9 Şubat 2023 Perşembe

Deprem Öncesi Havada Oluşan Mavi Işık Neden Görülür? Piezoelektrik Etki


Deprem Öncesi Havada Oluşan Mavi Işık Neden Görülür?

Pek çoğumuz deprem öncesi çekilen videolarda ve resimlerde havada mavi bir ışık kümesi oluştuğunu görmüştür. Bu olayı deprem öncesi havaya bakan pek çok kişi de bizzat kendisi gözlemlemiştir. Bu ışıklar deprem ışığı olarak tanımlanmaktadır.

Günümüzde bu mavi ışık çeşitli spekülasyonlara ve komplo teorilerine malzeme olmaktadır. Pek çok kişinin aklına "Acaba deprem oluşturmak amacıyla bir silah mı kullanılıyor? HAARP teknolojisi ile deprem mi yapılıyor?" soruları geliyor.

Biz olayı bilimle ve mevcut elektrik bilgilerimizle basitçe açıklmaya çalışalım. Önce piezoelektrik nedir bir hatırlayalım.

Piezoelektrik Nedir : Başlığa tıklayarak detaylı bilgi alabilirsiniz. Biz kısaca açıklayacak olursak; piezoelektrik, kuartz (quartz), roşel (rochelle) tuzu, baryum, turmalin gibi kristal yapılı maddelerin üzerlerine düşen basınçla orantılı olarak fiziki yapılarında meydana gelen değişimden dolayı elektrik akımı üretmesidir.

Piezoelektriğin tanımından da anlaşılacağı üzere doğadaki bazı kristal yapılı maddeler basınç altında sıkıştığında elektrik akımı oluşmaktadır. Deprem öncesi oluşan basınç ile toprakta bulunan bu maddeler sıkışma sonucu elektrik akımı üretmektedir. Oluşan bu elektrik akımının büyüklüğü havada mavi bir ışık görülmesine neden olmaktadır. 

Deprem öncesi mavi ışık oluşumu yeni bir şey değildir. Eskiden beri deprem öncesi gözlemlenen bir olaydır.

Piezoelektrik etkiden faydalanılarak deprem önleme cihazları üretilmeye çalışılmaktadır. Prof. Dr. Ahmet Ercan, üretilen aletin aletin çalışmasını ise şöyle anlatmaktadır: “Burada ana olay, piezoelektrik olay kaydediliyor. Deprem sırasında özellikle kırık kuşağı boyunca silisli kayaların birbirine sürtünmesi sonucunda piezoelektrikte iyonlaşma olayı oluşuyor. Bu iyonlaşma sonucunda oluşmuş olan elektrikli alan, büyük bir bölgede kaydediliyor. Prototip olarak üretilen bu alet şu anda İstanbul’da 4 yerde çalışıyor. Depreme yakınlığına göre piezoelektrik alan büyüyor ya da küçülüyor. Yerdeki deprem öncesi oluşan çatlamalar ve kırılmalarla birlikte alet üzerinde salınımlar halinde depremin gelmekte olduğunu görüyorsunuz.”

Elektrik elektronik endüstrisinde ise piezoelektrik kullanılarak çeşitli devre elamaları üretilmektedir. Basınç ölmede, ağırlık ölçmede, titreşim ölçmede, kristal mikrofonlarda ve pek çok yerde piezoelektrik devre elemanları kullanılmaktadır.

2 Şubat 2023 Perşembe

Osmanlı Günümüzdeki Kaç Devleti ve Bu Devletlerden Hangisini Kaç Yıl Yönetmiştir?



Osmanlı Günümüzdeki Kaç Devleti ve Bu Devletlerden Hangisini Kaç Yıl Yönetmiştir? 

1299 yılında kurulup 1923 yılında yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra tarih sahnesinden çekilen Osmanlı İmparatorluğu 600 yılı geçen sürede günümüzdeki pek çok devleti yönetimi altında bulunmuştur. Bu devletlerden bazıları yüzlerce yıl Osmanlı hükümranlığı altında dilini, dinini kaybetmeden hoşgörü ile yönetilmiştir.

Osmanlı dağılınca oluşan devletler:

01. Türkiye

02. Bulgaristan (545 yıl yönetilmiştir)

03. Yunanistan (400 yıl yönetilmiştir)

04. Sırbistan (539 yıl yönetilmiştir)

05. Karadağ (539 yıl yönetilmiştir)

06. Bosna-Hersek (539 yıl yönetilmiştir)

07. Hırvatistan (539 yıl yönetilmiştir)

08. Makedonya (539 yıl yönetilmiştir)

09. Slovenya (250 yıl yönetilmiştir)

10. Romanya (490 yıl yönetilmiştir)

11. Slovakya - Osmanlı'daki adı Uyvar'dır.  (20 yıl yönetilmiştir) 

12. Macaristan (160 yıl yönetilmiştir)

13. Moldova (490 yıl yönetilmiştir)

14. Ukrayna (308 yıl yönetilmiştir)

15. Azerbaycan (25 yıl yönetilmiştir)

16. Gürcistan (400 yıl yönetilmiştir)

17. Ermenistan (20 yıl yönetilmiştir)

18. Güney Kıbrıs (293 yıl yönetilmiştir)

19. Kuzey Kıbrıs (293 yıl yönetilmiştir)

20. Rusya'nın güney toprakları (291 yıl yönetilmiştir)

21. Polonya -himaye olarak- Osmanlı'daki adı Lehistan'dır. (25 yıl yönetilmiştir)

22. İtalya 'nın güneydoğu kıyıları (20 yıl yönetilmiştir)

