28 Eylül 2018 Cuma

Dijital Elektronik Boolean Kanunları ve Matematiği, De Morgan Teoremleri

Boolean Kanunları


1. Yer Değiştirme Kanunu

İki girişli bir VEYA kapısının (toplama işlemi)  girişlerine uygulanan değişkenler yer değişirse çıkış değeri değişmez.

A+B = B+A

İki girişli bir VE kapısının (çarpma işlemi) girişlerine uygulanan değişkenler yer değişirse çıkış değeri değişmez.

A.B = B.A


2. Birleşme Kanunu

Bir VEYA kapısının (toplama işlemi) girişlerine uygulanan değişkenlerin gruplandırılmaları değişirse çıkış değeri değişmeyecektir.

(A+B)+C = A+(B+C) şeklinde de yazılabilir.

Bir VE kapısının (çarpma işlemi) girişlerine uygulanan değişkenlerin gruplandırılmaları değişirse çıkış değeri değişmeyecektir.

(A.B).C = A.(B.C) şeklinde de yazılabilir.

3. Dağılma Kanunu

Boolen işlemlerinde de çarpmanın (VE) toplama (VEYA) üzerine dağılması aşağıdaki gibidir.

A.(B+C) = A.B+A.C

A+(B.C) = (A+B).(A+C)


Boolean Matematiği Kuralları


a) 0.0 = 0
b) 1+1 = 1
c) 0+0 = 0
d) 1 . 1 = 1
e) 1. 0 = 0
f) 1+ 0 = 1

Yutma kuralı

a) A+A.B = A
b) A.(A+B) = A

VE (And) kuralı

a) 0.A = 0
b) 1.A = A

VEYA (Or) kuralı

a) 1+A = 1
b) 0+A = A

Yukarıdaki kuralların VEYA ve VE kapısına uygulanmış olarak çıkışlarında oluşan
Boolean değeri aşağıda gösterilmektedir.


Her Yaştaki Çocuk Eğitiminde Örneklerle Disiplin Kuralları ve Yöntemleri Nasıl Olmalıdır?


Günümüz ailelerinin yoğun hayatları, çocukları yetiştirme şekillerini de etkiliyor.

Hafta içi iş telaşı, haftasonu dinlenme ve ev telaşı derken ebeveynler çocuklarıyla yeterince ilgilenemiyor. Bu da çocukların sözünün geçtiği bir aile yapısına kapı açıyor. 

Çocukların bu serbest halleri davranışlarda disiplin problemlerini de beraberinde getiriyor. 

Psikolog Şeyda Özdalga, disiplinin ana kuralı ve örneklerle disiplin yöntemlerini anlattı.

Ana kural

“Çocuğum söylediklerimi hiç dinlemiyor.”, 

“Başkalarının yanında sanki huyu değişiyor.”, 

“Ne yaptımsa televizyonun karşısında yemek yemesini engelleyemiyorum.”, 

“Ben söylemeden dişlerini fırçalamıyor.”, 

“Lokantada devamlı etrafta dolaşıp duruyor.”, 

“Tutturduğu bir şeyi ne yapıp edip aldırıyor.”, 

“Her şeyi ağlayarak istiyor.”… 

Çocuğun davranışları birer sonuçtur. Mizacı, gelişim özellikleri, anne-baba ve ya kın çevre tutumları, istek ve ihtiyaçlarının yeterince ve doğru bir şekilde karşılanmaması ve iletişim yanlışları nedeniyle istenmeyen davranışlar gelişebilir. 

Disiplin, çocuğun eğitimindeki sağlıklı tutum ve kuralları oluşturur. Bu kuralları oluştururken olumlu davranışları pekiştirmek, olumsuz olanları değiştirmek ve düzeltmek hedeflenmelidir.

Disiplinde dikkat edilmesi gereken 5 nokta


1– Kuralları çocuğun yaşına, kişiliğine ve özel durumlarına göre ayarlayın: 

2-4 yaşındaki benmerkezci dönemde olan bir çocuğun isteklerini diretmesiyle, 6 yaşındaki bir çocuğun diretmesi arasındaki fark değerlendirilmelidir. Ya da hasta olan çocuğun davranışları, o anki durumuna göre düzenlenmelidir.


2– Çocuğa kuralların nedenini izah edin: 

“Sofrada hep beraber yemek yemek istiyoruz.”, 

“Dişlerini fırçaladığında daha sağlıklı ve güzel dişlerin olacak.”, 

“Yemeğe çağırdığımda geç gelince yemeğin soğuyor, lezzeti değişiyor.”, 

“Odan dağınık olunca aradıklarını bulmakta zorlanıyorsun.”, 

“Önce sokakta oynayıp, sonra ders çalışırsan çalışmaya istek ve enerjin azalır.” 

gibi yaklaşımlarla kuralın nedenleri açıklanmalıdır.


3– Kendisinden beklenen davranışı açık bir dille ayrıntılı olarak çocuğa anlatın: 

“Yatmadan önce dişlerini fırçalamanı bekliyorum.”, 

“Benden ağlayarak bir şey istediğinde yapmayacağım.”, 

“Misafirler gelince, onlara merhaba, hoş geldiniz, nasılsınız denir.”, 

“Arkadaşın hediye verince, hemen yanında açıp, teşekkür edilir.”, 

“Yemekte cep telefonunla mesajlaşmanı istemiyorum.” 

gibi beklenen davranışın tanımı yapılmalıdır.


4– Ona kuralların uygulanmasında aktif rol ve sorumluluk verin: 

Önce beceriyi öğretip sonra uygulamasına fırsat verilmelidir: 

“Bak dişlerini, yemekten sonra, aşağıdan yukarıya en az 60 saniye, 60’a kadar içinden sayarak fırçalayacaksın. Haydi bakayım, nasıl yapacaksın.”, 

“Sofrayı kurmama yardım için bekliyorum.”, 

“Odandaki Legoları şu kutuya, kağıtları şu çekmeceye koyacaksın.” 

gibi uygulama fırsatları yaratın.

5– Çocuk beklenen davranışı gösterdiği zaman hemen takdir edip memnun olduğunuzu belirtin: 

“Yatağını toplaman çok hoşuma gitti.”, 

“Yardım ettiğin için teşekkür ederim.”, 

“Zamanında yatınca bak dinlenmiş olarak kalktın.”, 

“Kitap okumandan dolayı çok mutluyum.”, 

“Güler yüzlü olmak seni ne kadar güzelleştiriyor.” 

gibi olumlu geri bildirimler o davranışın devamını sağlar.


Sorun olan davranıştan önce

Önleyici açıklamada bulunun, beklentilerinizi açık dille önceden çocuğa söyleyin. 

Ortamı değiştirin ve çocuğa uygun hale getirin. 

Ağlayarak oyuncak diye tutturursa, onu oyuncakçıdan çıkarmak gibi. 

Beklenen davranışlara anne ve baba olarak örnek olun. 

Bağıran bir model varsa o da bağıracaktır. 

Çocuğunuzun iyi alışkanlıklar geliştirmesine yardımcı olmak için yol gösterin ve yaptığı zaman takdir edin.


Sorun olan davranış sırasında

Sorun olan davranışın nedenini düşün. Gerçek bir istek ve ihtiyaçtan kaynaklanıyorsa öncelikle bunları karşılamalısınız. 

Kardeşini kıskandığı için tırnağını yiyen bir çocuğun bu davranışının düzelmesi için öncelikle sevgi ve ilgi ihtiyacı değerlendirilmelidir. 

Yapıcı bir çözüm yolu ve alternatif gösterin: “Yemeğini yedikten sonra dondurma yiyebilirsin.”, “Ödevlerine önce bildiklerinden başlayabilirsin. Bilmediklerine beraber bakarız.” gibi… 

Ailenin bireyi olarak duygularınızı ve kabul edilmez davranışın kendi üzerinizdeki etkilerini açıklayın: “Eşyalarını etrafa attığında, toplamak için çok zaman harcıyorum.” gibi…


Sorun olan davranıştan sonra

Kabul edilmez davranışın etkilerini göstererek pişmanlık duymasını sağlayın: “Ödevini unuttuğun için, okula ödevsiz gideceksin demektir.” 

Çocuğun kabul edilmez davranışın sonuçlarını yaşamasına müsaade edin: “Döktüğün boyaları, temizlemeni bekliyorum.”


İstenen davranışlara doğru disiplin

Olumsuz davranışı “farkında olmadan” ödüllendirmeyin. 

