12 Ocak 2020 Pazar

Barnum, Forer Etkisi - Astroloji Burç Yorumu ve Fallar Nasıl Pekçok Kişiye Doğru Gelir? 2020


Barnum, Forer Etkisi

İnsanların çoğu okudukları burç yorumlarında veya fallarına baktırdıklarında söylenenlerde kendilerine ait pek çok şeyin doğru olduğunu düşünürler. Acaba bir günlük gazete burç yorumu nasıl binlerce kişiye uyabilir?

Barnum etkisi, birbiriyle çelişik sözlerin birarada verilmesi nedeniyle, insanların, kendilerine özgü bir açıklama yapıldığı izlenimi edinmelerine karşılık gelmektedir.

Forer, tek basit deneyiyle bilimsel düşünce tarihine “insanların başka herkes için de geçerli olabilecek kadar geniş, belirsiz ifadeleri bunun hiç farkına varmadan kendilerine özel görmeleri” anlamına gelen “forer etkisi” (forer effect) kavramını sokmayı başardı. Ne hazindir ki, Forer’in yıllarını vererek, saçını süpürge ederek ulaştığı bu akademik içgörü, literatürde daha çok, Barnum isimli sirk dünyasının bir ticaret ve reklamcılık dehasının adıyla anılmaya başlanmıştır. Barnum’un insanları manipüle etmekteki, herkesin nabzına göre şerbet vermekteki yüksek başarısı “barnum etkisi” şeklinde anılmaya başlamasına sebep olmuştur. Bir diğer görüşse onun “iyi bir sirkte herkes için bir şeyler olmalıdır” şeklindeki sözlerinin üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Hepimizde bir boşluk duygusu var. Gelecekte neler olacağını öngöremiyoruz. Bu, bizi yıldız falları başta olmak üzere çeşitli falcılara inanmaya götürüyor. Barnum, bunun bilincinde olan bir sirkçi olarak, insanları kandırmanın çok kolay olduğu belirtmiştir. Etkinin adı, buradan gelmektedir. Şu sözü çok ünlüdür: “Her dakika bir enayi doğuyor.”

1948, yılında Forer bize geçen derste bir kişilik testi uygulamış, şimdi de teker teker sonuçlarımızı dağıtıyor. titreyen ellerimizle hocamızın bize uzattığı zarfı açıyor ve içinden çıkan şu açıklamayı okuyoruz:

“Başkalarının sizi beğenmesine, size hayran olmasına ihtiyaç duyuyorsunuz, ama aynı zamanda kendinize karşı eleştirel olmaya da eğilimlisiniz. Kişiliğinizin bazı zayıf yönleri var ama genelde bunları telafi etmeyi başarıyorsunuz. Kendi yararınıza çevirebileceğiniz halde kullanmadığınız önemli bir kapasiteye sahipsiniz. Dışardan disiplinli ve özgüvenli gözükürken, içten içe kaygılı ve güvensizsiniz. Bazen doğru kararı verip vermediğiniz ya da doğru şeyi yapıp yapmadığınız konusunda kafanızda ciddi şüpheler uyanıyor. Belli bir miktarda değişiklik ve farklılığı tercih ediyorsunuz; kısıtlamaların, sınırlandırmaların içinde kalmak sizi mutsuz ediyor. Bağımsız bir düşünür olmakla gurur duyuyorsunuz ve başkalarının iddialarını tatmin edici kanıt olmadan kabul etmiyorsunuz ama kendinizi başkalarına açarken çok açık, çok içten olmayı akıllıca bulmuyorsunuz. Bazı zamanlar dışa dönük, sokulgan ve sosyalsiniz; bazı zamanlarsa içedönük, sakıngan bir kapalı kutu oluyorsunuz. Bazen çok gerçekdışı arzularınız var.”

Forer bu yorumların şahsımıza ne kadar uyduğu konusunda beş üzerinden bir değerlendirmede bulunmamızı istiyor.

Barnum etkisinin diğer adı, Forer etkisidir. Bir psikolog olan Forer, bir dersinde öğrencilerine bir kişilik ölçeği vermiş; sonrasında, bir burç sayfasından aldığı aynı metni vermişti. Öğrencilerinden bu açıklamanın kendilerini ne kadar yansıttığını 1’den 5’e dek değerlendirmelerini istemiştir:

1. Beni hiç yansıtmıyor.
2. Beni pek yansıtmıyor.
3. Beni az çok yansıtıyor.
4. Beni biraz yansıtıyor.
5. Beni tamamen yansıtıyor.

