9 Mart 2020 Pazartesi

Atatürk’ün Bilime ve Eğitime Verdiği Önemi Gösteren Sözler Nelerdir?



Atatürk’ün Bilime ve Eğitime Verdiği Önemi Gösteren Sözler

“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.” ve “Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.” Sözleri ile bilime verdiği önemi özetleyen Atatürk, kendisini benimsemek isteyenlerin akıl ve ilmin rehberliğini kabul etmelerini istemiş ve bu kişileri, “manevi mirasçılarım” diye nitelemiştir.

Konya’da 20 Mart 1923 tarihinde gençlere ilim ve bilim hakkında bir konuşma yapan Atatürk, dünyadaki keşiflerden ve ilimden yararlanmayı esas almış; ancak bilimin temelini “milletin içinden çıkarmak” gerektiğini ifade etmiştir. Bir milletin saygın bir konumda olması için yalnız ilim ve teknolojide ilerlemenin yeterli olmayacağını vurgulayan Ulu Önder, dünyanın her yerinden ilim öğrenmeyi dikkat çekmiştir.

“İlim ve fen için kayıt ve şart olmadığını” ifade eden Atatürk’ün bilime verdiği önemi anlatan sözlerinden bazıları şunlardır;

“İlim mutlaka cahilliği yener, o halde halkı aydınlatmak lazımdır.”

“İlim ve fen nerede ise oradan olacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.”

“Aydın sınıfın halka telkin edeceği idealler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır.”

“İlim ve fen almak için Avrupa'ya, Amerika'ya ve her tarafa çocuklarımızı göndermeye mecburuz ve göndereceğiz.”

“Türk milletinin yürümekte olduğu medeniyet ve ilerleme yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir.”

"Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol göstericisi ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır.”

“İlim, tercüme ile olmaz, inceleme ile olur. İlim ve özellikle sosyal bilimler dalındaki işlerde ben emir vermem. Bu alanda isterim ki beni bilim adamları aydınlatsınlar.”

“Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.”

“Dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından, ilerlemelerinden istifade edelim; ancak unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz.”

“Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver (eksen) üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar."

“Bir ulusun asker ordusu ne kadar güçlü olursa olsun, kazandığı zafer ne kadar yüce olursa olsun, bir ulus ilim ordusuna sahip değilse, savaş meydanlarında kazanılmış zaferlerin sonu olacaktır.”

“Mektebin vereceği ilim ve fen sayesindedir ki; Türk milleti, Türk sanatı, iktisadiyati, Türk şiir ve edebiyatı, bütün bedayiiyle inkişaf eder.”

“Efendiler, medeniyet yolunda muvaffakiyet yenilenmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, iktisadî hayatta, İlim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne tekâmül ve terakki yolu budur.”

“Türk milletinin yürümekte olduğu terakkî ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir.”

“Milletimizin siyasal ve sosyal hayatında, milletimizin düşünce eğitiminde yol göstericimiz bilim ve teknik olacaktır.”

“Bizim akıl, mantık, zeka ile hareket etmek en belirgin özelliğimizdir. Bütün hayatımızı dolduran olaylar bu gerçeğin delilidirler.”

Atatürk’ün Eğitim, Bilimi ve Teknik Gelişim İçin Yaptığı Önemli Uygulamaları Nelerdir?



Atatürk’ün bilimi esas alan bazı önemli uygulamaları şunlardır;

Çeşitli alanlarda bilimse kurultay ve kongrelere öncülük etmiştir. Bunların en önemlilerinden biri, 16-21 Temmuz 1921 tarihlerinde düzenlenen “Maarif Kongresi”dir. Bu kongreye Muallime ve Muallimler Birliği’nden 180′e yakın eğitimci katılmıştır.

17 Şubat 1923 düzenlenen İzmir İktisat Kongresi, yeni devletin ekonomi programına öncülük etmiştir.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim-öğretimde bilimselleşmenin temelini atmıştır.

İlköğretim zorunlu ve parasız hale getirilmiş; her yaştan vatandaşın Türkçe okuma ve yazma öğretmesi amacıyla “Millet Mektepleri” açmıştır.

Teknik ve mesleki eğitimi yaygınlaştırmak için erkek ve kız sanat ve meslek okullarının açılmasını sağlamıştır.

Üniversitelere büyük önem vermiş; cumhuriyeti kurduktan sonra yetenekli üniversite öğrencilerini yurtdışına göndermiştir.

1927-1930 yılları arasında yurtdışına gönderilen 500 öğrenci, üniversite reformuna öncülük etmiştir.

Atatürk’ün liderliğinde 1933 yılında, yükseköğretimde dönüm noktası olan “üniversite reformu” başlamıştır.

Üniversite reformu çerçevesinde 1933 yılında İstanbul Darülfünun kaldırılarak, İstanbul Üniversitesi kurulmuştur.

İstanbul Darülfünun bünyesinde akademisyenler tasfiyeye edilerek, Nazi zulmünden kaçan Musevi asıllı profesör ve akademisyenler İstanbul Üniversitesi’nde istihdam edilmiştir.

1933 yılında bilimsel çalışmalar yapılması için Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün kurulmasını sağlamıştır.

1935 yılında yer altı kaynaklarının araştırılması için Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA) ve yer altı kaynaklarının işletilmesi için Etibank’ın kurulmasını sağlamıştır.

8 Mart 2020 Pazar

Muhteşem Gatsby (F. Scott Fitzgerald) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Muhteşem Gatsby

Kitabın Yazarı : F. Scott Fitzgerald

Kitap Hakkında Bilgi :

Toplumu Sarsan Yasaklar, Sindirilmemiş Özgürlükler, Caz Ve Bir Amerikan Rüyası Trajedisi Muhteşem Gatsby, F. Scott Fitzgerald'ın kariyerinin en büyük başarısı olarak kabul ediliyor. Caz Çağı'nın bu en önemli eseri, on yıllardır her yaştan okurun beğenisini topladı.

