27 Eylül 2020 Pazar

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Öğretici Metinler Günlük (Günce), Anı (Hatıra)

II. Ünite Öğretici Metinler

2. Günlük (Günce):

Bir kimsenin düzenli olarak, günlük olaylarla ilgili yorumlarını, bunlardan kaynaklanan o günkü anlayışlarını, düşüncelerini, üstüne tarih atarak kaleme aldığı kısa yazılara “günlük” veya “günce” denir. 

Günlükler ne gün yazıldığını belirtmek için tarih atılan, çoğu zaman her günün sonunda o gün olup bitenin sıcağı sıcağına anlatıldığı, olaylarla ilgili yorumlar, değerlendirmeler yapıldığı yazılardır. 

Günlükler her gün yazıldığı için kısadır. Bu yazılar yazarın yaşamından izler taşır. Bu bakımdan günlükler içten ve sevecendir. Günlüklerin anlatımı geliştirmede önemli bir yararı vardır. 

Özellikleri şunlardır: 
1-Günlükler kısa, içten ve sevecen yazılardır. 
2-Olayı yaşayan kişi tarafından yazılır. 
3-Yazar günlükleri kendisi için yazmıştır. 
4-Günlükler, tarih atıldığı için inandırıcı yazılardır. 
5-Günlüklerde gözlem ve kişisel dikkatin önemi büyüktür. 
6-Kısa yazılardır. 
7-Günlükler; roman, gezi yazısı, hatıra gibi metin türlerinde kullanılabilir. 

Günlük - Anı farkı: 

Anı ile günlük çoğu zaman karıştırılmaktadır. Günlük adından anlaşılacağı üzere yaşanırken, günü gününe yazılır. Anı ise aradan zaman geçtikten sonra yazılır. 

Örneğin kişi günlüklerinden yararlanarak ileride bir anı kitabı kaleme alabilir. Günlük yazarı sadece kendisini ya da kendisini merkeze alarak çevresindekileri anlattığı halde; anı yazarları başkalarını anlatabilir. 

3. Anı (Hatıra): 

Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede şahidi olduğu ya da duyduğu olayları edebî değer taşıyan bir dille anlattığı yazılara anı (hatırat) denir. 

Bir başka deyişle, özümüzde bir iz bıraktığı için unutulmayan ve anılmaya değer bulduğumuz olayları anlatan yazı türüdür. Edebiyat sahasının en yaygın türlerinden biridir. Bu türde verilen eserlerin çok değişik sahalarda oluşu, ona belli bir sınır çizme imkânını zorlaştırır. 

Anıların önde gelen özelliği, yazarının hayatının belli bir kesitini alması ve çok sonra yazıya dökülmesidir. İçlerinde anı türünün özelliği bulunabilecek seyahatname, sefaretname, muhtıra, tezkire, menkıbe, günlük, otobiyografi ve tarih türleri ile anı türünü karıştırmamak gerekir. Bu türlerin her birinin yazılış gayeleri ayrıdır. Ortak özellikleri ise yaşanmış olaylar üzerine kurulmuş olmalarıdır. Ancak bu özellik, onları birbirinin yerine koyma sebebi olamaz. Anıların, tarihî gerçeklerin açıklanması sırasında, önemli yardımları dokunur. 

Anı; tarih değilse de, tarihe yardımcıdır. Devirlerin özelliklerini anlatan anılar, o devrin tarihini yazacaklar için önemli birer belge niteliğindedir. Bundan ötürü, anı yazarı, anılarını yansıtırken tarihî gerçeklerin bozulmamasına çok dikkat etmelidir. 

Anı (Hatırat) ile günlük, en çok karıştırılan iki türdür. Bu iki türün en önemli ayrılığı günlüklerin yaşanırken, anıların ise hayatta ya da ömrün sonunda kaleme alınmalarıdır. Her ne sebeple kaleme alınırsa alınsın anı türünde dürüstlük, samimiyet ve sorumluluk duygusu ön plânda tutulmalıdır. 

Anı yazarken önce konu tespit edilmeli; sonra ya günü gününe tutulan notlar ya da hafızada saklanan olaylar zinciri, plâna göre düzenlenmelidir. Anı yazılırken süslü sanatlı bir anlatımdan kaçınmalı; açık, sade ve akıcı bir üslûp kullanılmalıdır. Duygu ve düşünceler, içtenlikle gerçeği yansıtmalıdır. 

Anılar, ya günü gününe tutulan notlar hâlinde ya da sonradan hatırlanmak suretiyle yazılır. 

Batı edebiyatında en ünlü anı yazarları; 
Sain-Simon (1675-1755) ve 
Rousseau (1712-1778)' dir. 

