3 Aralık 2022 Cumartesi

Zahir (Paulo Coelho) Kitabının Özeti, Konusu ve Tahlili


Kitabın Adı: Zahir

Kitabın Yazarı: Paulo Coelho

Kitap Hakkında Bilgi:

"Seni kendimden bile daha çok seviyorum." Eğer bunu söyleyebilirsem kendimle barış içinde yaşamayı sürdürebilirim, çünkü bu aşk beni rehin aldı.
Ünlü, başarılı, zengin bir yazarın savaş muhabirliği yapan karısı Esther bir gün ansızın ortadan kaybolur. Esther kaçırılmış mıdır, öldürülmüş müdür, yoksa kocasını mı terk etmiştir? Çok sevdiği karısını bulmak için yanıp tutuşan yazar, Esther'in en son birlikte görüldüğü Kazak genci Mikhail'le birlikte Fransa'dan İspanya'ya, Hırvatistan'dan Orta Asya steplerine uzanan bir yolculukta bulur kendini. Bu büyülü yolculuk giderek bir 'iç yolculuğa' dönüşecek, yazar yazgının gücü ve aşkın doğasını yeniden keşfedecek, yaşamına yeni değerler biçecektir... Günümüzün en çok okunan yazarlarından Paulo Coelho, daha önce yayınlanan Simyacı, On Bir Dakika, Veronika Ölmek İstiyor gibi romanlarından sonra Zâhir'de de, okurlarını bir ruh yolculuğuna çıkarıyor. Zâhir'i okuduğunuzda, kendinizi daha derinden tanıyacaksınız.

Zahir ilk olarak 2005 yılında yazıldığı dil olan Portekizce yerine İran'da Farsça olarak yayına çıkmıştır.

Kitabın Konusu:

Kitap; ünlü bir yazarın eşinin birden ortadan kaybolması üzerine Avrupa'dan başlayıp Ortaasya'ya uzanan yolculuğunda felsefi bir şekilde aşkı konu edinmiştir.

Kitabın Özeti:

"Zahir, Arapça’da görünen, mevcut, fark etmeden geçilemeyen anlamına gelir. Onlarla temasa geçtiğimizde, başka hiçbir şey düşünemeyecek duruma gelene kadar yavaş yavaş her düşüncemizi işgal eden biri ya da bir şeydir. Bu, ya kutsallık ya da delilik durumu olarak kabul edilebilir."

Kitapta dünyaca ünlü bir yazar olan ana karakterimizin adı geçmemektedir. Yazarın karısı Esther hiçbir açıklama yapmadan Paris’teki evlerinden kaybolmuştur. Yazar her yerde karsını aramaktadır. Kendisi dünya çapında çok ünlü, kitapları çok satan ve zengin bir yazardır. 

Yazarın karısı Esther ya kaçırılmış ya da evini terk etmiştir. Yazar karısının ortadan kaybolduğunu polise bildir ancak polis yazarı şüpheyle gözaltına alır. Yazarın metresi gelir ve bir mazeret beyan ederek serbest kalmasını sağlar.

Yazar karısını bulmaya ve gerçeği ortaya çıkarmak da kararlıdır. Karısıyla tanışmadan önceki hayatını, tanıştıktan sonra karısının kendisine olan inancını, desteğini başarılı bir yazar olmasındaki önemli rolünü düşünür. Bu arada evde karısı Esther’in başta pasaportu olmak üzere birçok eşyasının eksik olduğunu fark eder. Karısı Esther’in kendisini terk ettiğini ve ülke dışına çıktığını düşünür.

Yazar suçluluk duygusu ve yaşadığı kaybın etkisinden uzaklaştırmak için güzel ve genç bir oyuncu olan Marie ile yeni bir ilişkiye başlar. Esther kaybolmadan önce en son Mikhail adında Moğol görünümlü biri ile görülmüştür. Yazar karısı Esther’in birlikte olduğundan şüphelendiği yakın arkadaşlarından biri olan Mikhail ile karşılaşır. Mikhail'den kendisinin karşı çıkmasına rağmen Esther’in savaş muhabiri olarak çalıştığını öğrenir. Bu bilgi ile evlilikleri esnasında Esther’in gittikçe büyüyen mutsuzluğunu anlamaya başlar.

Mikhail, yerel bir restoranda haftalık olarak evsiz insanlarla hikayeler paylaşmak için hayırseverlik toplantılarına katılmaktadır. Yazar, Mikhail’i Esther’in yerini açıklaması ikna etmeye çalışır. Mikhail bu sırada epilepsi nöbeti geçirir. Bir süre sonra yazar Mikhail’i kendisine Esther’in yerini söylemesi için ikna eder. Fakat Mikhail yazara “Ses” in doğru zaman olmadığını söylediğini söyler.

Yazar ertesi gün bir kaza geçirir. Kazayı, karısı Esther ile karşılaşmak için doğru zamanın gelmediğinin bir işareti olarak görür. Esther’in kendisinden çok daha iyi biri olduğunu ve onu tekrar kazanmak için onun kadar iyi yönde değişmesi gerektiğini fark eder.

Yazar Mikhail ile daha fazla biraraya gelmeye başlar. Mikhail'den karısının ilişkilerinde hissettiği aşkı ve üzüntüyü öğrenir. Marie, yazarın hala karısını sevdiğini anladığında ondan ayrılır.

Yazar, Mikhail ile birlikte Kazakistan’a gider. Büyükbabası Esther’in manevi danışmanı olan Dos ile iletişime geçerler. Birlikte bozkırlara giderler. Esther’in halı yapmayı öğrendiği ve Fransızca öğrettiği köyü bulurlar. Dos, yazarın dkendisine yeni bir isim seçmesini sağlar. Ulysses’e atıfta bulunarak ‘hiç kimse’ adını seçer. Aşk kavramını yeniden keşfettikten sonra nihayet Esther ile karşılaşır.

Yazar Esther'i kendisini beklerken bulur. Esther, Dos’un sevgilisi olduğunu ve başka bir adamdan hamile kaldığını söyler. Yazarın kalbi kırılır ancak onu güvende kalması için ikna etmeye çalışır. Esther, kocasının ikna çabasına kulak asmaz ve gidebilmek için bir at ister. Esther bir kez daha yazardan ayrılır ve kendi zahirinin peşine düşer.

1 Aralık 2022 Perşembe

Eğitim, Teknoloji ve Tarım


Eğitim, Teknoloji ve Tarım

Dünya büyük bir hızla değişime uğruyor.

Bir taraftan büyük teknolojik gelişmeler ve dijital dönüşüm oluyor, diğer taraftan küresel ısınma, ekonomik sıkıntılar, pandemi ve savaşlar sonucunda gıda sıkıntısı, su sorunu, hayatta kalabilme çabası...

Yaşadığımız zaman her şeyi hesap etmemizi gerektiryor. Teknolojik gelişime önem verdiğimiz kadar yaşadığımız gezegeni yaşanabilir olarak gelecek nesillere bırakmak da çok önem arzetmekte.

Ülkemiz için sanayi şehirleri oluşturmak ne kadar önemli ise tarım şehirleri oluşturmak da bir o kadar önemlidir. 

Tarım şehirlerinin planlanmasında sanayi şehirlerinden bir eksiği bulunmamalı. Gençlerimizin göç etmeyi düşünmediği, severek yaşayacakları her imkan tarım şehirlerinde de bulunmalıdır. 

Tarım ve hayvancılık artık geleneksel üretim metodları yerine Tarım ve Hayvancılık Meslek Liseleri ve üniversiteler ile geniş kitlelere öğretilerek modern üretim yönetemlerine kavuşturulmalı. Yöresindeki toprak analizini yapmış, üretilebilir tarım ürünlerini bilen, modern üretim metodlarına vakıf, hayvancılığı bilinçli olarak yapabilen bireyler yetiştirmeli ve teşvik edilmeli.

Üretilen ürünlerin tüketim merkezlerine arzı konusunda kooperatifler kurulmalı ve aracılar ortadan kaldırılarak uygun fiyatlar ile tüketicilere ulaştırılmalı. 

