11 Ekim 2020 Pazar

Otuz Milyon Kelime (Dana Suskind, Beth Suskind) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Otuz Milyon Kelime

Kitabın Yazarı : Dana Suskind, Beth Suskind

Kitap Hakkında Bilgi :

Arka Kapak Yazısı (Tanıtım Bülteninden)

“Benim yıllardır yazı ve konuşmalarımda anlattığım ama her seferinde anlatmakta yetersiz kaldığım bir mevzudur Otuz Milyon Kelime farkı. Artık içim rahat. Çocukların ilk 36 aylık gelişimi neden bu kadar önemli diye soranlara, bazı çocuklar okula geldiklerinde maça neden bir sıfır geride başlıyor diye soranlara verecek bir yanıtım var artık: Bu kitabı okuyun!”
Selçuk R. ŞİRİN-

“Çocuk muhteşem bir potansiyelle doğar. İçine doğduğu aile onu ya geliştirir ya da farkına varmadan kalıplar. Çocuğunu bilinçli olarak geliştirmek isteyen anne babalara Otuz Milyon Kelime kitabı, bilimsel çalışmalar sonucunda oluşturulmuş ve kendini kanıtlamış bir yöntem sunuyor. Bu kitabı okumalarını ve çocuklarıyla konuşma ile kitap okuma zamanlarını anne ve babaların birlikte oluşturmalarını içtenlikle öneririm. Çocuğunun geleceğini önemseyen anne ve babalar bu kitabı okuyunca çocuğun geleceğine gerçek yatırımın üç yaşına kadar nasıl yapılabileceğini öğrenecekler. Bu kitabın Türkiye’de yayınlanmasına vesile olan ve emeği geçen herkese çocuklarımız adına teşekkür ediyorum.”
Doğan CÜCELOĞLU

“Üniversite öğrencilerine yaptığınız bir eğitim yatırımını 1,4 oranında geri alıyorsunuz. İlköğretim öğrencilerine yaptığınız yatırımı ise 7 katı ile geri alıyorsunuz. Çocuk eğitimi üzerine yapılan her çalışma çok değerli bu ülkede. Bu yüzden Buzdağı Yayınevi’ni Elma Yayınevi’nin kurucusu sıfatıyla tebrik ediyorum; ülkemize değer katma çabasında oldukları için. Geleceğin bir Aziz SANCAR’ına, bir Hayrettin KARACA’sına, bir Nâzım HİKMET’ine, bir Mehmet Âkif ERSOY’una vesile olmalarını diliyorum. Bir yazar olarak da ülkede kitap basma cesaretine sahip böyle ilkeli insanların artmasını umuyorum.”
Ahmet Şerif İZGÖREN

"Çocuğa erişecek yegâne araç iletişimdir. Ebeveynler her şeyden önce iletişim becerisini artırmalıdır. Doğru kelimelerle kurulan iletişim kişilik gelişimini destekler. Yanlış seçilen kelimeler ise çocuğun duygu dünyasına zarar verir. Buzdağı Yayınevi’nin Türkçeye kazandırdığı Otuz Milyon Kelime işte bu gerçeği ortaya koyan önemli bir çalışma. Dr. Dana SUSKIND bilimsel gerçeklerle kelimelerin gücünü, sevginin iyi edici yanını ele almış. Çocuğa değer veren her yetişkinin kütüphanesinde yerini alması gereken bir eser."
Pedagog Adem GÜNEŞ

Kitabın Özeti :

Amerikalı yazar Dana Suskind’in kaleme aldığı, iki yıl önce dilimize çevrilen Otuz Milyon Kelime kitabı konuyla ilgilenenler tarafından oldukça ilgi gördü. İki yıl içinde dokuz baskı yaptı. Hala okunuyor olmasına ve kapak arkasındaki tavsiye metinlerinde ismi yer alan ünlü psikologlara bakılırsa daha da ilgi görecek gibi duruyor.

Kitap genel olarak, bir beyin cerrahı olan yazarın işitme sorunlarının çözümüne yönelmesiyle birlikte fark ettiği ve üzerine bizzat yönettiği yahut eşlik ettiği çeşitli araştırmalardan bahsettiği “iletişim” problemini ele alıyor.

Kitabın neden bahsettiğinden habersiz bir şekilde, sadece içeriğini merak ederek satın aldım. Tamamında çocuklarla iletişimin önemine değindiği göz önüne alındığında kitabın bilinçli ebeveynlere çok fazla yeni bir şey söylemediğini belirtmeliyim. Bilinçli bir ebeveyn bu kitabı okuduğunda, hali hazırda mevcut olan bilgileri sadece bazı araştırmalar ve birtakım spesifik bilgilerle desteklenecektir. Onun dışında gerçekten yeni ve inanılmaz denilebilecek bir bilgi vermediğini söyleyebiliriz.

Ayrıca kitap boyunca akademik bir dil kullanılması, bilimsel araştırmalara detaylarıyla yer verilmesi, çok fazla pratik örnek içermemesi ve üstüne çevirinin çok başarılı olmaması da eklenince kitabın ilerlemesi biraz güçleşebiliyor.

Kitabın ismini duyup merak edenler, okumayı düşünenler varsa diye kısa bir özet yapmaya çalışacağım. Böylelikle kitabı okumanıza gerek kalmadan, -genel hatlarıyla- muhtevasına hakim olabileceğinizi düşünüyorum.

Dana Suskind bir beyin cerrahı fakat mesleğini yapmıyor. İşitme engelli çocukların işitme seviyesine ciddi anlamda katkı sağlayan bir cihazla ilgili çalışmalar yapıyor. Özellikle bebeklik döneminde kendisine getirilen işitme engelli hastalarda kayda değer oranda bir iyileşme söz konusu oluyor. Doktor Suskind bu işi yaparken başka bir şey fark ediyor. İki ayrı hastası var. İkisi de bebekler. İkisine de aynı cihaz takılıyor. Yıllar içinde iki hastayı da gözlemliyor. Birinde ciddi bir ilerleme kaydedilirken, diğeri neredeyse konuşulanları anlamıyor bile. İki çocuğun ortamına, aile çevresine baktığında işitmesinde iyileşme olup diğer insanlar seviyesinde anlayıp okuyabilen çocuğun ailesinin çocukla olan iletişiminin daha kuvvetli ve yoğun olduğunu görüyor. Bunun üzerine iletişim konusuna yoğunlaşıyor.

Çeşitli araştırmalar yapıyor. Bu araştırmalardan birinde ileri, orta ve düşük gelir düzeyine sahip 40 kadar ailenin çocukları üç yaşına kadar ev ortamlarında gözlemleniyorlar. Evde konuşulan her şey kaydediliyor ve analiz ediliyor. Araştırma sonucunda sosyoekonomik düzeyi yüksek ailelerle düşük olan aileler arasında üç yıl içinde çocukların duyduğu kelime sayısının farkı otuz milyon kelime çıkıyor. Yani gelir seviyesi yüksek-dolayısıyla eğitimli- ailelerin çocukları üç yaşına gelene kadar diğerlerine kıyasla otuz milyon daha fazla kelime işitiyorlar. Bu da onların hem anlama becerilerini hem de akademik başarılarını etkiliyor.



Sosyoekonomik düzeyi düşük ailelerde duyulan konuşmalar genelde “resmi konuşmalar” oluyor. Diğer aileler de ise “ekstra konuşmalar” dikkat çekiyor. Bu ikisinin ne olduğunun anlaşılması için birkaç örnek cümle yazabiliriz: resmi konuşma: “eğil” , “ayakkabılarını giy” , “akşam yemeğini bitir”. Ekstra konuşma: “ne büyük bir ağaç!” , “bu dondurma nefis!”, “haniymiş annesinin koca bebeği”

Resmi konuşmalar günlük hayatta gerekli olan konuşmalar. Fakat çocukla iletişim kurabilmek için çok daha fazla ekstra konuşmaya ihtiyaç var. Bu örnek cümleleri okuduğumda aklıma, çocuğuna “okul nasıldı” diye sorup cevap alamadığında kızan ebeveynler geldi. Halbuki bu soru ucu açık bir soru değildir. İyi ya da kötü olarak cevaplandırılır ve biter. Yazar aynı şekilde cevabı evet veya hayır olan soruların da iletişimde etkili olmadığını söylüyor.

