Elektrik elektronik eğitimi ile ilgili bilgiler, kitap özetleri, kitap sınav soruları ve eğitime dair her şey
5 Mart 2020 Perşembe
Kumarbaz (Fyodor Mihayloviç Dostoyevski) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Adı : Kumarbaz
Kitabın Yazarı : Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Kitap Hakkında Bilgi :
Kumarbaz, Rus ve Dünya Edebiyatının en mühim romancılarından birisi olan Fyodor Dostoyevsky‘nin (d. 1821, Moskova - ö. 9 Şubat 1881, Sankt-Peterburg), özgün adı Igrok olan ve 1867 yılında ilk basımı gerçekleşen Dünya klasikleri arasına girmiş, realist anlayışla yazılmış bir romanıdır.
Çocukluk yılları sarhoş bir baba ve hasta bir anne etrafında geçen Dostoyevski, Petersburg Mühendis Okulu'nu bitirdikten sonra kısa bir süre askerlik yapmış, ancak askerlikten nefret eden Dostoyevski bu görevinden ayrılıp yazarlığa başlamıştı. 1849 tarihinde devlet aleyhine komplo düzenlemek ile suçlanan yazar ölüm cezasına çarptırılmış ama idamı Sibirya'daki Omsk Kalesi'ne sürgüne çevrilerek bu kalede sekiz ay hapishanede dört yılı tamamlayacak şekilde sürgün edilmiş ve hapis yatmıştı. Suç ve Ceza adlı romanını da Sibirya ve Omsk (Omak) kalesinde ayakları zincire bağlı dört yıl süren bu yaşantısının izlerini aktaracak şekilde yazmıştı.
Dostoyevski ilk gençlik yıllarından beri kumara tutkun bir adamdı. Bu tutkusu sürgün ve ceza günlerinin bitiminden sonra yeniden başlamak zorunda kaldığı askerlik hizmetinden terhis edildikten sonra da devam etmişti. Nitekim 1859'da ordudan terhis edilerek Moskova dışında küçük bir yerde kalmaya zorlanmıştı.
Suç ve Ceza romanının sağladığı şöhret ve imkanlar sayesinde Avrupa turuna çıkmış, bu tur sonrasında kumar yüzünden de oldukça borca girmişti. Yayıncılardan aldığı avansları da kumarda kaybeden yazar Kumarbaz (Rusça: Игрок, Igrok) romanını yayıncıların zorlaması ve onlarla yapmış olduğu sözleşme gereği sipariş üzerine yazmak ve bu romanını 25 gün içinde bitirmek zorundaydı. Çünkü yayıncı ille yaptığı sözleşme gereği “Kumarbaz romanının 25 gün içerisinde bitirmemesi halinde ileride yazacağı diğer romanlarından da herhangi bir hak talep edemeyecekti.” Bu nedenle Kumarbaz adlı romanı 25 günde bitmişti ve bu roman Dostoyevski’nin en çabuk yazdığı roman olarak tarihe geçmiş oldu. Dostoyevski bu romanı hem çabuk hem de iyi bir şekilde yazabilmek için stenograflık yapan Anna Grigoryevna adlı bir kadını sekreter olarak tutmuştu. Bu sayede romanı zamanında bitirmiş, bu roman bittikten sonra da kendisinden oldukça genç olan bu hanım ile de evlenmişti.
Sekreteri, Anna Grigoriyevna Snitkina yazarın ikinci karısıydı.
Kumarbaz adlı roman yazarın ilk gençlik yıllarındaki anılarını anlatan otobiyografik bir roman olmuştu. Dostoyevski bu romanında gençlik yıllarındaki yaşadıklarını, anılarını, aşklarını ve kumar tutkusunu yalın, gerçekçidir, zaten çoğu kendi yaşadığı olaylardır böylece kitap doğal bir şekilde kaleme almış olur.
Kitabın Özeti :
Fransa’da bir Rus Generali ve ailesinin yanında öğretmen olarak çalışan 25 yaşındaki Aleskey İvanoviç, kumar tutkusunu yenmeye çalışan bir gençtir. Bu süre zarfında kaldığı yere birkaç tanıdık sima gelmiştir. Bunlardan birisi İvanoviç’in hiç hoşlanmadığı Fransız, diğeri ise İvanoviç ile sıkı bir dostluğu olan Mister Astley’dir. Zamanla Fransız’ın otelde bulunuş nedenini anlamaya başlamıştır. General’in, Fransız'a yüklü bir miktar borcu vardır. General bu borcu da uzun süredir hasta olan Rusya’daki zengin halasından kalacak mirasla ödemeyi düşünüyordur. General, bu adamalara yüklü bir şekilde borçlu olduğundan onlara iyi davranmak zorundadır. General ise Antonida Vasilyevna TARASYEVİÇEVA adındaki zengin halasının ölmesini beklemektedir. Eğer Generalin halası Büyükanne ölürse beş parasız olan General, biraz rahatlayacaktır. Büyükanne ise Rusya’da ölüm döşeğindedir.
Kumarbaz bir adam olan General, Çar ordusundan emekli olduktan sonra yediyüz rubleyi rulette kaybetmiş, çok zor durumda kalmıştır.
İvanoviç, General’in üvey kızı Polina’ya sırılsıklam âşıktır. Fakat Polina ona karşı kaprisler yapmakta tutarsız davranmaktadır. Kimi zaman samimi, kimi zaman da küçümser hallere giren Polina, İvanoviç’i oldukça üzmektedir. Üstelik Fransız ile Polina arasındaki yakınlaşma İvanoviç’in gözünden kaçmamış, onu daha da hırpalamıştır.
İvanoviç zaman zaman Polina ile yürüyüşe çıkıp dertleşebilmektedir. Polina’nın yine bir gün kaprisleri tutmuş İvanoviç’ten kendisine bağlılığın ispat etmesi için ve şehrin hatırlı insanları olan Baron ve Barones’e Almanca bir şeyler söylemesini emretmiştir. İvanoviç bu isteği yerine getirmiş fakat onun sözlerini yanlış anlayan Baron’un şikayeti üzerine General de İvanoviç’i evdeki işinden atmıştır.