1920'ler Amerikasında geçiyor bu ustalıkla kaleme alınmış hikaye. Sınıflar arasındaki derin uçurumları gözler önüne sererken okura eşi bulunmaz bir edebiyat şöleni sunuyor.

Varlıklı Jay Gatsby ve güzeller güzeli Daisy Buchanan arasındaki aşk, Long Island'daki gösterişli partiler, baş döndürücü bir atmosferde çağını aşan bir sesle okura ulaşıyor.

Altı kez sinemaya uyarlanan Muhteşem Gatsby, yirminci yüzyıl edebiyatının en büyük klasiklerinden biri olarak kabul ediliyor.

Kitabın Özeti :

1922’de New York'un Long Island bölgesinde oturan Bay Gatsby, herkesin tanımak ve şöhretinden faydalanmak istediği bir adamdır. Hikâyeyi anlatan Nick Carraway’de onun görkemli malikânesinin karşısında oturmaktadır.

Jay Gatsby ile komşusu, Nick Carraway, Long Island’da West Egg kasabasında yaşamaktadır. Gatsby'nin göz kamaştırıcı bir evde yaşarken, Nick'in yaşadığı kulübenin içinde adım atacak bir yer yoktur. Körfezin karşı tarafında, insanların yaşadıkları East Egg'de, Daisy ve Tom Buchanen oturmaktadır. West Egg ve New York şehri arasında muazzam bir kül çöplüğü vardır. George ve Myrtle Wilson'un garajı ve evi bu kül çöplüğünün civarındadır.

Bütün bu farklı statüdeki insanlar ve karakterlerin hepsi işte bu kül çöplüğünün yanından geçmek zorundadır. Çok farklı mekânlarda ve ekonomik düzeydeki insanların odak noktası gelip geçilmek zorunda olunan bu küllüktür. Romanın çarpıcı noktası bu kül vadisindedir. Bir göz doktoru da, bu çöplüğe gülünç bir reklâm tahtası koymuş ve reklâmına görmeyen mavi gözlerle manzarayı seyreden kör bir adamın resmini asmıştır.

Birinci Dünya Harbindeki asker olan ve ve Yale Üniversitesini bitiren Nick, (anlatıcı) bir tahvil satıcısı olarak çalışmağa başlamış ve West Egg'de yerleşmiştir. Kuzeni Daisy ve kocası Tom ile dostluk içinde yaşamaktadır. Daisy'nin arkadaşı Jordan Baker'den, Tom'un kuzeni ve Daisy'i aldattığını, Daisy’de bunu bildiğini ve bu duruma çok üzüldüğünü öğrenmiştir.
Gatsby'nin meskeni onu tanıyan, tanımayan bir sürü insan tarafından dolup boşalmakta herkes Gatsby'nin hakkında hikayeler uydurmaktadır. Tom kuzeni Daisy’ın beş yıl önce Gatsby ile sevgili olduğunu, Gatsby’in beş yıl önce parasız ve çulsuz bir adam olduğunu öğrenmiştir. Gatsby bir ara kaybolunca zengin bir ailenin kızı olan Daisy, zengin bir adam olan Tom ile evlenmiştir.

Nick kuzeni Daisy kocası Tom hakkında da pek iyi şeyler duymamaktadır. Tom ile Daisy’nin evlilikleri görüldüğü kadar mutlu ve şaşalı değildir. Üstelik kuzeni Daisy’in kocası olan Tom küstahça bir tavırla Nick’ten metresi Myrtle Wilson ile tanışmasını ister. Nick, istemeyerek de olsa Tom ve Myrtle'in, New York'daki partilerine katılmak zorunda kalır. Daisy'den bahsettiği için, Tom, Myrtle'in burnunu kırar. Kendisini, Tom ve kuzeni Daisy Buchanan’ın derin meselelerinin içinde bulan Nick, hemen ardından, Gatsby' nin kargaşalı hayatına da karışmak zorunda kalacaktır.

Gatsby, hafta sonlarında şaşaalı partiler vermektedir. Misafirler, ev sahibi Gatsby’i çok ender görmektedir. Herkes onun şaibeli zenginliği hakkında dedikodular yapmaktadır. Gatsby gösterişli partiler vererek kendisini derinden sarsan ihtiraslarını tatmin etmek istemektedir. Beş yıl önce sevgilisi olan ve harbe gittiği zaman kaybettiği sevgilisi Daisy’yi yeniden kazanmak için uğraşmaktadır.

Bu nedenle, Daisy'yi tanıyan Jordan ve Nick'in kendisine yardım etmesini ister. Nick'in evinde bir buluşma hazırlanır ve Daisy, yeniden Gatsby'nin metresi olur. Kısa bir müddet için, Gatsby ve Daisy, çok mutlu olmuşlardır. Gatsby bu mutlu hayatını çok fazla sürdüremez. Tom Buchanan ve George Wilson, eşlerinin kendilerini aldattığını anlamışlardır. Wilson, Myrtle'in davranışlarından haberdar olmuş ama Tom'un kendisini aldattığını bilmemektedir.

Wilson'un gözünde, Tom garajın bir müşterisi ve garacında arabasını tamir ettiren bir insandır. Tom, hem karısını hem de metresini kaybedebileceğini anlayınca paniğe kapılmıştır. Tom ve Gatsaby’de artık tanışmışlar hepsi bşrden zaman zaman bir araya gelmeye başlamışlardır. Beşi birden New York'a giderlerken, Daisy, Tom, Buchanan'ın otomobilinde Gatsby ile beraber gitmek hususunda ısrar eder. Tom ve diğerleri Gatsby'nin otomobilini izlemek zorunda kalmış Tom Gatsby ile Daısy’ın aynı otomobilde gitmelerinden çok kuşkulanmış ve bunu çok kıskanmıştır..

