15 Ekim 2017 Pazar

Millet Olarak Galiba Ne İstediğimizi Tam Olarak Bilmiyoruz

 

Baz istasyonlarına karşıyız ama telefonumuzun her yerde çekmesini istiyoruz.

Bir fatura yatırırken bile sıraya girmemek için bir tanıdığımızı araya koyuyoruz sonra da torpilin olmasa bu memlekette hiç bir şey yapılmıyor diye şikayet ediyoruz.

Elektriklerin hiç kesilmemesini istiyoruz. Elektrikler gidince de hayat duruyor, devlet neden enerjiye çare bulmuyor diye veryansın ediyoruz. Nükleer enerji tesisleri kurulmak istenirse de hemen nükleer enerjiye karşı çıkıyoruz.

Ama hiç birimiz gereksiz olarak kullandığımız aletleri kapatarak enerji tasarrufunda bulunmuyoruz.

40 tane otomobille İstanbul trafiğine çıkıyoruz, oysa bir otobüs bu işi görür. 


Trafik sıkışınca hava kirlenince de hemen tepkimizi dile getiriyoruz.

Biz yetkililerden önlem almasını istiyoruz. Hepimize özel bir yol açmasını istiyoruz. 

Yetkililerde bizden otomobil kullanmamamızı bisiklete binmemizi istiyor. Hem çevre kirlenmiyor hem de benzin mazot almak gerekmiyor hem de petrol çıkarmak için doğayı tahrip etmek gerekmiyor. Dış ülkelere bağlı olma sorunuda ortadan kalkıyor.

AVM'lere karşı olduğumuzu avmlerde mcdonaldslarda hamburgerimizi yediğimiz sırada attığımız twitlerle bu AVM'ler küçük esnafı bitirdi. Köfteci Nuri abi iflas etti diyoruz bu tepkilerimiz o kadar etkili oluyor ki AVM'ler şehirlerde mantar gibi türüyor. Biz AVM'lere karşı olduğumuzu gitmeyerek gösterirsek yeni AVM'ler açılır mı?

Anket yapılıyor vatandaşın büyük çoğunluğu dizilere, saçma sapan programlara karşı olduğunu söylüyor. Sonra bu programların reytinglerine bakıyoruz hiç te milletin karşı olduğu görülmüyor. 


Ya anket yapılan vatandaşlarla tv izleyen vatandaşlar ayrı, ya anketler ya da reyting ölçümleri yanlış. 

Ya da millet olarak bize mikrofon uzatıldığında ya da anket yapıldığında U dönüşü yapıyoruz.

UZUN LAFIN KISASI İĞNEYİ KENDİMİZE BATIRMADAN ÇUVALDIZI BAŞKALARINA BATIRIYORUZ .

10 Ekim 2017 Salı

Melikgazi İlçesi Belediye Binası ve Parklarda Güneş Enerjisinden Elektrik Üretiyor


Çatı üstü güneş santralinin toplam 441 panelden oluştuğunu genel enerji hattına bağlantının sağlandığını belirten Başkan Memduh Büyükkılıç, güneş santralinden elde edilen enerjinin Belediye Hizmet Binası elektrik ihtiyacında kullanılarak enerjisini artık güneşten alan bir kurum olduklarını kaydetti.

Güneş enerji santralinin 3 yılda kendini amorti edeceğini yani inşaat maliyetini karşılayacağını ifade eden Başkan Büyükkılıç “Melikgazi Belediyesi olarak hizmetlerimizin tamamı bilgisayar ve elektrikli aletler ile yapılmaktadır. Bunun içinde enerji gerekmektedir. Kesintisiz hizmet için kesintisiz ama daha ucuz enerji ile bundan böyle hizmete ve yatırımlara devam edeceğiz. Enerji tüketimi karşılamak için Türkiye’nin resmi kurum tarafından yapılan en büyük çatı üstü güneş panelinin Melikgazi Belediyesince gerçekleştirdik. Şimdi de belediyemiz hizmet binasının çatısına 441 panelden oluşan ve GES 120 KWP HİBRİT SİSTEM üzerine kurulan güneş enerjisinden elektrik üretiyoruz. Melikgazi Belediyesi artık sadece hizmet değil aynı zamanda elektrik de üretiyor” dedi.

Başkan Büyükkılıç, hizmet binasında elektrik üreten sistemin devreye girmesi ile binanın aydınlatma, ısınma ve makinelerin enerjinin artık güneşten alınmış olacağını sözlerine ekledi.


Melikgazi Belediyesi Parklara Güneş Enerjisinden Elektrik Enerjisi Elde Edilen Paneller Yerleştiriyor

Melikgazi Belediye Başkanı Dr. Memduh Büyükkılıç, 2017 yılı içerisinde başlatılan proje ile 20 parkta güneş enerjisinden elektrik enerjisi elde edilen güneş panelleri yerleştirildiğini söyledi.

Güneş panelleri ile gündüzleri enerjiyi depolayacak olan bu sistem ile akşamları parkların ışıl ışıl olacağını ve ekonomiye katkı sağlanacağını belirten Başkan Büyükkılıç, “Güneş panelleri ile enerji elde ederek pazar yerlerini aydınlatıyoruz. Camilerimizde abdest alma yerleri güneş enerjisi ile sıcak su akmaktadır. Şimdi sıra parklarda, artık bundan sonra parklarımız da güneş enerjisi ile aydınlanacak. Parklar ışıl ışıl olmaya devam edecek ama artık enerjiyi güneşten alacak. Sonuç itibari ile ekonomiye katkı sağlanacak. 2017 yılı içerisinde toplam 20 parkımızda çalışmalar devam ediyor. Yıl sonuna kadar güneş panelleri yerleştirilmiş olacaktır“ dedi.