General, zengin bir Fransız soylusu zannettiği Mlle. Blanche ile evlenmek istemektedir. Fakat Mlle. Blanche, zengin bir Fransız soylusu olmadığı gibi Generalle büyükanneden gelecek miras için yakınlaşan bir kadındır.
Fakat bu esnada General ve ailesinin ölecek diye beklediği Rusya’daki hala çıkıp eve gelmiştir. Büyükanne iyileşmiş ve doktorun tavsiyesi üzerine Ruletenburg’e, yani Generalin yanına gelmeye karar vermiştir.
Bu olay üzerine İvanoviç tekrar işe alınır çünkü Büyükanne onu çok sevmektedir. Büyükanne, Generale yaptıklarından dolayı çok kızgındır. Büyükanne oradaki kumarhanelere de gitmeye başlamış genç İvancovic’i de yanına almıştır. Büyükanne zamanla kumarda kaybetmeye başlar. Öyle ki en sonunda o da beş parasız kalmış, tüm servetini kaybetmiş Rusya’ya dönmeye karar vermiştir. Büyükanne Rusya’ya giderken yanında Polina’yı da götürmek ister ama Polina kabul etmez.
Bunun üzerine Generalin mirası alamayacağını anlayan Mlle. Blanche’de hem General’den hem de Ruletenburg’tan ayrılır. Bir gün Polina, İvanoviç’in odasına gelerek yüklü bir miktar paraya ihtiyacı olduğunu söyler. Bunun üzerine İvanoviç, elindeki bütün parayla rulet oynar ve iki yüz bin ruble kazanır. Fakat otele döndüğünde Polina’yı perişan bir halde bulmuştur.
O günden sonra Polina, Mister Astley’in yanında tedavi olmaya başlar. İvanoviç’de General’in sevgilisiyle Pariste iki aylık güzel bir hayat yaşadıktan sonra geri dönmüş, Polina’nın kendisini sevdiğini de anlamıştır.
4 Mart 2020 Çarşamba
Geliştirdiği Aşılarla Milyonlarca İnsanı Kurtaran, Unutulmuş Bilim Adamı: Maurice Hilleman
Geliştirdiği aşılarla milyonlarca insanın hayatını kurtaran, ancak kısa sürede adı unutulan bilim insanı: Maurice Hilleman
Birçok kişiyi kabakulak, kızamıkçık, suçiçeği ve menenjit gibi ölümcül hastalıklarından kurtarmak için farklı aşılar yapan, ancak tarihte adı geçmeyen Maurice Hilleman’ın hikayesi.
1960’larda dönemin en yaygın hastalığı olan kabakulak, birçok çocuğun hayatını kabusa çevirdi. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, her yıl yaklaşık 25 bin çocuk, tükürük bezlerinde şişmeye ve ağrıya neden olan bu hastalığa yakalanıyordu.
Hastalığın çaresi uzun süre bulunamadı. Ancak bilimin gelişmesi ve aşılamanın keşfi sayesinde, her yıl bu hastalığa yakalanan çocuk sayısı 5 binin altına düştü.
Bunun yanında, 1964 yılında dünyayı kasıp kavuran kızamık hastalığı, 12,5 milyon insanda görüldü. Binlerce çocuk bu hastalıktan dolayı öldü.
Fakat bu hastalıklar kendi kendine yok olmadı. Tarih boyunca çok sayıda insan ölümüne sebep olan kızamık, kabakulak, kızamıkçık ve suçiçeği gibi hastalıkları yok etmeye çalışan Amerikalı Mikrobiyolog Maurice Hilleman, bu hastalıklara karşı 40’tan fazla aşı geliştirilmesine katkıda bulunarak insanlığa büyük kazanç sağladı.
Hilleman, dünya nüfusunun yaklaşık %5’inin ölümüne neden olan İspanyol gribinin yayıldığı dönemde çocuktu. Montana eyaletinde yaşayan Hilleman, okulunda geçirdiği süre boyunca bilimsel kitapları, özellikle Charles Darwin’in “Türlerin kökeni” kitabını okuduğu için dindar ailesi ve çevresi ile birçok sorun yaşıyordu.
1941'de, Hilleman Chicago Üniversitesi’nde viroloji okuyarak Klamidya’ya neden olan bakteriler ve bu hastalığın iyileşme imkanı ile ilgili inanılmaz bir bilimsel keşif yaptı.
1944 yılında, üniversitede öğretim yapmak yerine, ilaç üretim alanında çalışmak isteyen Hilleman, E. R. Squibb & Sons adlı firmada çalışmaya başladı. Aynı dönemde, İkinci Dünya Savaşı’nda, Pasifik Meydanı’nda savaşan ve Japon Ensefaliti’ne yakalanan Amerikan askerlerinin hayatını kurtarıp Japon Ensefaliti’ne karşıt bir aşı geliştirdi.
Asya gribinin yayıldığı dönemde, bir dergide Hong Konglu hasta çocukların fotoğraflarına rastlayan Hilleman, meslektaşlarıyla birlikte bu hastalığa karşı aşı üretmeyi başardı.
Kızı da yakalandı
O dönemde hastalık 70 bin Amerikalının hayatını kaybetmesine neden olurken, bazı uzmanlar, geliştirilen aşının bir milyondan fazla Amerikalıyı kurtardığını söylüyor.
1967 yılında, Hilleman, Merck kurumunda çalışırken kızı kabakulak hastalığına yakalandı.
Kızını bir an önce iyileştirmek isteyen Hilleman, tükürük ve sümük örnekleri alıp laboratuvarında inceleme yaptı.
Onlarca deneyin sonunda bir aşı üretmeyi başaran Amerikan bilim insanı, küçük kızı Kristen’in üzerinde deneyerek dönemin ilk aşısını geliştiren kişi oldu.
14 farklı aşı geliştiren Hilleman, kızamık, kabakulak, kızamıkçık, suçiçeği, menenjit, hepatit A, hepatit B ve kalıcı enflüanzayı yenmeyi başardı.
Amerikalıların gözüne kahraman haline gelen Hilleman’ı görmezden gelen medya birçok kişi tarafından eleştirildi.