Gatsby ise Daisy’e tamamen elde etmek istemektedir. Bunun için Daisy’i kocasından ayırmak ister. Gatsby, bir otel odasında Tom, Daisy, Nick ve Jordan'm huzurunda Daisy'nin kocasını terk etmesini ve onu hiç bir zaman sevmediğini itiraf etmesini ister. Bunu bir fırsat bilen Tom, Gatsby'nin, yeraltı dünyasının kirli işleriyle uğraşan biri olduğunu söyler. Tom'un bu hücumu sırasında Daisy, sesini çıkarmaz ve Tom'u sevmediğini itiraf edemez. Bu olay Gatsby'i sarsar ve Daısy ile olan bütün hayallerinin yıkıldığını hisseder.

Gatsby'ye sırt çeviren ve tepeden bakmaya başlayan Tom zafer kazanmış bir eda ile Gatsby'ye, Daisy'yi, kendi otomo­bilinde West Egg'e götürmesini söyler. Beraberce yola koyulurlar. Fakat felâket onları bu yolda beklemektedir.
Kocası tarafından dövülen ve odasına kilitlenen Myrtle Wilson, dışarı çıkar ve süratle yola fırlar. Kaçmak isterken, Gatsby'nin otomobili altında korkunç bir şekilde can verir. Gatsby'nin otomobili de yana devrilir. Tom, Nick ve Jordan, kısa bir zaman sonra, garaja ulaşırlar. Herkes bu kül vadisinin kenarındaki garaja toplanmıştır. Tom, bu kazada metresinin öldüğünü öğrenir, kadının kocası ise perişan bir haldedir. Tom'un, Wilson'un kulağına eğilerek bir şeyler söyler. Fakat Tom’un söylediği bu sözler romanın sonuna kadar gizli kalacaktır. Fakat Tom her ne söylemişse bu sözler dehşetli bir durum oluşturmuştur. Nick, ilkin Gatsby'den, Myrtle'i öldüren otomobilin sürücüsünün Gatsby değil Daisy olduğunu öğrenmiştir. Arabayı Daisy kullanırken kaza olmuştur. Gatsby, ise arabayı kendisinin kullandığını ve olayın tüm sorumluluğunu üzerine aldığını söylemektedir.

Gastby'nin yanından ayrılan Nick, bahçenin öte tarafına çıkarak insanların çirkefliğine soysuzluğuna ve ahlaksızlığına isyan ederek haykırmaya başlar. Bu kompliman karşısında, Gatsby'nin yüzünde sıcak bir gülümseme belirir, bu onun son gülümsemesidir. Bir kaç saat sonra, George Wilson, Gatsby'i tabanca ile öldürür ve ardından intihar eder.

Gatsby'nin cenaze töreninde, Nick'den başka, sadece Gatsby'nin yaşlı babası ve bir kaç hizmetçisi vardır. Nick'in ısrar ve ricalarına rağmen önceki arkadaşlarından veya misafirlerinden kimse katılmaz. Daisy ve Tom geziye çıkarlar.

Aylar sonra Nick, Tom'u görür ve onu hakikati itirafa zorlar Gatsby'nin ölüm otomobilini kullandığını Wilson'a söyleyen odur. Besbelli ki, Daisy, bunun yalan olduğunu söylemiştir,.

Nick’in gözünde Tom ve Daisy, insanları bir eşya gibi kullanmakta, sonra kaldırıp çöplüğe atmaktadırlar. Her şeyi kırıp döktükten sonra da pisliklerini başkalarının temizlemesini istemektedirler.

Nick, Jordan ile ilişkilerini keser zira bu kadın, Daisy'ye benzemektedir. Gatsby'nin konağına son bir defa daha baktıktan sonra dönerken, Nick, sahilde durur ve asırlarca önce Hollandalı denizcilerin, gözleri ve kalpleri hayallerle dolu olarak bu adaya baktıklarını ve Gatsby'nin ümitsiz hayallerine zemin hazırladıklarını düşünür. Gatsby'nin hayalinin boş olduğu, daha yüz yıllarca önce söylenmiştir.

Vahşetin Çağrısı (Jack London) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Vahşetin Çağrısı

Kitabın Yazarı : Jack London

Kitap Hakkında Bilgi :

Buck gazeteleri okumazdı, okusaydı sadece kendisinin değil, Puget Sound'dan San Diego'ya dek, güçlü, uzun ve sık tüylü tüm kıyı köpeklerinin başında dolanan beladan haberi olurdu. Bütün gemi ve nakliyat şirketlerinin yeni buluşunu dünyanındört bir yanına avaz avaz duyurduklannı bilirdi; çünkü kuzey kutup bölgesinin karanlığında körü körüne dolaşan insanlar san bir maden bulmuşlardı. Binlerce kişi bu san maden için kuzeye akın ediyordu. Bu insanların köpeğe ihtiyacı vardı. Ağır ve yorucu işlerin üstesinden gelebilecek, kara kışa dayanabilecek, uzun tüylü, iri ve kuvvetli köpeklere ...

Buck güneşin kucakladığı Santa Clara vadisindeki büyük bir evde yaşıyordu. Yargıç Miller'ın yeri denirdi buraya; yoldan içerde, ağaçların arasına gizlenmiş; ancak dört bir yanını dolanan geniş verandanın, sık dallar arasından leke leke göründüğü bir evdi bu. Geniş çimenlikler arasından ve uzun kavak ağaçlannın birbirine dolanmış dallan altından kıvrılarak uzanan çakıllı araba yoluyla ulaşılırdı eve...

Kitabın Özeti :

Yukon ve Alaska’da altın bulunması, kızak çekecek büyük ve güçlü köpeklere olan ihtiyacı arttırmıştı. Buck, tam olarak altın arayıcılarının istediği gibi bir köpekti.

