24 Temmuz 2021 Cumartesi

Dünyada Yapılan İlk Satranç Otomatının Adı - Türk


Dünyanın ilk satranç otomatı, 1734-1804 yılları arasında yaşayan Macar Kempelen tarafından geliştirilmiş, kurulduktan sonra karşısındaki kişiyle satranç maçı yapan "Türk" adındaki bir mekanizmaydı.

Macar mucit Kempelen tarafından geliştirilen satranç otomatı "Türk", 1800'lü yılların en gizemli ve ilgi çeken satranç oyuncusuydu.

UNESCO tarafından 20 Temmuz 1966'da ilan edilen Dünya Satranç Günü'nün bu yıl 55'incisi kutlanmaya hazırlanılırken, AA muhabiri tarihin en gizemli satranç oyuncusu "The Turk", yani "Türk"ün hikayesini derledi.

Tarihi en az 4 bin yıl öncesi Mısır'ına dayandığı rivayet edilen, bugünkü ismiyle ise ilk kez milattan sonra 3-4. yüzyılda Hindistan'da "Çaturanga" adıyla oynanmaya başlayan satranç, dünya çapında milyonların ilgiyle oynadığı bir oyun.

Satrancın en iyilerini belirlemek için her yıl düzenlenen dünya şampiyonalarında birincilik kürsüsüne çıkan oyuncular arasında olmasa da "Türk" adı aslında satranç tarihinin en gizemli ve ilgi uyandıran hikayesinde yaşıyor.

Tarihteki ilk satranç otomatı olan makinenin adı "The Turk", yani "Türk"tü. 1734-1804 yılları arasında yaşayan Macar mucit Johann Wolfgang Ritter von Kempelen de Pazmand tarafından geliştirilen otomat, üzerinde sarıklı ve bıyıklı bir Türk figürü oturtulmuş, 120 santim uzunluğunda, 105 santim genişliğinde ve 60 santim yüksekliğinde akçaağaçtan yapılmış bir mekanizmaydı.

Kempelen'in 1769'da yapımına başladığı otomat ilk maçını Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa için yapmıştı. Otomat kurulduktan sonra karşısında oturan gönüllü ile satranç maçı yapan "Türk", oyun sırasında başını hareket ettiriyor, tıpkı bir sonraki hamlesini hesaplayan gerçek bir oyuncu gibi gözlerini oynatabiliyordu.

Her ne kadar bir otomat olsa da "Türk" iyi bir satranç oyuncusuydu. Öyle ki ünü hızla yayılınca Napolyon Bonapart ve Benjamin Franklin ile de maçlar yapmış ve bu maçlarını kazanmıştı.
Edgar Allan Poe da "Türk"ü yazdı

"Türk"ün çalışma mekanizması sırrını hep korudu. Otomatın nasıl çalıştığına dair sorular ise yanıtsız kaldı. Mekanizmanın çalışma prensiplerine dair ortaya pek çok tez atıldı. Bu tezlerden bazıları "Türk"ün içinde bir çocuk ya da bir satranç ustasının oturduğu yönündeydi. Bu teze göre bir otomata karşı oynadığını düşünen oyuncular, aslında bir satranç ustasıyla maç yapıyorlardı.

Bir başka tez ise her taşın altında bir mıknatısın olduğu ve hamlelerin yine usta satranç oyuncusunun oynadığı tahtaya yansıtıldığı yönündeydi. Hatta dönemin usta satranç oyuncularından bazılarının "Türk"ün içinde oynayan isim olduğu yönünde iddialar da ortaya atıldı.