Batı edebiyatındaki ünlü anı yazarları ve eserleri şunlardır: 
Sain-Simon : "Hatıralar" 
Rousseau : "İtiraflar" 

Türk edebiyatındaki anı eserlerine örnekler ise şunlardır: 
Ziya Paşa : "Defter-i A'mâl" 
Muallim Naci : "Ömer'in Çocukluğu" 
Ahmet Rasim : "Falaka" ve "Muharrir, Şair, Edip" 
Halit Ziya UŞAKLIGİL :"Kırk Yıl" ve "Saray ve Ötesi" 
Hüseyin Cahit YALÇIN : "Edebî Hatıralar" 
Falih Rıfkı ATAY : "Çankaya" ve "Zeytindağı" 

Anılar, genellikle aşağıdaki nedenlerden dolayı yazılır: 
1- Geçmişi bir kez daha yaşamak ve yazma alışkanlığı kazanmak. 
2- Anıları unutulmaktan kurtarmak. 
3- Yok olup gitmesini göze alamadığımız bir gerçeğe kalıcılık kazandırmak. 
4- Anıyı oluşturan olayı, durumu, yerleri, kişileri söz konusu edip, başkalarının bilgisine, yararına sunmak. 
5- Kamuoyu önünde aklanmaya çalışmak, pişmanlığı dile getirip içini boşaltmak, günah çıkarmak. 
6- Gelecek kuşaklara geçmişten sonuçlar çıkarıp sunmak. 
7- Gerektiği zaman bir eleştiride bulunmak. 
8- İnsanoğlunun; yaşantılarını, deneyimlerini başkalarıyla paylaşmak gereğini duymak. 

Özellikleri: 
1- Anılar ilgi çekici, bilinir nitelikte olmalıdır. 
2- Anıların öğretici yanı vardır. 
3- Anlatıcı yazarın kendisidir. 
4- Yazar her türlü kaynaktan yararlanabilir. 
5- Objektif eserlerdir ve dönemle ilgili belge niteliği taşırlar. 

Anı – Otobiyografi farkı: 
Anılar üslup yönüyle otobiyografilere de benzer; ancak anı otobiyografi içinde sadece bir bölüm sayılabilir. Yani otobiyografiler anıya göre daha geniş ve daha uzun bir dönemi içine alır. 

Anı- Gezi Yazısı farkı: 
Anılar, üslup yönüyle gezi yazısına benzese de yazarın dış dünyadan çok kendisinden söz etmesiyle gezi yazısından ayrılır. Gezi yazılarında özne dış dünyadır. Anılarda ise özne kişinin kendisidir. Anılarda çevreye ait bilgiler gezi yazısı kadar ayrıntılı değildir.

26 Eylül 2020 Cumartesi

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Öğretici Metinler Mektup, Dilekçe

II. ÜNİTE ÖĞRETİCİ METİNLER 

1. MEKTUP 

Uzakta bulunan herhangi dosta, arkadaşa gönderilen ya da kamu kuruluşları arasında haberleşmeyi sağlayan bir yazı türüdür. 

Mektuplarda dilek ve arzu bildiren duygu ve düşüncelere yer verilir. Mektupta kullanılacak anlatım, bunu okuyacak kişinin kültür düzeyine göre ayarlanır. Arkadaşa yazılacak bir mektupta kullanılacak dil, büyüğe yazılacak mektuptaki dilden elbette farklı olmalıdır. 

Edebiyatımızda mektup türü, Tanzimat Edebiyatı döneminde gelişmeye başlar. Özellikle Abdülhak Hamit TARHAN ile Namık Kemal'in birbirlerine yazdıkları mektuplar, bu gelişmenin önemli ve tipik örnekleridir. Bilim, edebiyat ve siyaset adamlarının mektupları, ayrıca çağının özelliklerini yansıttığı için, birer "belge" niteliği de taşırlar. 

Mektuplar, dört grupta sınıflanmaktadır: 
1. Özel Mektuplar 
2. Edebî Mektuplar 
3. Resmî ve İş Mektupları 
4. Açık Mektuplar 

1. Özel Mektuplar :

Akraba ve dost gibi yakın çevredeki insanlara yazılan mektup çeşididir. Bu tür mektuplarda doğal ve samimi anlatım ön plândadır. Sanatçı ve edebiyatçıların, daha çok genel konular üzerinde yazdıkları özel mektuplara "edebî mektup" da denmektedir. 

Özel mektupları yazarken dikkat edilecek özellikler şunlardır: 

a. Mektup yazılacak kâğıt, şekil yönünden düzenli ve temiz olmalıdır. 
b. Mektup, mürekkepli ya da tükenmez siyah renkli kalemle yazılmalıdır. 
c. Mektubun sağ üst köşesine "tarih", yanına da yazıldığı "yerin adı" konmalıdır. 
d. Mektubu göndereceğimiz kişinin genel özelliklerine göre (yaşı, kültür düzeyi, yakınlık derecesi vb.) "hitap cümlesi" bulunmalıdır. 
e. Mektubun sağ alt köşesine "ad-soyad" yazılmalı ve "imza" atılmalıdır. 
f. Mektubun sol alt köşesine "adres" yazılmalıdır. 