Tarım şehirleri ile kırsaldan büyük şehirlere göç durdurulurken yerinde istihdan sağlanarak işsizlik azaltılabilir. Özellikle genç işsizliğin azaltılması ile gençlerimizin yurt dışına beyin göçü yapmaları da azalacaktır.

Artan gıda enflasyonuna karşı tarım ve hayvancılık üretimi artırılarak fiyat dengesi sağlanabilir.

Ülkemizde yapılan İHA, SİHA, TOGG ve benzeri başarılı büyük projeler ile gurur duyuyoruz. 
Artan turist sayısı ve turizm gelirleri çok önemli... 
En az bunlar kadar önemli olan bir başka şey ise ata tohumlarımıza sahip çıkmaktır. GDO'lu ürünlerden korunmuş genç nesiller yetiştirmek önceliğimiz olmalı. Yurt dışından ithal ettiğimiz tohumlardan yetiştirdiğimiz ürünler ile sağlıklı nesiller yetiştirmemiz düşünülemez.

Atatürk'ün askeri okullarda okutulmasını istediği Gregory Petrov'un Beyaz Zambaklar Ülkesi adlı kitapta bir ulusun eğitim ile nasıl gelişmiş bir ülke haline geldiği anlatılmaktadır. Kitapta Finlandiya için anlatılanlar gibi ülkemizde başta eğiticileri ile sağlıklı kalkınma için gereken hamleleri topyekün bir ve beraberlik içinde yapabilir. Tüketen değil üreten, isaraf eden değil tasarruf eden, çatışan değil barışan nesiller yetiştirmek başta aileler olmak üzere tüm eğitimcilerin ortak hedefi olmalıdır.

Özetle; 
Bilim ve teknoloji ne kadar önemli ise tarım ve hayvancılık da o kadar önemli. 
Fabrikalar nekadar önemli ise tarlalar da o kadar önemli. 
İHA ve SİHA üretmek ne kadar önemli ise GDO'suz ata tohumu üretmek de o kadar önemli...

29 Kasım 2022 Salı

TOGG'un Yıllık Üretim Hedefi Kaç Araç Olacak?


TOGG üretim hedefi 3 dakikada 1 araç: Hedef 1 milyon araç üretimi

TOGG’un Bursa Gemlik’te bulunan fabrikası her 3 dakikada 1 araç üretme kapasitesine sahip.

Bursa Gemlik’te 2030 sonuna kadar 1 milyon araba üretilmesi hedefleniyor.

Bursa Gemlik’te bulunan fabrika 1,2 milyon metrekare alan üzerine kurulmuştur. Son teknoloji donanımlı fabrika her 3 dakikada bir araç üretme kapasitesine sahiptir. 

Üretilen TOGG arabalardan kamuya 2035 yılına kadar 30 bin araç satılması planlanmaktadır.

Bursa Gemlik’teki fabrikada şu anda toplam 1400 kişinin çalışmaktadır. Togg’da üretim kapasitesi 175 bin adede ulaştığında istihdamın 4 bin 300 kişiye yükseltilecek.

26 Kasım 2022 Cumartesi

Türkiye’de Satılan Elektrikli Otomobillerin Ortalama Elektrik Tüketim Değerleri Ne Kadardır?


Türkiye’de Satılan Elektrikli Otomobillerin Ortalama Elektrik Tüketim Değerleri Ne Kadardır?

Türkiye’de satılan bir elektrikli araba hızlı şarj edildiği zaman ortalama kilometre maliyeti 58 kuruş ile 98 kuruş arasında değişmektedir.

Kış şartları, arabayı performanslı kullanım, bataryanın yeterince sıcak olmaması gibi nedenlerle tüketim maliyet daha da fazla olabilmektedir.

Türkiye'de hızlı şarj altyapısı henüz yeterince yaygınlaşmadığı için DC şarj soketlerinde fiyatlar oldukça yüksektir. İlerleyen zamanlarda daha fazla hızlı şarj ünitesinin hizmete girmesiyle DC şarj maliyetinin de belirgin şekilde azalması beklenmektedir.

Türkiye’de satılan elektrikli otomobillerin 100 kilometrede şehir içi ve şehir dışı karma elektrik tüketim değerleri ve evde şarj edilmesi durumunda kilometre maliyetlerine aşağıdaki gibidir. 

kWh maliyeti hesaplanırken ev elektriğinin Haziran 2022 elektrik tarifesi fiyatı olan 2,14 ₺ baz alınmıştır. 

Araç Modeli                Ort. Tüketim   KM Maliyet

Mercedes EQS                18,4 kWh            0,39 ₺
BMW iX                         19,8 kWh            0,42 ₺
Skywell ET5                   17,2 kWh            0,36 ₺
Renault ZOE                   17,2 kWh            0,36 ₺
Hyundai Kona Elektrik   14,7 kWh            0,31 ₺
Volvo XC40 Recharge     23,8 kWh           0,51 ₺
MG ZS EV                       18,6 kWh           0,39 ₺
XEV iEV7s                       15 kWh             0,32 ₺
BMW iX3                        18,5 kWh           0,39 ₺
Porsche Taycan                28,5 kWh           0,61 ₺
SERES 3                          15,8 kWh           0,33 ₺
Mercedes EQA                 17,5 kWh           0,37 ₺
Mercedes EQC                 20,8 kWh           0,44 ₺

Elektrikli Araçlarda Kullanılan Bataryaların Ömrü ve Değişim Süresi Ne Kadardır?


Elektrikli Araçlarda Kullanılan Bataryaların Ömrü Ne Kadardır?

Elektrikli araçlar sayesinde dünya artık daha verimli ve çevreci otomobiller dönemine geçiyor. Elektrik araçlarda hareketli parçası sayısı bir elin parmaklarını geçmez ve böylece daha dayanıklı olan elektrikli araçlarla otomotiv sektörü yeniden şekillenmektedir. Fakat elektrikli araçların zamanla batarya kapasitesinde kayıp oluşması büyük bir problem olarak görülmektedir. Kullanım şekline ve çeşitli etkenlere bağlı olarak bu otomobiller zaman içerisinde gideceği mesafe kaybına uğrarlar.

Batarya, elektrikli araçlarda oldukça pahalı bir parçadır.  Bunun için batarya ömrü elektrikli araç kullanıcıları için en önemli sorun olarak görülmektedir. 

Lityum iyon bataryalar zamanla enerji kapasitesini kaybedebilmektedir. Bu durum genelde rutin kullanım, şarj döngüleri neticesinde ortaya çıkmaktadır. Cox Automotive tarafından yayımlanan bir araştırmaya göre, elektrikli araba müşterilerinin yüzde elliye yakını araçların batarya ömrünün 100 bin kilometre civarında olduğunu düşünmektedir. Her ne kadar elektrikli araç bataryaları şarj kapasitesinin bir kısmını kaybedebilse de gelişen yeni teknolojiler ile bu süre 20 yıla kadar çıkabilmektedir.

Her geçen gün yeni bir elektrikli modelin piyasaya çıktığı elektrikli araç piyasasında garanti süresi ortalama 8 yıl olarak ortaya çıkmaktadır. Kia, elektrikli araç portföyü için 3 ila 10 yıl/150.000 km veya 100.000 mil batarya kapasitesi garantisi sunmaktadır. Tam rakamlar yaşadığınız ülkeye göre değişim gösterebilir. Garanti kapsamındaki yıl sayısı ve mesafe ülkeye göre değişir.

Günümüzde elektrikli araçlarda genellikle lityum iyon batarya kullanılmaktadır. Nikel bazlı bataryalara göre kapasitesi daha çok olan bu bataryalar elektrikli araçlara daha uzun menzil ve daha hızlı şarj sağlamaktadır.

Lityum iyon bataryanın 160 bin kilometreye kadar kapasitesini koruyabildiği yapılan çalışmalarda ortaya konulmuştur.

Elektrikli araçlara 8 yıl boyunca garanti verildiği düşünüldüğünde yılda 20 bin kilometreden fazla yol yapılmazsa, ihtiyaç halinde batarya garantiden değiştirilebilir. Buna rağmen eğer bir şekilde batarya değişimi gerekir ve garanti karşılamazsa ortaya yüksek bir maliyet çıkabilir.

