9 Ağustos 2020 Pazar

Dikenlerine Rağmen - Kaktüs Çiçeğinden Hayat Dersi Veren Bir Hikaye

“Anne bu çiçeğin adı ne?” dedi..

Kaktüs dedim.. 

“Ne uzun dikenleri vaaar” dedi.. 

Nasıl da hayret etmişti.. İlk defa kaktüs görmüştü..

“Bu ne işe yarar? İçinde ne var? Kuşlar konar mı?” vs… 

Dünya kadar soruyla eve getirdik.. Sorumluluk aşılamaktı amaç ve ‘bu çiçeği sulama görevini sana veriyorum’ dedim.. Nasıl da mutlu oldu.. 

 “Ama Anne dokunamam ki elime batar” dedi.. 

“Dokunmadan suyunu vereceğiz. Uzaktan seveceğiz.. İyi de güneş alırsa şahane çiçekler açabilir ” dedim.. 

Bunu duyunca daha büyük bir hayretle ”bu çiçek mi açıyooooo” dedi… 

Evet dedim.. Dikenli olmasına rağmen harika çiçekler açabilir kaktüsler.. Fakat şunu unutma çok fazla sulamayacaksın. Yoksa çürür.. Zamanında ve yeteri kadar tamam mı fıstığım? 

“Tamam Anne”…. 

Bir pinpon topu kadardı.. Yıllar içinde uzadı boy attı kocaman oldu. Çook sefer elimize battı.. Ama onu çok sevdiğimiz için, dikenlerine rağmen hoşgördük.. İhtiyacı kadar su, ihtiyacı kadar toprak ve yeterince ilgi gösterdik.. İhmal ettiğimiz zamanlar da oldu.. Yeri geldi çocuklar çarptı, düştü, toprakları döküldü.. Fakat her seferinde toparlamayı bildik.. 

Ne kadar büyüyecek, ne zaman çiçek açar hatta çiçek açar mı? Bilmiyoruz.. Karşılıksız sevmeye devam ediyoruz.. Dikenlerine rağmen.. 

Bir gün dikeni eline battı.. Canı çok yandı.. Ağlayarak geldi.. Batan dikeni çıkardık.Korkmuştu.. İlk defa eline kaktüs batmıştı.. Daha yaşı çok küçüktü.. 

“Ah güzel kızım.. Bu daha ne ki? Hayatta öyle insanlarla tanışacaksın ki gönülleri de dilleri de dikenli.. Her konuştukları kalbine kalbine batacak… Öyle canın yanacak ki.. Hatta için kanayacak.. Ama yine de susacaksın.. Birilerinin hatırına suyunu, güneşini, toprağını eksik etmeyeceksin.. Yıllarca hatır için sevip idare edeceksin de yine de çiçek açmayacak.. Taa ki kendi içinde çürüyüp seni terk edene kadar “diyemedim.. 

Desem de anlamazdı.. Yaşı çok küçüktü.. Uzun bir hayat vardı onu bekleyen ve ne kadar acımasız olabilirdi gelecek bilmiyordum. Anne olarak dileğim asla boyası kalın, ruhları kara insanlarla karşılaşmaması idi. Eminim Annem de bizim için aynı şeyleri dilemişti.. 

Sev güzel kızım.. Sen yine de sev herkesi, herşeyi.. Dikenleri de olsa sev, çiçekleri de olsa.. Sen sevmekten vazgeçme yavrucuğum.. Dünya bir bahçe.. İçinde her türlü bitki var.. Kimi zehirli, kimi lüzumsuz, kimi cennetten gelmiş gibi mis kokulu.. O bahçeden geçeceksin kuzucuğum.. Belki ayağına batacak, belki canını acıtacak belki de seni kendine hayran bırakacak.. 

İşte bu yolculuğa da hayat diyoruz kızım.. Bahçe çok büyük.. Bir ucundan diğer ucuna gitmek bir ömür yol… Büyük bir kısmını aştığında, artık hangi bitkinin zararlı, hangisinin zararsız olduğunu büyük ölçüde öğrenmiş oluyorsun.. 

Ama yine de gösterişli çiçekleriyle uzun dikenli kaktüslere aldanabilirsin.. Canın her zamankinden fazla yanabilir… İşte o zaman da ben varım bir tanem.. Hep yanındayım… Canının yanmasına engel olamam ama yaralarını sarabilirim.. Bu acıyla nasıl baş edeceğini, nasıl iyileşeceğini sana öğretebilirim.. 

Tıpkı benim Annemin de bana, onun annesinin de ona öğrettiği gibi.. Bahçenin sonu ömrümüzün sonu güzel kızım.. Sonrasını gidenler biliyor, biz bilmiyoruz.. Mühim olan bahçeyi tamamlamak da değil.. O bahçeye yol boyunca ne ektiğin.. 

Çünkü insan, ektiğini biçiyor..

26 Temmuz 2020 Pazar

Philadelphia Deneyi Nedir? Ne Zaman, Kimler Tarafından ve Nasıl Gerçekleştirilmiştir?


Philadelphia Deneyi

Büyük buhran'ın sonlarına doğru II. Dünya Savaşı'nı öngören Amerikan hükümeti gemilerinin radarlara yakalnmamasını istiyordu ve 1930'lu yıllarda bu konuda bilim adamlarından çalışma yapmalarını istediler. Başkanlığını Nikola Tesla'nın yaptığı bir grup bilim adamı bu amaç uğruna çalışmaya başladılar. Yaklaşık 10 yıllık bir çalışmanın sonunda proje deneme aşamasına geldi ve deneyde Amerikan donanmasında görevli küçük bir destroyer olan Eldridge adlı geminin kullanılmasına karar verildi.

Gemi; jeneratörler, vericiler, güç yükselticiler, modülasyon devreleri ve elektromanyetik alan oluşturmaya yarayacak araç gereci içeren tonlarca ekipmanla donandı. 22 Temmuz 1943'te saatler 09.00’ı gösterdiğinde elektromanyetik alan jeneratörleri aktifleştirildi ve Eldridge'in etrafını yeşil bir duman kaplamaya başladı. Kısa bir süre sonra artık gemiyi dumanların ardından görmek imkansızdı. Gemi kuvvetli bir elektromanyetik alanla çevrelenmişti bu alıcılar tarafından kolaylıkla gözlemlenebiliyordu. Havadaki duman çekildiğinde ise deneyin istenenden daha çok başarılı olduğu anlaşıldı. Eldrige'in radalara gözükmemesi isteniyordu fakat ne gemi ne de mürettebat insan gözleri tarafından da görülemiyordu!

Amerikan hükümeti ve deniz kuvvetleri böyle bir deneyin ya da projenin varlığını asla kabul etmemiştir. Bunların asılsız, hayal ürünü iddialar olduğunu savunuyorlar. Ancak diğer taraftan da görgü tanıklarının ifadeleri aksini iddia etmektedir. Philadelphia deneyi hakkında bilinenlerin çoğu bu tanıkların ifadelerinden sağlanmıştır.

Deneyle ilgili 1933 yılında Roosevelt ABD'nin başkanı olmuş ve hemen ardından eski dostu ve dünyanın sayılı bilim adamlarından Nikola Tesla'yı Washington'a davet ederek ondan devlet adına bazı projeleri yürütüp yürütemeyeceğini sormuştur.

Nikola Tesla'dan olumlu cevap alınmıştır. Başkan ona Gökkuşağı Projesi şeklinde bilinen projeden söz etmiş ve Tesla bu proje üzerinde çalışmaya başlamıştır. 1936'ya gelindiğinde Tesla önemli gelişmeler kaydetmiş hatta insansız bir gemiyi gözden kaybedip sonra da geri getirmeyi başarmıştır.
Ancak yetkililerin deneyin insanlı olarak yapılmasında ısrar etmişlerdir fakat Tesla bu deneyin insanlara zarar vermemesinin mümkün olmadığını savunmuştur. Bu konuda fikir ayrılığına düşülünce Tesla projeden ayrılmıştır. Bu noktadan sonra projeyi Dr. John von Neumann devralmıştır.

Amerikan hükumeti için çalışan bilim adamları arasında Nazi Almanya'sından kaçıp ABD'ye sığınan Albert Einstein da vardı. Einstein'ın "Birleşik Alan Teorisi"nin Philadelphia deneyini başarıya götüren en büyük etken olduğu varsayılmaktadır. Einstein bu teorisini 1925-27 tarihleri arasında Prusya'da yayımlanan bir bilim dergisine göndermiş ancak tamamlayamadığını düşünerek geri çekmişti. Einstein'ın bu teorisini ilerki yıllarda tamamladığı, ancak bunun savaş sırası ve sonrası hükümetlerce gizlenmiş olduğu varsayılmaktadır.

İlk Deney

UUS Eldrige, Philadelphia Deniz üssü açıklarındaki deney mahaline gelmişti. İçerisi elektromanyetik alan oluşturucu donanımla donatılmıştı. Tesla'nın ısrarla belirttiğinin aksine deney sırasında gemide mürettebat da bulunduruluyordu. Bu deneye ticari bir gemi olan Andrew Furuseth'in mürettebatı da tanıklık etti. (Andrew Furuseth'in orada olması çok büyük bir şanstır çünkü deney hakkında bilinenlerin çoğu Andrew Furuseth'de görev yapmış Carlos Allende'nin anlattıklarından oluşmuştur. Allende, 50'li yıllarda UFO araştırmacısı Morris Jessup'a yazdığı mektuplarda yaşadıklarını anlatmış ve bu deneyin gerçekltiğinden ilk bahseden Jessup olmuştur. Jessup ilginç bir şekilde 1959'da arabasının içinde ölü bulunmuştur. Otopsi raporuna göre egzoz gazıyla intihar etmiştir, Carlos Allende ise bir daha ortaya çıkmamıştır.)

22 Temmuz 1943'te şalterler kaldırıldı ve dumandan dolayı gemi gözden kayboldu. Ondan sonra olanlar daha da ilginçtir. 15 dakika sonra şalterlerin indirilmesi emredildi. Yeşil duman yeniden belirdi ve duman çekilirken Eldridge yavaş yavaş yeniden materyalize oldu. Ancak bir şeylerin ters gittiği hemen anlaşılmıştı. Gemiye iletilen telsiz mesajlarına yanıt gelmiyordu.

