10 Eylül 2019 Salı

Aşk (Elif Şafak) Kitabında Geçen 40 Kural Nedir?


1. Kural :
Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak utanılacak bir varlık geliyorsa aklına demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer Tanrı dendi mi evvele aşk merhamet ve şefkat anlıyorsan sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

2. Kural : Hak Yolu’nda ilerlemek yürek işidir akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil!

3. Kural : Kuran dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahire manadır. Sonraki batıni mana. Üçüncü batıninın batınisıdır. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayesiz kalır tarif etmeye.

4. Kural : Kainattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin çünkü O camide mescitte kilisede havrada değil her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi O’nu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa sonsuza dek O’nda kalır.

5. Kural : Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. ‘Aman sakın kendini’ diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: ‘bırak kendini ko gitsin!’
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

6. Kural : Şu dünyada çatışma önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.

7. Kural : Şu hayatta tek başına inzivada kalarak sadece kendi sesinin yankısını duyarak Hakikat’i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

8. Kural : Başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile sonunda O sana kimsenin bilmediği bir patika açar. Sen şu anda göremesen de dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

9. Kural : Sabretmek öyle durup beklemek değil ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer hazmeder. Ve bilirler ki gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

10. Kural : Ne yöne gidersen git -Doğu Batı Kuzey ya da Güney -çıktığın her yolculuğun içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi sonunda arzı dolaşır.

11. Kural : Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir “Sen” zuhur edebilmesi için zorluklara sancılara hazır olman gerekir.

12. Kural : Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

13. Kural : Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

14. Kural : Hakk’ın karşısına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın.” Düzenim bozulur hayatımın altı üstüne gelir “diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

15. Kural : “Allah içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldur. Tek tek hepimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise attığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser kusursuzluğu hedefler.”

16. Kural : Kusursuzdur ya Allah O’nu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden ne layıkıyla bilebilir ne layıkıyla sevebilirsin.

17. Kural : Esas kirlilik dışta değil içte kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün yıkandı mı temizlenir suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

18. Kural : Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır.

19. Kural : Başkalarından saygı ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

20. Kural : Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

21. Kural : Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak Hak’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

22. Kural : Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım niyetimizdir farkı yaratan suret ile yaftalar değil.

23. Kural : Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir ya kıymet bilmeyiz.
Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde…

24. Kural : Madem ki insan eşref-i mahlukattır yani varlıkların en şereflisi attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse iftiraya uğrasa hapse girse hatta esir olsa bile gene de başı dik gözü pek gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

25. Kural : Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız hesapsız ve pazarlıksız sevmeye başarsak cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete hasede ve kine bulaşsak tepetaklak cehenneme düşüveririz.

26. Kural : Kainat yekvücut tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti herkesin yüzünü güldürebilir.

27. Kural : Şu dünya bir dağ gibidir ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa hayırlı bir laf yankılanır. Şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır.
Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.

28. Kural : Geçmiş zihinlerimiz kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu an’ın hakikatini yaşar.

29. Kural : Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten” ne yapalım kaderimiz böyle “ deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamı değil sadece yol ayırımlarını verir. Güzergah bellidir ama dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatın hakimisin ne de hayat karşısında çaresizsin.

30. Kural : Hakiki Sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa ayıplansa dedikodusu yapılsa hatta iftiraya uğrasa bile o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez.
Sufi kusur görmez. Kusur örter.

31. Kural : Hakk’a yaklaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker; kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

32. Kural : Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki Tanrı’ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yakut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!

33. Kural : Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl çömleği tutan dışındaki biçim değil içindeki boşluk ise insanı ayakta tutan da benlik zannı değil hiçlik bilincidir.

34. Kural : Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

35. Kural : Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsan-ı Kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

36. Kural : Hileden desiseden endişe etme. Eğer birileri san tuzak kuruyor zarar vermek istiyorsa Tanrı’da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır ne bir katre şer.
O’nun bilgisi dışında yaprak bile kımıldamaz. Sen sadece buna inan!

37.  Kural : Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır bir de ölme zamanı.

38. Kural : ’Yaşadığım hayatı değiştirmeye kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?’ diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım başımızdan ne geçmiş olursa olsun tamamen yenilenmek mümkün.
Tek bir gün bile tıpatıp aynıysa yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

39. Kural : Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden bir hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz her şey yerli yerinde kalır merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.
Ölen her Sufi için Yeni bir Sufi daha doğar.

40. Kural : Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalı mecazi mi yoksa dünyevi semavi ya da cismani diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK’ın ise hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır merkezinde ya da dışındasındır hasretinde.

9 Eylül 2019 Pazartesi

Tutsak Güneş (Ayşe Kulin) Kitabının Özeti, Konusu Tahlili


Kitabın Adı : Tutsak Güneş

Kitabın Yazarı : Ayşe Kulin

Kitap Hakkında Bilgi :

Ayşe Kulin’in Tutsak Güneş romanında son zamanlarda sık sık karşılaşabildiğimiz erkek üstünlüğü distopya kurgusu üzerinden ele alınmaktadır.

"Güneşimizle aramızda kara kedi gibi duran o Gökcisim, bir gün çekip gidecekti elbette. Belki çok yakındı çözüm. Kapıdaydı. O an gelene kadar bize düşen, sanki güneş gökte parlıyormuşçasına yaşamayı sürdürmekti. Hayata tutunmaktı."

Yakın gelecekte, yeryüzünde bir ülke… Tiran ölmüş ve oğlu başa geçmiştir. Ülke, din ulemaları ve polisler ordusundan oluşan bir demir yumrukla yönetilmektedir. Katı yasalarla sınıflara ayrılan halksa, yoğun denetim ve gözetim altında yaşamaktadır. Güneşse, kimselerin nasıl, neden olduğunu hatırlamadığı bir dönemden bu yana, "Gökcisim" denilen dev bir kütlenin ardındadır. Her yer buz tutmuş, yaşam sevinci tüm canlılardan el ayak çekmiştir. Gelgelelim yıpratıcı uykusuzluğuna çare arayan bilim kadını Yuna, geçmişine, kaderine ve en önemlisi de, bir kadın olarak tutkularına sahip çıkarak, beklenmedik bir şekilde gerçekleri sorgulamaya başlar. Topluma dayatılan kuralların, değişmez varsayılan yasaların, sonu gelmez sansürün mutlak olmadığını fark eden Yuna, sorumluluğunu üstlenip, deyim yerindeyse, güneşe açılan kapıyı aralamayı göze alacaktır.