"Türk"ün sırrını çözmek için kafa yoranlardan birisi de ünlü Amerikalı şair ve yazar Edgar Allan Poe'ydu. Poe, "Maelzel's Chess" adlı yazısında otomatı, "Akçaağaç ağacından olduğu anlaşılan büyük bir kutunun yanında, bağdaş kurmuş şekilde Türk gibi oturan bir figür görülmektedir." diye tanımlamıştı. Poe yazısında "Türk"ün çalışma prensiplerine ilişkin tahminlerine de yer vermişti.
"Türk" bir yangında yok oldu

Kempelen'in ölümünden sonra otomat oğlu tarafından, metronomun mucidi Johann Maelzel'e satıldı. Maelzel'in girişimleriyle otomat 1817-1837 yılları arasında tüm Avrupa ve ABD'de "turneye" çıktı.

Maelzel'in vefatının ardından bu kez de Edgar Allan Poe'nun doktoru John Kearsley Mitchell "Türk"ü satın aldı ancak eskisi kadar ilgi görmeyen otomatı Philedelphia'daki bir müzeye bağışladı.

"Türk" 5 Temmuz 1854'te Philadelphia'da Ulusal Tiyatro'da başlayıp müzeye sıçrayan bir yangında sırlarıyla birlikte kül oldu. Tıpkı mekanizmanın nasıl çalıştığı gibi neden tarihin ilk satranç otomatına "Türk" adının verildiği sorusu da yanıtsız kaldı.

"Türk"ün son sahibi Michell'in oğlu Silas Michell bu durumu şu sözlerle anlatmıştı:

"Hiçbir zaman Türk'ünki gibi bir sır tutulmadı. Kısmen, birçok kez tahminlerde bulunuldu ama hiçbirisi bu eğlenceli bulmacayı çözemedi.

Sunay Akın - Sonsuza Kadar Derin Aşk - Dumlupınar Denizaltısı


SONSUZA KADAR DERİN AŞK - Dumlupınar Denizaltısı

Delikanlı Askeri Deniz Lisesini kazanır ve Heybeliada da okula başlar. Bu arada tanıştığı o Çanakkaleli kıza aşık olmuştur. Okulla beraber aşkını büyüterek geliştirir. Arada mektuplaşmalar yazışmalar ve gün gelir okul biter. Deniz Harp Okulunu da bitiren delikanlı artık Teğmen olmuştur.
 
Yine her zaman buluştukları kır kahvesinde buluşmak için randevulaşırlar. Önce delikanlı gelir sonra da genç kız. Genç kız geldiğinde delikanlının yüzü düşmüş suratı asık onu beklemektedir. Genç kız bu suratı hiç beğenmemiştir. Ayrılık vakti geldi diye düşünerek hazırlamıştır kendini. Önceki buluşmalarda ki o heyecan o sevinç artık yoktur delikanlıda. Usulca yanına yaklaşır ve "Hoş geldin" der. Kuru bir "sen de hoş geldin" diye aldığı cevap iyice hüzne boğmuştur genç kızı. Artık bu aşkın sonuna geldiğini düşünerek sorar;

- Senin bir sıkıntın mı var?
- Evet!
- Hadi söyle o zaman, her şeye hazırlıklıyım.
- Yaa beni bir denizaltıya verdiler. dedi kızgınca.

Genç kız artık rahatlamıştır. Sorunun kendisi değil denizaltı olduğunu duyunca içinden bir ohh çeker.

- Ne var bunda? diye sorar genç kız.
- Yaa öyle deme, biz denizciler gemideyken sevdiklerimizle haberleşemiyoruz denizaltıdan nasıl haberleşeceğiz? Delikanlı üzgün bir sesle sorar genç kıza;
- İstersen ayrılalım!
- Hayır asla. Ben seni bırakmam . diye cevaplar genç kız.

Delikanlı beklediği bu cevabı alır almaz heyecanlanır ve elinde tuttuğu paketi kıza uzatır.

- Sana armağan getirdim al.

Kızın kalbi hızla atmaya başlar. Neredeyse duracak gibi olur ve içinde yüzük olduğunu tahmin ettiği paketi heyecanla açar ama şaşkınlıktan duraklar. Paketin içinde bir fener ve mors kitabı bulunmaktadır. Kız şaşkınlıkla yine sorar.

