20 Ocak 2020 Pazartesi

Heidi (Johanna Spyri) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Heidi

Kitabın Yazarı : Johanna Spyri

Kitap Hakkında Bilgi :

Heidi, çocuklara tabiat sevgisini, dostluğun, arkadaşlığın önemini anlatan dünyaca ünlü bir eserdir. Eser doğayla iç içe bir köyde yaşayan çocuğun şehre götürülmesiyle karşılaştığı uyum sorunlarını, köyüne, dedesine olan sevgisi nedeniyle yaşadığı özlemi anlatmıştır.

Küçük yaşta anne ve babasını kaybettikten sonra teyzesi tarafından bakılan ve çevresinde aksiliğiyle ün salmış Alp Dede'nin İsviçre Alplerindeki dağ kulübesine götürülen Heidi, artık dedesiyle yaşamak zorundadır. Heidi'nin sevgisi öylesine temiz ve duygu yüklüdür ki Alp Dede'nin aksiliği bile bu sevgi karşısında yumuşar. Heidi, çoban arkadaşı Peter ile dağda keçilerin peşinde koşmakta, neşeli günler geçirmektedir. Heidi'nin okula gitme zamanı geldiğinde işler bir parça karışsa da bu küçük kızın yüreğini dolduran o muazzam sevgi her şeyin yoluna girmesini sağlayacaktır.

İsviçreli yazar Johanna Spyri'yi (1827-1901) dünyaca ünlü bir yazar yapan Heidi'nin ilk yayımlanmasının üzerinden uzun yıllar geçmiş olsa da Heidi her yaştan insanın sevgiyle andığı bir karakter olmaya devam ediyor.

Kitabın Özeti :


Heidi, annesi ve babası olmayan küçük bir kızdır. Bir yaşında annesini ve babasını kaybetmesi üzerine teyzesinin yanında kalmıştır. Teyzesi Dete, Almanya'da bir iş bulduğu için Heidi'yi Alp Dağlarında yaşayan ve Heidi'nin tek yakını olan dedesine bırakmaya karar verir.

Heidi'yi çevrede huysuz bir ihtiyar olarak bilinen dedesine götürür ve onu orada bırakıp döner. Dedesi insanlardan ayrı köyden uzakta bir kulübede yaşamaktadır. İhtiyar dede bu durumdan hiç hoşnut olmaz. Dedenin kalbi bir süre sonra torunu Heidi'ye ısınır. Birlikte yaşamaya başlarlar.

Heidi, dedesini ve evi çok sevmiştir. Ev, dağda ormanın içinde, yemyeşil bir yerdedir. İstediği gibi koşmakta, oynamakta ve çiçek toplamaktadır. Ayrıca Peter isimli bir arkadaş da edinmiştir. Dedesi, Peter'le gündüzleri keçileri otlatmaya gitmesine izin vermektedir. Dede de hâlinden çok memnundur. Gittikçe değişmektedir. Bir gün Peter'in yaşlı ninesi ve annesinin yaşadığı evin eskimiş panjurlarını dahi tamir eder. Bu olay, dedenin ne kadar değiştiğinin bir göstergesi olur. Herkes çok sevinir bu değişime.

Aradan iki kış geçer. Bir gün Heidi'nin teyzesi gelir. Heidi'yi Frankfurt'ta zengin bir ailenin yanına götürmekten bahseder. Dede asla buna izin vermez. Fakat teyze ısrar eder. Bu zengin ailenin sakat olan kızı ile ilgilenecek, ona arkadaşlık edecek ve okula da gidecektir. Dede müsaade etmediği hâlde teyzesi Heidi'yi yine de götürür. Heidi çok üzülür. Dedesini ve bu dağları çok sevmektedir.

Teyzesi Heidi'yi Sesemanların konağına götürür. Heidi burayı hiç sevmez. Çok lükstür ama her yeri kapalıdır ve hiç ağaç yoktur. Evin Rottenmayer isimli dadısı da ona çok kötü davranmaktadır. Fakat Heidi, yürüyemeyen Clara ile dost olur. Adeta Clara, Heidi ile birlikte hayata döner. Daha neşeli olur.

Zaman geçtikçe Heidi, dedesini daha çok özlemektedir. Geceleri artık uyurgezer olmuştur ve dedesinin yanına gittiğini zannetmektedir. Okumayı da öğrenen, iyi bir eğitim almaya başlayan Heidi'nin bu uyurgezerliğinin ona zarar verebileceğini düşünürler. Doktor çağrılır. Doktor, problemin Heidi'nin dedesine duyduğu aşırı özlemden ileri geldiğini söyler. Clara çok üzülse de Heidi dedesinin yanına gönderilir. Clara’dan köyüne geleceğinin sözünü alan Heidi büyük bir sevinçle dedesinin yanına döner. Gün geçdikçe sağlığına kavuşur.

Heidi, dedesine kavuşunca çok sevinir. Dedesi de onun için kışları kasabaya taşınır. Böylelikle Heidi okuluna devam edebilecektir.

Bir süre sonra Clara ve babaannesi Heidi'yi ziyarete gelirler. Clara burada âdeta yeniden hayata döner. Yemyeşil çayırlarda, ormanlarda iştahı yerine gelir. Heidi’nin Clara’ya fazla vakit ayırması Peter’i kıskandırır. Peter evine gitmek zorunda kalacağı düşüncesiyle Clara’nın tekerlekli sandalyesini tepeden aşağıya yuvarlar. Fakat Clara sandalyesiz geçirdiği sürede yürümeyi başarır. Heidi'nin dedesinin sayesinde yavaş yavaş ayakta durmaya başlar.

Bir süre sonra yürümeye başlar. Herkes çok mutludur. Kızına sürpriz yapmak için aniden gelen Bay Seseman kızının ayakta olduğunu görünce gözlerine inanamaz. Herkese çok teşekkür eder ve Heidi ile dedesini ödüllendirir. Artık her yaz Clara tatilde Heidi'nin yanına gelecektir.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Heidi : Anne ve babasını kaybetmiş, sevecen, sıcakkanlı, tabiatı çok seven, sekiz yaşında küçük bir kız.

Clara : Oldukça zengin bir ailenin kötürüm kızı. Annesini küçük yaşta kaybetmiş, Frankfurt’taki evde yalnız bir kız.

Peter : Heidi'nin çoban arkadaşı. Oldukça haşarı, kıskanç, tembel bir çocuk.

Dete : Heidi’nin teyzesi.

Bay Seseman : Frankfurt’taki evin beyi

Rotenmaier : Evin yardımcı hanımı

Sebastian : Evin uşağı

Diğer kişiler: Büyükanne, büyük hanım, dedesi ve doktordur.

Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi : 

Johanna Spyri, 1827 yılında Zürih yakınlarında bir köy doktorunun kızı olarak dünyaya geldi. Tüm çocukluğu doğa ile iç içe geçti. Zürih'te yabancı diller ve piyano eğitimi aldı. Kitaplarının gelirini savaş yaralılarına bağışladı. Yaşamı boyunca 50 öykü ve pek çok roman yazdı. 1901 yılında öldü.