2. Edebî Mektuplar: 

Edebî mektuplar; yazarları, içerikleri ve ifade şekilleri ile özel mektuplar içinde ayrı yer tutar ve ayrı şekilde ele alınırlar. Edebî mektuplarda, mektubun yazıldığı dönemin edebiyat ve düşünce olayları yer alır. Yazar, karşısındakine öğüt verir, yol gösterir. 

Eski dönemlerde, bu tür kişisel edebî mektuplar, "Mektûbât = Mektuplar" adı altında toplanır ve geniş kitlelerin de okuyabilmesi için yayımlanırdı. Düşünce ve edebiyat alanındaki görüşleri sergilemeleri bakımından mektupları yayımlanan yazar ve şairlerimizden bazıları şunlardır: Ali Şir Nevaî (XV. yy.) Kınalızade Ali (XVI. Yy.) Veysî (XVII. yy.) Ragıp Paşa (XVIII. yy.) Namık Kemal (XIX. yy.) Ahmet Hamdi Tanpınar (XX. yy.) 

NOT: Ayrıca mektup tarzında eleştiri, seyahatname, roman, hikâye, şiir gibi yazılı kompozisyon türlerinin (edebî türler) de yazıldığı görülmektedir. 

3. Resmî ve İş Mektupları: 

a. Resmî Mektuplar: Resmî dairelerin ve tüzel kişilik taşıyan kuruluşların birbirlerine yazdıkları resmî yazılarla; bunların, vatandaşların başvurularına verdikleri yazılı cevaplara denir. İş mektuplarına benzerler. Bu mektupların hitap başlığı, yazılan dairenin ya da tüzel kişilik sahibi kuruluşun kanun ve tüzüklerdeki tam adıdır. 

Bu mektuplarda tarih ile birlikte mektubun sıra numarası ve konusu belirtilir. Mektup, cevap mahiyetinde ise "ilgi" hanesine cevabı olduğu mektubun sayı ve tarihi, "konu" hanesine de kısaca amaç yazılır. Bu yapıldıktan sonra iki ya da üç satır aralığı bırakılarak mektup yazılır. 

Resmî mektuplarda açık, kesin, anlaşılır bir dil kullanılır. Mektubun sonu, alt makama yazılıyorsa "... rica ederim.", üst makama yazılıyorsa "... arz ederim." şeklinde biter. Mektup metninin sağ altında ise mektubu yazanın makamı, adı ve soyadı ile imzası bulunur. 

b. İş Mektupları: Özel kişilerle iş kurumları ve iş kurumlarının kendi arasında, işle ilgili olarak yazılan mektuplara denir. Bu mektuplarda konusu ne olursa olsun bir iş ya da hizmet söz konusudur. Bu bir sipariş, satış, şikâyet, borç alıp verme isteği, tavsiye ya da bilgi isteme olabilir. 

İş mektuplarını, konularına göre altı başlık altında inceleyebiliriz: 

1- Sipariş mektupları 
2- Satış mektupları 
3- Şikâyet mektupları 
4- Alacak mektupları 
5- Tavsiye mektupları 
6- Başvuru mektupları vb. 

İş mektuplarına, kendisine mektup yazılan kişi ya da kurumun ad ve adresi ile başlanır. Kâğıdın sağ tarafına tarih yazılır. Adres ve tarihten sonra uygun bir aralık bırakılır, paragraf yapılarak doğrudan istek yazılır. Son bölüme saygı ifade eden bir söz eklenerek mektup bitirilir. 

Mektup metninin sağ altında mektubu yazanın adı ve soyadı ile imzası yer alır. İş mektuplarında şekil birliğini sağlamak için, son zamanlarda satır başı yapılmamakta, satır başları, satır aralıkları daha da açılarak gösterilmektedir. Böylece yazı, sol ve sağ yanlardan bir blok hâlinde ve aynı ölçüler içinde kalmaktadır. 

