25 Kasım 2019 Pazartesi

Sekizinci Renk (Gülten Dayıoğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Sekizinci Renk

Kitabın Yazarı : Gülten Dayıoğlu

Kitap Hakkında Bilgi :

Ela, sıradan öğüt ve eleştirilere uyarak yaşama yumuşak iniş yapmak istemiyordu. Hayatı deneyerek, kalıplaşmış kuralları aşan özgür ve sıradışı bir kimlik edinmeyi amaçlıyordu.

O, çok renkli düşler kuruyordu. Örneğin; gökkuşağının sadece yedi renk olduğuna inanmıyordu. İnsanoğlunun gözlerini bürüyen bağnazlık perdesi yırtıldığında, yepyeni renklerin ortaya çıkacağına yürekten inanıyordu.
Ortaokul ve lise yıllarında, bu amaç ve inançlar doğrultusunda yanlış ya da doğru, acıklı veya gülünç pek çok serüvene atıldı. Ailesi ve arkadaşlarıyla sürtüşmelere girdi. Acı, korku, kaygı ve düşkırıklığıyla birlikte sevincin, coşkunun, aşkın ve mutluluğun doruklarında yaşadı.

Kitabın Özeti :

Ülev psikoloji dalında eğitim görmüş, yüksek lisans öğrencisidir. Hayali olan Amerika'ya gidebilmek için tez hazırlamaya çalışan, başarılı bir öğrencidir. Yapacağı çalışmanın sıra dışı çarpıcı bir nitelikte olması için aylarca uğraşıp durur. Gazete okurken Ela’nın resmini görür. Resmin altında kolej sınavları birincisi yazar. Küçük Ela’yla yapacağı çalışmaların teze ilginç ve önemli bir bölüm kazandıracağın düşünür. Bunun üzerine Ela’yı bulmaya kara verir. Ela’nın okuduğu okula giderek onu bulur. Ela ile tanışır. Ela bu tanışmadan annesine bahseder. Annesi Tiraje Hanım, Ülev’i evlerine davet eder.

Muhteşem Tiraje bunu kabul eder, çünkü Ela artık onların öğütlerini, sözlerini dinlemeyen, isteklerini yerine getirmeyen, asi bir kıza dönüşmüştür. ve aralarında sürekli kavgalar, tartışmalar çıkmaktadır. Ülev ile arkadaşlıkları böylece başlamış olur. Gittikçe yakınlaşırlar aralarında ki ilişki abla-kardeş ilişkisine dönmeye başlar. Ela artık olan her şeyden annesini sorumlu tutmaya başlar. Arkadaş edinememesi, argo sözcükler bilmemesi ve bunun gibi birçok şeyi annesinin onu koruyarak yetiştirmesine bağlar. Annesiyle sürekli kavga eder. Ela sırf arkadaş edinebilmek için kendisini önüne gelen herkesle sevgili olan biri olarak tanıtır. Bununla da kalmaz sigara içmeyi dener, bara gider, içki içmeyi dener... Bu süreç bir ay boyunca devam eder. Tiraje Hanım, Ülev’in Ela’yla konuşmasından mutluluk duyar. Ülev’in tezi bitmiş ve başarılı bulunmuştur, İngilizce’ye çevrilip Amerika’daki yüksek öğrenim kurumlarına başvuru yapar.

Tiraje Hanım, Ülev’in Ela’ya psikolojik terapi uygulamasını ister. Ülev bu isteği hiç düşünmeden kabul eder. Ela’yla oturumlara başladıklarında onu yavaş yavaş tanımaya başlar. Bir gün Tiraje Hanım, Akgün Beyle çok şiddetli bir kavgaya tutuşur. Ela bu kavgadan çok etkilenir.

Ela’nın bir sorunu da arkadaş edinememektir. Bu konuda Ülev’den devamlı öğütler alır. Ama annesinin öğütlerini istemez. Ela normal yaşam biçiminin dışında başka bir şekilde yaşamak ister. Rahatlamak için babası ile birlikte sömestre tatilinde Kartalkaya’ya giderler. Burada baba kız sabahtan akşama kadar eğlenir, geçen yarıyılın stresini üstlerinden atarlar. Bu tatil sırasında Tiraje Hanım’la Ülev bir restoranda buluşur. Hem Ela hem de kendi haklarında konuşurlar. Tiraje Hanım, Rum asıllı bir aileden gelmiştir. Bozcaada’da bir halası yaşamaktadır. Tatil bitmiş yeni dönem başlamıştır. Ela bu dönem boyu ailesiyle fazla sorun yaşamamış, bir üst sınıfa geçmiştir. Ela bu sene daha da hırçınlaşmıştır. Annesiyle daha çok sorunlar yaşamaya başlamıştır. Bu sırada Ülev’in çalıştığı şirket onu Diyarbakır’a gönderme kararı almıştır. Burada Ülev Psikolojik Danışmanlık birimi kuracaktır.

Ülev’in yokluğunda Ela tiyatroda ilk aşkı ile tanışır. İlk aşkının adı Efe’dir. Efe tiyatroda Ela’ya bir kartvizit verir ve kendisini buradan aramasını ister. Bu olayı hemen Ülev’e yazar. Ülev, Ela’ya bu konuda dikkatli olmasını yazar. Tiraje Hanım bir araştırmadan sonra kartın sahibini bulur. Ela tatsız bir olaydan sonra Efe’den ayrılmak zorunda kalır.

Bu arada yaz tatili yaklaşır. Yaz tatilinde Ela, Bozcaada’daki kampa gitmek ister. Ela o gün iki sürprizle karşılaşır. Annesi onu kampa kayıt ettirir. Ülev Diyarbakır’dan döner ve kampa hareket etme günü gelir. Ela ilk kez tek başına seyahat etme heyecanıyla Bozcaada’ya gider. Kamp hayatı ilk başta ona zor gelir ama sonradan alışır. Kampta bir hafta kaldıktan sonra İrini Hala’yı ziyarete gider. İrini Hala’nın evinin çatı katı ailenin geçmişiyle ilgili sırları taşımaktadır. Ela bu katta annesinin eski sevgilisini öğrenir. Bir de annesinin sır sandığını bulur. Ela’nın halasına yaptığı ziyareti biter. Tekrar kampa döner. Kampta bir süre kaldıktan sonra yine İrini Halayı ziyarete gider. Bu sefer uzun uğraşlar sonunda İrini Halayı ikna ederek sandığı açtırır. Sandığın içinde annesinin hatıra defterini bulur. Hatıra defterinin içinde ELA uyaklı bir şiir bulur. Bu şiiri gizlice yanına alır ve çantasına koyar. Bir süre sonra Tiraje Hanım şiiri bulur. Annesiyle zaten arası açık olan Ela’nın annesiyle arasında uçurumlar oluşur.

Bu sıralarda Ülev’in Amerika’ya gitme olayı çıkar. Ela ve Tiraje Hanım, Ülev’in gitmesini istemezler ama bunun üstesinden gelerek ayrılırlar. Daha kolay haberleşmek için Ülev, Ela’ya bilgisayarını internete bağlamasını söyler. Ela babasına bunu söyleyerek bilgisayarını internete bağlatır. Sık sık birbirlerine mesaj atarlar. Ela liseye başladığı için yeni arkadaşlar edinir. Alp adında bir çocuk onu çok etkiler. Ondan çok hoşlanmaya başlar. En sonunda Ela’nın istediği olur ve Alp ona çıkma teklif eder. Ela bu teklifi istekli bir şekilde kabul eder. Alp ile birlikte sınıftan bir arkadaşının doğum günü partisine giderler. Ama parti herkes tarafından bilinen ve kötü olarak nitelendirilen bir yerde yapılır. Bu partide çok kötü bir olay yaşanır. Bir kişi yüksek dozda eroin alarak hayatını kaybeder ve Alp’te rahatsızlanır. Bu haberi ve kızının fotoğrafını gazetede gören Tiraje Hanım bunlara çok sinirlenir.

Ela hem rahatlamak hem de dil eğitimi almak için Amerika’ya gitmeye karar verir. Babası Ela’yı yatılı bir dil kursuna yazdırır. Ülev’le hafta sonları görüşüp geziyor ve konuşuyorlardı. Ülev kendine yeni bir sevgili bulur. Zülfikar adında Pakistanlı birisidir. Genellikle Ela, Ülev’e Alp’ten, Ülev Ela’ya Zülfikar’dan bahseder. Bu sıralarda Ela’nın kurs süresi dolmak üzeredir. Ama daha çok New York’ta kalmak istiyordu. Bunun nedeni Alp’ti. Alp geçirdiği rahatsızlıktan dolayı New York’a tedavi olmaya gelir. Ela babasından izin almayı başarır ama babasından para almayarak kendi parasının yeteceğini düşünür. Bunun üzerine New York’ta bir süre daha kalır. Bu süre içinde Alp’le buluşarak New York’un her tarafını dolaşırlar. Ama bir süre sonra Ela’nın dil kursundaki dolabı soyulur. Bütün seyahat çeklerini paraya dönüştürdüğü için hırsız paraların hepsini alır. Bu olayın üzerine Ela çalışarak para kazanmaya karar verir. Bir restoranda piyanist olarak iş bulur. Piyanistlik yaptığı sırada Alp’ten haber alamaz.

