14 Ocak 2023 Cumartesi

Siz Olsaydınız - Bir müddet zeytinle idare edebilir miydiniz?


Bir müddet zeytinle idare edebilir miydiniz?

Binaya gelen adam kendisini karşılayan sekretere Nazif Beyle görüşmek istediğini söyledi. Bunun üzerine sekreter birden ciddileşti; 
- Nazif Bey mi? dedi.
- Evet, Nazif Bey! diye cevap alınca, sekreter hüzünlü bir ses tonuyla 'Nazif Bey sizlere ömür efendim, onu kaybedeli dört yıl oldu.' dedi.

Hiç beklemediği bu haberle bir acı saplandı adamın yüreğine. 
-Ya, öyle mi...? diyebildi sadece.

Hicranlı bir suskunlukla bir müddet öylece kalakaldı. Gözlerine hücum eden yaşlar yanaklarından süzülüp göğsüne damladı. Kendisini toparlayıp 
-Onun adına görüşebileceğim bir yakını var mı acaba? diye sordu.
- Evet var, oğlu Selim Bey....
Titrek bir sesle 
- Öyleyse Selim Beyle görüşebilir miyim? dedi.
Sekreter hanım, insanda saygı uyandıran bu kibar beyefendiye,
- Selim Bey oldukça meşgul bir insan, randevusuz görüşmek pek mümkün olmuyor; ama ben yine de kendisine bir haber vereyim. dedi ve telefona yöneldi.. 
- Kim diyelim efendim? diye sordu.
- Kendimi ona ben tanıtmak istiyorum kızım. cevabı üzerine sekreter dahili telefonu çevirdi. Daha sonra, 
- Selim Bey sizinle görüşmeyi kabul etti, lütfen beni takip edin. dedi.

Beraber merdivenden çıktılar. İnce bir zevkle döşenmiş geniş bir salondan geçip büyük bir kapının önünde durdular, sekreter kapıyı açarak, 
- Buyurun! dedi.
O da içeri girdi. Kendisini ayakta bekleyen gence doğru hızlı adımlarla yürüdü, elini uzatarak,
- Merhaba, ben Prof. Dr. Mehmet Baydemir. dedi.
- Bendeniz de Selim Cebeci... Lütfen buyurun, oturun. dedi, genç iş adamı.
Mehmet Bey, kendisine gösterilen yere oturur oturmaz:
- Yirmi üç yıl, tam yirmi üç yıl... Vaktiyle bana burs verip okumama vesile olan insanın elini öpmek için bu ânı bekledim. Ama o büyük insanın elini öpmek nasip değilmiş, bunun için ne kadar üzgünüm anlatamam. dedi ve dudakları titredi, gözleri doldu. 
Yaşarmış gözlerini kuruladıktan sonra Selim Beye döndü;
- Fakat en azından o büyük insanın oğlunun elini sıkmaktan da bahtiyarım. Misafirin bu sözleri üzerine Selim Bey yerinden fırladı, kulaklarına inanamıyordu. Kelimelerinin her biri birer hayret nidâsı gibi dizildi cümlelerine:
- Mehmet Baydemir demiştiniz değil mi, Tosyalı Mehmet Baydemir mi? Profesör, delikanlının bu heyecanlı haline bir anlam veremeyerek başıyla 'Evet' dedi. Bunun üzerine Selim Beyin gözleri sevinçle parladı.
- Babamla sizi uzun yıllar aradık; ama bulamadık. dedi.
Profesörün yanına gelerek iki eliyle elini tuttu, candan bir dost gibi sıktı ve 
- Sizi karşıma Allah çıkardı. dedi.
Bu sözler profesörü çok şaşırtmıştı
- Uzun yıllar beni mi aradınız? Peki ama neden? dedi.
Selim Bey gülen gözlerle profesöre bakarak
- Bizdeki emanetinizi vermek için... deyince, profesörün şaşkınlığı iyiden iyiye arttı.
- Emanet mi? dedi.
Selim Bey cevap vermeden yerine geçip telefonu çevirdi. Karşısındakine
- Gelebilir misiniz? deyip telefonu kapattı.

Mehmet Bey, Şaşkın gözlerle Selim Beye bakarken kapı çalındı, odaya iyi giyimli bir bey girdi.
Selim Bey ona yanına gelmesini işaret etti, sonra kulağına bir şeyler fısıldadı. Gelen kişi bir şey söylemeden geldiği kapıya yöneldi. O çıkarken Selim Bey, misafiriyle tatlı bir sohbete başladı.
Sohbetleri koyulaştıkça, çehrelerindeki şaşkınlık, yerini birbirlerine Hasret kırk yıllık ahbapların yeniden buluşmalarındaki sevinç, samimiyet ve güvene bırakmıştı. Mehmet Bey yurt dışındaki tahsilinden, araştırmalarından ve yirmi üç yıl boyunca her yıl büyüyen memleket hasretinden bahsetti. Sonra Nazif Beyin duvardaki portresini göstererek,
- Bu günlerimi şu büyük insana borçluyum. Bana yalnızca maddî destek vermedi, mânen de beni hiç yalnız bırakmadı. Yurt dışında tahsil görürken yanlışa her yeltendiğimde hayalen yanımda hazır oldu. 'Sana bunun için burs vermedim.' diyerek bana istikamet verdi. Ona her namazımda dua ediyorum. dedi ve gözlerini Nazif Beyin duvardaki fotoğrafına mıhladı. Sonra gözleri portrenin altındaki ilk anda mânâ veremediği diğer tabloya kaydı. Son derece şık bir çerçevenin içinde, bazı yerleri yamalı ve tamir görmüş oldukça eski bir çift çorap duruyordu. Biraz daha dikkatli baktığında çerçevede bazı cümlelerin de sıralandığını fark etti: 'Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra...'

Selim Bey, kendisine bir soru sorduğu için başını ona çevirdi; fakat aklı tabloda kalmıştı. Selim Beye cevap verirken tabloya bir daha baktı. İkinci cümle de birinci cümle gibi üç nokta ile bitiyordu: 'Bir müddet sabredeceğiz, sonra...'

İyice meraklanmıştı. Bu ilk görüşmeleri olmasaydı, yanına gidip tabloyu iyice inceleyecekti fakat bu uygun düşmez, düşüncesiyle yalnızca sohbet arasında göz ucuyla merakını gidermeye çalışıyordu.
Ancak her seferinde biraz daha artan bir merakın içinde kalıyordu. Üçüncü cümlede: 'Bir müddet yürüyeceğiz, sonra...' diye yazıyor ve altta böyle birkaç cümle daha sıralanıyordu.