Resmî ve iş mektuplarında dikkat edilecek özellikler şunlardır: 
Mektup yazılacak kâğıt şekil yönünden düzenli ve temiz olmalıdır. 
Bu tür mektuplar, mümkünse daktilo ya da bilgisayarla yazılmalıdır. 
Mümkün değilse, özel mektuplarda olduğu gibi siyah mürekkep ya da tükenmez kalemle yazılmalıdır. 
Resmî mektuplarda yazının çıktığı kurumun adı, kâğıdın üstüne ortalanarak büyük harflerle yazılmalıdır. 
Kâğıdın sağ üst köşesine tarih yazılmalıdır. 
Mektubun gideceği makamın adı ve yeri ise kâğıdın orta üst yerine ortalanarak yazılmalıdır. 
Yazı metnine başlamadan hangi tarih ve sayılı yazının cevabı olduğu yazılmalıdır. 
Mektubun giriş paragrafında sorun ya da konu kısaca belirtilmelidir. 
Gelişme paragraflarında ise konu ve sorun açılmalıdır. 
Sonuçta ise, arz / rica ifadelerine yer verilmelidir. 

4. Açık Mektup: Her hangi bir düşünceyi, görüşü açıklamak, bir tezi savunmak için bir devlet yetkilisine ya da halka hitaben, bir kişi ya da kurum tarafından yazılan, gazete, dergi aracılığı ile yayımlanan mektuplardır. Açık mektuplarda sadece yazanı değil, geniş kitleleri ilgilendiren önemli konular ele alınır. Açık mektubun türü; makale, fıkra, inceleme yazılarından birine uygun olabilir. Açık mektup örneklerine zaman zaman gazete ve sanat dergilerinde rastlanmaktadır. 

NOT: ” Halide Edip; Handan Hüseyin Rahmi; Sevda Peşinde Reşat Nuri; Bir Kadın Düşmanı Yakup Kadri; Bir Serencam” adlı eserler mektup tarzında yazılmıştır. 

DİLEKÇE 

Dilekçeler bir iş mektubu olarak da kabul edilebilir. Bir dileği, isteği, ihbar ve şikâyeti bildirmek üzere ya da her hangi bir konuda soru sormak için resmî, özel kurum ve kuruluşlara, gerçek ya da tüzel kişilere yazılan imzalı ve adresli bir çeşit iş mektubudur. 

Dilekçeler genellikle çizgisiz ve beyaz dosya kâğıdına dolma kalemle ya da daktilo / bilgisayarla yazılır. Kâğıdın üstünde üç, solunda üç, sağında bir santimetre boşluk bırakılır. Dilekçeler, ana hatlarıyla dört kısımdan ibarettir: 

Hitap: Dilekçeye gönderilen makamın adı ve yeri yazılarak başlanır. Hitaptaki kelimelerin tamamı ya da ilk harfleri büyük yazılır. 

Dilekçe Metni: İş mektuplarında olduğu gibi dilekçelerde de anlatılmak istenen ifadenin açık, anlaşılır, kesin, net ve öz olması gerekir. Yanlış anlaşılmalara meydan verilmemelidir. İfadeler bitirildikten sonra dilekçe, "... arz ederim" cümlesi ile bitirilmelidir. 

Tarih ve İmza: İmzasız dilekçeler dikkate alınmadığı için dilekçe metninin biraz altında kâğıdın sağ alt tarafında tarih ve imzanın mutlaka bulunması gerekir. Tarih kısmı, kâğıdın sağ üst köşesinde de bulunabilir. 

Gönderenin Adresi: Adres; tarih ve imza kısmından biraz aşağıda kâğıdın sol alt kısmına yazılmalıdır. Adresin ilk satırında ad ve soyad, ikinci satırında cadde, sokak ve apartman numarası yer alır. Üçüncü satırda ise ilçe ve ilin adı bulunur. 

Dilekçeye eklenmiş belge var ise adres kısmının altına EK ya da EKLER başlığı açılır ve belgelerin adları yazılır. 

NOT: Özel mektup, iş mektubu ve dilekçede dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır; Ayrıca akıcılık, duruluk, yalınlık bakımından açık bir anlatım özelliği taşır.

11. Sınıf Dil Anlatım Ders Notları - I. Ünite Metinlerin Sınıflandırılması, Öğretici ve Sanatsal Metinler, Mektup, Günlük, Anı, Biyografi, Gezi Yazısı, Sohbet, Fıkra, Deneme, Eleştiri, Tiyatro, Masal, Roman

I. ÜNİTE

METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI

Bilgi alanının genişlemesiyle birlikte bilimde sınıflandırmaya ihtiyaç duyulmuştur. Bu sınıflandırmayla konuların birbirine bağlanması ve anlaşılması kolaylaştırılmıştır.

Edebiyatta gerçeklik: Somut olarak var olan bir durumun hiçbir müdahaleye uğramadan ifade edilmesidir.

Kurmaca: Bu ifadeye duygu ve hayallerin katılmasıdır.

NOT: Dil günlük hayatta göndergesel işlevde kullanılır. 

Öğretici ve sanatsal metinler:

1- Öğretici metinlerde amaç, okuyucuya bilgi vermektir.