Geçmişle hesaplaşmalar, düzenle çatışan tutkular ve insanı dönüştüren aşklar… Ayşe Kulin, okurlarını sarsıcı bir gelecek hayal etmeye davet ettiği Tutsak Güneş'te, genç bir kadının unutulmaz uyanış hikâyesini anlatıyor.

Kitabın Özeti :

"Düşünce saksıda büyüyen bitki gibidir, kökleri hiçbir zaman saksının elverdiğinden fazla gelişmez."

Erkeklerin sorgusuz sualsiz egemen oldukları yakın gelecekteki bir toplumda kadınların yeri yeteri kadar çocuk doğurabilmek ve evinin kadını olabilmektir. Bu toplum tek bir genel merkez üzerinden yönetilmektedir.

Uzaydaki bir gök cisminin yaşadıkları ülkenin tam önünde bulunması ve bunun da güneşsiz bir yaşam anlamına geldiği bu ülke Uluhan tarafından yönetilen, polis devlet yapısının olduğu bir ülkedir. Yuna Otis de bu ülkede yaşayan üst düzey bir profesördür.

Bu yönetim merkezi bir ailenin yönetimi altında. Babadan oğula geçen bir yönetim şekli ile el değiştirmektedir. Boyunlarındaki atkılardan toplum içindeki yerlerinin belli olduğu, erkeklerin her zaman kadınlardan daha üstün olduğu ve yaptıklarının genellikle sorgulanmadığı, kadınlar eğer doğuramıyorlarsa ve en az 3 çocuk yapmıyorlarsa kusurlu sayıldıkları hatta bunun bir boşanma sebebi olduğu bu ülkede her şey Merkez denilen yerden yönetilmekte. Yöneten kişi Uluhan ve onun ölümünden sonra yerine geçen Oğulhan yönetimi devralmış durumda. Görünüşte herkesin çok mutlu bir düzen içinde yaşadığı Merkez'de insanların hayatlarını kolaylaştırmak için her şey düşünülmüş. Robotlar, telefon yerine geçen ev bileklikleri, hava araçları, görüntülü iletişim ağı, toz haline gelmiş organik yiyecekler ve dahası. Bunların dışında bir de yasaklar var tabii. Merkez'in izin vermediği bilgilere ulaşmak yasak, belirtilen kitaplar dışında kitap okumak yasak, kılık kıyafette başlık ve kapalı giysiler giymek zorunlu, aile reisi sadece erkek olabiliyor, kız çocukları en iyi okullara alınamıyor çünkü öncelik erkeklerde. Kadının bu toplumdaki yeri erkekten daima sonra gelmektedir. En güzel okullara yerleştirmede önce erkeklerden başlanmaktadır.

Bu ülkede yaşayan Prof. Yuna sadece bir çocuk doğurduğu için kocasından boşanır. Yuna’nın tek bir oğlu olan Regan henüz çok ufakken merkezin en önemli okulunda yetiştirilir ve çok önemli bir mevkide görev alır. Yuna ise hayatıyla ilgili bazı noktaları hatırlamaz ve bunların peşine düşer. Uzun zamandır uyuyama problemi vardır ve uyku seanslarına gitmektedir. Hayatının bir bölümünü yani babasını ve babasının ölümünü hatırlamamaktadır. Bazı bilgileri araştıran Yuna bu bilgilerin araştırılmasının yasak olduğunu bildiği içim Merkez dışında yer alan bir Kanton’da bu bilgileri araştırır. Burada Tamur diye birisiyle tanışır ve birbirlerine aşık olurlar. Tamur ona geri dönüş yolunda eşlik eder. Yuna'nın neden kötü olan hiçbir şeyi sorgulamadığını merak etmiş ve ona bir sürü gizli gerçekten bahsetmiştir. Yuna'nın içine şüphenin ilk tohumları düşer ve Merkez hakkında ilginç düşüncelere kapılarak ve ilk kez sorgulamaya başlamıştır.

Bu durumun farkında olan Regan, annesine izlendiğini ve Tamur'dan uzak durması gerektiğini onun bir muhalif olduğunu, Tamur’la görüşmemesi gerektiğini söyler. Bir süre Tamur’la görüşmeye ara veren Yuna. Tamur’un görüşmesini istediği bir kişi olan Kutkar ise kaçırılmıştı. Bu durum üzerine sistemi sorgulamaya başlayan Yuna, aslında berbat bir sistemde, oldukça kötü bir ülkede yaşadığını fark eder.

Durum kötüye gitmektedir ve halk artık isyanlara başlar. Sürekli eylemler, protestolar olur, insanlar robotlar tarafından katledilir. Regan da artık içten içe bir muhalif olur. Yaşananlar ve gördükleri onu ülkesinden soğutur. Yuna’nın annesi de yine bir eylem sırasında en önlerde yer alır ve robotlar tarafından öldürülür.

Merkez’in yöneticisi konumunda bulunan Oğulhan başka ülkelerin yöneticileri ile bir anlaşma yapar. Bu anlaşmaya göre gök cismi kendi ülkesinin üstünde kalmaya devam edecek ve buna karşılık diğer ülkeler para verecektir. Regan'ın istihbarat sayesinde edindiği bu anlaşma, Regan tarafından muhaliflere verilir. Merkez muhaliflerle anlaşmak zorunda kalır. Halkın önerileri dinlenerek yeni düzenin garantisi verilir.

Bu anlaşmayla birlikte gelen yeni düzende herkes eski hayatına göre refaha kavuşmuştur. Her şey güzel giderken Oğulhan savaş kararı alır. Oğulhan anlaşma imzalasa da kendine uygun bir yol bularak yasaları değiştirmeyi askıya almıştır.

