13 Mart 2020 Cuma

Hale Etkisi - Halo Effect Nedir? İnsan Kaynakları ve Performans Değerlendirme Süreci


Hale Etkisi (Halo Effect) :

Hale etkisi, performans değerlendirme yönetiminde ve mülakatlarda kullanılan bir tabirdir. Genel tabiriyle hale etkisi kişiyle alakalı olumlu bir özelliğin diğer özelliklere de genellenmesidir. Örneğin, takım elbise gibi iyi ve şık giyinen birisiysen iyi birisindir, tersi olarak kötü ve bakımsız giyinen birisisiysen tehlikeli birisindir gibi. Genel olarak iyi giyimli bir adamdan ilk anda zarar gelmez ama kötü giyimli birisi ilk anda bile size zarar verebilir ve tehlikelidir yansımasıdır. Bir başka örnek olarak derslerinde başarılı bir çocuk ile tanıştığınızda, bu çocuk hiç yalan söylemez arkadaşlarıyla iyi geçinir gibi genellemelerde bulunmanızdır. Aslında hale etkisini sadece performans değerlendirme görüşmelerinde yapılan hata gibi bakmamak gerekir. Hale etkisi mülakatlarda da sık sık karşımıza çıkabilecek psikolojik bir etkidir.

Hale Etkisi : Kişinin bir özelliğinden yola çıkıp, kişinin diğer özellikleri hakkında genel bir yargıya varmak olarak tanımlanır. En sıklıkla bir kişinin diğer bir kişiyle ilgili değerlendirme yapmakla sorumlu olduğu durumlarda ortaya çıkıyor.

İlk izlenim her zaman önemlidir. İş görüşmelerinde de bu durum geçerlidir. Kapıdan girdiğiniz ilk andan itibaren o birkaç saniyede insan kaynakları uzmanları sizinle ilgili bir kararlarını veriyorlar. Jestler, mimikler, beden hareketi, eli nasıl sıktığınız ilk izlenimlerin oluşmasına yardımcı oluyor. Bir kişiyi ilk gördüğünüzde edindiğiniz anlık izlenimin, o kişiyi değerlendirmemizde daha sonraki yargıların temelini oluşturmasına da “halo etkisi” deniyor. Yani karşınızda bu etkinin altında kalan bir İK’cı varsa en başta etkilediniz, etkilediniz. Yoksa işiniz zor.

Jest, mimik, beden hareketi veya bedene yansıyan psikolojik durumlar insanlarda ilk izlenimlerin oluşmasına yardımcı oluyor. Bir kişiyi ilk gördüğünüzde edindiğiniz anlık izlenim, o kişiyi değerlendirmemizde daha sonraki yargıların temelini oluşturuyor. İşte bu duruma, psikolojide kısaca halo etkisi deniyor. Başka bir deyişle, halo etkisi, ilk izlenimlerin diğer kişiyi algılamada önemli bir referans noktası oluşturması anlamına geliyor. Eğer bir kişiyi ilk kez çok bilgili bir insan olarak algılamışsak, bu önyargımız o kişinin diğer bütün ilişkilerinde de değerlendirme ölçütü oluyor. Yeni bilgiler edinmedikçe, o kişiyi hep bilgili olarak görmeyi sürdürme ihtimali yüksek oluyor.

Hale etkisiyle ilgili psikolojik deneylerde yapılmıştır. Aynı kişinin tebessüm eden fotoğrafı bir gruba dağıtılır ve somurtkan fotoğrafı da bir diğer gruba. Bu fotoğraflara 5 saniye baklamaları istenir ve fotoğraflar kapatılır. Sonra bir kağıt verilir bu kağıtta tüm iyi ve kötü nitelikler yazılmıştır (somurtkan, yalancı, kibirli, iyi, sevecen, merhametli gibi) Deneklerden puanlama yapmaları istenir.

Sonuçta 5 saniye baktığımız fotoğraftaki gülen kişiye tüm iyi sıfatlar yüklenilmiştir ve yine aynı şekilde somurtkan kişiye de tüm kötü sıfatlar yüklenilmiştir.

Halo Etkisine uğramamak için;

1- Kurumun yapması gerekenler: Halo etkisinin önüne geçebilmenin en önemli yolu kurumsallaşma ve şirketlerin yetenek yönetimine geçebilmesidir.

2- İnsan Kaynakları departmanının yapması gerekenler: Öncelikle işe alımda adayın niteliklerini belirlerken hangi departmanda çalışacaksa bu nitelikler iyi bir şekilde seçilmeli. İşe alımda standartlar belirlendikten sonra bu konuda taviz verilmemeli.

3- Adayın yapması gerekenler: Adaylar ilk izlenimin önemli olduğunu akıllarından çıkartmamalı. Adayın enerji seviyesi önemli ve iş görüşmesinde karamsar olmamaya, gülümsemeye mutlaka özen gösterilmeli.Yüz ifadesi açık ve net olmalı,olumlu bir tavır takınmalı.

10 Mart 2020 Salı

İlahi Komedya (Dante Alighieri) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : İlahi Komedya

Kitabın Yazarı : Dante Alighieri

Kitap Hakkında Bilgi :

Öfke, sürgün ve dehayla geçen bir hayat yaşamış olan Dante'nin yapıtları İtalyan edebiyatının kaynağını oluşturur. Dante'nin kendi adlandırmasıyla "Kutsal Bir Manzume" olan İlahi Komedya, tarihsel çelişkilerinin arkasındaki gizli düzenin araştırılması ardında koşar.

Kitap; Cehennem, Araf ve Cennet olark üç bölüme ayırılmıştır. Bu yapıtında Dante, öbür dünyaya yaptığı yolculuğunda sadece Tanrı'nın ışığıyla aydınlanmış; bir dünya görüşünün bilançosunu çıkarır. İnsanların hatalarının ve tarihsel çelişkilerinin arka planında kendisini histetiren Ortaçağ'a has alegorik bir dizgeyle varılabilecek nihayi gerçeği arar.

Dante'nin İlahi Komedyası 14233'e ulaşan dize sayısına sahip dünya tarihinin en uzun manzum yapıtlarından biridir. Bu eser dünyanın en uzun şiiri kabul eden kaynaklar Divan şiirindeki mesnevilerimizi göz ardı etmektedirler. Bu ifade Türk ve Fars edebiyatındaki mesneviler düşünülmezse doğru kabul edilebilir.

İlahi Komedayasında Dante'nin 1300 yılının 7 Nisan Perşembe gecesi başlayan gezisi bir hafta sürer ve 14 Nisan Perşembe günü sona erer. Dante'ye Cehennem ve Araf yolculuğu boyunca Latin şair Vergilius rehberlik eder. Araf'ın tepesindeki Cennet'te Vergilius yerini Beatrice'ye bırakır. Dante, Beatrice'yi ilk kez gördüğünde kendisi dokuz, Beatrice sekiz yaşındadır. Dante, ömrü boyunca Beatrice'ye bağlı kaldığı gibi, düşünce dünyasının da esin kaynağı olmuştur.

Eser Vergilius'un Aeneis destanını örnek alan onun gibi sıra dışı bir aşk mitoloji, tarih ve kutsal metinlere de temas eden, gerçeküstücü konular ve kurmacalara dayanan bir eserdir. İlahi Komedya tarih ve felsefeden dilbilime, gökbilimden geometriye uzanan pek çok ansiklopedik bilgiler de veren bir ser olarak dikkat çekmiştir.

Kitabın Özeti :

Cehennem (Inferno): İlahi Komedya’nın ilk bölümünü oluşturan Cehennem’i Dante’nin 1308 yılında tamamladığı sanılıyor. Cehennem 34 kanto içerir. Bu kantoların toplam dize sayısı 4720’dır. Dante bu yolculuk boyunca 112 kişiyle karşılaşır.

Cehennem, dibe doğru inildikçe daralan bir çukurdur. Bu çukur, iç içe geçmiş dokuz kattan oluşur. Dairelerin her biri günah derecelerine göre sıralanmıştır. Aşağıya inildikçe cezalar ağırlaşır. İnsanlar yaşarken işledikleri günahlara göre cehennemdeki katlara yerleşmişlerdir.