Yazar, nöroplastisiteden bahsediyor. Yani beynin sabit olmadığı, geliştirilebilirliği. Eskiden bireylerin doğduklarında belli bir zekaya sahip oldukları, bunun geliştirilemeyeceği düşünülürdü. Halbuki şimdi çocuğun belli bir potansiyelle doğduğu, fakat sonra aldığı eğitimin beyninin ve dolayısıyla yeteneklerinin gelişmesinde oldukça etkili olduğu biliniyor. Özellikle de ilk üç ya da beş yıl burada sıklıkla vurgulanıyor.

Çocuğun akademik başarısında hayatının ilk üç yılında duyduğu kelimelerin çok önemli olduğunu söyledik. Bir diğer önemli nokta ise iletişimin çocuğun matematik başarısına olan etkisi. Evde daha çok matematiksel ifade duyan çocukların matematikte daha başarılı olduğu saptanıyor. Uzun-kısa, yakın-uzak, büyük-küçük gibi kavramlar ile sayılar, geometrik şekiller, uzunluk ölçüleri gibi şeyleri daha çok duyan çocuklar matematikte diğerlerine kıyasla daha başarılı oluyorlar.

Çocuk için bebekliğinden itibaren zengin bir dil çevresi oluşturmak oldukça önemli. İki dille konuşmak, bebeklikten itibaren kitap okumak, geniş kelime haznesine sahip olup bunları kullanmak, normal günlük aktiviteleri yaparken bunları anlatarak yapmak bu noktada etkili olabilecek alışkanlıklar.

Etkili iletişimi ise 3 K kısaltmasıyla formüle ediyor. Birinci K: kavrayın. Çocuk ne yapıyor ya da neyle meşgul olmak istiyorsa ebeveyn kendisini ona yöneltmelidir. Örneğin çocuk bloklarla oynamak isterken onu kitap okumaya çağırmamalıdır. Çocuğun seviyesine inerek ve ona odaklanarak onunla ilgilenmelidir. Kavramayı azaltan, olumsuz etkileyen şey ise elektronik cihazlardır. Tüm bunlar olmadan çocukla karşılıklı etkileşim sağlanabilecektir. İkinci K: konuşun. Bunu yeterince açıkladığımızı düşünüyorum. Ebeveynin çocukla gerek destekler, gerek açıklar, gerekse paralel şekilde konuşmasıdır. (Paralel konuşma: Çocuk annesinin çantasını eline almış bu sırada anne onunla konuşuyor: “Annenin çantasını aldın” “Annenin çantası çok ağır” “İçine bakalım mı?” “Ah annenin anahtarlarını buldun” vs. gibi çocuk bir iş yaparken o iş hakkında konuşma)



Üçüncü k: karşılıklı yapın. Bu da çocukla karşılıklı sohbet etmektir. Karşılıklı konuşmayı sınırlayan kelimelerden biri “ne”dir. Bunun yerine “nasıl” veya “neden” sorusu çocuğun çok çeşitli kelime, düşünce ve fikirlerle yanıt vermesini sağlar.

Çocuğa yapılan övgünün türlerine de değiniyor yazar. İki tür övgü vardır. İnsan temelli övgü ve süreç temelli övgü. İnsan temelli övgü “çok akıllısın” şeklinde olurken süreç temelli övgü “bu yapboz için çok çalıştın ve bitirdin. Harika bir iş çıkardın!” şeklinde olabilir. Çocuğa yapılacak övgü süreç temelli olmalıdır. Çünkü araştırmalar süreç temelli övgüleri daha çok duyan, çabaları için övülen çocukların bir zorlukla karşılaştıklarında vazgeçme ihtimallerinin daha düşük olduğunu, onlara okulda ve hayatta daha iyi olmalarına yardımcı olan bir sebat gösterdiklerini kanıtlıyor.

Küçük yaşta çocuklarla iletişimin önemine dair bu hususlara dikkat çeken yazar bu iletişimin uluslar arası çapta yaygınlaşabilmesi için çeşitli çalışmaları halen yürütüyor. Okul öncesi dönemde çocukların hayatında meydana gelecek ufak değişimlerin ülkelerin geleceğinde önemli katkılara sebep olacağını savunuyor.

Merve KUNTOĞLU

Tarih İlminin Faydalandığı Bilimler Nelerdir?


TARİHİN FAYDALANDIĞI BİLİMLER: 

1- Coğrafya: Yeryüzü bilimi, Her tarihi olay belli bir coğrafi mekanda meydana gelir .Tarihi olayların oluşumu esnasında iklim,yeryüzü şekiller,ekonomik faaliyetler konum vb. coğrafi faktörler etkili olabilmektedir.Bu faktörlerin bilinmesi tarihi olayın tüm yönlerinin aydınlatılmasına büyük ölçüde katkı sağlamaktadır.

2- Arkeoloji: Kazı Bilimi, eski medeniyetlerin kalıntılarını araştırır. Toprak veya su altında kalmış eski insan topluluklarına ait tarihi kalıntılar ve eserleri kazı yaparak ortaya çıkaran ve inceleyen bilimdir. Arkeoloji özellikle tarih öncesi döneme ait araştırmalarda tarih biliminin en önemli yardımcısıdır. 

3- Kronoloji: Takvim bilimi, tarihsel olayların sırasını takip eder. Kronoloji, tarihi olayların zamanının belirlenmesinde ve sıralanmasında tarihe yardımcı olur. Zamanı tespit edilemeyen olayların doğru olarak değerlendirilmesi mümküm olmayacaktır. Kronoloji bilimi belli bir sistem içinde zamanın bölümlere ayrılmasını sağlayarak tarihi olayları sıralamaktadır. Dolayısıyla tarihi gelişmelerin birbiri üzerindeki etkilerinin ortaya konulmasına (olaylar arasında neden-sonuç ilişkileri kurulmasına) yardımcı olmaktadır. 

4- Paleografya: Eski yazı bilimi. Paleografi eski yazıları okuma bilimidir. Tarih araştırmalarında bir toplumun dilini bilmek kadar kullandığı yazıyı da bilmek gerekir. Mezopotamya tarihi için çivi yazısının, Mısır tarihi için hiyerogliflerin (resim yazısı), Orta Asya Türk tarihi için Kök Türk Uygur ve Çin alfabelerinin, İslam tarihi için Arap alfabesinin, Avrupa tarihi için Latin alfabesinin bilinmesi gerekir.

5- Epigrafi: Tablet Bilimi. Epigrafi anıtlar üzerindeki kitabeleri ve yazıları inceleyen bilim dalıdır. Filoloji ve paleografi bilimleri ile iş birliği içerisinde çalışır. Anıtlar üzerindeki kitabeler ait olduğu dönem hakkında önemli bilgiler verir. Örneğin Kök Türkler zamanında oluşturulan Orhun Kitabelerinde devletin siyasi, sosyal yapısı hakkında birtakım bilgi verilmiştir. 

6- Filoloji: Dil Bilimi. Geçmişte veya günümüzde var olan dilleri inceler. Diller arasındaki bağları ve sözcük alış verişlerini araştırarak, toplumların kültürel alandaki gelişmişliklerini ve değişil kültürler arasındaki ilişkileri aydınlatır.

7- Diplomatik: Devletler arası antlaşmalar bilimi. Devletler arasında yazışmaları inceleyen bilim dalıdır. Tarihsiz belgelerin tarihlendirilmesi, sahte belgelerin gerçeklerinden ayrılması gibi konular diplomatik biliminin kapsamına girer. 

8- Antropoloji: İnsan ırkı bilimi. İnsan ırklarını fiziksel açıdan inceleyen bilim dalıdır.İnsanlık tarihinin en eski dönemlerinin aydınlatılmasında tarihe yardımcı olur. Antropolojinin bir dalı olan sosyal antropoloji ise toplumların kültürel gelişmeleri üzerinde durur. 

9- Etnografya: Halk ve kültür bilimi. Toplumların kültürel özelliklerini (örf, adet ve geleneklerini) inceleyen bilim dalıdır. Etnografyanın ortaya çıkardığı bulgular özellikle yazılı kaynakların yetersiz kaldığı dönemlerin aydınlatılmasında önemli yararlar sağlar.