Lityum iyon batarya fiyatları 2010 yılında 1.160 dolardan Aralık 2020'de yüzde 89 oranında azalmış ve 137 dolar/kWh'ye düşmüştür. 2030 yılına kadar da lityum iyon batarya fiyatlarının 73 dolar/kWh’a kadar düşmesi beklenmektedir. Bir elektrikli aracın batarya maliyeti 10.000 ile 20.000 dolar arasındaki rakamlara çıkabilmektedir.

Bazı elektrikli araçların batarya değişim ücretleri;

* Tesla Model S                  $13,000  -  $20,000
* Tesla Model Y                 $11,000  -  $16,000
* Ford Mustang Mach-E    $18,000  -  $24,000

27 Ekim 2022 Perşembe

Türkçenin Matematiği, Bilimsel ve Matematiksel Yönden Türkçe


Türkçenin Matematiği, Bilimsel ve Matematiksel Yönden Türkçe

Victor Hugo şiirlerini 40.000 kelime ile yazmıştır.Türkçe’yi en zengin kullanan yazarlardan Yaşar Kemal’in romanları 3.500 kelimeyi geçmez. Bu görüş haklıdır çünkü Türkçe, Fransızca’ya oranla daha az sözcük içermektedir.

Türkçe, İngilizce’ye, Almanca’ya, İspanyolca’ya göre de daha az sözcük içermektedir. Fakat bu durum Türkçe’nin daha yetersiz bir dil olduğu anlamına gelmez. Çünkü Türkçe az sözcük ile çok şey anlatabilen bir dildir. Daha fazla sözcük içerse bunun kimseye zararı dokunmaz ancak, gerek yoktur.

Başka bir dilden Türkçe’ye çeviri yapan herkes sözlüğü açtığında, aralarında minik anlam farkları olan bir çok sözcüğün Türkçe karşılığında çoğu zaman aynı kelimeyi okur. Bu, ilk bakışta bir eksiklik gibi görünebilir, oysa öyle değildir. Çünkü yukarıda adı geçen diller kelimelerin statik olan anlamlarını öğrenmeye, Türkçe ise bu anlamları bulup çıkarmaya, yani dinamik anlamlandırmaya dayalıdır.

Türkçe’de anlamları sözlükteki tanımlar değil, kelimelerin cümle içindeki konumları belirler. Türkçe’nin, referans olmak üzere sadece gerektiği kadarı sözlüklere alınmış, sonsuz sayıda kelime içerdiği bile öne sürülebilir.

İngilizce-Türkçe sözlükte “sick”, “ill” ve “patient”ın karşısında hep “hasta” yazar. Bu bağlamda ingilizce’nin üç kat daha fazla sözcük içerdiği söylenirse bu doğrudur. Ancak, aradaki farkların Türkçe’de vurgulanamadığı söylenmeye kalkılırsa bu yanlış olur: “doktor falanca beyin hastası olmak”, “böbrek hastası olmak”, “internet hastası olmak”, “filanca şarkının hastası olmak” arasındaki farkı Türkçe konuşan herkes bir çırpıda anlar.

Bunun nasıl olabildiğini görmek zor değildir. Bir kalem alıp, alt alta:

3+5=8

12+5=17

38+5=43

yazmak, sonra da bunları toplamak yeterlidir. Hepsinde aynı “+5″ yazdığı halde!

Sonuçlar farklı çıkıyorsa, Türkçe’de de hepsinde aynı “hastası olmak” ifadesi geçtiği halde sonuçlar farklı olmaktadır. Türkçe’nin az kelime ile çok iş yapmasının sırrı matematiktedir. 

0′dan 9′a kadar 10 tane rakam, artı, eksi, çarpı, bölü dört işlem işareti ve bir ondalık ayracı virgül, yani topu topu 15 simge ile sonsuz sayıda işlem yapılabilir. Türkçe de benzer özellikler gösterir.

Türkçe matematiğe dayalı olmaktan da öte, neredeyse matematiğin kılık değiştirmiş halidir.

Türkçe’deki herhangi bir fiilin çekiminin ve kelimelerin nasıl çoğul yapılacağının öğrenilmiş olması, henüz varlığı bile bilinmeyen, 5 yıl sonra Türkçe’ye girecek fiillerin nasıl çekileceğinin ve 300 yıl önce unutulmuş kelimelerin çoğullarının ne olduğunun biliniyor olması demektir. 

Bu tıpkı birinci dereceden 2 bilinmeyenli bir denklemin nasıl çözüleceği öğrenildiğinde, sadece “x=6″, “y=23″ olan denklemlerin değil, aynı dereceden bütün denklemlerin nasıl çözüleceğinin öğrenilmiş olması gibidir.

Oysa sözgelimi ingilizce’de “go”, “went” olurken “do”, “did” olur. Çoğul ekleri için de durum aynıdır: “foot”, “feet” olurken “boot”, “beet” değil “boots” olur. Bunun tutarlı bir iç mantığı yoktur, tek çare böyle olduklarının bellenmesidir.

Türkçe’de ise, statik kelimeleri ezberlemek yerine dinamik kuralları öğrenmek gerekir. Türkçe’de neredeyse istisna bile yoktur. Olanlar da ses uyumu gereği “alma” olması gereken meyve isminin “elma” biçimine dönmesi gibi birkaç minör istisnadır. Kurallar ise neredeyse, bu dili icat edenlerin Türk olduğuna inanmayı zorlaştıracak kadar güçlü ve kesindir. Bu noktadan sonra, anlatılanları matematik olarak formüle etmek, aradaki ilişkiyi somutlaştırabilmek açısından yararlı olacaktır. Bunu yapmanın en kolay yolu ikili sayı sistemini kullanmak olduğu için de yalnızca 0 ve 1′leri kullanmak yeterlidir. İzleyen örneklerde [1=var] ve [0=yok] anlamında kullanılmışlardır.

Kelime kökü çoğul eki matematik ifade:

ev……..ler…….evler

1.0…….0.1……1.1

Türkçe’deki bütün kelimelerin 2 bit olduğu varsayılabilir (ileride bit sayısı artacak). Tekil olan bütün kelimeler 1.0 (kelime kökü var; çoğul eki yok), çoğul olanlar ise 1.1′dir (kelime kökü var; çoğul eki var). Bu kural hiç değişmemek bir yana, öylesine güçlüdür ki Türkçe’de başka hiç bir dilde yapılamayacak bir şey yapılıp, olmayan bir kelimenin çoğulu dahi söylenebilir (0.1). Birisi karşısındakine sadece “ler” dediğinde, alacağı tepki: “anladık ler de, neler?” türünden bir cevap olacaktır. Bir şeylerin çoğulunun söylendiği bellidir de, neyin çoğulunun kastedildiği açık değildir.

Vurgulama / sıfat kökü zayıflatma matematik ifade

kırmızı

0.1.0

kıp kırmızı

1.1.0

kırmızı msı

0.1.1

kıp kırmızı msı

1.1.1

Türkçe’deki sıfatların anlamını kuvvetlendirmeye veya zayıflatmaya yarayan bu kural da hiç değişmez. Hatta istenirse bu kurala uyan ama hiçbir sözlükte bulunmayan, hem kuvvetlendirilmiş hem de zayıflatılmış garip sıfatlar bile türetilebilir. “Güneş doğmazdan az önce ufuk kıpkırmızımsı (kıp Kırmızı Tramvaymsı; [1.1.1]) bir renk aldı” dendiğinde, herkes neyin kastedildiğini anlayacaktır. Çünkü ayaküstü türetilen bu sıfat, hiçbir sözlükte yer almaz ama, Türkçe konuşan herkesin çok iyi bildiği bu kurala uygundur.