23. Arnavutluk (435 yıl yönetilmiştir)

24. Belarus  himaye olarak (25 yıl yönetilmiştir)

25. Litvanya himaye olarak (25 yıl yönetilmiştir)

26. Letonya himaye olarak (25 yıl yönetilmiştir)

27. Kosova (539 yıl yönetilmiştir)

28. Voyvodina - Osmanlı'daki adı Banat'dır (166 yıl yönetilmiştir)

29. Irak (402 yıl yönetilmiştir)

30. Suriye (402 yıl yönetilmiştir)

31. İsrail (402 yıl yönetilmiştir)

32. Filistin (402 yıl yönetilmiştir)

33. Ürdün (402 yıl yönetilmiştir)

34. Suudi Arabistan (399 yıl yönetilmiştir)

35. Yemen (401 yıl yönetilmiştir)

36. Umman (400 yıl yönetilmiştir)

37. Birlesek Arap Emirlikleri (400 yıl yönetilmiştir)

38. Katar (400 yıl yönetilmiştir)

39. Bahreyn (400 yıl yönetilmiştir)

40. Kuveyt (381 yıl yönetilmiştir)

41. İran'ın batı toprakları (30 yıl yönetilmiştir)

42. Lübnan (402 yıl yönetilmiştir)

43. Mısır (397 yıl yönetilmiştir)

44. Libya - Osmanlı'daki adı Trablusgarp (394 yıl yönetilmiştir)

45. Tunus (308 yıl yönetilmiştir)

46. Cezayir (313 yıl yönetilmiştir)

47. Sudan - Osmanlı'daki adı Nubye (397 yıl yönetilmiştir)

48. Eritre - Osmanlı'daki adı Habes (350 yıl yönetilmiştir)

49. Cibuti (350 yıl yönetilmiştir)

50. Somali - Osmanlı'daki adı Zeyla (350 yıl yönetilmiştir)

51. Kenya sahilleri (350 yıl yönetilmiştir)

52. Tanzanya sahilleri (250 yıl yönetilmiştir)

53. Çad'ın kuzey bölgeleri - Osmanlı'daki adı Reşade (313 yıl yönetilmiştir)

54. Nijer'in bir kısmı - Osmanlı'daki adı Kavar (300 yıl yönetilmiştir)

55. Mozambik'in kuzey toprakları (150 yıl yönetilmiştir)

56. Fas -himaye olarak (50 yıl yönetilmiştir) 

57. Bati Sahra -himaye olarak (50 yıl yönetilmiştir) 

58. Moritanya -himaye olarak (50 yıl yönetilmiştir) 

59. Mali  - Osmanlı'daki adı Gat kazası (300 yıl yönetilmiştir)

60. Senegal (300 yıl yönetilmiştir)

61. Gambiya (300 yıl yönetilmiştir)

62. Gine Bissau (300 yıl yönetilmiştir)

63. Gine (300 yıl yönetilmiştir)

64. Etiyopya' nin bir kısmı - Osmanlı'daki adı Habeş (350 yıl yönetilmiştir)


Osmanlı Kara hudutları sınırları içinde resmen bulunmamakla birlikte fiilen Hilafete bağlı yerler;

01. Hindistan Müslümanları -Pakistan-

02. Doğu Hindistan Müslümanları -Bangladeş-

03. Singapur

04. Malezya

05. Endonezya

06. Türkistan Hanlıkları

07. Nijerya

08. Kamerun


Denizlerde ise;

Akdeniz'in tamamında 1 asır boyunca,

Akdeniz'in bir kısmında 3 asır kadar,

Karadeniz'in tamamına 4 asır kadar,

Ege nin tamamına 4 küsür asır kadar.

14 Ocak 2023 Cumartesi

Diderot Etkisi - Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık


DİDEROT ETKİSİ

18. yüzyıl aydınlanma çağı düşünürlerinden Fransız yazar ve filozof Denis Diderot’un borç içinde yaşamaktadır. Aynı zamanda kızını da evlendirmeye çalışmaktadır. Diderot’un durumunu duyan Rus imparatoriçesi Büyük Katerina, Diderot’un kütüphanesini satın alıp 25 yıllık maaşını da peşin ödeyerek onu zor durumdan kurtarır.
 