Cehennem, Kudüs kentinin altındadır. Cehennemin giriş bölümü “kötülük de iyilik de yapmadan yaşamış olanların ruhlarına ayrılmıştır. Cehennemin ilk akarsuyu Akheron da buranın sınırındadır. Cehennem’in ilk dairesi olan Limbus’taki ruhlar Hıristiyanlıktan önce doğdukları için vaftizden yoksun kalmış ruhlardır. Daha sonra asıl cehennem başlar. İkinci dairede şehvet düşkünleri, üçüncü dairede oburlar, dördüncü dairede cimriler, savurganlar, beşinci dairede öfkeliler cezalandırılır. Beşinci daire ve altıncı daireyi ağır suçluların bulunduğu, içinde “sonsuza dek ateş yanacak olan” Dite katı yer alır. Altıncı dairede sapkınlar, yedinci dairede, Tanrı’ya isyan ve hakaret edenler vardır. Sekizinci kata kadın satıcıları, sömürücüler, rüşvet yiyenler, hilekarlar, hırsızlar, simyacılar ve kalpazanlar atılmıştır. Dokuzuncu dairede kötülüklerin simgesi Lucifer'i de, yarı beline dek buzlara gömülü olarak görürler.

Araf (Purgatario):
Araf, 33 kanto içerir; toplam dize sayısı 4755’dir. Dante, bu yolculuk sırasında 46 kişiyle karşılar. 10 Nisan Perşembe, paskalya günü başlayan gezi üç gün sürer.

Dante’ye göre Araf, meleklerin yer aldığı; sık sık şarkı söylenen, Cehennem ve Cennet arasındaki bir köprüdür. Araf’a gidecek olan ruhları bir melek, Tevere ırmağının denize döküldüğü yerden, Araf’ın bulunduğu adanın kumsalına taşımakla görevlidir. Kumsalda, kayalık bir bölümden geçilir Araf’ın girişine. Ruhlar, Araf’a girmeden önce, ruhlarının ağırlığıyla doğru orantılı olarak bir süre burada bekletilmektedir. Araf’ın üst katlarına çıkıldıkça, günahın ağırlığı ve verilen ceza azalmaktadır. Cezanın amacı, ruhun eğitilmesi, günahlardan pişman olmanın sağlanmasıdır. İyilik kötülük karşıtlığının bir sonucu olarak Cennet-Cehennem ikilisine eklenen Araf, bir değişim merkezidir.

Vergilius ile birlikte Araf’a tırmanan Dante, Yeryüzü Cenneti’nde yıllardan beri görmemiş olduğu Beatrice ile karşılaşınca, Vergilius birden yok olur. Lethe ve Eunoe ırmaklarında arınan Dante, Beatrice ile birlikte Cennet yolculuğuna başlar.

Cennet (Paradiso) :
Cennet, 33 kanto içerir ve bu kantoların toplam dize sayısı 4758’dir.Cennet boyunca Dante’ye Beatrice rehberlik eder. Dante’nin 14 Nisan Perşembe sabahı başlayan Cennet yolculuğu, aynı gün öğleden sonra Tanrı’nın ışığına ulaşmasıyla noktalanır. Dante cennet planını hazırlarken Ptolemaios (Batlamyus) sisteminden yararlanmıştır. Dante’nin Cennet’ine göre, Dünya evrenin merkezindedir ve sabit bir cisimdir. Kürenin çevresinde yedi gezegen dönmektedir: Sırasıyla Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve Satürn.

Bu gezegenler, yedi gök içerisinde bulunmakta, bunlardan sonra iki kat daha yer almaktadır. Sekizinci katta Dönmeyen Yıldızlar, dokuzuncu katta gezegenlerin dönmesini sağlayan İlk Devindirici vardır. Arı ışıktan oluşan, maddeden arınmış onuncu ve en yüksek kat ise, kutlu ruhlarla Tanrı’nın katıdır (Arş-ı Ala). Burada Meryem ve Beatrice gibi Tanrı’nın sevgili kulları kutsal bir gül oluşturur.

Gülün Adı (Umberto Eco) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Gülün Adı

Kitabın Yazarı : Umberto Eco

Kitap Hakkında Bilgi :

"Gülün Adı" adlı bu dev romanıyla bir anda dünyanın dört bir yanında ünlenen İtalyan yazarı Umberto Eco, aslında çok yönlü bir bilimadamı. İtalya'da, Bologna Üniversitesinde öğretim üyesi, semiolog, tarihçi; filozof, estetikçi, ortaçağ uzmanı ve James Joyce üzerine derin araştırmalar yapmış biri. Umberto Eco'nun bu ilk romanı, 1980'de İtalya'da ilk yayımlanışından bu yana sayısız basım yaptı ve dünyanın pek çok diline çevrildi. Dünyada olağanüstü bir ilgi uyandıran bu romanın yankıları hala sürüyor. Filmi de dünyada büyük yankılar uyandırdı. Bu romanın başarısında, kuşkusuz, yazarın ortaçağ konusunda derin ve dolaysız bilgisinin büyük payı var. Tam anlamıyla ve her bakımdan ortaçağ dünyasını yansıtmakla birlikte "Gülün Adı" kesinlikle çağdaş bir roman; çağdaş romana yepyeni ve uzun soluk getiren özgün bir roman. Bir anlamda ortaçağda geçen, Hıristiyanlık düşüncesini tartışan tarihsel bir roman, bir anlamda da ustaca kurulmuş polisiye ve sürükleyici bir öykü. Ve en önemlisi olağanüstü bir dil ve benzeri az bulunur bir sanat yapıtıdır.

Kitabın Özeti :

Tarih 1314 yılıdır. Frankfurt'ta beş Alman Prensi, Bavyeralı Ludwig'i imparatorluk tahtına çıkarmış ama Ren Kont'u ve Köln Başpiskoposu ise Avusturyalı Frederick'i , Main'de hükümdar ilan etmiştir. Bir taht için birisi siyasilerin, diğeri ise Pikopos’un atadığı iki imparator vardır.

Bavyera'lı Ludwig, Pikopos’un atadığı Frederick’le savaşarak onu mağlup eder. Fakat Papa XXII Ioannes tarafından afaroz edilir. Kilisenin desteklediği rakibini yenerek gücünü kanıtlayan Ludwig ise Papa'yı sapkınlık ve teamüllere uymamak ile suçlar.

Fransisken Tarikatı Ruhani Meclisi lideri Cesena'lı Michelle, İsa ve havarilerinin yoksul olduğunu ortaya atarak kilisenin ve papazlarında yoksullar gibi yaşaması gerektiğini savunmaktadır. Bu görüş refah, güç ve sınırsız erk kudreti içinde yaşayan Papa’yı ve piskoposları rahatsız etmektedir. Bu düşünceleri de İmparatorun piskoposları seçme, Papanın imparatoru atama gücünü dahi elinde bulundurması gerektiğini düşünen Papa, Cesena'lı Michelle’nin bu görüşlerinden hiç hoşlanmamıştır. Bu yüzden İmparator, kendi çıkarlarına yakın duran Frensiskenleri ve Cesena'lı Michelle’yi desteklemek istemektedir.

Akıllıca davranan Ludwig daha önce yendiği rakibi Frederick ile de anlaşarak, Milano da yapılan bir törenle taç giyer. Ludwig‘in babası, genç Rahip Dom Adso'yu (romanın anlatıcısı) bu törende, Baskerwille'li rahip William ile tanıştırır. William’ın öğrencisi ve yazıcısı olur.

İtalya'nın kuzeyinde bir manastırda anlamsız bir şekilde rahipler ölmektedir. Eski bir sorgucu rahip olan William, olayı araştırmak üzere görevlendirilir. Rahip William yardımcısı Dom Adso’yu da yanına alarak manastıra ulaşırlar. William, manastırın başrahibi Abonne tarafından karşılanır. Abonne soruşturmadan ve William’ın gelecek olmasından habersizdir. William ile başrahip Abonne cinayet üzerine konuşurlar. Minyatür ustası Otranto'lu Adelmo Aedificium doğu kulesinin altında ölü bulunmuştur. İntihar ihtimali oldukça düşük gözükmektedir.