10- Sosyoloji: Toplum Bilimi. Sosyoloji toplumdaki sosyal kanunları ortaya koyar. Tarih ise geçmişteki olayları bu kanunları göz önünde bulundurarak inceler. Tarih araştırmalarında doğru sonuçlara varabilmesi için sosyoloji kanunlarının bilinmesine ihtiyaç vardır.

11- Psikoloji: Ruh Bilimi. İnsan davranışları ve toplum psikolojisi tarihsel olayları açıklamada yardımcı olur.

12- Nümizmatik: Para bilimi. Nümizmatik eski paraları inceler. Bu paraların ait oldukları medeniyetlerle ilgili bilgi edinilmesinde tarih bilimine yardımcı olur. Para üzerinde yer alan bazı yazılar devlet, hükümdar, devletin mali gücü gibi konularda tarihçiye önemli ipuçları verebilir.

13- Onomastik: Yer adları bilimi. 

14- Siciliografi: Mühür bilimi

15- Heraldik: Arma bilimi. Heraldik armaları inceleyen bilim dalıdır. Armalarda tarihin aydınlatılmasında önemli rol oynadığı için heraldik, tarihin faydalandığı bilim dallarından biri olarak kabul edilmektedir.

16- Geneoloji: Şeçere, soy kütüğü bilimi

17- Ekoloji: Doğa ve çevre bilimi. Canlıların birbirleri ve çevreleriyle ilişkilerini inceleyen ve doğanın korunmasına yönelik çalışmalar yapan bir bilim dalıdır. İnsanın üretim ve tüketim faaliyetlerinin doğanın dengesini bozması bu bilimin doğmasına neden olmuştur. Doğal dengedeki bu bozulma da insan yaşamı, olayların oluşumu ve tarihin akışını önemli bir şekilde etkilemiştir.

18- Hukuk: Kanun bilimi. Bir toplumda insanların birbirleriyle ve devletle ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Bir topluma ait hukuk kurallarıyla o toplumun iktisadi, siyasi, kültürel yapısıyla ilgili bilgiler elde edilebilir. 

19- Edebiyat: Duygu ve düşünce aktarma bilimi. Duygu ve düşünceleri söz veya yazı ile etkili bir biçimde anlatma sanatıdır. Tarih boyunca meydana gelmiş olaylar edebiyata konu olmuş, bu olayların günümüze kadar aktarılmasında edebiyat önemli rol oynamıştır.

20- Felsefe: İnsan doğru düşünme bilimi. Felsefe doğru ve bilinçli düşünmeyi belirtiler arasındaki genel bağları kurmayı öğreten dünya görüşlerinin kavranmasına imkan hazırlayan bir bilim dalıdır. Tarihi düşünüş ve münasebetleri gösteren kolu ise Tarih Felsefesidir. Olayların doğru tahlili ancak o devrin felsefesini bilinmesiyle mümkün olur.

21- İktisat: Ekonomi bilimi

22- Sanat Tarihi: Sanatsal gelişmeler bilimi. Sanat tarihi kısmen arkeolojinin de metotlarını kullanarak son zamanlarda gelişme göstermiş bir bilim dalıdır. Sanat tarihi bir sanat eserinin sanatçısını ve sanatsal değerini, toplumun sanata karşı bakış açısını belirlemeye çalışır. Ayrıca toplumların kültür seviyelerinin, medeniyete katkılarının tespiti ve o toplumdaki sanatın geliştiği ortamın ayrıntılarıyla bilinmesi aşamasında tarih bilimine yardımcı olur. 

23- İstatistik : Belirli bir amaç için veri toplama, tablo ve grafiklerle özetleme, sonuçları yorumlama, özellikler arasındaki ilişkiyi araştırma ilkelerini kapsayan bir bilimdir. İstatistiksel veriler, tarihi olayların değerlendirilmesinde önemli bir yere sahiptir. 

24- Kimya : Karbon 14 metodu ile tarihi buluntuların madde yapısını inceleyerek ait oldukları zamanı belirler. Bu sayede uygarlık gelişimi daha iyi anlaşılır. Aynı zamanda belgelerin yada bulguların kimyasal özellikleri (kağıdın cinsi, kullanılan mürekkep, boyalar) incelenerek orijinal olup olmadığı hakkında değerlendirilmelerde bulunulur. 

12. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - IV. Ünite Bilimsel Yazılar


IV. ÜNİTE: BİLİMSEL YAZILAR 

Bilimsel yazı, öğretme, doğruluk ve yenilik için yazılan yazı türüdür. Kendine özgü bir anlatım tarzıdır. Yazı, dile dayanır. Dil ortak anlaşma aracıdır. Belli kural ve tekniklere ulaşabilir. Bilimsel ancak dile dayandığı için sıkıcı veya anlaşılamaz olmamalıdır. 

1. Plan 

Bilimsel yazı birkaç sayfalık bir makale olabileceği gibi birkaç yüz sayfalık kitap da olabilir. Esas itibariyle teknik aynıdır. Yazının değil veya "Osmanlı'da Tıp" araştırması yapan yazarın a söze başlarken de denebilir. Önsözün ardından kısa veya uzun bir Giriş bölümü gelir. Giriş'te kitabın iskeleti anlatılır. Konular açıklanır, bilgi verilir. Buna methal de denir. Ana bölümlendirme Kısımlar ve Bölümler şeklindedir. Kitap Sonuç'tan sonra Ekler, Kronoloji, Bibliyografya, İndeks ile biter. Kitabın başında yazarın biyografisi, künyesi, teşekkür, kısaltmalar, resim ve şekil cetveli yer alır. 

2. Teknik 

Türkiye'de kullanılan karma usuldeki standart şudur: Yazar adı, Eser adı, (çeviriyse çevirmeni), Yayınevi, Yer ve tarih. Mesela Vikipedi hakkında Ahmet Sezer adlı yazarın kitabı şöyle gösterilir: Ahmet Sezer, Vikipedi, İstanbul 2006. Burada araya giren ve ençok karıştırılan cilt, sayfa ve basımdır. 

Bunlar şöyle gösterilmelidir: Ahmet Sezer, Vikipedi, Viki Yayınları, C.1, İstanbul 2006, s.1. Eser çeviriyse eser adından sonra çevirmeni yazılır. Parantez kullanılmaz. Araştırma bir dergide çıkmışsa format şudur: Ahmet Sezer, "Vikipedi", Viki dergisi, Sayı:1, s.1. 

Yazının kaynakları metinde nasıl gösterilir? Bunun yaygın iki metodu vardır. Birincisi, açıklanan görüş daha önce söylenmişse yeni bir cümleyle anlatılsa dahi üzerine gönderme numarası konulmalıdır. Yahut kaynağı doğrudan alıntılamak ve üzerini numaralandırmaktır. Buna sayfa altı dipnotu metodu denir. Numaralar sayfa altında sıralanıp kaynaklar yazılır. Burada yazar ismi soyadından önce gelir, kitabın sonundaki soyadı sırasıyla karıştırılmamalıdır. 

İkinci gönderme metodu yaslanan görüşün veya alıntının yanına parantez açarak yazarın adı ve yayının tarihi verilir. (Sezer:2006) gibi. Bunun yukarıdakinden farkı dipnotlarının bölüm sonlarında verilmesidir, ancak sayfaaltı dipnotu yaygın olduğu üzere bu metod kullanılmasa, doğrudan metinde göndermeler numaralandırılsa da olur. 

3. Doğruluk 

Girişte belirtildiği gibi bir yazar daha önce başkalarının söylediklerini belirtmek zorundadır. Bu bilimsel namustur. Eğer başkasının görüşlerini alır ve gönderme yapmazsa bilimsel hırsız durumuna düşer. Buna intihal denir. Tesadüfen iki yazar aynı görüşü söylemiş olabilir mi? Eskiler buna tevarüd derdi. Olabilir ancak bilerek başkasının görüşlerini kendine mal etme zaten bilimsel ağda belli olur. 

4. Dil (Üslup) 

Bir yazarı olduran yahut öldüren dilidir. Mükemmel bir düşünce berbat bir dil yüzünden anlaşılmaz, okunmaz. Tersi de mümkündür, çok parlak, cafcaflı bir dille yazılmış ve bilimsel diye sunulmuş boş eserler görmek mümkündür. 

Yazar ulusal dili okulda öğrenir, ama bilimsel dili öğrenmesi yıllarını alır. O yüzden bilimsel yazı yazmak kolay değildir. Yazarın anadiline hâkim olması ön şarttır. Dilbilgisi ve yazım yanlışları düzeltilebilir ama mantık hataları düzeltilemez. 