Şarkıcılar, oyuncular ve niceleri ününe ün katarken, insanları ölümcül hastalıktan kurtaran Maurice Hilleman’ın adı tarihte kaybolmaya mahkum oldu.
Hilleman’ın bu başarısı, çok daha sonra fark edilecekti.
Al Arabiya'dan Independent Türkçe için çeviren: Gülbahar İbeş
Kumarbaz Kitabı ve Fyodor Mihayloviç Dostoyevski ile Anna Grigoryevna Snitkin'in Evlenmesi
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski kumar alışkanlığından ötürü aşırı derecede borçlanmıştır. O sırada ortaya Stellovski adında bir yayıncı çıkar. Dostoyevski’ye şunları söyler:
“Bak senin bütün borçlarını kapatacağım. Sana iki yıl yetecek kadar da para vereceğim. Fakat bir sözleşme imzalaman gerek. Senden bir kısa roman istiyorum. Bu kısa romanı bana bu sözleşmeyi imzaladıktan tam 24 ay sonra vermeyi kabul edeceksin. İstediğim sürede bitirip bana teslim edersen sorun çıkmayacak. Fakat eseri bir gün bile geç verecek olursan bundan önce yayımladığın ve bundan sonra yayımlayacağın bütün eserlerin hakları benim olacak.”
Çok fazla borcu olan Dostoyevski sözleşmeyi mecburen imzalar.
Aradan 23 ay geçer fakat tek bir cümle bile karalamamıştır. Durumdan haberdar olan Fransız yazar Stendhal, Dostoyevski’ye
“Ben ‘Parma Manastırı’ romanımı dikte ettirerek (söyleyerek yazdırmak) yazdırdım, sen neden denemiyorsun?” der.
Başka çaresi olmayan Dostoyevski kabul eder.
O zamanlar Rusya’da bir dikte etme okulu vardır. Okulun en yetenekli öğrencisi Grigoryevna Snitkin adında İsveç asıllı genç bir kızdır. Kız bu görevi yapmaktan gurur duyacağını söyler ve Dostoyevski ile eseri yazmaya başlarlar.
Eseri son gün bitiren Dostoyesvki hemen Stellovski’nin yanına gider. Dostoyevski’nin yazma sürecini baştan sona takip eden uyanık yayıncı Stellovski Dostoyevski eseri teslim edemesin diye ofisini kapatıp gitmiştir.
O zamanlar Rusya’da noter yoktur. Noter görevini polis karakolundaki memurlar yapıyordur. Dostoyevski eserini polis karakolundaki memurlara onaylatır. Daha sonra bu olaydan dolayı yayıncı ile davalık olsalar da davayı Dostoyevski kazanır.
Her Rus gibi Dostoyevski de zaferi kutlamak için bol votkalı bir davet verir. Davete bütün dostları ile birlikte romanı dikte ettirdiği genç kız Grigoryevna Snitkin’i de çağırır.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Dostoyevski genç kıza “senden bir konuda fikir almak istiyorum “der.
Bu durum genç kızın gururunu okşamıştır.
“Memnuniyetle, ben size nasıl bir fikir verebilirim merak ettim” diye karşılık verir.
Dostoyevski şöyle der:
“Ben bir roman yazmaya çalışıyorum. Romanın başkarakteri korkunç biri… Sara nöbetleri geçiren, kumar bağımlısı, düşman kazanmaktan çekinmeyen bir adam. Bu adam kendinden genç bir kıza aşık oluyor. Sence bir evlenme teklifi kaleme alacak olsam bu gerçekçi olur mu?”
Kız ise şöyle der: “Evlenme teklifinizi kabul ediyorum Bay Mihayloviç… O kız Dostoyevski’nin ikinci eşi Anna Grigoryevna Snitkin’dir.
Dostoyevski, gözlerinin bozulması üzerine 20 yaşında olan Anna Snitkin’i işe almış. 4 Ekim 1866’da tanışan çift kısa süre içerisinde birbirine aşık olmuş ve 8 Kasım’da da nişanlanmıştır.
Yazdıkları eser ise ünlü roman “Kumarbaz”dır.
2 Mart 2020 Pazartesi
Fi (Akilah Azra Kohen) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Adı : Fi
Kitabın Yazarı : Akilah Azra Kohen
Kitap Hakkında Bilgi :
Fi, deneyimin içinde kaybolmak yerine korkmadan deneyime sahip olmanın yolculuğudur. İçinde bolca bulunan manipülasyon, aldatma ve aldanma hikâyeleri belki herkesin dikkatini çekebilir ama gerçeklerden yola çıkılarak ulaşılmak istenen yerde sadece farkındalık vardır.
Fi güzelliğin lanetlendiği, zekânın yağmalandığı, iyinin kurban edildiği ve kasaba kurnazlığıyla yönetilen bu gezegende, içine doğduğumuz bu kutsal hayatı kutlamak için yazılmıştır. Kendi potansiyelini keşfetme cesareti gösterebilmiş gerçek kişilere ve çatlama cesareti gösterebilmiş tohumlara adanmıştır.
Bir kişiye duyulan aşktan daha acımasız bir şey var mıdır?
Kitabın Tahlili :
Azra Kohen… İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema ile Ottawa Üniversitesi Üçüncü Dünya ülkelerine yardım ekonomisi bölümlerinden mezun bir yazardır. Okuyucuya içsel yolculuğun kapılarını açan üçlemesi Fi, Çi, Pi’in ilk kitabı Fi’dir. Bu kitap herkes için yazılmadı, der yazar. Farkındalığın ne kadar önemli olduğunu, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, (.............) asıl değerli olanın bizim için önemsizleştirilmeye çalışıldığını fark etmiş ya da fark etmeye hazır herkes için yazıldı, gerisiyse hikaye, der.
