye başlar. Aronnax canavarın çok büyük olduğunu hesapladı. En sonunda usta mızrakçı Ned Land mızrağını bu canavara doğru savurur. Mızrak canavar zannettikleri bu varlığa batmaz ve geri savrulur.

Canavar büyük bir su kütlesini geminin üzerine püskürtür. Geminin üzerinde olan Ned Land, Piere Aronnax ve uşağı Conseil bu sarsıntı sonrasında gemiden düşer. Kendilerini bu acaip canavarın üzerinde bulmuşlardır. Canavarın üzerine düşen Aronnax bu canavarın metalden yapıldığını anlayınca bu canavarın bir hayvan olmadığını fark eder.

Aronnax, bunun bir deniz yaratığı değil de insan yapısı bir gemi olduğunu anlamıştır. Geminin içine alınan kazazedeler Kaptan Nemo ve gemideki diğer kişilerle tanışır. Çeşitli dilleri konuşarak iletişime geçmeye çalışırlar. İnsanlardan kendini soyutlayıp o tarihe kadar kimsenin yapmadığı bir denizaltı yapan Kaptan Nemo yanlarına gelir. Kaptan Nemo zengin, kültürlü bir bilim adamıdır. Gemideki mürettebat da Kaptan Nemo gibi özgür iradeleri ile bu gemiye binmiş olan aydın ve kültürlü insanlardır. İçinde bulundukları denizaltının adı Natilus'dur. Natilus sodyumdan elde edilen elektrik ile çalışmaktadır.

Kaptan Nemo, sırlarının açığa çıkacağı endişesi ile Aronnax ve arkadaşlarını serbest bırakamayacağını ancak denizaltında özgür olduklarını söylerek, Onları okyanusun derinliklerini araştırmaya davet eder.

Kaptan Nemo, Aronnax’a sırrını saklamak adına onları gemide alıkoymak zorunda kaldığını açıklar. Bu durum Ned Land’ın hiç hoşuna gitmese de yapabileceği hiçbir şey yoktur

Zaman geçtikçe Kaptan Nemo’nun denizler hakkındaki bilgisinden etkilenmeye başlayan Aronnax, Nemo ile birlikte çeşitli serüvenlere atılır. Natilus ve içindekiler köpekbalıklarıyla mücadele etmek, deniz volkanının patlamasına şahit olmak, bir top büyüklüğündeki inciler görmek gibi pek çok macera yaşarlar. Atlantis’e gelene kadar kadar pek çok şey gören Aronnax büyük bir şaşkınlığa kapılmıştır.

Natilus bir sıkıntıdan dolayı kıyıya yanaşır. Kıyıda bulunan yerliler Natilus'a tırmanmaya başlarlar. Nerdeyse içeri girmek üzere olmalarına rağmen Kaptan Nemo'da bir panik görülmez. Kısa bir süre sonra yerliler Natilus'un üzerinden düşerler. Kaptan Nemo Natilus'un dış yüzeyine elektrik vermiştir.

Kaptan Nemo ile birlikte Güney Kutbu’nu keşfetmeleri onu çok sevindirmiştir. Fakat gemi Güney kutbunda bir aysberge çarpıp sıkışır. Gemi buzullar arasından çok zor da olsa çıkmayı başarır.

Sicilya yakınlarında bir gemi Nautilus’a saldırır. Kaptan Nemo bu gemiyi batırmak zorunda kalır. Bu durum, Aronnax ve Ned Land’ın hoşuna gitmese de Nemo yapabileceği başka bir şey olmadığını söyler. Kaptan bu olay sonrası içine kapnarak onlarla görüşmeyi de bir müddet keser.

Ned Land gemiden sıkılmış, profesörle birlikte kaçma planları yapıyordu. Bu arada yedi tane mürekkep balığı Natilus’a saldırır. Her biri ikişer ton ağırlığındaki bu dev canavarlar, bir Fransız gemiciyi alarak uzaklaşır. Kaptan Nemo gözyaşlarını tutaz.

Natilus’a bir İngiliz gemisi saldırır ve Natilus onu batırmak için atağa geçerek gemiyi batırır. İnsanlar teker teker denizin dibine batarlarken Kaptan Nemo dayanamayıp hıçkıra hıçkıra ağlar. Ned Land bu olaydan sonra her ne pahasına olursa olsun gemiden ayrılıp vatanına dönmeye karar verir.