Güneş enerjili panellerden elektrik üreterek hem ışıklandırma hem de ısıtmada kullanılması çalışmasının örnek gösterildiğini hatırlatan Başkan Dr. Memduh Büyükkılıç, Melikgazi parklarında 24 saat hizmet verdiğini çünkü çok amaçlı oluşundan dolayı parkların cıvıl cıvıl olduğunu sözlerine ekledi.

8 Ekim 2017 Pazar

Ampul Komplosu Nedir? Bozulmayan Cihazlar Mümkün mü?


Hepimiz bie tüketim toplumu içinde yaşadığımızın farkındayız. Kullandığımız bir çok ürünün aslında daha kaliteli, dayanıklı ve fonksiyonel olabileceğinin farkındayız. Ama malesef pek çok ürün belli bir sürenin sonunda bozulmakta veya işlevini yitirmekte.

Kaçmayan çorap, bozulmayan elektronik alet, ömür boyu dayanan ampul var mı? Elbette olabilir ama üretilmiyor daha doğrusu üretilmeleri istenmiyor. Neden derseniz bu bir plan, üstelik yeni değil, 1920’ler den beri hayatımızda.

Planın adı İngilizce’de “Planned Obsolescence” yani Türkçe karşılığı ile Planlı Eskitme: Tüketiciyi biraz daha yeniyi, gerekenden biraz daha önce almak üzere şekillendirme.

Bazı ürünlerin öyküsü kasıtlı ve planlı eskitme teorisinin ne denli acımasız uygulandığını çok iyi gösteriyor. Californiya Livermore İtfaiyesi’ ndeki bu ampul 1895 yılından beri sürekli yanmakta. Yani tam 120 yıldır.

Ampulün hayatına başladığı yer; Shelby adındaki Ohio kasabası. Filaman (ampulün içinde yer alan ve ışık veren iletken tel), Adolphe Chaillet tarafından icat edilmiş ve uzun süre dayanacak biçimde tasarlanmış ancak nasıl bu kadar uzun dayanabildiğinin sırrı onunla beraber yok olmuş. Ampulün ışığı parlaklığını yitirse de sönmeyen 60 watt’lık bu ampul, ürünlerin ömrünü kasıtlı olarak kısa tutma politikasının ilk kurbanı.

Dünyanın en önemli buluşlarından biri olan ampul, 1879 yılında Amerikalı Thomas Edison tarafından icat edildi. Ampul, ilk kez 1881’de piyasaya sürüldü. Satışa çıktığında 2500 saatlik bir ömrü olduğu belirtilen ampulün ömrünü uzatmak ve sağlamlaştırmak için mühendisler yoğun bir çalışma başlattılar.

Uzun ömürlü ampullerin ekonomik büyümeye olumsuz etkisini fark eden üreticiler, 1924 yılında Cenova’da toplanarak dünyanın ilk küresel kartelini oluşturdular. Phoebus adlı kartelin amacı, ABD, Avrupa, Asya ve Afrika’daki üretim, pazarlama ve tüketimi denetim altına alarak ampullerin ömrünü sınırlamaktı. Phoebus işe koyulduğunda ampullerin ortalama ömrü 2500 saatti ve bu çok fazlaydı. Pheobus, kurallarını detaylı bir bürokrasi üzerinden dayatıyordu. Üyeler, aylık tüketim raporu hedeflerini gerçekleştiremediklerinde ağır şekilde cezalandırılıyordu. Kartelin baskısı altındaki üye şirketler 1.000 saat kuralını karşılayacak daha çürük ampuller yaratmak için deneyler yapmaya başladılar ve 2 yıl içinde kullanım ömrü 2.500 saatten 1.500 saatin altına kadar düştü. 1940’larda kartel amacına ulaştı: 1.000 saat ampuller için standart kullanım ömrü haline geldi.

Bunu izleyen yıllar boyunca mucitler yeni ampuller için düzinelerce patent doldurdular; 100.000 saat dayanacak bir tanesi de bunlara dahildi. Hiçbiri genel pazara ulaşamadı. Resmi olarak Phoebus asla var olmadı, ancak izleri her zaman oradaydı. Stratejileri düzenli olarak isim değiştirmek oldu. “Uluslararası Enerji Karteli” ismini ve başka bazı isimleri kullandılar. Esas nokta şu ki; fikir hala hayatta kalmaya devam ediyor.

Konuyla ilgili belgeseli aşağıda izleyebilirsiniz...


Altın Niçin Değerli? Altının Diğer Elementlerden Farkı Ne?


İnsanın, altına olan tutumu biraz garip. Kimyasal açıdan altın hiç de ilginç bir madde değil. Diğer elementlere güçlükle tepki verir. Fakat yine de periyodik tabloda, insanın, para birimi olarak seçtiği tek element. Peki neden? Mesela neden osmiyum ya da krom değil? Ya da seaborgiyum?

Periyodik tabloyu bir düşünelim. Altın yerine başka ne kullanılabilirdi acaba?

Asil gazlar ve halojenler var: Bir gaz hiçbir zaman bir para birimi olamaz.

Diğer iki sıvı element civa ve brom günlük sıcaklık ve yer çekimi düşünüldüğünde pek bir uygunsuz olur.. Ayrıca ikisi de zehirli. Aynı sebeplerden arsenik ve onun gibi diğer maddeleri de kullanamazdık.

Alkali metaller ve toprak alkali metaller de çok tepkisel. Birçok kişi okullarda sodyum ve potasyumu suyun içine damlatınca ne olduğunu hatırlar.

Radyoaktif olanlar. Paranızın sizi kanser etmesini istemezsiniz değil mi?