Daha geç yatmak isteyen çocuğunuza, “Hayır şimdi yatıyorsun!” deyip sonra oyalanmasına göz yummak, ısrarlarına teslim olmak ona daha sonra da bu şekilde davranmayı öğretecektir. “Hayır” lar “Havet”e yani “evet”e dönerse, istenen davranış yerleşmez. Bu konuda eşlerin de ortak, kararlı yaklaşımı olmalıdır. Aile büyüklerinin bu kuralı bozmalarına izin verilmemelidir. 

Olumsuz davranışa dikkat gösterin, yaptırımlar uygulayın. Yaptırımlarda dozu aşmamalı ve yapılan olumsuz davranışın şiddetine ve niteliğine uygun bir yaptırım uygulanmalıdır. Televizyon izleme süresini aştı diye tüm hafta sonu televizyondan mahrum etmek veya arkadaşıyla kavga eden çocuğa bilgisayar oynamama cezası vermek, bu tür davranışların şiddet ve niteliğine uygun değildir. Yaptırım, uygunsuz davranışın hemen ardından gelmelidir. Yaptırımın nedeni çocuğa mutlaka anlatılmalıdır ve kesinlikle fiziksel şiddet uygulanmamalıdır.

27 Eylül 2018 Perşembe

Prof. Ahmet Rasim Küçükusta - Hastaneye giderseniz sizi zorla hasta ederler, İlaçların çoğu boşa veriliyor


Profesör Ahmet Rasim Küçükusta ezberleri bozdu. Dünya sağlık kartellerini eleştirdi. “Hastaneye giderseniz sizi zorla hasta ederler” dedi. 

TGRT HABER TV'deki “Ercan Gürses'le Haftasonu” programına konuk olan Küçükusta, korkunç iddialar ortaya attı. 

İşte o çarpıcı sözler:

- Mr'ların yüzde 90'ı gereksiz yere çekiliyor.
- Kanser taramalarının çoğu kandırmaca. Insanlar kendilerini kullandırmasın.
- İlaçların çoğu boşa veriliyor. Yüzde 37'si çöpe gidiyor.
- Antibiyotik yazan değil, yazmayan doktor makbuldür. Ama bizde tam tersi geçerli maalesef.
- Grip aşılarının etkinliği sıfır.. Ben hayatta vurdurmam.
- Her yıl gereksiz yere binlerce biyopsi yapılıyor, röntgen çekiliyor.
- Leblebi çekirdek yer gibi anjiyo yapılıyor. Stent takılıyor. Bunlar vücuda zarar veriyor.
- Check-up kampanyaları gerçek bir tuzak. Akciğer filmi vücudunuza zarar veriyor.
- Insanlar kendiliğinden geçecek hastalıklar ıcın kesinlikle hastanelere gitmesinler. Tahliller vücuda radyoaktif ışın veriyor. Gereksiz ilacın faydası yok zararı var.
- "Başlangıç" diye birşey uyduruldu. Hastalara, alzheimer, reflü, astım başlangıcı teşhisi konuyor. Amaç hastayı boş çevirmemek. Başlangıç diye birşey yok. Ya hastasın ya değilsin.
- Kolestrol ilaçlarının tedavi yüzdesi çok düşük. Zararı daha fazla. Hayat tarzınızı değiştirmek ilaçtan çok daha etkili. Doğal beslen, hareket et bu beladan kurtul.
- Nodül çok abartılıyor. Nodülün kansere dönüşme ihtimali çok düşük. Bunun için gereksiz tahlil ve teşhisler yapılıyor.
- Vitamin haplarının sağlam insanlara hiçbir faydası yok. "Ben yorgunum" diye vitamin hapı alınmaz.
- Köpek balığı kıkırdağı ile kanser tedavi edildiği iddiası tamamen uydurma. Köpek balıklarının kansere yakalanmadığı düşüncesi de safsata. Bu hayvanlarda kırk çeşit kanser tespit edildi.
- "Bitkisel ilaçların hepsi masumdur. Yan etkisi yok" düşüncesi doğru değil. Unutmayın, haşhaş, tütün, zehirli mantar da birer bitkidir.

26 Eylül 2018 Çarşamba

Singapur Matematikte Neden Dünya Birincisidir? Singapur Matematiği Nasıl Bir Eğitim İçermektedir?

Singapur matematiği , Singapur Eğitim Programı tarafından geliştirilen ve tüm okullarda uygulanan ulusal matematik programıdır.

İçerik olarak bizim matematiğimizden farklı değildir.

Farklı olan matematik içeriğinin öğretiminde temel alınan felsefi yaklaşımlar ve tekniklerdir. 

İlkokul matematik düzeyinin amacı öğrenciye temel kavramları kazandırmaktır.

Singapur matematiği müfredatı esas amaçı problem çözme yeteneğini arttırmaktır. 

Matematik kavramlarını oyun haline getirip, çocuğun zevkli ve eğlenceli bir şekilde temel kavramları öğrenmesini amaç edinmiştir. Matematiksel düşünmeyi merkeze alan bir sistem olmayı benimsemiştir. 

Singapur Matematiği TIMSS de birincilik elde etmiştir. TIMSS nedir ? Uluslararası matematik ve fen eğilimleri çalışması. Amacı bütün ülkelerde matematik ve fen standardı belirleyip, ülkeler arası kıyaslama elde etmektir. Ülkemizde bu TIMSS çalışmalarına katılıyor. TIMSS çalışmalarında Singapur 1.sırada, Türkiye ise 35. sırada yer almaktadır. 

Singapur Matematiği’nin diğer ülkelerdeki matematikten farkı sayıları hayatın içinden örneklerle harmanlaması ve öğretmesidir.

Singapur Matematiği, Singapur’un kendi geliştirdiği ve öğrencilere kreşten, 6. sınıfa kadar öğretilen matematik eğitim sisteminin ve bu sistemin üzerine kurulduğu müfredatın ismi. Bu sisteme “Singapur Matematiği” ismini ise daha sonra bunu inceleyen Amerikalılar vermiş.

Singapur Matematiğinin temel özelliği, geleneksel batı matematik müfredatına göre çok daha az sayıda konunun bu geleneksel sistemlere göre çok daha detaylı ele alınması. Burada amaç öğrencilerin her yıl bir sürü konuyu (çoğunlukla ezberleyerek) “öğrenmesi” yerine her sene daha az sayıda konuya sindirerek “hakim olması” ve bu şekilde öğrencinin konuyu sınavda soru çözmek için ezberlemesinden ziyade gerçekten öğrenmesi.

Singapur Matematiğinde ard arda öğretilen konular bilimsel çocuk gelişimi teorileri baz alınarak geliştirilmiş. Her sömester seviyesi matematik kitabı, bir önceki sömesterlerde edinilen matematik bilgi ve becerileri üzerine inşaa edilmiş ve öğrencilerin bir üst seviyeye geçmeden o kitabın konusu olan az sayıdaki matematik konusuna hakim olması amaç edinilmiş. Dikkatle oluşturulmuş bu sistem sonucunda öğrenciler problem çözme yeteneğinin yanında her sene artan zorlukta gelen matematik konuları ile başa çıkabilecekleri donanımı da elde ediyorlar. Öğrenciler 6. Sınıf sonunda, lisede karşılarına çıkacak geometri ve cebir konularına da hazır hale geliyorlar.

Üç Aşamalı Öğrenme Prosesi

Singapur Matematik eğitiminin bir diğer önemli özelliği de Amerikalı psikolog Jerome Bruner’in çalışmalarını baz alan üç basamaklı öğrenme prosesi: somut, görsel ve soyut.

Bruner’in 1960larda yayımladığı ve insanların gerçek nesnelerden başlayan görsel ve soyut olarak öğrendiğine dair çalışmaları, 1980’lerde Singapur hükümeti tarafından kendi matematik müfredatlarını oluştururken kullanılmış.

Bu prosesin ilk ayağı olan somut eğitimde çöpler, kağıt şeritler gibi nesneler kullanılıyor. Öğrenciler saymayı bu çöpleri bir sıra halinde dizerek, temel aritmetik operasyonlarını ise bu çöpleri sıraya ekleyip çıkararak öğreniyorlar.

İkinci aşamada öğrenciler “çubuk modelleri” denilen görseller kullanıyorlar. Örneğin aşağıdaki çizimlerde, toplama ve çarpma problemlerini çözmek için kullanılan iki görsel model var.



Öğrenciler bir kere “çubuk modellere” hakim olduktan sonra ise soyut yöntemlerle (sadece sayı ve sembollerle) matematik eğitimine devam ediyorlar.

