23 Ağustos 2022 Salı

Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? (Philip K. Dick) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili

 
Kitabın Adı: Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? 

                      (Do Androids Dream of Electric Sheep)

Kitabın Yazarı: Philip K. Dick

Kitap Hakkında Bilgi:

Çok uzak olmayan bir gelecekte, radyoaktif toz dünyanın her yerini kaplamış, ormanlar ve hayvanlar yok olmuş. İnsanlar çetin yaşam koşullarının hüküm sürdüğü koloni gezegenlerine göç etmiş, başta savaş makinesi olarak tasarlanan robotlar giderek gelişmiş ve insandan daha zeki, daha güçlü olmuşlar. İnsan ile androidi ayıran tek şey empati yetenekleri mi? Tüm bunların ortasında ödül avcımız Rick Deckard var. En çok istediği şeyse elektrikli koyunu yerine gerçek bir hayvan sahibi olmak. Ama bunun için Mars’tan kaçmış sekiz androidi emekliye ayırarak alacağı ödül parasına ihtiyacı var ve bu görev, ona insan ile makine arasındaki farkı sorgulatacak bir varoluş savaşına dönüşüyor. Gelmiş geçmiş en iyi bilimkurgu filmlerinden Blade Runner’ın uyarlandığı Blade Runner 2049’u da unutmadan, sayısız yazara, sayısız hikayeye esin kaynağı olmuş gerçek bir Siz ne kadar insansınız?

(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Özeti:

Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?’nin çizdiği geleceğin dünyası insanlık için pek de altın çağ sayılamaz. Üçüncü dünya savaşı sonrasında dünya sürekli bir radyoaktif serpinti altındadır. Dünyadaki çoğu bölge toz bulutuyla kaplanmıştır. Hayat şartları yaşanması zor hale gelmiştir. İnsanlar başka kolonilere yerleştirilir, yetersiz görülenlerde "özel" ismi takılarak dünyadaki yaşama bırakılır.

Hayvan türlerinin çoğu yok olmuş, var olanlar da birer statü sembolü olarak insanlar tarafından çok yüksek paralar ödenerek beslenmektedir. Parası gerçek bir hayvan almaya yetmeyenler elektrikli bir tanesini tercih etmektedirler. 

İnsanlardan ‘özel’ olmayanlar (yani radyoaktivite yüzünden zarar görmemiş, üremesinde sakınca bulunmayanlar) dünya dışındaki kolonilere göç etmeye teşvik edilmektedir. Gitmeyi kabul edenlere devlet özel hizmetlerinde bulunmak üzere bir android tahsis etmektedir. Bu androidleri üreten devasa şirketlerin başındaki bir avuç zengin insanın dışındakiler perişan bir hayat sürmektedir. 

Androidler kolonilerde yaşamaktadır ve dünyaya gitmeleri yasaktır. Ancak bazı androidler dünyaya kaçarlar. İnsandan ayırt edilmesi neredeyse imkânsız olan androidler kaçtıkları zaman onları bulup emekli etmek (öldürmek) de polisin işidir. Romanımızın kahramanı Deckert böyle bir polistir. Aslında bu androidleri emekli etme işini Dave yapıyordur. Fakin Dave bir android tarafından yaralanınca bu iş Deckert'a kalır. Deckert evlidir ve evlerinin damında bir elektrikli koyun beslemektedir. Deckert'ın maddi durumu pek iyi değildir. Ancak yeni aldığı işi halledebilirse, yani bir grup asi androidi yakalayıp emekli edebilirse gerçek bir koyun almayı planlamaktadır. Androidler Dave tarafından tespit edilmiş ve Deckert'a liste verilmiştir. Zor olan tarafı ise bu androidlerin android olduğunu kanıtlamak ve onları emekli etmektir.