Gemiye çıkıldığında mürettebatın hiç de iyi durumda olmadığı görüldü. Bir bölüm mürettebat yaşadıkları korku dolu dakikalarda gemiden aşağı atladı (Gemiden o anda atlayanların hiç birinin cesedi bulunamadı). Sağ kalanların çoğu akıllarını kaçırmıştı. 5 asker geminin metal gövdesi ile kaynaşmıştı! İkisinin elleri çelik gövdenin içine geçmişti. Ellerini keserek adamları kurtardılar ve yerine protez eller taktılar. Normal durumda olan mürettebatın ileriki zamanda olağan üstü şeylerle karşılaştıkları rapor edilmiştir. Bulundukları yerde birden yok olup başka bir yerde görünebiliyorlardı. Duvarların içinden geçebiliyorlardı. Birçoğu bu duvarların arasına sıkışarak can verdi. Birden bire taş kesilip bir başkası onlara dokunana kadar öyle kalanlar vardı (Boyutlar arasında sıkışıyorlardı). Bunun yanında doğaüstü güçlere sahip olanlarda vardı. Sağ kalan adamlar asla tam anlamıyla düzelemediler. Akıl sağlıklarını kaybettikleri gerekçesiyle de ordudan uzaklaştırıldılar. Donanma bu personeli topyekûn emekliye sevk ederek gemiye yeni personel atadı. Bilim adamlarına da sadece radar görünmezliği istediklerini, optik görünmezliğe gerek olmadığını bildirdi.

İkinci Deney 

28 Ekim 1943'te yine Eldridge üzerinde ikinci deney gerçekleştirildi. Saatler 17:15’i gösteriyordu ve elektromanyetik jeneratörler yeniden çalıştırıldı. Gemi bir kez daha hemen hemen tamamen görünmez oldu. Sadece gövdesinin ana hatları seçilebiliyordu. Bir kaç saniye süresince işler yolunda gider gibiydi ki ansızın gözleri kör edebilecek kadar güçlü mavi bir ışık patlaması meydana geldi ve gemi gözlerden tümüyle kayboldu. Eldridge, inanılması güç bir şekilde bir kaç saniye sonra, 600 kilometre ötede, Norfolk açıklarında yeniden maddeleşti. Norfolk'ta bir kaç dakika boyunca görülür durumda kaldıktan sonra tekrar görünmez oldu ve saniyeler içinde Philadelphia Deniz Üssü açıklarında yeniden belirdi. Elektronik kamuflajı gerçekleştirmeye çalışan bilim adamları koca bir gemiyi, mürettebatı ile birlikte ışınlamış ve sonra da geri getirmişlerdi.

ABD hükümeti Philadelphia deneyinin yapıldığını ya da projenin yürütüldüğünü hiçbir zaman kabul etmemiştir. Donanmaya, Eldridge'in sözü edilen tarihlerde Philadelphia'da bile olmadığını iddia etmiştir. Deneyin yapıldığı günlere yakın bir tarihte Bermuda Şeytan Üçgeninde eğitim amaçlı olarak bulunduğu açıklanmıştır. Philadelphia deneyi, reddedilen iddialarla beraber tarihin en büyük sırlarından biri olarak kalmıştır.

Çin Elçisi Wang Yen-Te'nin Uygur (Türkistan) Seyahatnamesi (Doç. Dr. Özkan İzgi) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Çin Elçisi Wang Yen-Te'nin Uygur Seyahatnamesi

Kitabın Yazarı : Doç. Dr. Özkan İzgi

Kitap Hakkında Bilgi :

Bir Sung Sülalesi elçisi olarak Wang Yen-te'nin Kao-ch'ang Uygurlarına 10. yüzyılın sonlarına doğru yapmış olduğu seyahat, Türk tarihinin bu karanlık devresini aydınlatacak bir parıltı olarak görülmektedir. Takriben bir yüz yıl önce Stanislas Julien tarafından Fransızcaya tercüme edilen bu seyahatname Batı'da büyük bir ilgi ile karşılanmıştı. Ancak, hemen arkasından, Orta Asya tarihi ile meşgul olan bilim adamları, Julien'in bilhassa hatalı bir metin kullanıp, yanlış değerlendirmeler gittiğini görünce tenkit etmeye başladılar. İlerideki bölümlerde görüleceği gibi, Julien'in hem tercüme hataları hem de notladığı bazı kısımlar diğer bilim adamları tarafından düzeltilmeye çalışılmıştı. Hatta Edouard Chavannes ve Paul Pelliot “Un traité manichéen retrouvé en Chine” isimli makalesinde, bu seyahatnamenin mutlaka yeni bir tercümesinin yapılmasını önermişlerdi. (Önsözden)
Kitabın Özeti :

ÇİN ELÇİSİ WANG YEN-TE’NİN TÜRKİSTAN SEYAHATNAMESİ NOTLAR:

* Bu topraklarda fakir insan yoktur. Onlar ihtiyacı olanlara yemek yardımı yaparlar.

* İnsanlar uzun ömürlüdür. Umumiyetle yüz yaşının üstüne.

* Genç yaşta ölene hiç rastlanmaz.

* Halk giyinmek için kıymetli ipek kumaş kullanırdı.

* Onlar mutfak eşyaları için altın ve gümüş kullanıyorlardı.

* Beşbalığ’da evlerin çoğu iki katlıydı ve bütün evler beyaz badanalıydı.

* Türkler yoğun olarak tarım yapıyorlar. Suyu tarım ve değirmenlerde olmak üzere etkin bir şekilde kullanıyorlardı.

* Chinling dağlarından çıkan nehir, başşehrin bütün çevresini dolaşır, tarlaları ve meyva bahçelerini sular ve su değirmenlerini işletir. Bu yerde Wu-ku yetişir.

* Şehrin içinde pek çok iki katlı binalar vardır.

* İnsanlar iyi yüzlüdür ve usta sanatkarlardır. Altın, gümüş, bakır ve demir kaplar üzerinde çalışırlardı.

* Bütün fakirler et yerler.

* Bir tür kimya sanayisi vardı.Ürettikleri amonyak dericilikte kullanılıyordu.

* Pei-t’ing- Beşbalık'ın kuzeyindeki dağlarda Kang-sha imal ediliyordu.

* Altı gün sonra Chin-ling k’ou’ya vasıl olduk, çok kıymetli mallar imal edilir.

* Türklerde bir müzik zevki ve yaygınlığı vardı. Bunu toplu halde icra etmekten zevk alırlardı. Ayrıca tiyatro ve bunu meslek edinmiş oyuncular bulunuyordu.

* Sonra, müzik, içki, ziyafet ve gece yarısına artistler tarafından piyes vardı.

* Ertesi gün bir kayıkla gezdik. Gölün dört bir tarafından davullar çalıyordu.

* Onlar seyahat etmekten hoşlanırlardı. Onlar seyahat ederken çoğu müzik aletlerini yanlarında taşırlardı.

* Türklerin yaşadığı refah elçinin gözünden kaçmamıştı. O devrin en büyük zenginliği otlak at ve hayvan sürüleri sayılamayacak kadar çoktu.

* Kağan ve tiginler mallarının sayısını bilmiyordu.

* Onların kralı yemek için at ve koyun pişirtmişti. Çok lezzetli idi, arazide atlar çok boldur.

* Kral, prensesler ve veliahtların her birisinin at sürüleri vardır.

* Onlar bin Li’den daha fazla genişliğe sahip olan düz ovada sürülerini otlatırlar.

* Onlar derisinin rengi ile kendi sürülerini ayırt ederler. Hiç kimse sürüsünün sayısını bilmez.

7 Haziran 2020 Pazar

Hayaletleri Ancak Sen Anlayabilirsin - Johnny Maxwell 2. Kitap (Terry Pratchett) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili



Kitabın Adı : Hayaletleri Ancak Sen Anlayabilirsin - Johnny Maxwell 2. Kitap

Kitabın Yazarı : Terry Pratchett

Kitap Hakkında Bilgi :

Hayata bir de ölülerin gözünden bakmayı deneyin!

Sör Terry Pratchett’ın, hayal gücünün sınırlarını zorlayan “Johnny Maxwell” üçlemesinin ikinci halkası Hayaletleri Ancak Sen Anlayabilirsin, gözden geçirilmiş baskısı ve Mark Beech’in resimleriyle tekrar raflara geliyor.

Pratchett’ın, ölülerin üzerinden yaşayanları anlattığı bu enfes romanı, tarih ve kent bilincine yaptığı önemli göndermelerle, son yıllarda küresel boyutta palazlanmaya başlayan kentsel dönüşüm canavarının yarattığı tahribatı daha iyi anlamamızı sağlıyor.

Ölülerin, akıp giden hayatla ilgili şaşırtıcı yorumlarını olağanüstü bir mizahî deha ve parmak ısırtan bir kurguyla sayfalarına taşıyan Hayaletleri Ancak Sen Anlayabilirsin, on iki yaş ve üzeri okurlarını, güldürürken düşünd... Eh, ürpertirken belirli çıkarlar uğruna insanların ne denli acımasız olabileceklerini eleştiren, heyecan verici bir mücadeleye ortak ediyor.

Johnny Maxwell’in yeni arkadaşları bir grup hayaletten, pardon yaşlı-ötesi-vatandaştan oluşuyor. Johnny, evine kestirme yoldan ulaşmak için mezarlığı kullanırken bir hayaletle karşılaşıyor. Sonrasında da neden kaynaklandığını kesinlikle bilmeyerek, hayaletleri görebildiğini, duyabildiğini ve hatta onlarla konuşabildiğini keşfediyor. Tesadüfe bakın ki tam da o dönemlerde belediye, mezarlık arazisini büyük bir holdinge satma derdine düşüyor. Üstelik üç beş kuruşa… Eyvah! Yoksa ölüler evsiz mi kalacak?! Johnny, mezarlıkta yaşayanları görebilen tek kişi olarak kolları sıvıyor ve yeniden hayata tutunmaya çalışan bir avuç ölüyle birlikte bu büyük kumpası faka bastırmak için buzz gibi bir maceraya girişiyor...

Ölümlülerin ve ölümsüzlerin hayatlarındaki ortak kesişme noktalarına değinerek dünyevi değerler üzerine uzun uzun düşündüren Hayaletleri Ancak Sen Anlayabilirsin, ölülerin fısıltılarına kulak vererek, hayata bir de onların gözünden bakmamızı öneriyor. Pratchett alametifarikalarıyla dolu bu dört başı mamur roman, pek çok ünlü korku filmine, kitabına ve hatta şarkısına dokunarak, edebiyata mesafeli duran gençlere heyecan verici ve eğlenceli bir okuma deneyimi vadediyor.

Kitaptan Bir Bölüm :

BİRİNCİ BÖLÜM

Johnny, ölüleri neden görmeye başladığını kesinlikle bilmiyordu. Kasaba Eşrafından Thomas Bowler,
“Muhtemelen, görmemek için fazla tembel olduğundan,” dedi.
Eşraftan Bowler, çoğu insanın zihninin, onları rahatsız edecek şeyleri görmelerine izin vermediğini söyledi. Bowler,
“Ölü gören başka insanlar da olsa, bilirdim,” diyordu; çünkü kendisi tüm hayatını (1822-1906) bu tür şeyleri görmeyerek geçirmişti.