Manastır kütüphanesi çok iyi korunan bir yerdir. Kütüphaneci ve yardımcısı haricindeki diğer kişilerin kütüphane okuma salonu dışındaki diğer bölümlere girişi yasaklanmıştır. El yazması eserler keşişler tarafından yazılıp çoğaltılmaktadır ama hiçbir keşişin yazılan diğer kitaplardan haberi olmamaktadır. Manastır Kütüphanesi “Tinsel bir dolambaç olduğu kadar, dünyasal bir labirenttir. İçeri girebilirsiniz, ama dışarı çıkamazsınız.” Labirent şeklinde tasarlanmış olan kütüphaneye izinsiz giren kişinin çıkması imkânsızdır. Tek bilinmesi gerekenler dinin öğretileridir, bilim ilerlememeli, inanç sarsılmamalıdır.

William, başrahipten, rahipleri sorgulama ve manastırda kitaplık hariç her yerde serbest dolaşma yetkisi alır. Fakat kitaplığa girme yetkisi verilmemiştir. Çünkü kütüphaneci rahip ve yetiştirdiği yardımcısından başka kitaplığa kimsenin girme yetkisi yoktur. Kütüphaneci, kitapları nereye koyacağını, nerede bulacağını, gizlilik derecesini bilmekte ve kitaplar ile kütüphaneyi korumaktadır. Rahipler ise yazı salonunda çalışmaktadır. Kütüphanedeki kitapların bazıları rahipler tarafından okunabilmekte diğer hiç kimse tarafından görülememektedir. Rahipler çalışmalarına yardımcı olması açısından bazı ciltleri okuyabilmek yetkisine sahiptir. Rahip Abonne bu kitaplığın dünyanın en zengin kitaplığı olduğunu, katı kurallarla yıllarca korunduğunu, bu kuralı ihlal edemeyeceğini söyler.

Rahip elyazması hazırlamakta, kopyalar yazmakta, çeviri yapmakta ama kitaplıkta bulunan kitaplar hakkında bilgi sahibi olamamaktadır. Çünkü bazı kitaplar, sapkın ve yalan bilgilerle doludur. Bu yüzden bu kitapların okunmaması gerektiği düşünülmektedir. Bu yüzden de kitaplık içinden çıkılamaz bir labirent şeklinde, yapılmıştır. Kitaplığa, girenin, çıkamayıp yakalanması için. William ve Adso, dünyanın dört bir yanından gelen, her biri diğerinden ilginç rahipler ile tanışır. Yasak kitaplık, William'ın merakını iyice kabartmıştır.

Yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş olan bu manastırda, rahip William ve Adso, cinayetlerin ipuçlarını bulmak için çalışmalara başlar. Yunanca-Arapça çevirmeni Venantius, retorikle uğraşan Benno, kütüphane yardımcısı Brengar, yazmaları kopya eden Aymora, kütüphaneci Malachi ve şifalı otlar uzmanı Severinus’un ölümleri oldukça garip, trajiktir ve gizemlidir. Hepsinin de bir sırrı korumak için ölmüş oldukları fikrini uyandırmaktadır.

Yaşlı keşiş Jorge yenilikçi hayatını buradaki kitapları okumaya adamış ve bu uğurda kör olmuştur. Kör olmasına karşın yasaklı kitabı okumak isteyenler için tuzaklar hazırlamıştır. Örneğin ayin sırasında kitaba dokunan ve parmağına zehir bulaşan kütüphaneci Malachi, tüm keşişlerin gözleri önünde ölmüştür.

William’a güvenmeyen başrahip engizisyon yargıcını manastıra çağırmıştır. Bir ayin sırasında yardımcısı Adso’yu yanına çağıran William gizli geçidin yerini bulduğunu söyler. Kimseye görünmemeye çalışarak gizli bölmeye giderler, şifreyi doğru tahmin edip merdivenlerden çıkarlar, karşılarına siyah cüppeli yaşlı bir rahip çıkar. Yaşlı Rahip “beni buldunuz” der ve elindeki yasaklı kitabı William’a verir, ama her şey göründüğü gibi değildir. William ve Adso’nun gizli bölümden çıkmaları tamamen imkânsız gibidir. William meşaleyle raflardaki kitapları tutuşturarak yolu bulmaya çalışır. William elindeki Poetika’ya sarılarak her şeyin bittiğini düşünmektedir. Çıkışı bulmak imkânsız gibidir...

Pastoral Senfoni (Andre Gide) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Pastoral Senfoni

Kitabın Yazarı : Andre Gide

Kitap Hakkında Bilgi :

Üç gündür durmadan kar yağıyor; bütün yollar kapandı. Kader beni eve hapsetti. On beş yıldır, ilk defa, kasabadaki büyük kiliseye vaaza gidemiyorum. Kim bilir, belki de, Allah bana bir fırsat veriyor. Uzun zamandır yazmayı tasarladığım halde, bir türlü başlayamadığım "Gertrude'un Hikayesi"ni nihayet yazabileceğim. Karanlık bir dünyadan çekip çıkardığım bu hassas ve dindar ruhun bütün macerasını, hiçbir şey saklamadan anlatacağım. Ben, Gertrude'a sırf Allah'ın rızasını kazanmak için el uzatırken, onu kazanacağımı hiç düşünmemiştim. Bu vazifeyi bahşettiği için Allah'a sonsuz şükürler olsun.

Kitabın Özeti :

Romanımızın kahramanı Protestan bir rahiptir. Rahip (yazar), esere tam iki yıl altı ay önce gelişmeye başlayan olayları günlüğüne yazarak başlar. Rahip, orta yaşlı, merhametli, topluma karşı sorumluluklarının bilincinde olan biridir. Ancak eşi Amelie ile mutsuzdur. Eşinin tavırlarını sürekli eleştirir.

Rahip, bir gün ölmekte olan yaşlı bir kadının duası için yoksul bir kulübeye gider. Kadına yetişememiştir ama onun kör, yırtık pırtık kıyafetler içinde bir köşede duran 14 – 15 yaşlarındaki yeğenine acıyarak kıza yardımcı olmak ister ve onu alarak evine götürür.

Rahibin karısı geçim sıkıntısının mutsuzlaştırdığı, içindeki yaşam sevincini söndürdüğü bir kadındır. Rahibin karısı Amelie, kızın gelmesinden hiç hoşlanmamıştır. Çünkü bir rahip maaşıyla zor geçinilen bu evde insanların yaşayabileceği bir alan da yok gibidir. Kızın bitlerinin temizlenmesi için kızı tıraş ederler, temizce giydirirler. Kıza Gertrude adını verirler, körler alfabesiyle okuma yazma öğretir ve kızı dışarıya çıkarırlar. Görmeyen kıza dünyayı ve renkleri seslerle anlatmaya çalışırlar.
Bu arada rahip ile Gertrude arasında duygusal bir yakınlaşma başlar. Rahibin karısı Amelie, rahibi başta çocuklarına göstermediği ilgiyi Gertrude’ye göstermekle suçlar. Zamanla da bunun duygusal bir ilgi olduğunu anlar ve bundan mutsuz olur. Bu arada rahibin oğlu Jacques de Gertrude’ye aşıktır. Aslında Amelie, Jacques’in duygularının farkındadır ama kendine dönük yaşayan rahip bunu fark edememiştir bile.

Jacques ve Gertrude’yi kilisede beraberce org çalarken gören rahip ikisini de kıskanır. Oğlunu Alpler’e gönderirken Gertrude’ü de Jacques’in rahatça göremeyeceği bir eve, Louise de la M… ‘nin evine gönderir. Kendisi de Gertrude’ü orada her gün ziyaret eder. Bu arada rahiple Gertrude birbirlerine duygularını açmıştır.

Aradan zaman geçer ve Gertrude’ün gözleri bir ameliyatla açılır. Hastanedeyken yanına Jacques gitmiştir ve ikisi de pek çok konu hakkında sohbet etme fırsatını yakalamıştır. Jacques mezhep değiştirmiş, manastıra kapanmaya karar vermiştir. Bu arada da Gertrude, rahibi değil de rahibin oğlu Jacques’i sevdiğini anlamıştır.