- Bunlar da ne?
- Yaa biz Çanakkale boğazından denizaltı ile çok geçeceğiz ve geçişlerimiz hep satıhtan olur. Sen de fenerle mors alfabesini kullanarak sana haber verdiğim zamanlarda yazışırız. Olmaz mı?
- Bunlarla mı yazışacağız? diye sorar genç kız yeniden.
- İstemiyorsan ayrılalım. der delikanlı.
- Yok hayır. der gençkız. Ayrılık yok yaşasın mors. diye yineler delikanlıya.

Genç kız mors alfabesi üzerinde çalışmaya başlar. Tüm detayıyla öğrenir ve kullanabilir hale gelir artık. Bir kaç gün sonra haber gelir delikanlıdan. Gelen mesaja göre 5 gün sonra gece saat 01:00 de geçeceğini ve kendisine mesaj yazmasını kendisinin de ona mesaj yazacağını iletir. Gençkız söylenen zaman ve saatte pencerede hazır bekler. Gelibolu da denizaltı denizden süzülerek geçerken çevrenin zifiri karanlığında uzaklardan bir yerden yanan ışık pırıltılarını fark eder güvertedeki komutan ve diğer subaylar. İçlerinden birisi,

- Bakın bakın ilerden bir yerden ışık yanıp sönüyor. diye dikkat çeker.
- Çabuk okuyun bakalım ne diyorlarmış. diye emir verir komutan. Subaylardan biri heceleyerek okur;
- Se ni se vi yo rum.
- Bu ne lan. der komutan.

Hemen yanında duran delikanlı Teğmen,

- Efendim, o benim sevgilim. der en lirin haliyle.
- Ne iş oğlum bu?
- Efendim mors alfabesi hediye etmiştim ve ben geçince bana yazarsın demiştim işte o. diye cevaplar delikanlı Teğmen.
- Vayy be aferin lan! desene biz bunca zaman boğazları hep boş geçmişiz.
- İzin verir misiniz komutanım ben de bir mesaj yazayım.
- Neyle?
- Cep fenerim var komutanım. der delikanlı teğmen.
- Lan ne feneri aç projektörü geç başına ver mesajını. der komutanı Teğmenine.

Projektörü açan teğmen yanıp söndürürken sanki Gelibolu'yu yakıp tutuşturuyordu aşkından. İlk kez böyle bir şeyle karşılaşan Gelibolu sanki uzaylılar istila etmiş gibi heyecan yapmışlardı teğmen ile gençkızın aşkından.

Gelen mesajları heceleyerek kağıda dökmeye çalışan gençkız denizaltı geçtikten sonra elindeki kağıdı okudu. "Sonsuza kadar" yazılıydı delikanlıdan gelen mesajda.

Bu olay tüm denizaltıcılar arasında duyulmuştu. Artık herkes delikanlı Teğmen ile gençkızın aşkını anlatıyordu.

Birkaç gün sonra bir haber daha gelir. " Bir hafta sonra gece saat 02:45 de pencerede ol ben geçiyorum bana mesaj yaz. Ama dikkat et konvoy halinde geliyoruz ve ilk denizaltıda ben varım sakın sırayı şaşırma. "

Gençkız yine söylenen saatte pencerede bekler. Gecenin karanlığında Ege denizinden Çanakkale boğazına giren denizaltılar süzülerek ilerliyorlardı. Genç kız fenerini yakıp söndürerek mesajını vermeye başladı. Denizaltıdaki mesajı gören denizciler;

- Bakın bakın ışık yanıp sönüyor okuyun; "se ni se vi yo rum"
- Vay be, duyduğumuz doğruymuş böyle bir aşk varmış. der denizaltının kaptanı Bahri Kunt.
- İyi de bu kızın sevgilisinin denizaltısı öndeydi niye bize mesaj yazdı ki? diye kendine sormadan sormadan edemez kaptan.
- Efendim herhalde uyuyakaldı ya da sırayı şaşırmıştır. diye cevaplar subaylardan biri.
- Yahu geçip gideceğiz şimdi kız haber almazsa yanlış anlayacak rahat uyuyamaz. Nasılsa gecenin karanlığı kimse anlamaz açın şu projektörü. emrini verir kaptan Bahri Kunt.