Artık aklı hep tablodaydı. Sonunda dayanamayıp,
- Selim Bey merakımı mazur görün. Şu tabloya bir mânâ veremedim. dedi.
Selim Bey kendisine has bir gülüş ile misafirine baktı, derin bir nefes alarak
- Malumunuz, babam varlıklı bir insandı. Oldukça iyi bir hayatımız vardı. Sonra ne olduysa her şeyimizi kaybettik. O zenginlikten geriye hiçbir şey kalmadı. Köşkümüzdeki hizmetçiler de gitti. Yemekleri artık annem yapıyordu. Hatırlıyorum da bir sabah, kahvaltıya sadece zeytin koyabilmişti. O zengin kahvaltılarımıza bedel, yalnızca zeytin... Şaşkınlık içinde, 'Başka bir şey yok mu?' diye sormuştum. Bu soru karşısında annemin hüngür hüngür ağlayışı gözümün önünden hiç gitmiyor. Annemin ağlayışı karşısında babam: 
'Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra...' dedi ve durdu, güçlü bakışlarını üzerimizde gezdirdi, 'alışacağız' dedi. Ve iştahla bir zeytin alıp ağzına attı. Birkaç gün sonra haciz memurları gelip köşkümüzü de elimizden aldılar. Kenar bir mahallede küçük, eski bir eve taşındık. Doğru dürüst bir eşyamız da kalmamıştı. Annem bezgin bir sesle:
'Bu evde hiçbir şey yok! Burada nasıl yaşayacağız.' Diye haykırdı. Bunun üzerine babam:
'Bir müddet sabredeceğiz, sonra alışacağız.' dedi. Gittiğim özel okuldan ayrılmış, bir devlet okuluna yazılmıştım. Sabahleyin okula servisle gitmeyi umarken, babam elimden tuttu, 
'Bu ilk günün, okula beraber gideceğiz.' dedi. Yürümeye başladık. Okul oldukça uzak gelmişti bana, yorulup geride kaldığımı hatırlıyorum. Babam kim bilir hangi düşüncelere dalmıştı. Geride kaldığımı fark etmemişti. Biraz sonra fark edince bana döndü. İsyan dolu bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Bir an bana ızdırapla baktıktan sonra, yanıma geldi. Bir şey söylemesine fırsat vermeden, kızgın aynı zamanda nazlı bir tavırla, 'Yoruldum.' dedim. Babam oldukça sakin bir şekilde: 
'Bir müddet yürüyeceğiz, sonra alışacağız.' dedi. Babam her sabah erkenden çıkıyor, geç saatlerde ancak dönüyordu. Döndüğünde ise küçük odaya çekiliyor, bazen saatlerce orada kalıyordu. Çoğu zaman buradan gözyaşları içerisinde çıktığını görüyordum. Bir gün, merakıma yenilip babamın küçük odasına girdim. Yerde bir seccade, seccadenin üzerinde de bir tespih vardı. Duvarda ise Arapça bir ibarenin altında şu yazı vardı:
'Allah borcunu ödeme niyetinde olanın kefilidir.'
Babamın dediği gibi oldu, zor da olsa zamanla alıştık. Bu hal birkaç yıl sürdü.
Bir gün babam eve çok farklı bir yüz ifadesiyle geldi.
Ağlamaklı bir yüz ifadesi vardı. Her birimize bir paket getirmişti. Köşkten ayrıldığımız günden beri ilk defa paketlerle eve geliyordu. Bizi bir araya topladı.
'Bugün, benim için ne mânâya geliyor biliyor musunuz?' dedi, kelimeleri boğazına düğümlendi, gözlerine yaşlar hücum etti. Sözlerini kesmek zorunda kaldı. Her birimize hediyelerimizi teker teker verdi ve bizi ayrı ayrı kucaklayıp yanaklarımızdan öptü, kendisi de bir koltuğa oturdu. Cebinden gazeteye sarılı bir şey çıkardı. O sırada da ağlıyordu. Hepimiz şaşkınlık içinde babama bakıyorduk.
Gazeteyi açtı, içinden bir çift yeni çorap çıkardı. Bu gözyaşlarıyla, bir çift çorabın alâkasını kurmaya çalışırken babam, beklemediğimiz bir şey yaptı. Çorabı burnuna götürdü, kokladı, kokladı. Arkasından hıçkırarak ağlamaya başladı. Hepimiz şok olmuştuk, tek kelime bile söylemeden bekledik. Babam nihayet kendisini topladı ve; 
'Bir zaman önce, büyük bir borcun altına girmiştim. Borcumu ödeme niyetiyle yeniden çalışmaya başladığım zaman kendi kendime 'bütün kazancım, borçlarımı ödeyinceye kadar alacaklılarımın hakkıdır. Onların hakkını vermeden ayağıma bir çorap almak bile bana haram olsun.' demiştim. Bugün ise, Allah'ın yardımıyla, borcumu bitirdim. Artık kimseye tek kuruş borcum kalmadı.' dedi. Sonra gözyaşları içinde ayağındaki çorapları çıkarıp yeni çoraplarını giydi. Ben de o eski çorapları hem aziz bir baba yadigârı, hem de bir ibret sembolü olarak sakladım. Bu çoraplar her gün bana: 'Paralarını ödeyinceye kadar bütün kazancım alacaklılarının hakkıdır.' diyor'.

Selim Beyin bakışları bilinmez âlemlere dalarken o, nemlenen gözlerini kuruladı, sonra dönüp duvardaki siyah-beyaz fotoğrafa hayran hayran baktı.
- Babanız sandığımdan da büyükmüş Selim Bey. Ben olsaydım öyle müreffeh bir hayattan sonra anlattığınız gibi bir darlıkta, herhalde çıldırırdım. Selim Beye döndü ve 'Siz ne yapardınız?' diye sordu.
Selim Bey kendisine has tebessümü ile:
- Bir müddet zeytin yerdim, sonra... dedi ve gülümsedi.