“Fi ile çıkılan yolculuğun tek durağıdır Çi. Sadece farkındalığa giden, değiştiren, mutlaka geliştiren bir yoldur bu ama sunduğu seks, macera, intikam, ihtiras sizi aldatmasın, zordur” diyor yazar. Kohen, verdiği bir röportajda ise Fi’nin yazılış amacını, ”Çaresizlik ve ihtiyaç. Çaresizlikten doğdu Fi. İzlemek zorunda bırakıldığım adaletsizliği engelleyebilmek için o kadar çaresizdim ki nerdeyse savaşa girecektim ve sonunda savaştığım o iğrenç şeye dönüşüp kesinlikle kaybedecektim, çünkü savaşlar savaşılarak kazanılmıyor, maalesef o kadar kolay değil. Ve ihtiyaçla büyüdü Fi, çünkü yazdıkça bir terapi gibi onardım kendimi.” diye tanımlar.
Yazara göre dünya büyük bir karmaşa içinde. Fakat bu karmaşanın nedeni ne eğitim, ne işsizlik ne de parasızlık. Ona göre annelerin çok büyük bir hatası var. Özellikle çocuklarını aşırı korumacı yetiştiren anneler, çocuklarına kimlik bilinci yüklemeyerek bireyselliğe erken yaşta uyanmalarını engelliyorlar. İşte bu kitap farkındalığını ortaya çıkarmaya çalışan dört ana karakter etrafında şekillenmiş bir eserdir.
Kitabın Özeti :
"Sadece eksikliklerimizde eşitiz.
Otuzlarının başındayken olayı çözmüştü Can Manay, dünya bir pazardı ve herkesten alabileceği bir şey mutlaka vardı. İşin sırrı doğru insandan doğru şeyi istemekti ve tabii karşılığında da fazlasını vermemek: Alışveriş. Hastalarının çoğu bu alışverişte yollarını şaşırmış, beklentilere girmiş, alışverişte olduklarını unutup kendilerinden fazlasıyla vermeyi seçmiş kişilerdi. Can Manay içinse hayat, bu alışverişe kafası basanlar için yaşanası, geri kalanlar içinse acınası bir durumdu."
Kitabın ana karakterlerinden biri Can Manay… Ülkede çok ünlü ve zengin bir psikolog. Televizyonlarda program yapıyor ve özel seanslarında kendine özgü tarzıyla ünlü. Acımasız ve takıntılı bir avcı. İstediği ve açlığını çektiği şeyi elde etme pahasına her şeyini gözden çıkaracak kadar hırslı biri. Beraber olduğu kadınlarla buluşmasında rahatlık sağlayacak bir ev almak ister. Satın almak istediği eve bakarken yan evin bahçesinde dans eden bir kadın görür. Kelimenin tek anlamıyla çarpılır. İşte ondan sonra ‘bu benden de öte bir tutku’ diyerek tanımladığı dansçı Duru’ya aşkı başlar. Onu elde etmek için kendini kaybeder ve tüm kariyerini kaybetmek pahasına Duru’nun peşinden koşar. Fakat önünde çok büyük bir engel vardır. Kendi yeteneği altına ezilen bir müzisyen olsa da gayet karizmatik ve yakışıklı müzisyen Duru’nun sevgilisi Deniz. Bu yeteneğinin altında ezilmemek için kendini uyuşturucuya veren yetenekli bir müzisyen.
Can Manay, Duru’ya yakın olmak için bu evi satın alır. Birkaç kere çiftleri yemeğe davet eder. Duru en sonunda Can Manay’ın kendisine olan ilgisini fark eder, fakat Deniz’e olan aşkı ağır basar. Rahatsız olsa da bu durumdan Deniz’e bahsetmez. Fakat son zamanlarda Deniz’in uyuşturucuya bu kadar çok bağlanmasından o kadar rahatsız olur ki aşklarında bir çatlaklık oluşur. Duru’ya olan bu ilgisi Can Manay’ı o kadar çok mahveder ki, sırf yakın olmak için projesi Deniz’e ona ait olan konservatuar açma teklifi götürür. Üniversitede hoca olan Deniz bu fikre o kadar çok sevinir ki, kafasında hazır olan projeyi gerçekleştirmek için hemen kolları sıvar. Diğer taraftan Can’ın, Duru’ya olan ilgisini hiçbir şekilde fark etmez. Deniz’in bu tavrından Duru çok rahatsız olur. Can Manay hiçbir şekilde Duru’dan vazgeçmez. Kendini kaybetme pahasına peşini bırakmamaya devam edecektir...
Romanın diğer ana karakterlerinden biri de Özge’dir. Köşeye sıkıştırılmış olsa da, potansiyelini kullanarak bu savaşı kazanmaya çalışan bir savaşçıdır. Can Manay’a istemediği bir soru sorulunca piyasada istenmeyen bir gazeteci olmuştur. Yine de yenilmez ve bu basın aleminin en başındaki kişiyle irtibata geçer. İnsanların sahte yüzlerini ortaya çıkaran ‘Darbe’ adında bir magazin dergisi çıkarır. Yine de Özge sansürlenmeye devam edecektir. Asla yenilmez ve savaşına devam eder...
Kitabın en sevilen ve en bilgece konuşmalar yapan dördüncü karakterimiz Bilge’dir. Şansız doğmuştur, fakat yine de hayatta kalmayı başarmıştır. Annesi yoktur. Doğru adında otistik bir abisi vardır. Can Manay’ın psikoloji sınıfından oldukça başarılı bir öğrencidir. Başkalarına ödev yaparak geçinmeye çalışan sıradan bir öğrencidir başlarda. Sonra Can Manay’ın danışmanı olarak yaşamaya devam eder. Ve sonra Can Manay’ın yaşam enerjisi olur. Ama nasıl?
Deniz'in oldukça yetenekli ve tüm yaylı çalgıları çalabilen bir öğrencisi var: Ada... Yeteneğine rağmen oldukça silik bir tip ve deli gibi Deniz'e aşık. Gösterişli biri olmadığından dolayı hiçbir erkek tarafından fark edilmez. Onu sadece tek bir kişi fark eder: Göksel. Oldukça iri yapılı konservatuarda öğrenci bir balet. Şans eseri Ada'nın müziğini dinlediğinde ona hayran kalır ve sapkınlık derecesinde Ada'ya bağımlı olur.