Bir süre sonra Ela İstanbul’a döner. Ama onu İstanbul’da acı bir sürpriz karşılar. Annesinden Alp’in öldüğünü öğrenir. Yaz tatili biter. Okulda Alp için bir tören yapılır ve Alp’in anısına bir ağaç dikilir. Ela bazen ağacın yanına gelerek Alp’le konuşur. En sonunda birinci dönem biter. Ela bu yarıyıl tatilinde Erciyes’e kayak yapmaya gider. Burada acılarını biraz da olsa dindirir. İkinci dönem başladığında Amerika’dan okula yeni bir felsefe öğretmeni gelir. Bu öğretmenin adı Bay Çarli’dir. Bay Çarli, Ela ile iyi ilişkiler kurar. İkisi de birbirlerine ısınırlar. Yaz tatili geldiğinde Ela arkadaşlarıyla birlikte yurtdışına kampa gider. Kamp çok eğlenceli geçer. Yaz tatili bitip okul başladığında Ela son sınıftadır. Son sınıfta bir tane proje yarışması vardır. Bu projenin konusu “Yirmibirinci Yüzyılda Barış” tır. Ela bu yarışmaya katılır, okul ve ülke barajını geçerek Amerika’ya gitmeye hak kazanır. Amerika’dan geldikten sonra çeşitli ülkelerde konferanslar verir.

En sonunda diplomalar verilir ve yaz tatili gelir. Akgün Bey bu yaz tatilinde iş için Japonya’ya gidecektir. Ailesinin de onunla gelmesini ister. Ela’nın üniversite sınavı yaklaştığı halde Tiraje Hanım ve Akgün Beyle birlikte Japonya’ya gider. Burada gezinin keyfine varamaz. Bir süre sonra tekrar İstanbul’a dönerler. Ela geldiğinde üniversite sınavlarına girer ve iki kötü haberle karşılaşır. Ülev Zülfikar’dan ayrılmış İrini Hala ölmüştür. İrini Hala vasiyetinde tüm varlığını Ela’ya bırakır. Bu arada üniversite sınavlarının sonuçları açıklanır. Ela felsefe bölümünü kazanır. Ela bu aralar evde yalnız kalmıştır. Akgün Bey Japonya’ya gidip geliyordu. Tiraje Hanım da Amerika’ya gitmişti. Üniversiteye başladığında onu bir sürpriz bekler. Birisi her gün Ela’nın defterine aşk ile ilgili yazılar yazıyordu. Ela bunları düzenli olarak Ülev’e yazar. Ülev’de Ela’yı bu konuda uyarır. Bir gün Ela yazıları yazan kişi ile tanışma fırsatı bulur. Karlı bir havada Ela yolda yürürken bir buzun üstüne basarak kayar. Ela’yı birisi yerden kaldırmak ister işte bu kişi “o” dur. O kişinin adı Can’dır. Ela, Can ile buluşarak biraz sohbet eder. Ondan sonra eve giderek olanları Ülev’e yazar.

Ela ve Can birbirlerine büyük bir aşk ile bağlanırlar. Sınavlar bitip haziran ayı geldiğinde Ela ile Can nişanlanmaya karar verirler. Bunun için önce aile tanışmaları gerekir. Ama Tiraje Hanım tanışma iznini Akgün Beyin Japon ortaklarla yaptığı tersanenin açılışından sonraya verir. Ela Can’ı tersanenin açılışına getirir. Burada ailesiyle tanıştırır. Ela, Can’ın ailesiyle daha iyi bir şekilde tanışmasını ister. Bunun için Ela Can’ı evine davet eder. Burada Tiraje Hanım ve Akgün Bey kızlarının sevgilisi hakkında daha detaylı bir şekilde bilgi edinir. Bu tanışmadan sonra Can’da Ela’yı evine davet etmeye karar verir. Bu görüşmede Ela, Can’ın annesi Şarlot Hanım ve babası Yılmaz Bey ile tanışır.

Bu süreç devam ederken proje yarışması da devam etmektedir. Ela bu yarışmada ülkesinde birincilik kazanır. Bu birincilikten sonra Ela Amerika’ya davet edilir. Amerika’da bir eleme daha yapılır ve Ela bu elemeyi de aşıp finale kalır. Ela finale kaldıktan sonra ülkesine dönerek Bozcaada’ya dönerek oradaki yalıya gider. Yalının sırlarla dolu olan çatı katına çıkar ve orada bulunan annesinin sır sandığını açar. Bu sandığın içinde çok özel şeyler bulur. Bunları dikkatle inceler.

Bu arada Can’da kendine barda yeni bir iş bulur. Bu işte yeterince çalışıp para kazandıktan sonra üniversitenin açılmasına bir hafta kala Can işini bırakır. Ama Can işi bırakmadan önce bir dergide röportaj yapmıştır. Bu röportajın konusu hem çalışıp hem okuyan üniversiteli gençlerdir. Tiraje Hanım’da bir dergiden bu röportajı okuyup Can’ın çalıştığını öğrenir. Buna çok sinirlenir. Bu olaydan sonra yaz gelinceye kadar ailede bir sorun yaşanmaz. Ela da Can’dan özenerek bir işe girmeye karar verir. Can’da bu arada özel bir TV kanalında kameramanlık yapmaya başlar. Bu sıralarda Ela’da işini bulur. Küçük çocuklara solfej dersi verir. Yaz tatili bitip fakülte başlayınca Ela işini bırakmak zorunda kalır. Ama Can işini bırakmak istemez. Ela’da Can okula düzenli gelemediği için onun yerine not alır.

Bu sıralarda Tiraje Hanım anılarının yer aldığı bir kitap yazar. Aradan bir ay geçtikten sonra Ela Ülev’e ortalığı sarsacak bir haber yollar. Ela İstanbul’un ucuz sentlerinde Can’la oturacağı evi aramaya başlar. Bir süre ev aradıktan sonra uygun ev bulamayınca İrini Hala’nın Büyükdere’deki evlerine yerleşirler. Ela ile Can evliliklerinin başlarında çok mutlu olurlar. Ama sonradan tatsız olaylar yaşamaya başlarlar. Bu tasız olaylardan biri Can’ın okulu bırakmak istemesidir. Sonunda yaz tatili gelir. Ela bu yaz tatilinde Can ile birlikte Bozcaada’ya gitmek ister. Ama Can’ın Nemrut Dağı’nda olan çekimleri yüzünden Bozcaada’ya gidemezler. Ela bunun üzerine Nemrut Dağı’na giderek, Can’a sürpriz yapmaya karar verir. Nemrut Dağı’nda çok kötü bir sürprizle karşılaşır. Can, Ela’yı aldatıyordur. Ela bu olayın ardından sinirli bir şekilde İstanbul’a döner. İstanbul’a döndüğünde yaz tatili biter. Ela bu sene son sınıfa başlar. Can bu sene okula devam etmez. Çünkü Can Fransa’ya gitmiştir. Bunu öğrenen Ela bunalıma girmiştir. Bu bunalım nedeniyle Ela çok hastalanır. Hemen hastaneye kaldırılır. Ela hastanede bazı testler yapılır bu testlerin sonucunda Ela’nın (A) tipi sarılık ve bağırsak iltihaplanması geçirdiği anlaşılır. Doktor Ela’ya evde 2 ay hiç kalkmadan yatmasını söyler. Ela bu talimatlara uyarak 2 ay dinlenir ve sağlığına kavuşur.

Bu arada Tiraje Hanım orta yaş bunalımına girmiş gibi davranır. Sürekli Amerika’ya gider gelir. Bu olay dikkatini çeker. Ela ilk olarak bunun nedenini annesinin eski sevgilisi Aleksandır sanar. Ela’da eski evine giderek anlarını tazelemeye karar verir. Ama eski evine gittiğinde kötü bir sürpriz karşılar. Kapıcı dairesindeki tüpte patlama olur. Ela zorda olsa kendini evden dışarı atarak kurtarır. Bu olayın üzerine zaten depresyonda olan Ela daha çok depresyona girer. Sonra Ela hem Ülev’in yanına gidip rahatlamak için hem de annesini takip etmek için Amerika’ya gitmeye karar verir. Babası da Ela’nın bu isteğini hoş karşılayarak onu Amerika’ya gönderir.