Ortalama, 4.26 çıkmıştır. Birçok katılımcı, bu açıklamanın kendilerine özgü özellikleri yansıttığını ileri sürmüştür. Forer’in bu çalışmayı yaptığı 1948 yılından sonra ise, aynı çalışma, çeşitli katılımcı öbekleriyle kerelerce yinelenmiş ve ortalama, genellikle, 4.2 çıkmıştır. Açıklama, gerçekte, herkesi yansıtmakta; okurların benliğini okşayacak bir biçimde yazıldığı için, birçok insana çekici gelmektedir. Hemen hemen herkese uyabilecek sözleri hele hele de biraz övücü bir tondalarsa rahatlıkla salt kendilerine özgüymüş gibi algılamaya eğilimli olduklarını çarpıcı, rahatsız edici bir şekilde gözler önüne serilmektedir. Bu zaafın sebebi, insanların kendileri hakkında (bilhassa da güzel) bir şeyler duymaya olan kör edici ihtiyaçları, bir nevi wishful thinking, bir biriciklik yanılsaması, nihayetinde de biraz saflık olabilirdi, ama son tahlilde değişmeyen şey, astroloji gibi, grafoloji gibi, falcılık gibi bilimsel olarak objektifliği kanıtlanamamış pekçok alana gösterilen yoğun rağbetin temelinde yatan en güçlü mekanizmalardan birinin bu olduğuydu.

Farkında Olmalı İnsan - Kendisinin, Hayatın, Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı


Farkında Olmalı İnsan…

Kendisinin, Hayatın, Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.

Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen…

Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını

Fark Etmeli.

Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını

Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını

Fark Etmeli.

Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu

Fark Etmeli.

Henüz Bebekken ‘Dünya Benim!’ Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı

Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların ‘Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum

İşte!’ Dercesine Apaçık Kaldığını

Fark Etmeli.

Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli.

Baskın Yeteneğini

Fark Etmeli Sonra.

Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini,

Nasıl Yaşarsa Öyle Öleceğini

Fark Etmeli İnsan

Ve Ölmeden E vvel Ölebilmeli.

Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte

Ama Kendisinin Güzel Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini

Fark Etmeli.

Eşref-İ Mahlukat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu

Fark Etmeli.

Ve Ona Göre Yaşamalı.

Gülün Hemen Dibindeki Dikeni, Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü

Fark Etmeli.

Evinde 4 Kedi 2 Köpek Beslediği Halde

Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmanın Mantıksızlığını

Fark Etmeli.

Eşine ‘Seni Çok Seviyorum!’ Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş Gücünü

Fark Etmeli.

Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini, Ama Arka

Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu

Fark Etmeli.

Zenginliğin Ve Bereketin, Sofradayken Önünde Biriken Ekmek

Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini

Fark Etmeli.

Annesinden Doğarken Tertemiz Teslim Aldığı Gırtlağını

60-70 Yıl Sonra Sigara Yüzünden Azrail e Soba Borusu Gibi Teslim

Etmenin Emanete Hıyanet Sayılacağını

Fark Etmeli.

Ömür Dediğin Üç Gündür,

Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,

O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,O Da Bugündür.

3 Ocak 2020 Cuma

Nükleer Fisyon Nedir, Nasıl oluşur? Manhattan Projesi Nedir? Atom Bombası Nasıl Yapılmıştır?


Nükleer Fisyon

Nükleer fisyonun uygulanabilir olduğunun gösterilmesi bilimin iyi ve kötü yanlarının iç içe geçtiği bir dönemde gerçekleşmiştir. Onun keşfi çekirdek fiziğini anlamamız açısından çok büyük bir sıçramadır ve böylece atom enerjisi dönemi başlamıştır. Ama bu yeni teknoloji hemen nükleer silah yapımında kullanılmış, bu silahlar Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerini yerle bir etmiş ve çözüme kavuşması zor bir yaygınlaşma sorununun çıkmasına neden olmuştur.