Geriye toryum, uranyum, plütonyum ve radyoaktif olarak parçalanmadan laboratuvar ortamında yapay olarak üretilmiş rutherfordyum, seaboryum, ununpentiyum, einsteinyum kalıyor.

Tabii bir de az bulunan toprak metalleri var ki, bunlar altından bile az bulunuyor. Ne yazık ki, kimyasal olarak bunları birbirinden ayırmak oldukça zor.

Bu bizi periyodik tablonun ortasındaki geçiş metallerine ve sonrasına götürüyor. Burada 49 adet, adına aşina olduğumuz element karşımıza çıkıyor: Demir, alüminyum, bakır, kurşun ve gümüş.

Fakat ayrıntılı olarak incelediğinizde hepsinin sakıncalı bir noktası olduğunu fark edeceksiniz.

Öte yandan sol tarafta titanyum, zirkonyum gibi sert ve dayanıklı elementler var. Fakat onlar için de problem farklı: Eritmek oldukça zor.

Listeyi 8 maddeye kadar indirdik. Platinyum, paladyum, rodyum, iridyum, osmiyum ve rutenyum. Tabii ki ek olarak gümüş ve altın.

Bunlar soylu maddeler olarak biliniyor. Çünkü diğer maddelerden ayrı durarak zor tepki veriyorlar. Ayrıca oldukça da nadir bulunuyorlar ki, bu da para birimi olması için önemli bir ölçüt.

Eğer demir pas tutmasaydı, para için güzel bir kaynak olurdu. Çünkü çevrede çok fazla var. Ama çok büyük boyutlarda bozuk parası taşımak zorunda kalmış kalabilirdiniz.

Gümüş ve altın dışındaki tüm nadir elementlerde tam ters sorunlar var. Çok az bulunuyorlar, bu yüzden çok küçük oranda taşımak zorunda kalırdınız, dolayısıyla da çok kolay kaybedebilirdiniz.

Ayrıca eritmek de oldukça zor. Platinin erime noktası 1.768 santigrat.

Geriye iki madde kalıyor ki, bunlar altın ve gümüş.

İkisi çok yaygın değil ama bulmak da fazla zor değil. İkisinin de görece olarak düşük erime noktası var ve böylece bozuk para, külçe, takı haline getirilmesi olay.

Gümüş havada çok ufak miktarda kükürtle temas eder etmez kararıyor. Onun için altına böyle özel bir değer veriyoruz.

Altının bu kadar değerli olmasının nedeni, kimyasal olarak ilginç olmamasından kaynaklanıyor.

Yani varoluşsal bir değeri yok. Bir para birimi, ancak biz toplum olarak anlam yüklediğimizde değerli olabilir.

Gördüğümüz gibi katı, taşınabilir ve zehirleyici olmaması gerekiyor. Ayrıca adaletli bir şekilde, az bulunması gerekiyor.

Ayrıca altın, parlak sarı renkte. Periyodik tablodaki tüm metaller ise, bakır dışında gümüş rengini taşıyor. Bakır, havadaki nemle karşılaşınca yeşile dönüşüyor. Ve işte altını özel yapan da bu.

Peki, nasıl oluyor da halen altın, para birimi olarak artık kullanılmıyor?

1973 yılında dönemin ABD Başkanı Richard Nixon’ın, dolar ile altın arasındaki bağı koparması bir dönüm noktası oldu. O tarihten beri tüm para birimlerine dolar üzerinden değer biçildi.

Nixon’un bu kararı almasının gerekçesi, aslında oldukça basitti: ABD’nin altın stokları tükeniyordu.

Bu da altınla ilgili problemin ana nedeni. Altının kaynağı ekonominin durumuna değil, maden ocaklarında çıkarılan stoklara bağımlı.

16. yüzyılda Güney Amerika ve geniş altın kaynaklarının keşfi ile altının değeri düştü; diğer herşeyin fiyatıysa arttı.

O günden beri sorun, bunun tam tersi. Altının arzı çok sınırlı. Örneğin 1930’deki Büyük Buhran’da altın stoklarını kullanan birçok ülke ekonomik krizden kaçabildi. Bunu yaparak basılı paraya değer kazandırdılar ve ekonomilerini canlandırdılar.

Altına olan talep, bazen çok çılgınca olabiliyor. Arzın sabit olması yüzünden de, altın fiyatları büyük iniş çıkışlar kaydedebiliyor.

Belki de Churchill’in dediği gibi, altın, para birimi olarak en kötü element.

Yeryüzünde bunca maden varken, niçin sadece altının tarih boyunca hep en soylu ve değerli maden muamelesi gördüğünü merak ettiniz mi hiç? Genelde bir şey dünyada ne kadar az bulunuyorsa veya elde edilmesi ne kadar zorsa o kadar değerlidir diye düşünülür, ancak altın ne yeryüzünde en az bulunan, ne de çıkartılması en zor olan madendir.

Güneşinkiyle özdeşleştirilen parlak sarı rengi, yaşamın ve gücün sembolü olan göz alıcı ışıltısı da değildir onu emsalsiz kılan. Madenler arasında değerli olma sıralaması yapıldığında altın ancak on altıncı sıraya yerleşebilir. Tarihte ilk değiş tokuş birimi de altın değildir. Ortaçağda gümüş birçok yerde altından daha fazla biliniyordu ve daha değerliydi. Uzakdoğu ülkeleri 1936 yılına kadar gümüş para sistemine bağlı kaldılar.

Altından Değerli Maden Varmı?

