19 Ocak 2020 Pazar

Zübük (Aziz Nesin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Zübük

Kitabın Yazarı : Aziz Nesin

Kitap Hakkında Bilgi :

Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz.

Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini görünce ona kızıyoruz. (...)

Benim için şimdilik tek amaç, burdan kurtulmak. Ama gerçekten zübüklerden, kendi zübüklüğümüzden kurtulabilecek miyiz? İşte bu soruya cevap veremediğim için nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilemiyorum. Yeni gideceğim yerden sana mektup yazar, önce kendi zübüklüğümden kurtulup kurtulamadığımı anlatırım.

Aziz Nesin’in Zübük adlı kitabı, bir toplum eleştirisidir. Bu eleştiri kara mizah şeklinde yapılmıştır. Zübükzade İbraam Efendi, adeta köyün belalısıdır. Köylüleri çeşitli vaatler verir, ama bu vaatleri bir türlü yerine getirmez. Zübükzade tarafından oyuna getirilen saf ve cahil köylüler yine de her defasında ona inanırlar.

Kitabın Özeti :

Zübükzade İbraam kasabada kurnazlığıyla ün salmıştır. Son günlerde Ankara’dan bir mektup almıştır. Söylediğine bakılırsa, hükümetten birkaç kişi kendisini ziyarete gelecektir. Evinde büyük hazırlık yapılmaktadır. Kasabalılar konukları merakla beklemektedir…

Alucalı muhtar Sabri Ağa, kalaycı Nuri Efendi’ye dert yanar. Komşu köy halkıyla yayla yüzünden birbirlerine düşmüşlerdir. Köylüler çaresiz kalınca, "bu düğümü ancak Zübük çözer" diyerek ona baş vurmuşlardır. Zübükzade açıkgöz, pişkin ve girgin bir adamdır. Ankara’ya, tanıdık milletvekillerine yazarak işlerini göreceğine söz vermiştir. Sabri Ağa her gelişinde ona para ve hediye getirmiştir. Aradan aylar geçmiş, işler düzelmemiştir. Köylülerin Zübükzade’ye kaptırdığı para binlerce lirayı bulmuştur…

Nuri ile Sabri dertleşirlerken, terzi Cemal çıkagelir. Onun da dertlidir. Kardeşi ortaokulu bitirince, liseye girmek istemiştir. Cemal onu bir parasız yatılı okula sokmayı düşünmüştür. Sonunda o da Zübük’ün tuzağına düşmüştür. Kumaşı kendisinden olmak üzere Zübük’e elbise dikmiş, cebine de para koymuştur. Gelgelelim, okullar açılmış, hala kardeşinin işi sonuçlanmamıştır…

Öte yandan, Nuri de Zübük’ten kazık yemiştir. Bu yüzden üç arkadaş üzgün ve öfkelidirler. Birlikte Zübükzade’nin kapısına dayanırlar. Amaçları paralarını kurtarmak, olmazsa zora baş vurmaktır. Fakat Zübük zeki ve hilekardır. Hemen durumu kavrar. Onları güleryüzle karşılar. Biraz beklemelerini, yandaki odada jandarma komutanıyla görüşmekte olduğunu söyler. Öteki odaya geçer. Konuşulanları dinleyen köylüler utanç ve pişmanlık duyarlar. Çünkü Zübük komutana kasaba halkına iyi davranmasını öğütlemektedir!

Ancak birkaç gün sonra işin içyüzü anlaşılır. Meğer komutan bir aydır izindeymiş, Zübük onun sesini taklit ederek köylüleri aldatmıştır. Böylece, aradan aylar geçer. Zübük gitgide ünlenir. Sık sık Vilayete giderek oradan kendi adresine şekerleme, çikolata kutuları postalar, bakanların, hatta başbakanın ağzından mektuplar yazar. Bunları bir punduna getirerek partili arkadaşlarına okur. Buna kanan köylüler başları sıkışınca Zübük’e gelirler. Durmadan ona para, yiyecek taşırlar, yardım dilerler.

O sırada vilayete yeni bir vali atanır. Vali sert ve disiplinli bir adamdır. Herkes ondan korkar. Köyü teftişe geldiği bir gün Zübük boynuna atılır. "Vay efendim!" diyerek yanaklarından öper. Senli benli konuşmaya başlar. Köylüler şaşırırlar, ama seslerini de çıkaramazlar. İşin tuhafı Vali de gitgide Zübük’e inanmaya, hatta ona iltifat etmeye başlar.

Buna benzer ilginç ve gülünç olaylarla zaman geçer. Zübük’ün gitgide ünü ve gücü artar. Bir ara Zübük’ün büyük konuklarından söz edilir. Ankara’dan bir milletvekili ile arkadaşları Zübük’ün evine gelirler. Kasabalı partililer elektrik direğine çıkarak evi gözetlerler. İçerde kadınlı erkekli bir topluluk içip eğlenmektedir. Hatta, birbirine el şakası yapmaktadır! Köylüler "Zübük bize boynuz taktırıyor!" diyerek şakalaşırlar.

Konuklar gittikten sonra kasabada hayat durgunlaşır. Artık seçim hazırlıkları başlamıştır. Kasabanın ileri gelenleri Zübük’ün belediye başkanı olmasını isterler. Yalvar yakar onu da buna razı ederler.

Zübük belediye başkanı seçilir. Bunun için dostlarına ziyafet çeker. Yemekte soyundan "dedem Abdülnazif Paşa" yahut "babam Zübükzade Kara Yusuf Paşa" diye söz eder. Herkes bunun asılsız olduğunu bilir, ama kimse sesini çıkarmaz. Sonrasında Zübük milletvekili seçilir. Kasabalılara baraj, cami ve köprü vaad eder. Ankara’ya gider. Fakat vaadlerinden hiç biri gerçekleşmez. Ayrıca, orada birtakım potlar kırdığı için başbakanı kızdırır. Üstelik, sonraki seçimlerde de kazanamaz.