20. yüzyılın başında atomun iç dünyası açığa çıkmaya başlamıştı. Tıpkı matruşka bebeklerinde olduğu gibi birçok elektron barındıran dış kabuklar sert bir çekirdeği sarıyordu. 1930’lu yılların başında çekirdeğin de içine girildi ve onun artı yüklü protonlar ile yüksüz nötronların bir karışımından oluştuğu anlaşıldı. Bunların ikisi de elektrondan çok daha ağırdı ve birbirlerine güçlü çekirdek kuvvetiyle sıkıca bağlıydılar. Çekirdeğin enerji yapışkanını çözmek biliminsanlarının çözmeye en çok çalıştığı şey oldu.

Parçalanma

Çekirdeği parçalamaya yönelik başarılı ilk girişim 1932’de gerçekleşti. Cambridge’te Cockroft ve Walton bazı metallere çok hızlı protonlar fırlattılar. Metallerin bileşimi değişti ve Einstein’in E=mc² eşitliğine uyacak şekilde enerji yaydılar. Ama bu deneylerde ortaya çıkandan daha fazla enerji, deneyi yapmak için harcanıyordu. Dolayısıyla fizikçiler bu yolla ticari kullanım için enerji elde etmenin mümkün olduğuna inanmadılar.

1938’de Alman biliminsanları Otto Hahn ve Fritz Strassmann yeni ve daha ağır elementler elde etmek için ağır element uranyuma nötron fırlattılar. Ama beklentilerinin tersine daha hafif hatta bazıları uranyumun yarı kütlesinde bazı elementlerin oluştuğunu gördüler.

Kütlesinin yüzde yarımı kadar bir şeyle bombardıman edildiğinde sanki çekirdek ikiye bölünüyordu – bu bir karpuzun, ona fırlatılan bir kirazla ikiye bölünmesi gibi bir şeydi. Hahn faşist Almanya’dan kaçıp İsveç’e sürgüne giden Avusturyalı meslektaşı Lise Meitner’a yazdığı mektuplarda bu durumu anlattı. Meitner da çok şaşırdı ve bunu fizikçi yeğeni Otto Frisch ile tartıştı. Meitner ve Frisch çekirdeğin ikiye bölünmesiyle (iki yarımın toplam enerjisi daha az olduğundan) bir miktar enerjinin ortaya çıkması gerektiğini fark ettiler. Danimarka’ya dönen Frisch heyecanını yenemedi ve geliştirdikleri düşünceden Niels Bohr’a söz etti. Bir deniz yolculuğuyla Amerika’ya giden Bohr, hemen bir açıklama üzerinde çalışmaya başladı ve bu durumu Columbia Üniversitesi’ndeki İtalyan fizikçi Enrico Fermi’ye anlattı.

Meitner ve Fisch makalelerini Bohr’dan önce yayımladılar ve biyolojideki hücre bölünmesinden esinlenerek “fisyon” (bölünme) terimini fiziğe kazandırdılar. New York’ta Fermi ile sürgünde yaşayan Macar fizikçi Léo Szilârd bu uranyum tepkimesinde başıboş nötronların çıkacağını ve bunların da yeni fisyonlara neden olacağını ve bunun (kendi kendine devam eden) zincirleme bir nükleer tepkimeye dönüşeceğini fark etti. Fermi ilk zincirleme tepkimeyi 1942’de Chicago Üniversitesi’nde bir futbol stadyumunun altında gerçekleştirdi.

Nükleer Atık

Fisyon reaktörleri verimli birer enerji üretmişidirler ama radyoaktif atık üretirler. En zehirli ürünleri binlerce yıl radyoaktif kalabilen uranyum yakıtının kalıntıları ile yüz binlerce yıl ömrü olan (plütonyum gibi) ağır elementlerdir. Bu tehlikeli atıklar küçük miktarlarda üretilir ama madenden uranyumu çıkarmak ve başka bazı süreçler düşük düzeyde atıklardan oluşan izler bırakır. Bu atıklardan nasıl kurtulunacağı bugün bile dünya çapında tartışılan bir konudur.