Çok garip bir dönemdir. Androidler inanılmaz bir biçimde topluma uyum sağlayarak çeşitli mesleklerde çalışmakta ve kendilerini de çok iyi saklayabilmektedir. Kimin android kimin insan olduğunun belli olmadığı, insanların duygudaşlık geliştirmek için birbirlerine ‘bağlanabildikleri’ bir sistemin olduğu bir dönem… 

Mercerism denilen bir inanç sistemi insanların ruhsal dünyalarını ayakta tutmaktadır. Empati üzerine kurulu bu anlayışın bir pratiği, empati kutularını kullanarak o anda kutuyu kullanan herkesle yüzde yüz empati kurmaktır. Bir sevinç ya da üzüntü bu kutular sayesinde başkaları tarafından anında paylaşılabilmektedir. 

Empati romandaki kilit kavramlardan biri. Sadece bu yeni dinin pratiklerinden biri değil, aynı zamanda androidleri gerçek insanlardan ayırmak için uygulanan testlerin içeriğini de oluşturmaktadır. Androidler gerçek insan görünümünde ve fizyolojisinde olduğu için (en azından dış görünüş olarak, deri, derideki kılcal damarlar, göz ve gözün çalışma şekli açısından) insandan ayırt edilmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla polislerin uygulayabileceği bir sorgulama protokolü bulunmaktadır. Android olduğundan kuşkulanılan kişiye sosyal ilişkileri konu edinen sorular sorulurken gözbebeklerinin büyüyüp küçülmesi ve yanaklarındaki kılcal damarların kanlanma miktarı ölçülmektedir.

Romandaki bazı androidlerin bir başka özelliği de onlara sahte bir geçmiş verilmiş olmasıdır. Yani belleklerinde kendilerine dair bir geçmiş bilgisi ve anılar bulunmaktadır. Dolayısıyla androidin kendisinin aslında kim olduğunu (bir makine olduğunu) anlaması mümkün değildir. Dolayısıyla romanımızın kahramanı da kendisinin insan mı android mi olduğunu bilememektdir…

Çocukluğun Sonu (Arthur C. Clarke) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili

 

Kitabın Adı: Çocukluğun Sonu

Kitabın Yazarı: Arthur C. Clarke

Kitap Hakkında Bilgi:

Bilinmeyenin korkusu, geçmişten değil de gelecekten kalma bir hatıra olabilir mi?

1953'te yayımlanan Çocukluğun Sonu, Arthur C. Clarke'ın bir bilimkurgu yazarı olarak tanınmasını sağlayan, yirminci yüzyıla damga vuran önemli romanlardan biri. 2015'te televizyona uyarlanarak dizi haline getirilen ve bilimkurgu takipçileri için yeniden gündeme gelen bu eserin gücü, insanlığın geleceğine dair en özgün ve düşündürücü yorumlardan birini sergilemesinde gizli.

Dünya üzerindeki uygarlığımızın kaderini, insan neslinin akıbetini irdeleyen Çocukluğun Sonu, ters köşeye yatıran bir "öteki" anlatısı, farklı bir uzaylı istilası öyküsü, ütopya ve distopya arasındaki ince çizgiye dair, kalın harflerle tarihe geçen bir bilimkurgu klasiği…

"Böyle bir kitap yıllardır yazılmadı."
-C. S. Lewis-

"Ürkütücü derecede mantıklı, inandırıcı ve acımasız bir kehanet girişimi. Clarke gerçek bir usta."
-Los Angeles Times-
(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Özeti:

Çocukluğun Sonu, bilim kurgu olmasının yanı sıra bir distopyadır. 

Bölüm 1:

Çocukluğun Sonu kitabı Amerika, Rusya devletlerinin aralarındaki uzay yarışını anlatarak başlıyor. 

Her iki devlette uzay yarışında ilk adımı atan taraf olmak istemektedir. Ancak bir anda dünyanın en büyük şehirleri üzerlerinde devasa büyüklükte uzay gemileri ortaya çıkar. O gün her iki taraf da bu savaşı kaybettiklerini anlamışlardır. İnsanoğlu evrende yalnız değildir.

İnsanlık bu cisimlere Hükümdar ismini vermiştir. Hükümdarlar asla kendilerini göstermiyorlardı. Teknoloji olarak çok ileriydiler. Hükümdarlar geldikten sonra dünya refaha ulaşmıştır. Hükümdarlar savaşa, haksızlığa karşıdırlar. Bazı devletler eski durumu devam ettirmeye kalkışsalar da öyle sert cevap veriyorlardı ki bir daha kimse savaşmaya kalkışamazdı. Dünya çok daha huzurlu, mutlu bir yer haline gelmişti. 