Maddi durumu düzelen ve kızını evlendiren Diderot'a bir arkadaşı çok şık kırmızı kadife bir sabahlık hediye eder. Giydiği yeni sabahlığın verdiği keyifle çalışma masasına oturan Diderot bu eski masanın yeni ve gösterişli sabahlığına hiç uymadığını fark eder. 

Aldığı yüklü miktar paranın verdiği rahatlıkla yeni bir çalışma masası alır. Ancak bu kez yerdeki eski halı sabahlığına ve masasına yakışmamaktadır. Diderot yeni bir halı alır.
 
Bu şekilde eski resimlerini, koltuğunu, duvar halısını, sandalyelerini... hepsi birbirine uyum sağlasın derken evindeki eski eşyaları tamamen yeniler.

Sonunda bütün parası biter ve Diderot yeniden borçlanır. Ancak o zaman aklı başına gelir ve kendisini nasıl bir tüketim çılgınlığına kaptırdığını anlattığı "Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık" adlı bir yazı yazar.
 
Bilinçli bir alışveriş düşüncesiyle yapılmayan ve ihtiyaç olmadığı halde alınan şeyleri açıklayan bu tüketim sarmalından bahseden ilk kişi olduğu için anlattığı kavrama Diderot Etkisi denilmektedir.

Diderot şöyle der: "Eski sabahlığımın efendisi idim, ama şimdi yeni sabahlığımın kölesi oldum."

Tüketim çılgınlığının yaşandığı günümüzde yeni bir eşya alırken tekrar düşünelim, gerçekten ihtiyacımız var mı, eski cep telefonumuz, televizyonumuz, ayakkabımız hala iş görür mü? gerçekten ihtiyacımız var mı?


Kartalı gagalamaya cesaret eden tek kuş Kuzgundur


Kartalı gagalamaya cesaret eden tek kuş Kuzgundur, 

Kartalın boynuna biner ve onunla beraber uçarken bir taraftan da kartalı gagalar..

Kartalın bu durumda yapabileceği pek bir şey yoktur, ve hiç karşılık vermez, onunla savaşmaz.. 

Kartal kuzgundan kurtulmak için enerji harcamaz.

Sadece kanatlarını açar, gökyüzünde daha, daha yüksekten uçmaya başlar.. 

Uçuş kuzgun için çok yüksektir, sonun başlangıcıdır bu durum.. 

Çünkü kuzgun kartalın uçtuğu yükseklikte oksijensiz kalır ve nefes alamaz, sonunda düşer.

Sizinle savaşmaya, eleştirmeye, çalışanlara cevap verip enerjinizi harcamanız gerekmez.

Onlarla zaman harcamayı bırakın.

Sizde var olan gücünüzü sizi daha yükseklerdeki hedefinize ulaştırmak için kullanın yeterli.

Ensenizde sizi didikleyenler oksijensiz kalıp yere çakılacaklardır...


Siz Olsaydınız - Bir müddet zeytinle idare edebilir miydiniz?


Bir müddet zeytinle idare edebilir miydiniz?

Binaya gelen adam kendisini karşılayan sekretere Nazif Beyle görüşmek istediğini söyledi. Bunun üzerine sekreter birden ciddileşti; 
- Nazif Bey mi? dedi.
- Evet, Nazif Bey! diye cevap alınca, sekreter hüzünlü bir ses tonuyla 'Nazif Bey sizlere ömür efendim, onu kaybedeli dört yıl oldu.' dedi.

Hiç beklemediği bu haberle bir acı saplandı adamın yüreğine. 
-Ya, öyle mi...? diyebildi sadece.

Hicranlı bir suskunlukla bir müddet öylece kalakaldı. Gözlerine hücum eden yaşlar yanaklarından süzülüp göğsüne damladı. Kendisini toparlayıp 
-Onun adına görüşebileceğim bir yakını var mı acaba? diye sordu.
- Evet var, oğlu Selim Bey....
Titrek bir sesle 
- Öyleyse Selim Beyle görüşebilir miyim? dedi.
Sekreter hanım, insanda saygı uyandıran bu kibar beyefendiye,
- Selim Bey oldukça meşgul bir insan, randevusuz görüşmek pek mümkün olmuyor; ama ben yine de kendisine bir haber vereyim. dedi ve telefona yöneldi.. 
- Kim diyelim efendim? diye sordu.
- Kendimi ona ben tanıtmak istiyorum kızım. cevabı üzerine sekreter dahili telefonu çevirdi. Daha sonra, 
- Selim Bey sizinle görüşmeyi kabul etti, lütfen beni takip edin. dedi.