O sırada kapı çalındı, biraz önceki beyefendi elinde bir kutuyla içeriye girdi. Kutuyu Selim Beyin masasına bırakıp çıktı. Selim Bey yerinden kalkıp kutuyu alarak Mehmet Beye uzattı.
- Buyurun, yıllarca size vermek istediğimiz emanetiniz.' dedi. Mehmet Bey bilinmez duygular içerisinde kutuyu açtı. İçinden kadife bir kese çıktı. Keseyi açıp içini kutuya boşalttığında merakı iyiden iyiye arttı.
Keseden birkaç tane cumhuriyet altını ile bir not çıkmıştı. Mehmet Bey hassasiyetle katlanmış kâğıdı açıp okumaya başladı.
Sevgili Mehmet Bey oğlum, Bazen istediğimizi yaparız, çoğu zaman da mecbur olduğumuzu...
Tahsil hayatınız boyunca size burs vermeyi taahhüt etmiştim. Ancak eğitiminizin son altı ayında size burs verme imkânını bulamadım. Bir müddet sonra imkânlarıma yeniden kavuştum; lâkin bu sefer de size ulaşamadım. Dolayısıyla size borçlandım ve borçlu kaldım. Eğer böyle bir borcu gözyaşı ve ızdırapla ödemek mümkün olsaydı, ben bu borcu fazlasıyla ödemiş olurdum. Zira sevgili oğlum, bu altı aylık zaman diliminde bursunu verememenin ızdırabıyla kaç gece ağladım. Her neyse, bursunuzu tarihlerindeki değeriyle altına çevirdim. Bu altınlar sizindir. Bunlar elinize ulaştığında, borçlarımın tamamını ödemiş olacağım.
Sevgilerimle, Nazif Cebeci.

Mehmet Bey neye uğradığını şaşırmıştı.
Bu büyük insanın yüceliği karşısında bir çocuk gibi yalnızca ağlıyor, ağlıyordu. Selim Bey de bir hayli duygulanmıştı. Onun da yanaklarından yaşlar süzülüyordu.
Bir ara yaşlı gözlerle babasının siyah-beyaz portresine baktı.
Kendisine yıllarca hüzünle bakan gözleri, bu sefer sevinçle bakıyor gibiydi.
Peki ya siz olsanız ne yapardınız?
Bir müddet zeytinle idare edebilir miydiniz?

10 Aralık 2022 Cumartesi

Böyle Buyurdu Zerdüşt (Friedrich Nietzsche) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı: Böyle Buyurdu Zerdüşt

Kitabın Yazarı: Friedrich Nietzsche

Kitap Hakkında Bilgi:

Alman filozof Friedrich Nietzsche tarafından yazılan roman felsefi bir başyapıt olarak nitelendirilir.  Böyle Buyurdu Zerdüşt, dört bölümden oluşan felsefi bir romandır.

Saygılı, dayanıklı ve kuvvetli bir ruhun ağır yükleri vardır. Onun kuvveti, daima ağırı ve en ağırı ister. "Ağır nedir?" Dayanıklı ruh böyle sorar. Deve gibi diz çöker ve iyi yüklenmek ister. "Yiğitler, en ağır şey nedir ki omzuma alayım ve kuvvetime sevineyim?" Her türlü cefayı çekebilen ruh böyle sorar. Kibirini zedelemek için alçalmak mı? Hikmetiyle alay için deliliğini belli etmek midir? Yoksa, zaferini kutlayan bir davadan ayrılmak mı?

Akıl erdirmenin çayır ve otu ile geçinmek ve gerçeğin aşkıyla ruhta açlık çekmek midir? Hasta olmak ve teselliye geleni geri çevirmek ve senin istediğini hiçbir zaman duyamayan sağırlarla dostluk yapmak mıdır? Bizi hor görenleri sevmek ve bizi korkutmak isteyen hayalete el uzatmak mıdır? İçinde gerçek var, diye kirli sulara dalmak ve soğuk kurbağaları, sıcak yengeçleri itememek midir? Bütün bu en güç şeyleri dayanıklı bir ruh yüklenir. Yükünü almış ve çöl yolunu tutan bir deve gibi o da kendi çölüne doğru yürür.

Alışılagelmiş söylemlerin dışına çıkıp, düşünerek yaşamını önemini anlatan, insan hayatını daha da anlamlandıran bir başucu kitabını elinizde tutuyorsunuz. Akıcı, doyurucu ve zengin dili ile tüm dünyada onlarca yıldır okunan eşsiz bir eser. Nietzsche'nin düşüncelerinin en yüksek düzeye eriştiği olgunluk dönemi, 'Böyle Buyurdu Zerdüşt' adlı bu eseri ile başlar. Bu eser, Nietzsche Felsefesi'nin de ana kitabıdır.

Kitabın Konusu:

Kitapta, 30 yaşında dünya yaşamına ait bütün maddeleri reddederek dağlara çıkan Zerdüşt 'ün orada ruhunun dinginliğine erişmesi, daha sonra bilgelikten bunalıp dağdan insanların bulunduğu yere inmesi, insanları derin uykusundan uyandırma çabası, doğrunun ne olduğunu göstermesi, insanların yanlış bildiği şeyleri aşmasına yardımcı olarak üst insana ulaştırma amacı anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti:

Zerdüşt, otuz yaşında dünya gerçeklerini geride bırakarak dağlara çıkar. Dağlarda ruhu dinginliğe ulaşır. Kendisi artık insanları aşkla seven büyük bir bilgedir. İçindeki bu insan sevgisinden dolayı, keşfetmiş olduğu  gerçekleri başkalarına da öğretmek için dağ evinden ayrılır. 

Zerdüşt yolda bir köye gelir ve burada Tanrı’nın öldüğünü ilan eder. Üstinsanı ve insanlığın çabalaması gereken gerçek varlık hali olduğunu anlatır. Köy halkı onu bir deli olarak görür ve söylediklerini reddeder. Zerdüşt öğretilerini farklı bir yol izlemesi gerektiğini anlar.

Zerdüşt bir süre sonra öğretilerini dinlemeye istekli insanlar bulur. Onlarla özel olarak ilgilenir. Öğrencilerini öğretisini dünyanın geri kalanına aktarabilmeleri için ve üstinsan olabilmeleri için eğitir. Zerdüşt onlara bilgisinin önemli unsurlarını öğretir. 