2- Sanatsal metinlerde amaç, yazarın okuyucuya kendi dünyasını yansıtmak
istemesidir.

3- Öğretici metinlerde üslup kaygısı ön planda değildir.

4- Sanatsal metinlerde üslup ön plandadır.

5- Öğretici metinlerde dil göndergesel işlevde kullanılır.

6- Öğretici metinlerde kelimeler gerçeklik anlamında kullanılmıştır.

7- Sanatsal metinlerde ise kelimeler daha çok yan ve mecaz anlamlarında kullanılır. 

NOT: Edebi metinlerde dil şiirsel işlevde kullanılır.

Anlatmaya ve göstermeye bağlı metinlerin ortak yönleri:

1- Metinlerin yapısının zaman, mekân, olay örgüsü ve kişiler unsurları üzerine kurulması

2- Hem anlatmaya hem de göstermeye bağlı metinlerin birer edebi metin olması.

METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI

1. Sözlü anlatım:

* Konferans

* Açık oturum

* Sempozyum

* Forum

* Münazara

2. Yazılı anlatım: 

A) Öğretici metinler:

* Mektup

* Günlük

* Anı

* Biyografi

* Gezi yazısı

* Sohbet

* Fıkra 

* Deneme

* Eleştiri

B) Sanatsal metinler:

* Göstermeye bağlı metinler (tiyatro)

* Anlatmaya bağlı metinler (fabl, masal, roman, hikâye)

Metinler gruplandırılırken;

* Gerçeklikle ilişkilerine,

* Kullanılan dilin işlevine,

* Yazılış amacına,

* Kullanılan anlatım türüne bakılır.

Öğretici metinlerin özellikleri:

* Dilin daha çok göndergesel işlevde kullanılması

* Hikâye öğelerine yer verilmesi

* Kaynağını gerçek dünyadan alması

* Anlatımın akıcı, duru, açık ve yalın olması

* Kelimelerin gerçek anlamda kullanılması

* Ağırlıklı olarak öyküleyici ve betimleyici anlatım türünün kullanılması.

* Amacının bilgi vermek olması.

Göstermeye bağlı metinlerin özellikleri:

* Genellikle sahnede sergilenmek üzere yazılması

* Amacının okuyanlara bilgi vermek olması

* Monologlardan ve diyaloglardan oluşması

* Kahramanlarının karakterlerinin parantez içinde verilen açıklamalar ile belirtilmesi

19 Eylül 2020 Cumartesi

Dilin Kadar Varsın - Adamın birinin babadan yadigâr antik ipek bir halısı varmış.

Dilin Kadar Varsın

Adamın birinin babadan yadigâr antik ipek bir halısı varmış. Satmaya karar vermiş. Ona göstermiş buna göstermiş, ama kimse talip olmamış. Sonunda zengin birini bulmuş ve ona götürmüş.

Zengin halıya bir bakmış ve sormuş, kaç para? Adam cevap vermiş 100 altın. Zengin tereddüt etmeden tamam demiş ve çıkartıp 100 altın vermiş.

Adam sevinmiş. O sırada zengin sormuş bu halının kaç para ettiğini biliyor musun? 

Adam cevap vermiş hayır bayım. Zengin devam etmiş en az 3000 altın eder. 

Adam susmuş. Zengin sormuş, niye 100 altına verdin? 

Adam biraz düşünmüş ve cevap vermiş, bayım bağışlayın ama benim bildiğim en büyük rakam 100!

Şimdi aklıma Ludwig Wittgenstein geldi “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” 

Dilin anlam zenginliği ve anlam derinliği gelişmedikçe o dil ile yapılan iş sayısı sınırlı kalacaktır.

Konuşma dili 150-200 kelime/dakika ve okuma dili 200-250 kelime/ dakika iken, düşünme dili 1300-1800 kelime/dakika düzeyindedir. 

Bu yüzden yeterince sözcük, anlam, kavram ve düşünsel bağlantıya sahip olmayan zihin kısır döngüde çıkmazları yaşayacaktır.

Bu durumda, 200 kelime ile düşünen, 2000 kelime ile düşüneni anlamayacaktır.

Yazımı şöyle bitirmek isterim: 

“Dilin kadar varsın.”

Anooshirvan Miandji

Chivas Regal Etkisi - Pahalı Ürün Kaliteli Midir?


Bir Ürünün Pahalı Olmasına Bakarak İyi Olduğunu Düşünmek: Chivas Regal Etkisi

Ünlü viski markası Chivas Regal ile ekonomi literatürüne kazandırılan bu kavrama yakından bakalım. 

Chivas Regal etkisi kavramının en kısa özeti; "bir ürün ya da mal pahalıysa iyidir" algısıdır. yani chivas regal etkisi, bir ürünün fiyatında artış ve ürünün kalitesinde bir değişiklik olmadan satışların artması durumunda kullanılan bir terimdir.