Bu haberi uçakta seyahate çıkmak üzere duyan Yuna ve Tamur bu durum karşısında ne yapacaktır? Uçaktan inecekler mi yoksa tatile, başka bir ülkeye mi gidecekler?

Bir Dağcının Güncesi (Nasuh Mahruki) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bir Dağcının Güncesi

Kitabın Yazarı : Nasuh Mahruki

Kitap Hakkında Bilgi :

24 yaşındaki Nasuh Mahruki BİR DAĞCININ GÜNCESİ’nde, ilk kez 7000 metrelik bir dağa tırmanıyor, ilk kez bir kitap yazıyor, ilk kez bu kadar zorlu bir hedefin peşine düşüyor ve ilk kez iç dünyasını hem kendine hem de bizlere bu kadar açıyor.

Hep merak etmişimdir, nedir bu bazı insanları dayanılmaz bir şekilde kendine çeken çağrı; kimini yollara, kimini denizlere, kimini dağlara götüren bu çağrı. Neden ve nasıl bazılarını her yerden, her şeyden kopartır da, çoğu insan tarafından hissedilmez, anlaşılmaz bile. Sanırım bazı ruhlarda bu dünyaya karşı çok büyük bir açlık var. Tutku içten geliyor, eylem yalnızca onun dışavurumu. Bazıları kendilerine mekân olarak bütün dünyayı seçmişler bayrak olarak da özgürlüğü. Yüzlerce yıldır dağlar, denizler, yollar binlerce insanı yuttu ama bu, yeni gelenleri durdurmaya yetmiyor. Tehlike, zorluklar, korku ve ölüm bazı ruhları durdurmak yerine daha da coşturuyor ve kendine çekiyor.

Gılgamış'ı, Odysseus'u, Marco Polo'yu, Magellan'ı, Colomb'u, Peary'i, Amundsen'i, Hillary'i ve daha binlercesini oradan oraya savuran şey hep özgürlüğe düşkün, coşkulu ruhlarının üzerine kurulmuş keşfetme ve bilme tutkusu ve doğaya/kendine meydan okumanın dayanılmaz çekiciliğidir. Jack London'ın Buck'ını sonunda kurtların arasına çeken doğanın çağrısı, bazı insanları da dağların tepelerine, engin denizlere, dünyanın bilinmeyen köşelerine çekiyor, bedeli ne olursa olsun. Yine de, bu dünyada iz bırakan insanların çoğu, uslu uslu oturmayan, akıllı-uslu öğütleri dinlemeyen ve kendi kararlarını kendisi verip, kendi yolunu çizenler, gemilerini yakmaktan korkmayanlardır. Yaşam, büyük ve güvenli gemilerle sakin bir gezi mi, yoksa kendi teknenizle soluk soluğa bir yolculuk mu olmalı, bunun seçimi size kalmış...

Kitabın Özeti : 

Kitaptan bir bölüm;

Bugün Stepanov’la tanıştım, elli iki yaşında, kibirli bir tip. Ayak parmaklarının hepsini Pobeda’ya 3. tırmanışında kaybetmiş. Club Bars’ın direktörü ve Khan-Tengri ve Pobeda tırmanışlarının şefi. Artık programı o hazırlıyor ve önceki programı alt üst etti.

Bazen tasvip etmeseler de kararlarına herkes uyuyor. Stapanov Rusların tanınmış dağcılarından. Bu arada bizim travers de değişti. Galiba sedece 4A’lık rotayı üç-dört kişilik bir ekip olarak çıkıp, bir gece yatıp ineceğiz. Stepanov, bu tırmanışa katılmayıp, 6B’ lik tırmanışı duvarın dibinden seyredecek sanırım.

Öğleden sonra su ısıtıp Arkadi ile saçlarımızı kollarımızı yıkadık, sıcak bir duşun yerini tutmasa da çok iyi geldi.

Stepanov ile biraz konuştuk. Yirmi beş kez 7000′in üzerine çıkmış, çok tecrübeli. Aklimatizasyon için merak etmememi, uygun bir programla bu işi halledebileceğimi söylüyor.

Yarın, Aleksi ile Cigit’in duvarının dibine gideceğim. Orada bir-iki gün kalıp, 6B’nin tırmanışını seyredeceğiz., onlar duvarı bitirince biz de 4A’dan çıkıp yukarıda buluşacağız. Fotoğraf için çok güzel bir fırsat olabilir.

Çocukluğumdan beri düşünsel-ruhsal gelişimimi izlemekten büyük zevk alırım. Daha ilkokula bile gitmezken, benim için olunması gereken insan tipi, yalan söylemeyen insandı.

Beş-altı yaşlarımdaykenyalan söylememk benim için çok önemliydi ve buna çok dikkat ederdim. İlkokul ve ortaokulun başları, arkadaş ilişkilerinin biraz daha farklılaştığı, sosyalleştiği bir dönem. İşte bu dönemde yalan söylememeyi, başkalarının arkasından konuşmamayı da ilave ettim kafamdaki insan tipine. Lise çağlarında ise dürüstlük kavramına ulaştı bu yol. Böylece, ideal insan, yalan söylemeyen, başkalarının arkasından konuşmayan, açık sözlü ve dürüst insandı. Ben de kendimi mümkün olduğunca bu çizgide tutmaya çalıştım. Sonra üniversite yılları… Doğa sporlarıyla tanıştım, kitap okuma ve müzik zevkim iyice şekillenmeye başladı ve şansıma çevremde hep doğru insanlar oldu. Dürüstlüğün son aşama olduğunu zanneden ben, asıl olunması gereken şeyin erdemli insan olmak olduğunun farkına vardım. Bu aşamalar tesadüfi olmadı elbette. Çevremi iyi gözlediğim için sürekli eksiklikleri – yanlışlıkları ve doğruları akıl ile tartıp seçimimi yaptım. Ne yazık ki bu seçimlerin hepsi, yanlışı görüp doğrusunu seçme yoluyla oldu ; belki başka bir dünyada çok daha kolay olabilirdi.