1 Mart 2020 Pazar
Çi (Akilah Azra Kohen) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Adı : Çi
Kitabın Yazarı : Akilah Azra Kohen
Kitap Hakkında Bilgi :
Hayat, insanın kendi potansiyeline ulaşabilmesi için dikkatle, incelikle, muhteşem bir zekâyla dizayn edilmiştir. Yapman gerekeni yapamıyorsan, olamıyorsan, doğamıyorsan hayat çok acıtır, anlaman için hırpalar, yorar. Seni sen yapabilmek için ne gerekirse yapmaya hazırdır. Asla rahat bırakılmazsın. Öylesine, anlamsız varolamazsın. Mutluluğa saklanamazsın. Öyleyse acına sahip çıkmalısın!
Çünkü acı, bilginin bedene inmesidir. Bilgiyi bedene indirmeli, olman gereken şeye dönüşmelisin.
Bu kitap ‘kendine gelmek’ için burada olduğunun farkına varabilenlere yazıldı. Fi ile çıkılan yolculuğun tek durağıdır Çi. Sadece farkındalığa giden, değiştiren, mutlaka geliştiren bir yoldur bu ama sunduğu seks, macera, intikam, ihtiras sizi aldatmasın, zordur.
Hayatı değil sistemi yaşadığımızı fark edenler, harakete geçmek için işaret bekleyenler, umursamayanlara karşı umursayanlar, hissedemeyenlere karşı hissedenler adına ve kendi tekâmülünde kaybolmuşlar için yazılmış, dengeye adanmıştır.
Hayat harekete geçen herkesi varması gereken yere götürür.
Kitabın Özeti :
İYİ BİR HİKAYE ASIL BİTTİĞİ YERDE BAŞLAR...
Azra Kohen... İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema ile Ottawa Üniversitesi Üçüncü Dünya ülkelerine yardım ekonomisi bölümlerinden mezun bir yazardır. Okuyucuya içsel yolculuğun kapılarını açan üçlemesi Fi, Çi ve Pi’nin ikinci kitabı Çi’dir.
Sabrın için minnettarım, diye başlıyor kitap ve şöyle devam ediyor:
"Bilgisayarımın bir köşesinde, bürokrasi hapishanesinde bekleyen Çi’yi sana ulaştırabilmek için vazgeçmemecesine savaştığımı ve seninle kurduğum bu bağın, senin varlığının, benim için çok değerli olduğunu bilmelisin. Aynı kaynaktan geldiklerimizle buluşmanın, hayatı değil sistemi yaşadığımızı anlamanın, bir parazit gibi tükettiğimiz bu gezegende kurulmuş bu lanetli sistemi aşmanın, gerekeni yapmak için uyanmanın zamanı yakın.
(...) Çi’nin satır aralarında pusuya yatmış anlamların sana ulaşması dileğiyle kocaman sarılıyorum sana, kendimden bir parçayı kucaklarcasına.
Beynimizi bilgiyle yıkamanın zamanı geldi." Ve Fi’den kaldığı yerden devam ediyor.
Can Manay en sonunda amacına ulaşır ve Duru’nun aklını çeler. Duru artık Can Manay’ın evinde yaşamaktadır. Sapkınlık derecesinde sevgilisine bağımlıdır. Öyle bir an gelir ki hiç kimseye sevgilisini göstermek istemez. Dans etmemesi için önüne bir sürü engeller koyar. Duru dans seçmelerine gittiği zaman, hiçbir şekilde gruba kabul edilmez. Dansıyla insanları büyüleyen Duru bu konuya bir anlam veremez. Çünkü Can Manay önceden ayarlayarak gruba katılmaması için talimat vermiştir. Tabi ki Duru’nun bu durumdan haberi yoktur. Bir de aşırı şekilde tensel bağımlılık oluşmuştur.
Önceleri Deniz’in umursamazlığından sıkılan Duru’nun bu ilgi hoşuna gider. Fakat sonra bu durumdan sıkılmaya başlar, kendini hapishanede gibi hissetmektedir. Önceleri Deniz’in bu durumdan haberi olduğunu ve umursamadığını düşünür. Fakat şans eseri Can Manay’ın evinde Duru’nun evinin bahçesini gözetlemek için yaptırdığı elektronik düzeni görür. Eski kayıtlardan Can Manay’ın evine gittiği gecenin kayıtlarını bulur. Deniz bahçede yere yığılmış ve çaresiz bir biçimde ağlamaktadır. Duru’yu aramış, fakat bulamamıştır. Aşık olduğu kadını bulamayınca korkmuştur ve kendini çok zavallı hissetmektedir. Bu görüntü tek kelimeyle Duru’nun kabini parçalar.
Artık pişman olmanın vakti gelmiştir. Can Manay’dan o kadar çok nefret eder ki ona gereken cezayı verecektir. Can Manay ise Duru’nun bu tavırlarından dolayı o kadar çok kendini kaybeder ki eski hastalığı nüksetmeye başlar. Çok yakın olduğu doktoru ve arkadaşı Eti’nin uyarılarına rağmen kendine gelemez. Çiçek’te yaptığı hatayı yine Duru’da da tekrarlıyordur. Can Manay bu durumdan kurtulacak mıdır?
Televizyonda bir magazin programında Duru ile Can Manay’ı gören Deniz o kadar çok bunalıma girer ki, artık şehirde yapılacak bir şey kalmadığına kanaat getirir ve bir köye yerleşir. Artık köyde bir işçidir. Karın tokluğuna çalışır, hiçbir şekilde para istemez. Sadece çocuklarla konuşur. Yetişkinlerle konuşmaz. Yetişkinlerden bu kadar çok nefret ediyordur. Fakat elinde öyle güçlü bir müzik yeteneği vardır ki dünyayı tek başına değiştirme kapasitesine sahiptir. Ama nasıl?
"Deniz... Köye geldiğinden beri bu tarlayı üçüncü temizlemesiydi, köklerine dikkat etmeden kopardığı yabani otların bir hafta içinde aynı yerde yine biteceğini biliyordu artık. Yalın ayak çalışmaktan kurumuş, çatlamış çıplak ayaklarınabaktı, ne kadar köksüzdü. Bildiği hayattan geriye hiçbir şey kalmamıştı, var olmasına neden olan her şey yok olmuş, artık sadece anlamsızlık vardı."