Günümüzde son derece ucuz olan ve geniş kapsamda kullanılan alüminyum bile on dokuzuncu yüzyılda altından daha kıymetliydi. Saraylarda ziyafetlerde en değerli misafirler için alüminyum tabak ve tepsiler kullanılıyordu. O zamanlar alüminyumun altından iki kat daha fazla değerli olmasının nedeni elde edilişindeki zorluktu.

Alüminyum dünyada en çok bulunan madenlerden biri olmasına rağmen tabiatta oksitlenmiş halde bulunduğundan 1825 yılına kadar böyle bir maden olduğunun farkına bile varılmadı. 1886 yılına kadar alüminyum sadece saray mensuplarının sahip olabildikleri, mücevher yapımında kullanılan çok değerli bir maden olarak kaldı. 1886 yılında alüminyumun elde edilişinde ucuz metotlar keşfedilmeye başlanınca her yerde bulunabilir hale geldi, dolayısıyla ucuzladı ve artık adi bir element muamelesi görmeye başladı.

Neden Değerli?

Altının geleneksel değerinin oluşmasında, az bulunmasından veya zor elde edilmesinden ziyade tabiatta katıksız, saf halde bulunması, dövülerek biçimlendirilebilmesi, havadan ve sudan etkilenmemesi, yani paslanmaması, kararmaması ve donuklaşmaması etkilidir. Bu sayede altın tarih boyunca çok güvenilir bir değer ölçüsü olarak kabul edilmiştir.

Tüm bunların dışında altını altın yapan diğer önemli özellikler olarak, sadece klorik ve nitrik asit karışımında (halk arasında altın suyu olarak bilinen) erimesi ve bunun dışında hiçbir asitten etkilenmemesi, kendi hacmindeki sudan 19 kere daha ağır olmasına rağmen çok yumuşak olduğundan kolayca işlenebilir ve inceltilebilir olması gösterilebilir.

Neler Yapılır?

Altın inceltildiğinde elde edilen levhalar o kadar ince olabilir ki, bin tanesi üst üste geldiğinde ancak bir milimetrelik bir kalınlık oluşur. Kibrit kutusu büyüklüğündeki saf altın tenis kortu büyüklüğündeki bir sahayı kaplayacak kadar inceltilerek yassılaştırılabilir. Bir gram altından üç kilometre uzunluğunda tel çekilebilir. Ne var ki çok yumuşak olması her zaman avantaj değildir. Birçok uygulamada sağlamlık ve sertlik kazanması için başta bakır ve gümüş olmak üzere başka madenlerle karıştırılarak kullanılmak zorundadır.

Günümüzde paralar artık altından basılmıyor. Uzun zaman önceleri kâğıt paraları dengelemek için o miktardaki altın Merkez Bankası kasalarında tutuluyordu. Artık hiç bir ülke parasal amaçla altın kullanmadığı için paranın altının yasal güvencesine ihtiyacı kalmamıştır. Altının uluslararası para sisteminde bir rolü kalmayınca Merkez Bankaları ’nda da ulusal paralara karşılık belli ağırlıkta altın bulundurma zorunluluğu da kalmamıştır.

Tüm bunlara rağmen günümüzde altına olan talep artarak devam ediyor. Bu talebin ve altının hâlâ uluslararası önemini korumasının başlıca sebepleri, mükemmel ısı ve elektrik iletkenliği özellikleriyle teknolojide kullanılması ve insanların bilezik, yüzük, küpe benzeri süs eşyalarında, hatta diş kaplamalarında hâlâ altını servetlerinin bir parçası olarak, her an ellerinin altında olan ve değer kaybetmeyen bir yatırım aracı olarak görmeleridir.

6 Ekim 2017 Cuma

Ne için okudun? Okul Sonrası Hayata Nasıl Hazırlıklı Olunur?


Pek çoğumuz okul hayatımızı bir amaç edinmeden okuyup bitiriyoruz. Sonrasında bir anda kendimizi hayatın içerisinde buluyoruz. Hayata küçük yaşlarda bir hedef doğrultusunda devam edenler sonrasında çok daha başarılı işlere imza atıyorlar. Hiç olmasa sevdikleri işleri yaparak mutlu oluyorlar. Özellikle lise ve üniversite öğrencilerinin okuması dileğiyle...

Ne için okudun?

4 yıl üniversite okumuş bir genç.

2 yıl da yüksek lisansını yapmış.

Neden yüksek lisans diye soruyorsun.

“Cila olsun diye” cevabını veriyor.

Bilinçsizce, amaçsızca, alelacele…

Sonra iş başvurularına gitmeye başlıyor…

Cv’ye bakıyorsun, diğerlerinden hiçbir farkı yok, sadece isim farklı.

Gidip sağlam bir staj yapmamış.

Kulüplerde görev almamış.

Derneklerde, vakıflarda, kısacası sivil toplumda yer almamış.

Sadece okumuş.

Farkında olmadan boş yere okumuş.

Çevre yapmamış, insanlarla tanışmamış.

Rol modeli olan kişilere bir e-posta gönderip “Bir kahvenizi içmek istiyorum” deyip yanına gitmemiş.

Şimdi iş arıyor.

Milyonlarca CV ile aynı özellikteki bir CV ile iş arıyor.

İşin kötüsü yapmış olmak için yapmaya o kadar alışmış ki;

Çalışmayı da verimli olmak, kendisini göstermek, deneyim kazanmak, o alanda en iyi olmak için istemiyor.

Peki ya ne için?

Cevap basit : Para

Pekala, buna da saygı gösterelim. Soralım, “Ne kadar maaş istiyorsun?”

Cevap : “2000 Lira”.

Gözleri ışıldıyor bu rakamı söylerken, bir ömür ufak ufak artışlarla bu ortalamada bir maaşa çalışabilir.

Alıyorum kağıdı, kalemi. Basit bir hesap yapıyorum.