Heidi (Johanna Spyri) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Peter Pan (James Matthew Barrie ) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Peter Pan

Kitabın Yazarı : James Matthew Barrie

Kitap Hakkında Bilgi :

“Bütün çocuklar büyür, biri hariç.”

“Niye ağlıyorsun çocuk?”

Bu soruyla başlıyor ünlü masalımız. Wendy, Peter Pan’i yerde ağlarken bulmuştu. Kendisiyle yaşıt gibi duran bu çocuk, çaresiz bir şekilde kaybettiği gölgesini tekrar ayaklarına bağlamaya çalışıyordu. Wendy’nin ona yardım etmesi üzerine Peter, onu ve iki erkek kardeşini, Kayıp Çocuklar’la yaşadığı Varolmayan Ülke’ye, bütün çocukların çocuk kaldığı diyara davet eder. Böylece Wendy ve kardeşleri George ile John, Peter’ın perisi Tinker Bell’in tozuyla çıktıkları, denizkızları ve korsanlarla dolu bu macerayı unutamayacaklardı... en azından büyüyene kadar.

James Matthew Barrie

İskoç yazar, 1860 yılında doğdu. Bir dokumacının dokuzuncu çocuğuydu. Edinburgh Üniversitesi rektörlüğü yaptı. Eserlerinde üzerlerine aşırı derecede düşülen çocukların düşlediği büyülü maceraları işledi. Peter Pan'la adını duyurdu. Londra’da 1937'de öldü.
Kitabın Özeti :

Henüz yedi günlük bir bebek olan Peter Pan’ın bir an önce büyümesini annesi ve babası çok arzu ediyorlardı. Onun için yapacakları yaş günü kut­lamalarını iple çekiyorlardı. Peter Pan, bildiğimiz çocuklardan değildi. Büyük bir insanın bilgisi, tecrübesi ve olgunluğuna sahipti. En büyük dileği, rüya­sında gördüğü “Rüya Bahçeleri”ne gidebilmekti. Bu arzusu ona öyle bir güç verdi ki, kanadı olmamasına rağ­men, açık pencereden gök yüzüne doğru uçarak ve göz açıp kapayıncaya kadar, Rüya Bahçelerinin yumuşak çimlerinin üze­rine yavaşça düşüverdi.

Artık Peter Pan’a ulaşmak isteyenler mektuplarını, “Rüya Bahçeieri-Peter Pan Adası” adresine göndermeliydiler. Peter Pan’ı gören periler ve kuşlar “aramızda bir insanoğlu var, dikkat” diyerek ondan uzaklaşıyorlardı. Sadece, Salomon isimli karga ondan kaçınmamış ve dost olmuştu. Diğer kuşlar, Salomon’un emriyle, Peter Pan’a yiyecek getiriyorlar, o da onlara yuva yapmaları için, elbisesinden parçalar koparıp veriyordu. Gün geldi çırılçıplak kaldı. Ama üşümüyordu. Artık kuşlarla dosttu. Onlara kaval çalıyor, seslerini taklit ediyor, güzel yuvalar yapıyordu. Kuşlar da ona, elbirliği ile kayık şeklinde, bir yuva yaptılar.

Peter Pan, kayığı ile perilerin yaşadığı yere gitti. İlk önce ona karşı hiddetle yaklaşan periler, sonra bebe­ğe benzediği için, onu çok sevmeye başladılar. Peter’in çaldığı kavalın ezgileri ile dans bile ediyor­lardı. Bir akşam, Peter kavalını o kadar güzel çaldı ki, Periler Kraliçesi onun istediği iki dileği yerine getirmek zorunda kaldı. Birinci dileği, “annesini görmek” olduğu için, uçtu ve evlerinin açık penceresinden içeri girerek, uyuyan annesini gördü. Kadın­cağız, rüyasında yedi günlük iken kaybolan bebeğini gördüğü için ağlıyordu. Bir süre annesini okşadı. Sonra “tekrar geleceğim” diyerek, uçup gitti. Aylarca hep annesini ve evini düşündü.

İkinci dileği, yine annesini görmekti. Bu defa uçup geldiği zaman evlerinin penceresinin kapalı ve demirli olduğunu görün­ce, cama yanaşıp “anneciğim ben geldim” diyerek ağlamaya başladı. Annesinin kucağında, küçücük bir bebek vardı. Ancak, ne yaptıy­sa, annesine sesini duyuramadı ve yeniden “Periler Ülkesi”ne dön­mek zorunda kaldı. Artık annesini göremeyecekti ama çok güzel günler geçirecekti. Toni ve Jeni isimli, dört ve altı yaşlarındaki iki kardeş, çoğu günlerini Peri Bahçeleri’nde geçiriyordular. Ancak, hep gündüzleri oynadıkları için, gece yaşayanları göremiyorlardı. Toni “bir gün kalacağım ve hep Peter Pan’ı hem de diğer perileri göreceğim” diyordu. Kardeşi de kendisini teşvik ediyordu.

Soğuk bir kış günü, bahçede, dadıları ile birlikte geziyorlardı. Toni, “kararım kesin” diyordu. Ancak, bahçenin kapanış saati geldiğinde, cesur gözüken Toni koşarak bahçeden çıktı. Jeni bu işe çok bozuldu ve “ben kalırım” diyerek, bahçede bir yere saklandı. Dadısı ise, Toni ile beraber oldukları düşüncesinde olduğundan hiç etrafa bakmayı akıl edemedi. Jeni, bahçede bulunan ağaçların konuştuklarını ve yürüdüklerini gördü. Ağaçlar da, onu gördüklerinde, “Bu kış günü, bu çocuğun burada ne işi var?” diye hayret ettiler. Jeno onlarla konuşa­rak, yürümelerine yardımcı oldu. Birlikte Bebek Yolu Yokuşunu çıkarak, Periler Bahçesine vardılar. Bahçede, bir dük şerefine balo vardı. Yüzlerce genç peri dans ediyordu. Aralarında, kendilerini düke beğendirmek için bir yarış vardı. Jeni, yolda dük tarafından beğenilmedikleri için baloyu terk edenlere rastlamıştı.
Kenardaki, su birikintisinin içine düşmüş bulunan bir periyi görünce, yardım edip, onu kurtardı. Peri, bahçeye giderken suya düşmüştü. Gönlünde dük ile evlenmek vardı. Nitekim, dük onu görünce, kalbine ateş düştü ve Maviş isimli bu peri ile birlikte dans etmeye başladı. Bu durum, Jeni’nin çok hoşuna gittiği için, “Maviş harikasın!” diyerek perilerin içinden geçip onu kucaklama­ya kalkıştı. Yaptığı delilikti. Birden bire ışıklar söndü, müzik sustu, dans edenler durdular. Jeni insan olduğunu hatırlamış, ancak geç kalmıştı. Çok korktu ve haykırarak koşturmaya başladı. Yorulup, düşünceye kadar koştu. Yüzüne değen kar tanelerini, annesinin öpücükleri; üzerini örten kar tabakasını ise yorganı sanıyordu. Bereket versin ki, perilere bir şey yapmamış, üstelik Maviş’i de ölümden kurtarmıştı. Maviş, Kraliçe’nin ayaklarına kapanarak, ona yardımcı olmalarını istedi. Periler de hep birlikte seferber olarak, yerinden kaldıramadıkları için, Jeni’nin yattığı yerde, onu korusun diye bir ev yaptılar. Jeni, sabah uyandığında önce kendisini evinde sandı. Sonra, her şeyi hatırlayarak evinden dışarı çıktı. Konuştukça ev kaybolu­yordu. Tamamen kaybolunca, ağlamaya başlamıştı ki, “Ağlama küçük kız, ağlama!” diyen Peter Pan’ın sesini duydu. İkisi konuşmaya başladılar. Peter’in anlattığı maceralar, Jeni’nin çok hoşuna gitmişti. Öyle ki, bahçede birlikte yaşamak konusunda anlaştılar. Ancak, biraz sonra bahçe kapıları açılınca, ayrılmaları gerektiğini anladılar. Peter, bu hüzünlü sahne nede­niyle gözlerini kapadı. Artık, her akşam Jeni’nin yolunu gözlüyordu. Ancak, dadısı ona göz açtırmadığı için, böyle bir şey mümkün olmadı.