Ela Amerika’ya gittiğinde ilk olarak Ülev’e annesi hakkında olan saplantılarından bahseder. Ülev, Ela’ya psikolojik terapi uygulayarak onu rahatlattıktan sonra Ela, Tiraje Hanım’ı bulmaya karar verir. Kısa bir araştırmadan sonra Ela annesinin izini bulur. Annesinin yanına gittiğinde annesini saçları dökülmüş bitkin olarak bulur. Tiraje Hanım kanser olmuştur. Ela annesiyle uzun uzun konuşur ve İrini Halanın çok eskiden bir sevgilisi olduğunu öğrenir. Bu kişi balıkçılık yapıyordu ve adı Yani’ydi. Bu ilginç konuşmadan sonra Tiraje Hanım İstanbul’dan bir tiyatro teklifi alır. Bu teklifin ardından Tiraje Hanım, Ela ile birlikte İstanbul’a gelir. Ela İstanbul’da iyi bir haberle karşılaşır. Ela’nın “Yirmibirinci Yüzyılda Barış” adlı projesi birinci seçilmiştir. Ela bu haberden sonra çok mutlu olur. Sonunda Ela gökkuşağının sekizinci rengine ulaşmıştır.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Ela An : Özgürlüğüne fazlasıyla düşkün, dik başlı, başarılı, kendi kimliğini bulma çabası içerisinde olan bir genç kızdır.

Tiraje An : Ela'nın annesidir. Kendisi çok başarılı bir tiyatro sanatçısıdır. Türkiye de muhteşem Tiraje olarak anılır.

Akgün An : Ela'nın babasıdır. Gemi mühendisidir. Çok başarılı uluslararası bir gemi şirketi var.

Ülev : An ailesinin psikoloğu aynı zamanda Ela'nın manevi ablasıdır.

Can : Ela'nın kocasıdır.

Vapurları Seven Çocuk (Behiç Ak) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı



1- Fırat aşağıdakilerden hangisiyle birlikte yaşamıyordu?

A) Annesi ile
B) Babası ile
C) Kardeşi Emre ile
D) Kedileri Tebeşir ile

2- Fırat tatil günlerinde ne yapardı?

A) Spor yapardı
B) Balık tutardı
C) Balon satardı
D) Gitar kursuna giderdi


3- Kardeşi Emre, Fırat’ı evde izleyerek annesine bilgi verirken ne kullanırdı?

A) Dedesinden kalan sahra dürbününü
B) Navigasyon aletini
C) Cep telefonunu
D) Bilgisayarı ve uyduyu

4- Fırat komşuları Meliha Hanım’a, yalılarını neden boyatmadıklarını sorduğunda aldığı yanıt ne olmuştur?

A) Paramız yok
B) Yaşlı olduğum için
C) “Zaman denen ressamın duvarlarımda oluşturduğu bu tabloları bozamam!”
D) Belediye izin vermiyor.

5- Meliha Hanım yalıdan ayrıldıktan sonra, yalının başına ne geldi?

A) Çok katlı bir bina oldu
B) Hemen boyandı ve tertemiz oldu
C) Bahçesi çöp ve toprak dolu bir mezbelelik oldu
D) Örnek bir yalı oldu

6- Vapur, ortadan kaybolduktan sonra ne oluyor?

A) Müze yapılıyor
B) Kuş evi yapılıyor
C) Odun yapılıyor
D) Hurdalığa bırakılıyor

7- Fırat, vapurun hurdalığa çekilmesinden sonra üzüntüsünü gidermek için ne yapıyor?

A) Hayata küsüyor
B) Yeni vapurlar arıyor
C) Arabalara alışıyor
D) Hurdalıktan topladığı parçalarla yeni bir gemi inşa ediyor

8- Fırat evin içinde yaptığı gemiyi dışarı çıkaramıyor, bu soruna nasıl bir çözüm buluyor?

A) Sihir yaparak
B) Belediyeden yardım alarak

C) Parçaları söküp, sahilde inşa ediyor
D) İtfaiye yardımı ile çıkarıyor

9- Aysel Hanım ve Emre tatilden dönünce ne görüyorlar?

A) Her şeyin eskisi gibi olduğunu
B) Evlerinin yandığını
C) Fırat’ın gemiyi çıkarırken duvarları yıktığını
D) Meydanda daha çok araba olduğunu

10- Hayati Bey nerede yaşamaktadır?

A) Yalıda
B) Çınar ağacında
C) Vapurda
D) Emre'nin evinde

Cevap Anahtarı :

1-B      2-C      3-A      4-C      5-C
6-D      7-D      8-C      9-A     10-B

Başka Bir Test

1- Vapur, bazı günler kıyıya çok yaklaşınca ne olurdu?

A) Pencereleri adeta yalıların pencerelerine değerdi.
B) Evleri rahatsız ederdi.
C) Yalıları yıkardı
D) Karaya otururdu.

2- Kıyıya yaklaşan vapurun yolcularıyla, yalı sahipleri arasında ne yaşanmazdı?

A) Vapur yolcuları ,aniden bir yalının kahvaltı masasına ortak olurdu.
B) Simit, peynir ve zeytinlerini birbirleriyle paylaşırlardı.
C) Yolcular bazen , okuyup bitirdikleri gazeteleri yalı pencerelerinde oturanlara verirlerdi.
D) Sık sık kavga çıkardı.

3- Fırat vapurun neresine otururdu?

A) Ön taraftaki bölmeye
B) Geminin kıç tarafına
C) Kaptan köşküne
D) Dümenin yanına

4- Fırat’ın annesi Aysel Hanım toplantılarda ne anlatırdı?

A) Anılarını
B) Fıkra
C) Hikayeler
D) Masal

5- Meliha Hanım’ın çatısında yaşayan kargaların en belirgin özelliği ne idi?

A) Papağana benziyorlardı
B) Gece uyumazlardı
C) Genceciklerdi
D) Çok yaşlıydı.

6- Aysel Hanım’ın uydurduğu, bütün sayfaları kapkara kitabın içeriğinde ne varmış?

A) Ünlü bir şairin şiirleri
B) Çizgi roman
C) Dini resimler
D) Yırtıcı hayvanlar

7- İskele yerine ne yapıldı?

A) Çocuk parkı
B) Lokanta
C) Şelale
D) Su fıskiyesi

8- Vapurların hurdalığında, vapuru terk etmeyenlerden birisi kimdir?

A) Geveze papağan
B) Kanarya Muhsin
C) Martı
D) Gak gak Karga

9- Fırat’ın gemisinin kaynak işini kim yaptı?

A) Meliha Hanım
B) Emre
C) Hayati Bey
D) Muhsin

10- Mahallenin eski haline dönmesine katkı sağlayan kimdir?

A) Cumhurbaşkanı
B) Vali
C) Belediye başkanı
D) Meliha Hanım

11- Meliha Hanım elinde şemsiyesi, bavulların üzerinde oturarak mahalleliye nereden el sallıyor?

A) Fırat’ın yaptığı küçük teknenin üzerinden
B) Şehir vapurundan
C) Fayton üzerinden
D) Üstü açık arabadan

Vapurları Seven Çocuk (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili için tıklayınız....

Vapurları Seven Çocuk (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Vapurları Seven Çocuk

Kitabın Yazarı : Behiç Ak

Kitap Hakkında Bilgi :

Mizah ustası sanatçı Behiç Ak'tan kentsel değişim ve yitirilen değerler üzerine düşündürücü bir İstanbul öyküsü!

Güneşi Bile Tamir Eden Adam, Alaaddin'in Geveze Su Boruları, Kedilerin Kaybolma Mevsimi gibi öykü kitaplarını tüm çocukların severek okuduğu, ülkemizin tanınmış mizah sanatçısı Behiç Ak'ın bu öyküsü İstanbul'da, Boğaziçi'nde geçiyor! Sanatçı, yine günümüzün tartışılan sorunlarından birini, çarpıcı bir anlatımla kaleme aldı. "Gelişim" adına değişip metropolleşen kentte, betonlaşmanın insanlar üzerindeki etkilerini güçlü bir gözlemle kurgulayan Ak, insan ve yaşadığı çevre arasındaki ilişkiyi duru bir üslupla, gülümseten desenlerle anlatıyor. Sanatçının öteki kitapları gibi bu kitabını da, çocuklar kadar yetişkinler de severek okuyor.

Kardeşi Emre ve olağanüstü bir masal anlatıcısı olan annesiyle birlikte bir Boğaziçi mahallesinde yaşayan Fırat, tatil günlerinde o çok sevdiği minik Boğaz vapuruna binip karşıya geçer, balon satardı. Mahallede yüz yıllık ahşap bir yalıda oturan Meliha Hanım'sa, komşularını sık sık evine davet eder, hep birlikte gülüp söylerlerdi. Ama Meliha Hanım'ın bir gün yalıdan taşınmak zorunda kalmasıyla mahalle değişmeye, güzelliklerini teker teker yitirmeye başladı. Minik Boğaz vapuru da seferden kaldırılınca, Fırat kolları sıvaması gerektiğini anladı...

Kitabın Özeti :

Vapurları Seven Çocuk kitabı, babasını küçük yaşta kaybetmiş ve cesur bir çocuğun kentsel değişime karşı koyma öyküsünü konu alır. Kısa kısa on dokuz bölümden oluşur.