Fiil çekimlerinde de işler farklı değildir. Burada zorunlu olarak kişi için 3, zaman için 2 bitlik gruplar kullanılacak. Çoklu bit grupları şunları ifade edecek:

011 = ben

010 = sen

000 = o

111 = biz

110 = siz

100 = onlar

00 = geniş zaman

11 = şimdiki zaman

10 = gelecek zaman

01 = geçmiş zaman

kök kişi matematik ifade

yeterlilik……………..Oku (y)abil dim……………..= 1.1.0.01.0.0.011

olumsuz……………..Oku (y)a ma z mış sın………= 1.1.100.0.1.010

zaman……………… Gel me (y)ecek ti…………….= 1.0.1.10.1.0.000

zaman……………….Git me di k…………………… = 1.0.1.01.0.0.111

hikaye……………….Şaşır abil ecek ti niz ………..= 1.1.0.10.1.0.110

rivayet……………….Bil (i)yor lar…………………. = 1.0.0.11.0.0.100

kişi

tabloda zaman ile ilgili küme 3 bit yapılıp geçmiş zaman “di’li geçmiş” ve “miş’li geçmiş” olarak ikiye ayrılabilir, soru bileşkeni için ayrı bir bit eklenebilir, emir ve şart kipleri de işin içine katılabilir ancak, sonuç değişmezdi.

Cümleleri oluşturan öğelerin (özne, nesne, yüklem, vb…) Sıralaması da rasgele değildir. Türkçe cümleler bir tür “crescendo” (şiddeti giderek artan dizi) izlerler. Bütün vurgu en sonda yer alan yüklem (fiil) üzerindedir. Diğer öğelerin önemi, yükleme olan yakınlık/uzaklık konumları ile belirlenir. Yükleme yakınlaştıkça önem artar. Gene matematiksel olarak ele almak gerekirse, cümleyi oluşturan her bir öğenin toplam öğe sayısı kadar haneden oluşan bir matematik değere sahip olduğu varsayılabilir.

“dün Ahmet camı kırdı” cümlesi 4 öğeden oluşmaktadır; o halde her öğe 4 haneli bir değere sahip olacak, ilk öğe en düşük, son öğe ise en yüksek değeri taşıyacaktır.

Cümle

matematik değer

0001

matematik değer

0011

matematik değer

0111

matematik değer

1111

1 dün Ahmet camı kırdı.

2 dün camı Ahmet kırdı.

3 Ahmet dün camı kırdı.

4 Ahmet camı dün kırdı.

5 camı dün Ahmet kırdı.

6 camı Ahmet dün kırdı.

Şimdi tablodaki cümleler tek, tek ele alınabilir:

1. Cümle: dün Ahmet bir iş yaptı ve bu camı kırmak oldu.

2. Cümle: dün kırılan camı başkası değil Ahmet kırdı (suçlu Ahmet!).

3. Cümle: Ahmet’in dünkü işi camı kırmak oldu (belki önceki gün kitap okumuştu).

4. Cümle: Ahmet camı herhangi bir zaman değil, dün kırdı (yarın kırması gerekiyor olabilirdi).

5. Cümle: cam düne kadar sağlamdı, kırılmasının suçlusu ise Ahmet.

6. Cümle: camı Ahmet zaten kıracaktı, bunu dün yaptı.

Cümleyi oluşturan öğeler kesinlikle aynı kalırken (cam hep ‘i’ haliyle “camı” olarak kaldı; fiil hep 3. Tekil şahıs, di’li geçmiş zamanda çekildi, vb.) Sadece yerlerinin değişmesi cümlelerin anlamlarını da değiştirdi.

Her cümlede 0011, 0001′den daha fazla, 0111 bu ikisinden daha fazla, 1111 ise hepsinden daha fazla önem taşıdı. Anlamı belirleyen de zaten her bir öğenin matematik değeri oldu. Kelimelerin statik anlamlar taşıdıkları dillerde, zaman belirtecinin (dün) yeri değiştirilerek elde edilebilecek 2 çeşitlemenin dışında diğer anlamları vermek için kip değiştirmek (edilgen kip – passive mode kullanmak) veya araya açıklayıcı başka kelimeler eklemek gerekir. Türkçe konuşanlar ise her bir cümlenin diğerinden farkını derhal anlarlar.

Matematik ile olan alışveriş yalnızca verilen örneklerle sınırlı değildir. Türkçe’nin ne tarafı ele alınsa bu ilişki ile yüz, yüze gelinir. Türkçe’nin bu özelliğini “insanlar kendilerine ulaşan mesajları nasıl anlarlar? Bunun kullanılan dil ile bir ilgisi var mıdır? Bir Fransız, bir İngiliz, bir Türk aynı mesajı kendi ana dillerinde alsalar, birbirleri ile aynı şekilde mi, yoksa farklı mı algılarlar? Eğer dilin algılamayla ilgisi varsa, işin içine bir dil karışmadığı yani sözgelimi bir pantomim gösterisi izlenir veya üzerinde hiç yazı olmayan bir afişe bakılırken, dil ile ilgili bu alışkanlıklar nasıl etki ederler?” türünden sorulara yanıt ararken fark ettim. Bu özellik konuya ilgi ve sabırla yaklaşıp bakmayı bilen herkesin görebileceği kadar açık. O nedenle, bu güne kadar kesinlikle başkaları tarafından da görülmüş olmalı. “Türkçe çok lastikli, nereye çeksen oraya gidiyor” diyenler de aslında, hayal meyal bu özelliği fark eder gibi olup, ne olduğunu tam adlandıramayanlardır. Türkçe teknik açıdan mükemmel bir dildir.

Bu mükemmelliğin nedeni matematik ile olan iç içeliktir. Keza, ne yazık ki Türkçe’nin, bu dili konuşanlara kurduğu tuzak da buradadır. Kentli-köylü, eğitimli-eğitimsiz, doğulu-batılı, vb. kültür çatışmaları dünyanın her yerinde vardır. Gene dünyanın her yerinde iyi, kötü işleyen bir “asimilasyon” ve/veya “adaptasyon! ” süreci bu çatışmayı kendi içinde bir takım sentezlere götürür. Türkiye bu açıdan dünya genelinin biraz dışındadır. Bizde “asimilasyon” ve/veya “adaptasyon” süreci ya hiç çalışmaz, ya da akıl almaz bir yavaşlıkta çalışır. Sorun, başka sebeplerin yanı sıra kullandığımız dilden de kaynaklanmaktadır. Düşünme, kendi kendine sözsüz konuşma olarak kabul edilirse (bence öyledir), anadilin kişilerin düşünce yapısı üzerinde etkili olduğunu da kabul etmek gerekir; insanlar kendi anadillerinde düşünürler. Türklerin büyük paradoksu işte buradadır. Teknik açıdan mükemmel bir dil olan Türkçe, kendi dışımızdaki dünyayı kendimizce değiştirmeden, olduğu gibi algılamaktaki en büyük engelimizi oluşturmaktadır.

Örneğin, Türkiye dışına yabancı işçi olarak giden ilk nesil gerek bulundukları ülkenin dilini öğrenme, gerekse oradaki yaşam biçimine ayak uydurma konusunda muhteşem bir direniş gösterdiler. Bu direnişin boyutları o denli büyük oldu ki, başka hiç bir diasporada gözlenmeyen gelişmeler yaşandı. Türk diasporası, gettolaşıp kendi kültürünü gene kendi içine kapanık bir çevrede yaşayacak yerde, kendi kültür kurumlarını o ülkeye ithal etti. Asimile olmaya en dirençli kültürlerden biri kabul edilen İspanyollar, gittikleri yere sadece gazetelerini ve bazen de radyolarını taşımakla yetinirken; Türklerin bunlara ek olarak (hem de birden çok) televizyon kanalları ve hatta kendi fast-food’ları (lahmacun, döner, vb.) oldu.

Bunları başaran insanların yeteneksiz olduklarına, dil öğrenmeyi de bu yeteneksizlikleri yüzünden beceremediklerine hükmetmek en azından adil ve gerçekçi olamaz. Keza, böylesine önemli bir kültür direnişi gösterenlerin, orada doğan çocuklarını eğitirlerken, bunca sahip çıktıkları kültürlerini göz ardı etmiş olmaları da düşünülemez. Ancak gözlemlenen o ki, orada doğan ikinci nesil, gene sözgelimi İspanyollar arasında hiç görülmediği kadar hızla asimile oldu. Bunun nedenini evdeki Türkçe’nin yanısıra okulda öğrenilen ve ev dışında yaşanan, o ülkenin dili faktöründe aramak çok yanıltıcı olmayacaktır.