“Bak” diyorum, “2000 Lira istiyorsun ya, o 2000 liraya ayda 20 gün çalışacaksın. 20 güne böldüğünde günlük maaşın 100 Lira yapar. O paraya da temizlikçi Fatma Abla gelip evini temizlemez. Doğru mu?”

Gözlerindeki parıltı kayboluyor. Bu hesabı daha önce hiç yapmamış. Boynu bükülüyor.

“Evet” diyor.

“Peki sen 18 sene bunun için mi okudun?” diyorum.

Cevap vermiyor, ne desin ki? “Hayır” dese, cv’si öyle demiyor. “Evet” dese, yüreği el vermiyor. Mesele bireyin ne kadar maaş aldığı da değil aslında. Esas olan bireyin kendisini daha lise sıralarında geliştirmeye başlaması, hedeflerini koyması.

Üniversitede kendisini geliştirmeye ve hayata entegre olmaya çaba göstermesi, üniversite bittikten sonra bir işe herhangi bir maaşla -bu asgari ücret de olabilir- girmesi ve orada da kendisini geliştirmeye devam edip iyinin peşinden koşması ve hep daha iyiye gitmesi.

Bu yazı üniversiteye başlamak üzere olan, üniversitede okuyan, okulunu bitirmek üzere olan, iş hayatına atılmak üzere olan genç arkadaşlarım için köprüden önce son çıkış olabilir. Böyle tanıdıklarınız varsa lütfen okutun. İş işten geçmeden ne için çalıştıklarının farkına varsınlar.

Hayat bir anda akıp gidecek,

Hayatları akıl tokluğuna,

Karın tokluğuna avuçlarından akıp gitmeden, bir DUR desinler….

Duygu Doğan // Edamer Eğitim Danışmanı

4 Ekim 2017 Çarşamba

Honda'nın Kurucusu Soichiro Honda'nın Muhteşem Hayat Hikayesi ve Başarı Öyküsü


Şirketin kurucusu Soichiro Honda 17 Kasım 1906 yılında Japonya’da doğdu. Dokumacı bir anne ile bisiklet tamircisi bir babanın oğlu olan Honda, küçük yaşlardan itibaren atölyede babasına yardım ederek büyüdü. Yani daha çocuk yaşta mekaniğin, yağın, lastiğin içinde büyüdü.

Okul hayatı pek başarılı geçmeyen Honda, bir keresinde karnesindeki zayıf notları düzeltmeyi denedi. Hatta bu konuda arkadaşlarına da yardım etti. Ancak notları düzeltmek için uyguladığı teknik sorunlu çıkınca bu ufak sahtekarlık girişimi herkes tarafından öğrenildi. Bu nedenle babası da ona tek ayak üstünde durma cezası verdi. Babası Soichiro Honda’ya bu cezayı haylazlık nedeniyle değil, notları düzeltirken yaptığı yanlışı fark etmemesi nedeniyle verdi.

Oto Tamircide Çalışmaya Başladı

1922 yılında ortaokulu bitiren Honda, gazetede bir iş ilanı gördü. Tokyo’daki bir oto tamir atölyesine ait olan bu ilan nedeniyle Honda Tokyo’ya gitti ve işe alınarak burada çalışmaya başladı. Atölyedeki en genç çalışan olan Honda, bu atölyede üretilen yarış otomobillerinin tasarımını da yakından izleme fırsatı buldu.

1923 yılında deprem nedeniyle meydana gelen bir yangında, atölyedeki üç aracın yanmasını önleyen Honda patronunun gözüne girdi ve Curtiss adlı yarış aracının bakımında görev almaya başladı.

Honda’nın çalıştığı Art Shokai adlı bu atölye Tokyo’da gittikçe popüler olmaya ve yeni şubeler açmaya başladı. Bu şubelerin birinin başına ise 21 yaşındaki Soichiro Honda getirildi. 1923 yılındaki depremden ders çıkaran Honda, kırılmaya ve yanmaya karşı dayanıklı yedek parçalar üretmeye başladı. Tahtadan yapılan jantları, metal jantlarla değiştirdi ve hatta bunun patentini dahi aldı. Atölye çok iyi kazanç elde etmesine rağmen Soichiro Honda kazandığı tüm parayı yine ürün geliştirmeye yatırıyordu ve Art Shokai’nin sahipleri bu durumu desteklemiyorlardı.

Eğitim Almaya Karar Verdi

Soichiro neredeyse atölyede yaşar hale gelmişti ve piston yayı geliştirmeye çalışıyordu. Öyle ki eşinin mücevherlerini bile atölyeye yatırmıştı. Tüm çabalara rağmen istediği başarıyı elde edemeyen Honda, bir süre sonra kendini eğitime verdi.

“Teori yaratıcılık kazandırsaydı tüm öğretmenler mucit olurdu.” diyen Honda motor ve otomotiv okulunda dersler almaya başladı. Arta kalan zamanlarda da yarış aracı tasarımına devam ediyordu. Kendi motor soğutma yöntemini bularak yarış otomobillerinin yaşadığı temel bir sorunu çözdü. Onun ürettiği motorlar, yarışlarda fazla ısınma nedeniyle bozulmuyordu. Bu nedenle yarışlarda aktif rol alarak yeni ürettiği motoru denemeye karar verdi.

Ölümden Döndü

1936 yılında ralli yarışlarına katıldı ve aracı 120 kilometre hızla giderken birdenbire durması nedeniyle araçtan fırladı. Honda’nın kolu kırıldı, omzu çıktı ve yüzü feci şekilde yaralandı. 3 ay hastanede yatan Honda’nın yarış kariyeri de böylece sona erdi.