Gören gözlerle eve dönen Gertrude, Amelie’yi ne kadar mutsuz ettiğini aynı şekilde kendisinin de mutsuz olduğunu anlayarak kendisini ırmağa atar. Kurtarılır ve rahibe onu sevmediğini, oğluna aşık olduğunu, Amelie’yi mutsuz etmekten duyduğu üzüntüyü ve bunların sonucunda intihar etmek istediğini söyler. Irmaktayken fazlaca su yuttuğu ve ıslak elbiseleriyle uzun süre kaldığı için kurtarıldıktan sora fazla yaşayamayarak ölür. Rahibe göre oğlu mezhep değiştirerek Gertrude de ölerek yani her ikisi birden hayatından uzaklaşarak onu cezalandırmışlardır.

Yabancı (Albert Camus) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Yabancı

Kitabın Yazarı : Albert Camus

Kitap Hakkında Bilgi :

"Albert Camus"nün ( 1913-1960) en tanınmış, en çok yabancı dile çevrilmiş, en çok incelenmiş ve hala en çok satan kitaplar arasında yer alan "Yabancı", aynı zamanda yazarın en gizemli yapıtı. Ölümün egemen olduğu bir "varlık"ın en anlamsız olgularını saçma bir düzensizlik içinde yaşayan bu romanın başkişisi "Meursault", bir simge kahraman değildir, "adı" olmayan bir "Yabancı"dır; bu eksik kimlik, gerçeklikten algıladığı şeyi yapılandıramayan, yeniden örgütleyemeyen, ama gerçekliğin yankılarını yakalamaya çalışan bir boş bilincin imgesidir. Onun kayıtsızlığı ve edilgenliği, işte bu boş bilincin ürünüdür. Yabancı, büyüleyici gücünü, içinde barındırdığı trajedi duygusuna borçlu: Bir türlü ele geçirilemeyen anlamın sürekli aranması, bilinç ile toplumsal dünya arasındaki çatışma... Camus'yle buluşanların hiçbiri, onunla karşılaşınca hayal kırıklığına uğramamıştır. "Mutluluk, bir yerde ve her yerde hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir," der Camus. Giderek daha çok sevilen bir yazar olması, onun bu sevgisinin yansımasından başka bir şey değildir.

Varoluşçuluk ve absürdizm akımının öncülerinden sayılan Albert Camus Cezayir'de dünyaya gelmiştir. "Tersi ve Yüzü" ve "Düğün" adlı eserlerinden sonra edebiyat dünyasında asıl çıkışını yapan Yabancı adlı romanı olmuştur. Yabancı topluma yabancılaşmanın romanıdır.

Kitabın Özeti :

Topluma yabancılaşan bir bireyin, toplum normlarını hiçe saydığı ve umursamadığı için ölüme giden yolculuğunu anlatır kitap. Asıl adını hiçbir şekilde öğrenemediğimiz karakterin sadece soyadı yer alıyor kitapta.

"Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum" diye başlıyor kitap.
Mersault, Cezayir’de yaşamakta olan devlet dairesinde küçük bir memurdur. Annesi ise huzur evindedir. Mersault’un annesi ölmüş, annesinin ölümüyle işinden izin alarak Marengo’ya cenazeye gitmiştir. Mersault hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmektedir. Annesinin kaldığı bakımevi Cezayir'den seksen kilometre uzakta Marengo'dadır. Genç kahramanımız Meursault saat 2'de otobüse biner ve annesinin cenazesini almaya gider. Çok büyük bir kayıtsızlıkla görevlilerle konuşur. Göstermiş olduğu soğukkanlılık bakımevindeki insanları şaşkına uğratır. Hiçbir şekilde annesini görmek istemez. Hatta tabutun başında sigara ve kapıcının ikramıyla sütlü kahve içer. Bu olaylar ileride mahkemede aleyhine delil olarak da kullanılacaktır.

Cenaze merasimi esnasında ölümle yüzleşmesi gerekirken ölümden başka her türlü detayı düşünmüştür. Annesinin ölümüne tepkisiz kalmış, hatta bu güzel günü kırlarda geçiremediği için hayıflanmıştır. Annesinin cenazesinden sadece bir gün sonra Marie adında bir sevgili bulur ve her fırsatta buluşmaya denize gitmeye başlarlar. Cenazeden sonra evine döner ve hafta sonunu Marie ile geçirir. Asıl şaşırtıcı olay ise hiçbir şekilde bir damla dahi gözyaşı dökmemesidir. İlerleyen sayfalarda bu konu hakkında şunu söyleyecektir:

"Annemi elbette çok severdim; ama bu bir şey ifade etmezdi ki. Sağlıklı bütün insanlar, sevdiklerinin ölümünü az çok arzu etmiştir."

Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi kahramanımızın sıradışı bir yaradılışı olduğunu anlıyoruz. Marie neşeli ve çok sabırlı bir kadındır. Günler geçer. Meursault'un Raymond adlı çapkın ve belalı bir komşusu vardır. Bir gün sevgilisi Meursault ve Raymond sahilde gezerken komşusunun belalısı Araplarla karşılaşırlar. Meursault çıkan hengamede yanlışlıkla bir Arabı öldürür. Yanlışlıkla demek doğrudur çünkü ilerleyen sayfalarda savunmasında bu cinayete güneşin sebep olduğunu söyler.

Bundan sonra mahkeme süreci ve iç hesaplaşmalar başlar. Kahramanımızın duruşması herkesin özellikle de basının ilgisini çeker. İlgi çekenler arasında Meursault'tan sonra bir de babasını öldüren birinin duruşması vardır. Bu yüzden savcı şöyle bir savunma yapar:

"Annesini manen öldüren biri, tıpkı kendisinin dünyaya gelmesine sebep olan insanın, yani babasının hayatına kasteden kimse gibi, insan topluluğundan kendi kendini kovmuş olurdu. Her halükarda birincisi ikincisinin eylemlerini hazırlar... Onun için beyler, şu sandalyede oturmakta olan adamın, bu mahkemenin yarın yargılayacağı cinayetten de suçlu olduğunu söylersem düşüncemi fazla aşırı bulmayacağınıza eminim. Kendisinin cezası ona göre verilmelidir."

Görüldüğü gibi Meursault sadece cinayetten değil, toplum normlarını hiçe sayarak annesinin ölümünü kayıtsızca kabullenmesinden dolayı da yargılanır. Mahkemenin sonucu hiç de istediği gibi olmayacaktır. Mersault tutuklanır ve avukat ile savcı ile yaptığı konuşmalarda olaylar cinayetten daha çok annesinin ölümüne gösterdiği tepkisizliğe dayanır. Bu olay mahkemede de karşısına çıkar ve ahlaki çöküşün kanıtı olarak, bu çöküntünün topluma yayılmaması için giyotinle öldürülmesine karar verilmiştir.

Yabancı (Albert Camus) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

9 Mart 2020 Pazartesi

Ulysses (James Joyce) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Ulysses

Kitabın Yazarı : James Joyce

Kitap Hakkında Bilgi :

Joyce, 1904'te Nora Barnacle adında bir genç kadınla tanışmıştı. (Nora Barnacle ile 1931'de, evliliğe karşı olmasına rağmen, kızının ısrarları üzerine evlendi.) Ulysses, Joyce'un kendi anlatımıyla Nora Barnacle'ı sevdiğini anladığı gün olan 16 Haziran 1904 günü Dublin'de geçer. (Romanın asıl kahramanı bir bakıma Dublin kentidir. Her yıl 16 Haziran günü Dublin'de düzenlenen "Bloomsday" yani Bloomgünü'nde, kitaptaki bölümlerde geçen yerlerin dolaşıldığı turlar düzenlenmektedir.) Konu, özünde son derece yalındır: Öğrenci Stephen Dedalus ile serbest çalışan Yahudi asıllı bir reklam toplayıcısı olan Leopold Bloom'un karşılaş(tırıl)maları. Ancak asıl anlatılan, bu iki kişinin bireysel kimliklerini aşan daha büyük bir gerçeğin parçası olduklarıdır: Stephen "sanatsal" doğanın, Bloom ise "bilimsel" doğanın temsilcileridir. Öte yandan, bu iki dışlanmış kişilik, hem Joyce hem de birbirleri için de özel bir öneme sahiptirler: Stephen, Joyce'un gençliğinin, Bloom ise olgunluğunun yansımalarıdır; Bloom, Stephen'ın, deyim yerindeyse, "manevi babası"dır vb. Ama kitabın edebiyat açısından asıl önemi, çatısının Homeros'un destanı Odysseia ile simgesel koşutluğundan ve Joyce'un kullandığı değişik teknik ve biçemlerden, özellikle de 18. ve son bölümde Bloom'un karısı Molly'nin düşüncelerinin yansıtıldığı "bilinç akışı"ndan gelir.