Bıngıl Johnson, ki teknik olarak Johnny’nin en iyi arkadaşıydı,
“Kafayı yediğin için ölüleri görmeye başladın,” dedi.
Ama diğer arkadaşı Yo-yok, ki bol bol tıp kitabı okur-du,
“Muhtemelen bu, normal insanların aksine, zihnini odaklayamamandan
kaynaklanıyor,” dedi. “Normal insanlar,” diye ekledi, “çevrelerinde olan biten hemen her şeyi görmezden gelebiliyorlar, böylece de çok daha önemli şeylere... mesela, şeye... eh, tuvalete gitmek ve hayatlarını yaşamak gibi şeylere rahatça odaklanabiliyorlar. Buna karşılık sen sabahleyin gözlerini açıyorsun ve koca evren suratına tokat gibi iniyor.”

Bıngıl, “Bu dediklerin zaten ‘kafayı yemek’ anlamına geliyor,” dedi.

Evet. Adına ne denirse densin, anlamı buydu. Johnny, hiç kimsenin görmediği şeyleri görüyordu. Örneğin, mezarlığın çevresinde oyalanan ölü insanları. Eşraftan Bowler... eh, en azından, eski Eşraftan Bowler, ölülerin geri kalanına burun kıvırıyordu; kocaman, siyah mermerden bir mezarı olan Bay Vicenti’ye bile. Bay Vicenti’nin (1897-1958) mezarı, küçük bir çerçevenin ardından bakan ve hiç de ölü görünmeyen bir gençlik fotoğrafıyla ve meleklerle süslenmişti. Eşraftan Bowler, Bay Vicenti’nin, Mafya’nın “Capo de Monte”si olduğunu söylemişti.*

Bay Vicenti ise, tam aksine, hayatı boyunca yalnızca tuhafiye toptancılığı, amatör kaçış sanatçılığı ve çocuk eğlendiriciliği yaptığını söylemişti Johnny’ye. Ki pek çok önemli açıdan, bu işler de Mafya üyesi olmaktan daha uzak sayılmazdı... Fakat tüm bunlar, sonradan olmuştu. Johnny ölüleri çok daha iyi tanıdıktan sonra. Ford Capri’nin de hayaleti gökyüzüne uçup gittikten sonra...

* Aslında “Capo dei Capi” (yani patronların patronu) demek istemiş, ama yanlışlıkla “dağın başı” demiş. [E.N.]

Johnny mezarlığı ancak dedesinin yanında yaşamaya başladıktan sonra gerçekten keşfetti. Sıkıntılı Zamanlar’ın Üçüncü Aşama’sındaydı artık; Bağrışmalar’dan (kötü bir aşamaydı) ve Bazı Konularda Sağduyulu Davranmak’tan (bu daha da kötüydü; Bağrışmalar bile daha iyiydi) sonraki aşama. Babası, ülkenin diğer ucunda, kendine yeni bir iş arıyordu. Ve herkes artık sağduyulu davranmayı da bıraktığından, her şeyin yoluna girebileceği gibi muğlak bir his vardı ortamda. Johnny bütün bunlar hakkında düşünmemeye çalışıyordu.

Eve, otobüse binmek yerine kanal boyundaki yoldan yürüyerek gitmeye başlamıştı. Kısa süre içinde de zaten, mezarlık duvarının yıkık kısmının üstünden aşarsa ve sonra da krematoryum binasının çevresinden dolanırsa, yolu yarı yarıya kısaltabileceğini fark etmişti. Mezarlar, kanalın kıyısına kadar uzanıyordu. Baykuşların ve tilkilerin yaşadığı eski mezarlıklardan biriydi burası. Hani şu, pazar gazetelerinde haberi çıkan, “Victoria Döneminden Kalma Mirasımız” gibi manşetlerle sunulan eski mezarlıklardan... Fakat o gazeteler bu mezarlıktan bahsetmezlerdi asla. Çünkü burası Londra’dan çok uzaktı ve dolayısıyla... eh, yanlış türden bir mirastı.

Bıngıl, mezarlığın ürkütücü olduğunu söyleyip eve bazen uzun yoldan gidiyordu. Oysa Johnny, mezarlık yeterince ürkütücü olmadığı için hayal kırıklığına uğramıştı. Hatta, buranın gerçekte ne olduğunu aklınızdan çıkarırsanız, yani yerin altında yatan ve bütün geceyi sırıtarak geçiren onca iskeleti unutmayı başarırsanız, epey dost canlısı bir yer bile sayılabilirdi. Kuşlar şakıyordu, trafik gürültüsü çok uzaktan geliyordu... Huzurlu bir yerdi. Yine de Johnny birkaç şeyi daha kontrol etmişti. Eski mezarların bazılarının tepesinde büyük taş kutular vardı. Bakımsız kalmış yerlerde bunlar çatlamış, hatta açılıp düşmüştü. Johnny, ne olur ne olmaz diye içeriye şöyle bir göz atmıştı...
...ve orada da hiçbir şey bulamayarak yine hayal kırıklığına uğramıştı.

Sonra bir de mozoleler vardı. Çok büyüktü bunlar. Kapıları vardı, küçük evlere benziyorlardı. Bol bol meleği olan minik bahçe barakaları gibiydi hepsi. Melekler de beklenmedik ölçüde gerçekçiydi; özellikle de şu, girişin yakınındaki mozoleye işlenmiş olan, cennetten çıkmadan önce tuvalete gitmeyi akıl edememiş gibi görünen melek... İki çocuk, yerdeki yaprak yığınlarını tekmeleyerek, mezarlıkta yürüyordu şimdi.
“Haftaya Cadılar Bayramı,” dedi Bıngıl. “Evde dans partisi veriyorum. Korkunç bir şey kılığında gelmen gerekiyor tabii. Yani senin kılık değiştirmen gerekmez.”
“Sağ ol be,” dedi Johnny.
“Bugünlerde dükkânlarda çok daha fazla Cadılar Bay-
ramı malzemesi olduğunu fark ettin mi?” dedi Bıngıl.
“Guy Fawkes Gecesi yüzünden,” dedi Johnny.
“Eskiden, Guy Fawkes Gecesi’nde, havai fişekler yüzünden bir dolu kişi yaralanıyordu. İnsanlar da bu yüzden Cadılar Bayramı’nı icat etti. Çünkü artık yalnızca maskeler falan takıyoruz.”*
“Bayan Nugent, bütün bunların hep doğaüstü güçlerle falan uğraşmak demek olduğunu söylüyor,” dedi Bıngıl. Bayan Nugent, Bıngılların yan komşusuydu. Gecenin üçünde bangır bangır Madonna çalmak gibi konularda biraz mantıksız davranmasıyla tanınırdı.
“Muhtemelen öyledir,” dedi Johnny.
“Cadılar Bayramı’nda, cadılar dışarıda oluyormuş. Öyle söylüyor,” dedi Bıngıl.
“Nasıl yani?” Johnny alnını kırıştırdı. “Mallorca’ya falan tatile mi gidiyorlarmış?”
“Sanırım,” dedi Bıngıl.
“Şey... mantıklı herhâlde. Muhtemelen, yaşlı olduklarından, sezon dışı özel indirimler falan alıyorlardır,” dedi Johnny.
“Halam, neredeyse hiç para ödemeden otobüsle istediği yere gidiyor. Üstelik cadı bile değil.”
“O zaman, Bayan Nugent neden endişeleniyor ki?” dedi Bıngıl.
“Bütün cadılar tatildeyken buralar çok daha güvenli olur?”

* Guy Fawkes, 1605 yılında İngiltere parlamento binasını havaya uçurmaya yönelik “Barut Komplosu”nun öncüsü olan kişiydi. Bu eylem bir şekilde engellendi ve ondan sonra her 5 Kasım, Guy Fawkes Gecesi olarak kutlanır oldu. Zamanla bu gösteriler sadece eğlence odaklı hâle geldi. Ve zamanla, Amerikan kültürünün yayılmacı siyaseti sayesinde Cadılar Bayramı küreselleşti ve İngiltere’de de bu gecenin önüne geçti. [E.N.]

Küçük, vitraylı pencereleri bile olan çok süslü bir mozolenin önünden geçtiler. Bir mozolenin içine kim bakmak isterdi ki? Gerçi, öte yandan... bir mozoleden dışarı bakmayı kim isterdi?
“Cadılarla aynı uçağa binmek istemezdim,” dedi Bıngıl, derin düşünceler içinde.
“Düşünsene... belki paran anca sonbaharda tatile gitmeye yetiyor, sonra uçağa biniyorsun ve bir bakmışsın, uçak dışarı giden bir sürü yaşlı cadıyla dolu!”
“Bir yandan da şarkı söylüyorlar, değil mi...” dedi Johnny.
“Haydi cadılar, haydi cadılar, haydiii! Tam zamanı tam zamanı şimdiii!..”
“Tabii. Hatta bir de, Viva Espanya.”
“Ama bahse girerim, otellerde en iyi hizmeti onlar alıyordur,” dedi Johnny.
“Evet.”
“Gerçekten komik,” dedi Johnny.
“Ne?”
“Bir kitapta okumuştum. Meksika gibi bir yerde yaşayan insanlar hakkındaydı. Her sene, Cadılar Bayramı’nda, hepsi birden mezarlığa gidip büyük bir kutlama yaparlarmış. Sırf öldüler diye insanların neden her şeyden dışlanmaları gerektiğini anlamıyorlarmış gibi falan...”
“Iyk. Piknik ha? Hem de mezarlıkta?”
“Evet.”
“Kesin, böyle... topraktan... yeşil, parlak eller çıkıp sandviçleri aşırıyormuştur da?”
“Sanmam. Hem... Meksika’da sandviç yemiyorlar. Tort... tost... turt? Öyle bir şey yiyorlar.”
“Tosbağa bence.”
“Öyle mi?”
“Kesin,” dedi Bıngıl, çevresine bakınarak.
“Kesin. Kesin... var ya, şu kapılardan birini çalmaya kesin cesaret edemezsin. Kesin, içeride sarsıla sarsıla yürüyen ölü insanlar duyarsın.”
“Neden sarsılıyorlarmış?”
Bıngıl düşündü.
“Eh, onlar her zaman sarsıla sarsıla hareket eder,”
dedi. “Neden, bilmiyorum. Videolarda izledim. Ayrıca duvarlardan da geçebiliyorlar.”
“Neden?” dedi Johnny.
“Ne neden?”
“Neden duvarlardan geçiyorlar? Yani... canlı insanlar yapamıyor öyle bir şey. Ölü insanlar neden yapabilsin ki?”
Bıngıl’ın annesi videolar konusunda çok rahat davranıyordu. Bıngıl, yüz yaşındaki insanların bile ancak anne babalarıyla birlikte izleyebileceği filmleri izlemeye izni olduğunu söylüyordu.
“Bilmiyorum,” dedi. “Genelde çok... öfkeli oluyorlar.”
“Ölmüş oldukları içindir herhâlde...”
“Muhtemelen,” dedi Bıngıl. “Yaşanacak hayat değil onlarınki.”