Memleketine döner. İlkin sessiz, içine kapanık bir hayat sürer. Ardından yine ortaya çıkar. İlgileri üzerine çeker, iktidar partililer kadar muhaliflerin de aradığı bir adam olur. Yeni gelen valiyle ilişki kurar, kasabayı vilayet yapmaya çalışacağına söz verir! Kasabalılar için bu, sevindirici bir vaaddir. Yine çoğu kişi ona inanmaktadır!

Miskinler Tekkesi (Reşat Nuri Güntekin) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı


1- Miskinler Tekkesi kitabı kimin hayatını konu edinmektedir?

A- Reşat Nuri Güntekin’in hayatını
B- İsmail adlı kimsesiz çocuğun hayatı
C- Kocabaş Kazasker Şemsettin Molla’nın torununun hayatı
D- Selanik Hukuku mezunlarından Şefkati Bey’in hayatı

2- Kitapta anlatım kim tarafından yapılmaktadır?

A- Kahramanımız tarafından
B- Talat Bey
C- İsmail
D- Şemseddin Molla

3- Kahramanımızın âşık olduğu komşu kızının adı nedir?

A- Mebrule
B- Makbule 
C- Mesrure
D- Menşure

4- Kahramanımız neden Sinop’a sürgün edilir?

A- 31 Mart ile İttihatçılara karşı gözüktüğü için
B- Hırsızlık yaptığı için
C- Dilencilik yasak olduğu için
D- Asker kaçağı olduğu için

5- Aşağıdakilerden hangisi kahramanımızın özelliklerindendir?

A- Uzun boylu ve şişmandır.
B- Çok çalışkandır.
C- Koca kafalı ve canının kıymetini bilen biridir.
D- Zengin, lüks içinde yaşayan biridir.

6- Miskinler Tekkesi adlı roman hangi zaman dilimini kapsamaktadır?

Meşrutiyet dönemini anlatır.
Cumhuriyetin ilanından sonraki dönemi anlatır.
Tanzimat dönemi ile Meşrutiyet dönemini kapsamaktadır.
Meşrutiyet dönemi ile Cumhuriyet dönemini kapsamaktadır.

7- Aşağıdakilerden hangisi kahramanımızın bakmak zorunda kaldığı çocuğun ismidir?

A- Talat 
B- İsmail
C- Hayrettin
D- Seyfettin 

8- İsmail daha sonra hangi mesleği yapıyor?

A- Mimar
B- Mühendis 
C- Muallim
D- Avukat

9- Kitabın ana fikri nedir?

A- İnsan ne olursa olsun hayata dört elle sarılmalı
B- İnsan kendi canının kıymetini bilmeli.
C- Kolay yoldan kazanılan para tez biter.
D- İnsanın çabalamasına gerek yoktur, nasıl olsa aç kalmaz.

10- Bu çocuğu kahramanımıza kim teslim etmiştir?

A- Bir Kadın
B- Talat Bey
C- Mesrure
D- Mesule

Cevap Anahtarı :

1-C      2-A      3-C      4-A      5-C
6-D      7-B      8-A      9-A     10-A

Miskinler Tekkesi (Reşat Nuri Güntekin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili için tıklayınız...

Miskinler Tekkesi (Reşat Nuri Güntekin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Miskinler Tekkesi

Kitabın Yazarı : Reşat Nuri Güntekin

Kitap Hakkında Bilgi :

'Miskinler Tekkesi'; Türkiye'deki dilencilerin dünyasını ve cahil hocaları başarıyla tasvir eder. Güntekin'in en dikkate değer eserlerinden biridir. Padişah II. Mahmut dönemi ileri gelenlerinden olup padişaha yakınlığıyla tanınan Kocabaş Kazasker Şemsettin Molla'nın torununun hayatı üzerine kurulmuş bir kitaptır. Padişahın ekmek kırıntılarının kat kat işlemeli bohça ve sedef kutularda saklandığı bir ortamda, padişah dilencisi bir dedenin torunu olan ve hem Meşrutiyet hem Cumhuriyet dönemlerinde yaşayan roman kahramanı, bir çeşit soyaçekimle, dilenciliği meslek edinir.

Kitabın ilk baskısı 1946 yılında yapılmıştır.

Kitabın Özeti :

Kocabaş Kazasker Şemsettin Molla’nın torunu olan Kocabaş genç bir çocuktur. Konaklarda büyümüş ve eğitim almıştır. Fakat dedesinden ve ailesinden aldığı tembellik ve miskinlik onun genlerine ve ruhuna işlemiştir.

Çocuğun, küçük yaşlarda ev halkının kızmasına rağmen dilenci taklidi yapmasıyla başlayan dilencilik özentisi hayatının sonuna kadar devam edecektir. Çocukluğunda oyunlar oynamayı sevmeyen oturduğu yerden kalkmak istemeyen gevşek, uyuşuk bir yapıya sahiptir. “Dedem başta Allah’a, Peygamber’e ve teşrifat sırasıyla ashaba yalvarır… Arkasından padişahlar gelir (…) demek ki, sadaka benim mayamdadır. Kocabaşlar ailesinin hamuru onunla yoğrulmuştur ve şanlı dedelerimdeki Tanrı vergisinin ilerleye ilerleye bende tam kemal mertebesini bulmuş olmasına şaşmamak lazımdır”.