Lao-Tzu, Konfüçyüs gibi bazı çinli bilgelerin insanların doğal olarak erdemli oldukları eski günlerden bahsettiklerini okumuştum bir yerde; “yaşamın tam olduğu çağlar” diye ifade ettikleri bu dönemde insanlar, belli bir görevi yerine getirdiklerini düşünmeden dürüst ve erdemliymişler. Birbirlerini seviyorlar ama bunun insan sevgisi olduğunu bile bilmiyorlarmış. Güvenilirlermiş ama bunun samimiyet ve iyi niyet olduğunu bilmedeni vererek ve alarak özgürce yaşıyorlarmış ama cömert olduklarını bile bilmiyorlarmış. Bu insanlar biraz fazla iyimser oldu sanırım, belki de böyle çağlar hiç olmamıştır. Belki de yalnızca Çinli bilgelerin zihinlerinde var olmuşlardır. Her neyse, bizim dünyamızda, benim aklım bunları bu sırayla yaşamak zorundaydı.

Erdem kavramı yaklaşık son altı aya kadar benim için ulaşılabilecek en üst noktaydı, ancak son aylarda erdemin de üstünde olması muhtemel yeni bir düşünce şekillenmeye başladı zihnimde : Misyon düşüncesi. Buna göre yaşamda herkesin kendi çapında, kendi potansiyeline uygun insanlığa karşı bir misyonu ya da misyonları var ve bizim yapmamız gereken şey, bir an önce bu misyonun ne olduğunu bulup onu gerçekleştirmeye çalışmak.

Hint felsefesinde, buna benzer bir düşünce bulmuştum, Dharma düşüncesi : Dharma (yasa), ideal adaletin gerçekleşmiş halidir. Kendi doğruluk yolunda ilerleyen her olay, her varlık, kozmosun düzenine katkıda bulunur.

Ancak çoğu insan için bu misyon son derece belirsizdir ve insanın farkında olmaksızın gelişir, belli bir yerde belli bir zamanda olmak, belli bir şekilde davranmak ya da belli bir yerde ölmek gibi. İnsanlığın varoluşundan bu yana olan gelişimini bir zincir olarak düşünürsek, pek çoğumuz doğum, yaşam ve ölüm süreci içinde farkında olmadan yaptığımız şeylerle, bu zincirin çok önemsiz görünen ama aslında en önemli halkasından hiç de daha az önemli olmayan bir halkasında mütevazi bir yere sahibiz.

Dharma’yı bireye uyguladığımızda Svadharma’yı buluruz. Bu şekilde; Dharma, yani evrensel yasa; Svadharma’ya yani, doğal eğilimiyle uyumlu olmak üzere her bireye ait belirli bir göreve dönüşür. Bazı seçilmiş ruhlar, kendi başlarına birer halka oluşturacak potansiyele sahiptir. Çoğu bilimadamı, filozof, lider, kaşif, sanatkar gibi özel ve üstün yetenekli insanlar bu gruba dahildir. Bu tür insanların, insanlığa karşı misyonu son derece açık ve belirgindir. Geçmişe baktığımızda, tarihe damgasını vurmuş dediğimiz insanları hemen görebiliriz. Çoğunluğu oluşturan sıradan insanlar ise, farkında olmadan gerçekleştirdikleri ve bize son derece önemsiz gibi görünen misyonlarıyla insanlık zincirinin halkalarındaki yerlerini alırlar.

Eski Hindistan’ın en büyük destanı Mahabharata’nın bir bölümü olan Bhagavad Gita şöyle der : ” Ve görevini (Svadharma) yerine getir, alçakgönüllü olsa da, büyük olmasa da, başka birininki olmasındansa, kişinin kendi görevinde ölmesi yaşamdır, başkasınınkinde yaşamak ölümdür.” Her bireyin kendine özgü bir doğal yasası vardır ve her birey varlığının kusursuz durumunu elde etmek için rolünün bütün gereklerini yerine getirmelidir.

İnsanlık zinciri o kadar kesin ve belirlidir ki, geçmişte yaşayan bir tek filozofun düşüncelerini yok etsek ya da bir tek savaş yapılmamış olsa, o olayı takip eden bütün insanlık tarihi değişirdi. Bilim buna ”Kelebek Etkisi” diyor; Japonya’da bir kelebeğin kanat çırpışının, Amerika’da fırtınaya sebep olması. İnsanlığın, varoluşundan bu yana yaşanan her şeyin bu günkü durumumuzda bir payı vardır. En önemsiz gibi görünen bir değişiklik, kendinden sonraki tarihte değişikliğe yol açar. Sonuç olarak; yaşanan her şey, bugünkü durumumuzun varolması için yaşanması gereken şeylerdir. Bu düşünceyi iyice daraltıp, yalnızca bir tek insana da uygulayabiliriz. Her insan, yaşamı boyunca yaptığı bütün iyi, kötü, güzel, çirkin, erdemli, erdemsiz davranışlarının toplamının ürünüdür. Bir tek hatasını ya da iyi davranışını yapmamış olsaydı artık o insan değil başka bir insan olurdu. Bu yüzden yaşamda hiçbir zaman pişmanlık duymamak gerekir, sadece ders almak yeterlidir. Bizler tüm davranışlarımızın ve seçimlerimizin ürünleriyiz, keşke o zamn böyle yapmamış olsaydım dediğimiz davranışlardan bir tekini bile yapmamış olsaydık bugünkü kendimiz olamazdık. Geçmişi değiştiremeyiz ancak ondan ders alarak daha doğru ve sağlıklı bir gelecek kurabiliriz.

Orhan Hançerlioğlu ”Öğrenmek benim mutluluğumdur” demiş. ”Düşünsel gelişimimi görmek” de benim mutluluğum ki bu da öğrenmek ve öğrendiklerimi yorumlayıpi uygulamaktan geçiyor.