Singapur kendi matematik müfredatını 1980lerde geliştirmiş ve müfredatın kitaplarına basitçe “Temel Matematik” (Primary Mathematics) ismini koymuş. Singapurlu öğrenciler TIMSS ve PISA sıralamalarında ilk üçe oynamaya başlayınca ise bu eğitim müfredatı Amerikalı eğitmenlerin dikkatini çekmiş. American Institute of Research (AIR) tarafından yayınlanan ve Amerikalıların bu müfredattan fayda sağlayacağını belirten çalışmanın ardından müfredat Amerika, İsrail ve Kanada gibi ülkelerdeki okullarda kullanılmaya başlamış.

Singapur matematik öğretim metodunun her öğrenciyi bir matematik dehası yapma gibi bir iddiası yok. Ama bu yöntemi kullanan öğretmenlerin ortak kanısı, birçok öğrencinin bu programdan fayda sağlayabileceği. Singapur metodu çoğunlukla diğer ülkelerde es geçilen görselleştirmeye dayanan bir sistem. Örneğin Amerika’daki matematik öğretim metodu sadece “soyut – somut” sistemi kullanıyor. Singapur sisteminin farkı ise araya bir “görselleştirme” basamağı eklemiş olması. Her ne kadar bu fikir sadece Singapur’da kullanılmasa da, bu fikrin en sistemli şekilde müfredata dahil edildiği yer Singapur.

Dünyanın En Fakir ve Geri Ülkesiyken Finlandiya Eğitim Sistemi Dünyaya Nasıl Örnek Oldu?


Zengin ve fakire eşit fırsat tanıyan Finlandiya eğitim sistemi nasıl dünyaya örnek oldu?

Finlandiya halkı, asfalt ile 1920'li yıllarda tanışmıştı. 19. yüzyılın başlarına kadar tek bildikleri yoksulluktu.

Aksine Brezilya'nın Sao Paulo şehrinde ilk asfalt yol 1909'da yapıldı. O dönem tarımsal ekonomiyle ayakta kalmaya çalışan Finlandiya, ilk asfalt otoyolunu açmak için 1963 yılını bekleyecekti.

Ancak bu iki ülke, yıllar içinde bambaşka noktalara evrildi.

Finlandiya eğitim sistemi ve sosyal politikalarını dönüştürerek dünyanın en ünlü ve saygın eğitim sistemini oluşturdu.

Brezilya ise birçok Latin Amerika ülkesi gibi yoksul ve zengin ailelerin çocukları için eşit eğitim fırsatları yaratmayı halen başaramadı.

Bu mucizevi dönüşüm Finlandiya'da 1970'li yıllarda başladı ve yenilikçi reformlar sayesinde değişim ruhu güç kazandı.

Ülke, 30 yıl içinde vasat bir eğitim sistemini küresel eğitim sıralamalarının tepesinden inmeyen bir 'yetenek kuluçka makinasına' çevirdi. Böylece sofistike bir sanayi ekonomisi yarattı.

Peki nasıl?

Özetlersek, dünya ne yapıyorsa tam tersini yaparak.

Finlandiya işin mutfağından başlayarak hem ders saatlerini kısalttı, hem de sınav ve ödev sayısını azalttı.

Uluslararası eğitim uzmanları, bu anlayışın gizli formülünü inceliyor.

Finlandiya ise, sırrını şöyle açıklıyor: Kaliteli kamu eğitimi, sadece eğitim politikalarının değil aynı zamanda sosyal politikaların bir sonucudur.

1990'lu yıllarda 'Finlandiya Dersleri" kitabında bu reformların yaratıcılarından eğitimci Pasi Sahlberg, şu ifadeleri kullanmıştı:

"Yüksek sosyal refah düzeyi, çocuklar için eşit fırsatlar, aynı zamanda bedava ve kaliteli öğrenmeyi garantilemekte kritik bir rol oynuyor."

Eşit fırsatlar

Başkent Helsinki'nin en önemli ortaokullarından Viikki'yi örnek verelim.

Finlandiya'nın tüm okullarında olduğu gibi, burada bir iş adamının çocuğu ile bir işçinin çocuğunu yan yana görebilirsiniz. Hiçbir şekilde onlardan okul ücreti ya da harç alınmıyor.

Okulun geniş kafeteryasında her gün cömert miktarda sağlıklı gıda veriliyor ve buradaki 940 öğrencinin tamamına ücretsiz sağlık hizmetleri ve diş tedavisi sunuluyor.

Okul malzemelerinin hepsi bedava. Çocuk gelişimi uzmanı pedagog ve psikologlar da dikkatle öğrencileri takip ediyor, disleksi (okuma yazma öğrenme güçlüğü) gibi sorunları hızla tespit edip onlara destek veriyor.

Sahlberg, "Sosyal eşitsizlik, çocuk yoksulluğu ve temel hizmetlerin yetersizliği bir ülkenin eğitim sisteminin performansını azaltan güçlü bir etken" diyor.

Dönüşüm

1960'lı yılların sonuna gelindiğinde Finlandiyalıların sadece yüzde 10'u ortaokul mezunuydu. Birçok ailenin eğitim kurumlarına verecek parası yoktu ve devlet okulları yetersizdi.

Toplumun sadece yüzde 7'sinde olan üniversite diploması, nadir verilen bir ödül gibiydi.

Ancak Finlandiya tarihi, dirençli toplumuyla bilinir. Ülke, 1917'de İsveç Krallığı'nın 600 yıl ve Rusya İmparatorluğu'nun en az 100 yıl süren hâkimiyetinden kurtularak bağımsızlığını ilan etti.

1970'lerde değişim başladı ve insan sermayesini geliştirmek, devletin önceliği oldu.

"Peruskoulu" adı verilen 9 yıllık (ilk ve orta eğitim) zorunlu eğitim sistemi de eşitlik ve sosyal kapsayıcılık değerleri altında şekillendi.

Bir sonraki öncelikleri, öğretmenler için üniversitelerde mükemmel bir mesleki eğitim programı yaratmaktı.

Günümüzde ülkedeki gençlerin büyük bölümü, tıp ve hukuk gibi çok istenen bölümlerin de üstüne öğretmenlik mesleğini koyuyor.

Toplumda katılımcılık

1990'larda eğitim yeni bir devrime sahne oldu.

Devlet, sadece eğitimciler değil ebeveynler, siyasetçiler ve özel sektör temsilcilerinin oluşturduğu sendika ve dernekleri yardıma çağırdı.

Sahlberg, bu dönemde sivil toplumun hızlı ve derinlikli bir sistem dönüşümünde rol oynadığını belirtiyor. Nitekim Peruskoulu'yu 90'ların sonunda matematik, fen bilgisi ve okuduğunu yorumlama gibi alanlarda dünya liderliğine taşıyan da bu katkılardı.

2001'de Finlandiya, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) "Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı" PISA'da tüm alanlarda dünya sıralamalarının tepesindeydi.

Eğitime yatırım da ülkede ekonomik kalkınma ve yoksulluğun önüne geçmek için lokomotif görevi görüyor.

"Finlandiya halkı, sadece kendi yaşamları değil, başkalarının yaşamlarını da öne çıkaran bir ortak sorumluluk duygusuna sahip.

"Çocuğun bakımı ve refahı için çabalar, daha doğumdan önce başlıyor ve yetişkinliğine kadar uzanıyor. Çocuk yuvaları gibi temel hizmetler, herkese eşit ve ücretsiz olarak sunulan bir hak.Finlandiya eğitimi kamu yararı olarak görüyor bu yüzden de anayasasında temel bir insani hak."  Eğitim Uzmanı Pasi Sahlberg

Eşitlik beşikte başlıyor

Finlandiya'da 1970'lerden itibaren refah devleti kök saldıkça, dev bir sosyal yardım ağı kuruldu.

Bugün gelir sahibi kişi başına vergi oranı yüzde 51,6 ama bu ülkenin Birleşmiş Milletler tarafından dünyanın en mutlu ülkesi seçilmesine engel olmadı.

1930'ların sonunda hamilelere 50 basit bebek bakım malzemesinden oluşan yardım paketleri verilmeye başlandı. Böylece sosyal sınıftan bağımsız olarak her çocuk hayata eşit başlayabiliyor.

Ayrıca bebek doğduğunda anneye 105 iş günü, babaya da 54 iş günü izin veriliyor. Böylece çocuklar ilk yaşını aileleriyle yakın temas içinde geçiriyor.

Ebeveynlerden biri evde çocukla kalmayı tercih ederse devlet o kişiye ayda 450 euro destek veriyor. Çocuk üç yaşına gelene kadar anne de baba da işe dönme hakkına sahip.