Belki de okuması, anlaması ve özümsenmesi açısından bakıldığında Ulysess açık ara en zor romanlardan biridir.

Romanda İrlanda başkenti Dublin’de geçen 24 saat anlatılmaktadır. Bu anlatı süresince de herhangi bir yapıttaki düzen ve sıralamayı takip etmemesi ve de karakterlerin kafa yakan derecede ayrıntılı tasvirleri kitabın neden zor olmasını sağlamaktadır. Hatta kitap için “bitmeyen/bitirilemeyen roman” benzetmelerinin de yapılması romanın bu niteliklerinden kaynaklanmaktadır. Ancak kitabın bitirilmesi durumunda, roman boyunca oluşan kaos havasının da dağıldığı ve aslında romanda her satırda parça parça işlenen bütünün gözler önüne serildiği görülmektedir.

Kitap iki karakter etrafında ve bir gerçeklik anlatısı üzerinden şekillenmektedir. Stephen Dedalus ve Leopold Bloom ikisi aslında büyük bir gerçekliğin ayrı görünen ama esasta bir bütün olan bir başka gerçekliğin yansımalarıdır. James Joyce söz konusu karakterler aracılığıyla da kendini ve şahsi hayatını da kişiselleştirmektedir. Söz konusu kitabın adı, Homeros’un Odessa adlı eserinden önemli bir karakterin adıdır ve kitap boyunca da söz konusu esere sürekli göndermeler yapılmaktadır. Yine aynı zamanda Joyce’un bu yapıtı kaleme alırken Goethe’nin Faust adlı eserinden de oldukça etkilendiği gözlemlenmektedir. Erken dönem 20.yy modern içeriğinde 18 bölümden meydana gelen roman, İrlanda ve Britanya arasındaki ilişkiyi de yoğun bir dil ile yorumlamaktadır.

Kitabın 18 farklı baskısının ve bunların değişik varyasyonlarının olduğu da yine romana dair bilinmesi gereken ilginç özellikler arasında gösterilebilir. Kaos ve gizemin kol gezdiği kitabın genelinde hakim olan metot ve teknikler ise; parodiler, ikilem ve çatışma halleri, antagonist ögeler, metaforlar, mitler, semboller, diyalektikler ve de yoğun bir şekilde hissedilen ince taşlarla örülü kinayelerdir. Her bölümde işlenen konu ve karakterler aynı bölüm içerisinde teknik ve metotlarla da inanılmaz derecede bir bütün oluşturmaktadır. Modern dönem edebi dünyasında hatırı sayılır bir üne sahiptir.

Kitabın Özeti :

1. Telemakhos: Stephen, Buck Mulligan ve Haines Dublin’in epey dışında bir savunma kulesinde uyanırlar (bu kule bugün “James Joyce Kulesi”dir). Mulligan başarılı, ağzı çok iyi laf yapan, herşeyle dalga geçen bir tıp öğrencisi, Haines ise “yabani İrlandalıların” adetlerini öğrenmek için taşra gezisine çıkmış bir Oxford öğrencisidir. Mulligan güne Katolik ayiniyle dalga geçtiği bir traş töreniyle başlar ve bölüm boyunca din ile alay eder. Stephen ile Mulligan arasındaki soğukluk yavaş yavaş tırmanır; Stephen, kulenin sahanlığında tek başınayken, güneşi bir bulut örter. Stephen annesinin kısa süre önceki ölümünü düşünür ve annesinin hayaletini görür gibi olarak sarsılır. Kahvaltı ederler, yaşlı sütçü kadından süt alırlar; yakındaki kayalıklara gidip yüzerler. Stephen öğleyin The Ship barında buluşmak üzere sözleşerek ayrılır. Yüzme sahnesinde anılan “fotoğrafçı çıtır”ın Bloom’un kızı olduğunu sonradan öğreneceğiz.


2. Nestor: Stephen, öğretmenlik yaptığı, varlıklı bir mahalledeki (Dalkey) okula gider, ders verir. İngiltere hayranı başöğretmen Deasy’den (Homeros’ta Telemakhos’un nasihat aldığı Nestor’un karşılığı) maaşını alırken bir takım nasihatlere maruz kalır. Deasy, basın dünyasıyla ilişkili olduğunu bildiği Stephen’dan, “sığırlardaki şap hastalığının tedavisi” konulu bir yazısını gazetelerde yayınlatmasını ister. Bölümün sonunda, Deasy’nin antisemitik sözleri üzerine Stephen’ın aklından geçenler, Joyce’un ikinci dünya savaşında olacakları 20 yıl önceden görmüş olduğu göstermektedir.

3. Proteus: Proteus, Homeros’ta denizlerin sürekli biçim değiştirerek yakalanmaktan kurtulan tanrısıdır. Tüm bölüm, kumsalda yürümekte olan Stephen’ın zihninin içinde geçiyor. Stephen’ın düşünceleri, aynı deniz gibi, durmadan biçim değiştiriyor, çağrışımdan çağrışıma atlıyorlar; zihni ilahiyat, tarih ve felsefe referansları ile dolu. Metnin zorluğu, romanın konusu açısında önemli bir görev görüyor: Joyce, kendi gençliğine baktığında nasıl kendi zihninin içinde kaybolmuş, tıkanıp kalmış bir genç gördüğünü anlatıyor böylelikle.

Stephen Aristoteles’i, renk, bilinç, insanın yaratılışı gibi konuları düşünürken, aklından dayısı Richie ve yengesi Sara’nın yakındaki evlerine uğramak geçer. Zihninden, kendi babasının bu aileyle alay etmesi ve eğer onlara uğrarsa konuşulacak olanlar geçer. Cizvit okulundaki günlerini, rahip olmayı düşünmüş olmasını, kitap okuma ve yazma hayallerini, kadınsızlığını, Paris’teki parasızlığını ve sohbetlerini, kös kös Dublin’e dönüşünü düşünür. Paris’e gidip İrlanda’yı kurtarmaya çalışan “Yaban Kazları”ndan Kevin Egan’ın oğlu Patrice ile konuşmalarını hatırlar. Önce ölü, sonra canlı bir köpek görür, köpekten korkar, köpeğin sahibi midye toplayıcı Çingene çifti görür. Rüyasında henüz tanımadığı Bloom’u ve genelev sokağında kendisine yardım edeceğini görmüş olduğunu anlarız. Zihninde vampirli, kötü bir şiir yazmaya çalışır.

4. Kalypso: Tekrar birinci bölümün saatine, sabah 8’e dönüyoruz; bu sefer Bloom’ların evindeyiz. Odysseia’da tanrıça Kalypso’nun Odysseus’u adasında esir tutması gibi, burada da Bloom, Molly’nin aşkının esiridir. Bloom’u Molly’ye kahvaltı hazırlarken, çıkıp yakındaki domuz kasabından bir böbrek satın alırken, Şark hayalleri kurarken, dönüşte komşunun hizmetçi kızını keserken görüyoruz. Stephen’a annesinin hayaletini gösteren bulut Bloom’a da görünüyor ve bir an yaşlılığı, yıkımı düşündürüp soğuk terler döktürüyor. Postadan gelen iki mektuptan biri, bir sayfiye yerinde bir fotoğrafçının yanına çırak gönderilmiş kızları Milly’den, diğeri Molly’nin emprezaryosu/aşığı Boylan’dan. Boylan, o gün saat 4’te konser programını getirecek; programda Don Giovanni’den Lá ci darem a mano (bu düette Don Giovanni, evlenmek üzere olan köylü kızı Zerlina’yı baştan çıkarır) ve zamanın popüler şarkılarından Love’s Old Sweet Song (“Aşk Nağmesi”) var. Bu iki şarkı, gün boyunca, Bloom’un zihninde Molly’nin kendisini aldatmasının teması olarak çınlayacak. İkisi de güzeldir, Youtube’dan arayıp bu iki parçayı dinlemenizi tavsiye ederim.