(Johnny o akşam, Eşraftan Bowler’la tanıştıktan sonra yani, bu konuyu uzun uzun düşündü. O zamana kadar tanıdığı yegâne ölü insanlar, bir tür hastalıktan ötürü hastanede ölen Bay Page ile doksan altı yaşında eceliyle vefat eden büyükninesiydi. İkisi de öyle öfkeli insanlar değildi. Evet, büyükninesinin aklı biraz karışıktı ama kesinlikle öfkeli değildi. Johnny onu ziyaret etmek için Günışığı Çayırları’na gitmişti. Büyükninesi orada, bol bol televizyon izleyerek ve bir sonraki yemek zamanının gelmesini bekleyerek, sakince yaşıyordu. Bay Page de oralarda sessizce dolaşırdı. O sokakta yaşayan ve gün ortasında hâlâ evinde olan tek erkekti. Yani, sırf Michael Jackson’la dans edecekler diye, öldükten sonra yeniden ayaklanacak tipler değildi ikisi de.* Ve büyükninesini duvarlardan geçmeye yöneltecek tek şey, uzaktan kumandayı kapmak için on beş yaşlı hanımla savaşmasını gerektirmeyecek bir odanın vaadi olurdu...) Johnny, insanların pek çok şeyi yanlış anladığını düşünüyordu. Bunu Bıngıl’a da söyledi. Bıngıl itiraz etti.
“Ölülerin bakış açısından bakınca farklı görünüyordur muhtemelen,” dedi.

Şimdi Batı Caddesi’nde yürüyorlardı. Mezarlık, yolları ve sokakları olan bir şehir gibi düzenlenmişti. Sokak isimleri pek yaratıcı değildi gerçi: Örneğin, Kuzey Yolu ile Güney Patikası, banklar konulmuş, çakıl taşı kaplı, küçük bir alanda Batı Caddesi’ne kavuşuyordu.

* Michael Jackson’ın Thriller şarkısının klibinde dans eden zombileri düşünüyor... [E.N.]

Bir tür şehir merkezi gibi... Ama bu şehir, Victoria Dönemi tarzında yapılmış büyük mozoleler yüzünden, dünyadaki en uzun hafta sonu tatiline girmiş bir şehre benziyordu.
“Babam, bunların üzerine binalar yapılacağını söyledi,” dedi Bıngıl. “Bakımı çok pahalı olduğu için belediye burayı büyük şirketlerden birine üç kuruşa satmış.”
“Nasıl yani? Hepsini birden mi?” dedi Johnny.
“Babam öyle dedi,” dedi Bıngıl, ama pek de emin değil gibiydi. “Bunun tam bir rezalet olduğunu söyledi.”
“Kavak ağaçlarının olduğu yeri bile mi satmışlar?”
“Her yeri,” dedi Bıngıl. “İş merkezi mi ne, öyle bir şey olacakmış.”
Johnny çevreye göz gezdirdi. Kilometreler boyunca, bölgedeki tek yeşil alan burasıydı.
“Üç kuruş ha...” dedi. “Bense en az bir pound verirdim buraya...”
“Evet ama sen buraya bina yapamazsın,” dedi Bıngıl.
“Önemli olan da o.”
“Ben zaten buraya bina falan yapmak istemezdim. Sırf, olduğu gibi bıraksınlar diye satın alırdım.”
“Evet,” dedi, sağduyunun sesi Bıngıl. “Fakat insanlara da iş lazım. İnsanların çalışması gerekiyor.”
“Eminim buranın sakinleri buna hiç memnun olmazdı,” dedi Johnny. “Bilselerdi yani.”
“Sanırım onları başka yere nakledecekler,” dedi Bıngıl. “Öyle bir şey olmalı yani. Yoksa... düşünsene, bahçeyi kazmaya bile cesaret edemez insan...”

İnsanlığı Ancak Sen Kurtarabilirsin - Johnny Maxwell 1. Kitap (Terry Pratchett) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : İnsanlığı Ancak Sen Kurtarabilirsin - Johnny Maxwell 1. Kitap

Kitabın Yazarı : Terry Pratchett

Kitap Hakkında Bilgi :

İnsanlığın kaderi bir bilgisayar oyununun ellerine düşünce...

41 kitaplık “Diskdünya” serisinin kült yazarı Sör Terry Pratchett’ın, hayal gücünün sınırlarını zorlayan “Johnny Maxwell” üçlemesi, gözden geçirilmiş baskısı ve Mark Beech’in resimleriyle tekrar raflara geliyor.

Üçlemenin ilk halkası İnsanlığı Ancak Sen Kurtarabilirsin, savaş ve barış kavramları üstüne düşündürürken, etik değerlerle örülü, çarpıcı bir öykü anlatıyor.

"Gerçek olan oyunlar"la ilgili kaleme alınan tüm kitaplar arasından kolayca sivrilen bu eğlenceli roman, bir yandan güldürüyor, bir yandan da ünlü bilimkurgu filmlerine ve tarihî olgulara atıfta bulunarak okurun bilgi dağarcığını körüklüyor.

On iki yaşında, “sıradan” bir çocuk olan Johnny Maxwell’in hayatı son zamanlarda çelişkilerle doludur. Bir yandan ailesinin yaşadığı sıkıntılar, diğer yandan her gece televizyonda seyrettiği Körfez Savaşı haberlerinin etkisiyle zihni bir hayli karışıktır. Tüm bu sıkıcı olaylara rağmen, hayatını renklendiren tek şeyse bilgisayar oyunlarıdır. Günlerden bir gün Johnny’nin eline “İnsanlığı Ancak Sen Kurtarabilirsin” adlı yeni bir bilgisayar oyunu ulaşır ve olanlar olur. Çünkü oyundaki uzaylılar, Johnny ile iletişim kurmaya çalışmakta, hatta ondan yardım istemektedir! Peki, her oyunda yok edilmeye programlı bir uzaylı filosu nasıl olur da bir anda teslim olmaya karar vermiştir? Yoksa artık savaşmayı bir kenara bırakıp konuşmanın, iletişim kurmanın, barışmanın zamanı mıdır?

Okurlarını bilgisayarın günlük yaşamımıza tam olarak hükmetmediği, İnternet’in hayatımızı esir almadığı 90’lı yılların başına doğru gerçeküstü bir yolculuğa çıkaran İnsanlığı Ancak Sen Kurtarabilirsin, gerçekle kurgu arasında gidip gelen bir dünyanın kapılarını aralayarak doğru ve yanlışı baştan aşağı sorgulatan bir öykü anlatıyor.

Unutmayın; siz yapmazsanız, Johnny yapmazsa, kim yapacak?

“Şimdiye kadar, ‘gerçek olan oyun’larla ilgili çok hikâye okuduk. Ama Terry Pratchett’ınki ciddiyetiyle de, mizahıyla da bu alanda kendine çok özel bir yer ayırıyor...” Kutlukhan Kutlu, İyi Kitap

Kitaptan Bir Bölüm :

Birinci Bölüm
FAzlAdAN BİN CANı OlAN KAhrAMAN

Johnny dudağını ısırdı ve odaklandı.
Tamam. Hızla yaklaş, füzelerden biriyle ilk savaş gemisine nişan al. Biip biip biip biibiibiibiip! Füzeyi fırlat! Bammm!
Topları geminin üzerine boşalt!
Pat pat pat pat!
Şimdi ikinci gemiyi vur; lazerle kalkanını yok et! Ciyuvvv!
Yeni füzeyi ateşle: Fişşuvvv!
Birinci gemiyi indir, pike yap, silah değiştir, dönmekte olan üçüncü gemiyi tara...
Pat pat pat!
Yukarı kıvrılırken vizörde ikinci gemiyi yakala, bir füze daha fırlat! Bammm!
Şimdi taramaya başla... Fit fit fit!
İşte dördüncü gemi! Ah, bu hep en son gelirdi ama ilk önce onun peşine
düşerseniz, diğerleri dönüp tekrar gelme fırsatı bulurlardı ve bir anda üçü birden size nişan alırdı...

Johnny şimdiye kadar altı kez ölmüştü bile. Ve saat daha akşamüstü beşti.
Elleri klavyenin üzerinde âdeta uçuyordu. Hızlanarak kargaşadan çıkarken, yıldızlar kükreyerek etrafından geçti. Bu hamle tüm yakıtını tüketecekti, fakat düşman gemiler yetişene kadar kalkanlarını kaldırmasını ve hazır olmasını da sağlayacaktı; hem, iki gemi hasar almıştı bile... Ve işte... geliyorlardı... Füzeler fırladı...

Vay! İlk atışta şansı yaver gitti! Öl, öl, öl! Kırmızı Ateş Topu! Fişşuvvv!
İşte sonuncusu da kaçıyor, ama hâlâ yetişilebilir, gaza bas! GgrrRRRŞŞŞ!
Hiç durmadan ateşle ve sakın gözden kaybetme! Fişşuvvv! Ah!

Amiral gemisinin iri cüssesi ekranın köşesinde belirdi. Onuncu bölüm, işte geliyoruz! Dikkatlice, dikkatlice... Artık başka gemi yoktu, bu yüzden Johnny’nin
tek yapması gereken, amiral gemisinin atış menziline girmemek ve sonra da pike yaparak yaklaşmak ve Konuşmak istiyoruz.

Johnny gözlerini kırpıştırarak mesaja baktı.
Konuşmak istiyoruz.
Gemi kükreyerek geçip gitti. Viiiyooouuunn...
Johnny fren tuşuna uzandı ve yavaşladı, sonra döndü ve büyük, kırmızı şekli yine vizöre aldı.
Konuşmak istiyoruz.
Parmağı Ateş tuşu üzerinde oyalandı. Sonra, hiç bakmadan, elini klavyenin diğer yanına uzattı ve Duraklat’a bastı.

Oyun kitapçığını okumaya başladı. İnsanlığı Ancak Sen Kurtarabilirsin!
yazıyordu kapağında. “Eksiksiz Ses ve Grafiklerle. Bundan İyisi Yok.”
Sayfa 17’de, bir ScreeWee ağır kruvazörünün, yetmiş altı lazer atışı ile yok edilebileceği yazıyordu. Savaş gemilerinden oluşan koruma filosunu temizleyip öteki ScreeWee silahlarının sizi vuramayacağı kullanışlı bir yer bulduktan sonra, gerisi yalnızca zaman meselesiydi.
Konuşmak istiyoruz.
Duraklat’a basmış olmasına rağmen, mesaj ekranda yanıp sönmeye devam ediyordu. Kitapçıkta mesajlar hakkında hiçbir şey yazmıyordu. Johnny sayfaları karıştırdı. Oyuna doldurduklarını iddia ettikleri “Güncellenmiş Özellikler”den biri olmalıydı bu.