Ve mesajı gönderir "Sonsuza kadar"

Tarih 04/04/1953 o konvoyun 1. gemisi Dumlupınar Çanakkale Nara burnu açıklarında İsveç Bandıralı ve buzkıran donanımlı bir geminin çarpması sonucu Boğazın derin sularına gömülmüştü. 2. Gemi bunu hiç fark etmeden devam etmiş ve boğazdan ilk geçen gemi olmuştu. 81 Denizcimiz ile beraber o delikanlı Sonsuza kadar sürecek olan son uykularına dalıyorlardı.

-Sunay Akın

İnsanlarda Çip Kullanımı - İsveç'de Vücuduna Çip Takan İnsanlar - 3 bin İsveçli Neden Çip Takıyor?


3 bin İsveçli neden çip takıyor?

Dünya genelinde, vücuduna çip enjekte edilmiş “cyborg” sayısının 10 bine ulaştığı tahmin ediliyor. Çok fazla mikroçip şirketinin bulunduğu İsveç, 3 bin kişi ile "çiplenmiş" en fazla insana sahip ülke konumunda.

Geçtiğimiz sene İsveç merkezli Epicenter isimli bir şirket, çalışanlarının derisinin altına çip yerleştirme uygulamasını başlattı.

El derisinin altına şırınga aracılığıyla yerleştirilen pirinç tanesi büyüklüğündeki mikroçipler sayesinde, çalışanlar şirket içindeki tüm cihazları kullanmaya, kimlik kartı olmadan şirkete girmeye başladılar.

Deri altına yerleştirilen çipe “RFID” adı veriliyor. Bir antene sahip olan çip, pile ihtiyaç duymuyor. Şırınga yardımıyla derinin altına yerleştirildikten sonra, bir RFID kodu yolluyor. Bu kod etrafta bulunan teknolojilerle iletişime geçebilmeyi sağlıyor.

Şirketin CEO’su Patrick Mesterton’a göre, çalışanlar bu uygulamadan son derece memnun. Uzmanlar ise deri altına yerleştirilen çiplerle kişilik haklarının kolayca ihlal edilebileceğini ve sağlık gibi çok sayıda gizli bilgiye kolayca ulaşılabileceğini belirtiyor.

Kurumsal dünyada uygulamanın etik tarafı tartışılırken, çip uygulaması kamusal alanda da hayata geçmiş durumda.

İsveç’te bazı trenlerde yolcular e-biletlerini derilerinin atında taşımaya başladılar. Ülke genelinde şu anda tam 3 bin kişi, eline çip enjekte ettirmiş durumda.

Fiyatı 150 dolar

Deri altına yerleştirilen çipin fiyatı 150 dolar. Bu çip, kişisel verileri, kredi kartı numaralarını ve tıbbi bilgileri depoluyor; radyo frekanslarını kullanarak cihazlar ile iletişime geçiyor.

Bugün dünya genelinde, vücudunda çip enjekte edilmiş “cyborg” yani uzaktan kumanda ile hareket eden yapay "canlı" sayısının 10 bine ulaştığı tahmin ediliyor. Çok fazla mikroçip şirketinin bulunduğu İsveç, en büyük paya sahip ülke konumunda. Hatta insanlar, kendi kendilerine enjekte edebilecekleri çip siparişi bile vermeye başlamış durumdalar. “Çiplendim!” t-shirtlerini giyip gezenler de işin cabası!