Çıkardığı ve çok güvendiği Darbe dergisi ile yine sansürden kaçamaz Özge. Dergi ilk sayısında çalınmış ve gizli bir numaranın mesajıyla çalındığı yeri bulmuştur. Kapağını değiştirerek sayısı eksik olsa da satmaya çalışır. Yine de istediği tirajı bulamaz. İnternet üzerinden e-dergi olarak dergiyi yayınlamaya çalışır. Bu arada ülke karışmış, bütün ülkede insanlar sokakta eylem yapmaktadır. Yanlışlıkla eylemin olduğu yere giden Özge polisten çok feci dayak yer. Bu arada Sadık Kolhan’la yakınlaşır ve Sadık Kolhan ona büyük bir teklif sunar. Bu teklif karşısında Özge çok şaşırır...
Bilge danışmanlık yaptığı Can Manay’ın son zamanlardaki tuhaflığından dolayı üzülmektedir. Ülkedeki eylemlerden dolayı uzun zamandır hoşlandığı Murat’ın polisler tarafından feci şekilde dövüldüğünü öğrenir. Darma duman olmuştur. Fakat Can Manay’ın yaşam sebebi olacaktır. Ama nasıl?
Hayatı değil, sistemi yaşadığımızı fark edenler, harekete geçmek için işaret bekleyenler, umursamayanlara karşı umursayanlar, hissedemeyenlere karşı hissedenler adına ve kendi tekamülünde kaybolmuşlar için yazılmış, dengeye adanmıştır, diyor yazar. Ders almak için, sistemin bize dayattığı bu hayatı sorgulamak için, en başta kendi farkındalığımızı fark etmemiz için okunması gereken bir kitap. Pi’yi de okuduktan sonra inanan bir insanın dünyayı değiştireceğine tanık olacağız.
Pi (Akilah Azra Kohen) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Adı : Pi
Kitabın Yazarı : Akilah Azra Kohen
Kitap Hakkında Bilgi :
Şimdi itiraf zamanı!
İtiraf ediyorum: Sana tuzaklar kurdum. Adlarını Fi ve Çi koydum. Can Manay’ın Duru’ya duyduğu açlıkla çıkardım seni yola, Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını Deniz’le anlatmaya çalıştım sana… Beni takip etmen için yolumuzu onların hikâyeleriyle süsledim. Anlamları da hemen hemen her satıra gizledim. Çünkü Pi’deydi asıl anlatmak istediklerim. Çaresizdim. Vazgeçemezdim. Sana bu manzarayı mutlaka göstermeliydim. Seninle nihayet burada buluşmak için çok emek verdim.
Şimdi yine gel benimle, birlikte yürümeye devam edelim.
Savaşların savaşılarak kazanılamayacağını, asıl zaferin ancak doğrudan ayrılmayınca kazanıldığını Özge anlatsın sana, Yaptığımız her şeyin evrende dönüp dolaşıp bize nasıl geri geldiğini Can’dan dinle, Analiz edebildiğimiz kadar güçlü, sadeliğimiz kadar güzel, gerçekliğimizdeki samimiyet kadar eşsiz olduğumuzu Bilge’de gör, Kendi değerini başkalarının gözünden biçenlerin acısını Duru’yla anla, Ve Deniz’in düşüncelerinde tanış geleceğin insanıyla… Gel benimle. Yolumuz uzun değil, Nihayet sana gidiyoruz, bana… BİZ’e.
Sorgulanmamış, analiz edilmemiş bir yaşam hiç yaşanmamıştır.
Kitabın Özeti :
"Karanlıkla savaşmanın tek yolu fark etmektir. Fark edince ışık olursun."
Fi, Çi ve Pi üç kitaplık bir seri... Pi bu serinin üçüncü kitabı... Bu kitap serisi içinde dinden psikolojiye, güncel olaylara, bilimsel bilgilere ve daha birçok şeye temas etmektedir. En önemli yanıysa aslında bir kişisel gelişim kitabı olduğu halde elinizden bırakamayacağınız bir romana dönüşmesi. Serinin diğer özelliklerinin yanında bir de karakterler var tabii ki, çok uzun bir kitap olduğu için kısa kısa bahsedeceğim karakterlerden;
"Evrimsizlik. Varoluşun anlamını düşünmeden yaşamak. Tırnaklarını geçirdiği bir inancın içine başını sokup analiz etmeden bir parazit gibi beslenmek. Hayata katkısız, gelişime duyarsız, evrene bilgisiz var olabileceğini sanmak... Tüketmek. Tüketerek tükenmek ve her an ölmek diye düşündüÖzge, çoğu varoluş nedenlerinden habersizbeş yüz kişinin otorduğu koltukların arasındaki ince uzun koridorda ağır ağır ilerlerken ensesindeki saçların ürperdiğini hissetti."
Darbe dergisiyle herkesin dikkatini çeken Özge, derginin kapatılmasına ilişkin aldığı tehditler sonucunda derginin yayımlanma sistemini dış ülkeden alıyor. Sadık Murat Kolhan’la aralarındaki yakınlaşma devam etse de Özge kendisine tamamen zıt ve sonradan hükümetin yanlısı olduğunu öğrendiği bu adama karşı tüm duygularını geri plana atıyor. Sadık sayesinde birçok kişiyle tanıştırılan ve milletvekili olan Özge çok etkili bir yemin konuşması yaparak sosyal medyada büyük ilgi görüyor. Özge'nin bu yükselişinden ve fikirlerinden rahatsız olan kişiler sayesinden Sadık, Özge adına korkmaya başlıyor ve onu korumak istiyor. Özge ise tüm bunlara karşın hala kendi düşüncelerini savunmaya devam ediyor ve genel başkanlığa kadar yükseliyor. Her şeye rağmen genel başkanlığa kadar yükselen ve fikirlerini söylemekten kaçınmayan bu kızı risk olan gören kişiler arkasında Sadık'ın olduğunu düşünüyor. Başına gelecekleri önceden bilen Sadık ise çözümü ülkeyi terk etmekte buluyor. Ülkeyi terk ediyor ve Özge'nin hayatından tamamen çıkıyor. Özge ise Can Manayın yaptırmış olduğu bir davette Deniz'le karşılaşıyor. Bu karşılaşma ise onları çok farklı duygu boyutlarına doğru götürüyor.