Beraber merdivenden çıktılar. İnce bir zevkle döşenmiş geniş bir salondan geçip büyük bir kapının önünde durdular, sekreter kapıyı açarak, 
- Buyurun! dedi.
O da içeri girdi. Kendisini ayakta bekleyen gence doğru hızlı adımlarla yürüdü, elini uzatarak,
- Merhaba, ben Prof. Dr. Mehmet Baydemir. dedi.
- Bendeniz de Selim Cebeci... Lütfen buyurun, oturun. dedi, genç iş adamı.
Mehmet Bey, kendisine gösterilen yere oturur oturmaz:
- Yirmi üç yıl, tam yirmi üç yıl... Vaktiyle bana burs verip okumama vesile olan insanın elini öpmek için bu ânı bekledim. Ama o büyük insanın elini öpmek nasip değilmiş, bunun için ne kadar üzgünüm anlatamam. dedi ve dudakları titredi, gözleri doldu. 
Yaşarmış gözlerini kuruladıktan sonra Selim Beye döndü;
- Fakat en azından o büyük insanın oğlunun elini sıkmaktan da bahtiyarım. Misafirin bu sözleri üzerine Selim Bey yerinden fırladı, kulaklarına inanamıyordu. Kelimelerinin her biri birer hayret nidâsı gibi dizildi cümlelerine:
- Mehmet Baydemir demiştiniz değil mi, Tosyalı Mehmet Baydemir mi? Profesör, delikanlının bu heyecanlı haline bir anlam veremeyerek başıyla 'Evet' dedi. Bunun üzerine Selim Beyin gözleri sevinçle parladı.
- Babamla sizi uzun yıllar aradık; ama bulamadık. dedi.
Profesörün yanına gelerek iki eliyle elini tuttu, candan bir dost gibi sıktı ve 
- Sizi karşıma Allah çıkardı. dedi.
Bu sözler profesörü çok şaşırtmıştı
- Uzun yıllar beni mi aradınız? Peki ama neden? dedi.
Selim Bey gülen gözlerle profesöre bakarak
- Bizdeki emanetinizi vermek için... deyince, profesörün şaşkınlığı iyiden iyiye arttı.
- Emanet mi? dedi.
Selim Bey cevap vermeden yerine geçip telefonu çevirdi. Karşısındakine
- Gelebilir misiniz? deyip telefonu kapattı.

Mehmet Bey, Şaşkın gözlerle Selim Beye bakarken kapı çalındı, odaya iyi giyimli bir bey girdi.
Selim Bey ona yanına gelmesini işaret etti, sonra kulağına bir şeyler fısıldadı. Gelen kişi bir şey söylemeden geldiği kapıya yöneldi. O çıkarken Selim Bey, misafiriyle tatlı bir sohbete başladı.
Sohbetleri koyulaştıkça, çehrelerindeki şaşkınlık, yerini birbirlerine Hasret kırk yıllık ahbapların yeniden buluşmalarındaki sevinç, samimiyet ve güvene bırakmıştı. Mehmet Bey yurt dışındaki tahsilinden, araştırmalarından ve yirmi üç yıl boyunca her yıl büyüyen memleket hasretinden bahsetti. Sonra Nazif Beyin duvardaki portresini göstererek,
- Bu günlerimi şu büyük insana borçluyum. Bana yalnızca maddî destek vermedi, mânen de beni hiç yalnız bırakmadı. Yurt dışında tahsil görürken yanlışa her yeltendiğimde hayalen yanımda hazır oldu. 'Sana bunun için burs vermedim.' diyerek bana istikamet verdi. Ona her namazımda dua ediyorum. dedi ve gözlerini Nazif Beyin duvardaki fotoğrafına mıhladı. Sonra gözleri portrenin altındaki ilk anda mânâ veremediği diğer tabloya kaydı. Son derece şık bir çerçevenin içinde, bazı yerleri yamalı ve tamir görmüş oldukça eski bir çift çorap duruyordu. Biraz daha dikkatli baktığında çerçevede bazı cümlelerin de sıralandığını fark etti: 'Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra...'

Selim Bey, kendisine bir soru sorduğu için başını ona çevirdi; fakat aklı tabloda kalmıştı. Selim Beye cevap verirken tabloya bir daha baktı. İkinci cümle de birinci cümle gibi üç nokta ile bitiyordu: 'Bir müddet sabredeceğiz, sonra...'

İyice meraklanmıştı. Bu ilk görüşmeleri olmasaydı, yanına gidip tabloyu iyice inceleyecekti fakat bu uygun düşmez, düşüncesiyle yalnızca sohbet arasında göz ucuyla merakını gidermeye çalışıyordu.
Ancak her seferinde biraz daha artan bir merakın içinde kalıyordu. Üçüncü cümlede: 'Bir müddet yürüyeceğiz, sonra...' diye yazıyor ve altta böyle birkaç cümle daha sıralanıyordu.