Zincirleme Tepkime

Üye fizikçi Arthur Compton o günü şöyle anımsıyor: “Balkondaki bir düzine biliminsanı aygıtları izliyor ve kontrollerle ilgileniyordu. Odanın öteki yanında zincirleme tepkimenin gerçekleşmesini umduğumuz grafit ve uranyum bloklarından küp şeklinde büyük bir yığın duruyordu. Blok yığınındaki açıklıklara kontrol ve güvenlik çubukları yerleştirilmişti. Birkaç ön testten sonra Fermi kontrol çubuğunun 30 santimetre daha geriye çekilmesini emretti. Bunun asıl test olacağını biliyorduk. Reaktörden çıkan nötronları sayan geiger sayaçları giderek hızlandılar ve sonunda sürekli bir tıkırtıya dönüştüler. Tepkime, bulunduğumuz platform için radyasyon tehlikesi oluşturana kadar büyüdü. Fermi’den ‘Güvenlik çubuklarını ekleyin’ emri geldi. Sayaçların tıkırtısı dindi ve teker teker duyulan “tık”lara dönüştü. Atomdaki güç ilk kez açığa çıkarılmıştı. Kontrol edildi ve durduruldu. Birileri Fermi’ye bir şişe İtalyan şarabı uzattı ve hafif bir tezahürat yükseldi.”

Manhattan Projesi Nedir?

Szilârd, Alman biliminsanlarının kendi başarılarını taklit edebileceğinden endişeleniyordu ve bu endişesini Albert Einstein ile paylaştı. İkili 1939’da Başkan Roosevelt’e ortak bir mektup yazıp onu uyardılar. Ne var ki Birleşik Krallık’taki fizikçiler nükleer bir silah yapmanın ne kadar kolay olduğunu gösteren bir hesabı 1941’de paylaşm-caya dek pek bir gelişme olmadı. Bu olay Japonların Pearl Harbor baskınıyla kesişince Roosevelt, Manhattan Projesi olarak bilinen ABD’nin nükleer bomba projesini başlattı. Projenin başında Berkeley’den fizikçi Robert Oppenheimer vardı ve proje New Mexico’da Los Alamos’taki çok gizli, ücra bir yerde yürütülüyordu.

1942 yazında Oppenheimer’ın ekibi bomba için bir mekanizma tasarladı. Patlamaya yol açacak zincirleme tepkimeyi başlatmak için kritik bir miktarda uranyuma gerek vardı ama patlamadan önce uranyum bölünmüş olmalıydı. İki teknik üzerinde duruluyordu. Birincisi bir “silah” mekanizma-sıydı. Bunda kritik kütleyi tamamlamak için konvansiyonel patlayıcılarla bir uranyum topağı diğerine çarptırılıyordu. İkinci teknikte plütonyumdan çekirdeği olan içi boş bir uranyum küre konvansiyonel patlayıcılarla plütonyum çekirdeğe (içe) doğru patlatılıyordu.

Uranyum elementi çekirdeğinde farklı sayıda nötron olan iki değişik tipte, yani iki izotop halinde bulunur. Yaygın izotop uranyum-238 diğer izotop uranyum-235’ten on kat daha boldur. Fisyon bombasında kullanılan uranyum-235’tir. Bu nedenle ham uranyum önce uranyum-235 açısından zenginleştirilir. Uranyum-238 bir nötron aldığında plütonyum-239’a dönüşür. Plütonyum-239 kararsızdır ve parçalandığında gram başına daha çok nötron üretir. Dolayısıyla plütonyum karıştırınca zincirleme tepkime kolaylıkla başlatılabilir. “Küçük Oğlan” adı verilen ilk atom bombasında “silah mekanizması” kullanılmıştır. Plütonyum içeren, içe doğru küresel patlama tekniği de “Şişman Adam” adlı ikinci atom bombasında kullanılmıştır.

6 Ağustos’ta “Küçük Oğlan” Hiroşima’ya atıldı. Üç gün sonra “Şişman Adam” Nagazaki’yi yerle bir etti. İki bomba da yaklaşık 20.000 ton dinamite eşdeğer bir patlamayla 70.000 ila 100.000 arasında insanın anında ve bir bu kadar insanın da daha sonra ölümüne yol açtı.

Mekanik Avantaj Nedir? Nasıl Yararlanılır? Kullanan Makine ve Sistemlere Örnekler Nelerdir?


Mekanik Avantaj

Basit makineyi, ilk olarak üçüncü yüzyılda Yunan matematikçi Arşimet tanımlar. Bu öyle bir alettir ki, uygulanan kuvvetin daha büyük bir kuvvete karşı kullanılmasını sağlar Böyle bir alet ya kuvveti ya da hareketin mesafesini artırabilir ama ikisini birden yapamaz. Klasik mekanikçiler altı basit makine tanımlar: Kaldıraç, tekerlek-şaft, takoz, vida, makara ve eğik düzlem. Basit makineler mekanik avantaj sayesinde nesneleri hareket ettirmeyi kolaylaştırır Vinçlerden araba şanzımanlarına kadar hemen her yerde, genelde daha karmaşık makinelerin parçalan olarak modern dünyanın dört bir yanında görülürler.