Bu arada dünyanın geleceği hakkındaki kararları Hükümdarlar veriyordu. Bazı insanlar bu duruma karşı çıkıyor, hükümdarların sadece dünyaya huzur getirme amaçlarında olamayacaklarını başka bir amaçlarının olması gerektiğini düşünüyorlardı. İnsanlık şuana kadar sadece Karellan adındaki hükümdar ile iletişime geçmişti ve bu iletişimi de kendi gemilerinde kendilerini göstermeden Birleşmiş Milletler yöneticisi ile yapıyorlardı. Karellan insanoğlunun henüz kendilerini görmeye ve gerçek amaçlarını bilmelerine hazır olmadıklarını zamanı geldiğinde öğreneceklerini belirtiyordu.

Bölüm 2: Altın Çağ

Bir sonraki neslin Hükümdarları görebileceği zaman gelmişti. Hükümdar gemisi yavaş bir şekilde indi. Karellan kendisine eşlik etmesi için gemiye iki çocuk istedi. Çocuklar eşliğinde gemiden dışarı çıktı. Deriden kanatları, küçük boynuzları, dikenli kuyrukları bulunuyordu. İnsanlık ilk defa Hükümdarı görmüştü. Ancak insanlar hala geliş amaçlarını bilmiyordu.

Hükümdarların bazen insanların arasına karıştığı gözlemlenmişti. Dünya üzerindeki kitaplardan faydalanıyorlardı. Bir gün hükümdarın da katıldığı bir partide, insanların çoğu dağıldıktan sonra bir grup insan bir masa etrafında oturmuş eğleniyorlardı. Bu eğlencenin sonunda içlerinden biri Hükümdarların gezegenini sorunca gelen cevap onları ürkütmüştü. NGS 549672. Jan yaptığı araştırmalar ile bu gezegenin var olduğunu fark etti. Ardından yaptığı plan ile hükümdarların gemisine binip, onların gezegenine doğru yola çıktı. Hükümdarlar bunun farkındaydı. Jan'ın yolculuğu uzayda 2 ay sürecek olmasına rağmen, dünyaya geri döndüğünde 80 yıl geçmiş olacaktı ve tanıdığı kimse kalmayacak ve belki de dünya çok değişecekti.

Bölüm 3: Son Nesil

George ve Jean çocuklarının geceleri gördüğü rüyalardan korkmuş durumdaydı. Evrende farklı konumda gezegenlerde, farklı canlılar farklı yıldızlar görüyorlardı. Zamanla normal yaşantısında da bu rüyaları görmeye başlamışlardı.

Karellan dünyaya son bir konuşma yaparak, yegane amaçlarını açıkladı. Şu anki çocukların insan olmadığını onların dönüştüklerini bunun sadece çocuklar için geçerli olduğunu belirtti. Nedenini kendileri de bilmiyordu. Başka gezegenlerde de bu olmuştu sıradaki gezegen dünyaydı. Bu duruma aracılık etmek için  gelmişlerdi. Hükümdarlar kendilerinden daha üstün olan Zihindar adındaki varlıklar tarafından kontrol edildiklerini söylediler. Şuanın yetişkin nesli insanlığın son nesli olacaktı.

Aradan 80 yıl geçmişti ve Jan dünyaya dönmek için sabırsızlanıyordu. Yeryüzüne indiğinde gördüğü manzara karşısında şok olmuştu . Dünyadaki son ve tek insan kendisaydi. Dönüşüm tamamlanıyordu ve Hükümdarlar dünyadan ayrılıyordu. Jan ise dünya yok olurken bu dönüşümü izliyordu.