Biz Türkler, konuşmayı öğrenirken (tıpkı sick, ill, patient örneğinde olduğu gibi) farklı durumların farklı kavramlar oluşturduğunu, bu farklı kavramların da farklı adları olması gerektiğini öğrenmeyiz. Aynı adı taşıyan farklı kavramları birbirinden ayırmaya yarayacak sezgisel (sezgisel=doğal=matematiksel) yöntemin kurallarını öğrenmeye başlarız.

Sezgiselliğe şartlanmış beyinler ise dış dünyayı hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi algılamayı bilemediklerinden, bildikleri tek yönteme yani kendilerince anlam çıkarsamaya veya başka bir ifadeyle “sezdikleri gibi algılamaya” yönelirler.

Algıladıkları kavramların tümü kendi çıkarsamaları doğrultusunda şekillenmiş olan, kendilerince tanımlanmış bir dünyada yaşayan insanlara ulaşan mesajlardaki kodlar ne kadar “herkesçe bir örnek” algılanabilir? Üzerinde emek harcanmaya değer temel sorulardan biri budur. Bu sorunun yanıtı belirginleştikçe, neden batıdaki sistemlerin bir türlü Türkiye’de oluşturulamadığı sorusunun yanıtı da belirginlik kazanabilir.

Türkçe’nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bu özel durum kuşkusuz tüm iletişim alanları için geçerlidir. Yunus Emre’nin okuması, yazması olmayan göçebe Türkmen boyları arasında 700 yıl boyunca bir nesilden diğerine büyük bir sadakatle, sözlü kültür ürünü olarak aktarılmasının ardında Türkçe’nin sezgiselliğini sonuna kadar kullanmadaki becerisi vardır. Tanzimat aydınları ve Cumhuriyet aydınlarının bir türlü geniş kitlelere seslerini duyuramamalarının nedeni de gene aynı denklemin içinde aranmalıdır. Fransız gibi, Alman gibi düşünmeyi öğrenenler, meramlarını anlatırken bunu yeni öğrendikleri düşünce sistematiği içinde yapmaya kalkışmış ve Türk gibi anlatmayı becerememiş olduklarından başarısız kalmışlardır.

Mesajlar sadece algılanabildikleri kadar etkili olurlar. Mesajları üretenlerin kendi konularına ne kadar hakim oldukları mesajın bütünlüğü açısından önemlidir ama, hitap edilen kişilerin kendilerine yönelen mesajları nasıl algıladıkları her şeyden daha önemlidir.

Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdanmısınız ?
Çoğunu kullanmadığımız ” saklı bir güç” Türkçe. Kullanıldıkça ortaya çıkan bir define âdeta. Dilimiz, “saklı güç” ünü, “kinetik bir erke”ye dönüştürecek kalemler arıyor. Tarihî derinliğine karşılık “kullanım yoğunluğu”nun sığlığı bir çelişkidir.

Türkçenin gücü, onun doğurgan özelliğidir. Geçenlerde henüz yedi aydır türkçe öğrenmekte olan Tanzanyalı bir öğrencim kara tahtanın başına geldi ve beni şaşırtan şu kelimeyi yazdı:

Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdanmısınız ?

Bu ibare tek kelimeden ibaret bir cümledir. Bir yabancı için çok çok şaşırtıcı bir faklılıktır bu. Ben ” İngilizcede böyle bir ifade için birkaç cümle gerekir” deyince Tanzanyalı İsa, “Ne birkaç cümle Hocam birkaç paragraf gerekir” deyiverdi.

İşte cümlenin anlam oluşturucuları, böyle iç içe geçmiş bir “dil evreni” dir. Yukarıdaki bir kelimelik Türkçe cümlenin anlam çözümlemesini basit olarak şöyle yapabiliriz:

1. Bu cümlede Türkiye’nin şehirlerinden biri olan Afyonkarahisar var. Yani cümlenin anlam tabanı birleşik kelime hâlinde biçimlenen bir şehirdir.

2. Birilerini, bu şehirden olmadıkları hâlde bu şehirden birileri hâline getirmek isteyen ama bunu birçok kişide denediği halde başaramayan bir(ler)i var.

3. Afyonkarahisarlı : Nüfus kaydı bu şehre ait insan.

4. Afyonkarahisar+lı+laş-mak: Nüfus kaydı ve yaşadığı yer bu şehir olmadığı hâlde bu şehirden biri hâline gelmek.

5. Afyonkarahisarlılaş+tır+mak : Bunun, birinin kendi kendine dileği değil de başkası tarafından (muhtemelen zorlayarak ya da ikna yoluyla) yapılması.

6. Afyonkarahisarlılaştır-ama-mak : Birini Afyonkarahisarlılaştımak niyetinde olan birinin, buna gücünün yetmemesi (yetersizlik kavramı).

7. Afyonkarahisarlılaştırama+dıklarımız : Böylr bir niyetin başkaları üzerinde denenmesi.

8. Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımız+dan: Bunların içinden birini seçerek yargının soruya hazırlanması.

9. Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdan mısınız? bütün bu süreçlerin, birinin şahsında soru hâline getirilip duyurulması.

Türkçe’nin bu doğurganlık özelliğini onun atomik gücü olarak da görülebilir. Türkçede kelime sayısının, az olduğunu söyletip bundan dilimiz aleyhine sonuç çıkarmak isteyenlerin anlamadıkları şey işte bu “atomik” ve ” saklı:potansiyel” güçtür.

Görüntünün olası içeriği: şunu diyen bir yazı ‘Birçok yabancı dil bilirim. Bu diller arasında Türkçe öyle farklı bir dildir ki, yüz yüksek matematik profesörü bir araya gelerek, Türkçe’yi oluşturmuşlar sanki. Bir kökten bir düzine sözcük üretiliyor. Ses uyumuna göre anlam değişiyor.

Türkçe öyle bir dildir ki, başlı başına bir duygu, düşünce, mantık ve felsefe dilidir.”

Prof. David Cuthell

24 Ekim 2022 Pazartesi

Hamal ile Genç Kızların Öyküsü 2 - Binbir Gece Masalları


Masalın Adı : Hamal ile Genç Kızların Öyküsü

Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları

Onuncu Gece Gelince

Dünyazat, ona "Ey kardeşim, öyküyü tamamlasana!"demiş. Şehrazat da, "Dostlukla ve sunmayı görev sayarak" diye yanıt vermiş ve sözünü sürdürmüş