1- KALDIRAÇ

Kaldıraç, bir destek yani dayanak noktası üzerinde duran sağlam bir sopadır. Sopanın bir ucuna bastıran kişi diğer ucuyla kendi başına yapabileceğinden çok daha ağır bir yükü kaldırabilir. Buna mekanik avantaj denir.

Diğer makinelerde de olduğu gibi, nasıl kullanıldığına bağlı olarak kaldıraç sadece kuvveti artırmakla kalmayıp kuvvetin yönünü de değiştirebilir. Bir ucu aşağı bastırdığınızda diğer uç yukarı kalkar Örneğin beyzbol sopası, girdi kuvvetin çıktı kuvvetten daha büyük olduğu bir kaldıraç görevi görür. Vuruş (topa vuran kalın taraf), sopanın tutma yerine uygulanan güçten çok daha büyük bir mesafede salınır ve bu sayede daha hızlıdır.

2- BİSİKLET


Çok vitesli bir bisikletin zarif dişli düzeneği, bisikleti kullanan kişinin farklı arazilerde uygulayacağı kas gücünü en verimli hale getirmeye yarar Bir zincir, iki dişli düzeneği etrafında döner. Zincir baklaları pedala basıldıkça döner Bu ön vites düzeneğidir Arka tekerleklerin göbeğine daha küçük dişliler bağlıdır, bunlar da takipçi viteslerdir. Vites değiştirici adı verilen bir mekanizma, ön ve arka viteslerin farklı kombinasyonlarını mümkün kılmak amacıyla zinciri hareket ettirir.

Her dişli düzeneğinde olduğu gibi, ön vites grubundaki diş sayısıyla arka vites grubundaki diş sayısının birbirine oranı makinenin mekanik avantajını belirler Daha küçük bir dişli çarkıyla eşleşmiş büyük ve çok baklalı bir zincir, tekerleğin daha hızlı dönmesini sağlar ama bacakların daha fazla kuvvet harcaması gerekir. Yokuş tırmanırken küçük ön vitesin daha büyük arka vitesle eşleşmesi gerekir. Bisikletçi pedallara daha fazla kuvvet uygulamak zorunda kalmayacak ama pedalları daha hızlı çevirecektir.

3- TEKERLEK

Tekerlek ve şaft -ortasına silindir çubuk tutturulmuş disk- insanların nesneleri hareket ettirmesine yarayan basit makinelerden biridir Ağır nesneleri sürüklemek yerine yuvarlayarak taşımanın bir yolu olarak tekerlek beş bin yıldan da eski bir tarihte Mezopotamya’da ve farklı yerlerde ortaya çıkmış en önemli icatlar arasındadır Yüklü bir arabanın dönen tekerlekleri, tekerleksiz haldeki yüklü bir arabaya oranla yol ile olabildiğince az yüzey teması sağlar Böylece sürtünme,yani iki nesnenin birbirine değmesinden kaynaklanan hareket kısıtlanması azalır

Sağlam bir şafta bağlı bir tekerlek aslında dairesel bir kaldıraçtır -şafta uygulanan kuvvetle jantın kat ettiği mesafe- ve böylece büyük bir hız ortaya çıkar.Tam aksine, kapı tokmağında olduğu gibi, tokmağın dış çevresine uygulanan daha küçük bir kuvvetle şaftın kuvveti artar Her tür kaldıraçta olduğu gibi bu da tekerleğin mekanik avantajıdır

4- KEMİK EKLEM VE KASLAR


İnsan iskeleti kaldıraçlarla doludur. Eklemler dayanak noktaları, kemikler kaldıraç sopaları ve kaslar kuvvet uygulayıcı işlevlerini görür. Bir yudum almak için kahve fincanını kaldırdığınızda, kolunuz tip 3 denilen kaldıraçtır. Yani kol kası, çıktı kuvvetten fazla bir kuvvet uygular. Ama fincan uygulanan bu kuvvetten daha büyük bir mesafe kat ederek görevi hızla yerine getirir. Kahvenizin yanında bir lokma da kakaolu kek yediğinizde alt çeneniz de faklı bir tip 3 kaldıraç gibi çalışır.