İnsan Beynine Elektrikle Uyarı Vermek Hafızayı Güçlendiriyor


Araştırmaya göre insan beynin elektrikle uyarılması yaşlılarda kısa ve uzun süreli hafızayı güçlendiriyor


Yapılan bir araştırmaya göre, insan beyninin dört gün boyunca günde 20 dakika süreyle zayıf elektrik akımı ile uyarılmıştır. Bu çalışmanın sonucunda yaşlanmayla birlikte gelen hafızadaki gerileme ve uzun süreli düşüş tersine çevrilmiştir.

Euronews'te yer alan habere göre, diğer bir elektrikli beyin stimülasyonu, hafızayı geliştiriyor.

Nature Neuroscience dergisinde yayınlanan araştırma, beyne normal sinirsel aktiviteyi taklit eden zayıf elektrik akımı verilmesinin ileri yaşlı, sağlıklı yetişkinlerde kısa vadede hafızayı güçlendirebileceğini ortaya koyuyor.

* Araştırma kapsamında yaşları ilerlemiş 150 kişiye, dört gün boyunca peş peşe boneye benzer bir şapka giydirildi. Böylece beyinlerinin bazı bölümlerinin düşük dozda elektrik darbeleriyle uyarılması sağlandı.

* Yapılan 20 dakikalık seanslar (nöromodülasyon) sırasında yaşlılara her biri 20 kelimeden oluşan beşer liste verildi ve bunları hatırlamaları istendi.

* Bazılarında titreşimler, beynin kısa süreli hafızayla ilgili olduğu bilinen ve yeni öğrenilen bir telefon numarasının depolandığı bir bölgeye yönlendirildi.

Yaşlıların kendilerine söylenen kelimelerden kaç tanesini hatırladıklarını görmek için test edildi.

* Diğerlerinde ise titreşim daha ileriye, anıların daha uzun süreli depolandığı bilinen bölgeye yönlendirildi.

Bilmeseler de, eski kelimelerden kaçını hatırladıklarını görmeye çalışıldı. Tedaviden sonra, katılımcıların neredeyse tamamı hafıza testlerinden ve daha önce yapılan kontrollerden daha iyi performans sergiledi.

* Başlangıçta daha kötü puan alan denekler ise seansların sonunda en fazla iyileşmeyi gösteren kişiler oldu.

* Boston Üniversitesi öncülüğünde yürütülen araştırmaya göre, beyni zayıf akımlı elektrik darbeleriyle uyarmanın hafızaya faydaları, testlerin bitmesinden bir ay sonra da devam etti.

* Araştırma sonuçları ve ortaya çıkan bulgular her ne kadar başlangıç aşamasında olsa da, söz konusu tedavinin uzun vadeli etkilerinin oldukça büyük olacağı belirtiliyor.

Araştırmacı yürüten psikolog Robert Reinhart, "Beynin hassas bölgelerine birbirinden farklı frekanslarda alternatif akım uygulayarak hafızayı kısa ya da uzun süreli olarak ayrı ayrı geliştirebildik." dedi.

Bilim çevrelerine göre bulgular, transkraniyal alternatif akım stimülasyonu ya da tACS olarak adlandırılan ve yaşlandıkça bozulma eğilimi gösteren zihinsel işlevlerin artırılması için potansiyel bir araç olarak en güçlü destek yöntemlerinden bazılarını sağlıyor.

Ancak tACS'nin potansiyel bir terapi haline gelebilmesi için hala birçok engelin bulunduğu belirtiliyor.

Analistlere göre güvenli olduğunu kanıtlamak, etkilerin ne kadar kalıcı olduğunu anlamak ve deneyde kullanılan yapay kelime hatırlama görevinin gerçek dünyada faydaya dönüşüp dönüşmediğini görmek için uzun süreli çalışmalar gerekecek.

7 Temmuz 2022 Perşembe

Cam Tavan Sendromu ve Başetme Yöntemleri Nelerdir?

 Cam Tavan Sendromu ve Başetme Yöntemleri Nelerdir?

Kişisel gelişim konusunda uzman olan Dr. David J. Schwartz bir pire deneyi yapar. Bu pire deneyiyle birlikte anılmaya başlayan cam tavan sendromu, kişinin kendi kendine koyduğu engelleri aşamaması, çaresizliği öğrenmesi durumuolarak tanımlanır.