Kitapçığı bıraktı, ellerini tuşlara götürdü ve dikkatle yazdı: Öl, uzalyı pislik.
Hayır! Ölmek istemiyoruz! Konuşmak istiyoruz!
Böyle olmaması gerekiyordu, değil mi?
Ona diski veren ve oyun kitapçığını da babasının fotokopi makinesinde kopyalayan Bıngıl Johnson, bir seferinde, onuncu bölümü geçince fazladan 10.000 puan ve Cesaret Ödülü aldığını, sonra da daha fazla sayıda ve çeşitte geminin bulunduğu Arcturus Sektörü’ne geçtiğini söylemişti. Johnny o Cesaret Ödülü’nü istiyordu. Lazeri son bir kez daha ateşledi. Fişşuvvv!

Neden yaptığını bilmiyordu aslında. Sırf, elinde bir oyun kolu ve onun da üzerinde bir Ateş düğmesi olduğu içindi galiba. Sırf, tüm bunlar böyle tasarlandığı içindi. Ne de olsa, Ateş Etmeme düğmesi diye bir şey yoktu, değil mi?
Teslim Oluyoruz! LÜTFEN!
Johnny yeniden klavyeye uzandı ve büyük dikkatle, Kaydet tuşuna bastı. Bilgisayar uğuldadı, tıkırdadı, sonra sustu. Johnny akşam boyunca oyunu tekrar açmadı. Ödevini yaptı. Coğrafya ödeviydi. Dünya haritasında Büyük Britanya’nın yerini işaretlemesi ve sonra da içini boyaması gerekiyordu. ScreeWee’nin kaptanı, ön bacaklarından birini masaya indirdi.
“Evet?
”İkinci kaptan yutkundu ve kuyruğunu saygılı bir açıda tutmaya çalıştı.
“Yine ortadan kayboldu, hanımefendi,” dedi.
“Peki kabul etti mi?”
“Hayır efendim.”
Kaptan, üç elinin parmaklarını masanın üzerinde tıkırdattı. Semender hayvanına benziyordu birazcık; ama en çok benzediği şey, timsahtı.
“Fakat ona ateş etmedik!” dedi.
“Etmedik efendim!”
“Mesajımı gönderdin, değil mi?”
“Evet efendim!”
“Ve onu her öldürdüğümüzde, usanmadan geri geliyor...”

Johnny teneffüste Bıngıl’a yetişti. Takımlar seçilirken Bıngıl hep en sona kalırdı. (Gerçi şu anda bu pek de sorun değildi, çünkü beden öğretmeni, rekabeti körüklediği inancıyla, takımlara karşıydı.) Bıngıl, bıngıl bıngıl bıngıldıyordu. “Hormonlarlailgili bir şey,” diyordu. Özellikle koşarken bıngıldıyordu, farklı kısımları farklı yönlere gitmeye çalışıyordu. Bıngıl’ın belli bir yöne, ancak
ortalama olarak gittiği söylenebilirdi. Oyunlar konusunda iyiydi ama. Her ne kadar, bilindik türde bir “iyilik” olmasa da bu, iyiydi. Mesela, tüm okullar arasında bir “Galaktik-Gemiler’in -Kopyalamaya-Karşı-Kırılması-İmkânsız-Koruma-Sistemini-İlk-Kıran-Kişi-Olma” yarışması düzenlenecek olsa,
Bıngıl yalnızca takıma girmekle kalmaz, takımı seçen kişi olurdu.
“Yo! Bıngıl!” dedi Johnny.
“Artık ‘Yo’ demek havalı değil,” dedi Bıngıl.
“‘Havalı’ demek fiyakalı mı peki?” dedi Johnny.
“Havalı her zaman havalıdır. Ve artık kimse ‘fiyakalı’ da demiyor.”
Bıngıl, bir sırrı varmışçasına çevresine bakındı, sonra da çantasından bir torba çıkardı.
“İşte asıl bu havalı. Şunu bir dene.”
“Bu ne ki?” dedi Johnny.
“Savaşçı Yıldız TeraBombacı’yı kırdım,” dedi Bıngıl.
“Ama kimseye söyleme. Klavyede ‘SYB’ yaz, yeter. Aslında pek de iyi bir oyun değil. Boşluk tuşu bomba bırakıyor ve... Eh, tuşlara bas ve ne yaptıklarını gör işte...”
“Tamam... Bir şey diyeceğim, İnsanlığı Ancak Sen Kurtarabilirsin’i biliyorsun ya...”
“Hâlâ onu mu oynuyorsun?”
“Sen ona... şey... bir şey yapmadın, değil mi? Yani, bana kopyasını vermeden önce?”
“Yoo. Korumalı bile değildi ki o. Kitapçığı kopyalamak dışında hiçbir şey yapmadım. Neden?”
“Ama oynadın, değil mi?”
“Biraz.” Bıngıl, oyunları yalnızca bir kere oynardı. Bir oyunu birkaç dakika izledikten sonra, oyun kolunu eline alıp puan rekorları kırabilirdi. Sonra da zaten o oyunu bir daha oynamazdı.
“Peki, tuhaf bir şey olmadı mı?”
“Nasıl yani?” dedi Bıngıl.
“Şey...” Johnny duraksadı. Bıngıl’a söyleyebilirdi tabii. Ama sonra Bıngıl ya gülerdi, ya ona inanmazdı ya da yalnızca bir tür hata, bir tür numara falan olduğunu söylerdi. Ya da virüs. Evet. Bıngıl’ın diskler dolusu bilgisayar virüsü vardı. Galiba koleksiyon yapıyordu. Pul koleksiyonu falan gibi. Johnny, Bıngıl’a söylerse, bir şekilde gerçek olmaktan çıkardı.
“Şey... ne bileyim, tuhaf bir şeyler işte.”
“Ne gibi?”
“Garip. Şey... sanırım, gerçek gibi.”
“Öyle olması gerekiyor zaten. ‘Tıpkı gerçek gibi,’ yazıyor kutusunda da. Umarım kitapçığı doğru düzgün okumuşsundur, babam onu kopyalamak için koca bir
kahve molasını harcadı.”
Johnny rahatsızca sırıttı.
“Ah, evet. Doğru. Okusam iyi olacak. Yıldız Savaşçısı Pilotu için de teşekkürler...”
“TeraBombacı. Bu arada, babam Amerika’dan ne getirdi, biliyor musun?
Alabama Smith ve Kader Mücevherleri.* Diski sonra geri getir de onu da kopyalayayım.”
“Tamam,” dedi Johnny.
“Sorun değil.”
“Tamam,” dedi Johnny.
Johnny’nin, Bıngıl’ın verdiği oyunların büyük çoğunluğunu hiç oynamadığını söyleyecek cesareti yoktu. Oynayamazdınız ki çünkü. Uyuyacak ve yemek yiyecek zaman istiyorsanız, oynayamazdınız. Ama bu da pek sorun değildi, çünkü Bıngıl asla sormazdı. Bıngıl’ı ilgilendirdiği kadarıyla bilgisayar oyunları, oynamak için değildi. Oyunlar, koruma programını kırmak, yazılımına müdahale edip fazladan can falan kazanmak ve sonra da kopyalayıp herkese dağıtmak içindi.

*Indiana Jones ve Kutsal Hazine Avcıları (Indiana Jones and the Raiders of the Lost Ark) filmini bilirsin ya? Bir zamanlar, onun oyunu da vardı. Indiana Jones ve Atlantis’in Kaderi (Indiana Jones and the Fate of Atlantis) adındaki oyun büyük ses getirmişti. [E.N.]

Temel olarak, dünyada yalnızca iki taraf vardı: bilgisayar korsanlığını yok etmek için muazzam bir çabaya girişmiş koca bir oyun sektörü, bir de Bıngıl. Ve şu
anda, Bıngıl öndeydi.
“Tarih ödevimi yaptın mı?” dedi Bıngıl.
“Al,” dedi Johnny.
“‘İngiliz İç Savaşı Sırasında Köylü Olmak Nasıl Bir Şeydi?’ Üç sayfa.”
“Sağ ol,” dedi Bıngıl. “Çabuk yapmışsın.”
“Ah, geçen dönem coğrafya dersi için, ‘Bolivya’da Köylü Olmak Nasıl Bir Şeydir?’ diye bir ödev yapmıştık. Onu kopyaladım. Yalnızca lamaları çıkardım, yerine de kralların kelle uçurmasıyla ilgili şeyler ekledim. Köylü ödevlerinde bu tür şeyler eklemen gerekiyor. Sonra da hava durumu ve ekinler hakkında şikâyet edip duruyorsun. Köylü ödevleri kolay iş...”

Johnny, yatağına uzanmış, İnsanlığı Ancak Sen Kurtara bilirsin’in kitapçığını okuyordu. Kitapçıklarının, basitçe, “Sola gitmek için < tuşuna, sağa gitmek için > tuşuna, ateş etmek için Ateş tuşuna basın,” gibi şeyler söylediği oyunları daha dün gibi hatırlıyordu... Oysa artık, oyun hakkında yazılmış küçük bir kitabın tamamını okumak gerekiyordu. Basit bir kitapçıktı, fakat adına “Roman” diyorlardı. Aslında bu kitapçıklar bir tür “anti-Bıngıl” önlemiydi. Amerika’daki ya da öyle bir yerdeki birisi, oyunun size, “Kitapçığın 19. sayfasının 23. satırının 1. sözcüğü nedir?” gibi küçük sorular sormasının ve doğru yanıtı vermezseniz bilgisayara reset atılmasının çok akıllıca olacağını düşünmüştü. Demek ki, muhtemelen, Bıngıl’ın babasının ofisindeki fotokopi makinesini hiç duymamışlardı...

Her neyse, sonuçta bu kitapçık vardı. Kitapçığa göre, ScreeWeeler yok yerden ortaya çıkmışlardı ve üzerinde insanlar yaşayan bazı gezegenleri bombalamışlardı. Neredeyse tüm yıldızgemileri havaya uçmuştu ve geriye bir tek bu deney gemisi kalmıştı. ScreeWee sürülerine karşı bir tek o direniyordu. Ve insanlığı ancak sen kurtarabilirdin. Sen. Yani, o. On iki yaşındaki John Maxwell.
Hem de okuldan eve gelip bir şeyler atıştırdıktan sonra, ödev zamanına kadar.
Fakat, savaşmak istemeyen ScreeWee sürülerine yönelik hiçbir şey yazmıyordu...
Johnny önce bilgisayarı, sonra da oyunu açtı. Gemi, vizörün tam ortasında yeniden belirdi.