Deniz'in müziğini Şadiye'ye satan ve tanıştığı müzik yapımcısı Tugay sayesinde büyük bir üne kavuşan Ada reklam müzikleri yapmaya devam ediyor. Fakat uyuşturucu bağımlısı haline gelen Ada, çok başka bir kişiliğe dönüşüyor. Tugay'ın onu müziği için yanında tuttuğunu çok geç fark etse de o da uyuşturucu nedeniyle Tugay'ın yanında duruyor ve en sonunda farklı bir dozda almış olduğu uyuşturucu sayesinde intihar edip ölüyor. Elinde tuttuğu kemanıyla birlikte.
Göksel ise polis ve Deniz'in açtığı Sokak adlı yerde dans etmeye devam ediyor. Deniz'in onu bulmasıyla başlıyor her şey. Bir gün Ada ona geliyor ve Deniz'i soruyor böylece Ada'ya ulaşan ve onu çok farklı bulan Göksel en sonunda ölüsüyle karşılaşıyor. Bunu yapanın Tugay olduğunu bildiğinden aynı dozda ve aynı tipte uyuşturucuyla onu ölüme terk ediyor.
Can Manay'ın asistanı olarak işe başlayan Bilge ise Ali ile çok farklı bir ilişki yaşamaya başlıyorlar. Ali bir gün Bilge'den otistik bir akrabası olduğunu ve onlara yardım etmesini istiyor. Bilge kardeşinin de otistik olmasından dolayı bu isteği kabul ediyor. Bu yardım Ali'nin çiftliğinde çok vakit geçirmelerine ve yakınlaşmalarına neden oluyor. Ali, Bilge'ye olan özel ilgisini ona da hissettiriyor ve Bilge'de ona karşı boş olmasa da pek belli etmiyor. Her şeyin çok güzel ilerlediği o zamanlarda Can Manay, Duru'nun gidişiyle sarsılmış bir durumdadır. Adeta perişan bir halde olan Can'a, Eti ve Bilge yardım ediyor. İlk başlarda pek istekli olmayan Bilge onun çaresizliğini görünce yardım etmek istiyor. Kendisine gelmesini sağlayanın Bilge olduğunu anlayan Can ona karşı ilgi duymaya başlıyor ve Bilge'yi bir şekilde etkileyerek evleniyorlar. Her şey çok güzel gidiyor ta ki Can, Duru'yu bulana kadar.
Duru'yu konferansa gittiği Avrupa'da bulan Can onun tüm gösterilerine gidiyor. İlgisi tekrar ortaya çıkınca onun için bir gösteri merkezi açmaya karar veriyor. Biletleri bulan Bilge ona sorunca kavga ediyorlar ve ayrılıyorlar. Duru ise Can'ın yaptırdığını bilse de kendi egosu nedeniyle gelmeyi kabul ediyor. Birbirlerini ilk gördükleri anda birlikte oluyorlar. Fakat akşamında Duru'nun söylediği bir söz nedeniyle Can, Bilge'nin değerini anlıyor ve Duru'ya zarar vererek oradan gidiyor.
Bilge'yle Can barışıyor fakat bunun farklı bir nedeni var. Eti, Bilge ve Özge, Can'a komplo kurarak onu akıl hastanesine kapatıyorlar. Kitap Can Manay'ın akıl hastanesinde kalmaya devam etmesiyle, Özge'nin ve Deniz'in yeni buluşlarını uygulamaya başlamalarıyla ve Ali'nin Bilge'yle beraber olmasıyla sonlanıyor.
Saklı Seçilmişler (Soner Yalçın) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Adı : Saklı Seçilmişler
Kitabın Yazarı : Soner Yalçın
Kitap Hakkında Bilgi:
Siz onları değil; onlar sizi seçti
Bir film düşün.
İlk sahne sıradan bir olayla başlar.
Film ilerledikçe gelişmelere inanamazsın.
Dehşete kapılırsın.
Film biter. Etkisinden kurtulamazsın.
Korkarsın.
Bu kitabın yazım sürecinde ben bunları yaşadım.
İlk sahne:
Altı yıl önceydi.
Medyaya her cümlesi yalan olan bir haber sızdırıldı.
Peşine düştüm..
Bir Soner Yalçın Araştırması
Kitabın Özeti :
“Gıda terörünü ve bunun arkasındaki karanlık isimleri yazdım” diyen Soner Yalçın'ın belgelerle açıkladığı araştırmaları 5 yıldan fazla sürmüş ve kitabı yazması da 8 ayını almış.
Nil Soysal'a röportaj veren Soner Yalçın'dan kitapla ilgili öne çıkanlar şöyle:
Gıdalar korku kaynağına dönüştürüldü! Hekimler, uzmanlar yazıyor, konuşuyor, uyarıyor: “Aman şunları yemeyin! Aman bunları içmeyin!” Dedikleri doğru ama konuyu “gıda sağlığına” sıkıştırıp bırakıyorlar. Bu “çağdaş esarete” sebep olanlar görmezden geliniyor, gizli amaçları üzerinde durulmuyor. Eksik olan bu. İşte Saklı Seçilmişler kitabı bu ihtiyacı gidermek için yazıldı.
Kimyasal yiyecekler-içecekler insan sağlığı için tehlikeli zehir ise niye satılıyor? Demek meselenin gizlenen sırrı var! Bakın çevrenize; kısırlık ve kanser ne kadar arttı. Şeker hastalığı inanılmaz boyutlarda. Bu rahatsızlıkların sebebi yediklerimiz, içtiklerimiz. Mesele sadece sağlık değil; bunun ekonomik-politik yönü var! Bu zehir düzenini kimler, nasıl kurdu?