Jeni’nin yaşadığı maceraları ve Peter’i anlatması, Toni’yi kıs­kandırıyordu. Ancak, kibarlığı nedeniyle bunu belli etmiyordu. Jeni ise, Peter’e hediye etmek için bir mayo örüyordu. Akıllı bir kadın olan annesi, Peter’e bir keçi hediye etmesini söylüyordu. Sonra Jeni, Toni ve anneleri, Rüya Bahçelerinin bulunduğu yere gittiler ve bağırdılar. Jeni, “Bir keçi getirdim Peter’e, Sırtına binsin diye” bağırdıktan sonra, gözleri kapalı, kollarını açarak üç defa döndü.
Böylece hayali keçi gerçekleşmiş, Peter de onun sırtında, bahçede dolaşmaya başlamıştı.

Filip Ailesinin Jan, Misel ve Vendi isminde üç çocukları vardı. Bu üç kardeşin odaları resimli kitaplar ve çeşitli oyuncaklarla dolu idi. Vendi, annesine Peter Pan’ın odasında kaval çaldığını anlatıyordu. Annesi, kızının yanıldığını söylüyordu ancak, çocukların odasında bulduğu yapraklar neyin nesi oluyordu? Vendi, o yaprakların Peter’in üstünden düştüğünü iddia ediyordu. O gece, Bayan Filip, çocukların odasında fazla kalınca uyuklamaya başladı. Bu esnada açılan pencereden üze­rinde renkli yapraklar bulunan güzel bir çocuk görünmüştü. Bayan Filip, sıçrayarak hemen uyanınca Peter Pan’ı tanımıştı. Şaşkın­lıktan bağırınca, köpekleri Nana içeri girip Peter’e saldırdı. Ancak, Peter çoktan kaçmıştı. Çocukların anne ve babaları, karşı komşuya gezmeye gittik­leri için, evde yalnız kalan çocuklar bir süre sonra uyumuşlardı ki, Peter odalarına girdi ve daha önce dökülen yapraklarını aramaya başladı. Vendi uyandı ve Peter’le konuştu. Yapraklan döküldüğü için ağlayan Peter’in yapraklarını iğne ve iplik getirerek, üstüne dikti. Peter buna çok sevindi ve ona bütün maceralarını anlatma­ya başladı. Vendi bu maceraları dinlemek değil, yaşamak istiyordu. Peter’in yardımıyla kardeşlerini de uyandırdı ve hep birlikte uçarak evden çıktılar.

Bay ve Bayan Filip, köpekleri Nana’nın havlaması üzerine he­men eve koştular. Çocukların penceresine baktıklarında, uçuşan dört tane gölge gördüler. Kapıyı açınca da, boş odayla karşılaştılar. “Hayal Ülkesi” çocukların tahminlerinden çok daha uzakta idi. Günlerce uçtukları halde bir türlü varamamışlardı. Açlık, yorgunluk ve uykusuzluk nedeniyle çok zor durumda oldukları halde, Peter’e de bir şey soyleyemiyorlardı. Nihayet, “Hayal Ülke­si “ne varabildiler. “Hayal Ülkesi”nde periler, deniz perileri, vahşi hayvanlar, kı­zılderililer, korsanlar ve kaybolmuş çocuklar yaşıyordu. Bunların içerisinde en tehlikelileri reislerinin ismi “Çengel” olan korsanlar­dı. Çengel çocukların evini ele geçirmek için, onlara zehirli pasta yedirmeyi planlıyordu.

Peter ve çocuklar “Hayal Ülkesi”nde yaşarlarken, bir gün Ka­yıp Çocuklardan birisi, ok atarak Vendi’yi yaraladı. Ancak, öldügünü zannederek çok korktu ve üzüldüler. Çünkü, Peter hepsinin reisi idi. Ölmediğini anlayınca, sevinip ona bir ev yapmaya başla­dılar. Vendi iyileşip ayağa kalkınca, evini çok beğendi. O günden sonra da çocukların isteklerini kırmayarak, onların annesi oldu.
Akşam oldu mu, hepsi Vendi’nin anlattığı hikâyeleri dinleye­rek ağaçların altındaki evlerinde uyuyorlardı. Peter de geceleri, kılıcını çekip, Vendi’nin evinin önünde nöbet tutuyordu.

Peter, küçük Filiplerin, diğer çocuklarla birlikte yer altındaki evde kalmalarını istemişti. Bir oda olan ev, çok genişti. Böyle ka­labalık bir evle uğraşmak Vendi’yi bayağı meşgul ediyordu. Ama o hayatından memnundu. Bazen evini ve anne, babasını özlediği oluyordu. Ancak, ne zaman isterse döneceğinden emin olduğu için fazla önemsemiyordu.

Peter, sık sık Kızılderililerle ve korsanlarla savaşıyordu. Bu nedenle bazen eve geldiğinde, bir yerinden yaralı olduğu görülüyordu. Zaman zaman, tüm çocukların birlikte yaşadıkları maceralar da oluyordu. Vendi sıkı sıkıya tembihlediği için, korsan­ların şuraya buraya serpmiş bulundukları pasta parçalarına, hiç­bir çocuk elini sürmüyordu.