Natilus Baltık denizi civarındayken su yüzeyine çıkar. Ned Land da planını uygulamaya koymuştu. O sırada Conseil, Mr. Arronnax ve Ned Land filikada vidaları söküyorlardı.

Bu arada Natilus hızla devasa bir girdaba doğru ilerlemekteydi. Denizaltının kurtarma sandalının vidalarını söken bu üç arkadaş sarsıntının etkisiyle bayılmışlardı. Aronnax, uyandıklarında Lofoten adasında bir kulübede olduğunu fark etmişti.

Natilus’un akıbeti ise belli değildi. Profesörün tahminine göre Natilus oradan kurtulmuş; denizlerde intikam peşindeydi.

Deltora Fareler Şehri (Emily Rodda) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Deltora Fareler Şehri

Kitabın Yazarı : Emily Rodda

Kitap Hakkında Bilgi :

Tek ortak noktaları düşmanlarına duydukları nefret olan Lief, Barda ve Jasmine, sihirli Deltora Kemeri’nin kayıp yedi mücevherini bulmak için tehlikeli bir serüvene atılmışlardı. Kemerin taşlarını tamamladıklarında, kötü kalpli Gölgelerin Efendisi’ni alt edebileceklerdi. Lief ve arkadaşları, altın sarısı topaz ve muhteşem yakutu bulmayı başarmışlardı. Bu iki mücevherin gizemli güçleri onlara üçüncü taşı bulma yolunda daha çok cesaret ve güç vermişti. Ancak, hiçbiri yasak Fareler Şehri’nde kendilerini nelerin beklediğini bilmiyordu...

Kitabın Özeti :

Şişen ayakları ve yorgunluktan bitkin bir durumda Lief, Barda ve Jasmine batıdaki efsanevi Fareler Şehri’ne doğru yol alıyorlardı. Hedefleri hakkında kötülük dolu bir yer olduğu ve halkı tarafından çok önceden terk edildiği dışında hiçbirşey bilmiyorlardı. Ama Deltora Kremeri’nin kayıp yedi mücevherinden birinin o adada gizlendiğinden emindiler.

Bütün gün durmadan yürümüşlerdi. Bir süre yürüdükten sonra Lief iç çekerek rahatlamak amacıyla gömleğinin altında gizlenen kemere dokundu. Kemerin üstünde büyük zorluklarla ele geçirilmiş iki mücevher vardı. Onları kazanırken korkunç şeyler olmuştu.

Raladin halkı onların kayıp mücevherleri bulma görevini bilmiyorlardı. Onlarla beraber arayan Ralad’lı Manus, bu sırrı gizli tutacağına yemin etmişti. Ralad’lı Manus'un halkını bırakarak gitmesi oldukça güç olmuştu. Bulunması gereken beş mücevher vardı bunun için kendini mecbur hissetmişti.

Üç arkadaşın bu yüzden yola çıkması gerekiyordu. Barda, Jesmine ve Lief ileride parıldayan bir beyazlığı eliyle işaret ediyorlardı. Daha sonra işaret edilen yere meraklı ve umutlu bir şekilde vararak tuhaf bir tabelanın olduğunu fark ettiler. Aralarında sessiz bir diyalog geçti ve Lief şaşkın bir ifadeyle kıza baktı. Hiçbirşey olmamış gibi yorgunluklarını unutmaya çalışıp daha sonra yolculuklarına devam ettiler.

Hava iyice kararmıştı. Meşaleyi yaktıktan yaklaşık bir saat sonra takip edildiklerini anladıklar. Lief yavaşca gömleğini kaldırdı ve yakuta baktı. Barda ile Jasmine ise sadece taşa bakıyorlardı. Dönüp savaşmayı düşünmüşlerdi ama vazgeçmişlerdi.

Tekrar yürümeye başladılar fakat bu kez daha hızlıydılar. Kurumuş bir ağaca yaklaştılar ve birden Lief’in ensesi karıncalanmaya başladı. Lief ve Barda’da kılıçlarını çekerek beklemeye koyuldular. Bir anda kurtların gözleri ortaya çıkmıştı. Kurtlar adım adım her yaklaştığında bir adım geri adım attıklarından kendilerini kurulmuş olan tuzakta buldular. Düştükleri yerde asılı bir şekilde kaldılar. On bir tane kurta yem olacaklarını anladılar. Kurtulmanın bir yolunu bulmaları gerekiyordu. Fakat ne yapmaları gerektiğini henüz bilmiyorlardı.