Buck‘un babası St Bernard ve annesi İskoçyalı bir çoban köpeğidi. Buck 63 kilo ağırlığında ev koşullarında yaşayan kendi halinde bir hayvandı. Kaliforniya'nın Santa Clara Vadisi'nde geniş bir arazi sahibi ve zengin bir emekli yargıç olan Yargıç Miller’ın evinde oldukça rahat bir hayat yaşıyordu.  Buck kendisini bir ev köpeği yapmak isteyen bütün gayretlere karşı çıkıyordu. O yılın büyük Klondike grevi ve Altın arayıcıların Alaska’ya akın etmesi Buck gibi kızak çekebilecek köpek­lerin değerini çok arttırmıştı. Yargıç Miller’in bahçıvanı olan Manuel, kumara düşkün bir adamdı. Kumar borçları yüzünden alacaklılar onu çok sıkıştırmaktaydı. Manuel kumar borçlarından kurtulmak için Buck’u çalarak Alaska şartlarında kullanılmak üzere kızak köpeği eğiten bir köpekçiye sattı.

Buck’un boynuna ip geçirerek hislerini kaybettirircesine boğazını sıkarak bir kafese koymuşlardı. Boğazının sıkılması, kafese tıkılması Buck’un onurunu çok kırmıştı. Buck’u bir trene atarak Seatle şeh­rine götürmüşler ve orada kendisini yetiştirecek olan adama teslim etmişlerdi.

Buck, kendisini kafese kapatan ve aşağılayan insanlara karşı duyduğu öfke ile kafesten çıkar çıkmaz kendisini eğitecek adamın üzerine saldırdı. Fakat Buck, adama kadar yetişemiyordu. Buck defalarca eğitimciye saldırmış ama her defasında kafasına yediği bir sopa ile yere düşmüştü. Buck, eğitmene bir kaç defa daha saldırdıktan sonra ilk büyük dersini aldı. Elin­de sopa taşıyan bir adam kendisinin hâkimiydi.

Eğitmen onu Klondike’ye köpek götürüp satan giden tüccarlara satmıştı. Buck bu tüccarlarla birlikte gemiye binerek Kanada’ya gitti. Orada Francois ve Perrault, adlarındaki Kanada hükümeti için çalışan iki posta taşıyıcılarının malı oldu.

Buck artık, Kanada hükümeti için çalışan bir kızak köpeği olacaktı. Buck ile dostu Curley gemiye bindildiler. Buck, Alaska'da göreceği vahşetlerin ilk dersini Eskimo köpeklerinden almıştı. Bu köpekleri ilk kez arkadaşı Curley’i vahşice parçalayarak öldürdükleri sırada tanımıştı. Eskimo köpeklerinden biri olan Spitz, Buck’un sevimli arkadaşı Curley’e saldırdı. Spitz, Buck’un sevimli arkadaşını öldürdükten sonra etrafını çevreleyen di­ğer köpekler Curley’i parça parça etmişlerdi. Buck bu vahşeti yaratan ve yaptığı bu vahşetten derin bir haz duyan Spitz’den nefret etti. Bembeyaz bir Spitzberger köpeği olan Spitz, vahşete alışkın, üstelik bundan haz duyan acımasız bir hayvandı. Buck bu köpekten iğrenmişti.

Bir sabah Buck'a koşumlar takılıp kızağa ko­nuldu. Buck ve Dave zorba bir eskimo köpeği olan Spitz’in liderliğini yaptığı köpek grubuna katılırlar. Buck, isyan etmemek gerektiğini öğrenmişti. Buck gruptaki diğer köpeklerden daha hızlı bir öğrenme yeteneğine sahipti. Sürücü François ve diğer köpekler, Buck'a kızağı nasıl çekeceğini, kendisine sığınak yap­mak için karı nasıl kazacağını, yakalanmadan nasıl yiyecek çalacağını ona öğretmişlerdi.

Perrault ve François, bölgenin uzaklarında altın aramaya çıkan insanların mektuplarını taşıyan postacılardı. Bu kı­zak takımındaki köpeklere günde, yedi yüz elli gram kurutulmuş alabalık veriliyor, kızak takımı günde altmış kilometre mesafe kat ediyordu. Kızak takımının baş köpeği Spitz’in liderliğini istemiyor, arkadaşına yaptığı o vahşetten dolayı ondan çok iğreniyordu.

Köpek koşum takımın lideri olan sinsi ve gaddar Spitz, Buck’un bu duygularından haberdardı. Spitz ile Buck arasında bir rekabet başlamıştı. Buck, yargıç Miller’in evinden kalan evcilliğini de kaybetmeye ve gün geçtikçe vahşi hayata alışmaya başlamıştı. Kendi avını bulmak için tavşan avlamaya da başlamıştı.

Spitz'in kurnaz küstahlığı bir eskimo köyünde, aç bir köpek sürüsünün hücumuna uğradıkları zaman ortaya çıkmıştı. Spitz, bu fırsattan istifade ederek Buck'a saldırdı. Ancak Buck bu hücuma karşı koy­duktan sonra kaçarak kurtulmuş, ama Spitz’e olan öfkesi ve hıncı bir kat daha çoğalmıştı.

Buck, Spitz'in liderliğini baltalamak için elin­den geleni yapmaya başlamıştı. İki köpek, eninde sonunda, bir birleri ile ölünceye kadar kavga etmeye mecbur kaldıklarını biliyorlardı. Bu rekabet ve öfkeler sonunda patlayacaktı.