Fırat, annesi Aysel Hanım, küçük kardeşi Emre ve kedileri Tebeşir'le birlikte yaşamaktadır. Tatillerde boğaz vapuruyla karşıya yakaya geçip balon satmaktadır. Kardeşi Emre de boğazın karşısındaki evlerinden abisini izler. Azalan balonları gördükçe abisinin nerede kaç tane balon sattığını tahmin eder.

Fıratların yaşadığı Hamsi Apartmanı'nın karşısında çok eski bir yalı vardır. Yalının sahibesi Meliha Hanım, koca yalıda tek başına yaşamaktadır. Aile yadigarı bu eski evini çok sever. Bu evde komşularını misafir etmekten de mutluluk duymaktadır.

Fırat da vapurları çok sever. Bu yüzden çeşit çeşit vapur maketleri yapar. Yaptığı maketleri meydanda sergiler. Mahallelinin çay içip vakit geçirdiği bu meydanın ortasında koca bir çınar ağacı bulunur. Çınar ağacının üstünde ise Hayati Bey yaşar. Garip bir adam olan Hayati Bey'in, araba sileceğinden çekeceğe kadar birçok eşyası vardır. Hayati Bey bu eşyalarla meydandan gelip geçen insanlara yardım eder.

Fırat mahallesini çok sever. Kimi zaman Meliha Hanım'la kimi zamansa Hayati Bey'le vakit geçirir. Bazen de boğazın serin sularında yüzerek insanların denize attığı şeyleri keşfeder. Bir gün yine böyle serin sularda yüzerken büyük bir dosya bulur. Dosyanın içinde minik boğaz vapurunun planlarını görünce de sevinçten havalara uçar.

Günler geçtikçe Meliha Hanım rahatsızlanır. Bir süre çocukları, torunları ve komşularının desteğiyle yaşar. Ama bir gün mahallelinin hiç beklemediği bir şey olur. Meliha Hanım'ın çocukları ve torunları Meliha Hanım'ın eşyalarını bir tekneye yüklerler. En sonunda Meliha Hanım da tekneye binip gider.

Meliha Hanım gittikten sonra yalı çok bakımsız kalır. Bazı mahalle sakinleri de çöplerini yalının bahçesine atmaya başlar. Gün geçtikçe yalı çok kötü bir duruma düşer. Bir gece ise yalıda yangın çıkar. Böylece zaten çok kötü durumda olan yalı iyice harabeye döner.

Bazı insanlar yalının yıkılmasını isterler. Fırat ise bu korkunç fikre üzülerek karşı çıkar. Bu günlerde Aysel Hanım, Fırat ve Emre'ye yalının düştüğü durumu açıklayan bir masal anlatır. Annesinin anlattığı masal sayesinde durumu kavrayan Fırat, bir süre sonra da vapurlardan şikayetçi olan insanlarla karşılaşır.

Hem yalı hem de vapurlar hakkındaki şikayetler çeşitlenerek artar. Bu durum Fırat'ın üzüntüsünü arttırırken mahallenin ciddi bir biçimde değişmesine de sebep olur. Kıyıdaki mütevazı dükkanların yerini gösterişli lokantalar alır. Koca çınarın bulunduğu meydan arabalardan geçilemez hale gelir. Hayati Bey mahalleyi terk etmek zorunda kalır. Minik vapur iskeleden ayrılır ve iskele bir lokantaya dönüşür.

Fırat bir gün, mahalleyi terk ettikten sonra ortalıkta görünmeyen Hayati Bey'le karşılaşır. Çok sevinerek birlikte vakit geçirirler. Böylece Fırat, Hayati Bey sayesinde vapur hurdalığına ve orada bulunan minik boğaz vapuruna kavuşur.

O günden sonra Fırat her gün hurdalığa gider. Her gidişinde de çeşitli vapur parçaları toplayıp eve götürür. Nihayet bir gün evlerinin salonundaki vapur parçalarını, denizden çıkan vapur planına bakarak birleştirmeye başlar. Her gün vapur parçalarını birleştirerek minik vapuru tamamlar.

Vapur tamamlanınca Fırat ve ailesi vapuru evden nasıl çıkaracaklarını düşünürler ama bir çözüm bulamazlar. Böylece Aysel Hanım çocuklarını alıp, tatil için kız kardeşini ziyaret etmeye karar verir. Bu sayede vapur yüzünden daralan evden bir süreliğine kurtulmayı, sorunu ise dönünce çözmeyi düşünür. Ama Fırat sorunu çözmeden tatile çıkmak istemez. Bu yüzden kedileri Tebeşir'le birlikte evde kalır. Aysel Hanım ise Emre'yle birlikte uzunca bir tatile çıkar.

Aysel Hanım ve Emre eve döndüklerinde salondaki minik vapuru göremezler. Ama yalının onarıldığını ve Hayati Bey'in yeniden çınar ağacında yaşamaya başladığını görünce mahallenin neredeyse eski haline dönmüş olmasına çok sevinirler.

O sırada Fırat'ın yaptığı minik vapuru da görürler. Meliha Hanım'ı ve eşyalarını getiren bu vapur mutluluklarını arttırır. Artık iyileştiği için evine geri dönen Meliha Hanım'la birlikte mahalle de eski haline döner.

Eskisi gibi mutlu ve huzurlu hayatlarına döndükleri zaman Emre, abisine vapuru evden nasıl çıkardığını sorar. Fırat da tebeşirle vapurun parçalarını numaralandırıp söktüğünü, parçaları dışarı taşıdıktan sonra da kolayca yeniden birleştirdiğini söyler.

Kırlangıç Çığlığı (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kırlangıç Çığlığı

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Acıyı gördüm. Gözlerinin ortasında bir çiçek gibi büyüyen irisin önce ağır ağır büzülmesini, ardından çığlık gibi ansızın patlamasını gördüm. Titreyen dudaklar, bal mumuna dönüşen yüzleri, çöken yanakları, irileşen elmacık kemiklerini, birer mağara gibi derinleşen göz çukurlarını, kurumuş ağızların içinde pelteleşen dilleri gördüm.

Anladım ki benliğimizin farkına vardığımız an, acının pençesinde kıvrandığımız andır.

Çığlık değil, ürperiş değil, evet, nereden geldiğini bilmediğim o vahşi iniltiyi kalbimin derinliklerinde duydum. Soluksuz kaldım, boğazım kupkuru, alnım ateşler içinde, tuhaf bir hülyaya kapılmışım gibi sürüklendim o dipsiz boşlukta. Hayatın en karanlık sırrıyla yüzleştim.

Karanlığın her aşamasından geçtim, akan kanın sesini duydum, ölümün serinliğini damarlarımda hissettim.

Geçmişin kamburunu çoktan söküp attım sırtımdan.

İnsanın insanı öldürdüğü o ilk ânı gördüm, katilin zafer haykırışını, kurbanın korku çığlığını işittim.

Her an uyanmaya hazır o muhteşem dürtüyü bastırmak, insanlığın en masum haline, en saf doğasına dönmemek için yıllarca ihanet ettim kendime. Kendimle birlikte bütün dünyayı da kandırdım. Neredeyse başaracaktım ama bırakmadılar, benim adıma onlar öldürmeye başladılar.

İşte bu yüzden geri döndüm...

Kitabın Özeti :

Kitabın ana teması, son yılların kronikleşen mülteci sorunu ve toplumda gittikçe artan pedofili vakalarını konu alıyor. Başkomser Nevzat, olay yerine gittiğinde, yıllar önce kendi küçük kızını taciz etmiş bir adamın cesediyle karşılaşır ve çok şaşırır. Şaşırtıcı olan sadece çocuk tacizcisinin tanıdık olması değildir. Olayın gerçekleşme biçimi de tanıdıktır. Birkaç yıl önce, bir cinayet dizisini çözmeye çalışan bir başka komserin taktığı adla “Körebe” olarak bilinen seri katil. Körebe geride yakalanmasına yarayacak hiçbir iz bırakmadan 12 çocuk tacizcisini öldürür. Olay yerine bıraktıklarıyla, bir tür kendisinin imzası yerine geçebilecek küçük ayrıntılara kadar benzerlik gösteren bu cinayet, olay yerindeki herkeste aynı soruyu uyandırır: Yeniden mi? Körebe mi? Arkasında asla iz bırakmıyor ve sıradan bir katil olmadığı herkes tarafından biliniyor.

Nevzat Başkomiser eşini ve kızını bir saldırıda kaybetmiştir ve kızı da zamanında bir taciz vakasıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle konu oldukça hassas bir hal almaya başlar.

Körebe kurbanlarını hep çocuk tacizcilerinden seçmektedir. Tacizcileri öldürüp çocuklarla ilgili mekanlara götürür ve yanlarına bir oyuncak bırakır. Cesetler oyun parkları, kreşler, çocuk müzeleri gibi yerlere bırakılır. Ayrıca kurbanların gözlerini kadife bir göz bandı ile bağlar ve hep sağ kulaklarını kesmektedir. Bu nedenle de adı Körebe olarak yer etmiştir. Oldukça net ve ayırt edilebilir bir ritüel olduğu için cinayetler yeniden başladığında herkes Körebe’nin geri döndüğü konusunda hem fikir olmuştur.