Bilimsel yazı, jargon'dan kaçınmalıdır. Jargon, Webster's' daki tanıma göre: karışık, anlamsız, acayip, ilkel dil-teknik terminoloji-gizemli, dolaylı, uzun kelimelerle önemli hissi veren dil. 

Türkçede yazı dilinde -di'li geçmiş zaman kullanılır. -miş'li geçmiş zaman bürokratik bir dil olduğundan artık pek az araştırmada yer almaktadır. Görüşler ifade edilirken eskiden Biz'li anlatım yaygındı, bugün kimse "biz bu hususta şöyle düşünüyoruz" gibi çoğul bir ifade kullanmaz. 

5. Kaynak Gösterme 

Kaynakça, yararlanılan kaynakların dökümüdür. Metinde gönderme yapılan bütün kaynaklar sıralanmalıdır. Hangi kaynağın nasıl kullanıldığı yazarın inisiyatifindedir ancak metinde bahsi geçmeyen kaynakların gösterilmesi lüzumsuzdur ve okunduğu zannını vermek itibariyle ahlaki değildir. Bibliyografya yazar soyadına göre, alfabetik yapılır.

12. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - III. Ünite Sözlü Anlatım



III. ÜNİTE: SÖZLÜ ANLATIM 

1. Konferans

Hazırlıklı ve plânlı konuşma türlerindendir. Herhangi bir bilimsel alanda, topluluk karşısında yapılan konuşmalara Konferans denir. Konferansı verecek kişi, kelimelerin telaffuzuna, (diksiyona) ve dil bilgisi kurallarına dikkat etmelidir. Verilmek istenen düşünceler; açık, anlaşılır ve orijinal olmalıdır. 

Konferans verilirken konuşmacı, yazdıklarını kâğıttan okumamalıdır. Sanki söyleşi yapıyormuş gibi konuşmalıdır. Arada sırada, yeri geldiğinde kâğıda bakmalıdır. Konuşmacı, gözlerini dinleyicilerin üzerine çevirmeli, böylece onların kendisini ilgiyle izlemelerini sağlamalıdır. Ayrıca, konuşmacı; temiz giyinmeli, ciddî olmalı, kibar davranmalı, güzel konuşmalıdır. Ses tonunu yerine göre ayarlamalı, vurguyu iyi yapmalıdır. Konferans verilmeden önce, bir başkası konferansçıyı bütün özellikleriyle dinleyicilere tanıtmalıdır. 

Konuşmacı; dinleyicileri sıkıcı ve bıktırıcı söz ve tavırlardan uzak durmalıdır. Ayrıca, el, yüz ve vücut hareketlerini konunun anlamına uygun olarak yerinde ve uyumlu yapmak zorundadır. Hatiplik yeteneği olmayan konuşmacıların, vereceği konferansın etkisiz ve başarısız olacağı da unutulmamalıdır. 

Konferansta dikkat edilecek bir diğer özellik de zamana uymaktır. Bir saati aşan konferansların dinleyici üzerinde etkisinin azaldığı bir gerçektir. Konferansçı, bu gerçeğe dikkat etmeli, bir saatten az bir sürede konferansını bitirmelidir. Ayrıca, konferansçı; yersiz, taşkın el ve kol hareketlerinin konuşmanın değerini düşürdüğünü unutmamalıdır. Konferans hazırlanırken öncelikle yapılması gereken iş, konferansın sunulacağı konuda geniş bir kaynak taramasına girişmek olacaktır. İncelenecek konuda ansiklopedilerden başlayarak değişik yazı ve incelemeler gözden geçirilmeli, böylelikle sağlam ve derli toplu bir malzeme hazırlanmalıdır. Bu malzemeye konferansçı kendi görüş ve düşüncelerini de katarak öncelikle konferansın plânını düzenlemelidir. 

Bilimsel toplantılarda söylenen ve akademik hitabet türüne giren söylevler (nutuklar) de konferans sayılır. 

Konferans plânı şöyle düzenlenebilir: 
a) Hitap cümlesi. 
b) Konunun sunuluşu. 
c) Konferansın amacı. 
ç) Konunun açılması ve anlatılması. 
d) Sonuç. 
e) Sorular ve cevaplar. 

Konuşmaya, konferansı düzenleyenlere ve dinleyicilere saygı bildiren ve iltifat edici sözlerle başlanmalıdır. Sonra konunun çerçevesi çizilmeli ve ortaya konmalıdır. Bundan sonra konuşmacı, amacına göre konusunu açmalı, o konudaki çeşitli görüşleri kırıcı ve tahkir edici olmayan ifadelerle belirtmelidir. 

Konuşmacı, bayağı ve argo sözler kullanmaktan kaçınmalıdır. Zaman zaman canlı örnekler ve fıkralarla, konuşma tarzının değiştirilmesiyle, ses tonuna verilecek iniş ve çıkışlarla dinleyicilerin dikkatini ve ilgisini uyanık tutmaya çalışmalıdır. 

Konferansta bir konunun bütün yönlerinin ve ayrıntılarının verilme-sinin mümkün olmadığı unutulmamalıdır. Konuyu fazla dağıtmak, dinleyicinin konuşmayı takip edememesine neden olur. Çok fazla ayrıntı, herkesi aynı ölçüde ilgilendirmeyeceği için dinleyiciyi sıkar. 

Konferans, anlatılanların kısaca özetlenmesi, maksadın verilmesi ve dinleyicilere saygı ve iltifat eden sözlerle bitirilmelidir. Sorulacak sorular da kısaca ve soranı incitmeden cevaplanmalıdır. 

Seminer : Belirli bir bilim dalındaki gelişmeleri, belli bir bilgi düzeyine sahip kimselere tanıtmak amacıyla düzenlenen ve konunun değişik bölümleri, bu bilim dalında otoritesi ve yeteneği kabul edilen kişiler tarafından açıklanan toplantılardır. 

Yüksek öğretim kurumlarında lisans/lisansüstü öğrenci ve öğreticilerin katılımıyla yapılan seminerler, bu tanıtımın dışındadır. Bunlar yüksek öğretim kurumlarında, öğretim üyesinin yönetimi altında, öğrencilerin yaptıkları araştırmalarla ilgili rapor hazırlama, tartışma biçiminde yürütülen toplantılardır. 

2. Açık Oturum 

Konusunda uzman kişilerin bir masa çevresinde toplanarak tartışmasına Açık Oturum denir. 

Açık oturumda tartışılacak konu, toplumun tümünü ya da bir bölümünü ilgilendirmelidir. 

Açık oturum; bir salonda izleyici önünde ya da televizyon ve radyoda dinleyici önünde yapılmaktadır. Açık oturumda izleyicilerin sorularını almak ve cevaplamak da mümkündür. Bu takdirde açık oturum, "forum"a dönüşmektedir. Televizyon ve radyodan tartışmayı izleyen kişiler, açık oturuma telefon sorularıyla katılabilir. 

Açık oturum bir "başkan" tarafından yönetilir. Konunun ortaya atılması, giriş konuşmasının yapılması, soruların düzenli olarak sorulması vb. durumlar başkanın idaresinde yapılır. Bu nedenle, başkan, açık oturumdan önce plân yapmak zorundadır. Ayrıca, başkan; tartışma sırasında meydana gelebilecek tatsız ve çirkin saldırıları da önlemelidir. Oturum sonunda ise, ortaya çıkan karşıt ya da aynı düşünceleri özetleyerek oturumun genel değerlendirmesini yapmalıdır. Bu nedenle başkan, açık oturumun temel öğesidir. 

Açık oturumda bir yarışma havası yoktur. Başkan, konuyu belirtir, konuşmacıları tanıtır. Ele alınan konu ile ilgili bilgileri verir. Sonra konuşmacılara ara ile sorular yöneltir. Konuşmacılar da görüşlerini belirtirler. Gerekli bilgileri verirler. Bu arada diğer konuşmacılar da konuşmakta olanın sözlerini özenle dinleyip, gerekli notu alırlar. Gerekirse, konuşmacının bazı görüşlerine katılmadıklarını nedenleri ile birlikte belirtirler. 

Oturuma katılacak kişilerin konularında iyi hazırlanmış olmaları açık oturumun kalitesini artırır. Ayrıca, konuşmacıların diğer konuşmacılar ve izleyiciler karşısında saygılı olmaları da çok önemlidir. 