5- MAKARALAR

Makara, kasnağına ip geçirilmiş bir tekerlektir. ipin bir ucunda asılı duran bir yükü ipin diğer ucuna uygulanan kuvvetle çekerek bir kaldıraç işlevi görür Sabit bir tek makaranın hiçbir mekanik avantajı yoktur;çekilen yükün ağırlığına eşit kuvvet uygulanması gerekir Ama yerçekimiyle birlikte aşağıya doğru çektiğiniz ve sırt kaslarınız yerine vücut ağırlığınızı kullanabildiğiniz için yükü kaldırmak kolaylaşır Aynı anda iki makara kullanmaksa yükü kaldırmak için gereken kuvveti ikiye böler ve harcanan gücü paylaştırır. Buradaki değiştokuş yine daha fazla mesafeye, yani ipe yayılan iştir.

6- DİŞLİ DÜZENEĞİ

Sanayi devriminin geniş ölçekli makineleşme sürecinde, dişli düzeneği kadar önem taşıyan çok az buluş vardır. Bu sistem birbirine bağlandığında aksi yönlerde dönerek her tür işin altından kalkacak şekilde hızı yada kuvveti artıran dişlilerden oluşur. Girdi kuvvetin uygulandığı dişli -ana dişli- daha küçük bir takipçi dişliyle birleştiğinde, küçük olan daha hızlı döner. Ana dişli takipçi dişliden küçükse, bu durumda takipçi dişli daha yavaş ama daha kuvvetle döner

Örneğin elle çalışan bir yumurta çırpma makinesindeki kol her dönüşüne karşılık defalarca dönen iki küçük dişliyle iç içe geçirilmiş büyük bir orta dişliyi döndürür. Alet, kuvveti yani emeği yiyecekleri çırpmak için gereken hızı oluşturmak üzere dönüştürür.

7- SONSUZ DİŞLİ

Bazı dişliler bir başka tekerlek biçimli dişliyle değil, vida gibi silindir dişlerle iç içe geçmek üzere tasarlanmıştır. Sonsuz dişli, büyük sonsuz dişlide kuvvetin daha da büyümesini sağlayarak yüksek bir hızda döner. Standart sonsuz dişli kendisine bağlı dişliyi yürüterek tek yönde döner; bu nedenle taşıma bandı, vinç ve forklift gibi enerji kesildiğinde dahi sabit pozisyonunu koruması gereken makinelerde kullanıma uygundur. Sonsuz dişli, arabaların ve diğer taşıtların direksiyon sisteminde de kullanılır. Direksiyonun dönüş hareketini doğrusal harekete çevirerek ön lastiklerin sağa sola dönmesini sağlar.

8- OFSET BASKI MAKİNESİ


Çok miktarda gazete, dergi ve kitap basmakta kullanılan litografik ofset baskı makinesi, karmaşık bir dişli düzeneğinin çalıştırdığı yine aynı karmaşıklıkta bir kasnak sisteminden meydana gelir.

Eşit büyüklükteki üç ana merdane (kalıp merdanesi, ofset ya da blanket merdanesi ve baskı merdanesi) sabit bir hızla birbirlerine zıt yönlerde döner. Kalıp merdanesine ince bir katman alüminyum sarılmıştır ve bazı yerleri hidrofobik ancak yapışkan baskı mürekkebini çeken bir malzemeyle kaplanmıştır. Bu merdane, kaplanmış alana mürekkep püskürten ve baskısız yüzeyi ıslatan küçük mürekkep ve su rulolarının zıt yönünde döner. Mürekkeplenen kalıp, aynı anda kauçuk kaplı ofset merdanesinin zıt yönünde dönerek görüntüyü ona aktarır. Ofset merdanesi ise baskı merdanesinin aksi yönünde döner ve geniş makaralara takılmış kâğıt bu iki merdane arasından geçtiğinde görüntü kâğıda basılır.

29 Aralık 2019 Pazar

Hasret (Canan Tan) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Hasret

Kitabın Yazarı : Canan Tan

Kitap Hakkında Bilgi :

Gittin...
Bir yemin kaldı aramızda
Yarısı senin
Yarısı benim...