Bir anda Lief’in minik hayvanı olan Filli yanına gelerek ipleri kemirmeye koyuldu. Kurtlar ise zaferlerini göğüs gererek kutluyordu. Onları kışkırtan Lief kurtları birbirine düşürmeyi başarmıştı. Düştükleri tuzaktan kurtulan Lief, Barda ve Jasmine en son kalan kurdu yaraladıklarında acıyla ve öfkeyle uluyordu. Nefes nefeseydiler, çok yorulmuşlardı. Bir yol bulup dinlenmeleri gerekiyordu. Yeşillik bir alan buldular ve uykuya dalmak üzere çimenliklere uzandılar.

Uyandıklarında fazla vakitleri yoktu. Tom’un dükkânına doğru adımlarını atıyorlardı. ”TOM” yazılı çelikten bir tabela gördüler. Emin olabilmek için yaklaştılar. Dükkâna girdiler ve bir süre şaşkınlıkla çevrelerine bakarak Tom’u bulmaya çalışıtılar. Ardından içeri Tom geldi ve "Ne satabilirim?” diye sordu.

Onların tek ihtiyacı sadece bir halattı. Tom paraları görmeden satış yapmayı düşünmüyordu. Bir anlaşma yaparak Tom’a ne kadar paraları varsa verdiler ve halat aldılar. Dükkândan çıkmak üzere yürürken karsılarında atları gördüler. Yanlarına giderek sevmeye koyulmuşlardı ki birden Tom sert tepki gösterdi. Ellerini geri çekerek uzaklaştılar. Lief, Tom’un yanına giderek satın aldığı malzemeleri değiş tokuş yaparak atları almak istediğini belirtti. Huysuz Tom kararından dönmemekte ısrarlıydı.

Bunu gören Jasmine elinde küçük bir torba dolusu altın paraları önlerine sererek herkesi şaşırttı. Tom’a atlar için pazarlık yapmak istediklerini söylediler. Tom atların satılmış olduğunu üzgün ifadeyle belirtti. Tom onları üçayaklı çok değişik hayvanların yanına götürdü. Kararsızlardı fakat almaktan başkada çareleri yoktu. Tom’dan iki, üç taktik aldılar ve yola endişeli bir şekilde çıktılar. Yolda iki yönü olan bir tabela görünmüştü. Tom’un belirtiği gibi biri sağa biri sola gidiyordu. Tom sola giden yolu tarif etmesine rağmen Lief sağ taraftaki yola girdi. Arkadaşları şaşkın bir şekilde ne yaptığını sorduklarında cevap vermedi. Onlarda Lief'i takip etmek zorunda kalmışlardı.

Geniş Nehir adlı bir bölgeye vardılar. Bir havlama sesiyle üç ayaklı hayvanlar huysuzlandılar. İnlemeye başlayarak her birini yere düşürüp kaçtılar. Kendilerine geldiklerinde ise karşılarında garip giysili biri vardı. Dokuz Fareeceye’nin koruyucusu Reecey’di meraklı bir şekilde neden burda olduklarını sordu. Reecey yanlarına giderek yemek ziyafetine davet etti. Onlarda acıktıklarını fark ederek kabul ettiler. Karınlarını doyururken insanlar Filli’yi gördükler. Lief, Barda ve Jasmine esir alındılar.

Akşam yemeğini getiren Tim’den kaçmaları için yalvararak yardım istediler. Yalvarmalarına dayanamayan Tim onlarla birlikte kaçmaya karar verdi. Beraberce Fare Şehri’ni bulabilmek için tabelanın olduğu yol ayrımına tekrar geri geldiler.

Bu kez Tom’un tarif ettiği yoldan devam ederek Fareler Şehri’ne ulaştılar. Büyük bir mücadeleyle mücevherleri bulup tekrar ait oldukları yere geri döndüler.

Nigahdar (Başak Sayan) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Nigahdar

Kitabın Yazarı : Başak Sayan

Kitap Hakkında Bilgi :

Nigâhdar: Koruyucu, muhafaza eden, saklayıcı. (Farsça) 

Nigahdar, Başak Sayan’ın 4.romanıdır. Daha önce Bağlanma Korkusu, Kelebeğin Kaderi ve Ölü Kuşların Sessizliği isimli kitapları yayınlanmıştır.

Başak Sayan'ın Nigahdar kitabı tasavvuf, tarih ve polisiyeyi harmanlayan bir kitap olmuş.