Spitz, Buck'ın peşinden gittiği bir tavşanı öldürdüğü zaman, kavganın da vakti gelmişti. Spitz, kurnaz ve usta bir kavgacıydı. Arka ayakları ile çömeliyor rakibinin hamlesine göre saldırı fırsatı kolluyordu. Buck, Spitz’in bu tarzını biliyordu. Buck var gücüyle Spitzin ön ayaklarını çelmelerse onu yenebileceğini anlamıştı. Buck, tüm gücüyle Spitzin en güçlü olan ön ayağına saldırdı. Onun ön bacaklarını dişleriyle yakalayarak düşmanını devirmişti. Çenesinin tüm gücüyle boğazına sarılmıştı. Hareketsiz kalana dek Spitz’i bırakmamıştı. Savaştan sonra, diğer köpekler Spitz'i parçaladılar. Takımın Liderliğini artık Buck yürütecekti.

Buck, ses çıkarmadan kızağın liderliğinin kendisine verilmesini bekledi. Liderlik verilmeden de koşumlara girmemişti.. Sürücüler boyun eğerek onu baş köpek yaptılar. Buck, artık, kızağın lideriydi. Öteki köpeklerle çok iyi anlaşıyor, yep yeni bir dayanışma kuruyor, gündelik mesafeleri daha kısa vakitlerde almayı biliyorlardı.

Buck ile takımı Skaguay'a, on dört gün süren dokuz yüz kilometrelik bir yolculuk yapmak zorunda kalmışlardı. Bu yolculuktan sonra ancak üç gün istirahat edecekler ve kızağın köpekleri değiştirilecekti. Buradan, ağır bir posta yükü ile Dawson'a gideceklerdi. Buck, kızak liderliğinden gurur duyuyor bu iş onun duygularını tatmin ediyordu. Fakat Buck’un içgüdülerinde ilkel doğa şartlarında özgürce dolaşmak hissi vardır. Atalarının yaşadıkları ortamları gördükçe bu içgüdü ruhunda özlem uyandırıyordu. İlkel doğa şartlarında vahşiler ile birlikte avlanmayı düşlüyordu.

Davvson'da iki gün istirahat ettikten son­ra, köpekler tekrar kızağa koşuldu. Skaguay'a doğru yola çıktılar. Otuz gün sonra Ska­guay'a vardıkları zaman, Francois ve Perrault’s Bu yolculuğun sonunda, posta taşıyıcıları köpekleri Amerikan altın avcıları Hal, Charles ve Mercedes adındaki bir gruba sattılar. Kızağa yeni ve dinlenmiş köpekler aldılar. Buck ve iki arkadaşını satın alan Hal, Charles ve Mercedes, bu tundra bölgesi ve köpekleri hakkında hiç bir şey bilmiyorlardı. Buck ile iki dostunun halinden anlamıyorlar, onlara normal bir köpek gibi davranıyorlardı.

Hal, kız kardeşi Mercedes ve kardeşinin kocası Caharles ile altın aramaya çıkmıştı. Kızağa çok yük koydular, ilkin köpeklere yiyeceği çok verdiler. Yiyecek azalınca da köpekleri kamçılayıp çok yormaya başladılar. Buck’ın yeni ustaları çok tecrübesizdi. Yolculuklarının yarısında yiyecekleri tükenmeye başlamıştı. Köpeklerin bazıları ölmüş, diğerleri kızağı çekemeyecek kadar zayıflamıştı.

Takımdaki on dört köpekten, sadece beşi hayatta kalmış, ancak John Thornton’un kampına kadar gelmişlerdi. Thornton, buzların artık çok inceldiğini, yola çıkmamalarını, hayatlarını tehlikeye atmamalarını söyledi. Hal bu uyarıyı dikkate almayarak yola çıkmaya çalıştı. Diğer köpekler hareket etmeye başladılar ama zayıflamış ve artık çok güçten düşmüş olan Buck hareket etmiyordu. Hal onu kırbaçlamaya başlamıştı. Thornton müdahale ederek adamın üzerine atladı. Hal’ın çektiği bıçağı elinden alıp Buck’ın iplerini kesti. Hal küfürler savurdu ama kavgayı kaybetmişti. Birkaç dakika sonra kıyıdan ayrılarak ırmağın üzerinde gitmeye başladılar. Çok geçmeden buz kırıldı, insanlar da köpekler de buzların kırılmasıyla ırmakta kaybolmuşlardı.

Thornton, Buck’a çok iyi davranıyordu. Üstelik Buck’un hayatını da kurtarmış ona çok iyi bakmıştı. Buck ile Thornton artık hep birlikteydiler. Buck, şimdiye kadar hiç kimseye bağlanmadığı şekilde Thorton'a bağlanmıştı. Efendisine beslediği bu sevgiden ötürü içgüdülerinden gelen ilkel hayat çağırışına, vahşetin çağrısına dahi artık cevap vermiyordu.

Thornton ile mutluydu. Birgün bir barda Thornton’a saldırmak isteyen bir adamı parçaladı. Thorton'un or­takları geldikten sonra, kampı dağıtmışlardı. Buck da onlarla birlikte gitti. Küçük bir şelâle üze­rinden geçerlerken, Thorton suya düşmüştü. Buck sahile yüzdü. Buck’un omuzlarına ve boynuna ip geçirdiler. Kuvvetli akıntıya rağmen, Buck, Thorton'un yanına ulaştı ve ikisi birlikte ağır ağır sahile doğru yüzmeye başladılar. Buck sahibi Thoronton’un hayatını kurtarmıştı. Thorton, Buck ile gurur duyuyordu. Kasabada, Buck ile ilgili olarak bir bahise de girmişti. Buck’un beş yüz kilo yüklü bir kızağı, buz üzerinde yüz metre götüreceğini iddia etti. Kasabadaki adamlardan birisi ile 1,200 dolar bahse girdiler. Buck, an­cak bir kızak takımının yapacağı işi, ina­nılmaz bir gayretle tek başına başarmış sahibi Thornton’a bahsi kazandırmıştı.