Korkak pısırık bir kişidir. Fakat yaşı on yedi on sekize gelince gençliğin verdiği cesaretle biraz havalanır hale gelmiştir. Kolalı gömlekler ütülü pantolonlar giymekte ama kendini Donkişot gibi görmekten alamamaktadır. Rüyalarında bir gün evlerine bir hırsız girer. Evine giren hırsızı yakalayıp polise verir. Bir defa da ona piyangodan para çıkar. Piyangodan çıkan parayla babaannesinin borçlarını kapatır. Bu olaylar ve böylesine rüyalar onu daha çok cesaretlendirmektedir.
Mahallede bir yangın çıkmıştır. Çıkan yangında evdekileri kurtarmak için gitmek ister ama bacısı onun gitmesine izin vermez. Sonra umursamaz ve sakin bir tavırla kız kardeşi ile birlikte evde oyun oynamaya devam ederler. Bu arada da yangının sönüp sönmediğine arada sırada bakmaktadırlar. Fakat yangın ilerlemiş evlerine kadar gelmiştir. Sabaha karşı evlerinin de yanmasına engel olamazlar.

Evleri yangında kül olunca başka bir mahalleye taşınmak zorunda kalmışlardır. Bu ev eski evleri kadar güzel değildir. Eskisinden kötü ve köhne olan bu evde hayata alışmaya başlarlar. Tek tesellisi ilk görüşte aşık olduğu komşusunun kızı Mesrure olmuştur. Mesrure'yi evin bir köşesinde izlemekte sürekli onu takip etmekte fakat hislerini ona anlatamaya bir türlü cesaret edememektedir. Sadece cesaretini toplayamadığı için değil korktuğu bir şey daha vardır. Çünkü ona göre kafası çok büyüktür. Bu yüzden de Mesrure’nin onun beğenmeyeceği ve ona hayır diyeceği korkusu içindedir.

Ama Mesrure’nin babası ile aile dostu olmaya başarmıştır. Akşamları evlerine gidip babası ile sohbet edebilmek imkânını bulmakta bu sayede de Mesrure’yi sürekli görüp izleyebilmektedir. Mesrure’nin babası şiiri ve edebiyatı seven çok seven biridir. Onunla yaptığı sohbetlerde ara sıra dörtlükler okumaktadır. Bunu fırsat bilerek o da edebiyat ve şiirle ilgilenmeye başlar.

Mesrure’nin babasını etkilemek için kendini şiire adamıştır. Mesrure’nin babası her şiir okumaya başladığında oda sonunu getirmeye devamını okumaya başlamıştır. Mesrure’ye duyduğu ilgi onu edebiyata ve şiire meraklı bir insan haline getirmiştir. Bu durum Mesrure’nin babasının da çok hoşuna gitmektedir. Ortak bir zevke sahip olmaları onları birbirlerine daha çok yaklaştırmaktadır. Bu iletişimler sonunda artık Mesrure’yi istemeye cesaret bulabilecektir.
En sonunda dadılarında aracılığıyla Mesrure’ye teklif götürürler.  Mesrure de teklifi kabul eder. Bu arada meşrutiyet inkılâbı meydana gelmiş ve dayısının yüzünden evleri dağılmıştır. Büyükannesi ve babasıyla başka bir eve taşınmak zorunda kalırlar. Artık Mesrure ve babasından uzak bir yerde yaşamak zorunda kalmışlardır.

Kocabaş’ın komşuları ahlâki çöküntü ve zaaf içindedir. “Muallim’in karısı, boğuluyorum bu evde diyerek kızı ile kocasını terk edip pavyonlarda şarkı söylemeyi hayat edinmiştir. Anası ile oturan kız, on beş yıldan yani babası öldükten beridir evlenme vaadi ile gelen kimi adamlarla nişanlanıp gitmekte, adamların hevesi geçince evine geri dönmektedir. Posta memurunun ailesi fakirlikten ızdıraplıdır ve posta memurunun şedid öfkesi altında ezilmektedir; Mavi konaktaki Paşa ailesi eski makamlarını kullanarak borç taktıkları insanları mağdur ederek yaşamaktadır. Mavi konağın üst katında insanlara küsmüş yaşayan adam büyük muharebede sahip olduğu zenginliği kibar bir hanımefendiye bağışlamış ve iflas etmiştir. Tombul İmam içki yasağı günlerinde gizlice meyhane açıp rakı kaçakçılığı yapmaktadır, hafız oğlu da Beyoğlu’nda büyücek bir çalgılı gazinonun sahibi olmuştur. Köşebaşındaki mavi ışıklı evde fabrikada ustabaşı delikanlı ile karısı yaşamaktadır. Adam gençliğinde sarhoş olup sık sık kavga çıkaran bir delifişek iken karısı olacak kızı görür görmez aşık olup eski hayatına son vermiştir. Lakin karısı okuduğu aşk romanları ile kozasından çıkmış kelebek gibi değişmiştir. Kocasını beğenmemeye başlamıştır. Dilenci Kocabaş’ın tek arkadaşı Talat da devlet memuru olduğu halde geçinememekte ve Kocabaş’a borçlanarak yaşamaktadır. Çocukları evlenince üzerindeki yük hafifler gibi olmuş ama sonra onlar yeniden üstüne çullanmaya başlamıştır. Dairede işe güce bakamaz hale gelmiş, kendi kendine konuşur olmuştur. Kıyafeti süfli, pistir, pantolonunun düğmeleri kopmuş çengelli iğne ile iliklenmiştir. Burnunu gazete parçalarına silmektedir“. Kocabaş bu çöküntü içinde her şeye rağmen temiz ve pırıl pırıl kalmaktadır.

Bir süre sonra babaannesi de vefat eder. Artık evden ayrılması gerektiğini düşünmeye başlamıştır. Sakallı Talat diye biriyle tanışıp, arkadaşlık kurar. Talat memurdur. Talat’ın sayesinde ve tavsiyesiyle Zeynep Hanım Konağında eğitim almaya başlar. Çevresi yüzünden Sinop’a gitmek zorunda kalmıştır. Sinop’tan gelir gelmez kendine kalacak yer bulmuş orada arzuhal ve köylü mektupları yazmaya başlamıştır.