Başak Sayan 1977 yılında Ankara’da doğmuştur. Marmara Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunudur. Lise yıllarından beri sahne sanatlarına ilgi duymuştur. Tiyatro başta olmak üzere çeşitli sanatsal etkinliklerin içinde bulunan Sayan üniversite yıllarında özel bir televizyon kanalında da çalışmış. Reklam filmlerinde ve filmlerin kamera arkasında görev yapmıştır.


***
“Tanrı ve bilim hiç bu kadar birbirine yakın olmamıştı.’’

“Bütün bilgiler içindeki en önemli bilgiyi öğrendin mi?’’

“Hangi bilgi?”

“Evrenin en büyük gizini saklayan bilgi.’’

“Böyle bir bilgi olduğundan haberim yok. Lütfen efendim, siz öğretin bana bu bilgiyi.’’

“Peki, git bana bir niyagrodha ağacının meyvesini getir.’’

“Getirdim efendim.’’

“Şimdi onu ortasından ikiye böl.’’

“Böldüm.’’

“Ne görüyorsun?’’

“Çekirdekleri efendim. Minicikler.’’

“Şimdi o çekirdeklerden birinin içini aç.’’

“Açtım efendim.’’

“Ne görüyorsun?’’

“Hiç.’’

“Bak evladım, o göremediğin özden bir niyagrodha ağacı meydana gelir. Çekirdeğin içindeki boşluk o öz ile doludur. Onu göremesen bile o her yerdedir. Tıpkı senin bedenin gibi. İçindeki özü göremezsin ama o oradadır. Tanrı da böyledir. Onu göremesen bile her şeyin içindedir. Her şey var oluşunu ona borçludur. İşte en büyük hakikat budur. Ve sen... Sen O’sun işte.’’

Columbia Üniversitesi’nde atom fiziği dersleri veren ve ateşli bir ateist olan Şirin Özdemir, tüm hayatının büyük bir yalan olduğunu öğrenmesiyle birlikte olayları çözmek amacıyla New York’tan İstanbul’a gelmeye mecbur kalır ve gelir gelmez kendisini bir ölüm kalım mücadelesinin içinde bulur.

Bu mücadelede ona trajik bir biçimde yolunun kesiştiği tanınmış bir yazar ve felsefeci olan karizmatik genç profesör Algan Ataman yardım eder.

İkili birlikte hayatta kalmaya ve gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışırken geçmişten günümüze gelen ve tüm dinleri derinden etkileyecek büyük sırrın ne olduğunu bulmak zorundadırlar. Ve elbette büyük bir küresel gücün türlü oyunlarıyla baş etmeleri gerekir.

Başak Sayan Bağlanma Korkusu, Kelebeğin Kaderi ve Ölü Kuşların Sessizliği romanlarının ardından bu kez Nigahdar ile okuyucuyu Hallac’ı Mansür’un kayıp risaleleri ekseninde tarihin derinliklerine sürükleyerek, tasavvuf, din, Tanrı kavramları ile atom fiziği ve kuantum evreninin iç içe geçtiği heyecan dozu yüksek bir dünyaya götürüyor.

Maddenin içi dolu gözüktüğü kadar boştur...

Atomun büyük kısmı boşluktur.

(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Özeti :

900’lü yılların Bağdat’ı, Hindistan’ı, İran’ı… Ene’l Hak yani “Her şey O’dur. O her şeydir,” diyen bir derviş… “Tek Hakikat O’dur” diyen, adaletsizliklere, eşitsizliklere tasavvufun ruhunda da pek olmayan bir biçimiyle karşı duran; toplumda huzursuzluğun kaynağı olarak adam kayırmayı, rüşveti, yolsuzluğu, gelir eşitsizliğini gören bir derviş: Hallâc-ı Mansûr.

Hallâc-ı Mansûr’un toplumsal meselelere duyarlı, merkezine halifeleri, iktidar sahiplerini, dervişleri hatta hiçbir dini koymadığı öğretisini anlatan risaleler; hem egemen küresel güçler hem de egemen dinler açısından büyük bir tehlike olarak görülür. Asırlardır gün yüzüne çıkmayan bu kayıp risalelerde öyle bir sır gizlidir ki, bu sırra vakıf olan kişi tüm dünyadaki güç dengelerini yerinden oynatabilecek, egemen dinlerin yüzlerce yıldır süren saltanatını sarsacaktır.