Ormanın derinliklerinde Buck’u çağıran sesler hiçbir an bitmiyordu. John Thornton’a olan bağılılığı gitmesini engelliyordu. John Thornton ve arkadaşları iddiada kazandıkları bu para ile eski bir efsane olan kayıp madeni ve orada bulunan eski kulübeyi bulmak için yola çıktılar. Madeni bulamazlar fakat altın bulunan alçak bir vadi ile karşıla­ştılar. Burada kamp kurarak altın bulmaya ve günde bin dolarlık altın işlemeye başladılar.

İnsanlar altın bulmaya dalmış Buck’u unutmuşlardı. Buck arada sıra ormanda dolaşmaya çıkıyor, bu özgür gezintiler ona sevinç veriyor ve ilk kez yaşadığı hayatı tadıyordu. Bu özgürlük ruhunda bir huzur yaratıyor vahşi heyecanları ilk kez tadıyordu. Onu çağıran sesin etkisi güçlenmişti. Böyle özgür bir yaşamak istediği tek şeydi.

Buck, vahşi kardeşleri gibi avlanmaya başlamıştı. Artık yiyeceklerini kendisi yakalıyordu. Kendi avını yiyerek yaşamak çok güzel şeydi. Birkaç gün kamptan ayrılmış artık geri dönüyordu. Kampa doğru geldiğinde bir tuhaflık seziyordu. Sessizce kampa yaklaştığında köpeklerden birisinin ölüsüyle karşılaştı. Thornton ve diğerleri artık ölmüş insanlardı. Yeetah kabilesinin adamları kampa saldırmışlar ve kamptakileri öldürmüşlerdi. Buck sahibini öldüren Yeetah kabilesinin adamlarına çok öfkelenmiş ve onlara saldırmaya başlamıştı. Önüne geleni vahşice avlıyor, boğazlarını parçalıyordu. Kaçanların peşini bıraktı ve kamp yerine geri döndü. Thornton’un diğer arkadaşının da cesedini buldu. Sonra Thornton’un kokusunu takip etti. İzler gölün kıyısına doğru gidiyordu ve onun cesedini gölün ortasında gördü. Bütün gün gölün başında öylece bekleyip durdu. Efendisinin başında saatlerce ulumuştu. Gece olunca vahşetin çağrısını tekrar duydu. Dayanılmaz sese doğru çekip gitmeye başladı. Çağrıya cevap vererek ormanlara doğru daldı. Kurtlara lider olarak yaşmaya başlamıştı.

Uğultulu Tepeler (Emily Bronte) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Uğultulu Tepeler

Kitabın Yazarı : Emily Bronte

Kitap Hakkında Bilgi :

Uğultulu Tepeler, 1847’de yayımlandığında, dönemin ahlak kurallarına meydan okuduğu gerekçesiyle eleştirilirken; Emily Bronte, yazdığı tek kitapla İngiliz Edebiyatı’nın unutulmazları arasına girdi. Fakat kitabının başarısını göremeden daha otuz yaşında öldü.

Yıllara yayılan katmerli bir suç eyleminin, zalimle masumu karşı karşıya getiren bir intikam hikayesine dönüşmesine tanıklık edeceksiniz.

İngiltere'de XIX. yüzyılın ikinci yarısı, "Victoria Dönemi" olarak adlandırılan bu dönem, orta sınıfın yükselişini, gösterişli yaşamların moda oluşunu simgeler. Brontë kardeşler, kadının edebiyatla uğraşmasının hoş görülmediği bu yıllarda, önce bir erkek kimliğiyle şiirler, sonra kendi adlarıyla klasikler arasında yer alacak üç önemli romana imza atmıştır. Emily Brontë 1848'de öldüğünde dünya edebiyatının en güzel romanlarından birini, Uğultulu Tepeler'i bırakmıştır ardında. Bu Victoria dönemi romanı, kimine göre dünyanın gelmiş geçmiş en büyük aşk romanı, kimine göre her okunuşunda değişik tatlar veren çağlar ötesi bir eser, ya da insanın içine işleyen bir anlatımla dile getirilmiş uzun bir şiirdir.

Ölümünden bir yıl önce bitirdiği Uğultulu Tepeler'deki kişilerin yalnızca hayal ürünü kişiler olmadığı, Brontë'nin çevresindeki gerçek kişilerden derin izler taşıdığı da bir gerçektir. Sevgi, kin, nefret, öç alma tutkusu gibi güçlü duygularla örülü bu gençlik öyküsü, patladı patlayacak bir cinsellikle doludur. Daha otuz yaşındayken veremden ölen, son derece duyarlı, hiç evlenmemiş bu genç kadın yazar, tüm canlılığıyla bu romanda vardır. Okuyanın yaşına, deneyimlerine ve duyarlılığına göre değişkenlik gösteren, farklı zamanlarda okunduğunda değişik tatlar veren, tekrar tekrar okuma isteği uyandıran bir başyapıt.

Kitabın Özeti :

Hindley Earnshaw ve Catherine Earnshaw İngiltere'de aileleriyle yaşayan iki kardeştir. Babalarının Liverpool'a yaptığı bir iş gezisinden döndüğünde Heatcliff adında zenci bir çingene çocuğunu evlerine getirmesinden önce gayet normal bir yaşamları vardır aslında. Babaları sokakta gördüğü bu çocuğa acımış ve çocuklarıyla birlikte büyütmek için eve getirmiştir. Hindley Heatcliff'i hiçbir zaman sevmemiş olsa da, Catherine onu çok sevmiştir. Ayrıca Bay Earnshaw'un da Heatcliff'e karşı tuhaf bir zaafı vardır.