Başkomiser Nevzat, olayları akıl ve mantık yoluyla çözmekten yanadır, her ne olursa olsun şiddet kullanılmasına karşıdır. Telaşa kapılmadan, cinayetleri en küçük ayrıntısına varana kadar inceleyen, işinde son derece titiz biridir. İki tane de yardımcısı vardır, Ali ve Zeynep. Ali, çok sevdiği başkomiserinin tam aksine tez canlı bir polistir. Fazla düşünmeden, karşına çıkan hemen her durumda duygularını ve hislerini hesaba katarak hareket eden bir yapıdadır. Gerektiğinde ya da bazen hiç gerekmediğinde şiddete başvurmaktan kaçınmaz. Yani başkomiserinin tam zıddı bir karakterdir. Zeynep ise tıpkı bir bilim adamı edasındadır, bilimin kanıtlayamadığı şeylere pek inanmaz. Cinayetleri ipuçları üzerinden çözmeyi seven, naif kalpli ve nazik, aynı zamanda oldukça güzel bir kriminologdur.

Öldürülenler pedofili suçlusudur. Geçmişlerindeki bu kara leke ise öldürülmeyi hak edip etmedikleri konusunda herkesi ikilemde bırakmaktadır. Kim daha masumdur? Ölen mi yoksa öldürülen mi? Bu sorunun cevabı aranırken katil yeni cinayetler işlemeye devam etmektedir. Başkomiser Nevzat tüm bunlarla uğraşırken ister istemez bir de Suriyeli mülteciler ve beraberinde organ mafyası sorununa bulaşmıştır.

''Çıkar için her türlü kötülüğü yapmaya yatkın bir ruha sahiptiler, sonra da kendilerini bağışlarlardı. İnsanın en büyük kepazeliği işte bu bağışlama duygusuydu. Kötülüklerin sürekli tekrar etmesinin nedeni de bu olabilirdi. Kendimizi hoş görmemiz, eninde sonunda inandırıcı bir gerekçe bulmamız. Olmadı, ben aciz bir kulum, her türlü kötülüğü yapabilir, suçu işleyebilirim, ama yaradanıma sığınır, kendimi bağışlatırım ucuzluğu.''

Kırlangıçların çığlığı, uzun göç yolunda yüzlerce yol arkadaşını kaybeden kırlangıçların yasıdır. Kırlangıçların göçmen kuşlar olduğunu, göç sırasında fırtınaya yakalanıp çoğunun öldüğünü, başarıyla göçenlerin ise gittikleri ülkelerde uçarken yolda kaybettikleri arkadaşları anısına acıyla çığlık attıklarını kitap satırlarından öğreniyoruz. Evgenia, zaman zaman evinde ağırladığı mülteci ailenin büyüğü Medeni’den öğrendiği biçimiyle sevgilisi Başkomiser Nevzat’a bu çığlıkların anlamını anlatır:

“’Şarkı söylemiyorlar Nevzat.’ Gözleri uçan o güzelim kuşlara takılmıştı, ‘Ölen arkadaşlarının yasını tutuyorlar.’ Başını indirdi, kederle gözlerimde durdu. ‘Sevinç çığlıkları değil bunlar, acı dolu haykırışlar, Biliyorsun kırlangıçlar göçmen kuşlardır. Çok hızlı uçarlar. İşte o göç sırasında yüzlerce kırlangıç fırtınaya yakalanıp ölürmüş. Göçü başarıyla tamamlayan kırlangıçlar, geldikleri ülkenin sıcak gökyüzünde uçarken, yollarda kaybettikleri arkadaşlarını anımsar acıyla, öfkeyle böyle çığlıklar atarlarmış.’”


Medeni de kendisi dahil Suriyeli mültecilerin durumunu kırlangıçların bu durumuna benzetir ama bir farkla:

“Biz de göç sırasında yakınlarımızı kaybettik, ama şu kuşlar kadar bile olamıyoruz. İnsanları rahatsız etmemek için yasımızı bile tutamıyoruz.”

24 Kasım 2019 Pazar

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Beyoğlu'nun En Güzel Abisi

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Yılbaşı gecesi işlenen bir cinayet... Tarlabaşı'nın arka sokaklarında bulunan bir erkek cesedi. Öldürülmüş erkeklerin en yakışıklısı, belki de en kötüsü. Karanlık sırların ortaya çıkardığı utanç verici bir gerçek. Gururlarının kurbanı olmuş erkekler, onların hayatlarını yaşamak zorunda olan kadınlar. Bu cinayetler yatağında, bu kötülükler bahçesinde, bu insan eti satılan can pazarında masumiyetini korumaya çalışan bir adam. Bir zamanlar İstanbul'un en gözde yeri olan Beyoğlu'nun hazin hikâyesi.

Karanlık... Soğuk havayla iyice ağırlaşan bir karanlık. Uzaklardan şarkılar geliyor kulağına, neşeli kadın çığlıkları, ayarını yitirmiş sarhoş naraları, biri küfrediyor belki ana avrat, belki ağlıyor biri hıçkıra hıçkıra, belki biri sessizce ölüyor bu gürültünün, bu hengâmenin ortasında. Umurunda değil. Hepsinden sıyrılmış, sadece öfke...

Nereye gittiğini bilmeden yürüyor, nefret tarafından kuşatılmış olarak. Kıskançlık denen o canavar, çelikten pençesine almış yüreğini, habire sıkıyor. "Kadınlar," diyor bir ses zihninin derinliklerinden... "Kadınlar, onlarla oynayamazsın... Oynadığını zannedersin ama bir de bakmışsın, asıl oyuncak sen olmuşsun." Hayatına giren kadınların yüzleri beliriyor sokağın zemininde. Birer birer düşüyor görüntüleri ayaklarının dibine. Hepsinin boynu bükük, hepsinin gözlerinde keder. Hepsi üzgün... Aldırmıyor, bir su birikintisiymiş gibi basıp geçiyor üzerlerinden ama yeniden düşüyor görüntüler zemine. "Kadınlar," diyor o ses yine, "Kadınlardan asla kurtulamazsın, hayaletleri hayatın boyunca seni takip eder."

Kitabın Özeti :

Her yılbaşında olay çıktığı için Başkomiser Nevzat ve yardımcısı Ali diken üstünde bekliyorlardı. O yılbaşı gecesinin olaysız geçmesini istiyorlardı. Fakat istedikleri gibi olmadı ve Beyoğlu’nun Tarlabaşı semtinde bir cinayet işlendi. Başkomiser Nevzat önceden uzun yıllar Beyoğlu’nda görev yapmıştı. Orayı gayet iyi biliyordu. Olay yerine gittiklerinde ölen kişinin Engin Akça olduğunu öğrendiler. Engin'in Öz Tarlabaşılılar Kulübü’nün sahibi Kara Nizam ile birlikte çalıştığını öğrendiler. Engin, Kara Nizam’ın kavgalı olduğu Barbut İhsan’ın mekânı Tarlabaşılılar Kulübü’nün önünde öldürülmüştü.

Engin tek bıçak darbesiyle kalbinden bıçaklanmıştı. Elinde silahı da duruyordu. Bu da Engin’nin ateş etmek istediğini ama katilin ondan daha hızlı davrandığını gösteriyordu. Başkomiser Nevzat olay yerinin yakınlarında üç çocuğu fark etti. Keto, Pirana ve Musti adındaki çocuklarla konuşmaya gitti. Onlardan da Engin hakkında bazı bilgiler edindi. Başkomiser Nevzat ve Ali o gece Engin’in evine gittiler ve o sırada evde birisi ateş etti. Ali de karşılık verdi ve onlara ateş eden kişi öldü. Daha sonra bu kişinin kiralık katil Titiz Tarık olduğunu öğrendiler.

Başkomiser Nevzat ve yardımcısı Ali ertesi gün de araştırmalarına devam etti. Artık hem Engin’i kimin öldürdüğünü hem de Titiz Tarık’ı kimin tuttuğunu öğrenmeleri gerekiyordu. Engin’in öldürüldüğünü duyan Barbut İhsan ve Kara Nizam kendilerinin yapmadığını söylüyorlardı. Hatta Barbut İhsan Başkomiser’in tanıdığı Janti Cemal’i de araya sokmuştu. Ama ikisinin de Engin’i öldürmek için bir sebebi vardı. Barbut İhsan’ın eski sevgilisi Çilem ile Engin’in ilişkisi olduğu söylentileri vardı. Fakat Kara Nizam, Engin’in öldürüldüğü gece Çilem’le evlenmişti. Kara Nizam Tarlabaşı’ndaki arsaları alıyordu. Engin de Kara Nizam’dan gizli olarak bazı yerleri almıştı. Engin’in evindeki kasada buraların tapularını bulmuşlardı.