Dr. David J. Schwartz’ın yaptığı deney pireleri konu alır. Dr. David J. Schwartz pirelerin farklı yüksekliklerde zıpladığını gözlemlemiştir. Deney için birkaç pireyi 30 santimetre yüksekliğinde metal tabanlı bir cam fanusa alır ve incelemeye başlar. Deneyin başında metal zemin ısıtılır. Pireler ısınan zeminden ve sıcaktan rahatsız olur, zıplayarak kaçmaya çalışır. Zıpladıkça başını cam tavana vuran pireler, kendilerini önleyen engeli anlamlandırmakta güçlük çeker. Defalarca tekrarlanan cama vurma işleminin sonunda pireler 30 santimetreden yükseğe zıplamamayı öğrenirler.

Bütün pirelerin aynı yüksekliğe zıpladığı gözlemlendiğinde deneyin ikinci aşamasına geçilir. Metal zemin tekrar ısıtılır ve cam tavan kaldırılır. Üstlerinde çarpacak bir engel olmamasına rağmen bütün pireler 30 santimetre yükseğe zıplarlar. Daha yükseğe zıplama olanağı vardır ancak eylemi harekete geçiren cesaret unsuru yoktur. Kafalarını cam tavana tekrar tekrar vuran pireler, kendilerini sınırlayan engeli tanımlarlar. Daha çok, daha yüksek zıplama ya da fanustan kaçma imkânları vardır. Ancak artık engel fiziksel olarak değil, zihinsel olarak etki göstermektedir. Dış engel etkisini yitirse de iç engel varlığını sürdürür. Cam tavan sendromuna da adını veren deney, canlıların başaramayacakları düşüncesini nasıl öğrendiklerini gösterir.

Pire deneyiyle tanımlanan cam tavan sendromu, 1969’da Wall Street Journal gazetesinde yayınlanan bir makale ile dünyaya duyurulur. O tarihten bu yana, birey psikolojisini tanımlamak için kullanılan terimlerdendir. Özellikle kadınların iş hayatında karşılaştığı engelleri, özgüven, performans ve başarı kriterlerinden kaynaklanan sorunlar değerlendirilirken kullanılır.

Cam tavan kavramı, kişinin potansiyelini ulaşılmaz kılan ve başarısını değersizleştiren görünmez bir handikabın metaforik tanımıdır. Kişinin potansiyelinin farkında olması ve zihnindeki engelleri aşmaya çalışması oldukça önemlidir. Doktor David J. Schwartz beynin bir eyleme dair oluşturduğunuz düşünceyi ve inancı haklı çıkarma çabası olduğunu söyler. Bir eylemin imkansız olduğuna dair beslenen inanç doğrultusunda beyin bu inancı doğrulamaya çalışır ve kanıtlamak için yollar arar. Tam tersine, bir eylemin yapılabilir olduğu düşünüldüğünde ve buna dair inanç canlı tutulduğunda zihin bu düşünceyi gerçeğe dönüştürmenin yollarını arar.

Kişinin başarısızlığı kabullenmesi, çaba etmeninin ortadan kalkmasına yol açar. Ek olarak, öğrenilmiş çaresizlik kişinin söz konusu olan durum veya eylem ile ilgili özgüvenini kaybettiğinin de göstergesidir. Özgüvenin kaybolması kişinin kendi deneyimlerinden ya da geçmişteki çabalarından dolayı yaşanabileceği gibi dış etmenler doğrultusunda da gelişebilir. Kişiler yeni bir eyleme kalkışacakları zaman çevresini gözlemler. Yapmak istenen eylemi gerçekleştiren ya da eylemi yapmaya kalkışan kişilerin deneyimlerini diğer kişilerin deneyimlerinden üstün tutma eğilimi gösterirler. Kendisiyle aynı ya da benzer koşullara sahip olan bir kişi daha önce ilgili eylem doğrultusunda çabaladığı halde başarısızlığa uğramışsa, yapmak istediği eylemden vazgeçebilir. Birçok insan için bir eylemi başka birinin yapamadığını görmek, denemekten vazgeçmek için yeterli bir nedendir.