Şimdi hikayeye göre; Chivas Regal marka viskiler ilk çıktığı zamanlarda beklediği satışı yapamamış. Pazar payı kazanmaya çalışıyor olsa da istenilenin çok altında bir satış oranı varmış. Daha sonra bu Chivas kardeşler, ürünlerinde hiçbir değişiklik yapmadan ürünlerinin fiyatını iki katına çıkarmış ve beklenmedik şekilde ürünlerinin satışları patlamıştır. Bu günümüze dek böyle sürmüştür. 

Bunun sebebi için iki farklı görüş ortaya atılmıştır. 

Birincisi; gerçekten lezzetli ve kaliteli viskilerinin olduğu ve bu yolla tesadüfen bunun farkına varılmasıyla satışlarının patlama yapmasıdır. 

İkincisi ise; viski hakkında hiçbir fikri olmayan veya çok fazla bilgisi olmayan insanların "pahalıysa iyidir aga" ya da "pahalı olsun yoksa elalem ne der" mantığıyla alıp alıştıktan sonra sürekli chivas almasıdır. 

Bu stratejiden sonra yeni bir pazarlama taktiği ortaya çıkmış buna da Chivas Regal etkisi denilmiştir. Bu süreçten sonra da birçok firma bunu uygulamaya başlamıştır.

Mesela, öncelerde ürün fiyatları, coca cola'nın ürünlerinin yarısı kadar fiyata sahip olan pepsi firması da fiyatlarını coca cola ile hemen hemen denk seviyeye çekmiş ve yapılan bu taktik ile pepsi'nin de kolalarının satışları artmıştır.

Başka bir örneği de eğitim alanındadır. Birçok özel üniversite ve okullar bu taktik ile ilerlemektedir günümüzde. Ana-babalar, yıllık ücreti 30 bin tl olan A okulu ile 50 bin tl olan B okulu arasında seçim yapmak zorunda kaldığında sırf ücretinden dolayı B okulunun daha iyi olduğunu düşünür ve çocuklarını oraya yazdırmak isterler. Tabii ki nitelik-nicelik ilişkisi, belli alanlarda kalite farkları olsa da makro ölçekte durum böyle.

Geçen yıllarda yapılan bir araştırmada, tüketicilerin fiyat bazında bazı değer yargıları yaptığını göstermiştir. Araştırmacılar, katılımcıların pahalı bir ürünün daha kaliteli olduğunu belirttiğini ve birçok farklı ürünün olduğu oylamada hep daha pahalı olana daha yüksek puan verdiklerini tespit etmişler.

Bunu her alanda görmek mümkün. Herhangi bir alanda piyasaya yeni çıkan bir ürün olduğunda fiyatı, yıllardır piyasada olan kalitesini kanıtlamış bir ürünle kalitesine bakılmaksızın hemen hemen aynı fiyatta oluyor.

Genel olarak bakıldığında chivas regal etkisi, kişinin o ürün hakkında bilgisi olmadığı zamanlarda yarar. Az buçuk piyasa araştırması yaparak birçok konuda fikir sahibi olunabilir. Bu yüzden uzun süre kullanımlı ürünlerde her zaman piyasa araştırması yapmak, fiyat karşılaştırmaları yapmak olası bir kazığı yememek için önemlidir.

Bir Babanın, Çalışmak veya Zeki Olmak Konusunda İki Çocuğuna Bakarak Yaptığı Tespitler - Çok çalışmak mı, doğuştan zeki olmak mı?


Bir Babanın, Çalışmak veya Zeki Olmak Konusunda İki Çocuğuna Bakarak Yaptığı Tespitler

Çok çalışmak mı, doğuştan zeki olmak mı? 

İki çocuk babası bir Ekşi Sözlük yazarı, kendi çocukları üzerinden bu ayrımın cevabını aramış...

Bebekliklerinden bu yana hayatlarına dair tüm detayları neredeyse bildiğim iki çocuğumla alakalı düşündüğüm şeyleri belki de ilk defa dile getirmeme vesile olacak sanırım ekşi sözlük'teki "doğuştan zeki olmak veya çok çalışmak" başlığı...

Büyük oğlum hep kolay algılayan, henüz küçücükken bile sayısal zekasıyla beni kendisine hayran bırakan bir çocuktu.