5. Lotosyiyenler: Bloom bu bölüme açık bir zihinle başlıyorsa da, Odysseus’un adamlarına sılaya dönme isteğini unutturan uyuşturucu Lotos çiçeğinin ülkesindeyiz. Joyce bölümü çiçekler, Şark bahçeleri, uyuşukluk, uyutulma temalarıyla kurmuş. Bloom’un Martha Clifford adında bir kızla “Henry Flower” imzasını attığı mektuplarla flört ettiğini öğreniyoruz. Bir kiliseye girip olanı biteni tam anlamadan merasimi izliyor; eczaneye uğrayıp Molly’nin istediği losyonu sipariş ediyor; oradan hamama gidip mayışıyor.
Hamamdan önceki sahnedeki yanlış anlama, sonradan Bloom’un başına iş açacak.

6. Hades: Sabahtan beri anılan cenaze töreni için Bloom, Stephen’ın babası Simon Dedalus ve Dublinliler’den tanıdığımız başka karakterlerle birlikte mezarlığa gidiyorlar. Martin Cunningham karakteri, kitabın Dublinliler ve Odysseia bağlantılarının güzel örneklerinden: Cunningham’ın Dublinliler’deki halden anlayan, iyilik yapmaya çalışan adam halleri devam ediyor ve alkolik karısının evde ne varsa tekrar tekrar rehine vermesi yüzünden sürekli silbaştan ev düzmek zorunda kalmasıyla, Odysseus’un ölüler âleminde karşılaştığı Sisyphos’un eşdeğeri oluyor. Cenaze töreninde, kitabın hâlâ tam çözülememiş bilmecelerinden biri, kim olduğu anlaşılamayan makintoşlu adam ortaya çıkıyor.

7. Aeolos: Rüzgârlar tanrısı Aeolos, Odysseus’a önce yardım eder, ama verdiği rüzgârları heba edip tekrar gelince onu kovalar. Rüzgârların tanrısı, gazetenin yazıişleri müdürü; o da bir reklamı ayarlamaya çalışan Bloom’a ilk seferinde yardımcı olup ikinci gelişinde kovalıyor. Bölümün ortasında Stephen, Deasy’nin yazısını getiriyor ve gazetecilerle birlikte içmeye çıkıyorlar. Bölümün sonunda, Stephen, gazetecilere Dublinliler’deki “epiphany” tekniğinin (gündelik hayat içinde, büyük bir gerçekçilikle tasvir edilmiş sıradan bir ânın çok daha geniş bir temayı işaret edivermesinin) bir örneği olan bir hikâye anlatıyor. Bu bölüm, metnin arasına girerek olan biten üzerine ironik yorumlar yapan gazete stilinde başlıklarıyla, Joyce’un romandaki biçimsel oyunların seviyesini arttırmaya başlamasının ilk işareti.

8. Laistrygonlar: Odysseia’nın yamyamları, öğle yemeğini yemeye niyet eden Bloom’un içini kaldıran lokanta müşterileri olarak ortaya çıkıyor. Bloom, bir zamanlar hoşlanmış olduğu bir kadınla karşılaşıyor ve bir tanıdıklarının günlerdir hastanede doğum yapmaya çalıştığını öğreniyor. Molly ve Bloom’un on yıl önce, ikinci çocukları Rudy’nin bebekken ölmesinden sonra cinsel hayatlarında birşeylerin değiştiğini, birbirlerinden uzaklaştıklarını okuyoruz. Bloom, Davy Byrne’ün barında gorgonzolalı sandviç ve burgonya şarabıyla karnını doyurur. Kitabın meşhur bilmecelerinden, üzerinde “U. P.” yazan kartpostal burada ortaya çıkıyor.

9. Skylla ve Kharybdis: Kitabın en sıkı bölümlerinden: Odysseus’un Messina boğazı kayalıklarındaki canavar ile girdabın arasından geçmesi. Kütüphanede, Stephen, İrlanda edebi çevresinden kendisini çok da ciddiye almayan tanıdıklarına Shakespeare üzerine teorisini anlatıyor. Mulligan ortaya çıkıp şakalarını patlatmaya başlayınca Stephen’ın sabah sözleştikleri gibi bara gelmeyip, kriptik bir alıntıdan ibaret bir telgraf çekmekle yetinmiş olduğunu anlıyoruz. Reklamı için örnek görsel bulmaya çalışan Bloom girip çıkıyor.

10. Gezgin Kayalar: Homeros’taki gezgin kayalar, bazı yorumlara göre İstanbul Boğazı’nın tehlikelerine denk düşüyor. Ulysses’in tam ortadaki, “göbek taşı/omphalos” bölümü bu: Dublin’e hükmeden iki otoritenin iki temsilcisi, katolik kilisesi adına Peder Conmee ve Britanya imparatorluğu adına Vali’nin korteji Dublin’i çaprazlama katederken, kitabın pek çok karakteri, 18 kısa metinde Peder ya da Vali ile karşılaşıyorlar. Bölüm gezgin kayaların, şaşırtmacaların bölümü olduğu için bazı parçalarda diğer zamanlar-mekânlar parazit yapıyor, araya karışıyorlar.

11. Seirenler: Bu noktadan sonra kitabın bölümleri uzamaya, metindeki deneysellik artmaya başlıyor. Seirenler kitabın “müzik” bölümü; ilk sayfada, sanki, bir orkestra, dinleyeceğimiz müzikten bölümleri bölük pörçük çalarak enstrümanlarını akort ediyor gibi. Metin müzik terimlerini metnin içine yedirerek ve müzik gibi, tekrarlarla, kelime sırası değişiklikleriyle yazılmış. Konu da müzik, bölümün merkezinde piyanonun başında söylenen iki şarkı var. Bloom, sohbeti ve şarkıları dinlerken, kara kara Molly ve Boylan’ın randevusuna çok az kaldığını düşünüyor. Bölüm boyunca “tap” sesleri yavaş yavaş çoğalıyor: bunlar, kör yeniyetme piyano akortçusunun yaklaşırken bastonunu vurmasının sesi.
 
12. Tepegöz: Anlatıcının kitabın karakterlerinden biri olduğu iki bölümden birinde, tüm aksiyonu küfürbaz, dedikoducu bir çek-senet tahsilatçısının gözünden dinliyoruz; ama anlatıcının sesi tekrar tekrar kesiliyor ve söylediği sözdeki bir unsuru bambaşka bir üslupta iyice abartarak işleyen bir parodi araya giriyor. Bu parodiler, “şişirme, abartma” tekniğiyle Joyce’un okurun sabrını zorladığı bölümler arasında; yine de, kitaptaki en komik pasajlar bu parodilerin içinde saklı. Odysseus’un Tepegöz’ü, burada, gerçek bir Dublin karakteri olan “yurttaş”; İrlanda ata sporlarının canlandırılması için uğraşan keskin bir İrlanda milliyetçisi. Yurttaş ve arkadaşları, Bloom’u bir yabancı olarak görerek aşağılıyorlar; Molly ile ilişkisi epey dedikodu konusu oluyor; Bloom’un barışseverliğiyle, “ama bir de olaya böyle bakın” sözleriyle alay ediyorlar, bunların üzerine bir de Bloom’un Zâti’ye oynayıp 1’e 20 kazandığı dedikodusu yayılınca iyice kızıyorlar. Bloom’un “sizin tanrınız da benim gibi bir Yahudiydi!” demesi de yardımcı olmuyor. Martin Cunningham Bloom’u arabaya bindirip kaçırıyor.