Kasada Engin’in Jale ile çekilmiş bir fotoğrafı da çıktı. Başkomiser Nevzat bu kadını araştırmaya başladı. Jale’in çok zengin olduğunu ve Engin ile ilişkisi olduğunu öğrendi. Engin’in aldığı tapuları Jale’nin parasıyla aldığını düşündüler. Adli tıptan gelen raporla da Engin’in uzaktan fırlatılan bir bıçakla tek seferde öldürüldüğünü öğrendiler.

Araştırmalarında Engin’in öldürüldüğü gece sevgilisi Azize’nin çalıştığı gazinoda olduğunu öğrendiler. Azize ile konuşmak için oraya gittiklerinde Azize orada değildi. Orada onları Sadri karşıladı. Azize’nin işyerinden arkadaşıydı. Ona bazı sorular sordular. Ertesi günü ona Azize’yi merkeze getirmesini söylediler. Ertesi gün Azize Sadri ile geldi. Azize, Engin ile kavga ettiklerini o gece de Engin’in olay çıkardığını, ona bağırıp gittiğini söyledi. Başkomiser ve Ali Sadri ile konuşmaları sırasında Sadri’nin Bulgaristan göçmeni olduğunu öğrendiler. Oradaki kriminolog Zeynep’in ailesi de Bulgaristan göçmeniydi.

Başkomiser Nevzat, dışarıda sürekli komşusu ile karşılaşıyordu. Komşusu polisiye roman yazarıydı. Nevzat o adamı sürekli etrafında görmekten rahatsız oluyordu. Kendisini takip ettiğini düşünmeye başlamıştı. O gece Kara Nizam’ın kulübüne bir saldırı oldu ve Nizam’ın yeğeni Kudret, Fidan adında bir kızı öldürdü. Kudret kızın elinde silah olduğunu ona ateş edeceğini söylese de kimse saldırganların elinde silah görmemişti. Onlar kulübün boş olduğunu düşünerek molotof kokteyli atmışlardı. Başkomiser Nevzat ve Ali olay yerine gittiklerinde Fidan’ın yanında Nazlı’yı gördüler. Nazlı, Ferhat Çerağ Kültür Merkezi’ni işletiyordu. Burada evsiz çocuklar ve kadınlar hem kalıyor hem de eğitim görüyorlardı.

Başkomiser, kültür merkezine gidip Nazlı ile konuştu ve Fidan’ın orada kaldığını öğrendi. Fidan bir gruba katılmıştı ve oradan ayrılmıştı. Fidan’ın dahil olduğu grup Kudret serbest bırakılırsa ona saldırıp arkadaşlarının öcünü almayı düşünüyorlardı. Bunu duyan Başkomiser Nevzat Kara Nizam’ı uyardı ve birkaç gün ortalarda görünmemelerini söyledi. Kudret mahkemede serbest bırakıldı.

Başkomiser Nevzat ve Ali, Titiz Tarık’ın kaldığı oteli buldular. Oradaki çalışanlarla görüştüler ve kamera kayıtlarına ulaştılar. Jale’nin birkaç kez Tarık’la buluştuğunu öğrendiler. Aynı zamanda Jale’nin hesabından iki yüz bin lira çekildiği gün aynı miktarda para Tarık’ın hesabına yatmıştı. Ama sorguda Jale kendini hiçbir şekilde ele vermedi.

Çilem, Barbut İhsan’la konuşmak istedi. Barbut İhsan huzursuz oldu ve öncelikle Nevzat’a haber verdi. Daha sonra İhsan, Çilem’le görüştü ve Kara Nizam’ın evlendikleri gün gizlice birileriyle görüştüğünü öğrendi. Kara Nizam görüştüklerini öğrenince Nizam ile İhsan arasında çatışma çıktı. Nevzat yetiştiği halde tek başına çatışmalara engel olamadı. İhsan ve Nevzat'ın ikisi de öldü. Başkomiser Nevzat ikisinin de adamlarını sorguladı ama hiçbir sonuca ulaşamadı.

Artık katili bulamayacaklarını düşünmeye başlamışlardı. Ta ki O gece Zeyneplere yemeğe gidene kadar. Barbut İhsan cinayeti sebebiyle ertelenen yemek sonunda gerçekleşir. Yemekte Bulgarlardan bahseden Zeynep’in babasına, Klarnetçi Sadri’den bahsederler. Klarnetçi Sadri’yi tesadüfen tanıyan Zeynep’in babası Klarnetçi Sadri’nin eskiden sirkte çalışan bir bıçak ustası olduğunu söyler. Ama sirkte bir gösteri sırasında yanlışlıkla kardeşini öldürdüğü için İstanbul’a geldiklerini anlatır. Bunun üzerine apar topar Sadri’nin yanına gidilir ve Sadri her şeyi açıklar.

Başkomiser Nevzat’ın aklında hep komşusunun bir kitabını almayı düşünüyordu. Yazar ona son kitabını hediye etti ve kitabın ilk sayfasını okudu yazarın onun hayatını yazdığını, o yüzden hep peşinde olduğunu anladı.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Başkomiser Nevzat : Alaturka bir İstanbulludur. Balat’ta oturmaktadır. Osmanlı mutfağı ve Türk mutfağını sevmektedir. Karışı ve kızını bir cinayet sonucu kaybetmiş, ancak katillerini bulamamıştır. Yalnız, hüzünlü, suskun bir adamdır.

Ali : Başkomiser Nevzat’ın yardımcısıdır. Açık sözlü mert korkusuz ve cesur bir polistir. Zeynep’le flört etmektedir.

Zeynep : Bulgar göçmeni bir ailenin kızıdır. Çalışkandır. Ali ile flört etmektedir. Ali gibi o da Nevzat‘ın yardımcısıdır.

Kara Nizam : Mafya babasıdır. Kendisi ve 21 yeğeni ile birlikte lokanta, otopark işletir. Ayrıca uyuşturucu kaçakçılığı da yapar. Barbut İhsan‘ın düşmanıdır.

Barbut İhsan : Mafya babasıdır. Gözü pek bir babayiğittir. Kara Nizam’la en büyük derdi eski sevgilisi, sonradan Kara Nizam’ın karısı olan Çilem’dir.

Klarnetçi Sadri : Bulgar göçmenidir. Sirkte çalışırken bıçak kazası sonucu kendi kardeşini öldürmüştür. Bunun üzerine İstanbul’a gelip meyhanede klarnet çalmaya başlar.

Azize : Engin’in meyhanede çalışan solist sevgilisidir. Kimsesi yoktur. Ona en yakın kişi Klarnetçi Sadri’dir.

Engin : Kitabın başında öldürülen genç, yakışıklı ve çapkın bir erkektir. Almanya’da doğmuştur. İsviçre’de uyuşturucu işine bulaşmış sonra oradaki adamlardan kaçarak İstanbul'a gelmiştir. Klarnetçi Sadri tarafından öldürülür.

Evgenia : Başkomiser Nevzat’ın Rum asıllı sevgilisi

Jale : Engin’in evli sevgilisi.

Saltanat Süleyman : Eski kabadayılardan.

Çilem : Kara Nizam’ın karısı. Barbut’un eski sevgilisi.

Keto : Sokak çocugu.

Pirana : Sokak çocugu

Musti : Sokak çocugu

Janti Cemal : Eski kabadayılardan.

Pire Necmi : Barbut’un adamı. Kara Nizam satın alarak Barbut’a tuzak kurdular.

Nazlı : Dernek başkanı.

Öğretmen Civan : Nazlı’nın öğretmen yardımcısı.

Sami : Polis memuru. Kabadayılarla işbirliği içinde.

Külbastı Mehmet : Komser Nevzat ve yardımcılarının ara sıra gittiği lokantanın sahibi, eski kabadayılardan.

Sultanı Öldürmek (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Sultanı Öldürmek

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Biri, sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız, ama sizi itham eden kişi bizzat kendinizseniz, ne yaparsınız?" Ahmet Ümit'in romanı Sultanı Öldürmek bu satırlarla başlıyor. Yıllardır aynı kadını bekleyen bir tarihçinin hikâyesi bu. Şahane bir aşk için harcanmış bir ömrün hikâyesi... Serhazinlerin son temsilcisi Müştak Serhazin'in başından geçen dört günlük tuhaf bir serüven. Sapında Fatih Sultan Mehmed'in tuğrası bulunan mektup açacağıyla öldürülmüş bir tarih profesörü... Bir aşk cinayeti mi? Yoksa kökleri "Ulu Hakan"ın şüpheli ölümüne uzanan bir entrika mı? Osmanlı devletinin bir imparatorluğa dönüştüğü o zaferler ve ihanetlerle dolu günlere yapılan sıradışı bir yolculuk. Ve bu heyecan verici yolculuk boyunca kulaklardan eksik olmayan o kadim soru: Tarih, geçmişte yaşananlar mıdır, yoksa tarihçilerin anlattıkları mı?