Bir yaz günü çocuklar Zenciler Kayasının üzerinde oturur­larken, korsanların geldiğini görüp, hemen saklandılar. Korsanlar, esir aldıkları bir Kızılderili prensesi, getirip kayaların üzerine bıraktılar. Peter ve çocuklar, Prenses’i kurtarmak için harekete geçtiler. Sonra, korsanlarla çocuklar arasında büyük bir savaş oldu. Sonunda, timsahı gören korsanların reisi, kaçmaya karar verdi. Vendi bayıldığı için, tüm bu olanları görememişti. Kendine geldiğinde bulunduğu kayanın etrafındaki sular yükselmeye başlamıştı. Peter hemen onun yardımına koştu. Ancak, sular öyle yükselmişti ki bir şey yapmaları zordu. Uçurtmanın kuyruğuna Vendi’yi bağlayarak onun kurtulmasını sağladı. Peter ise korku­suzca ölümü bekliyordu ki, Hayali Kuş’un yardımıyla kayalardan kurtulmayı başardı. Böylece, bütün çocuklar yeniden yuvalarında buluştular. O günden sonra, Kızılderililer çocuklarla dost olmuşlardı. Korsanlar, çocuklara kötülük yapmasınlar diye, her gece evlerinin önünde nöbet tutuyorlardı.

Bir akşam Vendi, çocuklara masal olarak Filip Ailesini anlatın­ca, Peter onun ve kardeşlerinin evlerinin çok özlemiş olduklarını anladı. Kızılderililere, onları evlerine götürmeleri için emir verdi. Diğer çocuklar, Vendi’den ayrılmak istemiyorlardı. Vendi onların da gelebileceğini söyledi. Peter’in gelmesini ise hepsinden çok istiyordu. Ancak, Peter çocukların isterlerse gidebileceğini, kendisinin ise burada kalmak istediğini belirtti. Tüm çocuklar hazırlanmışlardı ki, korsanların saldırısına uğ­radılar. Kalleşlikle Kızılderilililere saldıran korsanlar onların ço­ğunu etkisiz hale getirmişlerdi. Sonra da hile ile, evlerinden çıkan çocukları birer birer yakalayıp, bağladılar. Peter, aşağıda kalmıştı. Çengel, aşağı indi ve onun uyuduğunu gördü. Ne yaptıysa kapıyı açamadı. Ama, ilacına zehir katıp yukarı çıktı. Artık “iş tamam” diyordu. Peter, ertesi gün saat ona kadar uyudu. Uyandığında, Peri Çan’ın kapısını çaldığını gördü. Peri Çan olan her şeyi Peter’e anlatınca, Peter hemen hazırlığını yaptı. İlacını içmek üzere iken, Peri Çan, “içme!” diye haykırıp, Çengel’in konuşmasını aktardıysa da, inanmayıp içmek için elini uzattı. Peri Çan ondan önce davra­narak ilacı içti ve anında öldü. Peter hemen “Perilere inanan dünya çocukları, seslenin” diye bağırdı. Dört bir yandan sesler duyulmaya başlayınca, Peri Çan yeniden dirilip, ayağa kalktı. Sonra, Peter çocukları kurtarmak için yola düştü. Kar, bütün izleri kapatmıştı. Bu nedenle timsahı buldu ve onu takip etmeye başladı. Çünkü, biliyordu ki, timsah da Çengel’in düşmanı idi.

Korsanların karargâhı Şenkaya’da bir nöbetçi bile yoktu. On­lara saldıracak kimse kalmadığı için, gayet rahat ve korkusuzdu­lar. Çengel, çocukları karşısına dizdirmiş, durmadan nasıl hakla­rından geleceği konusunda nutuklar atıyordu. Vendi’yi de çağırttı ve bir anne olarak çocuklara son sözünü söylemesini istedi. Vendi, “Sevgili evlatlarım, size son sözlerim gerçek annelerinizin sözleri olacaktır. Eğer onlar burada olsalardı, çocuklarımız mertçe ölmesini bilirler, derlerdi” diye konuşunca, kaptan deliye döndü ve Vendi’nin gemi­nin büyük direğine bağlanmasını emretti. İşte bu anda, timsahın ayak sesleri duyuldu. Kaptan Çengel, korkudan hemen adamları­nın arkasına saklandı. Peter, çocukları ve Vendi’yi kurtardı. Sonra, şiddetli bir savaş oldu. Kaptan Çengel tek başına kalmıştı. Sonunda o da Peter’in kılıç darbesini yedi ve kurtuluşu denize atlamakta buldu. Ancak yanılıyordu. Çünkü, aşağıda timsah onu bekliyordu. Hemen, Çengel’i yuttu.

Artık korsanların kalesinde çocuklar vardı. Hepsi, korsanlar gibi giyinmişlerdi. Tabii ki, kaptanları Peter’di. Bu arada, Bayan Filip çocuklarından ayrı olduğu için çok üz­gündü. Fakat, bir gün geleceklerinden emin olduğu için, hep pen­cereyi açık bırakıyordu. Peter’de, bunu bildiği için, Vendi ve kar­deşlerine hazır olmalarını söyledi. Sonra da, “Çan, uçuyoruz” diye bağırdı ve uçtular. Eve geldiklerinde, anneleri piyano çalıyordu. Vendi, annesi heyecanlanmasın diye, ilk önce kardeşlerini yataklarına yatırdı. Biraz sonra, Bayan Filip odaya girince, üç çocuğu sıçrayıp boynuna sarılıncaya kadar rüya gördüğünü sanıyordu. Çocuklar için de, Hayal Ülkesine kadar güzel olursa olsun, evin yerini tutmazdı. Peter pencereden bu manzarayı seyrediyordu. Bay ve Bayan Filip, diğer çocukları da evlat edinmeyi kabul ediyorlardı. Peter’i de istiyorlardı, ancak o yanaşmıyordu. Her yıl birbirlerini göreceklerine dair sözleştiler. Tabii ki, Peter’in gelmesi gerekiyordu. Peter, iki sene sonra bir uğradı bir daha gözükmedi.

Aradan on beş yıl geçmiş, çocuklar büyümüşler, Vendi ev­lenmiş, üstelik bir de kızı olmuştu. Kızı, Peter Pan’ın hikâyelerini çok seviyor, hepsini ezbere biliyordu. Bir akşam, Peter geldi ve Vendi’yi bahar temizliği için götürmek istedi. Fakat isteği müm­kün değildi. Çünkü, Vendi hem uçamıyor, hem de çocuğunu bırakamıyordu. Peter, bunun üzerine çok ağladı. Vendi onu avut­maya çalışıyordu. Bu arada kızı uyandı ve Vendi, bir haftalığına kızına izin verdi.

Zaman çabuk geçiyordu. Vendi yaşlanmış, kızı büyümüş, üs­telik çocuğu da olmuştu. Peter geldiği zaman, artık torununu Hayal Ülkesine götürüyordu. Onlar, Peter Pan’ın unutulmaz dostlarıydılar…

Peter Pan (James M. Barrie) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı içintıklayınız...

19 Ocak 2020 Pazar

Zübük (Aziz Nesin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Zübük

Kitabın Yazarı : Aziz Nesin

Kitap Hakkında Bilgi :

Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz.

Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini görünce ona kızıyoruz. (...)

Benim için şimdilik tek amaç, burdan kurtulmak. Ama gerçekten zübüklerden, kendi zübüklüğümüzden kurtulabilecek miyiz? İşte bu soruya cevap veremediğim için nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilemiyorum. Yeni gideceğim yerden sana mektup yazar, önce kendi zübüklüğümden kurtulup kurtulamadığımı anlatırım.