Hasret, izleri Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet öncesi döneme uzanan, gerçek yaşamdan alınmış kırık bir aşkın ve ömür boyu süren hasretin öyküsü.

Müslüman bir bey oğluyla bir Rum kızının tüm engellere rağmen filizlenen sevdası, önüne çıkan ne varsa yakıp yıkacak güçte bir kora dönüşür. Ancak ayrılık kaçınılmazdır.

Lozan Antlaşması'nın öncesinde imzalanan Mübadele Sözleşmesi, bir buçuk milyona yakın insanı yerlerinden yurtlarından ederken, geride parçalanmış hayatlar, boynu bükük aşklar ve nesiller boyu sürecek hasret hikâyeleri bırakacaktır.

Tıpkı Tacettin'le Patricia'nın hikâyesi gibi...

Kitabın Özeti :

Tacettin 10 çocuklu bir aşiret ailesinin çocuklarından sadece bir tanesidir. Ailenin en küçük çocuğudur. Aynı zamanda ailede bekar kalan tek çocuktur. Liseyi bitirmiş ve devlet dairesinde çalışmaya başlamıştır. Boş zamanlarında ise iki yakın arkadaşı olan Aris ve Artin ile zaman geçirir.

Hikaye Kırşehir’in Keskin kasabasında geçer. Kasabanın özelliği Müslümanlar ile gayrimüslimler olan Rum ve Ermenilerin bir arada yaşamasıdır. Tacettin karşısına çıkan Rum güzeli Patricia’ya aşık olur. Onlarınki bir anlamda yasak aşktır. Çünkü bir müslüman ile bir gayrimüslimin bir araya gelmesi mümkün değildir. Tacettin derdini ilk olarak arkadaşları ile paylaşır. Daha sonra da cesaretini toplayıp ailesi ile paylaşır. Sonuç değişmez ve aile bu ilişkiye kesinlikle izin vermez. Tacettin aşkında vazgeçmez ve üstüne bir de Ali adında bir çocukları olur.

Tacettin ile Patricia’yı kimse ayıramaz. Fakat bir süre sonra Lazon anlaşması ile Rumlar göç etmek zorunda kalır. Patricia’da oğlu Ali'yi de alarak Yunanistan’a gitmek zorunda kalır. Tacettin aşkının ve oğlunun hasreti ile hayata tamamen küser.

Patricia ve oğlu Yunanistan’da fırıncılık yapan bir Türk’e sığınır. Bir süre sonra Türk aile de Türkiye’ye göçe zorlanır. Aile fırını Patricia’ya bırakır. Patricia Türk kimliğinin daha fazla zorluk çıkartmaması için oğlunun adını değiştirir ve Türk olduğunu oğlundan gizler.

Tacettin de hayatına devam etmek zorunda kalır. Görücü usulü olarak İhsan Bey'in kızı ile evlendirilir. Fakat kalbinden Patricia’yı bir türlü çıkartamaz.

Tacettin’i aşkından ve oğlundan ayıran savaş yıllar sonra onların tekrardan bir araya gelmesine vesile olur. İkinci Dünya Savaşı ile Patricia’nın oğlu savaşa katılır ve yaralanır. Hastane odasını paylaştığı kişi ise Tacettin’in eski arkadaşı olan Aris’dir. Aris, Tacettin’in oğlunu hemen tanır çünkü babasına çok benzemektedir. Ona tüm gerçekleri anlatır. İlk olarak kabullenemez fakat annesi Patricia’nın da doğrulaması ile babasını bulmak için yola koyulur.

Hasret (Canan Tan) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Hasret (Canan Tan) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı


1. Tacettin, Patricia'ya nerde aşık olmuştur? 

A) Kumarhane
B) Taverhane
C) Bakkal
D) Fırın

2. Omorfia’nın eşi kimdir?

A) David
B) Daniel
C) Dimitri
D) Dornika

3. Aşağıdakilerden hangisi Tacettin'in akrabası değildir? 

A) Ümüş Hatun
B) Fatiş Hatun
C) Hacı Ali Bey
D) Hacı Ahmet Bey

4. Tacettin ve Patricia’nın çocuğunun ismi nedir? 

A) Ahmet
B) Ali
C) Abdullah
D) Alattin

5. Patricia’nın gidişinden sonra Tacettin neye bakıp üzülüyor, hasret gideriyordu?

A) Ali'nin oyuncağı
B) Patricia'nın bir tutam saçı
C) Ailecek çekilmiş bir fotoğraf
D) Ali'nin elbisesi