13. Nausikaa: Artık saat akşam 8; günbatımına yaklaşıyoruz. Odysseia’nın romantik bölümünün prensesi, burada kumsalda arkadaşlarıyla gezip top oynayan bir genç kız (Gerty MacDowell) olarak karşımıza çıkıyor. Joyce, bölümün ilk yarısını Gerty’nin gözünden aktarıyor: Hem Gerty’nin okuduğu genç kızlara yönelik dergilerin dilini, hem de onun zihninin içini görüyoruz. Bloom ortaya çıkıyor; Bloom ve Gerty bakışıyorlar. Bloom günün olaylarını düşünüyor, kumsala birşey yazmaya başlayıp vazgeçiyor, sonra hafifçe uyukluyor. Bölümün sonundaki guguklu saat, Bloom’a boynuzlandığını hatırlatıyor.
 
14. Güneş’in Sığırları: Homeros’ta Odysseus’un adamları Güneş tanrının sığırlarına karşı günah işliyorlar; Stephen ve arkadaşları ise doğurganlığa karşı günah işliyorlar. Joyce, belki şaşıracaksınız ama, aileye, çocuğa çok önem verirmiş; bu bölüm de doğuma, doğurganlığa övgü niteliğini taşıyor. Kitabın en zor bölümü bu. Joyce burada büyük bir deney yapmış: bir yandan İngiliz dilinin Latince ve Anglo-sakson dilinden doğup gelişmesini, çağlar boyu İngilizcenin parodilerini yaparak temsil etmiş; bunun yanında, bölüm boyunca bir embriyonun peydahlanmasından doğumuna kadar olan aşamaları sembolize etmiş. Bloom doğumevine gidip tanıdığını ziyaret ederken orada kafa çekmekte olan Stephen ve tıp öğrencisi arkadaşlarıyla karşılaşıyor; bebek doğuyor, öğrenciler giderek daha sarhoş oluyorlar, çıkıp Burke’s barına yöneliyorlar. Bloom Stephen’ın halini görüp endişelenerek Stephen’ın peşinden gitmeye başlıyor.

15. Kirke: Geceyarısı, genelevler sokağındayız (geceköy). Kitabın en uzun bölümü bu. Kitapta bu ana kadar sunulan tüm unsurlar içiçe geçip bir kriz noktasına ulaşıyor. Bölüm, tiyatro formunda; metne halüsinasyonlar damgasını vuruyor: gerçekle hayal içiçe geçiyor, anılan ama orada olmayan karakterler ortaya çıkıveriyor, cansız nesneler konuşmaya başlıyor. Ortalıkta gezinen bir köpek var ama durmadan cinsi değişiyor; köpek söylenenlere kafiyeli bir şekilde havlayarak cevap veriyor. Dikkatli okuyunca, neyin “gerçek”, neyin “halüsinasyon” evreninden geldiğini anlaşılıyor ama, burada halüsinasyonları kimin gördüğü belli değil; hem Bloom’a, hem Stephen’a görünüyor gibiler. Joyce’un bu bölümü yazarken en açıkça etkilendiği yapıt, Goethe’nin Faust’u. Stephen ile Lynch’in genelev sokağına girişini, sonra onları takip eden Bloom’u görüyoruz. Stephen’ın peşinden geneleve giren Bloom’un suçluluk duyguları ve kafa karışıklığının yarattığı halüsinasyon âleminde Bloom, Molly ile karşılaşıyor, belediye başkanı seçiliyor, kral oluyor, gözden düşüyor, dedesi Virag ile karşılaşıyor… Sonunda Stephen’i buluyor. Genelevin sahibesi Bella (Odysseia’daki büyücü Kirke’nin eşdeğeri) sahneye çıkıyor ve Bloom’u aşağılamaya başlıyor. Bloom ve Bella cinsiyet değiştiriyorlar. Bloom ölüyor, gömülüyor, peri kızı ortaya çıkıyor. Bloom zihninde tüm bunları yenip realiteye geri dönüyor. Kriz noktasında, Stephen tekrar annesinin hayaletini görüyor ve beti benzi atıyor. Bastonuyla gaz lambasını parçalayarak isyanını ifade ettikten sonra genelevden kaçıyor. Stephen, sokakta, iki İngiliz askeriyle laf dalaşına giriyor ve sonunda yumruğu yiyip yere seriliyor. Bloom başında durup kendine gelmesini bekliyor, polisleri de idare edip gönderdikten sonra o da kendi kriz noktasına ulaşıyor: bebekken ölen oğlu Rudy’nin hayaletini görüyor. Bu doruk noktasından sonra, son üç bölümde, karakterlerin geceyarısından sonra yorgun argın eve dönüşlerini görüyoruz.

16. Eumaios: Odysseus sonunda tek başına adasına, İthaka’ya dönmeyi başardığı zaman çoban Eumaios’un barakasında duraklıyor. Bloom ise Stephen’ı soluklanmak için bir arabacılar barakasına götürüyor. Bloom ve Stephen yorgun ve uykulular; bu yorgunluk, uzayan, bağlanmayan cümleler, lafların birbirine karışmasıyla bölümün stiline yansıyor. Bloom, Stephen’ı etkilemek için konuştukça konuşuyor; Stephen ise ters, kısa cevaplar veriyor. Barakada bir Odysseus/Parnell figürü daha var; yaşlı bir denizci (Murphy) gezi hikâyelerini anlatıyor. Gazetede o günkü cenazenin haberini ve Deasy’nin mektubunu görüyorlar. Bloom Stephen’ın yatacak yerinin olmadığını, saatlerdir yemek yemediğini anlıyor. Çıkıp yürürken Stephen’la biraz müzik muhabbeti yapıyorlar. Stephen çok eski, az bilinen bir Alman şarkısını söylemeye başlayınca, Bloom sesini çok beğeniyor, onu müzik dünyasına kazandırmak hayalleri kurmaya başlıyor.

17. İthaka: Bu bölüm, zamanın ders kitaplarının ve dinbilgisi metinlerinin soru-cevap formatında yazılmış; Bloom’un okuma ve popüler bilim merakının bir dökümünü içeriyor. Bloom, Stephen’ı eve davet ediyor; sabah evden çıkarken anahtarını unuttuğu için bahçe duvarından atlayarak kapıyı açıyor; mutfağa buyur edip kakao ikram ediyor. Ortak tanıdıklarından bahsediyorlar, Bloom Stephen’a sonradan İsrail milli marşı olacak bir Yahudi melodisini, Stephen Bloom’a eski antisemitik bir İrlanda baladını söylüyor. Bloom Stephen’a gecelemesini öneriyor ama Stephen reddediyor. Sonradan görüşmeye devam etmek için çeşitli planlar yapıyorlar. Yatağa girerek günün olaylarını düşünmeye başlıyor. Yeni bir ev ve imar hayalleri ve gelecekteki para endişeleriyle uyuklamaya başlıyor. Molly’nin sadakatsizliğini zihninde affediyor. Gün boyunca olanı Molly’ye anlatıyor ve kafasında bir kelime oyununu tekrarlarken uyuyakalıyor.

18. Penelopeia: Neredeyse tüm kitabı erkeklerin bakış açısıyla geçirdikten sonra, nihayet Molly’nin zihnindeyiz. Joyce saati belirsiz, sonsuz olarak vermiş. Sekiz cümleye ayrılmış 42 sayfa boyunca Molly’nin zihni, kadın zihninin akışkanlığı, kıvraklığı içinde noktalama olmadan akıp gidiyor. İlk cümlede Bloom’un yatarken son söylediği sözlerin sabah kahvaltısını iki yumurta yatakta istediğini söylemek olduğunu anlıyoruz – Bloom, terkettiği evlilik hayatına geri dönüyor olsa gerek. Molly, Bloom’un hallerini, Boylan’la ilk flörtlerini, Bloom’la ilk flört günlerini düşünüyor. İkinci cümlede düşünceleri Boylan’la ilk tanışmalarına, şarkıcılık kariyerine, Cebelitarık’a, Bloom’un trende çıkardığı ufak bir rezalete, Bloom’un okuması için verdiği Rabelais kitabına geçiyor.

Atatürk'ün Eğitim Hayatı ve Okuduğu Okulların Listesi Nelerdir?


Atatürk'ün Eğitim Hayatı ve Okuduğu Okullar

1887 yılında Şemsi Efendi Okulu'nda başlayan Mustafa Kemal Atatürk'ün eğitim hayatı 7 farklı kurum ile devam etmiş Harp Akademisi ile son bulmuştur.