Üstinsan olabilmek için; kıskanç olmalı, savaşçı olmalı ve dünyaya acımamalıdır. Tıpkı diğer dini liderlerin müritlerinin öğretileri ilk başta anlamamaları gibi, Zerdüşt’ün öğrencileri de anlatılanları anlamazlar. Zerdüşt büyük bir üzüntü ve hayal kırıklığıyla öğrencilerini yalnızlık dağına dönmek için terk eder. Öğrencilerini dışarı çıkıp öğretilerinin sözlerini yaymaları için yönlendirir.

Zerdüşt dağ evinde yalnızken öğrencilerinin onun öğretilerini çarpıttığını fark eder. Zerdüşt onları doğru yola sokmak için geri dönmesi gerektiğine karar verir. Dağ evini ve yoldaşları olan hayvanları terk ederek öğrencilerini bulmak için Kutlu Adalar’a gider. Burada öğrencilerinin yaptığı hatanın, üstinsan hakkındaki yeni öğretilerini Hıristiyanlığın eski öğretileriyle karıştırmaya çalışmak olduğunu anlar. 

Zerdüşt üstinsan öğretisini çarpıtıp yanlış bir şeye dönüştürmeye çalışanlar ile mücadele etmeye başlar. Ölü Tanrı’ya hala inanan rahiplerle mücadele eder. Tanrı’nın yerine başka bilgi arayışları koymaya çalışan bilginlerle tartışır. İnsanları gerçek durumundan saptıran bilginler de en az dinsel bağnazlar kadar yanlış yoldadır.

Zerdüşt daha sonra insanlara rüya görmeleri, cennete ve öbür dünyaya inanmaları için ilham veren şairlerle mücadele eder. 

Zerdüşt çok geçmeden kendisinin de büyük bir düşman tarafından engellendiğini anlar. Bu üstinsana gerçek yükselişi engellemeye başlayan şey, insanlığa olan kendi sevgisidir. İnsanları çok sevse de, kendi gerçek varoluş halini bulmak için insanları terk etmeye karar verir.

Zerdüşt'ün dağına geri dönüş yolculuğu başlar. Yol boyunca, tanrısallığın gerçek doğasını anlar. Bir hastalık anında, başına gelen her şeyin tekrar olacağını anlar. Mutluluğa ulaşır ve uzun yıllar dağında mutlu yalnızlığı içinde yaşar.

Yıllar sonra, üstinsandan bir yardım çığlığı duyar. Üstinsan, Zerdüşt’ün öğretilerini inceler ve Zerdüşt’ün bulduğu mutluluğa erişebilmek için Zerdüşt’ü bulmak ister. Zerdüşt, kendisine gelenlerin aslında kralları, bir büyücüyü ve ondan varlığın gerçek doğasını öğrenmek için mağarasına gelen diğer bilgi arayanları içeren bir grup insan olduğunu anlar. Zerdüşt kendisine gelen bu insanlarla alay eder. Gelenler kendi öğretisini yıkmaya çalışırlar. Eşeğe yeni bir tanrı adını verdikleri ve ona tapındıkları bir eşek festivali düzenlerler. Zerdüşt yeni bir anlayışa varır; Bu insanlar, onun aradığı üstinsanlar olmasalar da, Hıristiyanlığın sembolleriyle ve eski öğretilerle alay etmeyi öğrenmişler, böylece kendilerine gerçek bir mutluluk bulmuşlardır. Zerdüşt bu yeni durumu insanlara götürmek için bir kez daha dağından ayrılır.

3 Aralık 2022 Cumartesi

George'un Harika İlacı (Roald Dahl) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı: George'un Harika İlacı

Kitabın Yazarı: Roald Dahl

Kitap Hakkında Bilgi:

"Ne zaman bir parça marul üstünde canlı bir sülük görsem,' dedi Büyükanne, 'sıvışmasına fırsat vermeden hemen yutarım. Nefistir."

Büyükannesinden hoşlanmıyordu George, elinde değildi. Bencil, kötü, aksi ihtiyarın tekiydi. Sürekli yakınıyor, mızmızlanıyor, surat asıyor, vıdı vıdı ediyor, huysuzlanıyordu. Üstelik iğrenç şeyler yiyordu. Sonunda George'un canına tak etti ve Büyükanne için şaşırtıcı, müthiş, patlayıcı ve sarsıcı bir Şok hazırlamaya karar verdi.

Kitabın Konusu:

Kitapta, bencil ve aksi biri olan büyükannesini değiştirmeye çalışan George adında bir çocuğun yaşadıkları anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti:

George, annesi, babası ve büyükannesi ile bir çiftlikte yaşayan sekiz yaşında akıllı ve iyi bir çocuktur. George'un yaşlı büyükannesi için pek de iyi biri diye söz edemeyiz. George ne kadar nazik davranırsa davransın büyükannesinden iyi bir laf işittiğini duymamıştır. Anne ve babasının yanında George’a iyi davranan büyükannesi, onlar evden ayrıldığında hemen gerçek yüzünü göstererek onu korkutur.

George’un annesi Mary kasabada alışverişe giderken George’un babası Killy çiftlikte çalışıyordur. Annesi Mary, George’tan büyükannesi ile ilgilenmesini ister. Annesi büyükannesinin ilacını saat 11’de vermeyi unutmamasını söyler. George huysuz, aksi ve bencil Büyükanne ile yalnız kalır. George ne yaparsa yapsın büyükannesini memnun edemez. bu yüzden onu değiştirecek yeni bir ilaç yapmaya karar verir. George büyükannesinden son derece rahatsız olur. Onun bu davranışlarına karşılık bir ceza vermek ister. Yapacağı şey babaannesini değiştirecek etkili bir ilaç hazırlamak olacaktır.

George, hünnap meyve suyu, çeşitli baharatlar, ayakkabı cilası, motor yağı ve diş macunu gibi pekçok şeyi ekleyerek bir karışım hazırlar. George hazırladığı karışımı kaynatır. Elde ettiği ilacının bir kısmını büyükannenin ilaç şişesine doldurur. George daha sonra büyükanneye ilacı içirir. İlaç büyükannesinin birden büyümesine neden olur. Bunu gören büyükanne kendisinin büyülü olduğuna inanmaya başlar. George bunun doğru olmadığını söyler ve ilacının bir tavuk üzerinde nasıl etki oluşturduğunu göstermek için tavuğa içirir. Tavuk da birden büyür. 

