Antik çağlardan beri binlerce yıldır insanlar yüz özelliklerimizin kaderimizi veya karakterimizi belirleyip belirlemediğini merak ettiler. Pek çoğumuz belki de insanların yüzlerine bakarak onlar hakkında bilgi alabilmek isterdik. Peki bu mümkün müdür? Gerçekten de insanların yüzleri bize onlar hakkında ipucu verebilir mi? Yada kafatasımızda gerçekten bizim kimliğimizi oluşturan çıkıntı veya oyuklar var mı?
Karşımızdaki insanın nasıl biri olduğunu sadece ona bakarak, yüz hatlarındaki ayrıntılardan, kafa yapısından anlayabilmek belki de birçoğumuzun isteyeceği bir şey olabilir. Peki böyle bir sınıflandırmanın doğruluğu hakkında ne söyleyebiliriz? İnsanlar gerçekten doğuştan getirdikleri özellikleri yüzünden mi kıskanç, saldırgan, güvenilir, iyimser veya cesur olmak gibi özelliklere sahiptirler?
Her ne kadar ben de böyle bir durumun iletişimde olduğum insan hakkında kolayca bilgi sahibi olabilmek için doğruluğuna inanmak istesem de bugün biliyoruz ki böyle bir fikri savunmanın pek de bilimsel bir yanı yok. Ancak geçmiş zamanlarda insanlar buna benzer fikirleri savunmuş, bu konuda araştırmalar ve deneyler yapmış, insanları bazı ölçütler dahilinde kategorize etmiş ve bunun bilimsel olduğunu ileri sürmüşlerdir. Aristo, Antik Yunan’da bunun hakkında bir kitap yazmış ve yüz, beden ve sesin fiziksel özelliklerini incelemiştir. Homer ve Hipokrat da pratik felsefenin antik bir yöntemi olarak yüz okuma hakkında yazılar yazmışlardır.
Fizyonomi kavramı yüz hatlarımızın ve yüzümüzdeki organların şekli ve duruşunun karakterimizi yansıttığını savunur.
İnsanların yaşantılarının yüzlerinde saklı olduğuna ve karakterlerinin de yüzlerinde iz bıraktığına inanılır. Kariyer basamaklarını hızla çıkan rekabet ortamında büyümüş idealist bir iş kadınını ve köyde büyümüş çiftçilik yapan doğayla iç içe sakin bir hayat yaşayan başka bir kadının yüzünü düşünelim. İlk kadının yüzünün daha keskin hatlarla çevrili olduğunu ve kadının daha net bakışlara sahip olduğunu görürken ikinci kadının daha yumuşak yüz hatlı daha düşük bakışlı masum bir ifadeye sahip olduğunu görürüz.
Geniş alna sahip insanların zihinsel gücü yüksek ve entelektüel kişilikler olduğu, dar alınlı insanlarınsa daha anlık ve dürtüsel kararlar alan insanlar olduğu düşünülür. Kaşlar eğer birbirine yakın ve daha düz formda ise zihnin çokça kullanıldığına daha yay şeklindeyse kişinin masum, uysal ve zararsız olduğuna, v şeklinde sivri kaşlara sahip insanlarınsa liderlik vasıflı otoriter ve manipüle yeteneği yüksek insanlar olduğuna, büyük burnun bağımsız ruhlu egoist ve ilgiye düşkün kişilik yapısına, küçük burnunsa sadakati ve güvenilir bir insanı temsil ettiğine inanılır. Çıkık elmacık kemikleri cesur insanı yuvarlak yanaklar pozitif mutlu kişiliği dudaklar ise daha çok hazzı ve cinsel kimliği tanımlar. İnce dudaklar yalnız kalabilen kendisiyle barışık insanları büyük dudaklarsa meraklı eğlenceli sosyal insanları ifade eder.
Fizyonomiyi biraz daha ileriye taşıyan ve daha tehlikeli bir boyutta ele alan diğer kavramımızsa frenolojidir.