6. Omorfia gittiği topraklarda ne işletiyordu? 

A) Bakkal
B) Taverhane
C) Fırın
D) Tuhafiye

7. Tacettin kim ile evlenmiştir? 

A) İlhan Bey'in kızıyla
B) İrsan Bey'in kızıyla
C) İcran Bey'in kızıyla
D) İhsan Bey 'in kızıyla

8. Tacettin ve Behire’nin çocuklarının ismi hangileridir? 

A) Doğan, Beyhan
B) Derya, Buse
C) Damla, Buğra
D) Doğan, Ayşe

9. Ali‘ye babasının yaşadığını söyleyen kişi kimdir?

A) Ares
B) Aris
C) Addison
D) Adie

10. Patricia, Tacettin‘e Ali aracılığıyla ne göndermiştir? 

A) Mektup
B) Fotoğraf
C) Yiyecek
D) Kıyafet

Cevap Anahtarı :

1-B      2-C      3-D      4-B      5-C
6-C      7-D      8-A      9-B     10-B

Hasret (Canan Tan) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili için tıklayınız...

Ölüme Fısıldayan Adam (Büşra Yılmaz) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Ölüme Fısıldayan Adam

Kitabın Yazarı : Büşra Yılmaz

Kitap Hakkında Bilgi :

"Yanmış kibrit çöplerini âdeti olduğu gibi mumların altına koyup üzerlerine erimiş mum döktü.

Sanki yanan kibrit çöpleri bizdik, mum dipleri de mezarımız... Kibrit çöpü mezarlığı, bizim gibi kırık ve kaybedenler için ne güzel bir benzetmeydi... Yana yana yaşa, yanarak öl ve öldükten sonra da yanmaya devam et. Yanmak tüm varoluşunu tanımlıyormuş gibi..."

Geçmişindeki acıların küllerinden doğmuş, zeki bir dolandırıcı...
Arı kovanına giren kelebek.
Yaşamadığı için ölmeyi bile beceremeyen, hayata küskün bir kız...
Sudan korkan balık.
Tanrı'nın birbirlerinde çare bulmaları için bir araya getirdiği iki kişi.
Peki ya, bir gün ömrü olan bir kelebek yarına aşık olursa ne olacak?

İnternet üzerinden yazdığı eserle ünlenen Büşra Yılmaz, sıkıntılı günlerde birleşen iki ayrı hayatın geçirdiği olayları anlatmaktadır. 

Kitabın Özeti :

Kitabın ana iki karakteri Yosun ve Özgür’dür. Yosun, küçük, kırılgan ve hayattaki zorluklardan bıkmıştır. Artık ölümü beklemekte olduğu ve bunun için planlar yapmakta olduğu bir sırada kaderini değiştirecek olan zil çalar. İçeriye dağınık saçlı çocuk Özgür girer. İyi işlerle uğraşmayan ve kaçış için gelen çocuğa Yosun yardım eder.

İki hayattan bıkmış insan bir evde birleşir. Zaman aktıkça birbirlerine bağlanmaya ve daha uyumlu olmaya başlarlar. Ancak bununla birlikte Özgür’ün ne hissettiği konusunda şüpheleri bulunmaktadır. Yosun onun için hala küçük bir kızdır. Yosun ise Özgür ile yaşama isteği ile dolan küçük kalbini doyuruyordu.

İlişkilerinde Özgür emir veren Yosun ise emir alan bir roldeydi. Özgür’ün de çok kolay bir hayatı olmamıştır. Geçmişte yaşadığı ilişkilerden de yıpranmıştır. Özellikle Pınar ile yaşadıklarını unutamaz bir türlü. Bir taraftan da artık toplanmak, toparlanmak ve intikam almak ister.

Yosun ile hem çok zıt hem de hep beraberlerdi. Birbirlerine çekiliyorlardı her yaşadıkları olayda. Belli bir zaman geçtikten sonra Yosun yine ölmeyi ister ancak yine Özgür engel olur. Sevdiği bir kadını daha kaybetmeye gücü yoktur belki de. Bundan sonra ikisi de birbirlerine  ölmemek konusunda söz verirler. Ancak bu söz de uçup gider.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...