Benim, (şimdilik) beş aşamalı düşünsel gelişimimdeki her bir aşama, kendinden önceki aşamaların üzerine kurulan bir düşünce sistemi olarak gelişti. Benden daha zeki ve daha iyi gözlemleyen biri için elbette daha hızlı ve kolay olabilirdi, ancak benim için, sonrakine ulaşmadan önce bir önceki yaşanmak zorundaydı.

Akşam 23.15‘e kadar Stepanov, Aleksi, Arkadi, Lena, Kassim ve ben muhabbet ettik, uzun zamandır ilk defa bu kadar geç yattım. İki gündür bunları, Türkiye’den gelecek kişiyi mutlaka birisinin karşılaması gerektiğine ,nandırmaya çalışıyorum. Akşam bu konuda epey tartıştık. Herkes dağda olduğu için buradan kimse gidemez, ancak eğer 27′sinde gelirse, ki bence öyle yapacak, o zaman Stepanov’ un bir arkadaşı onu karşılayıp Prjevalsk uçağına bindirecek. Eğer bugün geldiyse işi çok zor.

Bu günlerde iştahım müthiş açık, sürekli bir şeyler yiyip içmek istiyorum.

7 Eylül 2019 Cumartesi

Bir Dağcının Güncesi (Nasuh Mahruki) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı


1. Bir Dağcının Güncesi adlı kitabın türü nedir?

A- Hikaye
B- Roman
C- Günlük
D- Biyografi

2. Kitapta anlatılanlar hangi tarihler arasında geçmiştir?

A- 8 Kasım - 12 Aralık 1992
B- 12 Ocak - 9 Şubat 1993
C- 9 Temmuz - 21 Ağustos 1992
D- 5 Haziran - 20 Temmuz 1998

3. Yazar, Karakol'a gitmek istediğinde uçağa niçin alınmamıştır?

A- Bilet bulamadığı için
B- Uçağı kaçırdığı için
C- Uçaktan korktuğu için
D- Vizesi olmadığı için

4. Kitaba göre DOST nedir?

A- Bilkent Üniversitesi Doğa Sporları Topluluğu
B- Dağ, Orman Sevenler Topluluğu
C- Bilkent Üniversitesi Dağcılık Sevenler Topluluğu
D- Doğa Sevenler Topluluğu

5. Aşağıdaki bilgilerden hangisi yanlıştır?

A- DOST'un isim babası Nasuh Mahruki'dir
B- Yazar miyoptur
C- Nasuh Mahruki Galatasaraylıdır
D- Yazar DOST'ta üçyıl başkanlık yapmıştır

6. Rusya'da beş 7000'liğe çıkana Snejnıy Bars ünvanı verilir. Bu ünvanın anlamı nedir?

A- Kar leoparı
B- Kar parsı
C- Kar aslanı
D- Kar yılanı

7. 7000'lik beş dağın içinde en zor ve tehlikeli olanı hangisidir?

A- Pobeda
B- Khan Tengri
C- Lenin
D- Communism

8. Aşağıdakilerden hangisi Snejnıy Bars ünvanını almak için çıkılan beş 7000'likten biri değildir?

A- Pobeda
B- Communism
C- Korjenevskoy
D- Stepanov

9. I. İnelçek
II. Karakol
III. Karkara
Yukarıdakilerden hangileri Khan Tengri'ye helikopterlerin kalktığı yerleşim yeridir?

A- I - II
B- I - III
C- Yalnız I
D- Yalnız II

10. Avrupa kıtasının en yüksek dağı aşağıdakilerden hangisidir?

A- Elbruz
B- Pobeda
C- Khan Tengri
D- Lenin

11. I. İvanov
II. Nikolay
III. Nasuh Mahruki
Yukarıdakilerden hangileri Snejnıy Bars ünvanını almıştır?

A- Yalnız II
B- II - III
C- I - II
D- I - II - III

12. Khan Tengri piramidini gören Avrupalı dağcı, coğrafyacı ................................ "Bu dağın zirvesine insan ayağı hiçbir zaman değmeyecek" diye bağırmış. Noktalı yere aşağıdakilerden hangisi gelmelidir?

A- Galim
B- Merzbaher
C- Nikolay
D- Albert

13. I. Korjenevskoy
II.  Lenin
III. Khan Tengri
IV. Pobeda
V. Communism
Nasuh Mahruki'nin yukarıdaki dağların zirvesine tırmanma sırası hangisidir?

A- II - V - I - III - IV
B- I - II - III - V - IV
C- III- II- I - V- IV
D- III- I - II - IV - V

14. Snejnıy Bars ünvanı fikri .......... yılında ........................... tarafından ortaya atılmıştır. Noktalı yerlere aşağıdakilerden hangisi gelmelidir?

A- 1989 - Mikhail Hergiani
B- 1961 - İvanov
C- 1957 - Ratzık
D- 1966 - Ratzık

15. Nasuh Mahruki'nin Pobeda'ya tırmanışı bilinen kaçıcıncı solo tırmanıştır?

A- 3.
B- 7.
C- 6.
D- 8.

16. Nasuh Mahruki Snejnıy Bars ünvanını almaya hak kazandığı tırmanışını ne zaman gerçekleştirmiştir?

A- 1992 yazı
B- 1994 yazı
C- 1993 yazı
D- 1993 kışı

17. Nasuh Mahruki kaç yılında Türkiye'nin en başarılı dağcısı seçilmiştir?

A- 1991
B- 1992
C- 1993
D- 1994

18. Kitap hangi dağın tırmanışını anlatmaktadır?

A- Elbruz
B- Lenin
C- Pobeda
D- Khan Tengri

19. Belirli bir yükseklikten sonrasına yapılacak tırmanışlarda vücudu alıştırma işlemine ne denir?

A- İrtifa
B- Cigit
C- Aklimatizasyon
D- Akspedisyon

Cevap Anahtarı :

1-C      2-C     3-D     4-A     5-C
6-B      7-A     8-D     9-B    10-A
11-D   12-B   13-C   14-D   15-D
16-B   17-B   18-D   19-C

Büyük Atatürk'ten Küçük Öyküler - 1 (Süleyman Bulut) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı


1. 1932 yılında ...................... Atatürk'e saygısını göstermek için bir Gazi Günü kutlaması yapmak ister. Noktalı yere aşağıdakilerden hangisi gelmelidir? 