George'un anne ve babası Mary ile Killy eve gelirler. Anne ve babası olanlar karşısında çok şaşırırlar. Babası Killy özellikle çok şaşırmıştır. Çünkü bu ilaçla hayvanları hızla büyütmeyi düşünür. Böylece dünyada açlık sorununun hızla çözülmesi sağlayacaktır. İlacı çiftçiler için üretecek böylece zenginleşirken oğlu George da ünlü biri olacaktır.

George ilacını tekrar yapmaya çalışır. Fakat ilk seferinde yaptığı karışımı tam olarak hatırlayamaz. Yeni ilacı bir tavuk üzerinde denerler. Sonuç pek de iyi değildir, ilacın tek yaptığı tavuğun bacaklarını büyütmek olur. İlacın içinde pire tozu ve ayakkabı cilası eklenmemiştir. Üçüncü denemede ilaçta motor yağı ve antifriz eklenmemiştir. Bu sefer de ilaç tavuğun sadece boynunu büyütür. Dördüncü ilaç denemesi ise tam bir felakettir. Bu ilaç tavukların küçülmesine neden olur. 

Büyükanne, dördüncü ilaç denemesini olan ilacı çay zannederek içer. İlacın etkisiyle hızla küçülmeye başlar. Babaanne tamamen ortadan kaybolana kadar hızla küçülür. Bu duruma George’un babası sevinirken, annesi üzülür. Bir süre sonra George’un annesi de büyükannenin ortadan kaybolmasının en iyisi olduğuna karar verir. 

Kelebek - Papillion (Henri Charriere) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı: Kelebek (Papillion)

Kitabın Yazarı: Henri Charriere

Kitap Hakkında Bilgi:

İşlemediği bir cinayetten, müebbet kürek cezasına çarptırıldığı sıra, Henri Charrière'in özgürlük mücadelesinin bir ifadesi olarak doğdu Kelebek.
Çok genç yaşında tutkunu olduğu idealleri ve gelecek arzusu onu 'insanca bir felsefe' ve 'üstün bir uygarlık'la tanıştırdı: Modern sistemin kokuşmuş yolları yerine Kızılderililer'in, cüzzamlıların, okuma yazma bilmeyen yoksul balıkçıların gerçek uygarlığıyla .
Bir, iki, üç, dört, beş; bir, iki, üç, dört, beş.
Ardı ardına sıralanan bu rakamlar aslında bir hücrenin uzunluğu: Bir uçtan bir uca beş adım.
Tüm yaşamın göz önünden geçtiği beş adım. Hayallerle ve tutkularla atılan beş adım. Yargıçlara, mahkemeye ve insan kazanmak yerine kaybetmeye dayalı yargı sistemine atılan beş adım.
Modern olarak nitelenen ülkelere atılan beş adım. Tüm duyguları iğdiş eden her türlü korkuyu insanın içine salan beş adım. Özgürlüğe ve geleceğe atılan beş adım.
Kelebek bir özgürlük mücadelesi...

Kitabın Konusu:

Kitap, işlemediği bir suçtan dolayı ömür boyu hapis cezası alan bir adamın hapisten kaçış ve özgürlük mücadelesini anlatmaktadır.

Kitabın Fransız yazarı olan Henri Charriere suçlandığı bir cinayet nedeni ile tutuklanmış ve ömür boyu hapis cezası almıştır. Henri Charriere hapisten kaçmak için 13 yıl mücadele etmiştir. Sonunda kaçmayı başarmış ve bu vesile ile de yazarlık kariyerine başlamıştır. Yazar 13 yıllık kaçma mücadelesini Kelebek adlı kitabında anlatmıştır. Yani Kelebek kitabı yazarı Henri Charriere’nin 13 yıllık kaçış serüvenidir.

Kitabın Özeti:

Henri, Fransa’nın Ardeche şehrinde yaşamaktadır. Henri, katil olmakla suçlanmakta ve başından beri masum olduğunu iddia etmektedir. 26 Ekim 1931 yılında Paris’te işlenen cinayetin en büyük şüphelisi kendisidir. Suçluluğunu kanıtlayacak kesin deliller bulunmamaktadır. Henri'nin avukatına göre kesin beraat edecektir. Buna rağmen delillerin ona yönlendirilmesi sonucunda müebbet hapis cezasına çarptırılır. Henri böylece Fransız Guyanası’ında kürek mahkumu olur. Conciergerie cezaevinde hücreye atılan Kelebek içinde bulunduğu durumu kabullenmez ve ilk günden kaçma planları yapmaya başlar. Bu yüzden kendini özgürlüğe kanat çırpan Kelebek olarak adlandırır. Henri'nin kelebek dövmesinden dolayı kendisine Kelebek/Papillon denmektedir. 

Kelebek ve arkadaşı ilk olarak para karşılığında kendilerini hasta gibi gösterterek hastaneye giderler. Hastanede iken kaçmayı başarırlar. Bir tekne ile kaçmaya başlayan Kelebek ve arkadaşı bir adaya varırlar. Adaya kabul edilmezler ve iki hafta içinde ayrılmaları gerekmektedir. Adadan üç yeni kaçakla beraber yola çıkarlar. Bir kıyıda üç yabancıyı bırakan Kelebek ve arkadaşı kıyıdan ayrıldıktan kısa bir süre sonra polisler tarafından durdurulurlar. Tekrar yakalanıp Rio Hacha cezaevine atılırlar.

Rio Hacha cezaevinden tekrar plan yaparak kaçarlar. Kelebek, Kızılderili bir kabilede yaşamaya başlar. Bu kabilede iki eşi olur. Kabileyle birlikte uzun bir süre kalır. Bir süre sonra kabileden ayrılmak zorunda olduğunu söyler. Geri dönerek yapması gereken şeyler olduğunu söyler. Kelebek tekrar geri dönmek sözüyle kabileden üzülerek ayrılır. 

Kelebek kabileden ayrıldıktan kısa bir süre sonra yakalanır. Santa Marta cezaevine atılır. Bu cezaevinden de kaçmaya çalışır ama başaramaz. Santa Marta cezaevinden Baranquilla'daki bir cezaevine nakledilirler. Defalarca yılmadan kaçmaya çalışırlar. Bir türlü başaramaz ve Fransa'ya iade edilirler. Cezaevi koşulları daha zor olan ve daha önce kaçmayı başaran mahkumların atıldığı Royal adasına atılır. Kelebek farklı cezaevelerinde yatar herbirinden kaçmaya çalışır. Bir türlü başarılı olamaz.