“O ki hiçbir yarattığını ayırmıyor diğerinden, biz kim oluyoruz da ayırıyoruz böyle herkesi birbirinden!” diyen bu öğretinin bir nigâhdarı İstanbul’dadır. Bunu öğrenen New York merkezli küresel güç aktörleri bu risaleleri ele geçirmek üzere harekete geçer.

Hallâc-ı Mansûr’un uğruna canını verdiği gerçeklikler ile o gerçeklikleri tersyüz ederek topluma empoze eden din ve siyaset ilişkisinin bugün de devam ettiğini görecek, Allah’a inanmakla Allah’ı kendi düzenini korumak için kullanmanın nasıl hâlâ devam ettiğine şaşıracaksınız.

Sen ne doğdun ne de öleceksin. Bir hiç olduğunu anladığında en büyük hakikate ereceksin!

Nigahdar’da kahramanımız Şirin Özdemir isimli bir fizik hocasıdır. Şirin Özdemir sıkı bir ateisttir. New York’ta Columbia Üniversitesi’nde atom fiziği üzerine dersler vermektedir.

Şirin Özdemir bir gün tüm hayatının yalan olduğunu öğrenir. Tüm hayatı bir anda değişir. Hayatı ile ilgili olayları çözmek ve bazı şeyleri ortaya çıkarmak üzere İstanbul’a gelir ancak gelmesiyle birlikte kendini bir kovalamaca ve maceranın içinde bulur.

Bu macera, mücadele ve kovalamaca içinde yolu genç profesör Algan Ataman ile kesişir. Ataman tanınmış bir yazar ve felsefecidir. Şirin ve Algan bu kovalamaca içinde bir yandan hayatta kalmaya çalışırken bir yandan da gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışırlar. Ancak bunun için geçmişten günümüze tüm dinleri fazlasıyla etkileyecek büyük sırrı bulmaları ve büyük bir küresel güçle mücadele etmeleri gerekmektedir.

Şeytanın Günlüğü (Leonid Andreyev) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Şeytanın Günlüğü

Kitabın Yazarı : Leonid Andreyev

Kitap Hakkında Bilgi :

Leonid Andreyev, 1919’da yazdığı ‘Şeytan’ın Günlüğü’nde, cehennemden canı sıkılan Şeytan’ın yeryüzüne inmesi ve ardından insanların gerçek cehennemi yeryüzünde inşa etmekte olduklarını görmesini anlatıyor.

Şubat 1917’de Rus Devrimi’nin ilk aşamasını memnuniyetle karşılayan Andreyev, ekim ayında iktidara gelen Bolşeviklere karşı çıktı. Ölünceye kadar yaşayacağı Finlandiya’ya kaçan Andreyev, son eseri ‘Şeytan’ın Günlüğü’nü burada yazdı.

Kitabın Özeti : 


Roman cehennemde canı sıkılan Şeytan’ın yanına aldığı zebani ‘Toppi’ ile yeryüzüne inmesiyle başlıyor.

Kendini eğlendirmek ve bir tiyatro oyuncusu gibi rol oynamak için geldiği dünyada maceradan maceraya koşarak eğleneceğini sanıyordur.

Şeytan, Amerikalı milyarder Henry Wandergood’u öldürdükten sonra onun bedenine girer. Daha sonra Avrupa’ya bir yolculuğa çıkar ve Roma’ya gelir.

Roma’da çiftçi Thomas Magnus ile tanışıyor. Wandergood, çok sevdiği Magnus’a tüm parasının yönetimini devretmek istese de Magnus buna bir türlü yanaşmaz.

Geleceğin Papa adayı Kardinal X. önemli bir miktar bağış almak için Wandergood’un kapısına gelir. Şeytan parayı verip vermeme konusunda kararsız kalır.

Kardinal X. ile arasında geçen muhabbeti anlattığında Margus’tan “Kardinal X.’u eskiden beri tanırım ve... yakından izlerim. Kötücül, acımasız ve tehlikeli bir despottur. Gülünç görünüşüne rağmen sinsi, amansız ve kincidir; Şeytan gibi” cevabını alır.

O, çok iyi bildiği açgözlülük, gaddarlık, kurnazlık ve ikiyüzlülüğün insan halini gördüğünde, insanların dünyasında aslında hiç de yeri olmadığını anlar. Bu dünyaya göre saf ve temiz kalan Şeytan, eğlenmek için geldiği dünyada azabı yaşar.

