24 Ekim 2020 Cumartesi

Lata Şiba - İki Kent Arasında (İrem Uşar) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı



1. Şiba’da yaşayanlar niçin yaptıkları işten heyecanlanamıyorlar? 

A) Katı kuralları olduğundan 
B) Birbirilerini sevmediklerinden 
C) Her gün aynı şeyleri yaptıklarından 
D) Çok zayıf olduklarından 

2. Aşağıdakilerden hangisi Şiba’nın özelliklerinden değildir? 

A) Saatlerinde yelkovan yoktur 
B) Etrafı surlarla çevrilidir 
C) Katı kuralları vardır 
D) Her şey çok eğlencelidir 

3. Dara kendini neden yalnız hissediyor? 

A) Hiç arkadaşı olmadığı için 
B) Herkes düzene uyduğu için 
C) Arkadaşlarını sevmediği için 
D) Arkadaşları onunla konuşmadığı için 

4. Dara’nın kendini güvende ve mutlu hissettiği yer neresidir? 

A) Veloserin tepesi 
B) Annesinin yanı 
C) Coğrafya dersi 
D) Kütüphane 

5. Şiba’da yasak olan kelime nedir? 

A) Hayal 
B) Geniş 
C) Kütüphane 
D) Kitap 

6. Dara’nın 500. kata çıkmasının sebeplerinden biri değildir? 

A) Rahat ve dilediğince hayal kurmak 
B) Çılgınca dans etmek 
C) Kendini özgürce ifade etmek 
D) Herkesten saklanmak 

7. Yasak sayfadaki kehanet (bir olayın gerçekleşeceğini önceden bilme) kime aittir? 

A) Darfıl 
B) Darliya 
C) Darkof 
D) Dara 

8. İki ağacın arasına asılacak resmin adı nedir? 

A) Gece gölgesi 
B) Ay kuşu 
C) Kuş bakışı 
D) Ayın parıltısı 

9. Birçok dostluğun, yepyeni renklerin ve tüm kilitlerin açılması için ne gerekir? 

A) Bencil olmamak 
B) Cesur olmak 
C) Kendine hiç benzemeyen biriyle arkadaş olmak 
D) Her zaman konulan kurallara uymak 

10. Veloser planları tutmayan Dara ve Darfıl kimden yardım almaya gittiler? 

A) Darkof 
B) Darbua 
C) Yarasa 
D) Darliya 

11. Darfıl sorgulamada neden eleştirel cümleler kuruyor? 

A) Müdürü sevmediği için 
B) Kuralların onları özgür bırakmadığı için 
C) Şiba’da kalmak istemediği için 
D) Veloser kazasında suçu olmadığı için 

12. Şiba’nın dışındakileri nasıl görüyorlar? 

A) Kütüphanenin 500. katında 
B) Karoları dizerken 
C) Cam kurbağasının gözünde 
D) Yarasanın yanında 

13. “Lata’da her gün ………………. başlar.” Noktalı yere aşağıdakilerden hangisi gelmez? 

A) Her gün kıkır mıkır başlar 
B) Her sabah ‘Mutlu Dişler Senfonisi’ ile başlar. 
C) Her sabaha gülerek başlar. 
D) Şarkıyı yanlış söyleyen cezalandırılır. 

14. Aşağıdakilerden hangisi Lata ve Şiba’yı ayıran sebeplerden biri değildir? 

A) İnsanların hep kendini düşünmeleri 
B) Ayrılığın iki ülkeyi geliştireceğini düşünmeleri 
C) Hep bana hep bana demeleri 
D) Sadece kendilerini sevip önemsemeleri 

15. Aşağıdakilerden hangisi Latanların özelliklerinden değildir? 

A) Sıkıntıya gelemezler 
B) Düşünüp araştırmayı çok severler 
C) Yemeye, içmeye hayranlar 
D) Herkes çok rahattır 

16. Çarşafın üzerine düşen gölgede Şlopgen, hiç kimsenin fark etmediği neyi görüyor? 

A) Surların üzerinden bakmaya çalışan Dara’yı 
B) Dev surları 
C) Yüksek ve dar binaları 
D) Hayalet bir şehri 

17. Şlopgen çarşaftaki gölge oyunundan sonra yanına nasıl birini arıyor? 

A) Hiçbir şey düşünmeyen bir kişi 
B) Kendisini (Şlopgen) araştırmadan vazgeçirtecek bir kişi 
C) Kendisi gibi şüphe eden bir kişi 
D) Hiçbir şeye kafa yormayan bir kişi 

18. Şlopgen’in kendinde olmasını istediği en önemli özellik nedir? 

A) Cesaret 
B) Hayal kurmak 
C) Araştırmak 
D) Şüphe 

19. Ressam Bay Kuugen “ışığı alıp hapsedenlere’’ ne diyor? 

A) Korkak 
B) Bencil 
C) Şüpheci 
D) Hayalci 

20. Lata’da yaşayanların şikâyet dağarcığında aşağıdakilerden hangisi yoktur? 

A) Son dilimi o yedi 
B) Niye bana gülmüyor 
C) O çok kitap okudu 
D) On gündür benimle oynamıyor 

21. Aşağıdakilerden hangisi Latan Andı’nda geçen korunması gereken değerlerden değildir? 

A) Çalışmak 
B) Uyumak 
C) Kendini sevmek 
D) Dinlenmek 

22. Aşağıdakilerden hangisi “Balodoba’’nın modüllerinden biri değildir? 

A) Kahkaha odası 
B) Yatakhane 
C) Hastahane 
D) Kütüphane 

23. “İlim kesinliği sever, ispatı sever.” sözünü kim kullanmıştır? 

A) Yarasa 
B) Bay Darkof 
C) Bay Kuugen 
D) Çilingir 

24. Neşe çemberi neyin sembolüdür? 

A) Kenetlenerek bir arada kalmanın 
B) Her zaman kurallara uymanın 
C) Sadece kendini düşünmenin 
D) Yaşadığı yere sahip çıkmanın 

Şlopgen, çarşafa yansıyan gölgelerin gerçekliğini araştırmak istedi. Arkadaşlarından yardım istediyse de arkadaşları başına iş açmak istemedi. 
25. Bu durum Latanların hangi özelliğiyle alakalıdır? 

A) Kimsenin araştırmayı sevmemesiyle 
B) Herkesin korkak olmasıyla 
C) Herkesin bencil olmasıyla 
D) Her şey olduğu gibi kalsıncı olmasıyla 

26. Şlopgen’in çarşafın altından geçerek girdiği saklı kentte duyduğu ilk söz nedir? 