A- Ankara Halkevi
B- Milli Eğitim Bakanlığı
C- Aydın Halkevi
D- istanbul Öğretmenevi

2. Gazi Günü kutlamaları için Atatürk'e doğum tarihini soran tarih öğretmeni kimdir?

A- Yunus Nadi
B- Hulusi Aksudoğan
C- Saffet Arıkan
D- Zihni Derin

3.  Bugün Gençlik ve Spor Bayramı olarak yapılan kutlamanın ilk adı nedir?

A- Atatürk'ü Anma Günü
B- Gençlik Günü
C- Spor Günü
D- Gazi Günü

4. 23 Nisan için kutlama hazırlamak isteyen öğretmenler dönemin Ankara Valisi ve Eğitim Müdürünün engel çıkarması üzerine kimden yardım ister?

A- Yunus Nadi
B- Saffet Arıkan
C- Hulusi Aksudoğan
D- Süreyya Ağaoğlu

5. 23 Nisan Kutlamaları, ................................... çıkarılan Ulusal Bayramlar yasasıyla 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı adını almıştır. Noktalı yere aşağıdakilerden hangisi gelmelidir?

A- 1922'de
B- 1935'de
C- 1937'de
D- 1938'de

6. Atatürk'e Kemal adını veren Mustafa Öğretmen ne öğretmeniydi?

A- Türkçe
B- Sosyal Bilgiler
C- Fen Bilimleri
D- Matematik

7. Aşağıdakilerden hangisi cumhuriyetin 2. kuruluş yıl dönümü kutlamaları için Atatürk'e sunulan sloganlardan biri değildir?

A- Atatürk bizim en büyüğümüzüdr.
B- Atatürk milletin en yükseğidir.
C- En büyük Türk, Atatürk.
D- Atatürk bizden biridir.

8. Soyadı kanunundan sonra Atatürk sayadı kimin önerisi üzerine ortaya çıkmıştır?

A- Yunus Nadi
B- Saffet Arıkan
C- Hulusi Aksudoğan
D- Mustafa Kemal

9. Atatürk'e göre Türkiye Cumhuriyeti'ninsimgesi neyin simgesi olmalıdır?

A- Kurt
B- Birlik
C- Zeka
D- Bağımsızlık

10. Mustafa Kemal'in "Kahveyi ev sahipleri ısmarlar misafirler değil" diyerek davet ettiği İngiliz komutan kimdir?

A- Curtis La France
B- General Limon Van Sanders
C- General Harrington
D- General Edward

11. Mondros Mütarekesinin ardından düşman zırhlılarını limanda gören Mustafa Kemal "Geldikleri gibi giderler" sözünü kime söylemiştir?

A- Cevat Abbas
B- İsmail Müştak
C- Hasan Ali Yücel
D- Şükrü Kaya

12. Kurtuluş Savaşı tamamlandıktan sonra Atatürk'ün annesi ve kardeşini Ankara'ya getirmekle görevlendirilen kişi kimdir?

A- Cevat Abbas
B- İsmail Müştak
C- Hsan Ali Yücel
D- Şükrü Kaya

13. Türkiye'nin ilk kadın avukatı kimdir?

A- Afet İnan
B- Halide Edip Adıvar
C- Cemile Sönmez
D- Süreyya Ağaoğlu

14. Süreyya Ağaoğlu'nun Ankara'da Adalet Bakanlığında staj yaparken öğle yemeğine gittiği lokantanın adı nedir?

A- Meclis Lokantası
B- Ankara Lokantası
C- İstanbul Lokantası
D- Adalet Lokantası

15. Atatürk en çok hangi çiçeği severdi?

A- Beyaz gül
B- Orkide
C- Kırmızı karanfil
D- Papatya

16. Ankara'da kurulacak çiftlik için toprak analizlerini yapan biyoloji öğretmeni kimdir?

A- Cevat Abbas
B- Zihni Derin
C- Yunus Nadi
D- Saffet Arıkan

17. Rize'ye ilk çay fidesini diken kimdir?

A- Zihni Derin
B- Cevat Abbas
C- Yunus Nadi
D- Saffet Arıkan

18. Atatürk Orman Çiftliği'nden işçilerin söküp attığı, eski ve çelimsiz bir ağaç almasına rağmen baharda hoş kokular yayan ağaç hangisidir?

A- İğde ağacı
B- Çam ağacı
C- Kuşburnu ağacı
D- Akasya Ağacı

19. Balkan Savaşı'nın devam ettiği yıllarda Binbaşı Mustafa Kemal'in atının yakalandığı çaresiz hastalığın adı nedir?

A- At vebası
B- At frengisi
C- Dourine
D- Ruam

20. Büyük Atatürk'ten Küçük Öyküler adlı kitabın yazarı kimdir?

A- Falih Rıfkı Atay
B- Mustafa Kemal Atatürk
C- Süleyman Bulut
D- Ruşen Eşref Ünaydın

Cevap Anahtarı :

1-C      2-B      3-D      4-A      5-B
6-D      7-D      8-B      9-C     10-C
11-A   12-A    13-D    14-C    15-C
16-B   17-A    18-A    19-D    20-C

Liderler Yemeğini En Son Yer (Simon Sinek) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Liderler Yemeğini En Son Yer

Kitabın Yazarı : Simon Sinek

Kitabın Özeti :

Liderlik Dersi 1: Kültürü Neyse Organizasyon Odur:

Eğer bir organizasyonda kültürel standartlar karakter ve değerlerden performans, sayılar ve diğer Dopamin odaklı kişisel ölçülere doğru kayarsa, bizlerin davranışlarını belirleyen kimyasallarımızın dengesi bozulur ve güven ve iş birliğine olan inancımız azalır/seyrelir. Bir bardak süte su eklenmesi gibi, tadı halen süte benzese de kurum kültürü sulandırılmış olur ve onu iyi ve sağlıklı yapan özellikleri kaybeder. Zayıf kültürlerde ait olma hissimizi kaybederiz; şirket için doğru olanı yapmaktansa kendimiz için iyi olanı yapmaya doğru evriliriz.