Ey bahtı güzel şahım, işittim ki hamal, genç kızlara bu vaatte 'bulunduktan sonra, pazardan dönen kız, ayağa kalkıp önlerindeki sofrayı yeniden düzenlemiş ve hepsi zevkle yiyip içmişler. Bundan sonra mumları tutuşturmuşlar ve kokulu buhurlar, ödler yakmışlar, sonra da hepsi birden içmeye, çarşıdan alınan tatlıları yemeye başlamışlar. Özellikle de, aynı zamanda gözlerini kapayarak, başını sallayarak, iyi düzenlenmiş şiirler okuyan hamal... Birdenbire kapıya vurulduğu duyulmuş, fakat zevke dalmışlıkları içinde bu, onları tedirgin etmemiş. Bununla birlikte kapıya bakan genç kız, kalkıp kapıya yönelmiş, sonra geri dönerek onlara, "Bu gece keyfimiz tam olacak, çünkü kapıda sakalları kesilmiş sol gözleri sakat üç Âcam var ve gerçekten şaşırtıcı bir rastlantı bu. Bunların çabucak Diyar-ı Rum'dan gelme yabancılar olduklarını anladım. Her birinin suratı değişik, ama hepsinin yüzleri gülünç olduğu kadar, çok iç açıcı. Onları içeri alırsak, sayelerinde epeyce eğleniriz" demiş. Sonra da arkadaşlarına öylesine kandırıcı sözler söylemiş ki, sonunda, ona "Öyleyse, git söyle onlara, gelsinler! Ama şartımızı da: 'Sizi ilgilendirmeyen şeyden hiç söz etmeyeceksiniz, yoksa hoşlanmayacağınız şeyler işitirsiniz' diyerek onlara açıkla!" demişler. Genç kız da neşe içinde kapıya koşarak üç körü birlikte getirmiş. Gerçekten bunların sakalları traşlı, bıyıkları eğri ve dikmiş; böylece kalender denen dilencilerin de bağlandıkları tarikat elinden oldukları anlatılıyormuş. Bunlar içeri girer girmez, hazır bulunanlara selamet dilemişler, sonra da birbiri ardından geri çekilmişler. Bunları görünce genç kızlar, ayağa kalkıp onlan sofraya davet etmişler. Sofraya oturan üç kalen der, açıkça sarhoş olduğu belli olan hamala bakmışlar ve iyice inceledikten sonra, onun da kendi tarikatlarına bağlı biri olduğunu sanmışlar ve "A! Galiba bu da bizim gibi bir kalender. Öyleyse, ona dostça davranmamız uygundur" demişler. Ama hamal, onların düşüncelerini anlayarak birdenbire ayağa kalkmış, "Tamam, tamam dostlarım! Sakin olun, sizin hakkınızda kötü düşünen yok. Oturun, yiyin için! Ama gidip ilkin kapının üzerinde yazılı kitabeyi okuyun!" demiş. Bu sözleri duyan genç kızlar gülmekten katılmışlar ve birbirlerine,

"Bu kalenderlerle ve bu hamalla epeyce eğleneceğiz" demişler. Sonra da kalenderlere yiyecek vermişler; doğrusu onlar da çok iyi yemişler. Sonra kapıya bakan kız kalenderlere içecek sunmuş. Onlar da genç kızın elinden aldıkları içkiyi elden ele dolaştırarak içmişler. Bardak birkaç kez elden ele dolaşıp içindeki bitince, kız onlara,

"Tamam, tamam kardeşlerim! Şimdi söyleyin bakalım, torbalarınızda bizi eğlendirecek birkaç güzel öykü ya da başınızdan geçen şaşırtıcı serüvenler var mı?" diye sormuş. Bu soruş biçiminden hoşlanan kalenderler, kendilerine müzik aletleri getirilmesini istemişler; bunun üzerine kız onlara zillerle donatılmış bir Musul tefi, bir Irak udu ve İran neyi getirmiş. Üç kalender ayağa kalkmış; biri zilli tefi, diğeri udu, öteki de neyi almış; üçü birden çalmaya başlamışlar. Genç kızlar da şarkı söyleyerek onlara eşlik etmişler. Hamala gelince, zevkten bayılıp, "Ya Allah! Ya Allah!" demiş. Çalgı çalan ve şarkı söyleyenlerin görkemli sesleri onu çok etkilemiş. Tam o sırada, kapının yeniden çalındığı duyulmuş. Kapıya bakan kız ayağa kalkarak kapıda kimin bulunduğunu anlamaya gitmiş. Kapının çalınma nedeni şuymuş: O gece Halife Harun Reşit, ülkenin içinde olup bitenleri kendi gözleriyle görüp kendi kulaklarıyla işitmek üzere kente inmişmiş. Yanında veziri Cafer-ül-Barmaki ve celladı Mesrur kendisine eşlik ediyorlarmış. Zaten tacir kılığına girerek böylesine dolaşmak onun âdeti imiş.

O gece kentin sokaklarında dolaşırken, yolunun üzerine bu ev çıkmış. Çalgı ve şenlik sesleri duymuş. Halife, Cafer'e "Bu seslerin kimlere ait olduğunu anlamak için şu eve girmek istiyorum" demiş. Cafer ise, "Bunlar bir sarhoşlar topluluğu olmalı. Başımıza kötü bir şey gelmesin!" diyerek içeri girmekten kesinlikle sakınmalarının doğru olacağı yanıtını vermiş. Ancak Halife, "Mutlaka içeri girmeliyiz. Onların hangi durumda olduklarını görmek için içeri girmenin bir yolunu bulmalısın!" demiş. Cafer, bu emri alınca, "Emriniz başım üstüne!" demiş ve ilerleyip kapıyı çalmış ve hemen o dakikada kapıya bakan kız, gelip kapıyı açmış. Genç kız kapıyı açınca, Cafer ona "Ey hanımım, biz Taberiyeli tacirleriz. Mallarımızla Bağdat'a geleli on gün oldu ve tacirler hanında kalıyoruz. Bu gece handa buluştuğumuz tacirlerden biri bizi evine çağırmış, yemeğe davet etmişti. Bir saat kadar yiyip içtikten sonra yemek bitince, bizi istediğimizi yapalım diye serbest bıraktı. Evden çıktık ama gece bastırdı, biz de buraların yabancısı olduğumuzdan kaldığımız hanın yolunu yitirdik. Bu yüzden, asaletinize sığınarak size başvuruyoruz. İzin verirseniz içeri girip geceyi burada geçireceğiz. Allah bu iyiliğinizi unutmayacaktır!" demiş. Bunu duyan kız onların yüzlerine bakmış, namuslu tacirler olduğunu ve saygın bir halleri bulunduğunu görmüş. Dönüp iki kardeşinin görüşlerini almış, öteki kızlar ona "Al onları da içeri!'' demişler.

Bunun üzerine bunlara kapıyı açmak üzere dönen kıza, "izninizle,girebilir miyiz?" diye sormuşlar. Kız da "Buyurun!" diyerek yol göstermiş. Halife, Cafer ve Mesrur içeri girince öteki iki kızın ayağa kalkarak kendilerine hizmet etmeye davrandıklarını görmüşler. Kızlar onlara, "Hoş geldiniz! Burada dostça ve ferah gönülle karşılanacaksınız! Lütfen rahatınıza bakın sayın davetliler! Ancak sizi bir şartla kabul edeceğiz: Sizi ilgilendirmeyen konularda asla konıış mayın! Yoksa, hoşunuza gitmeyen şeyler işitirsiniz!" Onlar da yanıt vermişler; "Tabii, doğrusu da bu!" diyerek... Sonra oturmuşlar, içmeye çağrılmışlar, bardak elden ele dolaşmış. Sonra Halife üç kalendere bakmış, hepsinin de sol gözlerinin kör olduğunu görmüş, buna çok şaşırmış. Sonra da genç kızlara bakarak tüm güzelliklerini ve zarafetlerini fark etmiş, bu da onu çok şaşırtmış ve hayrete düşürmüş.

Genç kızlar, konuklarla söyleşiyi sürdürmüşler ve onları kendileriyle içki içmeye davet etmişler. Ssonra Halife'ye nefis bir şarap sunmuşlar, o da, "Ben tövbe etmiş bir hacıyım" diyerek ret etmiş, bunun üzerine kapıya bakan kız, ayağa kalkıp onun önüne ince kakmalı küçük bir masa, onun üzerine de çini bir kâse koymuş. Kâsenin içine de bir parça karla soğutulmuş kaynak suyu koymuş ve hepsini gülsuyu ve şekerle karıştırmış, sonra da bunu Halife'ye sunmuş. Bunu kabul eden Halife kıza pek çok teşekkür etmiş ve kendi kendine, "Yarın onu bu davranışından ve tüm yaptıklarından ötürü ödüllendirmeliyim!" diye düşünmüş. Genç kızlar, misafirlerine karşı görevlerini yerine getirmeyi sürdürmüşler ve içki sunmadan da geri durmamışlar. Ancak, şarap etkisini göstermeye başlayınca, evsahibi olan kız ayağa kalkarak onlara başka emirleri olup olmadığını sormuş, sonra da çarşıdan dönen kardeşinin elini tutarak, ona, "Ey hemşire ayağa kalk da görevlerimizi yapalım." Demişler