Johnny, düşünceli düşünceli, oyun kolunu eline aldı. Ve ekranda hemen yeni bir mesaj belirdi. Yani... tam olarak mesaj değildi aslında. Daha çok, bir tür resimdi. Yumurta şeklinde, yarım düzine kadar leke. Hem de kuyruklu. Hareket etmiyorlardı. Bu ne biçim mesaj? diye düşündü Johnny. Belki de göndermesi gereken özel bir mesaj vardı?
“Öl, seni pislik” şu anda pek uygun gelmiyordu çünkü.
Johnny yazdı: Neler olyor?

6 Haziran 2020 Cumartesi

İletken Telin Uzunluk, Kesit ve Cinsine Bağlı Olarak Direncinin Hesaplanması Örnek Problem Çözümü ve Konu Anlatımı

İletken Telin Uzunluk, Kesit ve Cinsine Bağlı Olarak Direncinin Hesaplanması

Bir iletkenin ektrik akımına gösterdiği zorluk (yani o iletkenin direnci), iletken içinde hareket eden elektronlarla, o iletken içindeki atom ve diğer parçacıklar arasındaki sürtünmelerden meydana gelir. Bu konuda, bir borudan akan suyun karşılaştığı zorluğu örnek olarak gösterebiliriz. Boru dar ve iç yüzeyi fazla girintili çıkıntılı ise suyun akışına karşı belli bir zorluk ortaya çıkaracaktır. Aynı şekilde borunun uzunluğu arttıkça, içinden geçen suya gösterdiği direnç artacaktır.

Bir iletkenin direnci de, o iletkenin boyuna, çapına ve cinsine göre değişir.

* Bir iletkenin uzunluğu ile direnci doğru orantılıdır. İletkenin uzunluğu arttıkça direnç de artar.

* Buna karşılık iletkenin kesiti ile direnç ters orantılıdır. Buna göre iletkenin kesiti arttıkça direnç azalır, kesiti azaldıkça direnç artar.

* Bunlardan başka, direnç, iletkenin cinsine göre de değişir. Örneğin aynı uzunlukta ve aynı kesitte bakır ile alüminyum iletkenin dirençleri birbirinden farklıdır. Burada öz direnç kavramı karşımıza çıkar.

Özdirenç, 1 metre uzunluğunda ve 1 mm2 kesitindeki bir iletkenin direncidir ve bütün iletkenin özdirençleri birbirinden farklıdır.

Özdirenç ρ sembolü ile gösterelir ve ro olarak okunur.

Bütün bunlardan başka, ortamın sıcaklığıda iletkenin direncini etkileyen faktördür.
Bu tablodaki değerler, iletkenlerin oda sıcaklığındaki (20 C) özdirençleridir.

Bir iletkenin direnci aşağıdaki formülden hesaplanır.

R = . ρ
       S

Bu formüldeki harflerin anlamı ve birimleri;
R: İletkenin direnci (ohm)
L: İletkenin uzunluğu (metre)
ρ: İletkenin özdirenci (ohm)
S: İletkenin kesiti (mm2)

 
Örnek: Uzunluğu 20 metre, kesiti 2 mm2 olan bakır telin direncini hesaplayınız.

Çözüm: Bakırın özdirenci ρ=0,017 ohm

R = . ρ
       S 
              
R = 20  . 0,017
       2

R = 0,17 Ω olarak bulunur.

Örnek: Uzunluğu 50 metre, kesiti 3mm2 olan alüminyum telin direncini hesaplayınız.

Çözüm: Alüminyumun özdirenci 0,028 ohm dur.

R = . ρ
       S 
              
R = 50  . 0,028
       3

R = 0,47 Ω olarak bulunur.

Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi (Prof. Dr. Erol EREN) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi

Kitabın Yazarı : Prof. Dr. Erol EREN

Kitabın Özeti :
Bölüm 1 : Psikolojinin Genel Yönetim ve İşletme Yöntemi İle İlişkileri:

A: Kavramla İlgili Açıklamalar:

İşletmeler birtakım amaçları gerçekleştirmek için bir araya gelen ham- madde makine insan ve organizasyon gibi üretim araçlarının uygun bir bileşiminden oluşmuş kuruluşlardır.

B: Yönetimde Davranış Bilimleri ve Psikolojinin Bu Bilimler İçindeki Yeri:

Davranış bilimlerini oluş- turan üç temel bilim vardır: Psikoloji, sosyoloji ve antropolojidir. Bunların dışında tarih, hukuk, biyoloji ve iktisat gibi toplumsal içerikli bilimler de yer alır.

C: Yönetim İle Psikolojinin Belli Başlı İlkeleri:

Bu ilkeler işe uygun personel, üretilen malı satabilme, güdüleme, tutumların ölçülmesi, alt-üst ilişkilerini iyileştirmek, yönetsel yetkinin kurulmasıdır.

D: Bilim ve Yaşam Diyalogu:

Bilimsel yaklaşımın iki yönü vardır. Bunlar ıraksak ve yakınsak yaklaşımlardır. Sosyal bilimlerde bu yaklaşımların değerlendirilebilmesi yer, zaman, örgütsel ve kişisel özelliklere göre değişmektedir.

Yönetim ve Örgütsel Psikolojinin Özellikleri:

Sanayi devriminden bu yana insan çalışmasında ve çalışma çevresinde büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Eskiden işin tüm safha ve süreçleri üzerinde bilgi ve beceri sahibi olan ustalık sistemi yerini günümüzde uzmanlaşma olgusuna bırakmıştır. Yönetsel ve örgütsel psikolojinin doğuşuna neden olan klasik yönetim görüşleri ortaya atılmıştır. Görüşü ilk ileri süren Frederick W. Taylor’dur. İkinci ve en önemli görüş Henri Fayol’undur. Bu görüşe göre en önemli özellikler iş bölümü, uzmanlaşma, yetki ve sorumluluk verme disiplin kumanda birliği yönetim birliği genel amaç ve çıkarları kişisel amaç ve çıkarlardan üstün tutma, hiyerarşik düzen gibi bölümlerden oluşmaktadır. Üçüncü olarak da Max Weber’in bürokrasi modeli yer almaktadır. Yönetsel ve örgütsel psikolojinin önemini ortaya koyan araştırmalar yapılmıştır. Bazı kuramsal görüşlere göre sosyal modeller üç ana öğeden oluşurlar: Bunlar faaliyetler, karşılıklı ilişkiler ve duygulardır.

Bölüm 2 : Kişilik ve Kişisel Farkların Analizi

A: Genel Düşünceler ve Kişiliğin Tanımı:

Olaylar, insanların hareketleri, duyguları ve fikirleri bakımından birbirlerinden farklı olduklarını göstermektedir. Kişilik; bireyin kendi açısından, fizyolojik zihinsel ve ruhsal özellikleri bakımından farklı olmasıdır. Kişiliği belirleyen etkenler: Dış görünüm, toplumsal rolü ve görevi, zeka, ahlak, enerji, arzu, toplumsal yaşam felsefesi, kültür seviyesi, din ve ahlak anlayışı gibi özelliklerdir.

B: Kişisel Farklılıklar:

Her kişi, hayat görüşü bakımından diğerlerinden ayrılır. İnsanlar kişiliğin gereği olarak hırs arzular ve ihtiyaçlar bakımından farklıdır. Kişisel farklılıkları doğuran nedenler çok çeşitlidir. Başlıcaları: Nesnellik, girişim ruhu, daima kişisel mevki ve örgüt içinde yükselme kişinin içinde yetiştiği toplum yapısı, ekonomik sebeplerdir.

C: Kişisel Farklılık Alanları:

Her insan öğrenme, unutma, hatırlama, düşünme, fizyolojik özellikler, yetenekler, bilgiler, çatışma, heyecan, duygu, dikkat, görme, işitme, idrak etme, cinsiyet, yaş, ırk ve tecrübe bakımın- dan farklılık gösterirler. Günümüzde kişisel farklılıkların istatistiksel analizleri yapılmıştır.

a) Frekans dağılımı ve grafikleridir. Bunlar frekans poligonu histogram veya sütun diyagramı olarak da bilinirler.

b) Merkezi yığılma ölçüleri: Mod (Bir ölçmede en yüksek frekansa sahip olan puan), Medyan (Bir dağılımda tam orta yere isabet eden puan), Aritmetik Ortalama (Bir ölçmede verilen tüm puanların frekans toplamına bölümü sonucu elde edilen ortalama), Standart Sapma(Bir dağılımdaki puanların aritmetik ortalamadan farklarının karesinin frekanslara bölümü), Korelasyon katsayısı, Ranj (uç değerler farkı)

Bölüm 3 : Örgütlerde Gruplar ve Grupsal Farklılıklar

A: Grubun Tanımı Normları ve Oluşması:

Grup; birbirleri ile etkileşimde bulunan psikolojik olarak birbirlerinin varlığından haberdar olan ve kendisini bir grup olarak algılayan küçük veya büyük insan toplulukları olarak tanımlanır. Bu üç unsurun bir arada bulunmasıyla grup meydana gelir. Grup üyelerinin gerek gurup içi bireysel faaliyetlerinde ve gerekse birbirleri ile karşılıklı ilişkilerinde uymak istedikleri davranış kurallarına normlar denir. Normlar yardım edici ve düzenleyici araçtırlar. Normlar toplumda bireysel ve bireyler arası ilişkileri düzenleyen örf ve adetlere benzetilebilir. Kolektif değer yargıları, kişisel düşünce ve duygular, bireysel arzu, istek ve inançlardan bağımsızdırlar.

B: Grup Türleri:

Gruplar farklı yapılardan oluşmaktadır. Bir sınıflandırmaya göre gruplar biçimsel gruplar (sürekli veya geçici), biçimsel olmayan gruplar (yatay, dikey ve çapraz) olarak ayrılmıştır. Bir diğer sınıflandırmaya göre birincil ve ikincil gruplar olarak ayrılmıştır. Birincil gruplar yüz yüze ilişkilerden ikincil gruplar ise yüce ülkü ve idealler etrafında toplanmışlardır. Grupların yapısını belirleyen statü, rol ve haberleşme gibi unsurlardır. Grup üyelerinin birbirlerinden bekledikleri davranışlara rol denir.