Bireyi cam tavan sendromuna girmesine aile yapısı, toplum baskısı, bulunulan sosyal çevrenin değerleri, dönem koşulları, erk yönetim ve iktidar gibi pek çok faktör sebep olabilir. Bu yanıyla cam tavan sendromu, kişinin zihnine ve bedenine sarılmış görünmez bir zincir gibidir. Bu zincir zamanla çoğalıp tüm düşüncelerinize yayılabilir. Zihninize yer eden bu zincirlerden kurtulmak için çaba göstermezseniz kurtulmaya dair umudunuzu yitirebilirsiniz. Başarısız bile olsanız çabalamanız umudunuzu taze tutar ve çaba vermeniz başarılı olabileceğinize dair inancınızı artırır. Çaresiz kalan kişi yeni çareler arar. Öğrenilmiş çaresizlikle yaşamaya çalışan kişi, etkisiz kalır. Psikolojik destek alarak başarıyla olan mesafenizi anlamlandırabilir, kişisel engellerinizi aşmayı deneyebilirsiniz.

Bireysel olarak cam tavan sendromu ile mücadele edebilmek için; 

* Kişisel becerilerinizi ve mesleki niteliklerini geliştirmek için eğitim almalı,
* Özgüvenli olmak için mağduriyet duygusundan kurtulmalı,
* Çalıştığınız işletmedeki eğitim, mentörlük fırsatlarını kaçırmamalı,
* Doğru ve etkili iletişim kurmak için beden dilini doğru kullanma ve diksiyon geliştirmeye odaklanmalı,
* Ekip ruhunun gücüne inanarak sadece bireysel çalışmalara değil, takım çalışmasına da önem vermeli,
* İş yaşam dengesini koruyabilmek için zaman yönetimi konusunda özenli olmalı,
* İş odaklı olmayıp sosyal ilişkilere önem vermeli ve hobileriniz için kendinize de zaman ayırmalısınız.

Cam tavan metaforu ilk olarak 1986 yılında Hymowitz ve Schellhardt tarafından “örgütsel hiyerarşilerde yüksek yöneticilik düzeyinin hemen altında yer alan ve kadınların bu seviyeye yükselmelerini engelleyen ya da kısıtlayan bir engeli ifade etmek üzere kullanılmıştır. Dolayısıyla bu kavram, kadınların çalışma yaşamında yönetici gibi üst pozisyonlara gelmesini engelleyen “görünmez” engeller anlamını taşımaktadır. 

18 Haziran 2022 Cumartesi

Tayinci Çocuğu Tahsin Kimdir?



Tayinci Çocuğu Tahsin Kimdir?

Hele bi bak Tahsin ...
Tahsin'in babası subaydı. Tayinci çocuğu derlerdi ona. Okul yıllarında Erzurum'a gittiler...
Okul bir oda, beş sınıf; ikinci sınıftan başladı. Tahsin konuşmadı, konuşamadı; okuyamadı da...
Derken yine tayin; Erzurum'dan Kayseri'ye...

Okuyamayan, konuşmayan Tahsin'i birinci sınıfa geri çektiler. Birinci sınıflara Aliye Öğretmen bakıyordu. Kekemelik tutmuştu Tahsin'i... Her gün, bütün çocuklar gittikten sonra Aliye Öğretmen Tahsin'le çalıştı, konuşma pratiği yaptılar. Bir buçuk yıl sürdü bu konuşma talimleri...

Birgün Aliye Öğretmen;
"Senin en kolay söylediğin kelime nedir," diye sordu.
"Hele'dir öğretmenim"
"Peki, bu kelimenin arkasına kelime ekleyerek konuş, hele be, hele sen gel, hele git gibi..."
"Hele be öğretmenim, hele sen gel öğretmenim..."
Sorun böylece çözüldü.

5'inci sınıfta okul birincisi oldu Tahsin. Aliye Öğretmen tuttu elinden bilgi yarışmalarına katıldı. Tayinci çocuğu Tahsin...
Yine tayin Kayseri'den İstanbul'a...