Bunun üzerine kapıya bakan kız ayağa kalkarak kalenderlere salonun ortasından ayrılarak kapılara karşı sıralanmalarını söylemiş, sonra da salonda daha önce bulunan her şeyi kaldırmış ve yıkamış. Diğer genç kıza gelince hamalı çağırmışlar ve ona, "Vallahi, senin dostluğun pek işe yaramıyor, haydi bakalım! Sen burada yabancı değilsin, ev halkından sayılırsın!" demişler. Bunu duyan hamal ayağa kalkmış, giysilerinin eteklerini kaldırmış, ucunu sıkıştırmış ve "Emriniz başım üstüne!" demiş. Onlar da, ona "Yerinde bekle!" demişler, Birkaç saniye sonra, çarşıdan gelen kız ona, "Beni izle ve gel yardım et!" demiş. Hamal onu salonun dışına çıkarken izlemiş, orada siyah tüylü iki köpek görmüş, köpekler boyunlarından zincire bağlı imişler. Hamal onları almış salonun ortasına getirmiş. O vakit ev sahibi yaklaşmış, yenlerini kaldırmış, bir kamçı alıp hamala, "Köpeklerden birini buraya getir!" demiş. O da zincirinden çekerek köpeklerden birini sürüklemiş, kıza yaklaştırmış. Köpek ağlamaya başlamış ve başını genç kıza doğru kaldırmış. Ama genç kız, buna hiç aldırmadmış. Sonra kamçıyı elinden fırlatmış, köpeği kollarına alarak göğsüne bastırmış, gözyaşlarını silmiş ve iki ellerinin arasına aldığı başını öpmüş. Sonra da hamala, "Al bunu götür, ötekini getir!" demiş. Hamal da ikinci köpeği getirmiş ve genç kız, ona ilkine yaptıklarını yapmış,

Bunu gören Halife, yüreğinin acımayla dolduğunu ve göğsünün kederden sıkıştığını duymuş ve Cafer'e bu konuda genç kıza sorması anlamında göz kırpmış. Ama Cafer de işaretle, ona susmasının daha doğru olacağı yanıtını vermiş. Bundan sonra konağın sahibi, kızkardeşlerine dönüp onlara, "Haydi! Her zaman yaptıklarımızı yapalım!" demiş. Onlar da "Baş üstüne!" demişler. Bunun üzerine konağın sahibi, altın ve gümüş kakmalı mermer yatağına çıkmış ve kapıya bakan kız ile çarşıdan dönen kıza "Şimdi bildiklerinizi bize gösterin!" demiş. Bunun üzerine kapıya bakan kız ayağa kalkmış, ablasının yanında yer almak üzere yatağa, çarşıdan dönen kız da dışarı çıkmış. Kendi dairesine gidip yeşil ipekten saçakları olan saten bir torba getirmiş, iki genç kızın karşısında durup torbayı açmış, içinden bir ut çıkarmış, kapıya bakan kıza uzatmış, oda akort yaparak mızrap vurmuş ve aşk ve keder üzerine şu dizeleri okumaya başlamış:

Lütfen! Kaçıp giden-uykuyu kirpiklerime geri getir! Sonra da söyle aklım fikrim nereye gitti? Evimde aşkın mekân tutmasına razı olalı beri uyku bana kızdı, beni terk etti. Soruyorlar bana, "Sen ki, güvenli ve doğru yolda yürüdüğünü bilirdik. Ne yaptın sen, dostum! Söyle bize, seni kim şaşırttı? Onlara diyorum ki, sizi ben değil, o sevgili aydınlatacak! Bense size tek bir yanıt vereceğim: kanımın, tüm kanımın ona ait olduğunu söyleyerek,.. Size daima: ben kanımı dökmeyi yeğlerim, onun uğruna, tüm ağırlığıyla içimde kalmasın diyerek yanıt vereceğim. Bir kadın seçmişim, onda tüm düşüncelerimi, onun imgesini bile yansıtan tüm düşüncelerimi üreteyim diye... Ve de, bu imgeyi kovsaydım, içimi ateşe sallardım, o yutucu ateşe... Onu görünce siz beni mazur tutarsınız! Çünkü Tanrı'nın ta kendisi bu mücevheri hayat iksiriyle kuyumlamıştır ve de bu hayat iksirinden kalanlarla narı yoğurdu, inciler döktü. Bana diyorlar ki, "Ey budala! Sen sevgili oyuncağında, gerçekten, sızlanmalar, gözyaşları ve nadir zevklerden başka şeyler bulduğunu mu sanıyorsun? Bilmez misin ki, berrak suda izlerken kendi gölgenden başka bir şey göremezsin, Öylesine bir kaynaktan içmektesin ki, tek başına tat alabilmiş olmanın öncesinde ondan nice doyumlar sağlanmıştır." Onlara, sanmayın ki, diyorum, içerken beni sarhoşluk sarmıştır. Sade bakarken sarhoş olmuşumdur ben. Ve bu sadece gözlerimden uykucu kovmuştur. Ve beni böyle tüketen asla geçmişin olayları değildir. Ama onun hayatımdan geçip gitmesidir. Ayrılmış olduğum güzel şeyler asla beni bu hale düşürmedi; sadece onun benden ayrılmasıdır beni berbat eden. Ve şimdi, başımı başkalarına çevireyim, öyle mi? Bunu nasıl yapabilirim? Ben ki tüm ruhumla onun hoş kokulu bedenine bağlıyım... Bedeninin amber ve misk kokusun a. „

Kız şarkısını bitirince, kızkardeşi ona, "Tanrı tesellini versin, kardeşim!" demiş. Ancak genç kız, öylesine bir üzüntü nöbetine tutulmuş ki, giysilerini yırtmış ve bayılarak yere serilmiş. Ancak düşerken, giysisi açıldığından, Halife, vücudunun kamçı ve değnek darbelerinden izler taşıdığını görmüş ve şaşkınlığın son kertesine dek şaşırmış. Pazarcı kız yaklaşmış ve bayılan kızkardeşinin yüzüne biraz su serpmiş, kız kendine gelmiş. Sonra da yeni bir giysi getirmiş, kız buna bürünmüş. Bunları gören Halife, veziri Cafer'e "Pek heyecanlanmışa benzemiyorsun. Bu kadının bedenindeki darbe izlerini görmedin mi?

Ben artık dilimi tutup oturamayacağım. Bütün olup bitenleri ve iki köpeğin sırrını öğrenmedikçe rahat huzur ne bilmeyeceğim!" demiş. Cafer, ona "Şevketlim" demiş; "Ortaya konan şartı hatırla: seni ilgilendirmeyen şey hakkında konuşma, yoksa hiç hoşlanmayacağın şeyler işitirsin!" Bu arada pazarcı kız ayağa kalkmış ve udu ele almış, onu yuvarlak memesine yaslamış, parmaklarının ucuyla tıngırdatmış ve şarkı söylemeye başlamış:

Biri gelip de bize aşktan yana sızlanırsa, ona ne yanıt verelim? Biz kendimiz aşk yüzünden uçurumu boylamışsak, ne yapabiliriz ki? Yanıt versin diye aracı görevlen dirsek do, bu aracı, gerçekte, tutkulu bir yüreğin tüm sızlanmalarını anlatmasını asla bilmeyecektir. Sevgilinin kaçışına sabredip sessizce katlansak da; ıstırap bizi,hemen, ölümün iki parmağınatakacaktır. Ey ıstırap! Bizim için artık.sadece pişmanlıklar, matem ve yanaklara sel gibi boşatan gözyaşları kalıyor. Ve sen, görünmeyen sevgili! Gözlerimin ufkundan uzaklaştın ve seni yüreğime bağlayan tüm bağlarıkopardın! Söyle! Hiç değilse, geçmişteki aşkımızdan bir iz kaldı mı sende? Zamanın geçmesine karşın silinmeyecek küçük bir iz? Yoksa, gözden ırakulunca, tüm gücünü eriten nedeni unuttun mu? Beni ruh cılızlığına,bu düşkünlüğe iten sen değil misin? Benim payıma düşen böyle sürgünlükse, bir gün Tanrı'ya, Efendimize, tüm çektikleriminhesabını sormaz mıyım?