19. yüzyılın büyük düşünürü Goethe’nin söylediği gibi, bir kişinin karakterini, kendisi için yapacak bir şeyi olmayan insanlara nasıl davrandığına bakarak değerlendirebilirsiniz. Karakterin kişileri tanımladığı gibi kültür de kurumları tanımlar. Güçlü kültürü olan şirketler, sadece kendisine o dönemde para kazandıranları değil, karakteri güçlü, insanlara iyi davranan kişileri öne çıkarırlar. Böyle kültürlerde saygı ve empati, yetenek, yetkinlik veya motivasyon gücünden daha fazla değer görür ve buna sahip olan liderler ile birlikte çalışan ekipler kendilerinin korunduğunu bilirler. Güven çemberinin oluştuğu bu tür kültürlerde insanlar başarıyı da başarısızlığı da, bildiklerini de bilmediklerini de diğer ekipler ile paylaşacaklarını bildikleri için inovasyon da arkasından doğal olarak gelir. Tersi durumda, zayıf kültürlerde, politik dengeleri iyi yöneten, kendi başarısının pazarlamasını yapan ve kendisini kollayan kişiler ön plana çıkarlar. Kötü kültür kötü yöneticileri besler. Hangi yolun seçileceğini kurumdaki insanlar değil, kuruma liderlik edenler belirler. Performans dönem dönem iyi ya da kötü olabilir; kültür, uzun vadede güvenebileceğiniz tek şeydir.

Liderlik Dersi 2: Lider Neyse Kültür Odur:

Yakın tarihte, insanlara “kaynak” olarak yaklaşan, kurum içi iş birliği yerine rekabeti tetikleyen pek çok liderin, kısa vadede başarılı olsa da uzun vadede şirketlerini içten çökerttiklerini çok gördük. (Yazar burada Merrill Lynch eski CEO’su Stanley O’Neal örneğini detaylı anlatıyor.) Kendilerini kurumdan izole eden bu liderlerin yarattığı temel problem, organizasyon içindeki ilişkilerin kalitesinin bozulması ve içeride pek çok güven çemberinin oluşmasıdır.

Bu tür bir ortamda birimler birbirleri ile işbirliği yapmak yerine birbiri ile rekabet ederek ilerleyebilirler. Birimlerin karşılıklı başarıları birbirlerini kıskandırır. Eğer lider bu ortamın oluşmasına izin vermenin ötesinde destekliyorsa ekiplerde içten içe bir isyan duygusu oluşur.

Bu kültürü yaygınlaştırmak için liderlerin bir başka görevi ise bilgiye sahip olan ekiplere otoriteyi vermek ve herkesin kendi yaptığı işlerin sonucundan sorumlu olmasını sağlamaktır. Yaptığı işin sorumluluğunu alan kişi sayısının az olduğu bir organizasyon tehlikelere daha fazla açıktır. Ayrıca bu dönüşüm, ekiplerde sağlandığında lider daha üst düzey bir bakış açısına sahip olabilir ve herkesin beyin gücü işin içine katılabilir.

Liderlik Dersi 3: Tutarlılık Önemlidir:

Liderlik, yakanıza taktığınız bir apolet değil; karakteriniz ile tamamen ilişkili bir olma halidir. Liderlik, tutarlılık, dürüstlük ve sorumlu olma ile ilgilidir ki bu üçlü güven olgusunun değişmez bileşenleridir. Liderlik, bize duymak istediğimizin değil ihtiyacımız olan şeyin söylenmesidir. Daha önceki bölümlerde bahsedildiği gibi doğruluk her zaman yasal olan ya da prosedürlerde yazanı yapmak olmayabilir. Tutarlılık da yalnızca taraflar anlaştığında dürüstlük göstermek değil, gerektiğinde anlaşmazlığa düştüğümüzde, daha da önemlisi hata yaptığımızda gösterdiğimiz dürüstlüğü de içerir. Hem çalışanlara, hem müşterilere hem de yasal otoritelere, kısacası tüm paydaşlara her zaman, hoşumuza gitmese de doğruyu söylediğimizde güvenilir olabiliriz.

Liderlik Dersi 4: Arkadaşlık/Yakın İlişki Önemlidir


Tüm gerçek liderlerin gösterdiği bir ortak davranış da ekipleri ve birlikte çalıştıkları insanlar ile birlikte sıkça vakit geçirmeleri; kendilerini onlardan soyutlamamalarıdır. İnsanlar arasındaki mesafe azaldıkça ilişkinin kalitesi düşer; birbirini anlamama ve düşmanlıklar başlar. Düşmanlar birbiri ile savaşır, arkadaşlar anlaşmanın yolunu ararlar.

Liderlik Dersi 5: İnsanları Yönetin, Sayıları Değil

Bir liderin arkasında bıraktığı eser, kendisinden sonra gelenlerin de kolayca ilerletebileceği bir yapı olmalıdır. Eğer eski lider oradayken geçirilen zamanlar özleniyorsa, o gidince başarı yakalanamıyorsa bu miras değil, yalnızca nostaljidir. Yönetici/yönlendirici bir liderin ekipleri, yetkilendirici bir liderin ekiplerini başlangıçta geçecektir; bu, liderin gücü kullanıldığı için başta normaldir. Ancak uzun vadede, ekiplerini geliştiren, yetkilendiren, bir kişiye bel bağlamadan öğrenmenin/gelişmenin ön planda tutulduğu, koordinasyonun mental modellere yerleştirildiği, birbirine güvenen insanlardan oluşan bir ekip her zaman uzun vadede daha başarılı olacaktır ve liderin gidişi ile de minimum düzeyde etkilenecektir.