A) Şehrimize hoş geldin 
B) Kimsin sen 
C) Bana elini ver 
D) Yıllardır seni bekliyordum 

27. Yumgen, neden Şlopgen’e yardım etmekten vazgeçti? 

A) Korkak olduğu için 
B) Kafa yormak istemediği için 
C) Ailesi olaylara karışma dediği için 
D) Hasta olduğu için

Cevap Anahtarı :

1 C        2 D        3 B         4 D        5 B 
6 D        7 B        8 B         9 C       10 C 
11 B      12 C     13 D       14 B      15 B 
16 A      17 C     18 A       19 B      20 C 
21 A      22 C     23 B       24 A      25 D 
26 C      27 B

Kim Demiş Fedakarlık Zor Diye? (Yavuz Bahadıroğlu) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı



1. Eserimiz hangi bölümle başlar ve hangi bölümle biter? 

A) Teknolojik Aile- Kaçakçılar 
B) Hırsız- Kaçakçılar 
C) Teknolojik Aile- Kırmızı Defter 
D) Miras- Kaçakçılar 

2. Ece’nin annesi cep telefonuyla tanışmadan önce neler örmekteymiş? 

A) Atkı – yelek- eldiven 
B) Çorap – kazak- eldiven 
C) Kazak – atkı-bere 
D) Yelek- bere- çorap 

3. Ece’nin annesi cep telefonunu hangi amaçla kullanmaz? 

A) Mesajlaşmak için 
B) Fotoğraf ve video çekip paylaşmak için 
C) Konuşmak için 
D) İnternetten yemek tarifleri bakmak için 

4. Ece’nin beş yaşındaki kardeşine oyun konsolu alınmasının sebebi nedir? 

A) Hiç arkadaşı olmadığı için 
B) Bilgisayar oyunlarını çok sevdiği için 
C) Canı çok sıkıldığı için 
D) Sessiz durması için 

5. Ece’nin babası eskiden işten gelince ne yaparmış? 

A) Koltuğa uzanıp gazete, dergi, kitap okurmuş 
B) Dev televizyon ekranında dizi ve maçlar izliyormuş 
C) Yorgunluktan konuşacak hali bile olmuyormuş 
D) Koltuğa uzanınca uyuyup kalıyormuş 

6. Ece yatsı namazından sonra nasıl dua ediyormuş? 

A) Allah’ım, annemi kıyafet merakından, babamı para düşüncesinden, kardeşimi de bilgisayar oyunlarından kurtar 
B) Allah’ım, babamı cep telefonundan, annemi televizyondan, kardeşimi de bilgisayar oyunlarından kurtar 
C) Allah’ım, annemi cep telefonundan, babamı televizyondan, kardeşimi de bilgisayar oyunlarından kurtar 
D) Allah’ım, babamı kıyafet merakından, annemi para düşüncesinden, kardeşimi de bilgisayar oyunlarından kurtar 

7. Misafirler, büyüyünce ne olacağını sorduğunda Ece nasıl bir cevap vermişti? 

A) Polis olacağını çünkü kötü adamları yakalamayı çok istediğini söyledi 
B) Katil olacağını çünkü kötü adamların daha çok sevildiğini söyledi 
C) Katil olacağını çünkü kötü adamların hiç sevilmediğini söyledi 
D) Haydut olacağını çünkü onların daha çok saygı gördüğünü söyledi 

8. Hangisi “Hırsız” adlı bölümdeki Haluk ‘un özelliklerinden değildir? 

A) On dört yaşında olup uzun boylu ve zayıftır. 
B) Yalnız kalmaktan hiç ama hiç hoşlanmaz. 
C) Okumayı çok sever. 
D) Korku nedir bilmez. 

9. Süleyman, Canan ve Vildan hangi bölümün kahramanlarıdır? 

A) Miras 
B) Teknolojik Aile 
C) Kırmızı Defter 
D) Hayalim Nerede 

10. Hangileri Süleyman’ın babasına ait olan torbadan çıkanlardan değildir? 

A) Üç kutu ilaç ve bir defter 
B) Birkaç mendil ile bir tarak 
C) İki kalem ile kulaklık 
D) İki kitap ve bir silgi 

11. Aydın’ın babası niçin ormanlarda bekçilik yapıyormuş? 

A) Kötü yürekli insanlar ormanı ateşe veriyor, tomruk ve fidan çalıyordu. 
B) Kötü yürekli insanlar ormana çöp atıyor, ağaçları kesiyordu. 
C) Kötü yürekli insanlar fidanları kırıyor, ağaçları satıyordu. 
D) Kötü yürekli insanlar tomruk ve fidanlara dokunmuyor ama ağaçları kesiyordu. 

12. Aydın’ın babası sayesinde yakalatılan kötü adam kaç yıl cezaya çarptırılmış? 

A) 5 yıl 
B) 4 yıl 
C) 3 yıl 
D) 2 yıl 

13. Kötü adamlar Aydın’ı yakaladıktan sonra ne yapmıştır? 

A) Aydın’ın ellerini ve ayaklarını iplerle bağladılar. Sonra çalı çırpı toplayıp ormanı tutuşturdular. 
B) Aydın’ı sarmaşıklarla ağaca bağladılar. Sonra bantla ağzını kapattılar. 
C) Aydın’ı kalın bir iple ağaca bağladılar. Sonra ağaçları kesmeye başladılar. 
D) Aydın’ı sarmaşıklarla ağaca bağladılar. Sonra çalı çırpı toplayıp ormanı tutuşturdular. 

14. Jandarmaya haber veren Aydın bağlandığı yerden nasıl kurtuldu? 

A) Yanındaki bıçağıyla gizlice bağları kesti. 
B) Son bir çabayla çırpındı ve bağları gevşetti. 
C) Son anda yetişen ekipler onu çözdü. 
D) Kendini zorladı ve sonunda bağları koparmayı başardı. 

15. Aydın, ormandaki yangından kurtulmak için ne yapmıştır? 

A) Kendini suya atıp ıslak mendili ağzına, burnuna bağlamıştır. 
B) Kendini suya atıp hızla karşı tarafa yüzmüştür. 
C) Islak mendili ağzına, burnuna bağlayıp yardım beklemiştir. 
D) Yangının ulaşamayacağı kayalık bir alana tırmanmıştır. 

16. Hangisi Nermin’in haftalarca istediği bebeğin özelliklerinden değildir? 

A) Karnına dokununca kahkahalarla gülüyor. 
B) Kaşığıyla mama verince yiyor. 
C) Ayaklarını gıdıklayınca gülüyor. 
D) Ellerine dokununca seninle gezmek istiyor. 

17. Emrah’ın babası, işleri düzelince ilk olarak ne yapmıştır? 

A) Büyük sitelerden birindeki villaya taşınmıştır. 
B) Son model bir araba almıştır. 
C) Yepyeni eşyalar satın almıştır. 
D) Modern insanlar gibi pahalı kıyafetler almıştır. 