Zeki olduğunun farkında olmanın verdiği öz güvenden midir bilmiyorum, çalışmayı hiç sevmedi. 18 yıllık hayatında birçok şeye heveslenip hiçbirinde sebat edemedi. basketi tam güzel bi noktaya getirmişken bıraktı, gitara heves etti iki ders sonra "elektro olsa sıkılmazdım" demeye çoktan başlamıştı. Bass gitar da deneyip, gitar faslını "müzik yeteneği olmadığı" noktasına varmak suretiyle kapattı. İlköğretimde güzel bir ingilizce eğitimi almış olmasına rağmen, hiç öyle bir eğitim almamış çocuktan çok farklı bir noktaya maalesef ulaşamadı. Sadece sınavlarda kendisine yetecek kadarıyla yetindi. Bilgisayar oyunları ve PS'dan arta kalan zamanlarında çalışarak prestijli bir devlet lisesini kazandı ve bu sene yine aynı şekilde çalışarak üniversite sınavına girecek, muhtemelen yine beni şaşırtacak bir sınav sonucu alacaktır. Ama bir şey hep eksik ve o eksikliğin sebebi, "ben onu zaten hallederim" diye düşünerek her şeyi mütemadiyen ötelemesinden kaynaklanıyor.

Abisiyle aralarında bir yaş bulunan küçük oğlumun çok geç konuşması, "acaba" demelere başlamama sebep olan ilk şeydi.

Okula başladığındaysa abisinde hiç rastlamadığım şeylerle karşılaştım. Çok zor algılıyordu, "işte şimdi oldu" diyebilmek için, bir şeyi tekrar tekrar anlatmam gerekiyordu ama neyse ki ben pes etsem bile o asla pes etmiyor, tam anlamıyla öğrendiğini düşünmeden o sayfayı asla kapatmıyordu. 1. ve 2. sınıfta bir de böbreklerinde yaşadığı bir problemin nüksetmesinden kaynaklı yoğun kortizon tedavisi de eklenince ağır aksak ilerleyen bir öğrencilik hayatı geçirdi. Ama bu süreçte de abisiyle birlikte basketbol antrenmanlarına hiç aksatmaksızın devam etti. Bebekliğinden beri yoğun kortizona maruz kalmış olmasından dolayı aldığı aşırı kilolardan dolayı, bulunduğu grubun hayli gerisinde olup zaman zaman alay konusu da olmasına rağmen, bu alanda kendisine oranla oldukça yetenekli olan abisi, "ben artık gitmeyeceğim" dese de o hep devam etti antrenmanlara. Yıllar geçtikçe okuldaki derslerde başarısı hızlı bir ivme gösterdi. Her geçen gün daha iyi bir noktaya geldi. Tabi tüm bu anlattığım sürece şimdi keyifle ara ara açıp okuduğumuz günlüğünü, iki eli kanda da olsa yazdıran ve yine her gün bir kitap okuyup, okuduğu kitabın özetini çıkarmasını isteyen ilkokul öğretmeninin katkısı da yadsınamaz. Yine aynı öğretmenin yönlendirmeleriyle çok yetenekli görünmese de resim ve keman konusunda da güzel şeyler başardı. İngilizcesini, okulda öğrendiğine sürekli bir şeyler katarak çok ilerletip, kendi yaşıtlarının Türkçe konuşmakta zorlanacağı birçok konuya dair İngilizce tartışmalara katıldı. Tüm bunları yaparken hep çok çalıştı ve hep en iyisi olmayı hedef seçti kendine. Hiçbir diyetisyen yardımı almadan çocukluğu boyunca aldığı tüm kilolardan kendi iradesiyle henüz 13 yaşında bir çocukken kurtuldu. Kendi doktorunun dahi, "ilaçlarını düzenli kullanmıyor mu yoksa?" diye sormasına sebep olacak kadar dikkatli geçirdi bundan sonraki tedavi süreçlerini, ilaçlardan kaynaklı yan etkilerin neredeyse hiçbirini gözlemlemeden tamamladık.

Biri çok zeki diğeri çok çalışan iki çocuğumla ilgili öngörüm şu; çok zeki olduğunu düşündüğüm kendisinin de buna inancı tam olan oğlum, hayatında karşısına çıkan olumsuzluklarda çok çabuk pes edecek ya da farklı bir alana yönlenecek. Çok çalışan, çalışmasa başaramayacağını bilen oğlum ise, çalışarak her tuttuğunu koparacak ve yanında duran kimseye ihtiyaç duymadan ayakları üzerinde duracak.

"Benim özel bir yeteneğim yok, yalnızca tutku derecesinde meraklıyım." - Albert Einstein

Kastamonu'lu İhtiyar Bir Babanın Üçüncü Oğlu - Sakarya - Alptekin Müderrisoğlu


ALPTEKİN MÜDERRİSOĞLU'NUN SAKARYA İSİMLİ KİTABINDAN 

Üçüncü Oğul

Salona eli bağlı üç kişi getirildi,sanık sırasına oturtuldular.

Mahkeme başkanıSaruhan milletvekili Mustafa Necati sanıklardan en yaşlısı olan ihtiyar köylüye sordu. 