Askerlik yaşı gelmiş. Ama askerde bütün yoklamalarda kafası büyük olduğu için sorun çıkmaktadır. Bugün git yarın gel diye oyalarlarsa da sonunda askere alınır. Mısır’a gitmek için yolculuk başlar. Yolculukta kargaşa çıkar ve yürüyerek memlekete geri dönmek zorunda kalır. Yürüye yürüye Konya’ya gelir. Sonra kendini biraz toparlayarak İzmir’e hastaneye gitmek zorunda kalır. Hiç parası olmadığı için hastaneden taburcu olamaz. Hastane müdürü ölmüş birinin elbiselerini vererek onu taburcu eder.

İzmir işgal altında olduğu için tütün deposunda yaşamak zorundadır. Artık günleri çok daha kötü geçmektedir. Cami önünde Mevlevi Dervişleri gibi beklemeye başlar. Çocukken duyduğu dilencilik arzusu gerçek olmaya başlamıştır. Böyle bir halde beklerken kadının birinden ilk sadakasını alır. Bu parayla akşam için yiyecek temin eder. Kaldığı yere götürerek getirdiği yiyecekleri onlarla paylaşır. Oradakileri sevindirip mutlu eder. “Mesleğin acemileri ve kabiliyetsizleri dilenciliği yalvarıp yakarmaktan ibaret sanırlar. Sokakta kaçmak ve utanmak suretiyle erkeği peşlerine takan kızlar gibi ben de adeta bu çekingen sükûtumla müşterilerimi peşime takıyordum. Aşk gibi dilencilikte de kaçanı kovalıyorlar. Bizim eskilerin fukara-yı sabirin dedikleri bir dilenci nevî vardı. İsim bile ne kadar sofu ve kalenderdir. Fukara-yı sabirin. Yoksulluğunu saklamaya uğraşıyor gibi görünen ve hiç bir zaman ağızlarından bir şikayet ve rica sözü çıkmayan bu insanları babalarımız çok severdi. Aramızda dolaşan bir nevî yarım evliyalar gibi görünürlerdi. Kuvvetli cerir dilencilerin yapamadıklarını bu fukara-yı sabirin geçinenler sükûtlarıyla yaparlardı. Gelelim şimdiye; fukara-yı sabirinin boşta kalan tahtına şimdi yeni bir namzet vardır: Çıplak, eski elbiseli, ağarmış pabuçlu, yorgun kasketli eski memur. Yeni dilenci için en büyük tılsım, kılık kıyafetiyle; sükûtu, çekingenliği ve dalgın hüznü ile kendini o zannettirmektedir”

Kocabaş dilenirken para istememektedir. Dilenciliğe başlamasıyla günlük kazancı artmış, kazancı doktorlara büyük belediye memurlarının maaşına yaklaşmıştır. Üstelik kazancını “tekke kültürü” ve Mevlevilik zihniyeti içinde diğer insanlarla paylaşmaktadır. Evlatlığı olan İsmail’in bakımı ve eğitimini karşılıksız temin etmekte Mesule Bacı’nın iaşesini de Kocabaş temin etmektedir.
Kendine güzel bir ev bile almıştır. Arap komşuları onun sabah erkenden evden çıkıp akşam geç dönmesini çok merak etmektedirler. Evden iş arıyorum diye çıkmakta ve geç saatlere kadar eve gelmemektedir. Yaşadığı iç üzüntüler ve yalanlar onu çok üzmekte olduğundan gerçekten de iş aramaya başlamıştır. İş istediği yerlerden gelen cevaplar onu üzmekte ama hiç pes etmemektedir. Sonunda dilediği olur ve bir iş bulur. Artık mutlu bir insandır. Çünkü artık o da diğer insanlar gibi çalışarak ekmeğini kazanmaya utanç duymadan ve onuru kırılmadan yaşamaya başlamıştır.

Miskinler Tekkesi (Reşat Nuri Güntekin) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

12 Ocak 2020 Pazar

Barnum, Forer Etkisi - Astroloji Burç Yorumu ve Fallar Nasıl Pekçok Kişiye Doğru Gelir? 2020


Barnum, Forer Etkisi

İnsanların çoğu okudukları burç yorumlarında veya fallarına baktırdıklarında söylenenlerde kendilerine ait pek çok şeyin doğru olduğunu düşünürler. Acaba bir günlük gazete burç yorumu nasıl binlerce kişiye uyabilir?

Barnum etkisi, birbiriyle çelişik sözlerin birarada verilmesi nedeniyle, insanların, kendilerine özgü bir açıklama yapıldığı izlenimi edinmelerine karşılık gelmektedir.

Forer, tek basit deneyiyle bilimsel düşünce tarihine “insanların başka herkes için de geçerli olabilecek kadar geniş, belirsiz ifadeleri bunun hiç farkına varmadan kendilerine özel görmeleri” anlamına gelen “forer etkisi” (forer effect) kavramını sokmayı başardı. Ne hazindir ki, Forer’in yıllarını vererek, saçını süpürge ederek ulaştığı bu akademik içgörü, literatürde daha çok, Barnum isimli sirk dünyasının bir ticaret ve reklamcılık dehasının adıyla anılmaya başlanmıştır. Barnum’un insanları manipüle etmekteki, herkesin nabzına göre şerbet vermekteki yüksek başarısı “barnum etkisi” şeklinde anılmaya başlamasına sebep olmuştur. Bir diğer görüşse onun “iyi bir sirkte herkes için bir şeyler olmalıdır” şeklindeki sözlerinin üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Hepimizde bir boşluk duygusu var. Gelecekte neler olacağını öngöremiyoruz. Bu, bizi yıldız falları başta olmak üzere çeşitli falcılara inanmaya götürüyor. Barnum, bunun bilincinde olan bir sirkçi olarak, insanları kandırmanın çok kolay olduğu belirtmiştir. Etkinin adı, buradan gelmektedir. Şu sözü çok ünlüdür: “Her dakika bir enayi doğuyor.”