Batı uygarlığının kurumları ve Katolik Kilisesi’ni temsil eden ruhban sınıfını hicveden ‘Şeytan’ın Günlüğü’nü herhangi bir türün içine koymak çok güç.

Andreyev’in ustalığı, çağının acı veren durumlarını gözler önüne sermesinin ötesinde, gerçekçilik, dışavurumculuk, izlenimcilik ve simgecilik gibi farklı edebi akımların teknik unsurlarını birleştirme kabiliyetinden geliyor. Andreyev’in gösterdiği dünyanın insanları ‘Şeytan’a pabucunu ters giydiriyor’.

Kitaptan Bölümler :

“Yalnızca başkalarını aldatabilene nasıl büyük yalancı denir? Asıl kendine yalan söyleyip bir de ona inanacaksın -işte sanat budur!”
Kendimize yalanlar söyleriz her zaman bunu da bir sebebe bağlarız. Şeytan bu konuda biçilmiş bir kaftan sanki. O suçlu ve kötü bense ona uydum. Oysa insan doğası kötü hayvani ve vahşi. Bunu anlamak için yapılan tüm çalışmalar, yazılan öyküler aksini ispat edememiş. Aradığımız şeytan içimizde oysa dışarıda değil. Şeytan bir çıkarım bir rasyo aslında içimizdeki ile olan arasında bir rasyo.

“Rasyonalizm de budalaların aklıdır. Ama çaresiz budala rasyoyla yetinirken, akıllı insan onun ötesine geçer. Budalalıkta kök salmış kişinin gözünde, rasyosu bir bayramlık elbiseden ibarettir; böyle biri, herkesin üstünde görebileceğin bu ceketi, diğer insanlar görsün diye taşımaktadır; ve fakat rasyodan zerre kadar nasibini almadan yaşar, uyur, çalışır, aşık olur, nihayet korkudan titreye titreye ölür gider.”

Hepimiz yaşayıp giderken bir sürü yola sapıp bir sürü kandırmaca içinde yaşıyoruz. Bu süreçte bir çıkış ararken bazıları inanç sitemlerine dalıyor bazıları doğaya bazıları tasavvufa. Hepimizin çıkış noktası ayrı.

Kitap insan kılığına girmiş canı sıkılmış şeytanı betimlerken herkesin yanlızlığına dikkat çekiyor:

“Yalnızlığım çok büyük, çok derin olduğu için oynuyorum; yalnızlığımın dipsizliğinden korkuyorum! Kendimi karanlık bir uçurumun kenarında buldum; aşağı habire sözcükler atıp duruyorum; nasıl da ağır sözcükler, ama düştüklerinde en ufak bir ses gelmiyor. O uçuruma kahkahalar, tehditler ve gözyaşları atıyorum. Aşağıya tükürüyor, bağrına taşlar, kaya parçaları fırlatıyor, dağlar tepeler deviriyorum -ama hep aynı boşluk, hep aynı sessizlik. Hayır, samimiyetle söyleyeyim, uçurumun dibi yok dostum ve sen de ben de boşuna uğraşıp didiniyor, ter döküyoruz!”

Kendi yalnızlığımızı, çaresizliğimizi anlatmak içinse kelimeler kullanıyoruz. “Hırsız bir komisyoncu” olarak tanımlıyor yazar kullandığımız dili ve gerçekleride aşılmaz bir duvar. Bedene hapsolmuş ruh ise bir çıkış arıyor bunu da inanç sistemleri sağlıyor elbette. Sonsuz bir yaşamı vadettiği bir gerçeklik. “Dünya aldatılmak ister” diyor yazar. Kandıran kim kandırılan kim belli değil elbette. Şeytan insan kılığında kelimeler eşliğinde güzelce kandırılıyor ve sonunda insan oluyor. İnsan olmanın sınırları içine giren bir ölümsüz ruh. Farkımız var mı diye bana sormayın kendinize sorun.

Kazım Karabekir – Hayatım (Erhan Çiftçi) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kazım Karabekir – Hayatım

Kitabın Yazarı : Erhan Çiftçi

Kitap Hakkında Bilgi :

Askeri ve siyasi yakın tarihimizin önemli şahsiyetlerinden, Kurtuluş Savaşı kahramanı “Kazım Karabekir“in anıları “Hayatım” ismi ile Kronik Kitap’tan çıkmıştır. Kitabı yayına Erhan Çiftçi hazırlamıştır.