İsveçli BioHax firmasının kurucusu Jowan Österlund, The Economist dergisine yaptığı açıklamada, insan vücuduna entegre edilen çiplerin mobil telefonlardan daha güvenli olduğunu, çiplerin “hack”lenmesinin çok daha zor olduğunu söylüyor. Tabi ki, bunun tersini düşünenler de var. RDIF çiplerin GPS’i yok, ama otomatik kapı, printer gibi cihazlarla iletişime geçtiğinde, iz bırakıyor.

Örneğin Meksika’da kaçırılma olaylarına karşı önlem olmak için deri altına çip yerleştirmek moda olmuş durumda.

Deri altına enjekte edilen çipin fiyatı 150 dolar

Peki insanlar bu riski neden alıyor? Bunun başlıca nedeni rahatlık. Temassız işlem, ödeme teknolojisinin olduğu her yer, mikroçip kullanımı için gerekli olan altyapıyı sağlıyor.

Dolayısıyla Kanada’nın ardından dünyanın en az nakit para kullanılan ikinci ülkesi olan İsveç, çip kullanımı açısından son derece elverişli bir ortam sunuyor. Çip kullanımının artmasında ise en büyük rol şirketlere düşüyor. Çin implantlarını algılayan mağazaların sayısı henüz çok sınırlı. Algılayanlar ise hala ciddi sorunlarla karşılaşabiliyorlar. Örneğin İsveç demiryolları yetkilileri yolcuların çiplerini okuduklarında, e-bilet yerine LinkedIn verilerine ulaşabiliyorlar. Dolayısıyla çipler, henüz sadece dijital iş kartları veya anahtar yerine geçen kartlarda kullanılıyor.

İnsanlarda Çip Kullanımı - Rus Bilim Adamı Vücuduna Taktığı Çiplerle Kapıları Açıyor ve Bankamatik Kullanıyor

 

Mikro çipler, insan hayatını çok kolay hale getirebiliyor. Peki o çipleri vücudumuzda kullanabilir miyiz? Rusya'da bir doktor ellerine yerleştirdiği çiplerle kapıları açıp, bankamatikten işlem yapabiliyor. İşte bilim kurgu filmlerini hatırlatan o görüntüler...

Filmlerde, fantastik romanlarda sıklıkla karşılaştığımız çipler gerçek oldu. Rusya'da bir doktor, kendine yerleştirdiği çiplerle kapıları açabiliyor.

Birçok bilim kurgu filminde kullanılan ve geleceğin teknolojisi olarak adlandırılan çipler bu kez gerçek oldu. Rusya’nın Novosibirsk kentinde doktor olan Aleksandr Volçek, vücuduna yerleştirdiği beş adet çip yardımıyla sadece bir el hareketiyle günlük bazı işlerini halledebiliyor. Bu çipler sayesinde tek bir el hareketiyle kapı açabiliyor, bankamatik kullanabiliyor. Kadın doğum uzmanı olarak çalışan Volçek, sol eline üç, sağ eline iki çip yerleştirdi. Çiplerin boyutları ise iki milimetre ila on üç milimetre arasında değişiyor.

Rus hekim birinci çipini 2014 yılında yerleştirmiş ve altı çipten birini eskidiği için çıkarmak zorunda kalmış. Fakat çipler yeniden programlanabildiği için eskimesi sorun teşkil etmiyor. Çipler derinin altına bir enjektör yardımıyla enjekte ediliyor. Eğer istenirse kalın iğneli bir şırıngayla bile deri altından çıkarılabiliyor.

4 Haziran 2021 Cuma

Gölgesinde Felsefe Kitabı Okuyan Adama Ağacın Verdiği Dersler



Gölgesinde Felsefe Kitabı Okuyan Adama Ağacın Verdiği 10 Ders

Ağacın gölgesinde oturan bir adam felsefe kitabı okuyordu. Sorular üstüne sorular adamın kafasını karıştırmıştı.

Başını kaldırıp ağaca baktı, düşündü ve...

—Keşke ağaç olsaydım, hiç düşünmeden yaşasaydım, dedi.

Ağaç birden dile geldi:

—Ben düşünmüyorum belki ama düşünen insanlara o kadar çok ders verebilirim ki, dedi.