1948, yılında Forer bize geçen derste bir kişilik testi uygulamış, şimdi de teker teker sonuçlarımızı dağıtıyor. titreyen ellerimizle hocamızın bize uzattığı zarfı açıyor ve içinden çıkan şu açıklamayı okuyoruz:

“Başkalarının sizi beğenmesine, size hayran olmasına ihtiyaç duyuyorsunuz, ama aynı zamanda kendinize karşı eleştirel olmaya da eğilimlisiniz. Kişiliğinizin bazı zayıf yönleri var ama genelde bunları telafi etmeyi başarıyorsunuz. Kendi yararınıza çevirebileceğiniz halde kullanmadığınız önemli bir kapasiteye sahipsiniz. Dışardan disiplinli ve özgüvenli gözükürken, içten içe kaygılı ve güvensizsiniz. Bazen doğru kararı verip vermediğiniz ya da doğru şeyi yapıp yapmadığınız konusunda kafanızda ciddi şüpheler uyanıyor. Belli bir miktarda değişiklik ve farklılığı tercih ediyorsunuz; kısıtlamaların, sınırlandırmaların içinde kalmak sizi mutsuz ediyor. Bağımsız bir düşünür olmakla gurur duyuyorsunuz ve başkalarının iddialarını tatmin edici kanıt olmadan kabul etmiyorsunuz ama kendinizi başkalarına açarken çok açık, çok içten olmayı akıllıca bulmuyorsunuz. Bazı zamanlar dışa dönük, sokulgan ve sosyalsiniz; bazı zamanlarsa içedönük, sakıngan bir kapalı kutu oluyorsunuz. Bazen çok gerçekdışı arzularınız var.”

Forer bu yorumların şahsımıza ne kadar uyduğu konusunda beş üzerinden bir değerlendirmede bulunmamızı istiyor.

Barnum etkisinin diğer adı, Forer etkisidir. Bir psikolog olan Forer, bir dersinde öğrencilerine bir kişilik ölçeği vermiş; sonrasında, bir burç sayfasından aldığı aynı metni vermişti. Öğrencilerinden bu açıklamanın kendilerini ne kadar yansıttığını 1’den 5’e dek değerlendirmelerini istemiştir:

1. Beni hiç yansıtmıyor.
2. Beni pek yansıtmıyor.
3. Beni az çok yansıtıyor.
4. Beni biraz yansıtıyor.
5. Beni tamamen yansıtıyor.

Ortalama, 4.26 çıkmıştır. Birçok katılımcı, bu açıklamanın kendilerine özgü özellikleri yansıttığını ileri sürmüştür. Forer’in bu çalışmayı yaptığı 1948 yılından sonra ise, aynı çalışma, çeşitli katılımcı öbekleriyle kerelerce yinelenmiş ve ortalama, genellikle, 4.2 çıkmıştır. Açıklama, gerçekte, herkesi yansıtmakta; okurların benliğini okşayacak bir biçimde yazıldığı için, birçok insana çekici gelmektedir. Hemen hemen herkese uyabilecek sözleri hele hele de biraz övücü bir tondalarsa rahatlıkla salt kendilerine özgüymüş gibi algılamaya eğilimli olduklarını çarpıcı, rahatsız edici bir şekilde gözler önüne serilmektedir. Bu zaafın sebebi, insanların kendileri hakkında (bilhassa da güzel) bir şeyler duymaya olan kör edici ihtiyaçları, bir nevi wishful thinking, bir biriciklik yanılsaması, nihayetinde de biraz saflık olabilirdi, ama son tahlilde değişmeyen şey, astroloji gibi, grafoloji gibi, falcılık gibi bilimsel olarak objektifliği kanıtlanamamış pekçok alana gösterilen yoğun rağbetin temelinde yatan en güçlü mekanizmalardan birinin bu olduğuydu.

Farkında Olmalı İnsan - Kendisinin, Hayatın, Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı


Farkında Olmalı İnsan…

Kendisinin, Hayatın, Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.

Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen…

Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını

Fark Etmeli.

Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını

Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını

Fark Etmeli.

Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu

Fark Etmeli.

Henüz Bebekken ‘Dünya Benim!’ Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı

Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların ‘Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum

İşte!’ Dercesine Apaçık Kaldığını

Fark Etmeli.

Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli.

Baskın Yeteneğini

Fark Etmeli Sonra.

Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini,

Nasıl Yaşarsa Öyle Öleceğini

Fark Etmeli İnsan

Ve Ölmeden E vvel Ölebilmeli.

Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte

Ama Kendisinin Güzel Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini

Fark Etmeli.

Eşref-İ Mahlukat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu

Fark Etmeli.

Ve Ona Göre Yaşamalı.

Gülün Hemen Dibindeki Dikeni, Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü

Fark Etmeli.

Evinde 4 Kedi 2 Köpek Beslediği Halde

Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmanın Mantıksızlığını

Fark Etmeli.

Eşine ‘Seni Çok Seviyorum!’ Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş Gücünü

Fark Etmeli.

Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini, Ama Arka

Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu

Fark Etmeli.

Zenginliğin Ve Bereketin, Sofradayken Önünde Biriken Ekmek

Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini

Fark Etmeli.

Annesinden Doğarken Tertemiz Teslim Aldığı Gırtlağını

60-70 Yıl Sonra Sigara Yüzünden Azrail e Soba Borusu Gibi Teslim

Etmenin Emanete Hıyanet Sayılacağını

Fark Etmeli.

Ömür Dediğin Üç Gündür,

Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,

O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,O Da Bugündür.

3 Ocak 2020 Cuma

Nükleer Fisyon Nedir, Nasıl oluşur? Manhattan Projesi Nedir? Atom Bombası Nasıl Yapılmıştır?