"Baba adın ne?"

Dinleyicilerde bir ferahlama görüldü. Demek bu ihtiyarın suçu ötekilerden daha hafifti. Bu yüzden ilk yargılanıyordu. İhtiyar adam ayağa kalktı. 

"Hüsnü"
"Baba adı"
"Ramazan"
"Nerelisin?"
"İnebolunun Çatal bucağından"
"Baba sen askerden kaçan oğlunu evinde saklamış, bir asker kaçağına yataklık etmişsin"
"Tövbe de reis bey"
"Ben tövbe dedim, sen ne dersin?" 

İhtiyar köylü başkanın üstelemesinden sıkılmıştı. Elini koynuna sokup yıpranmış, buruşuk iki tomar kağıt çıkardı kürsüye doğru salladı: 

"Reis Bey, Reis Bey!.. Şu kafa kağıtlarının içini okusan bana dediğinden utanırsın!.." 

"Neden?"

"Bu kağıtlar Balkan Harbin'de ve Çanakkale'de şehit düşen oğullarımın nufus kağıtlarıdır. İki aslanını millet için şehit veren baba, üçüncü oğlunu bu ölüm dirim savaşında bir kahbe gibi gizlemez Reis Bey!"

Salonda çıt yoktu. Mahkeme üyeleri birbirlerinin yüzüne baktılar. Şaşkındılar. İhtiyar birden yamalı mintanını yırttı. Çıplak, ak kıllı göğsü dışarı fırladı.

"Hele gel Reis Bey, yakın gelde şu kalbura dönmüş göğsüme bak! Bu gördüğün yaraları Makedonyada Bulgar çeteleri ile döğüşürken aldım. Sekiz yıl askerliğim var benim. Kurşun yarasına yara demem. Şehit arslanlarımın yarasıdır bağrımı delen. Benim oğlum askerden kaçsa bile ben saklamam. Bunu böyle bil!"

Mustafa Necati Bey sıkıntısını gizleyemeyerek sordu:

"Peki baba. Oğlunu en son ne zaman, nerede gördün?"
"Enson ilk kar düştüğünde gördüm. Aha şurada, Kastamonu askerlik şubesinin önünde. Ankara'ya selametlerken..."
"Sonra hiç haber almadın mı?"

İhtiyar duraladı. Bu soruyu beklemediği belliydi. Kuşkulu gözlerle dinleyicilerden yana baktı.Orada birilerinden, birilerinin bir şeyler söylemesinden korkuyordu sanki. Kararsızdı. Bir süre sağına soluna baktı. Sonra tükenmiş bir sesle başkana döndü:

"Diyecem diyecem, emme o itin ipini de ben çekecem"

Başkan gün görmüş geçirmiş bir tavırla sordu:

"Anlat bakalım baba"
"Askerin bazısı Halifecilere kanmış, başıbozuk olmuş dediler. Askerden kaçanları ortalıkta görmüyorduk, emme kulağımıza geliyordu. Kaçaklar yakalanırım korkusuna evine ocağına gelmezmiş. Kimi dağa çıkıp eşkiyalık edermiş. Kimi de bir kıyıya siner mektup yazıp evden para istermiş. Bir ay önce bana da bir mektup geldi. Muhtar getirdi. Hah dedim, oğlan askerden kaçtı para ister. Benim okumam yazmam yok. Utancımdan kimseye okutamadım. Muhtar her önüne gelene demiş bana mektup geldiğini. Ele güne bakamaz oldum. Dünyaya kahrettim eve kapandım."

İhtiyar eğildi bağlı elleriyle yün çorabının arasından katlanmış bir kağıt çıkardı.

"Aha mektup bu!.. Alın okuyun. Nerdeyim diyorsa gidin yakalayın. Asarken de ipini bana çektirin."

Mahkeme başkanı Mustafa Necati kağıdı açtı, okudu. Birden yerinden fırladı, ağlayarak kürsüden indi. İhtiyarın önüne geldi. Boğuk sesiyle hıçkırdı:

"Baba bizi bağışla. Küçük oğlun da İnönü'de şehit düşmüş. Sana gelen mektup askerlik şubesinin şehitlik ilmuhaberiymiş.

İhtiyar elini öpmek isteyen Mustafa Necati Beyi durdurdu:

"VATAN SAĞ OLSUN!..SİZ ASLANLARIM SAĞ OLUN!...

İhtiyar sessizce ağlamaya başladı. Çıplak ak kıllı göğsü körük gibi inip kalkıyor, kırışık yanaklarından süzülen gözyaşları sakallarının içinde kayboluyordu.

Vatan hainliği suçlamasından kurtulduğuna mı ağlıyordu, son oğlunu da yitirdiğine mi? Kimse anlayamadı...

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...