Bay Heatcliff öldüğünde, ardında hiçbir işe yaramaz ve boş bir insan olan Hindley'i ve içten içe birbirlerini seven Heatcliff ile Catherine'i bırakır. Bir akşam Catherine dadısı Nelly ile sohbet ederken Heatcliff'i sevdiğini fakat onun gibi cahil biriyle evleneceğine komşuları olan ve Thrushcross Grange malikanesinde yaşayan Edgar Linton ile evlenmeyi yeğlediğini anlatırken, bahçe kapısında olan Heatcliff bunu duyar. Duyduğu gibi de arkasını dönerek koşmaya başlar.

Heatcliff seneler sonra kültürlü ve zengin bir beyefendi olarak döndüğünde, Catherine çoktan Edgar Linton ile evlenmiş ve Thrushcross Grange'e taşınmıştır. Heatcliff zalim ve hilekar bir adam olarak geri dönmüştür ve tek amacı her iki aileden de intikamını almaktır. Bunun için de Edgar Linton'un kız kardeşi Isabella'yı kandırarak onunla evlenir ve ona korkunç acılar çektirir. En sonunda Isabella ağabeyinin soyadını verdiği küçük oğluyla beraber güneye kaçar.

Heatcliff seneler önce bir şekilde Uğultulu Tepeler'de Hindley ile yaşamaya başlamıştır. Hindley öldükten sonra ise oğlu Hareton'ın velayetini üstlenmiş, onu mümkün olacak en kötü şekilde yetiştiriyordur.

Catherine, seneler sonra ilk çocuğunu doğururken hayata veda eder. Babası Edgar Linton korkunç derecede annesine benzeyen bu küçük kıza annesinin adını verir. Tesellisini kızı Cathy'de bulmuştur ve tüm sevgisini kızına vererek onu en iyi şekilde büyütür.

Isabella da Catherine'in ölümünden birkaç sene sonra vefat eder. Ölümünden önce ağabeyini yanına çağırmış ve oğlu Linton'a onun bakmasını istediğini söylemiştir. Linton derhal Thrushcross Grange'e getirilir. Çok hastalıklı ve çıtkırıldım bir oğlandır. Fakat Heatcliff oğlunu alıp derhal Uğultulu Tepeler'e götürür. Edgar ise bir tatsızlık çıkmaması için buna göz yummuştur. Heatcliff'in amacı oğlu Linton ile Cathy'i evlendirerek Edgar öldükten sonra tüm mirasına sahip çıkmaktır. Büyük uğraşlar sonucu bunu başarır. Edgar öldükten sonra Cathy'i Uğultulu Tepeler'de büyük bir ıstırap beklemektedir.

Bir süre sonra Heatcliff ölür. Cathy ile Hareton birbirlerini severler ve işler biraz düzelmeye başlar...

7 Mart 2020 Cumartesi

Kitapkurdu Lily (Gillian Shields) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kitapkurdu Lily

Kitabın Yazarı : Gillian Shields

Kitap Hakkında Bilgi :

Lily; bahar, yaz, güz, kış; sabah, öğlen, akşam demeden okuyor. Onu sadece kitapların içindeki maceralar ilgilendiriyor. Ta ki bir gün okumayı hiç ama hiç sevmeyen; ancak gerçek maceralara bayılan Milly ile tanışana kadar! Bir kitap kurdu ve bir maceraperest ayrı dünyaların insanları olabilirler. Peki, birbirlerinin en yakın arkadaşı olabilirler mi?

Kitapseverler ve onların en yakın arkadaşları için keyifle okunacak bir kitap.

Okumak, okumak, okumak Çocukları başka başka âlemlere götüren en önemli olgu. Lily, bunu keşfeden, okumayı her yerde sürdüren, kitapları yaşamının içine katan sevgi dolu, şanslı bir çocuk. Didaktik bir öğreti yerine hoş bir hikâyeyle okuma sevgisinin ne kadar önemli olduğunu vurgulayan renkli ve capcanlı bu kitap, hem büyüklere hem de küçük çocuklara kitabın her yerde ayrılmaz bir dost olduğunu vurguluyor.

Kitabın Özeti :

Lily, okumayı öğrenmeye başlar başlamaz tuvalette, yemekte, sahilde, evde her an her yerde kitap okuyan bir çocuk haline gelir. Lily; bahar, yaz, güz, kış; sabah, öğlen, akşam demeden okumaya başlar. Onu sadece kitapların içindeki maceralar ilgilendirmekte gerçek hayattaki maceralara hiç  bir ilgi duymamaktadır. Ta ki okumayı hiç sevmeyen; ancak gerçek maceralara bayılan Milly ile tanışana kadar!

Lily, annesiyle geldiği parkta yine kitap okuyorken bir ağaç tepesinden sarkan bir maceraperest Milly'i görür. Bu çocuk çok hareketli, eve kapanmaktan çok doğada olmayı seven kitaplardan ve okumaktan hiç hoşlanmayan ama her gün yeni bir macera yaşamaktan çok hoşlanan bir çocuktur.

Milly, Lily’in tersidir. Kitaptaki maceraları zaten hiç okumamış ama kendi maceralarını kendi yaşayan biridir. Bir kitap kurdu ile bir maceraperestin yolları kesişmiştir. İki ayrı dünyanın bir birlerine zıt olan iki insan en yakın ikili olmayı başaracak mıdır? Bu iki farklı dünyanın iki farklı çocuğu biribirilerine acaba neler verecekelerdir? Birlikte ne yapacaklardır?

İki ayrı dünyanın iki farklı çocuğu çok iyi arkadaş olur. Liy Mily’e, Mily de Lily’e bilmedikleri dünyayı birbirlerine tatırmaya başlar. Her iki kız birbirlerine hayatın diğer yönlerini ve güzelliklerini göstererek mükemmel bir uyum yakalamıştır.

"Lily okumayı öğrendiğinde annesi çok sevindi. Lily'i kütüphaneye götürüp ona bir kütüphane kartı aldı. Lily çok heyecanlanmıştı. Kütüphanede kalın kitaplar, ince kitaplar, çok büyük kitaplar, eski kitaplar, yeni kitaplar ve kapağı peluş kaplı kitaplar vardı. Kütüphaneye gitmek maceraya atılmak gibiydi..."