18. Emrah’ın babası niçin araba almıştır? 

A) İş yerine daha erken gidebilmek için 
B) Modern insanların arasına girdikleri için 
C) Oğlunu okuluna bırakabilmek için 
D) Hanımını iş yerine bırakabilmek için 

19. “Anne” adlı bölümdeki Ayşe Hanım’ın eşi nasıl şehit olmuştur? 

A) Hırsızları kovalarken araba kazası yaparak 
B) Bir katili yakalamak için peşinden giderken 
C) Haydutların tuzakladığı bir mayına basarak 
D) Bir hırsızlık olayında çatışmaya girerek 

20. Emrah’ın babası akşamları eve gelince ne yaparmış? 

A) Koltuğa uzanıp kitap ve dergi okurmuş 
B) Televizyonun karşısına geçip dizi izlermiş 
C) Yeni çıkan teknolojik araçları takip edermiş 
D) İnternetin başına geçip yabancı kelimeler ezberlermiş

Cevap Anahtarı :

1 A        2 C        3 B        4 D        5 A 
6 C        7 B        8 B        9 C        10 D 
11 A      12 B      13 D      14 B      15 A 
16 C      17 A      18 B      19 D      20 D

Üç Nesil Üç Hayat (Refik Halit Karay) Kitabından Notlar


ÜÇ NESİL ÜÇ HAYAT - Refik Halit Karay

Kitap Hakkında :

"Cadıbostanı, yani şimdiki Caddebostanı... O tarihte, haftada bir kere İstanbul'dan kalkan, yandan çarklı, bir ufacık vapur, muayyen yerlere uğraya uğraya İzmit'e kadar gider. Fakat uğradığı yerlerde iskele, rıhtım yoktur; açıkta durur, vapura kayıklar yanaşır ve müşterilerle eşya uzak bir yolculukta olduğu gibi zorlukla, bağrışa haykırışa çıkarılır. Cadıbostanı bu duraklardan biridir ve hakikaten bir bostandan başka bir yer değildir. Etrafgöz alabildiğine yalnız bağ ve bağlar ortasında tek tük köşkler. Köşkler ya aşıboyalı, yahut kaplamaları siyahlaşmış, boyasızdır. Biricik yol, yine Bağdat Caddesi'dir; ama eski usul, iri iri kaldırım taşlarıyla döşenmiş. Bugünkü çeşmeler yine yerli yerinde: Ayrılık, Selami, Çatal ve Bostancı çeşmeleri...."
-Refik Halid Karay-

Refik Halid Karay, Üç Nesil Üç Hayat'ta okuru Abdülaziz, II. Abdülhamit ve Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki İstanbul'a götürüyor; yemek sofralarından, ramazanlardan, kadın erkek ilişkilerine kadar pek çok sosyal unsuru gözlemleyerek gazeteci kalemiyle anlatırken, yakın tarihin gündelik olaylarını, kültürel dönüşümlerini renkli, mizahi ve son derece keyifli bir üslupla gözler önüne seriyor.
(Tanıtım Bülteninden)

Kitaptan Notlar :

Müslüman kadınlar hiçbir devirde ağarmış saçlarıyla yaşamazlar. Beyaz saçla gezme işi Müslüman olmayan tebaanın kadınlarından olmaya işaret eder. Bu nedenle Müslüman kadınlar saçlarını her zaman kına ile boyarlar. kınadan elde edilen rengi değiştirmek için kullanılan baharatlardan en çok bilineni ZERDEÇAL dır. Bu baharat saçın rengini kızıldan sarıya çeker. Saçı beyaz bir kadın hamamda sorulmaksızın Hıristiyan olarak tanımlanır. Hıristiyan kadınlara KOKANA denmektedir.

MAKYAJ; kadınlarımızın Cumhuriyet sonrasında yapmaya başladığı bir şey değildir. Makyajın o dönemdeki adı YÜZ YAPMAK tır. Yüz yapmak için en çok kullanılan malzeme RASTIK'tır. Pudra da çok kullanılmıştır. 

Aziz ve Hamit devrinde kadınların yüz yapma biçimi; pudra ile yüzü porselen gibi bembeyaz yapmak, kaş ve kirpikleri tamamen simsiyah boyamaktır. kaş ve kirpik boyamakla ünlenen kadınlar vardır. bunlar genelde fakir kadınlardır ve DÜZGÜN yapmakla ünlenmişlerdir. bu işle geçimini sağlayanlar vardır.

Hamit devrinin güzeli kesinlikle BEYAZ tendir. Esmerlik tartışmasız bir kusurdur. esmerin adı "çingen maşası"dır. İlerleyen zamanlarda buğday ten beğenilir olmuştur. sonraları esmerlik de güzellik sayılmaya başlanır. Ancak bugün bile genel beğeni Beyaz tendir. 

Hamit devrine kadar SERPME BEN pek makbuldür. Sonraları dudak üstünde tek ve belirgin bir BEN güzel sayılır. Güzellik kavramının bu evriminde belki de Fransız Mürebbiyelerin etkisi vardır. 

Kısa saç bu dönemde atlatılmış olan hastalık belirtisidir ve asla sevilmez. Saç uzundur. 

Erkeklerde sakal yerini bıyığa bırakır. Bıyıksız olmak büyük bir kusurdur. Şinasi'nin kısmen köse görünmesinin devlet memuru olmasına engel olduğu anlatılır. Erkeklerin ceplerinde her zaman bir bıyık tarağı bulunur. Bıyıktaki beyaz telller neredeyse yas sebebidir.  Kaytan bıyık, pala bıyık ve Almanlarla gelişen ilişkilerden sonra bükme veya burma bıyık moda olur.

CÜMBÜR CEMAAT sözü günlük dil içerisinde değişime uğramıştır. Sözün doğru biçimi CUMHUR CEMAAT tir. 

Gerek AZİZ devrinde gerekse HAMİT devrinde halk okuma yazma bilmediğinden Aktar dükkânlarının kapılarında, kime ait olduğunu belli etmek için; satılan ürünlerden birisi SEMBOL olarak kullanılmıştır. Bir dükkân açıldığında ilk önce kapısının üzerine örneğin Süpürge asılır. Bir diğeri yıllardır adaçayı asmaktadır. Tarif edilirken adaçaylı dükkân diye tarif edilir.

BERBER ler genelde, hem saç sakal tıraşı yaparlar hem diş çekerler hem de sünnet yaparlardı. Bazı berberler bir tür doktor gibidir. Kocakarı ilaçları ve ilkel yöntemler uygulayanlar olur.