Aziz Nesin’in Zübük adlı kitabı, bir toplum eleştirisidir. Bu eleştiri kara mizah şeklinde yapılmıştır. Zübükzade İbraam Efendi, adeta köyün belalısıdır. Köylüleri çeşitli vaatler verir, ama bu vaatleri bir türlü yerine getirmez. Zübükzade tarafından oyuna getirilen saf ve cahil köylüler yine de her defasında ona inanırlar.

Kitabın Özeti :

Zübükzade İbraam kasabada kurnazlığıyla ün salmıştır. Son günlerde Ankara’dan bir mektup almıştır. Söylediğine bakılırsa, hükümetten birkaç kişi kendisini ziyarete gelecektir. Evinde büyük hazırlık yapılmaktadır. Kasabalılar konukları merakla beklemektedir…

Alucalı muhtar Sabri Ağa, kalaycı Nuri Efendi’ye dert yanar. Komşu köy halkıyla yayla yüzünden birbirlerine düşmüşlerdir. Köylüler çaresiz kalınca, "bu düğümü ancak Zübük çözer" diyerek ona baş vurmuşlardır. Zübükzade açıkgöz, pişkin ve girgin bir adamdır. Ankara’ya, tanıdık milletvekillerine yazarak işlerini göreceğine söz vermiştir. Sabri Ağa her gelişinde ona para ve hediye getirmiştir. Aradan aylar geçmiş, işler düzelmemiştir. Köylülerin Zübükzade’ye kaptırdığı para binlerce lirayı bulmuştur…

Nuri ile Sabri dertleşirlerken, terzi Cemal çıkagelir. Onun da dertlidir. Kardeşi ortaokulu bitirince, liseye girmek istemiştir. Cemal onu bir parasız yatılı okula sokmayı düşünmüştür. Sonunda o da Zübük’ün tuzağına düşmüştür. Kumaşı kendisinden olmak üzere Zübük’e elbise dikmiş, cebine de para koymuştur. Gelgelelim, okullar açılmış, hala kardeşinin işi sonuçlanmamıştır…

Öte yandan, Nuri de Zübük’ten kazık yemiştir. Bu yüzden üç arkadaş üzgün ve öfkelidirler. Birlikte Zübükzade’nin kapısına dayanırlar. Amaçları paralarını kurtarmak, olmazsa zora baş vurmaktır. Fakat Zübük zeki ve hilekardır. Hemen durumu kavrar. Onları güleryüzle karşılar. Biraz beklemelerini, yandaki odada jandarma komutanıyla görüşmekte olduğunu söyler. Öteki odaya geçer. Konuşulanları dinleyen köylüler utanç ve pişmanlık duyarlar. Çünkü Zübük komutana kasaba halkına iyi davranmasını öğütlemektedir!

Ancak birkaç gün sonra işin içyüzü anlaşılır. Meğer komutan bir aydır izindeymiş, Zübük onun sesini taklit ederek köylüleri aldatmıştır. Böylece, aradan aylar geçer. Zübük gitgide ünlenir. Sık sık Vilayete giderek oradan kendi adresine şekerleme, çikolata kutuları postalar, bakanların, hatta başbakanın ağzından mektuplar yazar. Bunları bir punduna getirerek partili arkadaşlarına okur. Buna kanan köylüler başları sıkışınca Zübük’e gelirler. Durmadan ona para, yiyecek taşırlar, yardım dilerler.

O sırada vilayete yeni bir vali atanır. Vali sert ve disiplinli bir adamdır. Herkes ondan korkar. Köyü teftişe geldiği bir gün Zübük boynuna atılır. "Vay efendim!" diyerek yanaklarından öper. Senli benli konuşmaya başlar. Köylüler şaşırırlar, ama seslerini de çıkaramazlar. İşin tuhafı Vali de gitgide Zübük’e inanmaya, hatta ona iltifat etmeye başlar.

Buna benzer ilginç ve gülünç olaylarla zaman geçer. Zübük’ün gitgide ünü ve gücü artar. Bir ara Zübük’ün büyük konuklarından söz edilir. Ankara’dan bir milletvekili ile arkadaşları Zübük’ün evine gelirler. Kasabalı partililer elektrik direğine çıkarak evi gözetlerler. İçerde kadınlı erkekli bir topluluk içip eğlenmektedir. Hatta, birbirine el şakası yapmaktadır! Köylüler "Zübük bize boynuz taktırıyor!" diyerek şakalaşırlar.

Konuklar gittikten sonra kasabada hayat durgunlaşır. Artık seçim hazırlıkları başlamıştır. Kasabanın ileri gelenleri Zübük’ün belediye başkanı olmasını isterler. Yalvar yakar onu da buna razı ederler.

Zübük belediye başkanı seçilir. Bunun için dostlarına ziyafet çeker. Yemekte soyundan "dedem Abdülnazif Paşa" yahut "babam Zübükzade Kara Yusuf Paşa" diye söz eder. Herkes bunun asılsız olduğunu bilir, ama kimse sesini çıkarmaz. Sonrasında Zübük milletvekili seçilir. Kasabalılara baraj, cami ve köprü vaad eder. Ankara’ya gider. Fakat vaadlerinden hiç biri gerçekleşmez. Ayrıca, orada birtakım potlar kırdığı için başbakanı kızdırır. Üstelik, sonraki seçimlerde de kazanamaz.

Memleketine döner. İlkin sessiz, içine kapanık bir hayat sürer. Ardından yine ortaya çıkar. İlgileri üzerine çeker, iktidar partililer kadar muhaliflerin de aradığı bir adam olur. Yeni gelen valiyle ilişki kurar, kasabayı vilayet yapmaya çalışacağına söz verir! Kasabalılar için bu, sevindirici bir vaaddir. Yine çoğu kişi ona inanmaktadır!

Miskinler Tekkesi (Reşat Nuri Güntekin) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı


1- Miskinler Tekkesi kitabı kimin hayatını konu edinmektedir?

A- Reşat Nuri Güntekin’in hayatını
B- İsmail adlı kimsesiz çocuğun hayatı
C- Kocabaş Kazasker Şemsettin Molla’nın torununun hayatı
D- Selanik Hukuku mezunlarından Şefkati Bey’in hayatı

2- Kitapta anlatım kim tarafından yapılmaktadır?

A- Kahramanımız tarafından
B- Talat Bey
C- İsmail
D- Şemseddin Molla

3- Kahramanımızın âşık olduğu komşu kızının adı nedir?

A- Mebrule
B- Makbule 
C- Mesrure
D- Menşure

4- Kahramanımız neden Sinop’a sürgün edilir?

A- 31 Mart ile İttihatçılara karşı gözüktüğü için
B- Hırsızlık yaptığı için
C- Dilencilik yasak olduğu için
D- Asker kaçağı olduğu için

5- Aşağıdakilerden hangisi kahramanımızın özelliklerindendir?

A- Uzun boylu ve şişmandır.
B- Çok çalışkandır.
C- Koca kafalı ve canının kıymetini bilen biridir.
D- Zengin, lüks içinde yaşayan biridir.