Adam heyecanla:

—Seni dinlemek isterim, dedi.

Ağaç konuşmaya başladı:

—At o felsefe kitabını elinden, şimdi bana bak ve beni dinle sana on tane hayat dersi vereceğim, dedi.

Adam heyecanlanarak:

—Tamam dedi.

Ağaç:

—Dinle o zaman, dedi ve hayat dersini sıralamaya başladı:

1- Ağaç yaş iken eğilir ya da doğrulur. 

Her şeyin bir zamanı vardır. Hayat öğrenme sürecidir ama zamanlaması çok önemlidir. Siz de bilirsiniz ki "yaşlı köpeğe yeni oyunlar öğretilmez" ve "yaşlı kurda yol öğretilmez".

2- Düşen ağaca balta vuran çok olur. 

Onun için hayatta düşmemeye dikkat etmek gereklidir. Güçlüyken gölgene sığınanlar düşerken baltayı alıp sana koşarlar.

3- Bizi yok etmeye çalışan baltanın sapı bizdendir. 

Her zaman dış düşmandan korkmayın. İç düşman daha tehlikelidir. Sizin gibi görünüp size hainlik edecek insanlara dikkat edin. Dişi kıran, pirince en çok benzeyen beyaz taştır.

4- Ulu çamlar fırtınalı diyarlarda yetişir.

İnsanı geliştiren mükemmelleştiren zorluklardır. Büyük adamlar büyük engellerle karşılaşıp onu aştıkları için büyük adam olurlar. Büyük devletler büyük badireleri atlatarak büyük devlet olurlar. Uçurtma rüzgâra karşı durduğu için yükselir. Engelleri fırsat bilmelisiniz.

5- Bir ağacın kökü ne kadar derinse boyu o kadar yükseğe çıkar. 

Kökleri zayıf olan büyüklüğü taşıyamaz. Onun için kökünüze sahip çıkmalısınız. Kökünü unutan ya da yok sayan bir ağaç ayakta kalabilir mi? Bir ağaç gücünü gövdesinden değil kökünden alır. Sizin de tarihiniz olmazsa nasıl geleceğiniz olacak? Tarihinizi yok sayar ya da unutursanız nasıl geleceği inşa edebilirsiniz?

6- Ağaç yapraklarıyla gürler. 

Bir insan da ailesiyle, sosyal çevresiyle güzel olur, onlarla tamamlanır. İnsan beraber olduğu ailesiyle varlığını hissettirir. Onun için sosyal ilişkileriniz önemlidir.

7- Hiçbir ağaç acaba bahar gelecek mi, çiçek açacak mıyım diye düşünmez. 

Kök, gövde ve dallar görevini sessizce ve sabırlıca yaparlar. Siz de baharın gelmesini bekliyorsanız görevinizi şamata yapmadan sessizce, hakkıyla ve sabırla yapmalısınız.

8- Meyveli ağacı taşlarlar. 

Bilgili, becerikli, başarılı insanlara haset eden çok olur. Bir işe yaramayan, niteliksiz, silik insanlar kimsenin umurunda olmazlar. Onun için başarılı insanlar atılacak taşlara mukavemet edemezlerse başarılarını sürdüremezler.

9- Her ağaç kendi toprağında büyür. 

Ağaç ancak uygun toprağı bulması halinde gelişmesini sürdürür. İnsan yetenekleri de öyledir; ağaç tohumu gibidir. Uygun zemin bulursa gelişir, yoksa çürür gider.

10- Beşikten mezara kadar ağaca muhtaçsınız. 

Çocukken beşikte, ölünce tabutta bizimle berabersiniz. Bize hep odun gözüyle bakmayın. Biraz da ibret gözüyle bakın. Ağacı ve ormanları koruyun, çevrenizi yeşillendirin. 

—Sözü şöyle bitireyim, insanların kulağına küpe olsun. Her şey bir ağacı sevmekle başlar. Bundan sonra bir ağacın yanından geçerken durun ve şarkımızı dinleyin.