Atatürk'ün Sırasıyla Gittiği Okulların Listesi

1- Mahalle Mektebi :


İlkokula Şemsi Efendi Okulu’nda başladığı bilinse de Atatürk aslında ilk olarak Mahalle Mektebi’ne gitmiştir. 1887 yılında okul çağına gelince Mustafa Kemal’in hangi okula gideceği hakkında annesi Zübeyde Hanım ve babası Ali Rıza Efendi arasında görüş ayrılığı ortaya çıktı. Annesi, Selanik’te bulunan Hafız Mehmet Efendi’nin mahalle mektebine gidip kuran eğitimi almasını, babası ise normal yöntemlerle eğitim veren bir ilkokula gitmesini istiyordu. Daha sonra Ali Rıza Efendi, karısının da gönlünü almak için Mustafa Kemal’i bir haftalığına Mahalle Mektebi’ne gönderdi, ardından çağdaş eğitim veren Şemsi Efendi İlkokulu’na kaydını aldırdı.

2- Şemsi Efendi İlkokulu :

Şemsi Efendi, yeni öğrencisi Mustafa’nın yetenekli ve üstün bir zekâya sahip olduğu için kendi okulunda olmasından çok memnundu. Mustafa Kemal Şemsi Efendi İlkokulu’nda okurken babası Ali Rıza Efendi vefat ettiği için annesi Zübeyde Hanım, üç çocuğu ile birlikte Selanik yakınlarındaki Lankaza’da subaşılık yapan kardeşi Hüseyin Efendi’nin yanına gitti. Küçük Mustafa’nın eğitimi çiftlik hayatının zorlukları nedeniyle kısa bir süreliğine sekteye uğradı. Daha sonra Mustafa, Selanik’teki halasının yanına döndü ve ilkokul eğitimini Şemsi Efendi İlkokulu’nda tamamladı.

Şemsi Efendi İlkokulu’nun devamı olan Şişli Terakki Lisesi hala Teşvikiye Akatlar’da eğitime devam etmektedir.

3- Selanik Mülkiye Rüştiyesi :

Mustafa Kemal, Şemsi Efendi İlkokulu’ndan mezun olduktan sonra ortaokul eğitimi için Selanik Mülkiye Rüştiyesi’ne devam etti. Fakat buradaki eğitimi çok uzun sürmedi. Arapça öğretmeni Kaymak Hafız’ın kendisine sopayla vurması üzerine 1894 yılının Temmuz ayında, 3. sınıfa geçmeden Selanik Mülkiye Rüştiyesi’nden ayrıldı ve Selanik Askeri Rüştiyesi’ne geçmeye karar verdi.

4- Selanik Askeri Rüştiyesi :

Çocukluğundan beri asker olmak isteyen Mustafa, aynı sokakta yaşadığı Binbaşı Kadri Bey’in oğlu Ahmet Bey’in her gün üniformasını giyerek askeri ortaokula gittiğini gördükçe asker olmaya daha da heveslendi. Bu aşamaya gelebilmek için gitmesi gereken tek yerin askeri ortaokul olduğunu anladı. Annesi Zübeyde Hanım ise, Mustafa’nın asker olmasını istemiyor ve oğluna engel olmaya çalışıyordu. Fakat Mustafa annesinden gizlice okulun sınavına girdi ve sınavı kazandı. Bunun üzerine 1893-1895 seneleri arasında Selanik Askeri Rüştiyesi’nde eğitim gördü. Mustafa Kemal, bu okulda bütün arkadaşlarıyla ve öğretmenleriyle ilişkilerini çok iyi tuttu ve okulunu çok sevdi. Zekâsı ve üstün yetenekleriyle arkadaşları arasında hemen fark edildi. Bir gün matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Efendi, genç Mustafa’nın sınıftaki diğer Mustafa’larla arasındaki farkı belirtmek için adının yanında Kemal ismini ekledi. Artık sadece Mustafa değil, Mustafa Kemal diye hitap edilecekti.

5- Manastır Askeri İdadisi :


Mustafa Kemal, Selanik Askeri İdadisi’ni başarıyla bitirdikten sonra lise eğitimi almak için Manastır Askeri İdadisi’nin sınavlarına girdi ve başarılı oldu. Böylece doğduğu ve büyüdüğü şehir olan Selanik’ten ilk defa ayrılmış oldu.

Mustafa Kemal’in Manastır Askeri İdadisi’ndeki birkaç öğretmeni, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyesi olan subaylardı. Bu durum da ordu içindeki olayların okulda da konuşulmasına sebep oluyordu. Mustafa Kemal de bu sayede memleket meseleleri hakkında bilgi sahibi oluyordu.

Manastır İdadisi’nde yatılı kalan Mustafa Kemal’in zorlu bir eğitim programı vardı. Bunun sebebi, okulun amacının harp okullarına öğrenci yetiştirmek olması ve okulun diğer askeri okullara göre daha üstün eğitim vermesiydi. Manastır Askeri İdadisi’nde başarılı bir öğrencilik dönemi geçiren Mustafa Kemal, matematik dersindeki başarısıyla öğretmenleri tarafından dikkat çekti. Tarihe olan yeteneğini keşfeden tarih öğretmeni Mehmet Tevfik Bilge sayesinde ise Türk tarihine olan ilgisi arttı. 1897 yılında, 2. sınıfta okurken Osmanlı-Yunan savaşı çıktı. Bu olay üzerine Mustafa Kemal’in söylediği “Gençlik hayatımın en heyecanlı günleriydi, yaşım küçük olmasına rağmen bu savaşa katılmayı çok istiyordum” sözleri, onun vatan için mücadele etme isteğini gösteriyordu. Manastır Askeri İdadisi’ni 1898 yılında başarıyla bitiren Mustafa Kemal, bu okulda Rumeli’nin çeşitli bölgelerinden gelen birçok öğrenciyle arkadaşlık kurdu. Bu arkadaşları seneler sonra onun silah arkadaşları olacaktı.

Manastır Askeri İdadisi günümüzde Makedonya’nın Manastır kentinde müze olarak kullanılmaktadır. Müzenin ikinci katında Mustafa Kemal Atatürk için ayrılan bir bölüm bulunmaktadır.

6- Harp Okulu :

Manastır Askeri İdadisi’nin ardından, Makedonya’dan İstanbul’a giden Mustafa Kemal, 13 Mart 1899 günü Harp Okulu’nun “piyade” bölümüne girdi. Bu okulu da 1902 yılında “Teğmen” rütbesiyle bitirdi. Ardından öğrenimine Harp Akademisi’nde devam etti. 1903 yılında Üsteğmen oldu.

Harp Okulu, günümüzde Kara Harp Okulu olarak eğitime devam etmektedir.

7- Harp Akademisi :

Mustafa Kemal, Teğmen rütbesiyle 10 Ocak 1902 günü Harp Akademisi’nde öğrenim görmeye başladı. İyi derecede dil bilen, iyi yetişmiş ve tecrübeli subaylar tarafından eğitilen Mustafa Kemal, bir yandan da devletin içinde bulunduğu durumu arkadaşlarına anlatmaya çalışıyordu. Kendini geliştirmek amacıyla boş vakitlerini kitap okuyarak değerlendiriyordu. Fransızcasını ilerletmek için ders alıyordu ve yurtdışındaki Fransızca gazeteler ile Jön Türk gazetelerini getirerek arkadaşlarına da okutuyordu. Harp Okulu’nda başladıkları el yazması gazete işini tekrar yapmaya karar verdiler ancak kısa süre sonra Mektepler Nazırı İsmail Paşa bu durumu öğrendi. Akademi Komutanı Ali Rıza Paşa, bir baskınla Mustafa Kemal ve arkadaşlarını yakaladı fakat düşünce özürlüğüne önem verdiği için sadece sözlü uyarıda bulundu. Harp Akademisi’ni zorlu koşullar altında 11 Ocak 1905’te “Kurmay Yüzbaşı” rütbesini alarak bitirdi. Daha sonra görev için Şam’daki 30. Süvari Alayı’na gönderildi. Harp Akademisi binası günümüzde Harp Akademileri Komutanlığı olarak kullanılmaktadır.

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...