EL ALMIŞ bazı berberlerin tedavi amaçlı olarak hastanın ağzına tükürmesi, sıra dışı olaylardan değildir.

Abdülhamit ve öncesi dönemde evin kapısının YEŞİLE boyanmasının anlamı, bu evden birinin HACCA gidip döndüğünün belirtilmesidir. Hacıdan dönenler yanlarında Zemzem suyu getirirlerdi. Bugün de getirirler. Zemzemin bir miktarı mutlaka saklanır, ölüm döşeğinde olan birilerine içirilirdi. Ayrıca hacdan TOPRAK getirmek de bir adetti. Mahallede doğum yapan kadınlara bu topraktan vermek, dönemin adetlerindendi. 

İçtiği ve emdiği Afyona rağmen söz dinlemeyen çocuklara o dönemlerde neler anlatılırdı? Bütün toplumlarda ÇOCUK bir biçimde korkutulmuştur. Batı toplumlarında da örnekleri olmalı. Abdülaziz ve Abdülhamit devrinde çocukları korkutmak için bazı öyküler anlatılmıştır. Bunlardan birini Kemal Sunal filmlerinden biliyoruz. GULYABANİ...  Umacı, hamam anası, çarşamba karısı, cellat, zindancı, bekçi baba, tımarhaneden boşanan deliler, kesik baş.... Bu isimler ağırlıklı olarak anlatı değildir. Sadece birer isimdir. Bugün bile bazılarımız bu isimlere aşinayızdır.

Kandillerde helva pişirmek ve dağıtmak geleneği Abdülhamit devrinde de vardır. Esasında bu gelenek bizlerin orta asya ve İslâm öncesi dönemlerden getirdiğimiz çok eski bir ritüeldir.

Abdülaziz devrinde özellikle İstanbul'da kullanılan büyük ihtimalle sonraları unutulan SÜBEK adında bir malzeme vardır. Kundaktaki çocuğun bacakları arasına yerleştirilen bir çeşit cam kavanoz olan sübek; çocuğun çişini beşiğe yaparak altını ıslatmasını engellemektedir. 

Bu dönemde ister zengin olsun ister fakir; bütün çocuklar haşlanmış AFYON emerek büyümektedir. AFYON, bu dönemde bütün aktarlarda bulunan bir çocuk büyütme, sakin tutma, uyutma gıdasıdır. 

Ülkemizde kadının doğum yapmasına yardımcı olan kişinin adı EBE'dir. Köy yerlerinde ebeler çoğunlukla alaylı olurlar. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda bütün ülkedeki EBE, DOKTOR sayısı bir kaç yüzle ifade edilir. Abdülaziz ve Abdülhamit dönemlerinde İstanbul'da hastahanelerin sayısında bir artma görülür. Ancak İstanbul'da dahi ebe ile evde doğum yapmak yerine hastaneye gitmek bir çeşit ZÜPPE lik sayılır. 

Bir önceki kuşakta babalarımız ve dedelerimiz arasında örneğin NİYAZİ ve ENVER isimleri vardır. Bunlar RESNELİ NİYAZİ ve ENVER PAŞA'nın adının yaşatılması amaçlıdır. o kuşaklar için, bu isimler önemlidir. Bizim geleneklerimizde İSİMLE YAŞATMAK vardır. Sonra KAZIM ve FEVZİ-ler gelir. Özellikle Doğu Anadolu bölgesinde son iki isim özellikle seçilmiştir. Takip eden dönemde KEMÂL adı çoğalır ki bu da Büyük ATATÜRK'ün yaşatılmasıdır.

“Mavilim kalk gidelim
Feneri yak gidelim”
Bu türkünün sözlerinde geçen “feneri yakmak” ifadesi üzerine:
Gerek Aziz devrinde gerekse Hamit devrinde İstanbul’da ve aslında ülke genelinde sokak aydınlatması bulunmamaktadır. İnsanlar bir eve misafirliğe giderken evin erkeği önde evlad ve iyal (çoluk çocuk ve eş) arkada, elde fenerlerle yürünerek gidilmektedir. Elinde fener olmadan sokaklarda yürümek, hırsızların işi olarak tanımlanır. Evlerde ayakkabılık gibi fenerlikler bulunmaktadır. Fenerler çeşit çeşittir. Genel olarak hafif malzemeden, tel veya ince çitalardan yapılan bir KÜP olan fenerin içerisinde yağlı bir fitil; bir çeşit gaz lambası veya mum vardır. Etrafı saydam bir muşamba ile örtülüdür. Bu fenerlerin işçiliği mükemmel olanları vardır. Herkes gelir durumuna göre fener edinir.
Misafirlikten kalkacak olan evin reisi “Fenerimi Yaksınlar” ricasında bulunur. Fener yakılır ve herkes yola koyulur.

Oruç ve ibadet, hilafet merkezinde umumi nazarda en dejenere şeklini almıştı. İsraf, zina, safahat, kumar, tembellik… Sonra da dindarlık taslama ve riya.
Yalnız tek bir noktada kati perhiz. Alkol…
Bunun da sebebi hükümet yasağından çok, rakının hiçbir surette giderilmesi mümkün olmayan kokusu…

Bu semtin asıl adı: CADI BOSTANI’dır. İstanbul’un piknik alanlarından biridir. Haftada bir İstanbul’dan kalkan yandan çarklı bir vapur ile gidilip yenilen içilen bir yerdir.
İstanbul’da bolca yenen soğan ve sarımsak, Hamit devrinde gözden düşmüş ve yenilmez olmuştur.

PALMİYE AĞAÇLARI Bu ağaçlar Aziz devrine kadar ülkemizde görülmez. Aziz devrinde Avrupa ile ilişkiler artmıştır. Özellikle de Fransa ile… bu dönem Fransa’da Napolyon dönemidir ve Palmiye; Napolyon’un özellikle beğendiği bir ağaçtır. Bu ağaçlar ülkemize o dönemde gelmiş ve yayılmıştır.

10 Yumurta Kaç Öğretmen Eder? Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi


10 YUMURTA KAÇ ÖĞRETMEN EDER ?

Daha ilkokuldayım. Evde telefon çaldı. Koştum, açtım. Babamın okul arkadaşı Kerim amca. O da babam gibi öğretmen. Çocukluğumuzun öğretmenleri işte. İki söz arasında hemen birkaç soru, her fırsatta öğretmenliği yaşıyor ve yapıyor. Telefonda hemen sınav başlıyordu...

-Zafer, İstiklâl Marşımızı kim bestelemiştir?

- Zafer, Konya'nın plakası kaç?

Hepsini yanıtlıyorum.

Yine bir gün soru silsilesinin ardından, o zaman bana çok garip gelen bir soru geldi:

-Zafer, ON YUMURTA KAÇ ÖĞRETMEN EDER?