Savaş ve İflas Dönemi

Hastanedeyken Soichiro kötü haberler aldı, zira onun ürettiği 30.000 piston yayları Toyota tarafından incelendi ve sadece 3 tanesi kalite testinden geçebildi. Buna ek olarak Soichiro gittiği meslek okulundan da atıldı.

Bu kadar kötü haberi pek çok kişi kaldıramazdı. Ancak iyileştikten sonra Soichiro Honda, kendi şirketini kurdu. Bu şirketin adı da Tokai Seiki idi. Bu kez ürettiği piston yayları sorunsuzdu ve üretim iyi bir ivme kazanmıştı.

2. Dünya Savaşı esnasında şirket Toyota’nın piston yayı ihtiyacını neredeyse yarısını karşılar hale gelmişti. Ayrıca uçak gemileri ve uçaklar için de yedek parça üretiyordu Honda. Ancak 1945’te 2. Dünya savaşında Japonya’nın yenilmesi ve Tokai Seiki’nin ABD uçakları tarafından bombalanmasıyla işler bir anda renk değiştirdi. Honda ülkenin kötü bir döneme girdiğini düşünerek büyük zarar gören kendi fabrikasını restore etmedi. 450.000 Yen karşılığında Toyota’ya sattı. Yaklaşık bir yıl boyunca evde kalan Soichiro Honda, bu sürede kendini viski üretimine ve viski içmeye verdi.

Honda'nın Kuruluşu

1946 yılında gelindiğinde Honda bir kez daha kendi işini kurdu: Honda Teknoloji Araştırma Enstitüsü…

Bu süreçte moped üretimine ağırlık verildi. Askerlerin kullandığı telsizin donanımını alıp bisiklete yerleştiren ve mazot olarak göknar ağacı yağı kullanan Honda bu mopedlerden 1500 tane satmayı başardı. 1947’ye gelindiğinde Honda’nın kendi üretimi olan çift pistonlu motor üretildi. Şirket iki yıl boyunca Enstitü adı aldıktan sonra ismi Honda Motor Company olarak değiştirildi.

1949 yılında Dream adlı çift pistonlu motosikletin üretimine başlandı. 2 yıl sonra da 4 pistonlu motorlar üretildi. 1958 yılında Super Cub adlı motosiklet ile ABD pazarına açıldı. Honda bu süreçte Japonya’nın en büyük motosiklet üreticisiydi zaten. Dünya genelinde 200’den fazla motosiklet firmasını geride bırakmıştı bile.

Hızlı bir şekilde büyüyen şirketin yeni yönetim anlayışlarına ihtiyacı vardı. Honda yönetiminde yapılan yenilikler ise devrim niteliğindeydi. Departmanlar net bir şekilde belirlendi. Ancak Honda Araştırma Merkezi ise otonom bir yapıya sahipti ve yönetim piramidinden ayrı bir yerde duruyordu. Tasarım mühendislerinin terfi alması, boşalan pozisyonlara göre değil, kişisel başarıya göre gerçekleşiyordu. Şirket içinde hiyerarşiye karşı olan Soichiro bu konuda şöyle diyor:

“Genelde insanlar baskı altında olmadıkları zaman daha sıkı ve daha iyi çalışırlar. İnsanlar baskı altında değilken daha inovatif olurlar. Honda olarak biz de şirket içindeki parlak insanları ortaya çıkarmak üzere bir sistem kurguladık. Öyle ki bu parlak kişiler, zamanla başkanlık koltuğuna bile oturabilirler.”

Bu arada Soichiro şirketi hissedarlara açmadı. Yani şirketin yönetiminde yatırımcılar değil, başarılı mühendisler ve yöneticiler yer aldı. Bu da şirketin geleceğine dair olumlu sinyaller vermesi nedeniyle olumlu etki yaptı ve gereken banka kredileri kolayca alındı.

Şirketin yönetim alanındaki prensipleri 1956 yılında “Şirket Prensibi” adı altında şu şekilde belirtildi:
Yeni pazarların yaratılması
Tüm çalışanların yönetime katılması
Üretimin globalleşirilmesi
Tüm sorunların inovatif bir şekilde çözüme kavuşturulması

Motosiklet Dünyasının 1 Numarası

Honda’nın ürettiği motosikletler tüm dünyada büyük ilgi görmeye başladı. Şirket 1961’de ayda 100.000, 1968’de ise ayda 1 milyon motosiklet üretme kapasitesine erişti. 1985 civarında dünyadaki motosiklet üretiminin %60’ı Honda’nın elindeydi.

Motosiklet alanında zirveye oturan Honda daha sonra otomobil üretmeye karar verdi. Soichiro Honda çocukluğunda otomobillerden etkilendiğini, hatta bir gün kendi otomobilini üreteceğine inandığını ifade ediyor biyografisinde.

Otomobil Üretimine Geçildi

1962 yılında ilk otomobilini üreten Honda, Japon yetkililerin otomotiv dünyasına girmemesi konusundaki tavsiyelerine kulak asmadı. Yetkililer Japon pazarının otomobil üreticilerine doyduğunu, yeni bir otomobil şirketinin piyasada kendisine yer bulamayacağını söylüyorlardı. Ancak 1970’lere gelindiğinde Soichiro Honda’nın otomobil işine girmekle ne kadar doğru bir iş yapmış olduğu anlaşıldı.

O zamana kadar araçların egzozlarında belli başlı sorunlar vardı ve diğer otomobil üreticileri bu soruna tam bir çözüm bulamamıştı. Ancak Honda, katalik dönüştürücü üreterek egzoz gazı sorununu kökten çözmüş oldu. Bununla birlikte Honda’nın ürettiği motorlar çevreye daha az zararlı gaz salıyordu. 1975’te piyasaya sunulan Honda Civic bu teknolojiyi taşıyan ilk otomobil oldu. Bugün bile Honda Civic kendi sınıfının en güvenilen araçlarından biri olmaya devam ediyor.