Frenoloji kavramı; beynin zihinsel bir organ olduğu ve beyindeki fiziksel bölgelerin bir kişinin karakterine katkıda bulunabileceği fikrine dayanır. 1800'lerde Avusturyalı hekim, fizyolog ve nöro-anatomist Franz Joseph Gall tarafından geliştirilmiştir.
Zengin bir yün tüccarının on iki çocuğundan biri olarak dünyaya gelen Gall, daha çocuk yaşlardayken kardeşlerinin yüz yapılarının farklılıklarından çok etkilenip, kafataslarının şekline bakarak karakterleri arasında bir bağlantı kurmaya çalışmıştır. Sonradan Frenoloji adını alacak bu teknik, kişilik ve aklın, kafadaki bölüm ve çizgilerin sınırlarını belirlediğini ve bu bölümlerin beynin dış çeperine de yayıldığını savunmuştur. Bu bölümlerin hangisi daha gelişmiş ve yayılmışsa, o bölüme denk düşen yetenek veya duygu da o kadar gelişmişti. Beyindeki bu gelişmeleri de dışarıdan, yani kafatasının üzerinden el yordamıyla izlemek mümkündü.
Gall’a göre kafatası, aklın boyutlarını, yetenek ve beceri sınırlarını gösteren geniş bir haritaydı. Bu haritada hafıza, dil, mekanik yetenekler gibi, ukalâlık, cinayete veya suça yatkınlık, sadakat, inanç, hırsızlık gibi kısımlar da vardı. Daha sonra bu fikir çeşitli yazarlar tarafından kaleme alındı, özellikle de Arthur Conan Doyle’un Sherlock Holmes isimli romanlarında bu konuyu ele alması halkın ilgisini çekti
Frenolojinin bilim olarak kabul edildiği o dönemde, kafatasından karakter analizi yapan uzmanlar özellikle suçu aklamak için bir 'çıkıntı' arıyorlardı. Kafatasında bu özellikleri temsil eden çıkıntıların, oyukların olduğuna yani insanın suçlu, saldırgan ya da masum olduğunun anlaşılabileceğini düşünüyorlardı. Profesör Gall de hayatı boyunca bu hipotezini kanıtlamak üzere tam 120 tane kafatası toplamıştır ve günümüzde bu kafatasları Avusturya’da bir müzede sergilenmektedir.
Frenoloji ayrımcılığa sebep olduğu ve ilerleyen süreçte ırkçılık fikrini destekler nitelikte olduğundan hatta Etnik grupların zekasal ölçü farkları abartılarak ‘beyazların üstünlüğü’ fikri benimsetilmeye çalışıldığından politika ve din çevrelerinden büyük tepki gördü. Kilise tarafından yasaklılar listesine alınan Gall, "dine karşı olduğu ve toplum ahlâkını bozduğu" gerekçesiyle, Avusturya hükümeti tarafından ülkeden ayrılmaya zorlandı ve Fransa’ya taşındı. Daha sonra Napolyon Bonaparte, Gall’un savunduğu biliminin aslında insanlığa hizmet etmediğini açıklayarak bu teoriye bir nokta koydu.
Quentin Tarantino yönetmeliğinde çekilmiş oyuncu kadrosunda Leonardo Dicaprio gibi ünlü isimlerinde olduğu Zincirsiz isimli filmin bir sahnesinde de bahsedildiği gibi insanlar frenolojiye dayanarak siyahilerin kafatasında köleliğe ve hizmet etmeye yatkın çıkıntılar olduğunu öne sürmüş ve insanların böyle bir kadere mahkum olduğunu düşünmüşlerdir. İlerleyen zamanlarda kafatasının kalınlığı her bireyde farklı olduğundan, kafatası yüzeyinin de beynin topografyasını yansıtmadığı kanıtlandığı için, ortaya çıkışından tam 50 yıl sonra Frenoloji bir 'bilim' olarak gözden düşmüştür.