Bölüm 4 : Örgütlerde İnançlar Tutumlar ve Tutumların Ölçümü

A: İnanç ve Tutumların Tanımı ve Oluşması:

İnançlar bireylerin kendi dünyalarının iç alemlerinin bir yönüyle ilgili algıların ve tanımların meydana getirdiği sürekli duygular ağıdır. İnançlar bilgi kanaat ve imanı kapsayan bir psikolojik olaydır. İnanç ve tutumlar insan kişiliğine ve kararlarına devamlılık kazandırma günlük çeşitli olayları ve faaliyetleri yorumlama anlama kavuşturma amaçlara ulaşmada alternatif yolları mukayese etme ve seçime yardımcı olmada önemli rol oynar. İnanç ve tutumlar zihnin bir sonucu kabullenmesi durumudur ve bunlar kuşkunun tam tersidir. İnanç ve tutumların oluşmasında gözlem ve tecrübe zeka duygu ve sosyal yaşam önemli rol oynar.

B: Tutumların Ölçülmesi:

İnsanların inanç ve tutumları önceden bilinirse önceden kestirilebilir ve düzeltile bilir. Tutumların ortaya çıkma şekilleri kısmen o andaki durumun özelliğine bağlıdır. Bireyin durumu değiştikçe eski tepki ve tutumları da değişecektir. Tutumu ölçmek için Thurstone, Likert(Birçok sorunun deneklerin kolayca anlayabileceği önermeler haline getirilmesi) Goddman, Bogardus tipi ölçekler geliştirilmiştir. İnanç ve tutumların takdir yoluyla ölçülmesinde nesneye karşı sözlü olmayan davranış, sözlü önerme, açıklayıcı ipuçları klinik mülakatlar, kişisel belgeler, projektif yöntemler gibi hususlar dikkate alınır.

Bölüm 5 : Örgütlerde Moral, Moral Ölçümleri, Moral Düzeyini Yükseltme:

A: Moralin Tanımı Özellikleri:

Moral, tanımlaması ve ölçülmesi zor olan psikolojik ve sosyal kavramlardan biridir. Moral her şeyden önce dinamik bir kavramdır. Devamlı değişiklikler yükselip alçalmalar gösterdiğin- den devamlı özen ister. Kuvvetli bir moral duygusu taşımak için birlik ve beraberlik ruhu, direngenlik ve vazgeçmeme arzusu, canlılık ve hareketlilik tatminsizlik ve hayal kırıklığına karşı direnme amaçlara bağlılık ve öndere hayranlık gibi belli başlı etkenler vardır. Buna karşın duygusuzluk hareketsizlik kavga ve çekişmeler kıskançlıklar ve çekememezlikler iş birliği ruhunun yokluğu zayıf bir moral duygusunun oluşmasını sağlayan sebeplerdir. Grup moralinin üzerinde etki yapan grup dışı etmenler vardır. Moral işyerinde hüküm süren çeşitli koşul ve etmenlerin ortaya koydukları bir ürün olduğuna göre bu etmenler sırasıyla şöyledir: Örgüt yapısı, gözetim şekli, çalışma koşulları, iş tatmini ve iş görenin işyeri dışındaki yaşamıdır. Grup moralini yüksek düzeyde tutmayı sağlayacak önlemler;

1) Personelin işinden duyduğu tatmin derecesi
2) Personelin üstüne karşı davranışı
3) Personelin işinde ilerlemek arzusu
4) Personelin iş yerinde geçinme durumu
5) Sahip olduğu yeteneklerden maksimum derecede yararlanma
6) Görev dağıtılırken adaletli ve insaflı olma
7) Personele yaptığı işi önceden haber verme vb.

Moral ve maneviyatın ölçülmesi zordur. Morali ölçmede kullanılan yöntemler üçe ayrılırlar:

1) İstatistik ve görüşme yöntemi
2) Soru dizini hazırlama yöntemi
3) Sosyometrik yöntemi

Bölüm 6 : Örgütsel Davranışlar Grup Dinamiği, Değişiklik ve Yenilikler

A: Örgütsel Davranışlar:

Örgütsel davranışlarda psikolojik bir yaklaşım söz konusudur. Psikoloji geçmiş ve şimdiki durum ve davranışlardan gelecekteki durum ve davranışları öngörür. Davranış bir çevreye ilişkin uyarıya organizmanın her zamanki cevabıdır. Psikologun görevi uyarıcıları ya da incelenen davranışları anlamaya yöneliktir. Örgütsel davranışlarda bireyin davranışlarını etkileyen değer unsurlarının başında örgüt amaçları verimlilik ölçüleri adalet ve hakkaniyet karar veren kişilerin değer yargıları önemlidir.

B: Grup Dinamiği:

Grup belirli bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelen birbirleri ile ilişkide bulunan iki veya daha çok kimsenin oluşturduğu bütündür. Gruplar iç ve dış yapılarına göre belirli dinamiklere sahiptir. Grubun değişikliğini belirleyen iç ve dış etmenler çok çeşitlidir.

Bölüm 7 : Örgütlerde Psikolojik Sorun ve Şikayetler

A: İş ile İlgili Şikayetler:

İnsanların iş ile ilgili belirli sorunları vardır. Bunlar işin yapılış koşullarına göre ve iş aletlerine bağlı şikayet ve tatminsizlikler, belli bir işte çalışma sonucunda elde edilecek maddi çıkarlara ilişkin tatminsizlikler, takdir edilme ve sosyal prestij durumlarına ilişkin şikayet ve tatminsizlikler olarak sıralanabilir. İnsanlar kişiliğin verdiği sıkıntılardan, yapmak isteyip yapamamanın verdiği bir bunalım yüzünden, terfi ihtirası veya küçük sebepler yüzünden şikayet etmektedirler. İnsanlığa en büyük üzüntü ve ızdırap veren şeyler, büyük üzüntü ve kırgınlıklardan çok devamlı olan küçük kırgınlıklar ve iş saatlerinde duyulan küçük kinlerdir. Büyük ızdıraplar akıl ve mantıkla açıklana bildiği ve bilinçle kavrandığı halde küçük kinler ve üzüntüler bilinç altında gururun egemen olduğu hallerde geçerli olmaktadır. Bunun için nefret uyandıran bütün küçük olaylara önem verilmelidir.

B: Davranış Bozuklukları:

Psikolojik tatminsizlik sonucunda ortaya çıkan belli başlı davranış bozuklukları vardır. Bunlar saldırgan davranışlar, geriye yöneliş ve dönüş davranışları tekrar denenmek istenen sabit davranışlar, tevekkül olma gibi davranışlardır. Değer verilen bir kişi gözüyle bakılmak yetenekli bir insan gözüyle sayılmak anlaşılmak grup içinde sivrilme ihtiyacı tatmin edilmediği sürece bu tür karakter sahibi olan kimseler tatminsizlik ve şikayete yol açan ruhsal bunalıma gireceklerdir.

Bölüm 8 : İşte Monotonluk Sorunu ve Önlenmesi

Bir işin aynı tempoda ve sürekli tekrarlanarak yapılmasının verdiği yorgunluk ve bıkkınlık durumlarına monotonluk adı verilir işleri özelliklerine göre otomatik, yarı otomatik ve otomatik olmayan işler diye üç gruba ayırabiliriz. Devamlı ve çok dikkat isteyen işler sıkıcı ve daha monotondur. Monotonluğun belli başlı nedenleri vardır:

a) İşin özellikleri
b) İşçinin monotonluğa karşı duyarlılığı
c) İş yerinin manevi ortamı
d) İşçinin psikolojik durumudur.

Monotonluğun giderilebilmesi için alınabilecek önlemler vardır. Bunlar bir iş görenin tek bir iş üzerinde ihtisaslaşması yerine bir kaç işi öğrenerek uzmanlaşması, iş değiştirme (rotasyon), işi en doğal süresinde yapma, günlük çalışma sürelerinin iyi ayarlanması, çalışma saatlerinde işçilere müzik dinletme, dinlenme sürelerinin en yararlı şekilde ayarlanmasıdır.

Bölüm 9 : İşe Devamsızlık Sorunu ve Personel Devri

Günümüz işletme ve yöneticilik sorunlarının başta gelen olgularından biri de devamsızlıktır. Devamsızlık kısaca iş görenin çalışma programı veya planına göre çalışması gereken zamanda işine gelmemesidir. Devamsızlığın sebepleri çok çeşitlidir. Yapılan araştırmalar, 25-45 yaş arası kimselerde devamsızlığın genç grup ve yaştakilere nazaran daha az olduğu, kadınların erkeklerden daha fazla devamsız oldukları, çocuk sayısının az olduğu çekirdek ailelerde fazla çocuklu ailelere nazaran daha az devamsızlık yaptıkları, iş yerinin uzaklığı arttıkça geç kalma ve devamsızlığın fazlalaştığı kıdemli işçilerde kıdemsizlere nazaran devamsızlığın fazla olduğu öğrenim derecesinin yüksekliğinin devamsızlığı önemli ölçüde etkilediği sonucunu ortaya çıkarmıştır. Devamsızlık oranını sıfıra indirmek mümkün değildir. Özellikle hastalıklar personel sağlığı gibi sebepler önemlidir. İyi bir şekilde yapılacak personel devri devamsızlığı en aza indirebilir.

Bölüm 10 : İş Ortamının Fiziksel Sorunları

A: Aydınlatma:

Çalışma ortamının ilk sorunlarından birisi işi en iyi şekilde yapmayı sağlatacak aydınlatma sorunudur. Aydınlatma sisteminde ışık tek yönden mümkünse tek kaynaktan gelmeli, ışığın kaynağı sabit olmalı ve renk değişimlerinden kaçınılmalıdır. Işığın şiddeti iyi ayarlanmalı, renkli aydınlatma sistemlerinden kaçınılmalıdır. İyi bir ışıklandırma hem erken yorulmayı önler hem de insanları güdüleyerek iş verimini artırır. Gün ışığına yakın ışıklandırma görüş etkinliği açısından diğerlerinden üstündür.

B: Atmosfer Koşulları:

Atmosfer koşullarının insanlar üzerinde çok çeşitli etkileri vardır. Havanın kimyasal bileşimi, hava sıcaklığı, hava basıncı, hava değişimleri, havadaki nem oranı, farklı sıcaklık ve nem dereceleri, insanlar ve iş verimi üzerinde önemli etkileri vardır.

C: Gürültü:

Zihinsel işlemleri gerektiren işlerde gürültü çok rahatsız edicidir. Gürültü ani olarak meydana geldiği zaman insanda ani korku ve şoklara neden olur. Aşırı gürültü ise geçici veya sürekli sağırlıklara neden olmaktadır. Gürültünün önlenebilmesi için zeminin gürültüyü emecek biçimde esnek yapılması, tavanın ve duvarların uygun maddelerle kaplanması, kulaklıklar takılması gibi önlemler alınmalıdır.

Bölüm 11 : İş İle Personel Arasındaki Uyumun Sağlanması

Sanayide en önemli sorunlardan birisi iş ve personel arasındaki uyumdur. İnsanlar yaş, cinsiyet, bedensel nitelikler, tecrübe, çalışma hızı, zeka, muhakeme ve sabır gibi hususlarda farklılık gösterirler. Bireylerin nitelik ve yeteneklerine karakter ve tutkularına uygun bir meslek seçmeleri gerekir. İşe uygun personel ve personele uygun personel en önemli husustur. Bu hususla ilgili olarak çeşitli testler yapılmıştır. Birincisi süreç testleridir.