Artık aklı hep tablodaydı. Sonunda dayanamayıp,
- Selim Bey merakımı mazur görün. Şu tabloya bir mânâ veremedim. dedi.
Selim Bey kendisine has bir gülüş ile misafirine baktı, derin bir nefes alarak
- Malumunuz, babam varlıklı bir insandı. Oldukça iyi bir hayatımız vardı. Sonra ne olduysa her şeyimizi kaybettik. O zenginlikten geriye hiçbir şey kalmadı. Köşkümüzdeki hizmetçiler de gitti. Yemekleri artık annem yapıyordu. Hatırlıyorum da bir sabah, kahvaltıya sadece zeytin koyabilmişti. O zengin kahvaltılarımıza bedel, yalnızca zeytin... Şaşkınlık içinde, 'Başka bir şey yok mu?' diye sormuştum. Bu soru karşısında annemin hüngür hüngür ağlayışı gözümün önünden hiç gitmiyor. Annemin ağlayışı karşısında babam: 
'Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra...' dedi ve durdu, güçlü bakışlarını üzerimizde gezdirdi, 'alışacağız' dedi. Ve iştahla bir zeytin alıp ağzına attı. Birkaç gün sonra haciz memurları gelip köşkümüzü de elimizden aldılar. Kenar bir mahallede küçük, eski bir eve taşındık. Doğru dürüst bir eşyamız da kalmamıştı. Annem bezgin bir sesle:
'Bu evde hiçbir şey yok! Burada nasıl yaşayacağız.' Diye haykırdı. Bunun üzerine babam:
'Bir müddet sabredeceğiz, sonra alışacağız.' dedi. Gittiğim özel okuldan ayrılmış, bir devlet okuluna yazılmıştım. Sabahleyin okula servisle gitmeyi umarken, babam elimden tuttu, 
'Bu ilk günün, okula beraber gideceğiz.' dedi. Yürümeye başladık. Okul oldukça uzak gelmişti bana, yorulup geride kaldığımı hatırlıyorum. Babam kim bilir hangi düşüncelere dalmıştı. Geride kaldığımı fark etmemişti. Biraz sonra fark edince bana döndü. İsyan dolu bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Bir an bana ızdırapla baktıktan sonra, yanıma geldi. Bir şey söylemesine fırsat vermeden, kızgın aynı zamanda nazlı bir tavırla, 'Yoruldum.' dedim. Babam oldukça sakin bir şekilde: 
'Bir müddet yürüyeceğiz, sonra alışacağız.' dedi. Babam her sabah erkenden çıkıyor, geç saatlerde ancak dönüyordu. Döndüğünde ise küçük odaya çekiliyor, bazen saatlerce orada kalıyordu. Çoğu zaman buradan gözyaşları içerisinde çıktığını görüyordum. Bir gün, merakıma yenilip babamın küçük odasına girdim. Yerde bir seccade, seccadenin üzerinde de bir tespih vardı. Duvarda ise Arapça bir ibarenin altında şu yazı vardı:
'Allah borcunu ödeme niyetinde olanın kefilidir.'
Babamın dediği gibi oldu, zor da olsa zamanla alıştık. Bu hal birkaç yıl sürdü.
Bir gün babam eve çok farklı bir yüz ifadesiyle geldi.
Ağlamaklı bir yüz ifadesi vardı. Her birimize bir paket getirmişti. Köşkten ayrıldığımız günden beri ilk defa paketlerle eve geliyordu. Bizi bir araya topladı.
'Bugün, benim için ne mânâya geliyor biliyor musunuz?' dedi, kelimeleri boğazına düğümlendi, gözlerine yaşlar hücum etti. Sözlerini kesmek zorunda kaldı. Her birimize hediyelerimizi teker teker verdi ve bizi ayrı ayrı kucaklayıp yanaklarımızdan öptü, kendisi de bir koltuğa oturdu. Cebinden gazeteye sarılı bir şey çıkardı. O sırada da ağlıyordu. Hepimiz şaşkınlık içinde babama bakıyorduk.
Gazeteyi açtı, içinden bir çift yeni çorap çıkardı. Bu gözyaşlarıyla, bir çift çorabın alâkasını kurmaya çalışırken babam, beklemediğimiz bir şey yaptı. Çorabı burnuna götürdü, kokladı, kokladı. Arkasından hıçkırarak ağlamaya başladı. Hepimiz şok olmuştuk, tek kelime bile söylemeden bekledik. Babam nihayet kendisini topladı ve; 
'Bir zaman önce, büyük bir borcun altına girmiştim. Borcumu ödeme niyetiyle yeniden çalışmaya başladığım zaman kendi kendime 'bütün kazancım, borçlarımı ödeyinceye kadar alacaklılarımın hakkıdır. Onların hakkını vermeden ayağıma bir çorap almak bile bana haram olsun.' demiştim. Bugün ise, Allah'ın yardımıyla, borcumu bitirdim. Artık kimseye tek kuruş borcum kalmadı.' dedi. Sonra gözyaşları içinde ayağındaki çorapları çıkarıp yeni çoraplarını giydi. Ben de o eski çorapları hem aziz bir baba yadigârı, hem de bir ibret sembolü olarak sakladım. Bu çoraplar her gün bana: 'Paralarını ödeyinceye kadar bütün kazancım alacaklılarının hakkıdır.' diyor'.