6- Miskinler Tekkesi adlı roman hangi zaman dilimini kapsamaktadır?

Meşrutiyet dönemini anlatır.
Cumhuriyetin ilanından sonraki dönemi anlatır.
Tanzimat dönemi ile Meşrutiyet dönemini kapsamaktadır.
Meşrutiyet dönemi ile Cumhuriyet dönemini kapsamaktadır.

7- Aşağıdakilerden hangisi kahramanımızın bakmak zorunda kaldığı çocuğun ismidir?

A- Talat 
B- İsmail
C- Hayrettin
D- Seyfettin 

8- İsmail daha sonra hangi mesleği yapıyor?

A- Mimar
B- Mühendis 
C- Muallim
D- Avukat

9- Kitabın ana fikri nedir?

A- İnsan ne olursa olsun hayata dört elle sarılmalı
B- İnsan kendi canının kıymetini bilmeli.
C- Kolay yoldan kazanılan para tez biter.
D- İnsanın çabalamasına gerek yoktur, nasıl olsa aç kalmaz.

10- Bu çocuğu kahramanımıza kim teslim etmiştir?

A- Bir Kadın
B- Talat Bey
C- Mesrure
D- Mesule

Cevap Anahtarı :

1-C      2-A      3-C      4-A      5-C
6-D      7-B      8-A      9-A     10-A

Miskinler Tekkesi (Reşat Nuri Güntekin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili için tıklayınız...

Miskinler Tekkesi (Reşat Nuri Güntekin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Miskinler Tekkesi

Kitabın Yazarı : Reşat Nuri Güntekin

Kitap Hakkında Bilgi :

'Miskinler Tekkesi'; Türkiye'deki dilencilerin dünyasını ve cahil hocaları başarıyla tasvir eder. Güntekin'in en dikkate değer eserlerinden biridir. Padişah II. Mahmut dönemi ileri gelenlerinden olup padişaha yakınlığıyla tanınan Kocabaş Kazasker Şemsettin Molla'nın torununun hayatı üzerine kurulmuş bir kitaptır. Padişahın ekmek kırıntılarının kat kat işlemeli bohça ve sedef kutularda saklandığı bir ortamda, padişah dilencisi bir dedenin torunu olan ve hem Meşrutiyet hem Cumhuriyet dönemlerinde yaşayan roman kahramanı, bir çeşit soyaçekimle, dilenciliği meslek edinir.

Kitabın ilk baskısı 1946 yılında yapılmıştır.

Kitabın Özeti :

Kocabaş Kazasker Şemsettin Molla’nın torunu olan Kocabaş genç bir çocuktur. Konaklarda büyümüş ve eğitim almıştır. Fakat dedesinden ve ailesinden aldığı tembellik ve miskinlik onun genlerine ve ruhuna işlemiştir.

Çocuğun, küçük yaşlarda ev halkının kızmasına rağmen dilenci taklidi yapmasıyla başlayan dilencilik özentisi hayatının sonuna kadar devam edecektir. Çocukluğunda oyunlar oynamayı sevmeyen oturduğu yerden kalkmak istemeyen gevşek, uyuşuk bir yapıya sahiptir. “Dedem başta Allah’a, Peygamber’e ve teşrifat sırasıyla ashaba yalvarır… Arkasından padişahlar gelir (…) demek ki, sadaka benim mayamdadır. Kocabaşlar ailesinin hamuru onunla yoğrulmuştur ve şanlı dedelerimdeki Tanrı vergisinin ilerleye ilerleye bende tam kemal mertebesini bulmuş olmasına şaşmamak lazımdır”.

Korkak pısırık bir kişidir. Fakat yaşı on yedi on sekize gelince gençliğin verdiği cesaretle biraz havalanır hale gelmiştir. Kolalı gömlekler ütülü pantolonlar giymekte ama kendini Donkişot gibi görmekten alamamaktadır. Rüyalarında bir gün evlerine bir hırsız girer. Evine giren hırsızı yakalayıp polise verir. Bir defa da ona piyangodan para çıkar. Piyangodan çıkan parayla babaannesinin borçlarını kapatır. Bu olaylar ve böylesine rüyalar onu daha çok cesaretlendirmektedir.
Mahallede bir yangın çıkmıştır. Çıkan yangında evdekileri kurtarmak için gitmek ister ama bacısı onun gitmesine izin vermez. Sonra umursamaz ve sakin bir tavırla kız kardeşi ile birlikte evde oyun oynamaya devam ederler. Bu arada da yangının sönüp sönmediğine arada sırada bakmaktadırlar. Fakat yangın ilerlemiş evlerine kadar gelmiştir. Sabaha karşı evlerinin de yanmasına engel olamazlar.

Evleri yangında kül olunca başka bir mahalleye taşınmak zorunda kalmışlardır. Bu ev eski evleri kadar güzel değildir. Eskisinden kötü ve köhne olan bu evde hayata alışmaya başlarlar. Tek tesellisi ilk görüşte aşık olduğu komşusunun kızı Mesrure olmuştur. Mesrure'yi evin bir köşesinde izlemekte sürekli onu takip etmekte fakat hislerini ona anlatamaya bir türlü cesaret edememektedir. Sadece cesaretini toplayamadığı için değil korktuğu bir şey daha vardır. Çünkü ona göre kafası çok büyüktür. Bu yüzden de Mesrure’nin onun beğenmeyeceği ve ona hayır diyeceği korkusu içindedir.

Ama Mesrure’nin babası ile aile dostu olmaya başarmıştır. Akşamları evlerine gidip babası ile sohbet edebilmek imkânını bulmakta bu sayede de Mesrure’yi sürekli görüp izleyebilmektedir. Mesrure’nin babası şiiri ve edebiyatı seven çok seven biridir. Onunla yaptığı sohbetlerde ara sıra dörtlükler okumaktadır. Bunu fırsat bilerek o da edebiyat ve şiirle ilgilenmeye başlar.

Mesrure’nin babasını etkilemek için kendini şiire adamıştır. Mesrure’nin babası her şiir okumaya başladığında oda sonunu getirmeye devamını okumaya başlamıştır. Mesrure’ye duyduğu ilgi onu edebiyata ve şiire meraklı bir insan haline getirmiştir. Bu durum Mesrure’nin babasının da çok hoşuna gitmektedir. Ortak bir zevke sahip olmaları onları birbirlerine daha çok yaklaştırmaktadır. Bu iletişimler sonunda artık Mesrure’yi istemeye cesaret bulabilecektir.
En sonunda dadılarında aracılığıyla Mesrure’ye teklif götürürler.  Mesrure de teklifi kabul eder. Bu arada meşrutiyet inkılâbı meydana gelmiş ve dayısının yüzünden evleri dağılmıştır. Büyükannesi ve babasıyla başka bir eve taşınmak zorunda kalırlar. Artık Mesrure ve babasından uzak bir yerde yaşamak zorunda kalmışlardır.