Beslenmenin-gıdanın ekonomik politiği üzerinde kimse durmuyor. Dedim ki içimden; “İnsanların kafasını aydınlatacak, gıda terörünün arkasındaki karanlık isimleri ve politikaları ortaya çıkaracak kitap yazmalıyım.” “Saklı Seçilmişler” böyle doğdu…
Kafamda şu vardı: ABD-AB ve küresel baronlar daha çok kazanç için bu kirli düzeni kurdu. Her ülkede yerli işbirlikçi patronlar ve iktidarlar buldu. Ya da iktidara getirdi. Dünya Bankası-IMF- Dünya Ticaret Örgütü adlı “şeytan üçgeni” Türk tarımını bitirip insanlarımıza zehir yedirmeye böyle başladı. Bu “şeytanların” ne yaptıklarına odaklanmışken, bir gün kafama dank etti: Bu işin içinde başka iş var! Bu iş sadece para kazanma meselesi olamazdı. Bir sır vardı. Bu sırrın peşine düşünce korkmaya başladım. Öğrendiklerimden dehşete düştüm.
Sadece Türkiye değil, dünya yoksullarına soykırım yapılıyor. Dünyadaki fakirleri “biyolojik gıda silahıyla” öldürüyorlar.
İnsanları (tek tek isimlerini verdim) yiyeceklerle- eşyalarla- aşılarla kısırlaştırıyorlar.
Gebeliği önleyen mısır üretmişler.
Kolesterol haplarıyla cinsel hayatlar öldürülüyor.
Gördüm ki: Bugün bunu yapan küresel yiyecek şirketleri, global ilaç firmaları dün de Hitler'in destekçisiydi! Tesadüf mü? Aynı aileler gaz odalarıyla değil, gıdayla insanları yok ediyor. Parası olmadığı için sağlıklı beslenemeyen yok ediliyor. Yeni soykırımcılar yeni dünya kurmak istiyor.
Çoğu kişi sadece zeytin ağaçları katliamını biliyor. Özellikle Özal döneminde çıkarılan yasalarla başladı büyük tarımsal kıyım. Türkiye'nin milli stratejik sektörü tarımı, yağlı urganla boğdurdular. Çünkü, ABD-AB endüstriyel tarıma geçince elindeki ürünü satmak için yeni pazarlar arıyordu. Türkiye bu pazarlardan biriydi. Size bazı rakamlar vermeliyim: Türkiye'nin 1980 başında tarım ürünleri ihracatı 2 milyar dolar, ithalatı 51 milyon dolardı. İthalat 1999'da 3 milyar 93 milyon dolara yükseldi. Bugün tarımsal ithalat 16.5 milyar dolara ulaştı! Özallar, Erdoğanlar bu açıdan pek eleştirilmedi. Tarımsal üretimde kendine yeten Türkiye, bu dışa bağımlı politikalar sonucu bugün her tarımsal ürünü ithal eder hale getirildi. AKP bu politikayı ısrarla sürdürüyor. Bir ülke bile bile böyle intihara sürükleniyor işte. Zehir tacirlerine böyle fırsat veriliyor.
Özellikle son 6 ayda “inşallah delirmem” dedim. Kötülüğe ve adaletsizliğe inanamıyorsunuz. Örneğin, bu süreçte iki kez ABD'ye gittim. Benzer durumu Güney Kore ve Japonya'da da görmüştüm: Yoksullar evlerinde değil, dışarıda yemek yiyor! Çünkü evde yapmaktan dışarıda yemek daha ucuz! ABD'de doğal gıda ürünlerinin satıldığı butik mağazaların kapısından içeri girmeniz bile zor, çok pahalı. Türkiye'de de öyle; yoksulların doğal yiyecekleri alması imkansız. Bu durumda ne oluyor; kanser çocuklarda görülüyor artık. Maalesef insanlar bilmeden bu tuzağa düşüyor; “tatlı zehirler” yediriyor çocuklarına-torunlarına. Fast food özellikle çocuklarda aşırı şişmanlamaya ve şeker/diyabet hastalığına neden olmuyor; zeka geriliğine sebep oluyor! Bu yerlerde her yedi saniyede bir yemek yiyen bir kişide kanser vakası var! Bunu ben değil, ABD Senatosu söylüyor.
Bir kere şunun altını çizeyim: Ekmek, süt, yoğurt, pirinç ya da bir başka tarımsal ürün aslında sahiden ekmek, süt, yoğurt, pirinç mi? Yoksa o görünümde başka bir kimyasal ürün mü? Basit gıda hilelerinden bahsetmiyorum; sorun sandığınızdan daha büyük! Uzun raf ömürleri vs için ortaya çıkarılan tanımsız “şey” yiyeceklerden bahsediyorum. Bu yiyecekleri yiyip yememek herkesin kendi elinde. Ancak yoksullara başka alternatif bırakılmıyor. Fakirler hep ucuza mal edilen yiyeceklerle beslenmek zorunda kalıyor. Dikkat edin en yoksullar en şişman olanlardır. 50 yıl önce hamburger-patates yiyen kişi 420 kalori alıyordu; bugün 1050 kalori alıyor... 3 kilo yapay tatlandırıcı 750 kilo şekere denk geliyor ve her yiyeceğin içinde. Bu ucuz fast food tarzının da gizli bir amacı yok mu?
Tek örnek vereyim: Mısır şurubu elde etmek için cıva kullanılıyor! Son on yıllık süre zarfında Türkiye'de diyabet hasta oranı yaklaşık yüzde 100'lük artış göstererek yüzde 7.6'dan yüzde 13.4'e çıktı. Keza insanların büyük çoğunluğu hastalığın farkında olmadan yaşıyor. Yani rakam daha yüksek. Bir gıda terörü ile karşı karşıyayız...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı
Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...
-
Cep telefonu ve tablet şarj cihazlarında USB kablolarla sık sık karşılaşıyoruz ve kullanıyoruz. Aynı zamanda bu cihazlara ve bilgisayarl...
-
Kitabın Adı : Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe Kitabın Yazarı : Paola Peretti Kitap Hakkında Bilgi : Yazarın kendi yaşam hikâyesinden esinl...