Mesleğe geri dönünce de devlet desteği ile iş yükleri azaltılıyor. İşe dönenler için sübvanse edilmiş özel bebek bakım merkezleri mevcut.

Düşük gelirli aileler bakım merkezlerine para vermiyor. Hane gelirine göre değişmekle beraber en yüksek aylık ödeme 290 euro.

Finlandiyalı çocuklar 6 yaşında bedava anaokuluna başlıyor. Amaç, basit yetenek ve bilgileri edinmelerini sağlamak ve onları okula hazırlamak.

Üniversitelerden teknik ve mesleki eğitim kurumlarına yükseköğretimde de herkes için eşitlik anlayışı devam ediyor. Yani anaokuldan doktoraya kadar eğitim parasız.

23 Eylül 2018 Pazar

NASA Uzay Araştırmaları Sonucunda Gelişen Teknolojiler Nelerdir?


NASA’da çalışan bilim adamları bugüne kadar 6 bin 300’den fazla teknolojik buluşa imza atmışlar. İleri teknoloji buluşları birebir olarak günlük yaşamda karşılığını bulmayabilir ancak günlük hayattın pek çok alanında olmazsa olmaz pek çok teknolojinin icadında rol almıştır.

NASA’nın geliştrdiği ve her gün kullandığımız teknolojilerinden en önemlileri şunlar oldu:

Kanser Dedektörü: Farklı kanser türlerinin teşhisinde kullanılan Kanser Dedektörü, ilk olarak uzay gereçlerindeki kusurların tespiti için geliştirildi.

Mikroçip: Modern mikroçiplerin atası Apollo’nun yön bilgisayarında kullanılmıştı.

Kablosuz Aletler:
İlk kablosuz aletler, Ay yüzeyinde kullanılmak için tasarlanan delgi ve vakum aletleriydi.

Kulak Termometresi: Vücut sıcaklığını ölçen kamera benzeri ilk lensler, yıldızların doğumunu görüntülemek için kullanılmıştı.

Dondurulmuş Gıdalar: Yiyeceklerin ağırlığını azaltıp, ömrünü uzatan dondurma tekniklerini NASA’nın araştırmalarına borçluyuz.

Bina İzolasyonu: Evlerin izolasyonunda kullanılan yansıtıcı maddeler, ilk olarak uzay araçlarını radyasyondan korumakiçin geliştirildi.

Görünmez Diş Teli: Uzay araçlarında kullanılan materyaller artık diş tellerinin neden olduğu görüntülerin yaşanmasını önlüyor.

Joystick: Bilgisayar oyunlarının olmazsa olmazı joystickler ilk olarak Apollo Ay Aracı’nda kullanıldı.

Akıllı Süngerler: Uçak yolculuklarında iniş sırasında yaşanan sarsıntıları azaltan ve sonrasında eski haline dönen akıllı süngerler, astronotların kasklarında kullanılan şok emicilere dayanıyor.

Uydu Televizyonu: Uzay araçlarının göndediği sinyalleri düzenleyen teknoloji daha sonra uydu televizyonlarındaki ses ve görüntü sinyallerinin düzenlenesinde kullanılıyor.

Dayanıklı Lensler:
Astronot kasklarında kullanılan özel madde ile çok daha dayanıklı lensler üretiliyor.

Spor Ürünleri: Spor ürünleri üreten firmalar, astronot giysilerindeki gelişmeleri kendi ürünlerinde kullanarak, daha hafif ve hava alabilen ayakkabılar üretiyor.

Duman Dedektörü:
İlk ayarlanabilir duman dedektörü, yanlış alarmları engellemek için NASA tarafından geliştirildi.

Mayo: Speedo tarafından geliştirilen ve yüzücülere haksız avantaj sağladığı için yasak getirilen özel mayolar, NASA’nın uzay araçlarında sürtünmeyi engellediği teknoloji ile aynı prensiplere sahip.

Su Filtresi:
Günümüzde kullanılan su filtreleri, temelde NASA’nın uzayda bakterilere karşı geliştirdikleri ile aynı.
 
MRI: İç organlarını görmemizi sağlayan ve tıpta sıklıkla kullanılan MRI teknolojisi uzay araştırmaları sırasında ortaya çıkan bir teknolojidir. Bu teknoloji NASA tarafından bulunmadıysa da NASA’yla ortak is yapan özel bir girişim tarafından ortaya çıkartılmıştı.

GPS Teknolojisi: GPS teknolojisiyle donatılmış ve otomatik olarak çalışan tarım makineleri.

Termal Botlar: Özellikle soğuk yerlerde yaşayanların veya kış sporlarıyla ilgilenenlerin giydiği ayak ısıtan termal botlar NASA tarafindan astronotlar icin dizayn edilmiş.

Şarjlı Süpürge: Kablosuz şarjliıelektrikli süpürge ilk kez uzay mekiklerinde kullanıan ve daha sonra insanlığın kullanımına sunulan teknolojilerden biri.

Çizilmeyen Güneş Gözlüğü:
Son zamanlarda oldukça popüler olan çizilmeyen güneş gözlükleri zamanında NASA'nın astronotlar için ürettiği bir teknolojinin ürünü.

Poliimid Maddesi: Günümüzde hem yalıtımda hem de eski tarihi eserlerin korunmasında kullanılan poliimid maddesi de uzay arastırmaları sonrasında ortaya çıkan bir madde.

İtfaiyeci Yanmaz Elbisesi: İtfaiyeciler tarafından kullanılan alev almayan koruyucu kıyafetler de ilk olarak uzay araştırmaları sonucu ortaya çıkmıştır.

Meteoroloji: Bugün meteoroloji tarafından hava durumu tahminleri için kullanılan teknolojiler büyük ölçüde uzay araştırmalarının sonucudur. Özellikle fırtınaları ve doğal afetleri takip etmek.

22 Eylül 2018 Cumartesi

Transistörlü 12v Zaman Gecikmeli Çalışan Turn On Elektronik Devre Şeması


Devrenin Tanımı

Normalde devre çalışmaktadır. Buton basıldığında devrenin çalışmasını durduran, butondan elimizi çektikten bir süre sonra devrenin tekrar çalışmasını sağlayan devreye turn-on devresi denir.

Devrenin Çalışması



Devrede butona basılı iken kondansatör kısa devredir ve transistörün beyz ucu şaseye bağlı olduğundan transistör kesime gider. Rölenin çalışması durur ve led söner. 

Butondan elimizi çektiğimizde beyz ucu şaseden kurtulur. Kondansatör boş olduğundan transistör kesimde kalmaya devam eder. Bir süre sonra kondansatör üzerindeki gerilim transistörü iletime sokacak seviyeye geldiğinde transistör iletime geçer. Röle çalışmaya başlar ve lamba yanar.

Transistörlü 12v Zaman Gecikmeli Duran Turn Off Elektronik Devre Şeması

Devrenin Tanımı

Butona basıldığında çalışan ve butondan elimizi çektikten bir süre sonra çalışmasını durduran devreye turn-off devresi denir.

Apartmanlarda kullanılan merdiven otomatiği zaman gecikmeli duran turn off bir devredir.

Devrenin Çalışması

Devrede butona basıldığında kondansatör ve T1 transistörünün Beyz - Emiter uçları kısa devre olduğu için T1 transistörü kesime gider. 

T2 transistörünün beyz ucu R2 ve R3 dirençleri üzerinden gerekli akımı alır. T2 transistörü iletime geçer. Böylece röle çalışır ve lamba yanar. 

Butondan elimizi  çektiğimizde kısa devre kalktığı için kondansatör R1 direnci üzerinden şarj olmaya başlar.

Kondansatör üzerindeki gerilim değeri bir süre sonra 0,8 volt olduğunda T1 transistörü iletime geçer.

Bu durumda T2 transistörünün beyz ucu R3 direnci ve T1 transistörünün Kollektör-Emiter uçları üzerinden şaseye bağlanır. T2 transistörü kesime gider. 

T2 transistörü kesime gidince rölenin çalışması durur ve lamba söner.

Süreyi ayarlamak için Potansiyometre ile ayar yapılır. Kondansatörün kapasitesi değiştirilerek de süre ayarı yapılabilir.

Transistörlü 12v Zaman Gecikmeli Çalışan Turn On Elektronik Devre Şeması için tıklayınız...

Hastalar İyileştiğinde Hastaneden Neden Taburcu Kelimesi Kullanılarak Gönderilir?


Neden Türk hekimleri hastalarını iyileştirdikten sonra ‘’taburcu’’ ederler?