Amerikalı işçilerin yüksek teknolojili Japon araçlarını monte edemeyeceği yönündeki önyargıya aldırış etmeyen Soichiro Honda, 70’lerin ortasında ABD’nin Ohio eyaletinde bir fabrika kurdu. Honda Accord, 80’li yıllarda ABD’de satış rekorları kırdı. Bu araba nedeniyle Amerikan otomotiv sektöründe ilk kez yatırım yapan bir Japon girişimci olarak Soichiro Honda’nın özel bir yeri vardır.

80’lerin başında Honda Japonya’nın en büyük 3. otomobil üreticisi, 80’lerin sonunda ise dünyanın en büyük 3. otomobil üreticisi haline geldi.

Honda, piyasaki yerini sağlamlaştırdıkça özellikle Japonya’da üvey evlat muamelesi gördü. Zira Japonya’daki petrol krizi nedeniyle üreticiler fiyatlar artırıp üretim maliyetleri kısmak gibi bir strateji içindeydiler. Ancak Soichiro Honda buna karşı çıkıyordu. Öyle ki bu dönemde fiyatları düşürüp üretim kapasitesini iki katına çıkardı. Sonuç olarak Nissan ve Toyota’nın satışları %40 düşerken Honda’nın satışları %76 arttı.

Tüm hayatı boyunca klasik görüşleri yıkmakla geçen Honda, çoğu zaman profesyonel danışmanlarla çalışmayı reddetti. Zira o eğitimin de bir tür dogma olduğuna ve inovatif düşünmeye engel olduğuna inanıyordu. Daima kendi prensipleri doğrultusunda hareket eden Soichiro Honda şöyle diyor:

“Geri dönüp baktığımda pek çok hata yaptığımı görüyorum. Ama başarılarımdan dolayı da gururluyum. Peşpeşe hatalar yapmış olmama rağmen aynı hatayı ikinci kez tekrarlamadım.”

Honda Şirketi ve Soichiro Honda

140 farklı ülkede varlık gösteren Honda, bisiklet, otomobil, tekne motoru, mini traktör, tarım aletleri ve farklı türde motor üreten devasa bir şirket.

Şirket 1956 yılında 3 Zevk felsefesini benimseyerek kuruldu.

Bu zevklerden birincisi mühendislere yönelik “üretim zevki”ydi.
İkinci zevk, şirket çalışanlarına yönelik “satış zevki”ydi.
Üçüncü zevk ise müşterilere yönelik “Honda kullanma zevki”ydi.

Yani şirket üreticiden tüketiciye kadar herkesi memnun etmek üzerine kuruluydu.

Honda temel olarak kadın, erkek ve gençleri hedef aldı. Yani orta sınıf tüketicilere yönelik araç üreten Honda’nın bu kadar başarılı olmasının ardında başarılı bir yönetimin yanı sıra, yüksek teknolojiye sahip şık otomobil üretmesi yatar.

Soichiro Honda ise başarısının ardında “deneme yanılma” olduğun ifade ediyor: “Honda çalışanlarının hedefleri daima yüksek olmalı, ancak başarısız olmaya da hazır olmalılar.”

Soichiro Honda’nın bir diğer özelliği de risk alabilmesidir. Honda, hedeflerini gerçekleştirmek için her şeyi riske edebilecek kadar idealist bir kişidir .

Çalışanları Soichiro Honda’yı “Bay Fırtına” olarak adlandırmaktadır. Zira zaman zaman duygu patlamaları yaşayan Honda, çalışanları tarafından sevilmesine rağmen bir o kadar da kendisinden korkulmaktadır. Honda, azimli, tevazu sahibi ve iyilik sever bir insan olarak bilinir. Ayrıca hatalarından ders almasını bilen, insanlara hatalarından ders almalarını öğütleyen bir liderdir.

Soichiro Honda, kendi kurduğu şirkette 65 yıl çalıştı ve yeni üretilen her aracı bizzat test etti. Şirket kademelerinde hiçbir akrabasına ve arkadaşına da özel muamele göstermedi.

“Şirketin kurucusu ne kadar şahane olursa olsun, bu kişinin oğlunun şirketin başına geçmesi garanti değildir. Honda’da akrabalığa, kan bağına değil; liderliğe önem verilir.”

1973 yılında şirket 25. kuruluş yıldönümünü kutladı ve bu kutlama esnasında Honda emekliliğini açıkladı. Şirketin yeni patronu ise çalışanlardan biri oldu.

Honda emekli olduktan sonra da boş durmadı gerçi. Tokyo Ticaret Odası başkanı ve Japon Otomotiv Federasyonu başkanı seçildi. Trafik güvenliğine yönelik bir vakıf kurdu. Ayrıca çevre dostu teknolojilerin geliştirilmesi üzerinde Honda Vakfı’nı kurdu.

5 Ağusos 1991’de hayata veda eden bu büyük girişimci arkasında 470 icat, 150 patent ve çeşitli üniversitelerden fahri doktora dereceleri bıraktı. Sadece 3200 dolarla kurduğu şirketin bugün yıllık kazancı 30 milyar dolardan fazla.

“Başarı ancak defalarca başarısız olmakla elde edilir. Başarının temelinde zorluklarla mücadele etmek vardır. Zorluklardan korkmazsanız başarı size kendi gelecektir.”
– Soichiro Honda

1 Ekim 2017 Pazar

Öğretmenlerin Burçlara Göre Okuldaki Davranışları Nasıldır?