Şaşırıyorum.

- O nasıl soru Kerim Amca?

Kerim Amca telefonda uzun uzun gülüyor. Bak, diyor. Okulun akıllısı Zafer. Yanıtını bilmediğin bir soru buldum işte. Şimdi telefonu babana ver. Sonra da babana sor. O sana yanıtını verir.?

Babamla Kerim Amcamın telefon görüşmesi bitince, babama soruyorum:

- Baba, Kerim Amcam sordu 10 yumurta kaç öğretmen eder?

Babam da gülmeye başlıyor.

Ardından, gülerek başlayan, ama bittiğinde ikimizin de gözyaşlarıyla yıkanan aşağıdaki öyküyü anlatıyor:

Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinin yaklaşık yirmi kilometre güneyinde yan yana iki orman köyü vardır. Boşnakköy ve Armutlu.

Her iki köyde de hayat zor, insanları yoksuldur.

1950 yılının güneşli bir Temmuz sabahında, bu iki köyün en çalışkan iki öğrencisi Ali ve Kerim, birkaç yıl içinde öğretmen okullarına dönüşecek olan Köy Enstitüsü sınavına katılmak için ilçe merkezine yola çıkarlar. Tabii yürüyerek.

Ali'nin elinde küçük bir sepet ve sepetin içinde on tane yumurta var. Evde para olmadığından, annesi ilçede satıp, sınav için lâzım olacak kalem, silgi gibi ihtiyaçları alması için bu on yumurtayı, biraz kendi evinden, biraz da komşulardan toplayarak Ali'ye vermiş.

Kerim'in ailesi daha da fakir olduğundan, Kerim'de o da yok.

Yaklaşık yirmi kilometre yolu yürüyerek ilçe merkezine ulaşıp, hemen bir bakkala giriyor ve on yumurtayı satarak bir kalem ve bir silgi alıyorlar.

Kalemi de, silgiyi de ikiye bölerek paylaşıyor ve sınava giriyorlar.

İkisi de başarmıştır.

Ancak bilmedikleri bir şey var.

Sınav iki gün.

Bu iki küçük köylü çocuk, sınava girip akşama köylerine dönmeyi düşünürken, şimdi Hükümet Konağı'nın önünde, neredeyse ağlamaklı geceyi nerede geçireceklerini bilmeden, bir aşağı, bir yukarı yürümekte?

Cadde üzerindeki evlerden birinde, bu iki köylü çocuğa merakla bakan bir kadın onları eve çağırır. Durumu öğrenince onları doyurur. Akşama eşi de işten gelir ve çocukları o gece misafir ederler.

İkinci gün de sınav başarılıdır.

Birkaç ay sonra Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsüne kayıt ve ardından şanla şerefle geçen otuz yılı aşkın öğretmenlik yaşamı.

İşte 10 yumurtanın 2 öğretmen ettiğini bu hikayeden öğrenmiştim..

Babam, öykünün sonunu şöyle bağladı:

BAK OĞLUM, KÖYDEN ON YUMURTAYLA ÇIKAN İKİ ÇOCUĞUN ÖĞRETMEN, SUBAY, MÜHENDİS, MİLLETVEKİLİ HATTA CUMHURBAŞKANI OLABİLDİĞİ YÖNETİME CUMHURİYET DENİR.

İğneci Sınıf ve Öğretmene Verilen Değer 1925 Yılında İstanbul Erkek Lisesinde Gerçekleşmiş Bir Olay



1925 de Müdür Lütfi beyin yerine Almanca öğretmenlerinden Besim bey tayin olundu. Müdür Besim beyin müdürlüğü zamanında müessif iğne hâdisesi vuku buldu. İstanbul Lisesinin onuncu sınıfı öğretmen sandalyesine bir iğne yerleştirilmiş. Öğretmen zili çalınca o sınıfta dersi bulunan Arabi öğretmeni (Salih Hoca) sınıfa giriyor. Sandalyeye oturacağı zaman cübbesini iki eliyle düzeltirken eli bir iğneye değiyor. Bir iğnenin yerleştirildiğini hissediyor, sandalyeye oturmuyor, deftere imzasını attıktan sonra:

— Ben bu muameleye layık değildim, sizlere çok teessüf ederim, diyerek dershaneyi terk ediyor. Meseleyi Müdür Besim beye bildiriyor ve istifasını veriyor. Derhal tahkikata geçildi. Fakat bu işin faili bir türlü bulunamıyordu. Bütün bir sınıf derslerden alıkonuldu. Hiçbir talebe itirafta bulunmuyordu. Faili bulamayan idareciler müşkül bir duruma düşmüşlerdi.

l925 yılının öğretmenler toplantısı öğretmenler odasında tam kadro ile toplanmıştır. Fakat Müdür ortada yoktu. 0 gün mutadın dışında öğretmenlere çay ile bisküvi ikram edildi. Çaylar içilirken odaya Müdür ile Lisenin inzibat meclisi azaları (disiplin kurulu) bulunan arkadaşlar girdiler. Müdür beşuş bir çehre ile müjde verir gibi:

— Muhterem hocamız Salih efendiye iğneyi koyan iğneci sınıfın tamamen ihracına karar verdik. Çünkü failini ele vermiyorlar… dedi. Mecliste soğuk bir hava esti. Hatta bir kısım öğretmenler, bir mua1lime yapılan bu hakaretten müteessir olduklarından, bu cezayı münasip gördüler. Hiçbir arkadaş lehde ve aleyhde bir şey konuşmuyordu. Derhal ben söz aldım. Öğretmenlerin en gençlerinden birisi idim. Fakat bu okuldan feyz almış, o sıralarda oturmuş, şimdi de ders veriyordum. Sarı siyahlı idim. Dedim ki:

İnzibat meclisinin bu korkunç kararını tasvib etmiyorum. Koskoca bir sınıf nasıl ihraç edilir. Bir katilin bile kanun karşısında bir avukatı vardır. Eğer delil bulunmuyorsa suçlu olan idaredir, bulması lazımdır. Bulamazsa bu talebelere ihraç cezası veremez. Hem de bütün bir sınıf, öyle bir sınıf ki lisemizin en değerlileri ile doludur. Düşünelim ki, yarın Salih hocadan ve bizlerden daha üstün hizmetler görecek şahsiyetler bu sınıftan yetişecektir.