23 Mayıs 2021 Pazar

Bu Dünya Hangimizin - Değmez Bu Dünya - Abdurrahim Karakoç



Bu Dünya Hangimizin

Bırak deli Haydar-bırak be gardaş
Kafayı bozmaya değmez bu dünya
İsterse hızlı dönsün isterse yavaş
Sen seni üzmeye değmez bu dünya

Fani diyen varsın desin sana ne
Gönül veren gitsin versin sana ne
Haydut vursun hırsız yesin sana ne
Gücenip kızmaya değmez bu dünya

Nerde kan akıtıp kavga verenler
Nerde şimdi sefasını sürenler
Ne götürdü kucağına girenler
Bir yırtık çizmeye değmez bu dünya

Kulpu yok ki neresinden tutasın
Sana göre lokma değil yutasın
İçine gireni Allah kurtarsın
Üstünde gezmeye değmez bu dünya.

Gel gitme kal desem kalamazsın ki
Ortadan böl desem bölemezsin ki
Git tekrar gel desem gelemezsin ki
Aldanıp azmaya değmez bu dünya

Almak-satmak, tapu-senef nafile
Toplayıp yığdığın servet nafile
Sıla nafiledir, gurbet nafile
Yağmaya tozmaya değmez bu dünya

Sınırlar çizilmiş konulmuş yasak
Beş para etmezdi bizler olmasak
Kısmen göz yaşı kan-kısmen kir pasak
Yıkayıp süzmeye değmez bu dünya

Senin benim ne ki? Küçük mü dar mı?
Hani kimin dostu, kimseye yar mı?
İnsan öldürmenin manası var mı?
Karınca ezmeye değmez bu dünya

Misafirsin, misafirlik suç değil,
Bakacaksan uzaktan bak, güç değil
Eti yenmez, koyun değil koç değil
Derisini yüzmeye değmez bu dünya

Kabuktur, manayı unutturmasın
Babayı, anayı unutturmasın
Boş hayal mevlayı unutturmasın
Tırnakla kazmaya değmez bu dünya

Arkası karanlık önü karanlık
Yarını karanlık, dünü karanlık
Kendine çağırır seni karanlık
Bir küçük hüzmeye değmez bu dünya

Cazibesi özelliği yok demem
Nakış nakış güzelliği yok demem
İki günde kaçar gider çok demem
Anlayıp sezmeye değmez bu dünya

Unutma ki yolcu yolunda gerek
Yolcunun azığı belinde gerek
İnsanlar insanlık halinde gerek
Mestolup sızmaya değmez bu dünya

Bilesin ha canım Haydar bilesin
Seni bekler soğuk mezar bilesin
Ebediyet ötede var bilesin
Tek satır yazmaya değmez bu dünya

Şair: Abdurrahim Karakoç

22 Mayıs 2021 Cumartesi

72 Koğuş (Orhan Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili



KİTABIN ADI: 72. KOĞUŞ

KİTABIN YAZARI: ORHAN KEMAL

KİTABIN KONUSU: 72. Koğuş’ta yaşanan hazin olaylar ve Ahmet Kaptan’ın sonu ölümle noktalanan cezaevi yaşamı anlatılmaktadır.

KİTAP HAKKINDA BİLGİ :

Türk edebiyatının en önemli kalemlerinden biri olan Orhan Kemal’in başyapıtlarından biri olan 72. Koğuş, insan haysiyetinin düşebileceği en dipsiz kuyunun hikâyesidir Tüm yapıtlarında her şeye rağmen insana olan inancını ve sevgisini korumuş olan Orhan Kemal, bu derin çukura yuvarlanmış olan insanların, en yakınını bile üç kuruşa vurabilecek kadar alçalmış olanların dünyasını bir koğuşun karanlığında anlatırken bile direnişin sesini duyuruyor okurlarına. Alçalışın bile yok edemeyeceği insanlık onurunu dile getiriyor.