Aynı zamanda grup ve kişisel testler yapılmaktadır. Grup testlerinin en büyük avantajı zamandan tasarruf sağlamasıdır. Yetenek testleri ise bireyin potansiyel yeteneklerinin ölçülmesini amaçlar. Yetenek bir bireyi her hangi bir işe yerleştirirken özel bir eğitimden geçirilmeden önceki nitelikleridir. Zeka testleri ise zihinsel yetenek, öğrenme, intikal çabukluğu, hafıza, yaratıcılık veya yenilik yapma gücü kavrayış çabukluğu gibi bireysel farkların ortaya çıkmasını sağlar. Fiziksel ve duygusal testler bireylerin vücut kuvveti ve atmosfer koşullarına uygunluğunu ölçer. İlgi testleri bireylerin ne gibi hobileri, tutkuları ve zevkleri olduğunu öğrenmeyi amaçlar. Yöneticiler görüşmenin, endüstriyel ilişkilerde çok önemli olduğunu vurgulamışlardır. Görüşme; örgütsel bir amacı gerçekleştirmek için bireylerin karşılıklı konuşmasından ibaret bir beşeri ilişki türüdür.

Görüşmenin evreleri
1) Hazırlık
2) Görüşmenin yapıldığı ortam
3) Görüşmenin yürütülüş biçimi
4) Görüşmenin sona ermesi
5) Değerlendirme bölümlerinden oluşur.

Bölüm 12 : Bireyler Arası İlişkiler ve Haberleşme

Haberleşme, bireyler arası bilgi fikir ve duyguların bir kimseden diğerine geçmesidir. Bu geçiş iki insanı bazen birbirine yaklaştırıcı bazen de uzaklaştırıcıdır. Haberleşme sürecinde belirli özellikler vardır. Haberleşme mekanizması gönderici, gönderici ve alıcının algılama ve değerlendirme biçimleri, mesaj, kanal, alıcı, geri besleme ve gürültüdür. Haberleşmede kişilik, sosyokültürel yapı, mevki, statü, prestij, duygusal ilişkiler önemli rol oynamaktadır. Haberleşmeyi engelleyen sosyopsikolojik, fiziksel ve teknolojik engeller vardır. Kişisel arzu ve istekler, değer yargıları, kültür düzeyleri, içinde bulundukları duygusal ortam, alışkanlıkları, zevk ve tutkuları, dil sorunları haberleşmede önemli olan diğer hususlardır.

Bölüm 13 : Yönetsel Yetki, Analiz ve As-Üst İlişkisi

Yetki yönetim amelesinin üçüncü fonksiyonu olan emir komuta sisteminin en başta gelen özelliğidir. Yetki her şeyden önce haklar ve ödevler açısından hukuksal bir kavramdır. Yetkinin belirli türleri vardır. Bunların başında güvene dayanan yetki gelir. Sırasıyla benimsemeye dayanan yetki (sosyal statü, kültür ve tecrübeye dayanır.), töreye dayanan yetki (töreye uygun davranışta bulunmak, manevi değerler, entelektüel nitelik toplumsal sorumluluktur.), yaptırımlara dayanan yetki (ceza ve ödüllendirme), bilgisel yetki (uzmanlık veya bilgi sonucu kazanılmış güç), kişisel yetki (korku ve baskıya dayanan güç), manevi yetki (manevi değerlere sahip olmakla kazanılan yetkidir (peygamberler ve milli kahramanlar)), örgütlerde ast-üst ilişkisi emrin veriliş biçimine, uygun bir ortama, bilgiye, astın psikososyal durumuna bağlıdır.

Bölüm 14 : Örgütlerde Yönetime Katılma

A: Yönetime Katılmanın Tanımı, Konuları, Yarar ve Sakıncaları:

Yönetime katılma iki şekilde tanımlanır: Birincisi ekonomik anlamıyla katılma (işletmenin karları üzerinden bir pay vermeyi taahhüt etme), ikincisi ise politik anlamda katılma (kamu işlerinin yönetimine demokrasi gereği doğrudan katılmadır). Yönetime katılma tanımından da anlaşılacağı üzere üç önemli özellik taşır. a) Bir örgütün alt yönetim kademelerinin veya iş görenlerin örgüt politikası ve yönetimi konusundaki kararlara katılmaları b) Katılanların böyle bir yönetim türü ile psikolojik gereksinimlerini tatmin edecekleri bir demokratik ortama kavuşmaları c)Yönetici ile iş gören arasında bir diyalog ve iş birliğini gerçekleştirerek örgütün yönetsel etkinlik ve verimliliğe kavuşturulmasıdır. Yönetime katılma; personelin güdülenmesini (motivasyon), çalışma gruplarının tavır ve davranışlarının değişmesini, eğitsel amaçlara ulaşmayı, sosyal ilişkilerin daha sakin bir ortamda yürütülmesini, astlara kendilerini ilgilendiren konularda düşüncelerini açıklama imkanı sağlar.

B: Yönetime Katılma Biçimleri:

Yönetime katılma biçiminde beş tür yaklaşım vardır. Gönüllü katılma (İş veren ve iş gören temsilcilerinin kendi isteklerine bağlı olan katılma), temsili katılma (gizli oylama ile yapılan katılma ), sendikal katılma (katılma hakkının sendikalar vasıtası ile yapıldığı katılma), kendi kendini yönetme (otonomi, sermaye sınıfı temsilcilerinin olmadığı işletme yönetimi)

Bölüm 15 : Örgütlerde Disiplin ve Disiplinin Gerçekleşmesindeki Hususlar

İnsan alışkanlık ve davranışlarından dolayı ortaya çıkan zarar ve kayıpları gidermek, arzu edilen davranış ve alışkanlıkları kazandırmak son derece güç bir iş olduğundan disiplin şarttır. Alışkanlık kişiliğin bir parçası ve onun bazı hallerinin bir parçası olabilir. Örgüt için yararlı olan davranış biçimlerinin alışkanlık haline gelmesi ve uygulanmasına disiplin denir. İyi bir disiplin için her kural ve koşul örgüt üyelerinin hepsine aynı şekilde uygulanmalı, kurallar örgütün amaç, çıkar ve gereksinimlerine uygun olmalıdır. Disiplini bozan davranışlara ilk önce müsamaha göstermeli, anlayışla karşılanmalı fakat sürekli tekrarlandığı zaman gereken önlemler alınmalıdır. Disiplin bir alışkanlık ve bir sabır işidir. İyi bir disiplin insanların devamlı ve düzenli hareket etmelerini, tavır ve davranışlarının düzelmesini, işin kalite ve miktarının artmasını, insanların yönetimlerinin kolay olmasını iş görme arzu ve morallerinin yerinde olmasını sağlar.

Bölüm 16 : Örgütlerde Önderlik ve Önder Davranışlarının Analizi

A: Önderliğin Tanımı, Yapısı ve Önderin Davranış Biçimleri:

Önderlik; bir grup insanı belirli amaçlar etrafında toplayabilme ve bu amaçları gerçekleştirmek için harekete geçen bilgi yeteneklerin toplamıdır. Önder amaçları, davranışları ve idealleri ile grupları yönlendirir. Yapılan araştırmaların bir çoğunda ortak olan özellikler olarak üstün zeka, analiz ve sentez yapabilme kabiliyeti, düşüncelerini iyi bir biçimde aktarabilme yeteneği, amaçlara karşı sebatkarlık tüm önderlerde görülen ortak niteliklerdir. Önderlerin davranış biçimleri çok çeşitlidir.

a) Otogratik önderlik (otogratik ve bürokratik toplularda görülen önderlik biçimidir)

b) Demokratik ve katılımcı önderlik (çoğulcu parlamenter demokratik sistemlerde görülen önderlik biçimidir)

c) Tam serbestlik tanıyan önderlik (en ideal önderlik sistemidir)

Önderlik, dört değişken unsuru içerir ; Bunlar: fertler, amaçlar, önderin kişisel özellikleri ve bunların ortak koşullarıdır. Bir önderin en önemli özelliği yaşadığı toplumun içinden olması, yüce idealler taşıması, sağlam bir karaktere sahip olması, sarsılmaz bir inanç yapısı olmasıdır.

Bölüm 17 : Örgütlerde Güdüleme (Motivasyon)

İnsanı harekete geçiren ve hareketlerinin yönlerini belirleyen, onların düşüncelerin, umutlarını, inançları, kısaca arzu ihtiyaç ve korkularıdır. Güdüler, biri diğerini tamamlamak veya gücünü azaltmak suretiyle birbirleriyle etkide bulunurlar. Arzu ve ihtiyaçlar daha ayrıtlı biçimde incelenebilir. Fizyolojik ihtiyaçlar (yeme, içme, üreme, hayatı devam ettirme, barınma), güvenlik ihtiyaçları (hastalık, yaşlılık, geleceği garanti altına alma), ait olma ve sevgi ihtiyaçları (prestij, başarı, saygı görme),vücuda getirme ihtiyacı (kişisel tatmin, kişisel başarı, bilimsel buluş). Bireyler motive edilirken ekonomik gelir ya da prim, ekonomik güvenlik gibi hususlar önemlidir.

Emeklilik, kaza, hastalık, hayat ve işsizlik sigortaları gibi işçiye sürekli gelirini hayatı boyunca sağlayacak ekonomik korunma biçimleri, yükselme olanakları, çekici iş ortamı, yapılmaya değer iş vermek, sosyal statü, kararlara katılma olanağı sağlama, adaletli ve sürekli bir disiplin sistemi, kişisel yetki ve güç kazandırma bireyleri motive eden önemli unsurlardır.

Bölüm 18 : Örgütlerde Çatışma ve Çatışmanın Çözümlenmesi

Bir örgütte çatışma bireylerin ve grupların birlikte çalışma sorunlarından kaynaklanan ve normal faaliyetlerin durmasına veya karışmasına neden olan olaylara çatışma denir. Çatışmanın nedenleri çok farklıdır.
Bunlar:
a) Örgüt içi bağımlılıkların meydana getirdiği çatışmalar.
b) Amaçlarda farklılıkların doğurduğu çatışmalar
c) Algılama farklılıklarından ortaya çıkan çatışmalar.

Bölüm 19 : Örgüt Geliştirme

Örgüt geliştirme, örgütün çevresinde ve içinde meydana gelen değişimler nedeniyle değişim ve gelişimleri örgütlere yeniden uymalarını sağlama çalışmalarının tümünü kapsayan faaliyetlere verilen addır.

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...