Tahsin okudu makine mühendisi oldu. Bir daha okudu. Gazetecilik Yüksek Okulu'nu bitirdi.

Yıllar sonra...
Kayseri PTT'den ismi Aliye olan ne kadar insan varsa hepsinin telefonunu aldı. Bir bir aradı öğretmenini bulmak için.

"Aliye isminde, şu şekilde, şurada bir öğretmenim vardı, onu arıyorum..."
Yılmadı Tahsin.
Telefonlardan biri "bir akrabasının tanıma uyduğunu" söyledi ve ekledi "hep sizin adınızı söylerdi..."

izini sürdü ve buldu.
Ellerinden öptü öğretmeninin...

Tahsin...

Reklamı sevmedi. Bir tıraş bıçağının tüm dünyada yayınlanacak reklamını da otomobil markasının reklamını da kabul etmedi. Şampuan, diş macunu, banka hepsine "hayır" dedi.

"Dünyada her şey para değildir," dedi.

Yine tayin...
Bu dünyadan 16 Eylül 2016'da tayini çıktı...
Hele bir gitti...
Hele Allah rahmet eylesin...
Hele saygıyla...

Tahsin!
Tahsin Tarık Üregül

Tarık AKAN diye bilinir.

25 Nisan 2022 Pazartesi

Metal Madeni Paraların Maliyeti, Ağırlığı, İçerisinde bulunan Madenler ve Karışım Oranları



Ülkemizde kullanılan metal paralar; 1 kuruş, 5 kuruş, 10 kuruş, 25 kuruş, 50 kuruş ve 1 lira olmak üzere 6 değerde üretilmektedir.

Son günlerde 5 lira madeni paraların tedavüle çıkacağı konuşulmaktadır. Bu durum dikkatleri metal paralara çevirmiştir. Biz de bu makalemizde metal paraların ağırlığına, maliyetine ve içerilerinde bulunan madenlerin karışım oranlarına yer vererek bu konudaki merakı gidermeye çalıştık.

Metal paraların alım gücü değerlerinin yanında bir de maliyet değerleri vardır. 

Günümüzde emtia fiyatları hızla artınca metal paraların alım gücü değeri maliyet değerlerinin altında kalmıştır.

Son yapılan değerlendirmelere göre metal paralarımızın maliyet değerleri şu şekildedir;

1 Kuruş : 2,20 gr ağırlığındadır. %70 bakır ve %30 nikel karışımından elde edilmektedir. Bu durumda 1 kuruşun maliyeti 0,96 kuruş yapmaktadır.

5 Kuruş : 2,90 gr ağırlığındadır. %65 bakır, %18 nikel ve %17 çinko karışımından elde edilmektedir. Bu durumda 5 kuruşun maliyeti 1,03 lira yapmaktadır.

10 Kuruş : 3,15 gr ağırlığındadır. %65 bakır, %18 nikel ve %17 çinko karışımından elde edilmektedir. Bu durumda 10 kuruşun maliyeti 1,12 lira yapmaktadır.

25 Kuruş : 4,00 gr ağırlığındadır. %65 bakır, %18 nikel ve %17 çinko karışımından elde edilmektedir. Bu durumda 25 kuruşun maliyeti 1,42 lira yapmaktadır.

50 Kuruş : 6,80 gr ağırlığındadır. %65 bakır, %18 nikel ve %17 çinko karışımından elde edilmektedir. Bu durumda 50 kuruşun maliyeti 2,42 lira yapmaktadır.

1 Lira : 8,20 gr ağırlığındadır. %65 bakır, %18 nikel ve %17 çinko karışımından elde edilmektedir. Bu durumda 1 liranın maliyeti 2,92 lira yapmaktadır.

24 Nisan 2022 Pazar

Hayattan Ne Öğrendim? - Sonsuz Bir Karanlığın İçinden Doğdum, Işığı Gördüm, Korktum, Ağladım - Mevlana



Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.

Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi,
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.

Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu,
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla.
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim.

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu.
Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi.
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu,
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim..

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğin öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini,
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde.
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra kararında acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya...
Kalp durur...
Akıl unutur...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur...


Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...