Kocabaş’ın komşuları ahlâki çöküntü ve zaaf içindedir. “Muallim’in karısı, boğuluyorum bu evde diyerek kızı ile kocasını terk edip pavyonlarda şarkı söylemeyi hayat edinmiştir. Anası ile oturan kız, on beş yıldan yani babası öldükten beridir evlenme vaadi ile gelen kimi adamlarla nişanlanıp gitmekte, adamların hevesi geçince evine geri dönmektedir. Posta memurunun ailesi fakirlikten ızdıraplıdır ve posta memurunun şedid öfkesi altında ezilmektedir; Mavi konaktaki Paşa ailesi eski makamlarını kullanarak borç taktıkları insanları mağdur ederek yaşamaktadır. Mavi konağın üst katında insanlara küsmüş yaşayan adam büyük muharebede sahip olduğu zenginliği kibar bir hanımefendiye bağışlamış ve iflas etmiştir. Tombul İmam içki yasağı günlerinde gizlice meyhane açıp rakı kaçakçılığı yapmaktadır, hafız oğlu da Beyoğlu’nda büyücek bir çalgılı gazinonun sahibi olmuştur. Köşebaşındaki mavi ışıklı evde fabrikada ustabaşı delikanlı ile karısı yaşamaktadır. Adam gençliğinde sarhoş olup sık sık kavga çıkaran bir delifişek iken karısı olacak kızı görür görmez aşık olup eski hayatına son vermiştir. Lakin karısı okuduğu aşk romanları ile kozasından çıkmış kelebek gibi değişmiştir. Kocasını beğenmemeye başlamıştır. Dilenci Kocabaş’ın tek arkadaşı Talat da devlet memuru olduğu halde geçinememekte ve Kocabaş’a borçlanarak yaşamaktadır. Çocukları evlenince üzerindeki yük hafifler gibi olmuş ama sonra onlar yeniden üstüne çullanmaya başlamıştır. Dairede işe güce bakamaz hale gelmiş, kendi kendine konuşur olmuştur. Kıyafeti süfli, pistir, pantolonunun düğmeleri kopmuş çengelli iğne ile iliklenmiştir. Burnunu gazete parçalarına silmektedir“. Kocabaş bu çöküntü içinde her şeye rağmen temiz ve pırıl pırıl kalmaktadır.

Bir süre sonra babaannesi de vefat eder. Artık evden ayrılması gerektiğini düşünmeye başlamıştır. Sakallı Talat diye biriyle tanışıp, arkadaşlık kurar. Talat memurdur. Talat’ın sayesinde ve tavsiyesiyle Zeynep Hanım Konağında eğitim almaya başlar. Çevresi yüzünden Sinop’a gitmek zorunda kalmıştır. Sinop’tan gelir gelmez kendine kalacak yer bulmuş orada arzuhal ve köylü mektupları yazmaya başlamıştır.

Askerlik yaşı gelmiş. Ama askerde bütün yoklamalarda kafası büyük olduğu için sorun çıkmaktadır. Bugün git yarın gel diye oyalarlarsa da sonunda askere alınır. Mısır’a gitmek için yolculuk başlar. Yolculukta kargaşa çıkar ve yürüyerek memlekete geri dönmek zorunda kalır. Yürüye yürüye Konya’ya gelir. Sonra kendini biraz toparlayarak İzmir’e hastaneye gitmek zorunda kalır. Hiç parası olmadığı için hastaneden taburcu olamaz. Hastane müdürü ölmüş birinin elbiselerini vererek onu taburcu eder.

İzmir işgal altında olduğu için tütün deposunda yaşamak zorundadır. Artık günleri çok daha kötü geçmektedir. Cami önünde Mevlevi Dervişleri gibi beklemeye başlar. Çocukken duyduğu dilencilik arzusu gerçek olmaya başlamıştır. Böyle bir halde beklerken kadının birinden ilk sadakasını alır. Bu parayla akşam için yiyecek temin eder. Kaldığı yere götürerek getirdiği yiyecekleri onlarla paylaşır. Oradakileri sevindirip mutlu eder. “Mesleğin acemileri ve kabiliyetsizleri dilenciliği yalvarıp yakarmaktan ibaret sanırlar. Sokakta kaçmak ve utanmak suretiyle erkeği peşlerine takan kızlar gibi ben de adeta bu çekingen sükûtumla müşterilerimi peşime takıyordum. Aşk gibi dilencilikte de kaçanı kovalıyorlar. Bizim eskilerin fukara-yı sabirin dedikleri bir dilenci nevî vardı. İsim bile ne kadar sofu ve kalenderdir. Fukara-yı sabirin. Yoksulluğunu saklamaya uğraşıyor gibi görünen ve hiç bir zaman ağızlarından bir şikayet ve rica sözü çıkmayan bu insanları babalarımız çok severdi. Aramızda dolaşan bir nevî yarım evliyalar gibi görünürlerdi. Kuvvetli cerir dilencilerin yapamadıklarını bu fukara-yı sabirin geçinenler sükûtlarıyla yaparlardı. Gelelim şimdiye; fukara-yı sabirinin boşta kalan tahtına şimdi yeni bir namzet vardır: Çıplak, eski elbiseli, ağarmış pabuçlu, yorgun kasketli eski memur. Yeni dilenci için en büyük tılsım, kılık kıyafetiyle; sükûtu, çekingenliği ve dalgın hüznü ile kendini o zannettirmektedir”

Kocabaş dilenirken para istememektedir. Dilenciliğe başlamasıyla günlük kazancı artmış, kazancı doktorlara büyük belediye memurlarının maaşına yaklaşmıştır. Üstelik kazancını “tekke kültürü” ve Mevlevilik zihniyeti içinde diğer insanlarla paylaşmaktadır. Evlatlığı olan İsmail’in bakımı ve eğitimini karşılıksız temin etmekte Mesule Bacı’nın iaşesini de Kocabaş temin etmektedir.
Kendine güzel bir ev bile almıştır. Arap komşuları onun sabah erkenden evden çıkıp akşam geç dönmesini çok merak etmektedirler. Evden iş arıyorum diye çıkmakta ve geç saatlere kadar eve gelmemektedir. Yaşadığı iç üzüntüler ve yalanlar onu çok üzmekte olduğundan gerçekten de iş aramaya başlamıştır. İş istediği yerlerden gelen cevaplar onu üzmekte ama hiç pes etmemektedir. Sonunda dilediği olur ve bir iş bulur. Artık mutlu bir insandır. Çünkü artık o da diğer insanlar gibi çalışarak ekmeğini kazanmaya utanç duymadan ve onuru kırılmadan yaşamaya başlamıştır.

Miskinler Tekkesi (Reşat Nuri Güntekin) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

12 Ocak 2020 Pazar

Barnum, Forer Etkisi - Astroloji Burç Yorumu ve Fallar Nasıl Pekçok Kişiye Doğru Gelir? 2020


Barnum, Forer Etkisi

İnsanların çoğu okudukları burç yorumlarında veya fallarına baktırdıklarında söylenenlerde kendilerine ait pek çok şeyin doğru olduğunu düşünürler. Acaba bir günlük gazete burç yorumu nasıl binlerce kişiye uyabilir?