Kitabın Özeti :

Kazım Karabekir yakın Türk tarihinin en önemli devlet adamlarından birisidir. Asıl ismi Musa Kazım Karabekir'dir.

1882’de İstanbul’da doğdu. İstanbul Fatih Askeri Rüştiyesi’ni, Kuleli Askeri İdadisi’ni, Harbiye Mektebi’ni ve Erkân-ı Harbiye Mektebi’ni bitirdikten sonra yüzbaşı rütbesiyle orduya katıldı.

31 Mart ve 1910 Arnavutluk Ayaklanması’nın bastırılmasında görev aldı. Balkan Savaşı’nda Trakya sınır komiseri olarak görev yaptı.

1914’te yarbay rütbesine, Kerevizdere’de Fransızlar’a karşı 3 ay savaştıktan sonra da albay rütbesine yükseldi.

1916 yılında 18.Kolordu Komutanlığı’na, 1917 yılında Diyarbakır’daki 2. Kolordu Komutanlığı’na getirildi. Van, Bitlis, Elazığ cephelerindeki 2.Ordu Komutanlığı’na vekâlet ederken 1918’de Erzincan ve Erzurum’u, Ermeniler’den ve Ruslar’dan geri aldı. Daha sonra ise Sarıkamış, Kars ve Gümrü Kalelerini ve Karaköseyi kurtardı. Aynı sene tümgeneral oldu.

Erzurum Kongresi’nin toplanmasında önemli rol oynadı. Kurtuluş Savaşı’nda Edirne Milletvekilliği ve Doğu Cephesi Komutanlığı yaptı.

1920’de Ermeni Ordusu’nu kesin bir yenilgiye uğrattı. Ermeni Hükümeti’yle Ankara Hükümeti adına Gümrü Antlaşması’nı imzaladı ve Kars’ın alınmasıyla korgeneral rütbesine yükseldi.

Rus Sovyet Sosyalist Federe Cumhuriyeti ve Kafkasya Hükümetleri’yle Kars Antlaşması görüşmelerini yürüttü.

Halk Partisinden ayrıldı. 1923 yılında İstanbul Milletvekili oldu.

17 Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın başkanlığına seçildi.

1946 yılında TBMM Başkanlığı’na seçildi ve bu görevi yürütürken 26 Ocak 1948’de Ankara’da öldü.

Kitabın ismi her ne kadar Hayatım ise de kitapta Kazım Karabekir Paşa’nın bütün hayatı anlatılmıyor. Sadece 1882 ile 1907 yılları arasındaki süreci yani yaşamının ilk 25 yılında tanık olduğu olayları okuyuculara aktarıyor.

Kazım Karabekir’ın ailesi, eğitim süreci, bu dönemde tanıdığı insanlar, gördüğü şehirler, Osmanlı Devleti’nin yaşadığı askeri başarılar ve başarısızlıklar, Enver Paşa ve Resneli Niyazi ile birlikte Balkanlarla komitacılara karşı yürüttükleri mücadele, Abdülhamid devri, hasılı sözünü ettiğimiz 1882 ile 1907 yılları arasında yaşamış birçok olay, bu olayların aktörleri, Kazım Karabekir Paşa’nın anılarında yer bulmuştur.

11 Eylül 2019 Çarşamba

Redüktör Nedir? Kullanım Amacı Nedir? Nerelerde Kullanılır?


Redüktör nedir?

Redüktör mekanik, elektrik ve hidrolik sistemlerde kullanılan redüktör yüksek torklar üreterek elektrik motorlarının çıkışından düşük beygir gücü veya düşük hız alabilmeyi sağlayan kapalı dişli sistemdir. Diğer bir ismi de dişli kutusudur.
Redüktör ne işe yarar?

Redüktörde dişliler kullanılarak hız/devir düşürülür ve yüksek tork elde edilir. Redüktör sabit devirli elektrik motorlarından değişken devirli bir dönme hareketi elde etmek için motorun çıkış şaftına bağlanır.

Yapı olarak dişli çarklar, dişli yataklar ve millerden oluşan redüktörler alüminyum, demir, çelik gibi malzemelerden üretilmektedir. Dişlileri sürekli yağlı olmalıdır.

Dişli çark sisteminin kullanım amacı nedir?