Selim Beyin bakışları bilinmez âlemlere dalarken o, nemlenen gözlerini kuruladı, sonra dönüp duvardaki siyah-beyaz fotoğrafa hayran hayran baktı.
- Babanız sandığımdan da büyükmüş Selim Bey. Ben olsaydım öyle müreffeh bir hayattan sonra anlattığınız gibi bir darlıkta, herhalde çıldırırdım. Selim Beye döndü ve 'Siz ne yapardınız?' diye sordu.
Selim Bey kendisine has tebessümü ile:
- Bir müddet zeytin yerdim, sonra... dedi ve gülümsedi.

O sırada kapı çalındı, biraz önceki beyefendi elinde bir kutuyla içeriye girdi. Kutuyu Selim Beyin masasına bırakıp çıktı. Selim Bey yerinden kalkıp kutuyu alarak Mehmet Beye uzattı.
- Buyurun, yıllarca size vermek istediğimiz emanetiniz.' dedi. Mehmet Bey bilinmez duygular içerisinde kutuyu açtı. İçinden kadife bir kese çıktı. Keseyi açıp içini kutuya boşalttığında merakı iyiden iyiye arttı.
Keseden birkaç tane cumhuriyet altını ile bir not çıkmıştı. Mehmet Bey hassasiyetle katlanmış kâğıdı açıp okumaya başladı.
Sevgili Mehmet Bey oğlum, Bazen istediğimizi yaparız, çoğu zaman da mecbur olduğumuzu...
Tahsil hayatınız boyunca size burs vermeyi taahhüt etmiştim. Ancak eğitiminizin son altı ayında size burs verme imkânını bulamadım. Bir müddet sonra imkânlarıma yeniden kavuştum; lâkin bu sefer de size ulaşamadım. Dolayısıyla size borçlandım ve borçlu kaldım. Eğer böyle bir borcu gözyaşı ve ızdırapla ödemek mümkün olsaydı, ben bu borcu fazlasıyla ödemiş olurdum. Zira sevgili oğlum, bu altı aylık zaman diliminde bursunu verememenin ızdırabıyla kaç gece ağladım. Her neyse, bursunuzu tarihlerindeki değeriyle altına çevirdim. Bu altınlar sizindir. Bunlar elinize ulaştığında, borçlarımın tamamını ödemiş olacağım.
Sevgilerimle, Nazif Cebeci.

Mehmet Bey neye uğradığını şaşırmıştı.
Bu büyük insanın yüceliği karşısında bir çocuk gibi yalnızca ağlıyor, ağlıyordu. Selim Bey de bir hayli duygulanmıştı. Onun da yanaklarından yaşlar süzülüyordu.
Bir ara yaşlı gözlerle babasının siyah-beyaz portresine baktı.
Kendisine yıllarca hüzünle bakan gözleri, bu sefer sevinçle bakıyor gibiydi.
Peki ya siz olsanız ne yapardınız?
Bir müddet zeytinle idare edebilir miydiniz?

10 Aralık 2022 Cumartesi

Böyle Buyurdu Zerdüşt (Friedrich Nietzsche) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı: Böyle Buyurdu Zerdüşt

Kitabın Yazarı: Friedrich Nietzsche

Kitap Hakkında Bilgi:

Alman filozof Friedrich Nietzsche tarafından yazılan roman felsefi bir başyapıt olarak nitelendirilir.  Böyle Buyurdu Zerdüşt, dört bölümden oluşan felsefi bir romandır.

Saygılı, dayanıklı ve kuvvetli bir ruhun ağır yükleri vardır. Onun kuvveti, daima ağırı ve en ağırı ister. "Ağır nedir?" Dayanıklı ruh böyle sorar. Deve gibi diz çöker ve iyi yüklenmek ister. "Yiğitler, en ağır şey nedir ki omzuma alayım ve kuvvetime sevineyim?" Her türlü cefayı çekebilen ruh böyle sorar. Kibirini zedelemek için alçalmak mı? Hikmetiyle alay için deliliğini belli etmek midir? Yoksa, zaferini kutlayan bir davadan ayrılmak mı?

Akıl erdirmenin çayır ve otu ile geçinmek ve gerçeğin aşkıyla ruhta açlık çekmek midir? Hasta olmak ve teselliye geleni geri çevirmek ve senin istediğini hiçbir zaman duyamayan sağırlarla dostluk yapmak mıdır? Bizi hor görenleri sevmek ve bizi korkutmak isteyen hayalete el uzatmak mıdır? İçinde gerçek var, diye kirli sulara dalmak ve soğuk kurbağaları, sıcak yengeçleri itememek midir? Bütün bu en güç şeyleri dayanıklı bir ruh yüklenir. Yükünü almış ve çöl yolunu tutan bir deve gibi o da kendi çölüne doğru yürür.