3. Sempozyum (Bilgi Şöleni) :

Belli bir konuyu aydınlatmak amacıyla, bilim adamı ve araştırmacıların bir araya geldikleri ve konuşmacıların konunun belirli bölümlerini sundukları, tartışmalı toplantılardır. Bir başka deyişle; ortaya konan konu hakkında aynı oturumda, çeşitli kişilerin yaptıkları açıklamalı konuşma türüdür. 

Bildiri sahiplerine ayrılan zaman oldukça kısadır. On dakikalık bir sürede 1500-2000 kelime kullanma şansı vardır. Buna göre, hazırlanacak bildiri, dört sayfayı geçmemelidir. Cümleler, kolay anlaşılır biçimde düzenlenmelidir. Metni yazmadan önce ana başlıklar vurgulanmalıdır. Sunulabilecek yansı sayısı da 5-6 civarında olmalıdır. Ayrıca, bildiri metni, yayımlanmaya uygun biçimde hazırlanmalıdır. 

Sempozyumda her konuşma, ayrı bir hazırlıktır, fakat birbirini tamamlayıcı söyleşi ve içtenlik havası vardır. Konuşmalardan sonra konuşmacılar, birbirlerine konu ile ilgili sorular sorabilirler. Böylece sempozyumdan "panel" e geçilir. Daha sonra da tartışmalara seyirciler de katılırsa panelden "forum" a geçilmiş olur. 

Bildiri metni, şu bölümlerden oluşmalıdır: 

a) Giriş: Araştırılan sorunun tanıtılması ve neden bu konunun ele alındığı, çalışmanın diğer çalışmalar arasındaki yeri. (yarım sayfa) 

b) Deney: Malzeme ve yöntemin tanıtımı. (bir sayfa) 

c) Bulgular: Bildirinin en önemli bölümüdür. Dinleyiciler tarafından beklenen yeni bilgi, belge ve önerilerin açıklanması ve tartışılması. 

Bildiri, konferans ile büyük ölçüde bir benzerlik gösterir. Bildiri, öncelikle bilimsel bir yazı türüdür. Oysa konferansta, bilimsellik yanında popüler bir hava söz konusudur. 

Bildiride her şeyden önce aranan özellik, bilimsel bir yenilik getirmiş olması ve orijinal bir konuyu ele almış bulunmasıdır. Bunun yanında bildiri, bilinen bir konuya yenilik getirme, değişik görüş ve düşüncelerle yeni tezler ortaya koyma, bu tezleri bilimsel delillerle doğrulama ya da bir önceki tezi çürütme gibi özellikleri de bünyesinde taşır. 

Bu değerlendirmeye göre, bildiriyi kısaca bilimsel bir konuda yenilik getirmek, orijinal bir buluş ortaya koymak amacıyla kaleme alınmış bir yazı türü olarak tanımlamak yerinde olacaktır. 

Bildiri de konferans gibi bir dinleyici topluluğu önünde okunur. Ancak bildirinin sunulduğu topluluk, o konuda az çok uzmanlaşmış kişilerden oluşur. 

Ayrıca, bildiride de konferans gibi konuşma ve hitap etme becerisi gözetmek gerekir. 

Konferansta zaman zaman hazırlanan metinden uzaklaşma söz konusu olabilirken bildiride metne bağlı kalma esastır. 

Konferansta sözünü ettiğimiz konuşmanın bitiminde yer alan soru ve cevap bölümü, bildiride konu çerçevesinde tartışma olarak ayrı bir özellik gösterir. Bildiriler, genellikle yayımlanan bir yazı türüdür. Bazen yabancı dillerde de yayımlanabilir. 

Bildiriler hazırlanırken kullanılan dil, uzmanlık dalının gerektirdiği terimler ve ifade yapısı ile de konferanstan büyük ölçüde farklılık gösterir. 

Son olarak, bildiride varılan sonuçlar ve ana noktalar özetlenerek ana düşünce bir kez daha vurgulanmalıdır. Üzerinde çalışılan metin; aralıklarla gözden geçirilmeli ve gerekli düzeltmeler yapılmalı, konuya hâkimiyet sağlanmalıdır. Metnin, kartlara aktarılması daha yararlıdır. 

4. Forum: 

Bir başkanın yönetiminde, toplumu ilgilendiren bir konuda, farklı gruplardan oluşan dinleyicilerin söz sırası alarak konuşma kuralları içerisinde yaptıkları tartışmalara forum denir. 

Forum, panelin devamında yapılacaksa başkan, panelin süresini bir saat, forumun süresini de yarım saat olarak sınırlayabilir. Bu durumda panelden sonra forum yapılacağı konuşmalara başlanmadan duyurulmalıdır. 

Forum, toplu tartışmaların başlı başına bir çeşidi sayılmamakla birlikte, dinleyicilerin konu üzerinde daha aktif ve farklı bakış açılarıyla düşünmelerini sağlar. Foruma davet edilen uzmanların görüşlerine de müracaat edilerek ortaya çıkabilecek yanlış anlayışların önüne geçilir. 

Esasen forumdan amaç belli kararlara varmak değil, konuyu değişik anlayışlarla, farklı boyutlarıyla ortaya koymaktır. 

Forumda söz alan dinleyiciler, konuyla ilgisi olmayan özel sorunlarına değinmemelidir. Sorular kısa, açık ve net olmalı, tartışma saygı kuralları içerisinde, kırıcılıktan uzak, samimî bir hava içerisinde yapılmalı, tartışmadan beklenen amaca yardımcı olunmalıdır. 

5. Münazara 

Herhangi bir konu üzerinde zıt düşüncelerin karşılıklı olarak savunulmasına Münazara denir. Münazarada önemli olan "savunma" dır. Taraftarı az olan bir düşünce, iyi savunulduğu zaman çok kişi tarafından takdir edilebilir. Münazara için genellikle üçer ya da dörder kişilik iki grup kurulmalıdır. Gruplardan birisi işlenecek konuya olumlu, diğeri ise olumsuz yönden savunmalıdır. Yani, bir grup "tez", diğer grup ise "antitez" i almalıdır. Ayrıca, münazara yapacak kişileri değerlendirecek bir "jüri" seçilmelidir. Jüri, ya başlangıçta ya da münazara yapılacağı gün seçilebilir. 

Olumlu tezin savunulması, olumsuzdan daha kolay olduğu için, konuşmaya, olumlu tezi savunan gruptan biri başlamalıdır. Konuşmacıların savunmalarının gücü kadar, taraflı ve tarafsız dinleyicilerin gösterilerinin de jüri üzerinde etkisi bulunur. Ancak, taraf tutan dinleyicilerin, karşı taraf konuşmacılarının moralini bozacak nitelikte gösteride bulunmaları doğru değildir. 

Münazaraya katılacak kişilerle, jüri üyeleri münazara tekniği konusunda bilgilendirilmelidir. İki grup da kendi aralarında iş ve konu bölümü yapıp münazara gününe kadar hazırlıklarını tamamlamalıdır. Konuşmacılara, araştırma için en az 2-3 hafta süre verilmelidir. 

Gruptaki her kişi savundukları konunun değişik alt konuları hakkında konuşmak zorundadır. Birden fazla kişi, aynı alt konuyu savunamaz. Münazarada yazılı metne bakarak okuma olmaz. Savunulan konu; sözlü ele alınmalıdır. Konuşmacıların, konularını bir kâğıda yazıp okumaları çok yanlıştır. 

Münazarada etkili savunmanın önemli olması gibi, belli zaman içinde konuşmak da önemlidir. Bu nedenle konuşmacılara eşit zaman dilimleri verilmelidir. Bu zaman, genellikle 5-15 dakikadır. Ayrıca, münazarayı izleyen grup da çok önemlidir. Konuşmacılar; konularını savunurken izleyicilerin büyük bir sessizlikle konuları dinlemesi gerekmektedir. Konuşmacıların tutarsız bir düşüncesi, yanlış yerde yapılmış bir mimik hareketi izleyicilerde tepkiye neden olmamalıdır. İzleyiciler savunulan düşüncenin doğruluğunu ya da yanlışlığını onaylayacak davranışlardan uzak durmalıdır. Ancak, böylece jürinin doğru ve tarafsız değerlendirmesi mümkün olur. 