Taburcu kelimesinin çok hüzünlü bir hikayesi vardır aslında.

Özellikle 1. Dünya ve Çanakkale Savaşı sırasında ülkenin tıp eğitimi veren tek kurumu Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane' dir.

Hocalarını ve öğrencilerini cepheye yollar. 

Eğitime ara vermek zorunda kalınır. 

Binası ise tamamen hastaneye dönüştürülür. 

Ülkede herkes askerdir, eli silah tutan tüm erkekler savaştadır. 

Gerçek kurumsal düzeyde tek hastane vardır, ülkenin her yanındaki cephelerde tüm hekimler subaydır, askerdir. Yaralılar iyileştirilir, komutan hastalarını, askerlerini dolaşır. Hastanede, kışlada, revirde, cephede çadırda, savaşta. 

Tabip subay, iyileşenleri, tekrar silah tutabilecekleri savaşa, taburuna yollar, ‘’taburcu’’ eder.

Başka hiçbir milletin, ülkenin hastanesinde, hastalar iyileştiklerinde ‘’taburuna yollanmaz, taburcu’’ edilmez. 

Bazı değerleri, yaşamının içine böylesine sindirmiş başka bir millet yoktur. 

21 Eylül 2018 Cuma

PTC'li Transistörlü Isı Kontrollü Fan Çalıştırma Devresi Elektronik Şeması


Devrenin Çalışması

Isıya bağlı olarak çalışan bir devre yardımıyla fan çalıştırılarak soğutma işlemi yapılabilir.

PTC soğuk iken direnci küçüktür, ısındıkça direnç değeri artar.

PTC ‘nin soğuk olduğu ortamda PTC ‘nin iç direnci küçük olacağı için transistör iletime geçiremez transistör kesimdedir. Bu durumda fan çalışmaz.

PTC ‘nin sıcak olduğu ortamda PTC ‘nin iç direnci büyük olacağı için transistör iletime geçer. Bu durumda fan çalışır.

PTC'li Transistörlü Isı Kontrollü Alarm Devresi (Sıcakta Çalışan) Elektronik Şeması

Devrenin Çalışması

PTC soğuk iken direnci küçüktür, ısındıkça direnç değeri artar.

PTC ‘nin soğuk olduğu ortamda PTC ‘nin iç direnci küçük olacağı için R2 direnci üzerinden geçen akım Q1 transistörünü iletime geçiremez Q1 transistörü kesimdedir. Bu durumda lamba yanmaz.

PTC ‘nin sıcak olduğu ortamda PTC ‘nin iç direnci büyük olacağı için R2 direnci üzerinden geçen akım Q1 transistörünün beyz ucuna giderek Q1 transistörünü iletime geçirir ve lamba yanar.

Lamba yerine ses çıkartan bir bazır konularak da sesli ısı alarm devresi yapılabilir veya bir röle çalıştırılabilir.

NTC'li ısı alarm devresi için tıklayınız...

LDR'li Transistörlü Karanlıkta Çalışan Işık Alarm Devresi Elektronik Şeması




Malzeme Listesi


1- 2 adet BC237 / BC238 transistör
2- 1 adet 12V Lamba
3- 1 adet 330Ω direnç
4- 2 adet 680Ω direnç
5- 1 adet 2.2kΩ direnç
6- 1 adet LDR


LDR karanlıkta iken direnci büyüktür, aydınlıkta direnç değeri azalır.



LDR aydınlıkta iken LDR ‘nin iç direnci küçük olacağı için beyz ucuna gelen akım Q1 transistörünü iletime geçirir. Bu durumda Q2 transistörüiletime geçemez, kesimdedir  ve lamba yanmaz.

LDR karanlıkta iken LDR ‘nin iç direnci büyük olacağı için beyz ucuna gelen akım Q1 transistörünü iletime geçiremez Q1 transistörü kesimdedir. Bu durumda Q2 transistörünün beyz ucuna gelen akım Q2 transistörünü iletime geçirir ve lamba yanar.

Lamba yerine ses çıkartan bir bazır konularak da sesli ısı alarm devresi yapılabilir veya bir röle çalıştırılabilir.

NTC'li Transistörlü Isı Kontrollü Alarm Devresi (Sıcakta Çalışan) Elektronik Şeması


Malzeme Listesi
1- 2 adet BC238 transistör
2- 1 adet 12V lamba
3- 1 adet NTC (10k)
4- 1 adet 330Ωdirenç
5- 2 adet 680Ω direnç
6- 1 adet 68kΩ direnç

Devrenin Çalışması

NTC soğuk iken direnci büyüktür, ısındıkça direnç değeri azalır.

NTC ‘nin soğuk olduğu ortamda NTC ‘nin iç direnci yüksek olacağı için R1 ve R2 dirençleri üzerinden geçen akım TR1 transistörünün beyz ucuna giderek TR1 transistörünü iletime geçirir. Bu durumda TR2 transistörü kesimdedir ve lamba yanmaz.

NTC ‘nin sıcak olduğu ortamda NTC ‘nin iç direnci küçük olacağı için R1 ve R2 dirençleri üzerinden geçen akım TR1 transistörünü iletime geçiremez TR1 transistörü kesimdedir. Bu durumda TR2 transistörünün beyz ucuna R3 ve R4 dirençleri üzerinden geçen akım TR2 transistörünü iletime geçirir ve lamba yanar.

Lamba yerine ses çıkartan bir bazır konularak da sesli ısı alarm devresi yapılabilir veya bir röle çalıştırılabilir.

PTC'li ısı alarm devresi için tıklayınız...

LDR'li Işık Kontrollü Kuadrak veya Triyak İle 220v Karanlıkta Çalışan Lamba Devresi




LDR'ye ışık geldiğinde direnç değeri düşük olur. Kondansatör uçlarında diyak’ı iletime götürecek 30 voltluk gerilim oluşmadığı için diyak triyak’ı tetikleyemez ve lamba yanmaz.

LDR üzerine düşen ışığı engellediğimizde veya karanlıkta LDR’nin direnci yükselir. Kondansatörünün uçlarındaki gerilim, diyak’ı iletime geçirmeye yeter. Diyak triyak’ı tetikler ve lamba yanar.

Devredeki potansiyometre ayarlanarak triyak’ın tetikleme açısı değiştirilerek lambanın parlaklığı değiştirilebilir.

Triyaklı Dimmer Lamba Karatma Elektronik Devresi Şeması

Triyak ile yapılan lâmba karartma (Dimmer) devresi lambanın parlaklığını kontrol eder.

Alternatif akımın pozitif ve negatif palslerinin etkin değerinin değiştirilmesiyle kontrol işlemi yapılır.

Potansiyometre ayarlanarak lambanın parlaklığı azaltılır veya çoğaltılır. 

Potansiyometrenin en küçük direnç değerinde lamba parlak yanar, en büyük direnç değerinde lamba söner.

Potansiyometrenin değeri minimum iken kondansatör şarj olur. Kondansatör uçlarındaki gerilim, diyak ateşleme gerilimi değerine ulaştığı zaman diyak iletken olur ve kondansatör diyak üzerinden deşarj olur. Dolayısıyla triyak tetiklenerek lambanın en parlak şekilde yanması sağlanır. Potansiyometrenin değeri maksimum iken kondansatörün şarj olma süresi uzar. Dolayısıyla triyak tetiklenmediğinden lamba sönüktür.

Devrede yük olarak lambadan başka, motor vb. devre elemanları kullanılabilir. 

Triyak üzerinden geçen akım, tetikleme gerilimine bağlıdır.

Dijital ve Analog Avometre ile Kondansatörün Sağlamlık Kontrolü Nasıl Yapılır?

Kondansatörün sağlamlık kontrolüne başlamadan önce kondansatörün uçları birbirine değdirilerek veya bir kablo ile kısa devre edilerek deşarj edilir.

Analog avometre ile kondansatör sağlamlık kontrolü yapılırken önce avometre ohm kademesine alınır. Avometre uçları kondansatör uçlarına değdirilir. Analog avometrede kondansatör önce doğru polarma sonra da uçlar ters çevrilerek kondansatör ters polarmada ölçülür. Analog avometre ibresi doğru polarmada iken önce sıfıra doğru sapıp sonra yavaş yavaş geri dönmelidir. Analog avometre ibresi  ters polarma iken hiçbir sapma yapmamalıdır. Bu durumda kondansatör sağlamdır.