Nükleer Fisyon

Nükleer fisyonun uygulanabilir olduğunun gösterilmesi bilimin iyi ve kötü yanlarının iç içe geçtiği bir dönemde gerçekleşmiştir. Onun keşfi çekirdek fiziğini anlamamız açısından çok büyük bir sıçramadır ve böylece atom enerjisi dönemi başlamıştır. Ama bu yeni teknoloji hemen nükleer silah yapımında kullanılmış, bu silahlar Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerini yerle bir etmiş ve çözüme kavuşması zor bir yaygınlaşma sorununun çıkmasına neden olmuştur.

20. yüzyılın başında atomun iç dünyası açığa çıkmaya başlamıştı. Tıpkı matruşka bebeklerinde olduğu gibi birçok elektron barındıran dış kabuklar sert bir çekirdeği sarıyordu. 1930’lu yılların başında çekirdeğin de içine girildi ve onun artı yüklü protonlar ile yüksüz nötronların bir karışımından oluştuğu anlaşıldı. Bunların ikisi de elektrondan çok daha ağırdı ve birbirlerine güçlü çekirdek kuvvetiyle sıkıca bağlıydılar. Çekirdeğin enerji yapışkanını çözmek biliminsanlarının çözmeye en çok çalıştığı şey oldu.

Parçalanma

Çekirdeği parçalamaya yönelik başarılı ilk girişim 1932’de gerçekleşti. Cambridge’te Cockroft ve Walton bazı metallere çok hızlı protonlar fırlattılar. Metallerin bileşimi değişti ve Einstein’in E=mc² eşitliğine uyacak şekilde enerji yaydılar. Ama bu deneylerde ortaya çıkandan daha fazla enerji, deneyi yapmak için harcanıyordu. Dolayısıyla fizikçiler bu yolla ticari kullanım için enerji elde etmenin mümkün olduğuna inanmadılar.

1938’de Alman biliminsanları Otto Hahn ve Fritz Strassmann yeni ve daha ağır elementler elde etmek için ağır element uranyuma nötron fırlattılar. Ama beklentilerinin tersine daha hafif hatta bazıları uranyumun yarı kütlesinde bazı elementlerin oluştuğunu gördüler.

Kütlesinin yüzde yarımı kadar bir şeyle bombardıman edildiğinde sanki çekirdek ikiye bölünüyordu – bu bir karpuzun, ona fırlatılan bir kirazla ikiye bölünmesi gibi bir şeydi. Hahn faşist Almanya’dan kaçıp İsveç’e sürgüne giden Avusturyalı meslektaşı Lise Meitner’a yazdığı mektuplarda bu durumu anlattı. Meitner da çok şaşırdı ve bunu fizikçi yeğeni Otto Frisch ile tartıştı. Meitner ve Frisch çekirdeğin ikiye bölünmesiyle (iki yarımın toplam enerjisi daha az olduğundan) bir miktar enerjinin ortaya çıkması gerektiğini fark ettiler. Danimarka’ya dönen Frisch heyecanını yenemedi ve geliştirdikleri düşünceden Niels Bohr’a söz etti. Bir deniz yolculuğuyla Amerika’ya giden Bohr, hemen bir açıklama üzerinde çalışmaya başladı ve bu durumu Columbia Üniversitesi’ndeki İtalyan fizikçi Enrico Fermi’ye anlattı.

Meitner ve Fisch makalelerini Bohr’dan önce yayımladılar ve biyolojideki hücre bölünmesinden esinlenerek “fisyon” (bölünme) terimini fiziğe kazandırdılar. New York’ta Fermi ile sürgünde yaşayan Macar fizikçi Léo Szilârd bu uranyum tepkimesinde başıboş nötronların çıkacağını ve bunların da yeni fisyonlara neden olacağını ve bunun (kendi kendine devam eden) zincirleme bir nükleer tepkimeye dönüşeceğini fark etti. Fermi ilk zincirleme tepkimeyi 1942’de Chicago Üniversitesi’nde bir futbol stadyumunun altında gerçekleştirdi.

Nükleer Atık

Fisyon reaktörleri verimli birer enerji üretmişidirler ama radyoaktif atık üretirler. En zehirli ürünleri binlerce yıl radyoaktif kalabilen uranyum yakıtının kalıntıları ile yüz binlerce yıl ömrü olan (plütonyum gibi) ağır elementlerdir. Bu tehlikeli atıklar küçük miktarlarda üretilir ama madenden uranyumu çıkarmak ve başka bazı süreçler düşük düzeyde atıklardan oluşan izler bırakır. Bu atıklardan nasıl kurtulunacağı bugün bile dünya çapında tartışılan bir konudur.

Zincirleme Tepkime

Üye fizikçi Arthur Compton o günü şöyle anımsıyor: “Balkondaki bir düzine biliminsanı aygıtları izliyor ve kontrollerle ilgileniyordu. Odanın öteki yanında zincirleme tepkimenin gerçekleşmesini umduğumuz grafit ve uranyum bloklarından küp şeklinde büyük bir yığın duruyordu. Blok yığınındaki açıklıklara kontrol ve güvenlik çubukları yerleştirilmişti. Birkaç ön testten sonra Fermi kontrol çubuğunun 30 santimetre daha geriye çekilmesini emretti. Bunun asıl test olacağını biliyorduk. Reaktörden çıkan nötronları sayan geiger sayaçları giderek hızlandılar ve sonunda sürekli bir tıkırtıya dönüştüler. Tepkime, bulunduğumuz platform için radyasyon tehlikesi oluşturana kadar büyüdü. Fermi’den ‘Güvenlik çubuklarını ekleyin’ emri geldi. Sayaçların tıkırtısı dindi ve teker teker duyulan “tık”lara dönüştü. Atomdaki güç ilk kez açığa çıkarılmıştı. Kontrol edildi ve durduruldu. Birileri Fermi’ye bir şişe İtalyan şarabı uzattı ve hafif bir tezahürat yükseldi.”

Manhattan Projesi Nedir?