Alışılagelmiş söylemlerin dışına çıkıp, düşünerek yaşamını önemini anlatan, insan hayatını daha da anlamlandıran bir başucu kitabını elinizde tutuyorsunuz. Akıcı, doyurucu ve zengin dili ile tüm dünyada onlarca yıldır okunan eşsiz bir eser. Nietzsche'nin düşüncelerinin en yüksek düzeye eriştiği olgunluk dönemi, 'Böyle Buyurdu Zerdüşt' adlı bu eseri ile başlar. Bu eser, Nietzsche Felsefesi'nin de ana kitabıdır.

Kitabın Konusu:

Kitapta, 30 yaşında dünya yaşamına ait bütün maddeleri reddederek dağlara çıkan Zerdüşt 'ün orada ruhunun dinginliğine erişmesi, daha sonra bilgelikten bunalıp dağdan insanların bulunduğu yere inmesi, insanları derin uykusundan uyandırma çabası, doğrunun ne olduğunu göstermesi, insanların yanlış bildiği şeyleri aşmasına yardımcı olarak üst insana ulaştırma amacı anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti:

Zerdüşt, otuz yaşında dünya gerçeklerini geride bırakarak dağlara çıkar. Dağlarda ruhu dinginliğe ulaşır. Kendisi artık insanları aşkla seven büyük bir bilgedir. İçindeki bu insan sevgisinden dolayı, keşfetmiş olduğu  gerçekleri başkalarına da öğretmek için dağ evinden ayrılır. 

Zerdüşt yolda bir köye gelir ve burada Tanrı’nın öldüğünü ilan eder. Üstinsanı ve insanlığın çabalaması gereken gerçek varlık hali olduğunu anlatır. Köy halkı onu bir deli olarak görür ve söylediklerini reddeder. Zerdüşt öğretilerini farklı bir yol izlemesi gerektiğini anlar.

Zerdüşt bir süre sonra öğretilerini dinlemeye istekli insanlar bulur. Onlarla özel olarak ilgilenir. Öğrencilerini öğretisini dünyanın geri kalanına aktarabilmeleri için ve üstinsan olabilmeleri için eğitir. Zerdüşt onlara bilgisinin önemli unsurlarını öğretir. 

Üstinsan olabilmek için; kıskanç olmalı, savaşçı olmalı ve dünyaya acımamalıdır. Tıpkı diğer dini liderlerin müritlerinin öğretileri ilk başta anlamamaları gibi, Zerdüşt’ün öğrencileri de anlatılanları anlamazlar. Zerdüşt büyük bir üzüntü ve hayal kırıklığıyla öğrencilerini yalnızlık dağına dönmek için terk eder. Öğrencilerini dışarı çıkıp öğretilerinin sözlerini yaymaları için yönlendirir.

Zerdüşt dağ evinde yalnızken öğrencilerinin onun öğretilerini çarpıttığını fark eder. Zerdüşt onları doğru yola sokmak için geri dönmesi gerektiğine karar verir. Dağ evini ve yoldaşları olan hayvanları terk ederek öğrencilerini bulmak için Kutlu Adalar’a gider. Burada öğrencilerinin yaptığı hatanın, üstinsan hakkındaki yeni öğretilerini Hıristiyanlığın eski öğretileriyle karıştırmaya çalışmak olduğunu anlar. 

Zerdüşt üstinsan öğretisini çarpıtıp yanlış bir şeye dönüştürmeye çalışanlar ile mücadele etmeye başlar. Ölü Tanrı’ya hala inanan rahiplerle mücadele eder. Tanrı’nın yerine başka bilgi arayışları koymaya çalışan bilginlerle tartışır. İnsanları gerçek durumundan saptıran bilginler de en az dinsel bağnazlar kadar yanlış yoldadır.

Zerdüşt daha sonra insanlara rüya görmeleri, cennete ve öbür dünyaya inanmaları için ilham veren şairlerle mücadele eder. 

Zerdüşt çok geçmeden kendisinin de büyük bir düşman tarafından engellendiğini anlar. Bu üstinsana gerçek yükselişi engellemeye başlayan şey, insanlığa olan kendi sevgisidir. İnsanları çok sevse de, kendi gerçek varoluş halini bulmak için insanları terk etmeye karar verir.

Zerdüşt'ün dağına geri dönüş yolculuğu başlar. Yol boyunca, tanrısallığın gerçek doğasını anlar. Bir hastalık anında, başına gelen her şeyin tekrar olacağını anlar. Mutluluğa ulaşır ve uzun yıllar dağında mutlu yalnızlığı içinde yaşar.

Yıllar sonra, üstinsandan bir yardım çığlığı duyar. Üstinsan, Zerdüşt’ün öğretilerini inceler ve Zerdüşt’ün bulduğu mutluluğa erişebilmek için Zerdüşt’ü bulmak ister. Zerdüşt, kendisine gelenlerin aslında kralları, bir büyücüyü ve ondan varlığın gerçek doğasını öğrenmek için mağarasına gelen diğer bilgi arayanları içeren bir grup insan olduğunu anlar. Zerdüşt kendisine gelen bu insanlarla alay eder. Gelenler kendi öğretisini yıkmaya çalışırlar. Eşeğe yeni bir tanrı adını verdikleri ve ona tapındıkları bir eşek festivali düzenlerler. Zerdüşt yeni bir anlayışa varır; Bu insanlar, onun aradığı üstinsanlar olmasalar da, Hıristiyanlığın sembolleriyle ve eski öğretilerle alay etmeyi öğrenmişler, böylece kendilerine gerçek bir mutluluk bulmuşlardır. Zerdüşt bu yeni durumu insanlara götürmek için bir kez daha dağından ayrılır.