Jürinin, değerlendirmede dikkat edeceği özellikler: 
a) Türkçeyi kullanma gücü. (Diksiyon, vurgu, tonlama, kelime hazinesi, cümle kurma vb.) 
b) El, kol ve yüz hareketlerini yerinde kullanma. 
c) Savunmada inandırıcı olma. (Belgeler, istatistikî bilgiler, resimler, gazete ve dergi haberleri, güncel olaylarla örnekleme vb.) 
d) Konuşmacıların fizikî özellikleri. (Temiz ve düzenli kıyafet, saç, sakal tıraşı vb.)

12. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Sanat Metinleri Şiir


II. Ünite Sanat Metinleri 

6. ŞİİR

Duygu, hayal ve düşüncelerin bir düzene bağlı olarak, çekici bir dil ve ahenkli mısralar içinde aktarılmasıdır. 

Şiiri düz yazıdan ayıran ölçü, mısra, ahenk gibi unsurlar vardır. Nazım (şiir) biçimindeki yazılara "manzum"; Nazım parçalarına da "manzume" denir. 

Şiir Türleri 
1. Lirik Şiir: Aşk, ayrılık, hasret ve özlem gibi konuları işleyen duygusal şiirlerdir. 
Duygu, coşku ve akıcılık söz konusudur. 
Gazel, şarkı koşma, semai lirik şiire örnektir. 

2. Pastoral Şiir: Doğa güzelliklerini, kır ve doğa sevgisini, orman, yayla, dağ, köy ve çoban yaşamını, bunlara karşı duyulan özlemleri anlatan şiir türüdür. Şair doğa karşısındaki duygularını anlatıyorsa "idil", bir çobanla karşılıklı konuşuyormuş gibi anlatıyorsa "eglog" adını alır. 

3. Epik Şiir: Destansı özellikler gösteren şiirlerdir. Okuyanda coşku yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır. Kahramanlık, yiğitlik gibi konular işlenir. 

4. Didaktik Şiir: Bilgi vermek, öğretmek, öğüt vermek gibi öğretici amaç taşıyan şiirlerdir. Ahlakilik hâkimdir, Kuru bir üslubu vardır. Manzum hikâyeler ve fabllar hep didaktiktir. 

5. Satirik Şiir: Toplumdaki çeşitli düzensizlik ve bozuklukları yeren, taşlayan şiirlerdir. Halk edebiyatında "taşlama", Divan edebiyatında "hiciv" denir. 

6. Dramatik Şiir: Tiyatronun manzum şekline denir. Dramatik manzume, karşılıklı konuşma şeklinde yazılan manzumelerdir. 

Şiir Bilgisi 
Mısra (Dize): Ölçülü ve anlamlı, bir satırlık nazım birimidir. 
Beyit (İkilik): Aynı ölçüde olan ve anlamca bir bütünlük oluşturan ve iki dizeden oluşan nazım birimidir. 
Ölçü (Vezin): Şiirde dizelerin hece sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır. 
Hece Ölçüsü: Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulur. Durulan bu yerlere "durak" denir. Durak sözcüğün sonunda yer alır. 
Aruz Ölçüsü: Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre, açık ya da kapalı oluşuna göre düzenlenmesidir. Kısa heceler nokta(.) uzun heceler çizgi (-) ile gösterilir. 
İmale: Aruz kalıbına uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır. 
Zihaf: Uzun heceleri kısa okumaktır. 
Serbest Ölçü: Bu ölçüde hecelerin sayısı ya da uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz. 

Redif: 
Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine "redif" denir. 

Örnek-1 Bizim elde bahar olur, yaz olur. 
Göller dolu ördek olur, kaz olur. 
Sevgi arasında yüz bin naz olur. 
Suçumu bağışla, ben sana kurban. (Ercişli Emrah) 

Örnek-2 Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar, 
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar 
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu. 
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu. (F. Nafiz Çamlıbel) 

Kafiye (Uyak): 
Mısra sonlarındaki yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı kelimelerin, eklerin benzerliğine kafiye denir. 
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü, 
Nücuma sor ki, bu kirpikler uyku görmüş mü? (Mehmet Akif ERSOY) 

Kafiye Çeşitleri: 
1) Yarım Kafiye: Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir. 

Örnek-1 Ben çektiğim kimler çeker 
Gözlerim kanlı yaş döker 
Bulanık bulanık akar 
Dağlarım seliyim şimdi (Kul Mustafa) 

Örnek-2 İstedim kendimi bu göle atam 
Elimi uzatıp yavruyu tutam 

Örnek-3 Üstümüzden gelen boran kış gibi 
Şahin pençesinde yavru kuş gibi 
Seher sabahında rüya düş gibi 
Çağıta bağırta aldı dert beni 

2) Tam Kafiye: İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür. 

Örnek-1 Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum, 
Kimdir o, nasıldır diye rüzgârlara sordum, 
Hulyamı tutan bir büyü var onda diyordum (Y. Kemal Beyatlı) 

Örnek-2 Sen miydin o afet ki dedim, bezm-i ezelde 
Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde, 
Bir sofrada içtik, ikimiz aynı emelde, 
Karşımda uyanmış gibi bir baktı sarardı. (Yahya Kemal Beyatlı) 

Örnek-3 On atlıya karar verdim yaşını 
Yenice sevdaya salmış başını 
El yanında yakar gider kaşını 
Tenhalarda gülüşünü sevdiğim. 

3) Zengin Kafiye: Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür. 

Örnek-1 Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk, 
Soğuk bir mart sabahı.. 
Buz tutuyor her soluk (Faruk Nafiz Çamlıbel) 

Örnek-2 Baygın bir ihtizaz ile bi-huş akar dere, 
Sahillerinde çocuklar uzanmış çemenlere. (Orhan Seyfi Orhon) 

Örnek-3 Miskin Yunus biçareyim 
Baştan ayağa yareyim 
Dost ilinden avareyim 
Gel gör beni aşk neyledi 

4) Cinaslı Kafiye: Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir. 

Örnek-1 Niçin kondun a bülbül 
Kapımdaki asmaya 
Ben yarimden vazgeçmem 
Götürseler asmaya 

Örnek-2 Bilmem ki yaz mı gelmiş 
Niçin açmış gül erken 
Aklımı kayıp ettim 
Nazlı yarim gülerken 

Örnek-3 Kendin çöz kendin tara 
Değmesin el başına 
Ben yarime kavuştum 
Darısı el başına 

Kafiye Şeması :

Mısraların son seslerine bakılarak bir dörtlüğün kafiye düzeni çıkarılır. Kafiye düzenlerinin, mısralarının son seslerindeki düzene göre çeşitleri vardır. 

1. Düz Kafiye: "a a a b" "bbbc" "cc" "a a b b" olmalı. 
İftardan önce gittim Atik-Valde semtine 
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine, 
Sessizdiler, Fakat Ramazan maneviyyeti 
Bir tatlı intizara çevirmiş sukuneti 

2. Çapraz Kafiye: "a b a b" "cdcd" olmalı. 
Hayran olarak bakarsınız da 
Hülyanızı fetheder bu hali 
Beş yüz sene sonra karşınızda 
İstanbul fethinin hayali 

3. Sarma Kafiye: "a b b a" "cdcd" olmalı. 
İhtiyar, elini bağrına soktu, 
Dedi ki: "İstanbul muhasarası 
Başlarken aldığım gaza yarası 
İçinden çektiğim bu oktu.

10 Ekim 2020 Cumartesi

12. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Sanat Metinleri Tiyatro (Oyun)


II. Ünite Sanat Metinleri 

5. TİYATRO (OYUN) 

Yaşamda görülen olayları sahnede canlandırma sanatına ve bu amaçla yazılmış eserlerdir. 

Tiyatrolar tıpkı opera, sinema, bale gibi göstermeye bağlı bir metindir. 

Dünya edebiyatında tiyatronun başlangıcı Eski Yunan’da Bağbozumu Tanrısı Dionysos adına düzenlenen törenlere kadar dayanır. 

Türk edebiyatında modern anlamda tiyatro Tanzimat’la birlikte başlar. 

İlk tiyatro eserimiz Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” adlı tek perdelik komedisidir. 

Sahnelenen ilk tiyatro eserimiz ise Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre”dir. 