"...Ve Sultan Mehmed Han. Mehmed Han oğlu Murad Han oğlu Fatih Sultan Mehmed Han. İki karanın ve iki denizin hâkimi. Allah'ın yeryüzündeki gölgesi. Kostantiniyye'yi zapt eden padişah. Roma İmparatorluğu'nun doğal varisi, farklı dinlerden, farklı dillerden, farklı ırklardan yepyeni bir millet yaratma aşkıyla yanıp tutuşan kudretli hükümdar. Uçsuz bucaksız ovalarda at koşturan ordular. Kılıç sesleri, savaş naraları, korku çığlıkları. Ardı ardına düşen şehirler, ardı ardına yıkılan devletler, ardı ardına el değiştiren kaleler. Kırk dokuz yaşında dünyaya nam salmış bir hükümdar. Ve değişmez kader. Akşama kavuşan gün. Ecel şerbetini içen insan. Ve Fatih Sultan Mehmed'in şüpheli ölümü. Ve onun iki şehzadesi. İkiye bölünen saray, ikiye bölünen devlet, hiçbir şeyden haberi olmayan bir halk. Ve iki şehzadenin kanlı boğazlaşması sürerken saray odasında unutulan Fatih Sultan Mehmed Han'ın cansız bedeni..."

Kitabın Özeti :

Müştak Serhazin, bir zamanlar ünlü bir tarih hocasının asistanlığını yapmıştır. Öğrenciliği sonrası kendisi de hocası kadar başarılı olan, bir üniversitede öğretim görevlisidir. Öğreciliği sırasında Tahir Hoca'nın asistanı olma şerefini, başlarda arkadaşı sonraları tutkulu aşkı Nüzhet'le paylaşır.

Nüzhet, Müştak için tutkuyla bağlandığı, geçmişinden silip atamadığı bir yaradır. Öğrencilik yıllarında aşık olduğu bu kadın, ilişkilerinin ciddileşmeye başladığı sıralarda Müştak'ı İstanbul'da bırakarak, Chigago'ya gider. Nüzhet, Müştak'la olan ilişkisini bitirir. Ülke içerisinde tarih alanında ilerleyen Nüzhet, yurtdışında sunduğu tezlerle de dünyanın tanıdığı bir tarihçi olur. Nüzhet yıllar sonra bilinmeyen bir gerçeği çözüme kavuşturmak için ülkeye yeniden dönüş yapar. Düşündüğü tez, Fatih Sultan Mehmet'in zehirlenek öldürülmüş olmasıdır. Son araştırması ise sır gibi sakladığı Fatih Projesidir. Asistanı Akın’dan ve hocası Tahir Hakkı’dan başka bu projeyi bilen de yoktur. Fatih öldü mü yoksa zehirlendi mi? Eğer zehirlenerek öldürüldü ise bunu kim yaptı? Yoksa sevmediği büyük oğlu II. Bayezid mi?

Müştak, Nüzhet yurtdışına gittiği sıralarda derinden yaralar almış ve psikolojik hastalıklar yaşamaya başlamıştır. Büyük üzüntülerle baş başa kaldığında, yaşadığı bir iki saat dilimini hatırlamayan Müştak'a psikojenik füg teşhisi konur. Psikojenik füg hastası Müştak hayatının belli dönemlerinde bu hastalığın sebep verdiği krizlere yakalanabiliyor. Bu kriz esnasında hiçbir şey hatırlamıyor. Belki normal yaşantısına devam edebiliyor, çıkıp gezip dolaşabiliyor, yemek yeyip insanlarla muhabbet edebiliyor. Fakat krizden çıktıktan sonra kriz başlangıcı zamana dönüyor ve bu süre boyunca yaptığı hiçbir şeyi hatırlamıyor.

Müştak, bir gün hiç beklemediği bir anda Nüzhet'ten telefon alarak, yemek daveti alır.

“Merhaba Müştak,” diyen sesin daha ilk hecesini duyduğumda tanımıştım onu; Nüzhet’ti. Yirmi bir sene önce beni terk eden kadın. Beni terk ederken bıraktığı o veda mektubunu saymazsak, yıllardır tek satır yazmayan, bir kez olsun telefonumun numarasını çevirmeyen, kapımı çalmayan, bir kuru selamı bile çok gören büyük aşkım, kalbimin ve hayatımın sultanı… Sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi, şimdi, “Merhaba Müştak,” diyordu telefonun öteki ucundan. Üstelik neşe içinde yüzen bir sesle; ne bir mahcubiyet, ne bir sıkıntı, ne de bir pişmanlık… 

Kendisini hiç ummadığı bir anda Nüzhet'in evinde ve eski sevgilisi Nüzhet'i de ölü olarak bulur. Ancak hiçbir şey hatırlayamamaktadır.

Sanki biri seslenmiş gibi uyandım… Kendime geldiğimde hâlâ karanlığın içindeydim. Kulaklarımda o bildik uğultu, bedenimde o tanıdık rahatlama… Zihnim, irademin görünmeyen ağırlığından kurtulmuş, o derin huzurla bir kez daha sarhoş olmuştum… Başıboş bir rüzgâr gibi dolaşıyordum sınırları silinmiş bir labirentin içinde… Etrafa bakacak oldum, başım döndü. Düşmemek için tutunacak bir yer arandım, sağ elim ahşap bir tırabzana tutundu. Karın ışığı sızıyordu bir yerlerden. Eski bir apartmanın içindeydim; geniş, mermer bir merdivenin basamaklarında… 

Kriz esnasında neler yaşadığını anlamaya çalışırken Nüzhet’in evinin kapsının açık olduğunu ve içeri girdiğinde ise eski sevgilisini Fatih Sultan Mehmet tuğralı bir mektup açacağıyla boynundan bıçaklanarak öldürüldüğünü görür. Müştak, cinayeti kendisinin işlediğini düşür ve panikle evdeki delilleri yok ederek olay yerinden ayrılır. Nüzhet'in ölüm haberini getiren polislere hiçbir şey anlatmaz. Yoksa katil kendisi değil mi? Belki de Fatih projesine karşı çıkan bazı fanatik tarihçiler Nüzhet’i ortadan kaldırmak istedi. Böylece bilerek Fatih Sultan Mehmet tuğralı mektup açacağını kullandı. Hocası Tahir Hakkı ve onun üç asistanı bu kanlı planı yapmış olabilirler miydi? Ancak iki gün sonra Nüzhet'in asistanın da, Nüzhet'in öldürüldüğü gece saldırıya uğrayıp, yaralandığını öğrenir. Olayları çözüme kavuşturmak için gece gündüz çalışan başkomser Nevzat ve ekibi, Müştak'ın olayla ilgisini araştırırken, hem Nüzhet'in hem de Müştak'ın hocası olan Tahir Hoca'nın öldürüldüğü haberini alır.

Yaşadığı bunca acı olaydan ve duyduğu büyük vicdan azabından rahatsız olan Müştak, Nüzhet'i öldürdüğünü itiraf etmek için karakola gider. Bu sırada Nüzhet'in temizlikçi kadın tarafından bir hırsızlık vakasına kurban gittiğini, Tahir Hoca'nın da kalp krizi geçirerek düşüp başını vurması sonucu öldüğünü öğrenir.

Bab-ı Esrar (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Özeti ve Kişileri


Kitabın Adı : Bab-ı Esrar

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Kayıp babasıyla doğacak çocuğu arasında kalmış bir kadın... Hayatın anlamını arayan bir insan: Karen Kimya... Kapıları sırlara açılan bir kent... Sırların mucizelere dönüştüğü geceler. Mucizelerin hakikat sayıldığı zamanlar... Yedi yüz yıl öncesinden gelen bir fısıltı... Aşkı sadece aşkla tartanların ıtırlı soluğu... Ölümün yok edemediği bir sevda... Yıllara direnen bir sevgi; Şems-i Tebrizi ve Mevlâna Celaleddin-i Rumi... Günümüzden yedi yüz küsur yıl öncesine uzanan gerilim dolu, heyecan yüklü, mistik bir serüven...

"Taşta kan vardı, gökyüzünde dolunay, bahçede toprak kokusu. Ürkütücü bir serinlik içinde yüzüyordu ağaçlar. Kış güllerinin katmerlenme vaktiydi, nergislerin tazelenme demi. Yedi kişi girmişti bahçeye... Yedi öfkeli yürek, nefretin ele geçirdiği yedi akıl, yedi keskin bıçak. Yedi lanetli adam bahçenin sessizliğini yedi parçaya bölerek yürüdü kurbanlarının bulunduğu tahta kapıya...

Taşta kan vardı. Bahçede ürkütücü bir serinlik. Cinayetin tek tanığı dolunaydı. Hiç şaşırmadan, ürpermeden, korkmadan bakıyordu uzun boylu kavak ağaçlarının ölü yapraklarının arasından. Yedi kişiden en genç olanı vurmuştu kapıya. En yaşlı olanı çağırmıştı içeridekini. Yedi kişinin yedisi birden saplamıştı bıçaklarını içeriden çıkana.

Taşta kan vardı. İnsanların yüreklerinde nefret, dolunayda derin bir sükûnet..."