Dijital avometre ile kondansatör sağlamlık kontrolü yapılırken önce avometre ohm kademesine alınır. Avometre uçları kondansatör uçlarına değdirilir. Dijital avometrede kondansatör önce doğru polarma sonra da uçlar ters çevrilerek kondansatör ters polarmada ölçülür. Dijital avometrenin göstergesi doğru polarmada sıfırdan (0) başlayarak giderek artan bir değer göstererek sonsuz veya yüksek bir değer göstermelidir. Dijital avometrenin göstergesi ters polarmada bir değer göstermemelidir. Bu durumda kondansatör sağlamdır.

Kondansatörün kapasite değerini avometre ile tespit etmek mümkün değildir. Avometre ile ancak sağlamlık kontrolü yapılabilir. Kondansatörün kapasite değerini ölçmek için kapasite metre kullanılır.

18 Eylül 2018 Salı

İBB Türkiye'nin İlk Yüzer Güneş Enerjisi Santralini Büyükçekmece Gölü Üzerine Kurdu


İBB TÜRKİYE’NİN İLK YÜZER GÜNEŞ ENERJİ SANTRALİNİ KURDU

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) Şirketlerinden İstanbul Enerji ve bağlı kuruluşlardan İSKİ, Türkiye’deki ilk Yüzer Güneş Enerji Santralini (GES) devreye aldı. İstanbul’a temiz su sağlayan kaynaklardan biri olan Büyükçekmece Gölü üzerine kurulan santral, Türkiye de ilk kez uygulanan bir sistem olma özelliğini taşıyor.

Türkiye’deki ilk GES’i basın mensuplarına tanıtan İBB Genel Sekreteri Hayri Baraçlı, amaçlarının enerji çeşitliliğini arttırarak enerjide dışa bağımlılığı azaltmak olduğunu belirterek, “Hedefimiz, belediye olarak kendi enerjimizi üretebilmek ve yenilenebilir enerji kaynaklarıyla enerji üretiminde sürdürülebilirliği arttırmak” dedi.

Türkiye’nin enerjide artan dışa bağımlılığını azaltmak amacıyla Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’nın vizyon projeler ortaya koyduğuna dikkat çeken Baraçlı, “İBB olarak bu vizyona katkıda bulunmak amacıyla bu projeyi gerçekleştirdik. 2023 yılında belediye olarak tükettiğimiz enerjinin yüzde 55’ini kendimiz üretmeyi hedefliyoruz” diye konuştu.

Santralin yapımında 960 adet 260W gücünde polikristal fotoyoltaik panel kullanıldı. Panel ve diğer malzemelerin seçiminde korozyona karşı dayanımlı ürünler tercih edilerek santral ömrünün uzatılması planlandı.

BUHARLAŞMA VE KARBONDİOKSİT SALINIMI AZALACAK

Yüzer Güneş Enerji Santrali için tasarlanan iki farklı yüzdürücü sistemin kullanıldığı sistem, kapladığı su yüzeyini yüzde 70 oranında havadan izole ediyor. Böylece, özellikle yaz aylarında karşılaşılan en önemli sorunlardan biri olan buharlaşma ile su kaybı da azalmış olacak.

Büyükçekmece Gölü üzerine kurulu Yüzer GES, her sene 210 ton karbondioksit salınımını da engelleyecek. Tesis kurulumunun tamamlanmasının ardından başlanan AR-GE çalışmaları kapsamında, yüzdürücü sistemlerin enerji üretimi, su kalitesi, su canlıları ve yosun oluşumu gibi etkileri izlenecek.

YENİLENEBİLİR ENERJİ ÜRETİMİ ARTACAK

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Büyükçekmece Gölü’nün ardından Terkos ve Ömerli barajlarına da kurmayı planladığı Yüzer Güneş Enerji Santralleri ile geniş yüzey alanına sahip olan su havzalarının ve barajların, İstanbul’un artan elektrik üretimine katkıda bulunması ve yenilebilir kaynaklardan enerji üretiminin payının arttırılması amaçlanıyor.

ibb

15 Eylül 2018 Cumartesi

Steve Jobs'un Hayat Dersi Veren Son Sözleri




İş dünyasında başarının zirvesine ulaştım.

Diğer insanların gözünde, benim hayatım tam bir başarı örneği.

Ancak, çalışmanın yanında mutluluğu çok az yaşadım.

Sonuç olarak, zenginlik ve varlık hayatın alıştığım bir yönü oldu.

Şu anda bir hasta yatağında tüm hayatımı gözden geçirirken, kıvanç duyduğum tüm zenginlik ve tanınmanın ölümün karşısında solduğunu ve anlamsızlaştığını anlıyorum.

Karanlıkta bana hayat desteği veren cihazların yeşil ışıklarına bakarken onların çalışma uğultularını dinliyorum. Ölümün nefesinin giderek yaklaştığını hissediyorum…

Şimdi şunu biliyorum; hayatımız için yeteri kadar varlık elde ettiğimiz zaman, zenginlikle ilgisi olmayan konuların peşinden gitmemiz gerekir… daha önemli olan şeylerin:

Belki dostluklar, belki sanat, belki de gençlik yıllarında kurduğumuz hayaller…

Sürekli olarak zenginliğin peşinde koşmak insanı benim gibi eğri büğrü hale getiriyor.

Allah hepimize zenginliğin oluşturduğu illüzyonu değil, herkesin kalbindeki sevgiyi hissedebilmemiz için duygular verdi.

Kazandığım zenginliği ve varlığı birlikte götüremiyorum.

Birlikte götürebildiğim tek şey sevginin oluşturduğu hatıralarım.

Sizinle birlikte olan, size güç veren ve size yola devam etmeniz için ışık veren gerçek zenginlik işte bu sevgi dolu hatıralar.

Sevgi binlerce kilometre gidebilir. Hayatın sonu yok. Gitmek istediğiniz yere gidin. Ulaşmak istediğiniz yüksekliğe ulaşın. Hepsi sizin kalbinizde ve ellerinizde.

Dünyada en pahallı yatak nedir biliyor musunuz?

– “Hasta yatağı” …

Sizin için arabayı sürmesi için bir kişiyi kiralayabilirsiniz. Sizin için para kazanması için bir kişiyi isdihdam edebilirsiniz. Ancak hastalığınızı sizin için taşıyacak kimseyi bulamazsınız.

Kaybedilen materyaller bulunabilir. Ancak kaybolduğu zaman asla bulamayacağınız birşey var

– “Hayat”.

Bir insan ameliyathaneye girdiğinde, o ana kadar okumayı bitirmiş olması gereken bir kitabın olduğunu farkediyor

– “Sağlıklı Hayat Kitabı”.

Şu anda nasıl bir hayat sahnesinde olduğumuzla, zaman içinde, perdeler aşağıya inince yüzleşiyoruz.

Ailenizin, eşinizin ve dostlarınızın sevgilerine değer verin.

Kendinize iyi bakın. Diğer insanlara şevkat gösterin.

7 Eylül 2018 Cuma

Anne Babalar Okusun - Bir İnsanın Ana Vatanı Çocukluğudur - Doğan Cüceloğlu


Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:

- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?

- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. Hayatım değişti.

O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.

- Ne oldu, nasıl oldu?

- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın ana vatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.

"Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:

- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, 

"Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır." 

Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?

- Hayır, neden?

- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu. Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.

Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:

- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.

- Radikal bir karar!

- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.

- Eşiniz ne dedi?

- Hocam biliyor musun ne oldu?

- Ne oldu?

- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz."

- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!

- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim.

Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.

- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?

- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım.

Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.

"Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.

- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!

- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.

- Eşiniz gelmek istemedi!

- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler.
Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. "Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?

- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım.

İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım.

Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.

"Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık.

"Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur.
Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler.
Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.
Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

Doğan CÜCELOĞLU

4 Eylül 2018 Salı

İngilizce Deyimleri Ortaya Çıkaran Tarihsel Olaylar


1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu:
İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı . Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.

Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce'deki banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın (Don't throw the baby out with the bathwater) deyimi buradan gelmektedir.

Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce'deki 'kedi-köpek yağıyor' (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.

Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.

Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır.

Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı 'thresh hold' (saman tutan; Türkçesi eşik)


Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu... Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu.
Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük
(peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin kaynağı budur.

Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı. Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna yağ çiğnemek (chew the fat) adı veriliyordu.

Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü.

Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı . Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında 'tabak ağzı' (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu.

Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.

Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna 'uyanma' nöbeti deniyordu.

İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir 'kemik evi'ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı . Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti (graveyard shift) denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur (saved by the bell) bazıları da ölü zilci (dead ringer) olurdu.