Bunların dışında Ahmed Vefik Paşa ve Direktör Ali Bey gibi isimlerin de tiyatronun gelişiminde önemli payları vardır. Tanzimat’ın ikinci döneminden itibaren gerilemeye başlayan tiyatro, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati dönemlerinde durma noktasına gelmiştir. Milli Edebiyat’la birlikte tekrar hareketlenen tiyatro, asıl gelişimini Cumhuriyet döneminde yapmıştır. Faruk Nafiz Çamlıbel, Necip Fazıl Kısakürek, Haldun Taner, Reşat Nuri Güntekin, Necati Cumalı, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Asena başarılı tiyatro yazarlarımızdandır. 

Edebiyatımızda tiyatro türü iki başlıkta incelenebilir: 

A. Geleneksel Türk Halk Tiyatrosu 

Geleneksel Türk tiyatrosu içinde orta oyunlarının önemli bir yeri bulunmaktadır. Kavuklu ve Pişekâr; orta oyunlarında sıkça görülen sembolik kahramanlardır. Bu kişiler; yine, geleneksel tiyatromuzun önemli kahramanları Karagöz ile Hacivat'ın karşılığıdırlar. Kavuklu, bilimsel anlayıştan uzak, fakat ârif, halk adamını temsil etmektedir. Pişekâr ise, Osmanlıca kelimeler kullanmakta yetenekli, okumuş insanı temsil etmektedir. Her ikisi de birbirlerinin açık yönlerini tamamlayan önemli tiplerdir. Bunlar, orta oyunlarında mizahî unsurlarla topluma mesajlar verir ve insanları bilgilendirirler. 

Geleneksel Türk Tiyatrosu, şu çeşitlere ayrılır: 

1) Meddah: Bir kişinin tek başına hazırladığı oyun çeşididir. Kelime anlamı "metheden = övgücü" demektir. Meddah, anlattığı olay ya da hikâyeyi seyirci önünde çeşitli hareket ve taklitlerle canlandırır. Bu şekilde insanlar, eğlenirken düşünme imkânı bulur. Meddahın başlıca eşyaları mendil, sandalye ve bastondur. 

2) Karagöz: Gölge oyunudur. Beyaz bir perde üzerinde çeşitli insan tiplerinin canlandırılmasıdır. Bu oyunlar, "Karagözcü" adı verilen usta bir sanatçı tarafından perdeye yansıtılır. Oyunun başkahramanı "Karagöz", okumamış, ama zeki ve anlayışlı bir halk adamıdır. İkinci kahraman "Hacivat" ise, Karagöz'e zıt kişilikte bir insandır. Arapça ve Farsça kelimelerle konuşur, zaman zaman bilgiçlik taslar. Karagöz, Türklere özgü bir oyundur. Çünkü çok eskiden beri Türkler, çeşitli adlar altında Karagöz oyununu biliyor ve oynatıyorlardı. Hatta Avrupa'da "Çin gölgeleri" diye adlandırılan gölge oyununun bile Karagöz' den geldiğini yapılan araştırmalar gösterir. Bu oyun, Osmanlı Türkleri arasında uzun zaman yaşadı. Batılı anlamda tiyatro türünün edebiyatımıza girmesinden sonra yavaş yavaş önemini kaybetti. 

Karagöz'deki diğer önemli tipler de şunlardır: Çelebi, Tuzsuz Deli Bekir, Yahudi, Ermeni, Rum, doktor, Frenk, Arap, Acem, Arnavut, Trabzonlu, Rumelili vb. 

3) Orta Oyunu: Orta oyunu, açık bir meydanda oynanır. Seyirciler bu meydanın etrafını çepeçevre kuşatırlar. Ancak bir tarafını açık bırakırlar. Oyuncular, oyundan önce oradan meydana dâhil olurlar. Çağdaş Türk tiyatrosuna en yakın örnektir. Konular ve tipler olarak Karagöz'e çok benzerler. En ünlü tipleri Kavuklu ve Pişekâr’dır. Ayrıca; "Balama (Rum)", "Frenk" ve "zenne" tipleri de bulunmaktadır. Günümüzde, bazı köy ve kasabalarda, orta oyunları bütün canlılığı ile hâlâ devam eder. 

4) Köy Seyirlik Oyunları: "Köylü Tiyatrosu" adı ile de bilinen köy seyirlik oyunları düğünlerde, bayramlarda ya da yılın belirli günlerinde köylülerimizin genellikle "oyun yapma","oyun çıkarma" adı altında bereket bolluk, sağlık ve yeni yılı karşılamak amacıyla oynadığı törensel içerikli oyunlardır. Bu oyunlar meydanlarda oynandığı gibi kışın oda içerisinde de oynanmaktadır. İlkel toplumlardan günümüze değişim göstererek ulaşan bu oyunlar önceleri yaşantının daha verimli olabilmesi için doğaüstü güçlere, tanrılara ya da tanrıya şükran belirten bilinçli olarak gerçekleştirilen törenlerdir. 

B. Modern Türk Tiyatrosu 

1. Trajedi 

Seyircide korku ve acıma hislerini uyandırarak onu kötü duygularından arındırmayı amaçlayan tiyatro türüdür. 

Başlıca Özellikleri: 
1- Konusunu seçkin kimselerin hayatından ya da mitolojiden yani tanrılar arasındaki ilişkilerden seçer. 
2- Kahramanları tanrılar ya da soylu kimselerdir. İnsan müsveddesi sayılan sıradan insanlara yer verilmez. 
3- İşlenmiş, kusursuz bir üslubu vardır; kaba sayılan sözlere yer verilmez. 
4- Çirkin olaylar (cinayet, kavga vs.) seyircinin gözü önünde gerçekleştirilmez. 
5- Üç birlik kuralına uyar. Bu, yer, zaman ve olay birliğidir. Yani oyun hep aynı yerde aynı dekorla oynanmalı, olay bir günlük zaman dilimi içinde geçecek izlenimi vermeli, (Bu yüzden oyun, olayın sonundan seçilir; önceki olaylar koro tarafından anlatılırdı.) aynı ana olay etrafında geçmelidir. 
6- En ünlü trajedi yazarları; Eski Yunan'da Aiskhylos, Euripides. Sophokles; Klasik Fransız edebiyatında Corneille ve Racine'dir. 

2. Komedi 

İnsanları güldürerek eğitmeyi amaçlayan tiyatro türüdür. Her gülünç şeyin altında ders alınacak acı bir gerçeğin olduğuna inanılır. 

Başlıca Özellikleri: 
1- Konusunu günlük hayattan, sosyal olaylardan seçer. 
2- Kahramanları sıradan insanlar, eğitim görmemiş ya da sonradan görme kişilerdir. 
3- Üslupta kusursuzluk aranmaz, kaba sayılan hatta küfürlü sözlere yer verilir. 
4- Çirkin, kaba olaylar seyircinin gözü önünde işlenir. 
5- Üç birlik kuralına uyar. 
6- İnsan karakterinin gülünç ve eksik yanlarını anlatanlara karakter komedyası, toplumun gülünçlüklerini anlatanlara töre komedyası, olayların merak uyandıracak şekilde işlendiği eserlere entrika komedyası adı verilir. 
7- Komedi türü 17. yüzyıldan sonra düzyazıyla yazılmaya başlanmıştır. 
8- En ünlü komedi yazarları; Eski Yunan'da Aristophanes, Klasik Fransız edebiyatında Moliere'dir. 

3. Dram 

19. yüzyılda trajedinin sıkı kurallarını yıkmak amacıyla meydana getirilen tiyatro türüdür. 

Başlıca Özellikleri: 

1- Konusunu günlük hayattan ya da tarihin herhangi bir devrinden seçebilir. 
2- Hem acıklı hem komik olaylar aynı oyunda iç içe bulunur. 
3- Kahramanlar hem soylulardan hem sıradan insanlar arasından seçilir. 
4- Üç birlik kuralına uymak zorunda değildir. 
5- Her tür olay seyircinin karşısında gerçekleştirilebilir. 
6- Şiir, düzyazı karışık halde bulunur. 
7- En ünlü dram yazarları; İngiliz yazar Shakespeare dramın ilk ürünlerini vermiştir. Ancak bu türün özelliklerini Victor Hugo belirlemiştir. Şehitler, Geothe diğer ünlü dram yazarlarıdır. 