Bu kederli şarkıyı duyan ev sahibesi kız, tıpkı kardeşi gibi, giysilerini yırtmış, ağlamış ve baygın yere düşmüş ve pazarcı kız ayağa kalkmış, yüzüne biraz su serpip ayırttıktan ve onu kendine getirdikten sonra, ikinci bir giysiyle donatmış. Bunun üzerine ev sahibesi, biraz kendine gelmiş, sedire oturmuş ve pazarcı kıza, "Senden rica edeceğim, bir parça daha şarkı söyle de borçlarımızı ödeyelim! Sadece bir kez daha!" demiş. Bunun üzerine pazarcı kız udu yeniden akort etmiş ve şu dizeleri söylemiş:

Ne zamana kadar sürecek bu uzaklaşma ve bu acı terk ediş? Bilmiyormusun sen, artık gözümde dökülecek yaş kalmadı? Beni yüzüstübıraktın! Böylesine uzun boylu kaçışta, sen hiç değilse, eskidostluğumuzu anımsar mısın hâlâ? Şayet nankör talih, aşka düşenerkekten yana olsaydı, zavallı kadınlar, sadakatsiz sevgililerine, sitemyağdıracak tek gün bile bulamazdı. Ama ben ne yazık ki! Bir parça dertlerimden, elinden çektiklerimden kurtulmak için, ey yüreklerinkatili, kimseye şikâyet edemem! Eyvah, eyvah ki! İnancını ya daödediği borcun yazılı kanıtını yitirmiş olan şikâyetçinin sonu hüsrandeğil midir? Ve de derde düşmüş yüreğimin acısı senin arzununçılgınlığını artırmaktan başka işe yarıyor mu? Seni arzuluyorum! Bana vaat ediyorsun! Ama neredesin sen? Aşkıyla beni derin boşluklara attı! Dilerim ki benim yerime bir başkası, en yücedoyumlara ulaşır, kendi uğruna! Buraya kadar, onun aşkıyla tükenen benim! Ama yarın beni kınayan kişiye ıstırap çekme sırası gelecektir.

Bunun üzerine yeniden kapıyla ilgilenen kız bayıldı, kamçı ve değnek izleri taşıyan bedeni yarı çıplak göründü düşerken... Bunu gören üç kalender, birbirlerine "Bütün geceyi toprağa yatıp uyuyarak geçirseydik de bu eve girmeseydik daha iyi olmaz mıydı? Çünkü gördüklerimiz bel kemiğimizin iliğini eritecek kadar üzücü!" demişler. Bunu duyan Halife onlara doğru eğilmiş ve "Neden?" diye sormuş. "Çünkü gördüklerimizle zihnimiz öylesine derinden alt-üst oldu ki" demişler. O zaman Halife onlara, "Öyleyse, siz bu ev halkından değil misiniz?" diye sormuş. "Tabii değiliz!" diye yanıt vermişler; "Biz evi şu sizin yanınızda oturan kimseye ait sanıyorduk" demişler. Bunu duyan hamal haykırmış: "Ha! Allah için söylemeli! Ben bu eve ilk kez bu gece girdim. Bu evde olacağıma, çöplükte yataydım benim için daha iyi olurdu!

Sonra başbaşa verip, "Biz burada yedi erkeğiz, onlarsa üç kadın, bir tek bile fazlası yok. Onlara bu durumlarının nedenini soralım. Bize kendi rızalarıyla yanıt vermek istemezlerse, zorlarız onlan!" demişler;

"Bunun doğru ve namuslu bir fikir olduğuna inanıyor musunuz? Onların konuğu olduğumuzu unutmayın ve de dürüstlükle susacağımıza dair ileri sürdükleri şartları kabul etmedik mi? Sonra bakın, zaten gece bitmek üzere, sonra her birimiz bahtın bizlere neler hazırladığım bilmeden Tanrı'nın yollarına düşeceğiz" diye karşı çıkan Vezir Cafer'in dışında hepsi düşündüklerine uyum sağlayacak biçimde hareket etmeyi kararlaştırmışlar. Bunun üzerine Cafer, Halife'ye göz kırparak onu bir kenara çekmiş ve ona, "Burada duracak ancak bir saatimiz kaldı. Size söz veriyorum ki, yarın bunların hepsim ben huzurunuza getireceğim, Ö zaman öykülerini öğreniriz" demiş. Ama Halife bu öneriyi reddetmiş ve "Yarına kadar beklemeye sabrım yok!" demiş. Sonra şu şöyle, bu böyle diyerek konuşmalarını sürdürüp sonunda birbirlerine "Peki, aramızda kim onlara öykülerini anlattaracak?" diye sormuşlar. Ve birileri bunun hamal olabileceği fikrini ileri sürmüş. Onların bu durumlarından bir şeyler sezinleyen genç kızlar, onlara "Ey iyi yürekli kişiler! Neden söz ediyorsunuz, acaba?" diye sormuşlar.

Bunun üzerine hamal ayağa kalkmış, ev sahibinin önünde yer almış ve ona, "Ey saygıdeğer hanım! Sizden, burada bulunan misafirler adına, bize bu iki köpeğin öyküsü, onları niye cezalandırdığınız, sonra da oturup ağladığınız ve onları kucakladığınız hakkında Allah rızası için bilgi vermenizi rica ve istirham ediyorum. Ve de bize kızkardeşinin bedenindeki kamçı ve değnek izlerinin nedenini de söylerseniz anlamış oluruz. Bizim dileğimiz budur, vesselam!" demiş. Bunun üzerine evsahibi yöresinde toplananların hepsi birden, "Sizin adınıza hamalın söyledikleri doğru mu?" diye sormuş. Cafer hariç hepsi de, "Evet, doğrudur!" demişler. Cafer'in ağzından tek sözcük çıkmamış. Onların yanıtını alınca, genç kız, "Vallahi! Ey misafirler! işte siz böylece, bizim görüşümüze göre, suçların en kötüsünü, en canicesini işlediniz! Oysa daha önce, size bir şart ileri sürerek, 'İçinizden biri kendini ilgilendirmeyen bir hususta konuşursa, hiç de hoşa gitmeyecek şeyler işitebilir' demiştik. Size evimize girip ikram ettiklerimizi yemiş olmanız yetmedi mi? Ama bu sizin hatanız değil, sizi nezdimize getiren hemşiremizin hatasıdır!" demiş.

Bu sözlerden sonra, yenlerini kıvırmış, ayağını üç kez toprağa vurmuş ve "Hey! Çabuk koşun!" diye haykırmış. Birden bire önüne perde çekilmiş dolaplardan biri açılmış, içinden ellerinde keskin palaları olan yedi iri kıyım zenci çıkmış. Kız onlara, "Dilleri pek uzun olan bu kişilerin ellerini bağlayın! Ve de birbirine ekleyin!" diye emir vermiş. Zenciler verilen emri yerine getirmişler ve, "Ey hanımım, ey erkek bakışından uzaktaki gizli çiçek, başlarını uçurmamız için izin veriyor musunuz?" diye sormuşlar. Kız, "Bir saat kadar bekleyin! Çünkü kim olduklarını öğrenmek istiyorum" yanıtını vermiş. Bunu duyan hamal, "Allah aşkına! Efendim, beni başkalarının işlediği suç uğruna cezalandırmayın! Bunlar hata edip gerçek bir cürüm işlediler, ama ben değil! Oysa, bu uğursuz kalenderleri içeri almasaydık ne kadar mutlu ve hoş bir gece geçiriyorduk. Çünkü bu kötü görünüşlü kalenderler, daha içeri girer girmez, en göz kamaştırıcı bir kenti bile harabeye çevirirler!" demiş ve şu dizeyi okumuş: Kudretli tarafından affedilmek ne kadar iyidir! Hele, savunmasız birine sağlanmışsa! Ve sen, aramızdaki sarsılmaz dostluğa güvenerek sana yalvarıyorum: Suçlu yüzünden suçsuzu öldürme sakın! Hamal sözünü bitirince, genç kız gülmeye başlamış...

Bu anda, Şehrazat sabahın yaklaştığını görmüş ve yavaşça susmuş. ...devamı Birinci Kalenderin Öyküsü

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...