Barnum etkisi, birbiriyle çelişik sözlerin birarada verilmesi nedeniyle, insanların, kendilerine özgü bir açıklama yapıldığı izlenimi edinmelerine karşılık gelmektedir.

Forer, tek basit deneyiyle bilimsel düşünce tarihine “insanların başka herkes için de geçerli olabilecek kadar geniş, belirsiz ifadeleri bunun hiç farkına varmadan kendilerine özel görmeleri” anlamına gelen “forer etkisi” (forer effect) kavramını sokmayı başardı. Ne hazindir ki, Forer’in yıllarını vererek, saçını süpürge ederek ulaştığı bu akademik içgörü, literatürde daha çok, Barnum isimli sirk dünyasının bir ticaret ve reklamcılık dehasının adıyla anılmaya başlanmıştır. Barnum’un insanları manipüle etmekteki, herkesin nabzına göre şerbet vermekteki yüksek başarısı “barnum etkisi” şeklinde anılmaya başlamasına sebep olmuştur. Bir diğer görüşse onun “iyi bir sirkte herkes için bir şeyler olmalıdır” şeklindeki sözlerinin üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Hepimizde bir boşluk duygusu var. Gelecekte neler olacağını öngöremiyoruz. Bu, bizi yıldız falları başta olmak üzere çeşitli falcılara inanmaya götürüyor. Barnum, bunun bilincinde olan bir sirkçi olarak, insanları kandırmanın çok kolay olduğu belirtmiştir. Etkinin adı, buradan gelmektedir. Şu sözü çok ünlüdür: “Her dakika bir enayi doğuyor.”

1948, yılında Forer bize geçen derste bir kişilik testi uygulamış, şimdi de teker teker sonuçlarımızı dağıtıyor. titreyen ellerimizle hocamızın bize uzattığı zarfı açıyor ve içinden çıkan şu açıklamayı okuyoruz:

“Başkalarının sizi beğenmesine, size hayran olmasına ihtiyaç duyuyorsunuz, ama aynı zamanda kendinize karşı eleştirel olmaya da eğilimlisiniz. Kişiliğinizin bazı zayıf yönleri var ama genelde bunları telafi etmeyi başarıyorsunuz. Kendi yararınıza çevirebileceğiniz halde kullanmadığınız önemli bir kapasiteye sahipsiniz. Dışardan disiplinli ve özgüvenli gözükürken, içten içe kaygılı ve güvensizsiniz. Bazen doğru kararı verip vermediğiniz ya da doğru şeyi yapıp yapmadığınız konusunda kafanızda ciddi şüpheler uyanıyor. Belli bir miktarda değişiklik ve farklılığı tercih ediyorsunuz; kısıtlamaların, sınırlandırmaların içinde kalmak sizi mutsuz ediyor. Bağımsız bir düşünür olmakla gurur duyuyorsunuz ve başkalarının iddialarını tatmin edici kanıt olmadan kabul etmiyorsunuz ama kendinizi başkalarına açarken çok açık, çok içten olmayı akıllıca bulmuyorsunuz. Bazı zamanlar dışa dönük, sokulgan ve sosyalsiniz; bazı zamanlarsa içedönük, sakıngan bir kapalı kutu oluyorsunuz. Bazen çok gerçekdışı arzularınız var.”

Forer bu yorumların şahsımıza ne kadar uyduğu konusunda beş üzerinden bir değerlendirmede bulunmamızı istiyor.

Barnum etkisinin diğer adı, Forer etkisidir. Bir psikolog olan Forer, bir dersinde öğrencilerine bir kişilik ölçeği vermiş; sonrasında, bir burç sayfasından aldığı aynı metni vermişti. Öğrencilerinden bu açıklamanın kendilerini ne kadar yansıttığını 1’den 5’e dek değerlendirmelerini istemiştir:

1. Beni hiç yansıtmıyor.
2. Beni pek yansıtmıyor.
3. Beni az çok yansıtıyor.
4. Beni biraz yansıtıyor.
5. Beni tamamen yansıtıyor.

Ortalama, 4.26 çıkmıştır. Birçok katılımcı, bu açıklamanın kendilerine özgü özellikleri yansıttığını ileri sürmüştür. Forer’in bu çalışmayı yaptığı 1948 yılından sonra ise, aynı çalışma, çeşitli katılımcı öbekleriyle kerelerce yinelenmiş ve ortalama, genellikle, 4.2 çıkmıştır. Açıklama, gerçekte, herkesi yansıtmakta; okurların benliğini okşayacak bir biçimde yazıldığı için, birçok insana çekici gelmektedir. Hemen hemen herkese uyabilecek sözleri hele hele de biraz övücü bir tondalarsa rahatlıkla salt kendilerine özgüymüş gibi algılamaya eğilimli olduklarını çarpıcı, rahatsız edici bir şekilde gözler önüne serilmektedir. Bu zaafın sebebi, insanların kendileri hakkında (bilhassa da güzel) bir şeyler duymaya olan kör edici ihtiyaçları, bir nevi wishful thinking, bir biriciklik yanılsaması, nihayetinde de biraz saflık olabilirdi, ama son tahlilde değişmeyen şey, astroloji gibi, grafoloji gibi, falcılık gibi bilimsel olarak objektifliği kanıtlanamamış pekçok alana gösterilen yoğun rağbetin temelinde yatan en güçlü mekanizmalardan birinin bu olduğuydu.

Farkında Olmalı İnsan - Kendisinin, Hayatın, Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı


Farkında Olmalı İnsan…

Kendisinin, Hayatın, Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.

Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen…

Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını

Fark Etmeli.

Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını

Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını

Fark Etmeli.

Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu

Fark Etmeli.

Henüz Bebekken ‘Dünya Benim!’ Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı

Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların ‘Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum

İşte!’ Dercesine Apaçık Kaldığını

Fark Etmeli.

Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli.

Baskın Yeteneğini

Fark Etmeli Sonra.

Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini,

Nasıl Yaşarsa Öyle Öleceğini

Fark Etmeli İnsan

Ve Ölmeden E vvel Ölebilmeli.

Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte

Ama Kendisinin Güzel Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini

Fark Etmeli.

Eşref-İ Mahlukat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu

Fark Etmeli.

Ve Ona Göre Yaşamalı.

Gülün Hemen Dibindeki Dikeni, Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü

Fark Etmeli.

Evinde 4 Kedi 2 Köpek Beslediği Halde

Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmanın Mantıksızlığını

Fark Etmeli.

Eşine ‘Seni Çok Seviyorum!’ Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş Gücünü

Fark Etmeli.

Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini, Ama Arka

Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu

Fark Etmeli.

Zenginliğin Ve Bereketin, Sofradayken Önünde Biriken Ekmek

Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini

Fark Etmeli.

Annesinden Doğarken Tertemiz Teslim Aldığı Gırtlağını

60-70 Yıl Sonra Sigara Yüzünden Azrail e Soba Borusu Gibi Teslim

Etmenin Emanete Hıyanet Sayılacağını

Fark Etmeli.

Ömür Dediğin Üç Gündür,

Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,

O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,O Da Bugündür.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...