Ortaçağda Avrupa'daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı. Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı. Kirlilik adeti Amerika'ya da bulaşmış Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde ''banyo yapmayı yasaklayan'' ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı. Philadelphia' da ise kanunla bir ay içinde birden fazla banyo yapan insanlar cezaevine gönderiliyordu.

Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa'da lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti 17. yüzyıla kadar sürdü. Fransa krallarından 14. Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de buradan yürütürdü.

1600'lerde İstanbul'a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya'yaki bir konağa gönderilmişti. 19. yüzyıla gelindiğinde, kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim'e taşınmalarına izin verilmişti...

Dr. Ali Erkan Balcı

Helikopter Ebeveynlik, Özellikleri Çocuklarımıza Etkileri Nelerdir?


Küçük bir çocuk annesini tanımlarken şunu söylemiş "Annem, tıpkı bir helikopter gibi sürekli başım etrafında dönmekte"...

Helikopter ebeveyn, 1969 yılında Psikolog Haim Ginott'un, psikoloji literatürüne kazandırdığı bir kavram.

Danışanlarından küçük bir çocuk annesini tanımlarken helikoptere benzetmesi nedeniyle literatüde yerini helikopter ebeveyn olarak almış. Buradan helikopter ebeveynlerin çocuklarına çok yakın olduğu, hatta gereğinden fazla yakın olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

Adından da anlaşılacağı gibi Helikopter Ebeveynlik çağımızın büyük bir sorunudur. Yaşam şartları, eğitim politikaları, sınav sistemleri ve gelecek kaygısı gibi faktörler; çocukları için aşırı derecede endişe eden kontrolcü, mükemmeliyetçi ve müdahaleci aile bireylerinin ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır.

Çocuklarından yüksek başarı bekleyen, sürekli çocuklarının etrafında pervane olan ebeveyn tutumudur. Helikopter ebeveynlik özelliklerine sahip çocukların, aileleri tarafından aşırı derecede ilgi görüyor olmaları olumsuz sonuçlar ile neticelenmektedir.

Helikopter ebeveynlerin, 5 tane belirgin özelliği var.

1. Çocuklarının üzerinden ayrıl(a)mazlar.

Helikopter ebeveynler, çocuğunu kesinlikle yalnız bırakamazlar. 7/24 çocuğundan bahsederler. Parkta, sokakta, alışverişte adeta güvenlik görevlisi veya yakın koruma gibi tetiktedir. Her türlü aksaklık düşünerek önlem alır

2. Helikopter ebeveynler çocuklarının yapabileceği işleri kendisi gerçekleştirir.


Örneğin ilkokula hatta ortaokula giden çocuklarının odasını toplamaları düşünülemez bir durumdur. Kendisi toplar. Örneğin okul çağındaki çocuğun giysilerini annesi-babası giydirir. Çocuğun, kendini gerçekleştirmesine izin vermeyecek kadar çok endişeli ve kaygılıdır.

3. Çocuğuna aşırı odaklıdır. 

Örneğin, parkta sadece onu takip ederken, yanındaki hiç kimseyle konuşamaz, sohbet edemez. Çünkü çocuğunun başına birşey gelme ihtimalinden çok kaygılanmaktadır. Sürekli tetikte ve gergindir. Çocuğunun ödevi, çocuğun piyano kursu, çocuğunun okul etkinlikleri herşeyden çok öncedir ve ailenin başka bir şey yapmasını, hatta sosyalleşmesini engeller.

4. Sürekli çocuklarını düşünüp kaygılanırlar.
 

Çocuklarıyla ilgili bir soru sorulduğunda veya konu açıldığında mutlu ifadesi yerine kaygılı bir ifade taşırlar. Gelecek kaygısı yaşarlar ve çocuklarının ekonomik anlamda güçlü olacaklarını düşünürler. işsizlik korkusu taşırlar ve ilkokul çağından itibaren çocuklarının işsiz kalabileceğini, düşünürler. başarısızlık korkusu yaşarlar. Çocuğunun düşük not alması, satranç turnuvasında derece alamaması, resminin panoya asılamaması helikopter ebeveyni çok korkutur. Kendi çocukluk geçmişiyle çocukların şimdiki zamanlı kıyaslar. Bu daha çok telafi çabası gibidir. Ben okuyamadım o okusun. Ben takıma seçilemedim o seçilsin. Ben başarılı olamadım o derece yapsın... gibi

5. Aşırı koruyucu ve kontrolcüdürler.


Çocuğunun parkta oyun oynamasını kısıtlarlar. çocuğunun odasında özgürce oyun oynamasını kendi düzeni kurmasını engellerler çocuğun günlük rutinini kırması ve korumasına yardımcı olamazlar. aşırı yoğun programları nedeniyle spontane yaşayamazlar. çocuklarının mutsuz olmasını acı çekmesini de öfke duymasını veya yoksunluk yaşamasını asla ve asla kabul edemezler. Mutsuz olmamaları için yalan söyleyebilirler. Acı çekmemeleri için gerçekleri değiştirmeye çalışırlar. Okuldan, onları aldığında, ama tartışmasız şekilde suçlu okuldur. arkadaşıyla tartıştığını da, ama mutlaka arkadaşı bir hata yapmıştır ki kavga etmişlerdir. Bu inançtan dolayı helikopter ebeveynler, kişilerle ve kurumlarla çatışmaya girmekten geri durmazlar. çocuğunun kusurlu hatalı davranabileceğini kabul edemezler. Okulla ilgili her türlü detay'dan haberleri vardır. detayların tamamını çocuğu için düşünür ve planlarlar.

Helikopter Ebeven Özelliklerine Sahip Bireyler

* Genellikle az çocuklu 1 veya 2 çocuklu ebeveynlerdir.

* Çocukların etrafında pervane olan, sürekli çocuklarının birşeylerini eksik yapmış olabilme ihtimali üzerine yaşayan ve bu durumu kendilerine gereksiz yere sıkıntı vekaygı haline getiren ebeveynler
* Her ortamda çocuklarından bahseden ve bahsedemeden duramayan ebevenler.
* Çocuğun sıkılmasına olanak vermeden sürekli çocuğun her anını etkinliklerle doldurmaya çalışan ebevenler.
* Çocuğun ödev ve sorumluluklarını çocuğun yerine yapmayı üstlenen ebevenler
* Çocuğun okul içinde yaşadığı durum ve problemleri, okul öğretmenini ve çocukların ailelerini rahatsızlık verecek ölçüde şikayette bulunan ve sorunları çocuğun yerine çözmeye çalışan ebevenler.
* Karnı veya başı ağrıyan çocuğunun yerine;” Karnımız eğrıyor, bugün biraz başımız ağrıyor, bugün çok ateşlendik” gibi çocukla birlikte sağlık sorunu yaşıyormuşçasına yorumlar yapan ebeveynler.
* Sürekli başarı odaklı çocuk yetiştirmek isteyen ve çocuğun her anına müdahale eden ve çocuğa kendi insiyatif ve isteklerini oluşturmayan ebeveynler.

* Çok fazla kontrolcü, mükemmeliyetçi ve çocuğun her anına her karesine nüfuz eden ebeveynler

Helikopter Ebeveynlerin Çocuklarında Ortaya Çıkan Sorunlar

* Çocukların bir sorun karşısında yoğun kaygı yaşamaları
* Fizyolojik bir durum aranmaksızın, sürekli karnının ve başının ağrıması, miğde bulantısı yaşaması
* Arkadaşları ile bir sorun yaşadığı zaman, sorunu kendi başına çözme insitaifini oluşturmakta sorun yaşaması
* Sosyal iletişim becersi kurarken, bir problem karşısında baş etmekte zorlanma
* Kendilerine güvenerek sorumluluk alma becerileri düşük, risk almakta zorlanan bireylerdir

* Anne ve babadan ayrıkmakta ve ayrışmakta, birey olmakta zorlanma
* Çocuklarda öfke kontrol problemi,kızgınlık hali, ebeveyn ile sürekli uyumszuluk ve çatışma hali

* Depresyon ve kaygı bozukluğu

Felaket Yönetimi: Estonya Feribotu Sendromu - Kazası 1994


Felaket Yönetimi: Estonya Feribotu Kazası 1994

Modern deniz tarihinin en büyük kazası, 28 Eylül 1994 yılında Baltık Denizi’nde yaşandı. 

1980 yılında Almanya Mayer Werft tersanesinde inşa edilen Estonya Feribotu’nun batmasıyla 852 yolcu öldü. 137 kişi bu kazadan kurtuldu. 

Kıyıya yakın bir mesafede su alması nedeniyle yatarak batan feribot, sadece gemi mühendisleri tarafından değil, aynı zamanda kazada ölümlerin nedeni açısından davranış psikolojisi uzmanlarınca da yıllarca incelendi. 