Dolayısıyla sayıları yönetin, ancak bu konuda obsesif olmayın. Uzun dönemdeki organizasyonel/ilişkisel sağlığa önem vermek kalıcı başarı için tek ihtiyacınız olan şeydir. Sayısal başarı da bununla birlikte gelecektir.

Yazar burada hissedar değerine odaklanmanın yanlışlığını bunu yapan şirketlerin uzun vadede hep kaybettiğini örnekleyerek uzun uzun anlatıyor ve müşteri ve çalışan memnuniyetine odaklanmak gerektiğini söyleyerek konuyu şöyle bağlıyor: Kendi çalışanının sevmediği bir şirketi müşterinin sevmesi mümkün değildir.

5 Eylül 2019 Perşembe

Liderler Neden Var?


Liderler Neden Var?

Atalarımız sayısı en fazla 100-150 kişilik kabileler/gruplar halinde yaşarken, kabileye getirilen avların paylaşılması (kimin önce kimin sonra yiyeceği) önemli bir konu idi. Bu konuda anlaşmazlık meydana gelirse kaos olabilirdi. Ancak vücudumuzun içindeki sosyal kimyasallar bu sorunu çözmemize yardımcı oldular.

Şirketler ve organizasyonlar da esasen modern kabilelerden oluşur. Herhangi bir kabilenin olduğu gibi bir kültürü (kiminin güçlü kiminin zayıf), sembolleri ve dilleri mevcuttur. Nihayet hepsinde de güçlü veya zayıf liderler vardır; ancak hepsinde vardır. Bir topluluktaki lider ihtiyacının kökleri de aynen diğer temel ihtiyaçlarda olduğu gibi hayatta kalmak ve başarılı olmak ile ilgilidir.

Liderliğin tarihine antropolojik açıdan baktığımızda iyi ve kötü bir lider olmanın objektif standartları olduğunu görüyoruz. Vücudumuzdaki diğer tüm sistemler gibi, bizim de hiyerarşiye ihtiyacımız barınma ve beslenme ile direkt bağlantılıdır. Şöyle ki, kabileye getirilen avın sürekli olarak onu avlayanlar tarafından yenmesi ya da sürekli olarak arkadaki hizmetleri görenler tarafından yenmesine ilişkin her iki durumda da bir arada yaşam söz konusu olamayacaktır. Bu nedenle Tabiat Ana bizi hiyerarşik hayvanlara dönüştürerek kuralları takip etmemizi sağlamıştır. Kendinden güçlü birini gören insan ortadaki av için savaşmaz ve geri çekilerek saygı gösterir. Tabiat Ana burada devreye girer ve kendisine saygı gösterilen dominant (alfa) karakter de salgılanan Serotonin sayesinde kendi statüsünü hissederek mutlu olur. Böylece alfalar getirilen avı önce yer, diğerleri de sırayla yediği için hiyerarşi kendiliğinden oluşur. Ancak burada gizli bir sosyal kontrat vardır. Bu statüye sahip olan alfaların grubun diğer üyelerine koruma sağlaması, onları risklerden koruması, bu saygıyı görmeye devam etmeleri için gerekli olan bedeldir. Böylece sistem bu şekilde işbirliği ile devam eder.

Günümüze kadar toplumumuzdaki “alfalar” (artık fiziksel güç alfa olmak tek kriter değil, başka açılardan da güçlü olmak kast ediliyor) bizi çok da rahatsız etmezdi. Bizden daha çok çalışıp daha fazla para kazananlar, bizim giremediğimiz restoranlara girebilen ünlüler, güzel hayatları yaşayan zengin ve güçlü insanlar, markalı kıyafet giyenler bizim için pek de problem değildi; halen de kısmen değil. Aksine bu alfa karakterlerin statü sembolleri vardır ve bunları taşımadıkları zaman garipseriz. (Örneğin bir devlet başkanı kendi bavulunu kendisi taşırsa bunu garipseriz)

Ancak günümüzde artık gerçek (arkası dolu) olmayan statüler ve semboller giderek artmaya başladı. Biyolojiyi kandıramayacağımız için de bu hem “alfa” olarak görünen karakterler hem de insan grupları açısından sorun olmaya başladı. 2010 yılında 3 psikoloji profesörü Dan Ariely, Michael Norton ve Francesca Gino tarafından yapılan bir araştırma gösterdi ki ünlü markaların taklitlerini o markayı giydiğini topluma göstermek için giyen insanlar, gerçeğini giyenler kadar gurur ya da statü algısı hissetmiyorlar. Çünkü statü, biyolojik bir şey ve onu hissedebilmemiz için onu kazanmamız gerekiyor. Bir topluluktaki statümüzün yükselmesi, hem bizim hem de bizimle gurur duyacak insanların vücutlarımızda salgılanan Serotonin ile alakalı olduğu ve hiyerarşik açıdan kurulan sosyal bağ da bu kimyasala bağlı olduğu için bu ilişkide sahte (ya da hak edilmemiş) bir yön olduğunda tabiatı ve biyolojiyi kandıramıyoruz. Ayrıca liderlik, kabileye (yeni dünyada şirkete ya da organizasyona) ait bir şey olduğu için kişisel statümüzün yanı sıra liderlik ettiğimiz grubun statüsünün de yükselmesi gerekir. Bu olmadığında, bizim de liderliğimiz sorgulanır.

Buradaki “hak edilme” kavramını biraz daha açalım. Eski toplumlarda yemeği önceden yiyen alfaların kabileye bir tehdit geldiğinde güçleri, zekâları ve cesaretleriyle topluluğu koruması beklenirdi. Yani liderliğin maliyeti “kabileyi kendisinden önce düşünmek; gerektiğinde kendinden vazgeçebilmek” idi. Grup aptal değildir; diğer türlüsü çok adaletsiz olurdu. Bu nedenle, örneğin eski çağlarda kabile liderlerinin en iyi eşleri seçmesi için kendilerine öncelik tanınırdı. (Lider en fazla riske açık karakter olduğundan güçlü genlerin gen havuzunda kalmaya devam edebilmesi için) Halen, günümüz şartlarında liderlerin bu konumu devam etmektedir.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...