Orhan Kemal'in kitapları bîr okurum hayatta rastlayabileceği o çok nadir hazineler arasında yer alır. Çok az yazar okurunun dünyasında onun kadar iz kakır, çok az yazar okurunu onun kadar biçimlendirir. Orhan Kemal umudu ve aydınlığı yeniden kazanmamız için yol gösterir bize. Orhan Kemal'in kitapları bîr okurum hayatta rastlayabileceği o çok nadir hazineler arasında yer alır. Çok az yazar okurunun dünyasında onun kadar iz kakır, çok az yazar okurunu onun kadar biçimlendirir.

(Tanıtım Bülteninden)

KİTABIN ÖZETİ: 

72. Koğuş, Adembabalar olarak da anılmaktadır. Adam öldürmek ve hırsızlık yapmaktan sabıkalı olan fakir ve kimsesiz kişiler bu koğuşta kalmaktadır. Ahmet Kaptan cinayetten tutukludur ve yıllar sonra annesi 150 lira para göndermiştir. Bu para beton üstünde yatan, izmaritine zar atan fakir insanların bulunduğu koğuşta büyük mutluluk uyandırır. Ahmet Kaptan bu parayla fasulye pişirtir, sigara aldırır, çay yaptırır. Koğuşta her akşam tencere kaynamaya başlar. Koğuştakiler serseri değildir artık ve gardiyanlara bile kafa tutmaya başlarlar.

Ahmet Kaptan’ın has adamı olmaya çalışanların arasında da bir rekabet başlar. Etrafındakiler paradan nemalanmaya çalışırlar. Çevresindekiler Ahmet Kaptan’ı parayı çoğaltması için kumar oynaması gerektiğine ikna ederler. Ahmet Kaptan parayı arttırma düşüncesinden dolayı Sölezli’nin koğuşunda kumar oynar. Kumarda da kazanan Ahmet Kaptan’ın Adembabalar Koğuşu iyice zenginlemeye başlar. Bobi adlı bir hükümlü ise para söğüşlemek için kadınlar koğuşundaki Fatma ile Ahmet Kaptan arasında bir ilişki ortaya çıkarır.

Ahmet Kaptan’a Fatma’nın sürekli kendisinden bahsettiğini söyler ve onun ağzından mektuplar yazar. Ahmet Kaptan âşıktır artık. Ancak Fatma’nın tahliye olması ile Ahmet Kaptan hep onun yolunu gözler. Artık zar atmayan Ahmet Kaptan gittikçe de fakirleşmeye başlar. 72. Koğuş’takiler de bundan etkilenir. Her şeyleri satılır, yatakları bile. Ahmet Kaptan ise ceketini bile Fatma üşümesin diye kendisini kandıranlara verir ve bir sabah kış mevsiminde cezaevi demirlerine yapışmış halde ölü olarak bulunur.

KİTABIN KARAKTERLERİ-KİŞİLERİ:

Ahmet Kaptan: Adam öldürmekten sabıkalı bir şahıs ve romanın başkahramanıdır. Annesinin gönderdiği para ile 72. Koğuş’u ihya eden Ahmet Kaptan, kendisinden para koparmaya çalışan Bobi adında bir kişinin başlattığı Fatma’yla aşk oyunu neticesinde sonu yoksulluk ve ölüm olan bir yola girer.

Bobi: Ahmet Kaptan’dan para almak için Fatma aşkını ortaya çıkartan adamdır. Kadınlar koğuşuna çamaşır götüren çamaşırcıdır. Koğuşun yeniden fakirleşmesine ve Ahmet Kaptan’ın donarak ölmesine neden olmuştur.

Fatma: Ahmet Kaptan’ın aşık olduğu kadındır. Bobi’nin ortaya attığı sahte mektuplaşmalar ile aşkı büyümüştür. Cezaevinin parmaklıklarında onu beklerken donmuştur.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...