Szilârd, Alman biliminsanlarının kendi başarılarını taklit edebileceğinden endişeleniyordu ve bu endişesini Albert Einstein ile paylaştı. İkili 1939’da Başkan Roosevelt’e ortak bir mektup yazıp onu uyardılar. Ne var ki Birleşik Krallık’taki fizikçiler nükleer bir silah yapmanın ne kadar kolay olduğunu gösteren bir hesabı 1941’de paylaşm-caya dek pek bir gelişme olmadı. Bu olay Japonların Pearl Harbor baskınıyla kesişince Roosevelt, Manhattan Projesi olarak bilinen ABD’nin nükleer bomba projesini başlattı. Projenin başında Berkeley’den fizikçi Robert Oppenheimer vardı ve proje New Mexico’da Los Alamos’taki çok gizli, ücra bir yerde yürütülüyordu.

1942 yazında Oppenheimer’ın ekibi bomba için bir mekanizma tasarladı. Patlamaya yol açacak zincirleme tepkimeyi başlatmak için kritik bir miktarda uranyuma gerek vardı ama patlamadan önce uranyum bölünmüş olmalıydı. İki teknik üzerinde duruluyordu. Birincisi bir “silah” mekanizma-sıydı. Bunda kritik kütleyi tamamlamak için konvansiyonel patlayıcılarla bir uranyum topağı diğerine çarptırılıyordu. İkinci teknikte plütonyumdan çekirdeği olan içi boş bir uranyum küre konvansiyonel patlayıcılarla plütonyum çekirdeğe (içe) doğru patlatılıyordu.

Uranyum elementi çekirdeğinde farklı sayıda nötron olan iki değişik tipte, yani iki izotop halinde bulunur. Yaygın izotop uranyum-238 diğer izotop uranyum-235’ten on kat daha boldur. Fisyon bombasında kullanılan uranyum-235’tir. Bu nedenle ham uranyum önce uranyum-235 açısından zenginleştirilir. Uranyum-238 bir nötron aldığında plütonyum-239’a dönüşür. Plütonyum-239 kararsızdır ve parçalandığında gram başına daha çok nötron üretir. Dolayısıyla plütonyum karıştırınca zincirleme tepkime kolaylıkla başlatılabilir. “Küçük Oğlan” adı verilen ilk atom bombasında “silah mekanizması” kullanılmıştır. Plütonyum içeren, içe doğru küresel patlama tekniği de “Şişman Adam” adlı ikinci atom bombasında kullanılmıştır.

6 Ağustos’ta “Küçük Oğlan” Hiroşima’ya atıldı. Üç gün sonra “Şişman Adam” Nagazaki’yi yerle bir etti. İki bomba da yaklaşık 20.000 ton dinamite eşdeğer bir patlamayla 70.000 ila 100.000 arasında insanın anında ve bir bu kadar insanın da daha sonra ölümüne yol açtı.

Mekanik Avantaj Nedir? Nasıl Yararlanılır? Kullanan Makine ve Sistemlere Örnekler Nelerdir?


Mekanik Avantaj

Basit makineyi, ilk olarak üçüncü yüzyılda Yunan matematikçi Arşimet tanımlar. Bu öyle bir alettir ki, uygulanan kuvvetin daha büyük bir kuvvete karşı kullanılmasını sağlar Böyle bir alet ya kuvveti ya da hareketin mesafesini artırabilir ama ikisini birden yapamaz. Klasik mekanikçiler altı basit makine tanımlar: Kaldıraç, tekerlek-şaft, takoz, vida, makara ve eğik düzlem. Basit makineler mekanik avantaj sayesinde nesneleri hareket ettirmeyi kolaylaştırır Vinçlerden araba şanzımanlarına kadar hemen her yerde, genelde daha karmaşık makinelerin parçalan olarak modern dünyanın dört bir yanında görülürler.

1- KALDIRAÇ

Kaldıraç, bir destek yani dayanak noktası üzerinde duran sağlam bir sopadır. Sopanın bir ucuna bastıran kişi diğer ucuyla kendi başına yapabileceğinden çok daha ağır bir yükü kaldırabilir. Buna mekanik avantaj denir.

Diğer makinelerde de olduğu gibi, nasıl kullanıldığına bağlı olarak kaldıraç sadece kuvveti artırmakla kalmayıp kuvvetin yönünü de değiştirebilir. Bir ucu aşağı bastırdığınızda diğer uç yukarı kalkar Örneğin beyzbol sopası, girdi kuvvetin çıktı kuvvetten daha büyük olduğu bir kaldıraç görevi görür. Vuruş (topa vuran kalın taraf), sopanın tutma yerine uygulanan güçten çok daha büyük bir mesafede salınır ve bu sayede daha hızlıdır.

2- BİSİKLET


Çok vitesli bir bisikletin zarif dişli düzeneği, bisikleti kullanan kişinin farklı arazilerde uygulayacağı kas gücünü en verimli hale getirmeye yarar Bir zincir, iki dişli düzeneği etrafında döner. Zincir baklaları pedala basıldıkça döner Bu ön vites düzeneğidir Arka tekerleklerin göbeğine daha küçük dişliler bağlıdır, bunlar da takipçi viteslerdir. Vites değiştirici adı verilen bir mekanizma, ön ve arka viteslerin farklı kombinasyonlarını mümkün kılmak amacıyla zinciri hareket ettirir.

Her dişli düzeneğinde olduğu gibi, ön vites grubundaki diş sayısıyla arka vites grubundaki diş sayısının birbirine oranı makinenin mekanik avantajını belirler Daha küçük bir dişli çarkıyla eşleşmiş büyük ve çok baklalı bir zincir, tekerleğin daha hızlı dönmesini sağlar ama bacakların daha fazla kuvvet harcaması gerekir. Yokuş tırmanırken küçük ön vitesin daha büyük arka vitesle eşleşmesi gerekir. Bisikletçi pedallara daha fazla kuvvet uygulamak zorunda kalmayacak ama pedalları daha hızlı çevirecektir.