Benim, bu cesurane sözlerime ne müdür ve ne de arkadaşlardan birisi cevap veremedi. Çaylar içilemedi öğretmenler toplantısı da dağıldı. İğneci sınıf ta tamamen ihraç edildi. O zamanlar ben gazetecilik de ediyordum. Bir iki talebeyi Cumhuriyet gazetesine götürdüm, lehlerinde yazı yazdırdım. Maarif Vekaleti (İğne) hadisesi ile alakadar oldu. Delil bulunamadığından bu talebeler Anadolu liselerine gönderildi. Bir yıl sonra da kadrom İstanbul Lisesinde kalmak üzere derslerimi Vefa Lisesinde vermekliğim kararlaştırıldı.

Salih Hocaya iğneyi koyanın başka sınıftan bir talebe olduğu anlaşıldı. Bu hadisenin sebebi anlaşılamadı. Çünkü Salih Hoca İlmiye sınıfının değerli şahsiyetlerinden birisi idi. Vakur ve bilgili idi. 



1925 yılının 10.sınıfı, yani “iğneciler” arasından kimler çıkmadı ki? :

228 Sait Efendi : Arkadaşları arasındaki lakabıyla H2O, yani sulu Sait. Ünlü hikayeci Sait Faik Abasıyanık
697 Rahmi Efendi : Ünlü hekim, politikacı, şair ve akıl hastalıkları uzmanı Dr.Rahmi Duman
748 Saffet Efendi : Ünlü hukukçu Saffet Nezihi Bölükbaşı
725 Feridun Efendi : Ünlü gazeteci ve yazar Hikmet Feridun Es
Sabri Efendi : Türk politika ve diplomasi hayatının unutulmaz isimlerinden, eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil
Sıtkı Efendi : Demokrat parti döneminin ünlü bakanlarından Sıtkı Yırcalı

Ve daha niceleri…

Hepsi, o “iğneci sınıf”ın meşhur “iğneciler”i arasından çıktılar…

Hikmet Feridun ES’in şu sözü çok meşhurdur. “Biz 43 iğneci idik. Fakat sonradan o kadar çok kişi iğneci sınıftan olduğunu iftiharla iddia etti ki, hayret etmemek mümkün değil …”

Enver Behnan ŞAPOLYO
Cem ATABEYOĞLU

ielev İstanbul Erkek Lisesi Eğitim Vakfı internet sitesinden alınmıştır.

Bir sınıf öğrenci İstanbul'dan Bursa'ya sürülüyor ve öğretmeni tehdit eden, okulu basan öğrenci velileri yok. O zamanlar öğretmenin değeri ve itibarı....

23 Ekim 2020 Cuma

Kızım Bu Havada Üşünür mü? Öğretmenler Okusun Doğan Cüceloğlu'ndan

Doğan Cüceloğlu'ndan alıntı...

Değerli okurlarım,
Emre Pekçetinkaya benim asistanım. Bir yazı gönderdi, izniyle paylaşıyorum. Yorum ve görüşlerinizi eminim o da benim kadar merak ediyordur. Sağlıklı günler dileğim ve sevgimle.
***
On beş yılı aşkın bir sürenin ardından ilk okul arkadaşlarımın bir kısmının adı artık aklımda değil, yüzlerini ise hayal meyal hatırlıyorum. Ara sıra yazıştığım birkaçı dışında zihnimde yer tutmaya devam eden öğrencileri ise bazı öne çıkan yönleriyle anımsıyorum. Türkçe kitabındaki okuma parçalarını güzel bir diksiyonla okuyan Betül, bitki yetiştirme ödevi olarak saksıda harika bir süs biberi yetiştirip öğretmenden hediye kazanan Hatice, karate kursuna giden aynı zamanda sınıftaki tek sarışın çocuk olan Okan gibi. Aklımda kalan bu öğrencilerin çoğu ön ve orta sıralarda oturuyorlardı. Arka sıralarda oturanlardan ise aklımda sadece birkaç isim ve yüz kaldı. Bu öğrencilerden ilk aklıma geleni Seda.
Seda sınıfımıza ilk okul üçüncü sınıfın başında geldi. Onunla ilgili gözümün önüne hemen gelen iki hatıra var. Birincisi, sınıftaki ilk gününden. 
Öğretmenimiz tanışma için; 
“Hangi okuldan geldin? Nerelisin? Baban-annen ne iş yapıyor?” 
gibi bildik soruları ardı ardına sıralarken Seda’nın verdiği bir cevapla sınıf bir anlığına buz kesmişti; 
“Babam öldü!” 
Küçük bir yer olmasından ötürü hepimiz birbirimizi az çok biliyorduk; sınıfımızda o güne değin babasını kaybetmiş bir öğrenci yoktu. Sonrasında 
“Annem çalışıyor” dedi ve diğer sorulanları cevaplayıp oturdu.

Aynı sınıfta okuduğumuz yaklaşık bir buçuk yılda onunla çok sohbetimin olduğunu hatırlamıyorum, fazlasıyla ürkek bir hali vardı ve diğer öğrencilere çok yaklaşan bir çocuk değildi. En arka sıranın bir önünde yine kendisi gibi sessiz bir kızla birlikte oturan Seda’nın yüzünde her daim biraz şaşkın ama şirin bir ifade bulunurdu. Bu şaşkınlık, içinde olduğu ortama ve belki de yaşamın tümüne karşı bir acemilik çektiği duygusu verirdi. Omuzları hizasına gelen simsiyah ve dümdüz saçları ise bir çocuk olarak gözüme sanki perukmuş gibi görünürdü. Konuştuğu nadir anlardaysa hafif peltekliği dikkatimi çekerdi. Ders durumu ise yakınında bulunan öğrencilerin çoğu gibi kötüydü. Bu sebeple yine etrafındaki öğrenciler gibi öğretmenden sık sık azar yerdi.

Onunla ilgili aklımda yer eden ikinci hatıra ise yine üzücüydü ve o yılın ikinci döneminde yaşandı. Aslında daha doğru bir ifadeyle okul hayatımda tanık olduğum en üzücü ve çarpıcı anlardan biriydi. Sıcak bir bahar günü, dersin akışının olağan şekilde devam ettiği bir sırada öğretmenimiz birdenbire Seda’ya, “Bu sıcak havada neden hala mont giyiyorsun?” diye bir soru yöneltti. 

Bir anda sınıftaki tüm gözlerin üzerine toplandığı Seda, utangaç ve gergin bir ifadeyle “üşüyorum öğretmenim” gibi bir söz mırıldandı. Bu cevabı inandırıcı bulmayan öğretmenimiz sesini yükselterek “Kızım bu havada üşünür mü! Çıkar o üstündeki montu!” diye öfkeyle çıkıştı. 