Aslında pek çoğumuz burçlara pek inanmasakta burçların insan üzerindeki etkilerini öğrenmeye merak duyarız. Erkekler, kadınlar, aşk, para vb. pek çok konuda burç yorumları vardır. Burada burçlara göre öğretmen davranışlarını ele aldık. Siz yine de pek inanmayın....


Koç Öğretmen

Koç öğretmeni öğrencilerini, hayatlarında hep daha iyi şeylere ulaşmaları için harekete geçirir. Yavaş olanlara karşı biraz sabırsız olabilirler. Her konuda başarı gösteren öğrenciler Koç öğretmenine daha yakın olacaklardır.


Boğa Öğretmen

Boğ öğretmeni çok sabırlıdır ve öğrencilerine her şeyi etraflıca anlatır. Öğrencilerini çok fazla itelemezler. Kendilerinin aceleye getirilmesinden de hoşlanmazlar. Yavaş ve istikrarlı olmayı severler. Bilgili öğrencileri severler ve gizli yetenekleri keşfetmede ustadırlar.


İkizler Öğretmen

İkizler öğretmeni entelektüeldir. Müfredata bağlı kalmayı sevmezler. Herhangi bir konu hakkında her şeyi konuşurlar ve öğrencilerinin zihin açıcı tartışmalar yapmalarını isterler. Verimlilik üzerine odaklanırlar ve öğrencilerinin her zaman alışılmışın dışında ve farklı perspektiften düşünmelerini sağlarlar.


Yengeç Öğretmen

Yengeç öğretmeni duygusaldır ve öğrencileri ile çok derin duygusal bağlar kurar. Öğrencilerinin kendilerini, güvende ve korunuyor hissetmelerini ister. Her konuda iyi olamadıkları veya belli konularda başarısızlık yaşadıkları durumlarda hiçbir öğrencisinin kendisini kötü hissetmesini istemez. Yengeç burcu öğretmene sahip çocuklar her zaman kendilerini motive olmuş ve mutlu hissederler.


Aslan Öğretmen

Aslan öğretmenler öğrencilerine her zaman farklı öğrenme yöntemleri sunmakta büyük istek sahibidir ve öğrencilerini benzersiz öğretme stilleri ile kendisine hayran bıraktırır. Kontrolü asla elinden bırakmaz ve öğrencilerinin kuralları çiğnemesine müsamaha göstermez. Eğer Aslan bir öğretmeniniz varsa eğitim hayatınız hem eğlenceli hem de çok yoğun olacaktır.


Başak Öğretmen

Başak öğretmeni memnun etmesi oldukça zordur. Gizli kusurları anında görürler ve her zaman düzeltecek bir şeyler bulurlar. Bu sebeple Başak öğretmenin öğrencileri çoğu zaman öğretmenlerinin kendilerini uzun süreli bir başarıya hazırladığının ve onlar için en iyisini istediğini anlamazlar. Çalışkan bir başak öğretmenden öğrenilecek çok şey vardır.


Terazi Öğretmen

Terazi öğretmen sınıf içerisinde harika bir atmosfer yaratır ve öğrenciler bu uyumlu ve rahat öğretmenin yanında kendilerini çok rahat hissederler. Terazi öğretmenler öğrencilerin kolaylıkla yanaşabildiği öğretmenlerdir. Bir konuda yaşadığı başarı veya başarısızlıktan ziyade öğrencinin genel ilerleyişine odaklanır. Eğitimde de denge onlar için her zaman önemlidir.


Akrep Öğretmen

Akrep öğretmen kendi rolü hakkında çok nettir ve sınıfındaki duruşu arkadaş edinmek veya öğrencileri etkilemek değildir. Onlar derin düşünürler ve öğrencilerine eğitim vermeye odaklıdırlar. Öğrencilerinin performansını geliştirme konusunda her zaman dürüst bir yaklaşım sergilerler.


Yay Öğretmen

Yay öğretmenler öğrencilerin favori öğretmenleridir. İlham verici ve büyüleyici hikayelerle öğrencilerine sınıfta keyifli vakit geçirtirler. Onlar sınıflarında görev başındayken tek bir an dahi sıkıcı geçmez. Yay öğretmeni ile öğrenmek bir keyiftir ve öğrenciler onların uzmanlıkları, ilgileri sayesinde akademik olarak gerçek anlamda beslenip gelişirler.


Oğlak Öğretmen

Oğlak öğretmenden çok fazla kural ve ev ödevi beklemeye hazırlıklı olun. Çok çalışkandırlar ve öğrencilerini kendilerine inanmaları konusunda motive eder. Eğitimde eğlenme anlayışına inanmazlar. Öğrenciler oğlak öğretmenleri tarafından her zaman hedeflerine ulaşmaya ve hep daha yüksek hedefler koymaya yönlendirilirler.


Kova Öğretmen

Kova öğretmenleri eğitim verirken hep yeni yol ve yöntemler bulma konusunda büyük bir tutku sahibidir. Bir kova öğretmenin mentorlüğünde öğrenme, öğrenciler için her zaman hatırlanmaya değer bir deneyim olacaktır. Saha gezileri yapmayı seven kova öğretmeni öğrencilerinin müfredatın dışında yeni konular keşfetmelerinde onlara en iyi kılavuz olacaktır.


Balık Öğretmen

Öğretmeler içinde sanatsal becerileri en gelişmiş olanlar balık öğretmenlerdir ve öğrencilerinin özel yaratıcı yetenekler geliştirmelerini ister. Sanatı ve estetiği eğitimin içine belki biraz fazla sokuyor olsalar da bir balık öğretmenden eğitim almak öğrenciler için her zaman tatminkar ve ödüllendiren bir deneyim olacaktır.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...