3 Aralık 2022 Cumartesi

George'un Harika İlacı (Roald Dahl) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı: George'un Harika İlacı

Kitabın Yazarı: Roald Dahl

Kitap Hakkında Bilgi:

"Ne zaman bir parça marul üstünde canlı bir sülük görsem,' dedi Büyükanne, 'sıvışmasına fırsat vermeden hemen yutarım. Nefistir."

Büyükannesinden hoşlanmıyordu George, elinde değildi. Bencil, kötü, aksi ihtiyarın tekiydi. Sürekli yakınıyor, mızmızlanıyor, surat asıyor, vıdı vıdı ediyor, huysuzlanıyordu. Üstelik iğrenç şeyler yiyordu. Sonunda George'un canına tak etti ve Büyükanne için şaşırtıcı, müthiş, patlayıcı ve sarsıcı bir Şok hazırlamaya karar verdi.

Kitabın Konusu:

Kitapta, bencil ve aksi biri olan büyükannesini değiştirmeye çalışan George adında bir çocuğun yaşadıkları anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti:

George, annesi, babası ve büyükannesi ile bir çiftlikte yaşayan sekiz yaşında akıllı ve iyi bir çocuktur. George'un yaşlı büyükannesi için pek de iyi biri diye söz edemeyiz. George ne kadar nazik davranırsa davransın büyükannesinden iyi bir laf işittiğini duymamıştır. Anne ve babasının yanında George’a iyi davranan büyükannesi, onlar evden ayrıldığında hemen gerçek yüzünü göstererek onu korkutur.

George’un annesi Mary kasabada alışverişe giderken George’un babası Killy çiftlikte çalışıyordur. Annesi Mary, George’tan büyükannesi ile ilgilenmesini ister. Annesi büyükannesinin ilacını saat 11’de vermeyi unutmamasını söyler. George huysuz, aksi ve bencil Büyükanne ile yalnız kalır. George ne yaparsa yapsın büyükannesini memnun edemez. bu yüzden onu değiştirecek yeni bir ilaç yapmaya karar verir. George büyükannesinden son derece rahatsız olur. Onun bu davranışlarına karşılık bir ceza vermek ister. Yapacağı şey babaannesini değiştirecek etkili bir ilaç hazırlamak olacaktır.

George, hünnap meyve suyu, çeşitli baharatlar, ayakkabı cilası, motor yağı ve diş macunu gibi pekçok şeyi ekleyerek bir karışım hazırlar. George hazırladığı karışımı kaynatır. Elde ettiği ilacının bir kısmını büyükannenin ilaç şişesine doldurur. George daha sonra büyükanneye ilacı içirir. İlaç büyükannesinin birden büyümesine neden olur. Bunu gören büyükanne kendisinin büyülü olduğuna inanmaya başlar. George bunun doğru olmadığını söyler ve ilacının bir tavuk üzerinde nasıl etki oluşturduğunu göstermek için tavuğa içirir. Tavuk da birden büyür. 

George'un anne ve babası Mary ile Killy eve gelirler. Anne ve babası olanlar karşısında çok şaşırırlar. Babası Killy özellikle çok şaşırmıştır. Çünkü bu ilaçla hayvanları hızla büyütmeyi düşünür. Böylece dünyada açlık sorununun hızla çözülmesi sağlayacaktır. İlacı çiftçiler için üretecek böylece zenginleşirken oğlu George da ünlü biri olacaktır.

George ilacını tekrar yapmaya çalışır. Fakat ilk seferinde yaptığı karışımı tam olarak hatırlayamaz. Yeni ilacı bir tavuk üzerinde denerler. Sonuç pek de iyi değildir, ilacın tek yaptığı tavuğun bacaklarını büyütmek olur. İlacın içinde pire tozu ve ayakkabı cilası eklenmemiştir. Üçüncü denemede ilaçta motor yağı ve antifriz eklenmemiştir. Bu sefer de ilaç tavuğun sadece boynunu büyütür. Dördüncü ilaç denemesi ise tam bir felakettir. Bu ilaç tavukların küçülmesine neden olur. 

Büyükanne, dördüncü ilaç denemesini olan ilacı çay zannederek içer. İlacın etkisiyle hızla küçülmeye başlar. Babaanne tamamen ortadan kaybolana kadar hızla küçülür. Bu duruma George’un babası sevinirken, annesi üzülür. Bir süre sonra George’un annesi de büyükannenin ortadan kaybolmasının en iyisi olduğuna karar verir. 

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...