Seda duyulması güç birkaç kelime daha mırıldandı ve montu yine çıkarmadı. Bunu bir karşı gelme, itaatsizlik olarak gören öğretmenimiz bu sefer iyice artan hiddetiyle onu tahtaya çağırdı ve küçük kızın tüm direnişine rağmen yakasına yapışıp montun fermuarını zorla araladı. Ve o anda Seda’nın gözlerinden boşalan yaşlarla birlikte montunun altından üzerinde büyükçe beyaz lekelerin olduğu mavi önlüğü göründü. Tüm sınıf yine bir anlığa sessizliğe boğuldu…

Elleriyle yüzünü kapatıp içini çeke çeke ağlayan Seda’nın ağzından güç bela, “öğretmenim annem çalıştığından yıkayamadı” sözleri duyuldu. Şaşkınlığı ve üzüntüsü belli olan öğretmenimiz “Tamam kızım ağlama tamam, biz yıkattıralım” deyip küçük kızı yerine gönderdi. Seda yüzünü sıraya koyup ağlamaya devam ederken, öğretmenimiz de bir yandan “baba yok, anne doğru düzgün ilgilenmiyor, yazık değil mi bu kıza” diye söyleniyordu. Sonra ön sırada oturan bir kız öğrenciye Seda’nın önlüğünü yıkatmak için eve götürüp götüremeyeceğini sordu. Olumlu cevapla birlikte Seda’ya çıkışta önlüğünü arkadaşına vermesi için tembihledi ve böylelikle olay noktalandı. Bunların hepsi en fazla bir dakika içinde yaşandı ve bitti.

Seda, sonraki günlerde okula temiz önlükle geldi. Fakat tanık olduğum bu sıra dışı ve üzücü olay yıllardan beri sık sık aklıma geliyor. Seda sonrasında temiz önlükle geldi gelmesine ama o gün niçin bu kadar travmatik bir yaşantının içinde buldu kendini? Temiz bir önlükle gelebilmenin bedelini niye bu kadar büyük ödedi?

Düşünüyorum, bu olayın yaşandığı o gün sabah evden nasıl çıkmıştı acaba? Öyle ya herhalde her günkü gibi okula gitmek için erkenden uyandı, önlüğüne şöyle bir baktı, kirli olduğunu gördü. “Kirli önlükle okula gidemezdi!” Belki annesine söyledi ama artık çok geçti, okul vakti gelmişti ve yıkamaya zaman yoktu. Ya da söyleyemeyip şöyle bir iç sıkıntısıyla evin içinde dolandı. Yahut annesi çoktan işe gitmişti bile. Yapacak bir şey yok, havanın montluk olmadığını bile bile, giydi üstüne, çekti fermuarını. “Kirli önlükle okula gidemezdi!” ama en azından artık kirler ortalıkta değildi. Sınıfta oturduğu yerde sıcaklasa da çıkaramadı, hatta bunu aklından bile geçirmedi. Dokuz yaşındaydı, ama içindeki sıkıntıları, utanıp çekindikleri, hissettikleri gerçekti ve tüm bunlarla pekâlâ bir insandı.

Ve diğer yanda öğretmenimiz… 
Onun da küçük kızı montla gördüğündeki şaşkınlığı, sözü dinlenilmediğindeki öfkesi ve en sonunda montun neden giyildiğini anladığındaki üzüntüsü yani her bir duygusu sahiciydi. Eminim ki sonunda böyle bir durumla yüzleşeceğini bilse bu şekilde davranmazdı, yani esasında kötü niyetli denilemezdi. Fakat çok açık görünüyordu ki öğrencisine karşı davranışları paldır küldürdü. Seda’nın duygu ve düşünceleriyle bir insan olduğunu göremiyor, varlığına saygı duymuyor, içinde neler taşıyabileceğini önemsemiyordu. Yani empati/halden anlama duygusu ve ilişki bilinci zayıftı. Ve empati olmadığında, bırakın kötü niyetleri en büyük iyi niyetler bile karşıdakine zarar verebilir… 

Ayrıca öğrenciler olarak hepimiz biliyorduk ki öğretmenimiz sınıfımızdaki her öğrenciye böyle bir davranışta bulunmazdı, bulunamazdı. Onun gözünde Seda, üzerine uzun uzun düşünülüp hassasiyetle davranılacak öğrencilerden değildi…

Sonuç olarak empatinin, insan onuruna saygının var olmadığı her ortam haksızlığı ve incinmişliği beraberinde getiriyor. Umarım aradan geçen yıllar Seda’ya güzellikler getirmiş ve kalbi bu yaşantıyı en az zararla atlatmıştır…

Emre Pekçetinkaya

Şu Acayip Yeryüzü (Tarık Uslu) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı



1. Olimpiyatlar hangi şehirde yapılmaya başlanmıştır? 

A) Roma 
B) Atina 
C) Viyana 
D) Soma 

2. Sümerliler dünyayı nasıl tasvir etmektedirler? 

A) Dünya nilüferlerin açtığı balıkların cirit attığı büyük bir havuda yüzden kertenkelenin sırtıydı 
B) Dünya sazdan yapılma bir kayık şeklindeydi ancak ters dönmüş bir kayık 
C) Dünya, sonsuz büyüklükte dümdüz bir yerdi, dört tane filin üzerinde duruyordu 
D) Dünya, alt ve üst tarafından basık yuvarlaktı ve rengi maviydi 

3. Newton hangi sebeple okuduğu üniversiteden kısa bir süreliğine ayrılıp evine dönmüştür? 

A) Şehrini çok özlemiş olmasından 
B) Şehirde kalacak yeterli parasının olmamasından 
C) Şehirlerine ulaşan veba salgını yüzünden 
D) Şehri hiç sevmemiş olmasından 

4. Dünya Güneşin etrafından niçin ayrılamaz? 

A) Yer çekimi sebebiyle 
B) Güneşin parlaklığı sebebiyle 
C) Gündüz ve gece olsun diye 
D) Dünyada yaşam olması için 

5. “Şu Acayip Yeryüzü” adlı kitapta geçen Dionisio Palidio adlı kişi hangi mesleği yapmaktadır? 

A) Öğretmen 
B) Memur 
C) Hakem 
D) Çiftçi 

6. Volkanik arazilerdeki hangi element önce bitkilere oradan da hayvanlara ve insanlara geçer? 

A) Volkanik Cam 
B) Kül 
C) Selenyum 
D) Kayaç 

7. Aşağıdakilerden hangisi volkanların faydalarından değildir? 

A) Dünyamızın soğuk bölgelerini ısıtırlar 
B) Madenleri yeryüzüne çıkarırlar 
C) Verimli tarım arazileri oluştururlar 
D) Yerkabuğunun altındaki basıncı boşaltırlar 

8. Aşağıdakilerden hangisinde Türkiye’deki sönmüş yanardağlar doğru verilmiştir? 

A) Kop Dağı, Kemerli Kaçkar, Nemrut, Toroslar 
B) Ağrı Dağı, Tendürek, Süphan, Nemrut Dağı 
C) Istranca Dağları, Ağrı, Kaçkar Dağları, Toroslar 
D) Menteşe Dağları, Istranca Dağları, Kaçkar Dağları 

9. Dünya’nın en yüksek tepesine tırmanan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimdir? 

A) Cemal Gülas 
B) Serdar Kılıç 
C) Serhan Poçan 
D) Nasuh Mahruki 

10. “Biz yeryüzünü bir döşek yapmadık mı? Dağları da birer kazık?” Kur’an- ı Kerim’den alınan yukarıdaki ayet hangi sureye aittir? 