Küçük Prenses (Frances Hodgson Burnett) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Küçük Prenses

Kitabın Yazarı : Frances Hodgson Burnett

Kitap Hakkında Bilgi :

Sara Crewe, Hindistan’da dünyaya gelen ve babasından başka hiç kimsesi olmayan zengin bir kız çocuğudur. Onun en büyük zevki hayal kurmaktır.

Yedi yaşına kadar Hindistan’da yaşadıktan sonra babası tarafından Londra’da bulunan bir yatılı okula yerleştirilir. Başlarda okulda prenses muamelesi görür ve el üstünde tutulur. Fakat bir gün babasından gelen acı bir haberle hayatı tepe taklak olur. Prenseslik günleri sona ermiştir artık...

Sara’nın hayatının değişmesiyle insanların ona karşı tavırları da değişmeye başlar. Fakat o, kalan birkaç dostuna ve hayallerine tutunarak, başını asla öne eğmeden yaşamaya devam eder. Asaletinden ödün vermeden iki yıl boyunca her zorluğa, her aşağılamaya sabırla göğüs gerer. Sonrasında ise büyük bir sürpriz yaşar. Hayatını baştan sona, tekrar değiştirecek bir sürpriz...

Kitabın Özeti :

Sara Crewe, Hindistan’da oturan küçük ve sevimli bir kızdır. Yaşından büyük davranıyor, babasıyla birlikte yaşıyordu. Sara’nın annesi o doğarken ölmüştü ve babası Albay Crew ona annesinin yokluğunu hissettirmemeye çalışıyordu. Kızının iyi bir eğitim alması için elinden geleni yapıyordu.

Sara Crewe'nin devam etmeye başladığı okulun müdiresi olan Bayan Minchin de kendisine iyi davranıyordu. Sara’nın babası zengin bir adamdı. Sara, Fransızca ve Hintçe biliyordu ama okula yeni geldiği için okulda hiç bir arkadaşı yoktu. Bir müddet sonra Ermenaar adındaki, kısa boylu ve şişman bir kız ile arkadaş oldu. Herkes Ermenaar ile dalga geçiyordu. Sara ise buna çok üzülüyordu.

Sara bu okula gelmeden önce okulun en iyi öğrencisi gözdesi Lavinia adında biriydi. Ama Sara gelince bütün dikkatler onun üzerine çekilmiş, Sara okulun en iyi öğrencisi olmuştu. Bu yüzden de Lavinia rakibi olan Sara’ya öfke duymaya başlamıştı.

Sara 11 yaşına geldiğinde uzakta olan babası ona bir mektup göndermiş, bir elmas madeni aldığını ve işletmeye başladığını yazmıştı. Sara bu habere çok sevindi. Sara’nın doğum günü partisi geldiğinde babası ona bir sandık içinde güzel kıyafetler ile bir bebek göndermişti. Sara bebeğin adını Emilly koydu.
Bay Barrow, Sara’nın babasının iş ortağıydı. Bay Barrow okula gelmiş ve müdire hanıma, Sara’nın babasının dolandırıldığını ve bu olaya üzülen Sara’nın babasının üzüntüden öldüğünü söyledi. Tam bu sırada ise Sara arkadaşları ile doğum gününü kutluyordu.

Para düşkünü bir kadın olan okul müdürü Bayan Minchin doğum günü partisinin tam ortasında kötü haberi Sara’ya ileterek “Baban öldüğü için artık okul paran ödenemeyecek o yüzden bundan sonra okulda bir hizmetçi olarak çalışacaksın“ demişti. Artık Sara okulun eski hizmetçisi Bekc gibi hizmetçi olarak bu okulda çalışmaya başlayacaktı.

Sara üzerindeki güzel kıyafetleri çıkarıp eski püskü elbiseleri giymek ve okulda hizmetçi olarak çalışmak zorunda kalmıştı. O güzel odasından taşınarak diğer hizmetli Bekc’in yanındaki odaya yerleşti. Bu oda okulun tavan arasındaki bir odaydı. Sara hala olayın şokunu yaşıyor ve tavan arasındaki farelerin çıkardığı seslerden gözüne uyku girmiyordu.

Sara’nın okulunun yan tarafına bir aile taşınmıştı. Bu aile çok geçemeden Sara ile tanışmış ve Sara’yı kendi öz kızları gibi sevmeye başlamıştı. Kimsesi kalmayan Sara da bu aileyi oldukça çok seviyordu.

Okullarının yanına Hintli bir genç de taşınmış ve Sara ile arkadaş olmuştu. Sara’yı çok seven komşuları bu Hintli gençle de tanıştı. Bu Hintli genç elmas madeni satın alıp sonra dolandırılan bir adamdı. Fakat daha sonra bu genç davaları kazanmış ve yeniden servetine kavuşmuştu. Hintli gencin adı Carwis For idi ve Sara’nın babası Albay Crewe’nin de ortağıydı. Crawis For iki yıldır Albay Crewe’nin kızını yani Sara’yı arıyor ve Sara’nın mirasını Sara’ya vermek istiyordu. Sara’yı tanımadığı için de onun hemen yan binada oturduğunu bilmiyordu.

Bay Carwis For, kısa zamanda gerçeği anlamış Sara’nın aradığı kız olduğunu öğrenmişti. Daha sonra emin olmak için Sara'ya babası hakkında birçok sorular sordu ve aradığı kızın Sara olduğuna emin olmuştu. Carwis For şaşırıp kalan avukata bütün olan biteni ve Sara’nın kim olduğunu anlattı. Daha sonra Sara ile Bekc okuldan ayrıldı. Sara artık eskisi gibi zengin biri olmuştu.

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...