Bir gün cezaevinde isyan çıkar. Bunu fırsat bilerek yine hapishaneden kaçar. Kelebek sonunda yeni Çinli arkadaşları hapisten kaçmıştır. Kaçış ardından uzun tekne yolculuğuyla İngiliz Güyanı'na varırlar. Buraya kabul edilir ve yeni kimliklere sahip olurlar. Bir süre burada kalıp para kazanırlar. Kelebek bir süre sonra buradan da ayrılmak ister. İngiliz Güyanı'ndan da ayrılan Kelebek ve arkadaşları Venezuella'ya varır. Kısa bir hapisten sonra bir yıl belirli bir köyden ayrılmama şartı koyulur. Beş yıl sonra tam vatandaşlık hakkı kazanır.

Kelebek sonunda kendine bir vatan bulmuştur ve özgürdür.

Veronika Ölmek İstiyor (Paulo COELHO) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı: Veronika Ölmek İstiyor

Kitabın Yazarı: Paulo COELHO

Kitap Hakkında Bilgi:

"Paulo Coelho'nun ustalığı, herkese seslenebilmesinden kaynaklanıyor. Sevecen, ama etkili bir öğretmen. Kitapları tüm dünyada 100 milyon satmış olan Coelho'nun şaşırtıcı çekiciliğinin nedeni de bu olsa gerek."

Veronika, her istediğine sahip görünen, renkli bir yaşam süren, yakışıklı erkeklerle gezip tozan genç bir kadın olmasına karşın, mutlu değildir. Yaşamında bir şeylerin eksikliğini hissetmektedir. Başarısız bir intihar girişiminin ardından, kendine geldiği zaman bir akıl hastanesindedir. Üstelik çok kısa bir ömrü kaldığını öğrenir. Zaten ölmek isteyen Veronika bu süreçte, başka dünyaların insanlarını tanırken kendisini de keşfetmeye başlar…

Paulo Coelho'nun ülkemize yakın bir coğrafyada, Bosna ve Slovenya'da geçen Veronika Ölmek İstiyor adlı romanı, var oluşumuzun her dakikasına yaşam ile ölüm arasında bir seçim olarak yaklaşıyor. Toplumun alışılmış kalıplarının dışına çıkan, farklı düşünceleri yüzünden önyargıları göğüslemek zorunda kalan insanları anlatıyor. (Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Konusu:

Kitap, hayatına son vermek isteyen genç bir kadının başarısız intihar girişiminden sonra akıl hastanesinde yeni kişilerle tanışırken hayata yeniden bağlanmasını konu edinmiştir.

Kitabın Özeti:

Veronika 24 yaşında genç ve güzel bir kadındır. New York'ta yaşayan zengin bir Sloven ailenin kızıdır. İyi bir öğrencilik hayatı geçirmiş ve mezun olduktan sonra iyi bir işte çalışmaya başlamıştır. Kendisi sağlıklı, ailesi tarafından sevilen ve gittiği yerlerde ilgi gören biridir. Etrafında kendisine hayranlık duyan kadınlı erkekli pek çok kişi olmasına rağmen kendisini yalnız hissetmektedir. 

Aslında istediği herşeye sahip olmasına rağmen hayatından memnun değildir. Soğuk bir kasım günü bunu kendisine de itiraf eder. Kalabalıkların içinde bile kendisini yalnız hisseden Veronika, bir akşam Slovenya'nın Ljubljana şehrindeki evinde intihar etmeye karar verir. Önce banyo yapar, dişlerini fırçalar, en güzel geceliğini giyer ve yatağına yatar. Dört kutu uyku ilacını ezip suya karıştırarak içecekken belki karar vermek için kendine biraz zaman tanımak amacıyla tek tek yutar. Ölümü beklerken okumak için yatağının baş ucuna koyduğu bir derginin ilk sayfasını okumaya başlar. Yazının ilk cümlesi "Slovenya nerededir?" dir. Veronika buna çok sinirlenmiştir. Bir kağıt ve bir kalem alarak intihar sebebinin dergideki yazının ilk cümlesi olduğunu not etmiştir. İntiharına ufak bir gizem katmak istemiştir belki de.

Uzun bir süre ölümü bekler fakat ölüm bir türlü gelememiştir. Zaman geçtikçe yavaş yavaş bilincini kaybetmeye başlar. Veronika gözlerini açtığında kendisini bir hastanede yatarken bulur. Yatağa bağlamış bir vaziyettedir. Ne olduğunu anlayamadan kendini tekrar kaybeder. Böylece uzun bir süre komada kalır. Uyandığında bu sefer kendisini bir akıl hastanede bulur. Vilette Akıl Hastalıkları Hastanesi'ne kaldırılmıştır. Hastane başhekimi Dr. İgor, Veronika'ya aldığı yüksek dozdaki uyku ilaçlarının kalbine büyük zarar verdiğini, en çok bir hafta içinde öleceğini söyler. Veronika son bir haftasını hastanede deliler arasında geçirmek zorunda kalmıştır.

Veronika kendisiyle aynı yatakhanede kalan Zedka adında bir kadınla tanışır. Başta Zedka'nın deli olduğunu düşünür. Zaman geçtikçe anlar ki Zedka ve buradaki diğer birçok insan kendini akıllı sayan pekçok insandan daha akıllıdır. 

Zedka, Veronika'ya kalan son haftasını burada değil, dışarıda dilediğince geçirmesini söyler. Dışarıya çıkabilmek için de kendilerine Kardeşlik Çemberi diyen bir grup insandan birinden yardım istemeye karar verirler. Hastaların bahçede zorunlu hava almaları sırasında Zedka, Veronika'ya Kardeşlik Çemberi'nin bir üyesi olan Mari'yi gösterir. Veronika düşünmeden kadının yanına gider ve onunla konuşmak ister. Fakat Mari ve yanındakiler Veronika ile dalga geçerler. Veronika oradan uzaklaşmak zorunda kalır.

Veronika'nın gururu kırılmıştır ama deli olduğu aklına gelir ve utanmak, aşağılanmak gibi şeyleri aklına getirmek zorunda olmadığını düşünür. Veronika artık delidir ve sonucunu düşünmeden ne isterse yapabilmelidir. Ayrıca ne de olsa bir haftadan az bir ömrü kalmıştır, kaybedecek hiçbir şeyi kalmamıştır sonuçta. Veronika bunları düşünerek bahçeye geri döner. Az önce kendisiyle dalga geçip gülen yaşlı adama sağlam bir tokat vurur. Bahçedeki herkes bu olaya donup kalmıştır.