A) İnşirah Suresi 
B) Bakara Suresi 
C) Yasin Suresi 
D) Nebe Suresi 

11. Dünya’nın tam şekli hangi şıkta doğru olarak verilmiştir? 

A) Dünya geoid bir küredir 
B) Dünya yuvarlak bir küredir 
C) Dünya dairesel bir küredir 
D) Dünya büyük bir küredir 

12. Hangi insanın yaptığı deniz yolculuğuna kadar dünyanın yuvarlak olduğuna inanılmamıştır? 

A) Macellan 
B) Pisagor 
C) Aristotales 
D) Sofakles 

13. Yer çekimi etkisinden kurtulan astronotlarda hangi değişikliğin görülmesi beklenmez? 

A) Yüz şişer ve ablak bir görüntü alır 
B) Vücut sıvısı baş bölgesine doğru hücum eder 
C) Dişlerin çürümesi hızlanır 
D) Kafatası içindeki sıvı 1,5 litre kadar artar 

14. Dünya’mız şimdikinden küçük olsa hangi değişikliğin olması beklenirdi? 

A) Yer çekimi şimdikinden kuvvetli olurdu 
B) Dünya’nın bütün havası uzaya kaçar giderdi 
C) Yerküre atmosfer tabakasını daha rahat tutardı 
D) Dünya’mız uzay boşluğunda savrulup giderdi 

15. “Uzun gecelerde ısı çok fazla düşer, uzun gündüzlerde ise ortalık kavrulurdu.” ifadesi hangi durumda gerçek olurdu? 

A) Dünya’nın Güneş etrafındaki dönüş hızı yavaşladığında 
B) Dünya’nın kendi etrafındaki dönüş hızı arttığında 
C) Dünya’nın kendi etrafındaki dönüş hızı yavaşladığında 
D) Dünya’nın Güneş etrafındaki dönüş hızı arttığında 

16. “Taş ve küre” kelimelerinin birleşimiyle oluşan yer kabuğunun bilimsel adı nedir? 

A) Litosfer 
B) Atmosfer 
C) Pirosfer 
D) Hidrosfer 

17. “Dünya’mızın neredeyse %80’ini oluşturur. Yanardağlardan fışkıran lavlar buradan gelir.” bahsedilen katmanın adı nedir? 

A) Yer kabuğu 
B) Dış Çekirdek 
C) İç Çekirdek 
D) Manto 

“Ziyaretçilerin merakla seyrettikleri bir gün, korkunç bir patlama oldu ve koninin ağzı ikiye ayrıldı. Herkesin gözü önünde nur topu gibi bir yanardağ oluşmuştu.” 
18. Yukarıdaki paragrafta hangi yanardağın oluşumu anlatılmaktadır? 

A) Paricutin Yanardağı 
B) Saint Helens Yanardağı 
C) Del Ruiz Yanardağı 
D) Nemrut Yanardağı 

19. Yanardağlar patlayacağı zaman bazı işaretler verir. Hangisi bu işaretlerden biri değildir? 

A) Dağın kraterinden gazlar çıkmaya başlar 
B) Yer sarsıntıları artar 
C) Hava sıcaklığında ani bir artış yaşanır 
D) Dağın yamaçlarındaki toprakta şişkinlikler oluşur 

20. Anadolu toprakları içinde son yanardağ patlaması hangi yıllarda görülmüştür? 

A) 1300’lü yıllarda 
B) 1400’lü yıllarda 
C) 1500’lü yıllarda 
D) 1600’lü yıllarda 

21. Dağların yeryüzüne yayılışı ile ilgili hangisi doğrudur? 

A) Avrupa’nın yarıya yakını dağlarla kaplıdır 
B) Karaların %34’ü dağlarla kaplıdır 
C) Amerika’nın 3’te 1’i dağlarla kaplıdır 
D) Afrika’nın %3’ü dağlarla kaplıdır 

22. Dünya’nın en kurak bölgesi olan Atakama Çölü hakkında verilen bilgilerden hangisi doğrudur? 

A) Kısa süreliğine de olsa çölün sis bulutuyla kaplandığı olur 
B) Buraya 150 yıl tek damla yağmur yağmadığı olur 
C) Burada bırakın kuşu böceği, bir ot bile yaşamaz 
D) Genelde rüzgârlıdır ve sürekli kum fırtınaları görülür

23. Hangi çölde kar yığınlarından yiyen bir deveyle karşılaşma ihtimaliniz vardır? 

A) Antarktika Çölü 
B) Ekvator Çölü 
C) Gobi Çölü 
D) Atakama Çölü 

24. Şehirlerinin surlarını güçlendirmek için, harç yerine ham petrolden yapılan asfaltı kullanan kimlerdir? 

A) Mısırlılar 
B) Babilliler 
C) Çinliler 
D) Kızılderililer 

25. Meyve suyunun içine atılan buz parçaları neden dibe batmaz? 

A) Çünkü su donarken genleştiği için buz, sudan daha hafif olur 
B) Çünkü buz erirken genleştiği için, sudan daha hafif olur 
C) Çünkü buz donarken genleştiği için su, buzdan daha hafif olur 
D) Çünkü su donarken genleştiği için buz, sudan daha ağır olur 

26. Aşağıdakilerden hangisi yeryüzündeki suların geç ısınıp geç soğumasının canlılara faydalarından biridir? 

A) Soğuk bölgelerdeki ısıyı emerek canlılar için sıcak bir yaşam alanı oluşturur 
B) Geceden depoladıkları ısıyı hızla verdikleri için ortamın birden soğumasına engel olurlar 
C) Gündüzleri sıcak bölgelerdeki ısıyı adeta emerek ortalığın soğumasına engel olurlar 
D) Sular, geceleri bir nevi kalorifer gibi ortamı ısıtır

Cevap Anahtarı :

1 B      2 B      3 C      4 A       5 D       6 C
7 A      8 B      9 D    10 D      11 A    12 A 
13 C   14 B    15 C    16 A     17 D     18 A 
19 C   20 B    21 D     22 A    23 C     24 B 
25 A   26 D

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...