Müzikli Tiyatro: 

a) Opera: Sözlerinin tümü ya da çoğu "koro, solo, düet" biçiminde şarkılı olarak söylenen müzikli tiyatro eseridir. Oyunculara, orkestra eşlik eder. 

b) Operet: Eğlenceli, hafif konulu, içinde bestesiz konuşmalar da bulunan müzikli tiyatrodur. Daha çok halk için yazılmış eserlerdir. 

c) Opera Komik: Operetin, yüksek sınıf için yazılmış, besteli biçimidir. 

ç) Vodvil: Hareketli, eğlenceli bir konuya dayanan, içinde şarkılara da yer verilen hafif komedidir. Bu nedenle vodvil, bir "komedi türü" olarak da gösterilir. 

d) Bale: Konusu; türlü dans ve davranışlarla anlatılan müzikli, sözsüz tiyatro türüdür.

12. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Sanat Metinleri Roman


II. ÜNİTE: SANAT METİNLERİ

4. ROMAN 

Olmuş ya da olabilir nitelikteki olayları ve konuları ele alan edebî türlere Roman denir. 

Diğer türlerden ayrılan en önemli özelliği, uzunluğudur. Romanlarda, toplumsal olaylar ve ilişkiler gerçeklere uygun bir tarzda ele alınır. İyi bir roman ilgi çekici olmalı, herkesi ilgilendiren insancıl bir tema taşımalıdır. Romandaki olaylar arasında dengeli bir sıralama ve bağ bulunmalıdır. Olaylar akla yakın olmalı, romanın konusundan doğmalıdır. Romandaki varlıkların kişilikleri baştan sona dek konuya uygun nitelikte olmalı, birbiriyle çelişmemelidir. 

Roman yazarı; romanda yarattığı kişilerini kendi kişiliği içinden görebilmelidir. Romandaki davranışlar ve konuşmaların, kişilerin karakterlerinden çıkmasını sağlamalıdır. Okuyucu, romanı iş olsun diye okumaz. Roman okurken avunmak, kendinden uzaklaşmak ister. Romandaki kişilerle ilgilenmeye başlar. Olaylar karşısındaki davranışlarının ne olacağını merak eder. Onların başarılarından mutluluk duyar. Onların sıkıntılarına üzülür. Kendisini onların yerine koyar. Onların davranışlarını eleştirir. Bu davranışlar içinde yapılmaması gerekeni, yapılmamış olanları bulur. Romanı okuyup bitirince genel bir yargıda bulunur. 

Türk edebiyatında önceki yüzyıllarda roman türüne benzer edebî eserler mevcuttur. Bunlar: 

1) Halk Hikâyeleri (Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi.) 
2) Meddah Hikâyeleri 
3) Dinî Hikâyeler (Hz. Ali'nin Cenkleri gibi) 
4) Destanî Hikâyeler (Dede Korkut Hikâyeleri, Battal Gazi Destanı gibi) 

Avrupaî tarzda ilk roman, Tanzimat döneminde yazılmıştır. 
Namık Kemal'in "İntibah", ilk Türk romanıdır. 
Nabizâde Nazım'ın "Karabibik", ilk köy romanıdır. 
Yusuf Kâmil Paşa'nın Fenelon'dan çevirdiği "Telemak", ilk çeviri romandır. 

Romanlarda, şu ögeler üzerinde önemle durulmalıdır: Konu, kişiler, çevre, zaman, ana düşünce ve anlatım tarzı (üslûp). Romanlardaki olaylar, bir plâna uygun olarak anlatılır. Bu plân şöyledir: 

Giriş (Serim): Roman olayının başı, burada verilir. 
Gelişme (Düğüm): Roman olayının gelişip, açıldığı bölümdür. 
Sonuç (Çözüm): Romandaki olayın açıklığa kavuştuğu, düğümün çözüldüğü bölümdür. 

Romanlar, işlenilen konularına göre şu çeşitlere ayrılır: 
1) Tarihî romanlar: Tarihteki olay ya da kişileri konu alan romanlardır. Yazar tarihi gerçekleri kendi hayal gücüyle birleştirerek anlatır. 
Valter Scolt - Vaverley 
Gogol - Toros Bulba 
V. Hugo - Notre dame de Paris 
N. Kemal - Cezmi 
N. Atsız’ın Bozkurtlar 
Tarık Buğra - Küçük Ağa, Küçük Ağa Ankara’da 
K. Tahir - Yorgun Savaşçı, Devlet Ana 

2) Macera Romanları: Kahramanların başından geçen hareketli olayların anlatıldığı romanlardır. 
Alexander Dumas – Monto Kristo Kontu, Üç Sihaşörler 
Ahmet Midhat – Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Dünyaya İkinci Geliş 

3) Polisiye Romanlar: Macera ve heyecan duygularını artıran romanlardır. 
Edgar Allen Poe – Morgue Sokağı Cinayeti 
Arthur Connan Doyle – Sherlock Holmes 
Agatha Cristie – Şark Ekspresinde Cinayet 
Ahmet Midhat – Esrar-ı Cinayat (İlk Türk Polisiye Romanı) 
Cingöz Recai – Server Bedii takma adıyla Peyami Safa 

4) Egzotik Romanlar: Yabancı ülkelerin toplumsal özelliklerini, geleneklerini anlatan romanlardır. 
Refik Halit Karay – Nilgün 
Pierre Loti – İzlanda Balıkçısı 

5) Sosyal Romanlar: Ekonomik bunalımlar, sınıfsal çelişkiler, köyden kente göç gibi toplumsal sorunları konu edinen romanlardır. 
Victor Hugo – Sefiller 
Sami Paşazade Sezai – Sergüzeşt 
Ahmet Midhat – Felatun Bey ile Rakım Efendi 
Recaizade Mahmud Ekrem – Araba Sevdası 

6) Psikolojik Tahlil Romanları: Roman kahramanlarının psikolojisini tahlillerle anlatan romanlardır.  Madame De Le Fayette – Princesse De Cleves (Dünyanın ilk psikolojik roman örneği) 
Peyami Safa – Dokuzuncu Hariciye Koğuşu 

7) Biyografik Roman: Topluma mal olmuş bir kişinin yaşamını, yaşadığı döneme katkılarını anlatan romandır. 
Oğuz Atay – Bir Bilim Adamının Romanı 

8) Otobiyografik Roman: Yazarın kendi hayatını konu edindiği romanlardır. 
Mark Twain–Tom Sawyer’in Maceraları 
Orhan Kemal – Avare Yıllar, Baba Evi 

Türk Edebiyatında Roman 

Türk edebiyatına roman Fransızcadan yapılan çevrilerle girdi. Bu çevirilerden ilki Yusuf Kamil Paşa'nın Fenelon'dan yaptığı Tercüme-i Telemak'tır. Daha sonra adı bilinmeyen bir çevirici Victor Hugo'nun ünlü romanı Sefiler'i (Les Miserables) çevirdi. 1860-1880 yıları arasında başta Fransız yazarlar olmak üzere birçok Batılı yazarın eseri Türkçeye çevrildi. 

İlk Türk romanı Şemsettin Sami'nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eseridir. Sami'den sonra Ahmed Mithat romanlarıyla Türk romanının gelişmesine katkıda bulundu. 

Türk romanı asıl Tanzimat döneminde gelişti. Recaizade Mahmut Ekrem'in Araba Sevdası yeni teknikler kullanılan Batılı anlamda türüne en yakın ilk Türk romanıdır. 

Servet-i Fünun edebiyatı döneminde ilk usta romanlar ve usta yazarlar kendilerini gösterdi. "Sanat sanat içindir" tezini savunan bu yazarlar aşk ve acıma gibi konuları işledi. Halit Ziya Uşaklıgil bu dönemin en önemli romancısı sayılır. Aşk-ı Memnu (1925) adlı romanı günümüzde de en başarılı Türk romanlarından biridir. 

1910'dan sonra milli duyguların ağır basmasıyla birlikte "Genç Kalemler" dergisi çevresinde Türkçülük akımı gelişti. Milli romanların yazılması bu dönemde başladı. Halide Edip Adıvar'ın Vurun Kahpeye, Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanları bu dönemin örneklerindendir. 

Cumhuriyet döneminde çağdaş Türk romanı ortaya çıktı. Toplumsal ve sosyal gelişmeleri konu alan romanlar yazıldı. Köy ve kent romanları ayrımı da bu dönemle ilgilidir.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...