3- TEKERLEK

Tekerlek ve şaft -ortasına silindir çubuk tutturulmuş disk- insanların nesneleri hareket ettirmesine yarayan basit makinelerden biridir Ağır nesneleri sürüklemek yerine yuvarlayarak taşımanın bir yolu olarak tekerlek beş bin yıldan da eski bir tarihte Mezopotamya’da ve farklı yerlerde ortaya çıkmış en önemli icatlar arasındadır Yüklü bir arabanın dönen tekerlekleri, tekerleksiz haldeki yüklü bir arabaya oranla yol ile olabildiğince az yüzey teması sağlar Böylece sürtünme,yani iki nesnenin birbirine değmesinden kaynaklanan hareket kısıtlanması azalır

Sağlam bir şafta bağlı bir tekerlek aslında dairesel bir kaldıraçtır -şafta uygulanan kuvvetle jantın kat ettiği mesafe- ve böylece büyük bir hız ortaya çıkar.Tam aksine, kapı tokmağında olduğu gibi, tokmağın dış çevresine uygulanan daha küçük bir kuvvetle şaftın kuvveti artar Her tür kaldıraçta olduğu gibi bu da tekerleğin mekanik avantajıdır

4- KEMİK EKLEM VE KASLAR


İnsan iskeleti kaldıraçlarla doludur. Eklemler dayanak noktaları, kemikler kaldıraç sopaları ve kaslar kuvvet uygulayıcı işlevlerini görür. Bir yudum almak için kahve fincanını kaldırdığınızda, kolunuz tip 3 denilen kaldıraçtır. Yani kol kası, çıktı kuvvetten fazla bir kuvvet uygular. Ama fincan uygulanan bu kuvvetten daha büyük bir mesafe kat ederek görevi hızla yerine getirir. Kahvenizin yanında bir lokma da kakaolu kek yediğinizde alt çeneniz de faklı bir tip 3 kaldıraç gibi çalışır.

5- MAKARALAR

Makara, kasnağına ip geçirilmiş bir tekerlektir. ipin bir ucunda asılı duran bir yükü ipin diğer ucuna uygulanan kuvvetle çekerek bir kaldıraç işlevi görür Sabit bir tek makaranın hiçbir mekanik avantajı yoktur;çekilen yükün ağırlığına eşit kuvvet uygulanması gerekir Ama yerçekimiyle birlikte aşağıya doğru çektiğiniz ve sırt kaslarınız yerine vücut ağırlığınızı kullanabildiğiniz için yükü kaldırmak kolaylaşır Aynı anda iki makara kullanmaksa yükü kaldırmak için gereken kuvveti ikiye böler ve harcanan gücü paylaştırır. Buradaki değiştokuş yine daha fazla mesafeye, yani ipe yayılan iştir.

6- DİŞLİ DÜZENEĞİ

Sanayi devriminin geniş ölçekli makineleşme sürecinde, dişli düzeneği kadar önem taşıyan çok az buluş vardır. Bu sistem birbirine bağlandığında aksi yönlerde dönerek her tür işin altından kalkacak şekilde hızı yada kuvveti artıran dişlilerden oluşur. Girdi kuvvetin uygulandığı dişli -ana dişli- daha küçük bir takipçi dişliyle birleştiğinde, küçük olan daha hızlı döner. Ana dişli takipçi dişliden küçükse, bu durumda takipçi dişli daha yavaş ama daha kuvvetle döner

Örneğin elle çalışan bir yumurta çırpma makinesindeki kol her dönüşüne karşılık defalarca dönen iki küçük dişliyle iç içe geçirilmiş büyük bir orta dişliyi döndürür. Alet, kuvveti yani emeği yiyecekleri çırpmak için gereken hızı oluşturmak üzere dönüştürür.

7- SONSUZ DİŞLİ

Bazı dişliler bir başka tekerlek biçimli dişliyle değil, vida gibi silindir dişlerle iç içe geçmek üzere tasarlanmıştır. Sonsuz dişli, büyük sonsuz dişlide kuvvetin daha da büyümesini sağlayarak yüksek bir hızda döner. Standart sonsuz dişli kendisine bağlı dişliyi yürüterek tek yönde döner; bu nedenle taşıma bandı, vinç ve forklift gibi enerji kesildiğinde dahi sabit pozisyonunu koruması gereken makinelerde kullanıma uygundur. Sonsuz dişli, arabaların ve diğer taşıtların direksiyon sisteminde de kullanılır. Direksiyonun dönüş hareketini doğrusal harekete çevirerek ön lastiklerin sağa sola dönmesini sağlar.

8- OFSET BASKI MAKİNESİ


Çok miktarda gazete, dergi ve kitap basmakta kullanılan litografik ofset baskı makinesi, karmaşık bir dişli düzeneğinin çalıştırdığı yine aynı karmaşıklıkta bir kasnak sisteminden meydana gelir.

Eşit büyüklükteki üç ana merdane (kalıp merdanesi, ofset ya da blanket merdanesi ve baskı merdanesi) sabit bir hızla birbirlerine zıt yönlerde döner. Kalıp merdanesine ince bir katman alüminyum sarılmıştır ve bazı yerleri hidrofobik ancak yapışkan baskı mürekkebini çeken bir malzemeyle kaplanmıştır. Bu merdane, kaplanmış alana mürekkep püskürten ve baskısız yüzeyi ıslatan küçük mürekkep ve su rulolarının zıt yönünde döner. Mürekkeplenen kalıp, aynı anda kauçuk kaplı ofset merdanesinin zıt yönünde dönerek görüntüyü ona aktarır. Ofset merdanesi ise baskı merdanesinin aksi yönünde döner ve geniş makaralara takılmış kâğıt bu iki merdane arasından geçtiğinde görüntü kâğıda basılır.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...