İnsan davranış psikolojisi uzmanları, bu kazada ölen 852 yolcunun neden kurtulamadıklarını araştırdı. Aileleriyle görüşüp, geçmişlerini incelediler. 

Ölenlerin % 98’inin çok iyi yüzme bildiklerini belirleyen uzmanlar son olarak kazadan kurtulanlarla görüştüler. Ortaya çıkan sonuç şuydu: 

Feribot, 28 Eylül’de gece saat 00.50’de, sert dalgalar nedeniyle su almaya başladı. 

Feribota giren sular 50 santim yüksekliğe ulaştı ve feribot yan yatmaya başladı. 

Su miktarının artmasıyla birlikte tahliye işlemi başladı. 

Ancak 987 yolcudan sadece 137’si su almaya başlar başlamaz hemen feribotu terk etti. 

Geri kalan 852 yolcu ise, gemi kaptanının “panik yapmayın, dünyanın en güçlü feribotundasınız” sözlerine kanarak, su boşaltma işlemini izlediler. 

Saatler ilerledikçe, feribot daha da yan yattı ama 852 yolcu izlemeye devam etti. 

Sonunda saatler 01.50’yi gösterirken tamamen yan yatarak sulara gömüldü. 

Feribotun su aldığını ve yan yatmaya başladığını görmelerine rağmen, son saniyeye kadar rahat rahat batışı izleyenler, psikoloji ders kitaplarında “Estonya Feribotu Sendromu” olarak yer almıştır. 

Halen o insanların davranış şekillerine psikoloji ilmi (mensupları), mantıklı bir izah getirememişlerdir.”

Toplu davranış, denebilir.

Kaptana / uzmana güven, denebilir.

Genel panik şoku, denebilir.

Felaketten kurtulurken rahatının kaçacağını, ıslanacağını düşünmüş olabilir.

Birileri gelir bizi kurtarır diye düşünmüş olabilir.

Ancak asıl soru şu:

Başımıza gelen felaketlerde biz nasıl davranıyoruz?

Gerekli tedbirleri alıyor muyuz? 

Yoksa kendi felekatimizi kayıtsızca seyrediyor muyuz?

3 Eylül 2018 Pazartesi

Dunning–Kruger Sendromu Nedir? Cehalet ve Bilginin Özgüvene Etkisi, Bu İnsanların Özellikleri


"Dunning–Kruger etkisi" ya da "Dunning–Kruger sendromu", Cornell Üniversitesinin iki psikologu Justin Kruger ve David Dunning’in tanımladığı bir algılamada yanlılık eğilimidir.

Cornell University’de görevli psikologlar Justin Kruger ve David Dunning’in tarihe geçmelerine ve 2000 yılında Nobel almalarına neden olan tanı, “Cahil cesareti” olarak tanımlanıyor. Teorileri özetle, “cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır” diyor.

Bizde de bu etkiyi anlatan çok güzel deyim ve atasözleri mevcut. Mesela "cahil cüretkar olur kendini alim sanır" demiş atalarımız ya da "boş başak dik durur dolu başak eğik durur" demişler. Özgüven zehirlenmesi tabiri de bu etkiyi izah eden deyişlerden ya da "kifayetsiz muhteris".

Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...

Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin "kendilerine güvenleri" müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmalarıhalinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı.

Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise "en alçakgönüllü" deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıtverdiklerini düşünüyorlardı.


Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı:

"İşinde çok iyi olduğuna" yürekten inanan 'yetersiz' kişi, kendini ve yaptıklarını  övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!

Dunning–Kruger sendromu bulguları

-Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.

-Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.

-Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.

-Nitelikleri, eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Dunning–Kruger sendromu olan insanların özellikleri

1. Her şeyi en iyi kendilerinin bildiklerini iddia ederler.

"Biz biliriz", "en iyi biz biliriz"," tabii ki biz biliriz", vb. sözleri bu kişilerden sıkça duyarsınız.

2. Bilgiyi, eğitimi aşağılama eğilimindedirler.


Mesela bir kişinin 3 dil bilmesini, üniversite mezunu olmasını, hatta profesör olmasını kötü bir şeymiş gibi gösterme eğiliminde olurlar. Bilginin aşağılanacak bir şey olduğunu savunurlar ve çevresindekileri de buna inandırmaya çalışırlar.

3. Bu kişiler çok gürültü patırtı çıkarır, bu gürültü içerisinde çok iş yaptığı havası estirmeye bayılırlar.

Mesela bir kişi sizin verdiğiniz 10 lira ile bir başka kişiye 1 liralık yardımda bulunur, ama sizin verdiğiniz 10 liranın 100 katı gürültü çıkarır. Dünyanın en büyük işini yapmış gibi davranır. Daha genelleştirirsek, yapması gerekeni yapıp, sanki bu ilk defa onun aklına gelmiş gibi ortalığı ayağa kaldırır.

4. Her şeyi kendisi halletmek ister.
Kişi ne kadar az bilgi sahibi ise, her alana el atması o kadar büyük olur. Bir alanda uzman kişiler, kendi alanlarının dışındaki işleri uzmanlarına bırakma eğilimindeyken, bu sendromdan muzdarip kişilerin matematikten mimariye, kimyadan sağlığa kadar her alanda üstün fikirleri vardır ve kendilerine sorulmadan yapılan her iş biraz eksiktir.
5. Her şeye hazırlıklıymış gibi davranmaya bayılırlar.

Hakkında hiçbir fikri olmayan, öngöremediği olaylar karşısında bile sanki bu olayı yıllar öncesinden görmüş gibi davranmayı severler. Hiçbir hazırlığının olmadığı konularda sanki bunun geleceğini biliyormuş da ona göre hazırlıklarını yapmış gibi hareket etmeye düşkündürler. Sizi de buna inandırmak için çırpınırlar.
6. Üstlerine karşı saygıda asla kusur etmezler ama altındakileri ezme konusunda üstlerine yoktur.

Gücü gücüne yetene deyiminin hayata geçmiş halidir bu kişiler. Kendinden yüksek konumdakilere daima gülücükler dağıtırken, altında kalanları ezmede hiçbir beis görmezler. Ama sorduğunuzda böyle bir şeyin olmadığını iddia ederler.

7. Bugün ak dediğine yarın kara der, ama demediğini iddia eder.

Dönüşleri muhteşemdir bu kişilerin. Söylediği yalanı unutan yalancı gibi dün söylediğini bugün inkar eder, bunu yüzüne vuranları iftira atmakla suçlar, çevresindekileri de buna inandırmak için o kişiyi başka alanlardaki eksiklilkleri, zaafları ile vurmaya çalışır.

8. Başarısız olması halinde, başarısızlığını hiç yaşanmamış hale getirmeye çalışır.

Yani başarısızlığını tarihin sayfalarından silmek için elinden geleni yapar. Beşer şaşar lafı ona göre değildir, o hiç şaşmaz, şaşsa bile bunu sizin hatırlamanızı istemez. Çünkü o başarısız olamaz!
9. Kendi doğrularının, düşünce ve eylemlerinin doğruluğuna kati olarak inanırlar.

Kesinlikle yanlış yapmaları mümkün değildir. Onların inandığı, doğru kabul ettiği şeyler kesinlikle doğrudur. Bunlar yalanlanmış olsa bile, sırf kendisi inanmış olduğu için asla yanlışlığını kabul etmez, onun yerine sizi kendi yalanına inandırmak için çırpınır.

10. Herkesin gördüğü, şahit olduğu bir şeyi inkar edebilir, mesele sizi buna inandırabilmektir.

Mesela 40 kişilik bir sınıfta, 15 kişiyi hiç sevmediğini, onların rezil kişiler olduğunu söyleyen kişimiz, sınıf başkanlığına aday olduğunda, 40 kişiyi de ayrı ayrı sevdiğini iddia edecek, ama sen 15 kişi hakkında atıp tutuyordun diyenleri ise yalancılıkla suçlamakta hiçbir sakınca görmeyecektir.

Ve son olarak Dunning-Kruger etkisini destekleyen iki görüşü paylaşalım;

“Cehalet, genellikle bilgi sahibi olmaktan daha çok özgüvene sebep olur.” Charles Darwin

“Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.” Bertrand Russell

Veba Geceleri (Orhan Pamuk) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Veba Geceleri Kitabın Yazarı: Orhan Pamuk Kitap Hakkında Bilgi: Orhan Pamuk’un üzerinde 5 yıldır çalıştığı Veba Geceleri, 190...