Kitabın Özeti :

Kitap, Konya’da bulunan Yakut Otel isimli otelde çıkan yangın üzerine, Londra’dan sigorta acentesinin bu yangını araştırıp incelemesi için oraya yolladığı sigorta eksperi Karen Kimya Greenwood’un başından geçenleri anlatıyor.

Bayan, Karen Kimya Greenwood’un babası Türk annesi İngiliz’dir. Konyalı ve Mevlevi bir babası vardır Karen’in. Babası Derviş Poyraz Efendi uzun seneler önce Şah Nesim isimli Pakistanlı bir şeyh ile birlikte onları bırakıp gitmiştir. Annesi her ne kadar babasına karşı kızgın olmadığını söyleyip, mutlaka haklı bir nedeni olduğunu düşünse de Karen onu hiçbir zaman haklı görememiştir. Bir sigorta şirketinde çalışırken hamile kalmıştır ve bir iş icabı Konya’ya gönderilmiştir. Konya’daki Yakut Otel’inin yangınını soruşturmak için gelen Karen’in diğer bir amacı da Türkiye ve Türkleri iyi tanımak, Türkçeyi de iyi öğrenmektir.

Karen, Konya’ya daha önce çok küçükken babası ile birlikte gelmiş olduğunu şöyle böyle hatırlamaktadır. Yakut Otel yangını için ödenecek tazminatın miktarı da çok yüksektir. Sigorta şirketi de 3 milyon poundluk tazminatı ödemek durumunda kalmış, komplo şüphesi ile Karen’i Konya’ya göndermiştir.

Karen’in görevi bu yangının kaza mı, sabotaj mı olduğunu araştırmak, sigorta şirketinin zararını en aza indirmektir. Bu görevi kabul ettiği için pişmandır. Üstelik hamiledir ve bebeği ile ilgili konulara henüz bir karar verememiştir. Erkek arkadaşı, Nigel ile çok iyi anlaşıyorlardı, fakat o bebeğin kendilerine ayak bağı olacağını, daha genç olduklarını söyleyip duruyordu. Karen henüz kesin kararını vermemişti. Yaşı itibarı ile bu bebek konusunda çok kararsızdı.

Uçak Konya havaalanına inmiş ama onu karşılamaya gelen olmamıştır. Valizi ve çantası ile çıkışa giderken birisi ona seslenir. Bu kişi şirketin Konya’da bulunan acente sahibi, Mennan Fidan’dır. Karen, Türkçe bildiğini söyleyerek bir an önce otele gitmek ister.

Otele giderlerken gördüğü bu kentin hafızası ve anılarında kalan eski Konya olmadığını fark eder. Babası ile yıllar önce geldiği Konya hatıralarında kalan Konya’dan çok farklıdır. O güzel gizlemli evler, dar sokaklar, yaşlı camiler, sarıklı mezar taşları sanki kaybolmuş gibidir. Mennan Beye yıllar önce geldiğinde hayal meyal hatırladığı o özel yeri anlatıp nerede olduğunu sorar.

Mennan bahsettiği yerin bir dergâh olabileceğini söyleyip ara sokaklara girer. Belki yıllar önce annesine ve kendisine hiç haber vermeden terk eden babası ile geldiği o dergâhı hatırlayabilirdi. Nede olsa babası bu dergâhların birinde ilahi aşkı bulmaya çalışarak büyümüş, annesini görene ve âşık olana kadar buralarda yaşamıştı. Karen, bu eski sokakları dikkatle incelemeye başlar.

Şimdi bir parkın yanından geçiyorlardı, içinde küçük bir cami vardı, âmâ buralar hiç tanıdık gelmemişti ona. Tam caminin alınlığındaki yazıyı okumaya çalışırken, Mennan Bey aniden frene basıp, kızgınlıkla söylenmeye başladı. Arabanın tekeri patlamıştı.

Mennan, arabanın lastiğini değiştirirken, Karen, küçük cami ve bahçesindeki çeşmeye doğru gider. Ama aniden karşısına, ince uzun boylu saçı sakalı birbirine karışmış siyahlar giyinmiş bir adam çıkmıştır. Adam, Karen’e korkmamasını, kötülük için gelmediğini ima edip “senin olanı sana getirdim“ diyerek avucunun içine, kahverengi taşlı, gümüş bir yüzük bırakır. Karen avucundaki yüzüğü inceleyip tekrar başını kaldırdığında adamın kaybolduğunu fark eder. Mennan beyin yanına dönen Karen olanları anlatır. Mennan Bey adamın utanmış olabileceğini o nedenle de hemen uzaklaştığını söyler. Karen ve Mennan az ilerde bir yapı daha görürüler burası “Şems-i Tebrizi Camii ve Türbesii.‘dir.

Karen, Türkiye’ye sigorta şirketi için soruşturma yapmak için geldiği Konya da, buna benzer bir takım mistik olaylar yaşamaya başlamışken otel yangını için bir yandan, Mennan Beyi, bir yandan Yakut Otel sahibi Ziya beyi suçlamaya başlamıştır. Yaşadığı gizemli olayların çocukluğundan kalma bu şehir ve babasının onları terk etmesi ile bağdaştırmaya çalışması da sorularının cevabını bulmakta ona yardımcı olmuyordu. Otel yangını ile ilgili sabotaj şüphesi gittikçe çoğalsa da henüz somut bir kanıt bulamamıştı. İşi gereği ne Mennan Beye nede Ziya Beye de güvenmiyordu. İnsanların, para söz konusu olduğunda şeytanın bile aklına gelmeyen yollara başvurduğunu tecrübelerinden öğrenmişti. Bu gizemler ile dolu şehir de babasından bir iz bulabilecek miydi? Bir yanı bulmak istese de diğer yanı ona hala kızgındır. Yıllar önce hiçbir açıklama yapmadan annesini ve kendini terk etmiştir.

Annesi ile görüşmelerinde onu endişelendirmemek adına yaşadıklarından bahsetmemektedir. Buna rağmen annesi bir an önce bu işi sonuçlandırıp geri dönmesini istemektedir. Kendisine verilen yüzük kanayan bir yüzük çıkmış, Karen garip, gizemli rüyalar görmeye başlamıştır. Makalat’ı okuyan Karen bu kitaptaki hikâyeye göre bu kanayan yüzük düğümlenmiş huzursuz gönülden alınmış taşlaşmış yürek olduğunu anlamıştır. Karen‘in hayali çocukluk arkadaşı Sunny Şems çıkmış, Yakut Oteli yangının da bir kundaklama olduğu anlaşılmıştır. Karen tüm bu karmaşaların içinde sürekli ona görünen ve kendisine yardım etmek için gelen siyahlar içinde ki adamın sırrını ve kim olduğu hakkında bilgilere ulaşabilecek miydi? Siyahlar içinde ki adamın kendisine verdiği ve kanayan yüzüğün sırrı neydi?

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Karen Kimya Grenwood : İngiltere’de yaşayan babası Türk, annesi İngiliz sigorta eksperi bir kadındır. Konyalı bir Mevlevi olan babası yıllar önce onları terk etmiştir.

Mennan Fidan : Miss Karen’ın çalıştığı sigorta şirketinin Konya temsilcisi imam hatip mezunu, saf ve iyi kalpli bir adamdır.

Ziya Kuyumcuzade : Yakut Otelin sahibi hırslı ve açgözlü bir iş adamıdır. Babası bile o hırsı yüzünden ona miras bırakmamıştır.

Komiser Zeynep : Cinayet masasında komiserdir. İstanbul’dan yeni tayin olmuştur.

Komiser Ragıp : Komser Zeynep’in amiridir.

Nigel : Karen’in Kalp cerrahı sevgilisidir.

Poyraz Efendi : Karen’ın babasıdır. Pakistan’da yaşamakta olan Konyalı bir Mevlevidir. Kızını bıraktığı için huzursuz ve mutsuzdur.

Serhat Gokgöz : Ziya’nın yanında çalışan güvenlikçidir. Ancak eski bir sabıkalı, Deli Yılmaz'ın çetesinde görev almaktadır.

Kadir Gemelek : Mennan’ın çocukluk arkadaşıdır. Yakut Otel yangınından yaralı kurtulmuştur, yangının tek şahididir.

Solak Kamil : Eski bir sabıkalıdır, afla çıkmıştır. Bir turizm acentesinde şoförlük yapmaktadır. Halen bazı yasadışı işlere bulaşmaktadır. Yüzbaşı Yılmaz tarafından öldürülür.

Yüzbaşı Yılmaz : Deli Yılmaz. Güneydoğu’da yaptığı yasa dışı işler nedeniyle ordudan atılımış ve hapse girmiştir. Hapisten çıktıktan sonra Konya’da çete kurmuştur..

İzzet Efendi : Poyraz efendinin eski arkadaşı mevlevi, kuyumcudur.

Şah Nesim : Poyraz efendinin mürşidi birlikte Pakistan’a yerleşirler.

Susan : Karen’ın annesidir. Asi ruhlu bir insandır.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...