Vilette Akıl Hastalıkları Hastanesi'nde yaşamının son günlerini Zedka ile beraber geçirmektedir. Veronika, içinde yavaş yavaş yaşama isteği duymaya başlar. Ancak hala kendini tutmaya çalışmaktadır. Bir gece gökyüzünde ayı yeni ay şeklinde gören Veronika buna çok keyiflenir. Çocukluğunda çalmayı çok sevdiği piyanonun başına geçer. Gecenin bu ilerleyen saatinde piyano çalmak çok hoş bir durum değildir belki ama istediği şeyleri yapmak için çok az vakti vardır artık. Piyano çalarken Eduardo adında kronik şizofreni hastası bir gencin kendisini izlediğini farkeder. Eduardo oldukça yakışıklı biridir. Aynı zamanda Veronika'ya karşı duyduğu derin ilgi ve sevgi gözlerinden okunmaktadır. Veronika yeniden yaşam isteğiyle dolduğunu hissetmektedir. O gece Eduardo'nun karşısında kendini kısıtlamadan mutluluğun doruklarına ulaşır. Eduardo ile aralarındaki her neyse çok kuvvetli bir hisdir. Birbirlerine çoktan aşık olmuşlardır.

Veronika'nın yaşamının son günü gelmiştir. Sabah uyandığında son gününü akıl hastanesinde geçirmek istemez. Dışarı çıkabilmek için Dr. İgor'dan izin ister. Dr. İgor, Veronika'ya izin vermez. Bunun üzerine Eduardo onu Vilette Akıl Hastalıkları Hastanesi'nden kaçırır. Beraber kentin en pahalı restoranında yemek yerler. Delice davranışlarından dolayı para ödemeden restorandan kovulurlar. Sonra da kentteki eski bir şatoya giden dik yokuşu tırmanmaya başlarlar. Yokuşu tırmanırken yorulurlar ve uykuları gelir. İkisi beraber toprağın üzerinde uyuya kalırlar.

Sabah olmuştur ve Veronika'nın ölmemiştir. İşin aslı Dr. İgor yeni keşfettiği vitriol zehrinin etkilerini Veronika üzerinde denediğinden Veronika'ya yalan söylemiştir. Bu yalan, başta Veronika ve Eduardo'ya, Mari'ye ve Zedka'ya yaşamlarını geri vermiştir. Veronika artık çlmek istememektedir, yaşamanın tadını çıkarmaktadır.

Zahir (Paulo Coelho) Kitabının Özeti, Konusu ve Tahlili


Kitabın Adı: Zahir

Kitabın Yazarı: Paulo Coelho

Kitap Hakkında Bilgi:

"Seni kendimden bile daha çok seviyorum." Eğer bunu söyleyebilirsem kendimle barış içinde yaşamayı sürdürebilirim, çünkü bu aşk beni rehin aldı.
Ünlü, başarılı, zengin bir yazarın savaş muhabirliği yapan karısı Esther bir gün ansızın ortadan kaybolur. Esther kaçırılmış mıdır, öldürülmüş müdür, yoksa kocasını mı terk etmiştir? Çok sevdiği karısını bulmak için yanıp tutuşan yazar, Esther'in en son birlikte görüldüğü Kazak genci Mikhail'le birlikte Fransa'dan İspanya'ya, Hırvatistan'dan Orta Asya steplerine uzanan bir yolculukta bulur kendini. Bu büyülü yolculuk giderek bir 'iç yolculuğa' dönüşecek, yazar yazgının gücü ve aşkın doğasını yeniden keşfedecek, yaşamına yeni değerler biçecektir... Günümüzün en çok okunan yazarlarından Paulo Coelho, daha önce yayınlanan Simyacı, On Bir Dakika, Veronika Ölmek İstiyor gibi romanlarından sonra Zâhir'de de, okurlarını bir ruh yolculuğuna çıkarıyor. Zâhir'i okuduğunuzda, kendinizi daha derinden tanıyacaksınız.

Zahir ilk olarak 2005 yılında yazıldığı dil olan Portekizce yerine İran'da Farsça olarak yayına çıkmıştır.

Kitabın Konusu:

Kitap; ünlü bir yazarın eşinin birden ortadan kaybolması üzerine Avrupa'dan başlayıp Ortaasya'ya uzanan yolculuğunda felsefi bir şekilde aşkı konu edinmiştir.

Kitabın Özeti:

"Zahir, Arapça’da görünen, mevcut, fark etmeden geçilemeyen anlamına gelir. Onlarla temasa geçtiğimizde, başka hiçbir şey düşünemeyecek duruma gelene kadar yavaş yavaş her düşüncemizi işgal eden biri ya da bir şeydir. Bu, ya kutsallık ya da delilik durumu olarak kabul edilebilir."

Kitapta dünyaca ünlü bir yazar olan ana karakterimizin adı geçmemektedir. Yazarın karısı Esther hiçbir açıklama yapmadan Paris’teki evlerinden kaybolmuştur. Yazar her yerde karsını aramaktadır. Kendisi dünya çapında çok ünlü, kitapları çok satan ve zengin bir yazardır. 

Yazarın karısı Esther ya kaçırılmış ya da evini terk etmiştir. Yazar karısının ortadan kaybolduğunu polise bildir ancak polis yazarı şüpheyle gözaltına alır. Yazarın metresi gelir ve bir mazeret beyan ederek serbest kalmasını sağlar.

Yazar karısını bulmaya ve gerçeği ortaya çıkarmak da kararlıdır. Karısıyla tanışmadan önceki hayatını, tanıştıktan sonra karısının kendisine olan inancını, desteğini başarılı bir yazar olmasındaki önemli rolünü düşünür. Bu arada evde karısı Esther’in başta pasaportu olmak üzere birçok eşyasının eksik olduğunu fark eder. Karısı Esther’in kendisini terk ettiğini ve ülke dışına çıktığını düşünür.