Miller arasında devinim ve güç iletmek
Farklı dönme yönleri elde etmek
Küçük hacimde büyük bir çevrim oranı oluşturmak
Dönen iki eleman arasında devinim bakımından bağımsızlık sağlamak

Redüktör nerelerde kullanılır?

Redüktörlü motor çoğunlukla ağır cisimleri hareket ettirmek için çok fazla güce ihtiyaç duyulan uygulamalarda kullanılır. Çimento, metal işleme, madencilik, güç dağıtımı, demiryolu, plastik, çimento vs.. gibi segmentlerde redüktörlere rastlanabilir. Kullanılan uygulamalardan bazıları:
Vinçler
Konveyörler
Taşıyıcılar
Mikserler
Değirmenler
Kırıcılar
Ekstruderler vs..

Redüktörün avantajları nelerdir?

Redüktörün en önemli avantajı motorları dişlilerle ayrı ayrı tasarlama ve entegre etme adımını ortadan kaldırarak tasarım ve uygulamayı basitleştirmesi ve mühendislik maliyetlerini azaltmasıdır.

Entegre bir ünite olduğu için, akuplaj ihtiyacını ortadan kaldırır ve olası hizalama sorunlarını da ortadan kaldırır.

Karmaşık bir yapıda değildir, kullanımı kolaydır.

Daha az bakım maliyeti oluşturur.

Ses seviyesi azdır.

Daha az güç tüketir.

Az yıpranırlar ve kullanım ömürleri uzundur.

Redüktör tipleri nelerdir?

Aşama sayısına göre; 

1 kademeli redüktörler
2 kademeli redüktörler
Çok kademeli redüktörler

Dişli çeşidine göre; 

Düz Dişli Redüktör
Sonsuz Vidalı Redüktör
Helisel Dişlili Redüktör
Konik Dişlili Redüktör
Ayna-Mahruti( Konik-Helisel) Dişli Redüktör
Hypoid Dişlili Redüktör
Harmonik Redüktör
Paralel Dişli Redüktör
Planet Dişli Redüktör
Spinea Reduktor
Hoya Planet Reduktor
Redüktör seçimi

Redüktör seçerken aşağıdaki parametrelere dikkat edilmelidir: 

Uygulama (konveyör, mikser vs..)
1 günde kaç saat çalışacağı
Motor gücü ve hızı
İstenen çıkış hızı ve torku
Montaj pozisyonu
İtme yükü
Silindir çapı

Dimmer Nedir? Nasıl Çalışır?

Dimmer nedir?

Aydınlatmada lambalardan geçen akımı böylecede aydınlatmanın ışık miktarını ayarlayan elektrik cihazıdır.

Işık devresinde aydınlatma seviyesini artırıp azaltarak ayarlamayı sağlayan potansiyometredir.

Elektrik akımını düşürüp yükselten devre elemanıdır.

Dimmer nasıl çalışır?

Dimmerleri bir müzik setinin ses düğmesine benzetebiliriz. Bir müzik setinin sesini potansiyometre düğmesi üzerinden nasıl artırıp azaltıyorsak dimmer ile de ışık seviyesini bu şekilde artırıp azaltırız.

Dimmerler triyak bileşenlidir. Triyak’ın tetikleme ucuna gelen gerilimle orantılı olarak direnci değişir ve dolayısıyla alıcının çektiği güç değişir.

Dimmerlerin floresanlar ve bazı LED aydınlatmalar ile kullanıma uygun değildir. Çünkü ışık seviyesi yalnızca maksimum parlaklığın yaklaşık yüzde 20'sine kadar indirilebilir. Ayrıca, bu tür lambaların belirli güç ihtiyaçları vardır ve triyak ile düzgün şekilde çalışamazlar. Dim yapıldığı zaman ışık seviyesini yavaş yavaş azaltmak yerine tamamen kapatırlar. Dimmerler akkor ve halojen lambalarla kullanıma uygundur. Akkor dimmerler %0...%100 aralığında ayarlanabilir. Dimmer alınırken kullanım kılavuzları okunmalı ve hangi lamba tipleriyle çalışmaya uygun olduğu mutlaka kontrol edilmelidir.

Dimmerin avantajları nelerdir?

1- Elektrik tasarrufu sağlar
2- Oda aydınlatması istenen ambiyansa göre ayarlanır
3- Ampullerin ve armatürlerin ömrü uzar

Triyaklı Dimmer Lamba Karatma Elektronik Devresi Şeması için tıklayınız...

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...