Yazar suçluluk duygusu ve yaşadığı kaybın etkisinden uzaklaştırmak için güzel ve genç bir oyuncu olan Marie ile yeni bir ilişkiye başlar. Esther kaybolmadan önce en son Mikhail adında Moğol görünümlü biri ile görülmüştür. Yazar karısı Esther’in birlikte olduğundan şüphelendiği yakın arkadaşlarından biri olan Mikhail ile karşılaşır. Mikhail'den kendisinin karşı çıkmasına rağmen Esther’in savaş muhabiri olarak çalıştığını öğrenir. Bu bilgi ile evlilikleri esnasında Esther’in gittikçe büyüyen mutsuzluğunu anlamaya başlar.

Mikhail, yerel bir restoranda haftalık olarak evsiz insanlarla hikayeler paylaşmak için hayırseverlik toplantılarına katılmaktadır. Yazar, Mikhail’i Esther’in yerini açıklaması ikna etmeye çalışır. Mikhail bu sırada epilepsi nöbeti geçirir. Bir süre sonra yazar Mikhail’i kendisine Esther’in yerini söylemesi için ikna eder. Fakat Mikhail yazara “Ses” in doğru zaman olmadığını söylediğini söyler.

Yazar ertesi gün bir kaza geçirir. Kazayı, karısı Esther ile karşılaşmak için doğru zamanın gelmediğinin bir işareti olarak görür. Esther’in kendisinden çok daha iyi biri olduğunu ve onu tekrar kazanmak için onun kadar iyi yönde değişmesi gerektiğini fark eder.

Yazar Mikhail ile daha fazla biraraya gelmeye başlar. Mikhail'den karısının ilişkilerinde hissettiği aşkı ve üzüntüyü öğrenir. Marie, yazarın hala karısını sevdiğini anladığında ondan ayrılır.

Yazar, Mikhail ile birlikte Kazakistan’a gider. Büyükbabası Esther’in manevi danışmanı olan Dos ile iletişime geçerler. Birlikte bozkırlara giderler. Esther’in halı yapmayı öğrendiği ve Fransızca öğrettiği köyü bulurlar. Dos, yazarın dkendisine yeni bir isim seçmesini sağlar. Ulysses’e atıfta bulunarak ‘hiç kimse’ adını seçer. Aşk kavramını yeniden keşfettikten sonra nihayet Esther ile karşılaşır.

Yazar Esther'i kendisini beklerken bulur. Esther, Dos’un sevgilisi olduğunu ve başka bir adamdan hamile kaldığını söyler. Yazarın kalbi kırılır ancak onu güvende kalması için ikna etmeye çalışır. Esther, kocasının ikna çabasına kulak asmaz ve gidebilmek için bir at ister. Esther bir kez daha yazardan ayrılır ve kendi zahirinin peşine düşer.

1 Aralık 2022 Perşembe

Eğitim, Teknoloji ve Tarım


Eğitim, Teknoloji ve Tarım

Dünya büyük bir hızla değişime uğruyor.

Bir taraftan büyük teknolojik gelişmeler ve dijital dönüşüm oluyor, diğer taraftan küresel ısınma, ekonomik sıkıntılar, pandemi ve savaşlar sonucunda gıda sıkıntısı, su sorunu, hayatta kalabilme çabası...

Yaşadığımız zaman her şeyi hesap etmemizi gerektiryor. Teknolojik gelişime önem verdiğimiz kadar yaşadığımız gezegeni yaşanabilir olarak gelecek nesillere bırakmak da çok önem arzetmekte.

Ülkemiz için sanayi şehirleri oluşturmak ne kadar önemli ise tarım şehirleri oluşturmak da bir o kadar önemlidir. 

Tarım şehirlerinin planlanmasında sanayi şehirlerinden bir eksiği bulunmamalı. Gençlerimizin göç etmeyi düşünmediği, severek yaşayacakları her imkan tarım şehirlerinde de bulunmalıdır. 

Tarım ve hayvancılık artık geleneksel üretim metodları yerine Tarım ve Hayvancılık Meslek Liseleri ve üniversiteler ile geniş kitlelere öğretilerek modern üretim yönetemlerine kavuşturulmalı. Yöresindeki toprak analizini yapmış, üretilebilir tarım ürünlerini bilen, modern üretim metodlarına vakıf, hayvancılığı bilinçli olarak yapabilen bireyler yetiştirmeli ve teşvik edilmeli.

Üretilen ürünlerin tüketim merkezlerine arzı konusunda kooperatifler kurulmalı ve aracılar ortadan kaldırılarak uygun fiyatlar ile tüketicilere ulaştırılmalı. 

Tarım şehirleri ile kırsaldan büyük şehirlere göç durdurulurken yerinde istihdan sağlanarak işsizlik azaltılabilir. Özellikle genç işsizliğin azaltılması ile gençlerimizin yurt dışına beyin göçü yapmaları da azalacaktır.

Artan gıda enflasyonuna karşı tarım ve hayvancılık üretimi artırılarak fiyat dengesi sağlanabilir.

Ülkemizde yapılan İHA, SİHA, TOGG ve benzeri başarılı büyük projeler ile gurur duyuyoruz. 
Artan turist sayısı ve turizm gelirleri çok önemli... 
En az bunlar kadar önemli olan bir başka şey ise ata tohumlarımıza sahip çıkmaktır. GDO'lu ürünlerden korunmuş genç nesiller yetiştirmek önceliğimiz olmalı. Yurt dışından ithal ettiğimiz tohumlardan yetiştirdiğimiz ürünler ile sağlıklı nesiller yetiştirmemiz düşünülemez.

Atatürk'ün askeri okullarda okutulmasını istediği Gregory Petrov'un Beyaz Zambaklar Ülkesi adlı kitapta bir ulusun eğitim ile nasıl gelişmiş bir ülke haline geldiği anlatılmaktadır. Kitapta Finlandiya için anlatılanlar gibi ülkemizde başta eğiticileri ile sağlıklı kalkınma için gereken hamleleri topyekün bir ve beraberlik içinde yapabilir. Tüketen değil üreten, isaraf eden değil tasarruf eden, çatışan değil barışan nesiller yetiştirmek başta aileler olmak üzere tüm eğitimcilerin ortak hedefi olmalıdır.

Özetle; 
Bilim ve teknoloji ne kadar önemli ise tarım ve hayvancılık da o kadar önemli. 
Fabrikalar nekadar önemli ise tarlalar da o kadar önemli. 
İHA ve SİHA üretmek ne kadar önemli ise GDO'suz ata tohumu üretmek de o kadar önemli...

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...